FURKAN SÛRESİFurkan Sûresi, yetmiş yedi âyettir. 68. 69. ve 70. âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur. Bu sûre-i celile, Cenab-ı Hakkın yüceliğini, herşeyin mülkünün ona ait olduğunu, onun hiçbir zaman çocuk edinmediğini ve herşeyi onun takdir ettiğini beyan ederek başlıyor.' Devamla, kâfirlerin, Allah'ı bırakıp, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri ilâh edindikleri Kur'an'ı Hazret-i Muammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in uydurduğunu iddia ettikleri, Kur'an'a "Efsane" dedikleri beyan edilmekte ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e Kur'an'ın, kendisine Allah tarafından indirildiğini söylemesi emredilmektedir. Sûre-i celilede bundan sonra, kâfirlerin, insanlardan birinin Peygamber olarak gönderilmesine şaştıkları ve ona bir hazine indirilmesi gerektiğini söyledikleri açıklanıyor. Kâfirlerin kıyamet gününü yalanlamaları ve isyanları sebebiyle âhirette acıklı bir azaba uğratılacakları, muttakilere ise cennetin verileceği ve orada ebedi olarak kalacakları haber veriliyor. Âhirette Allah'ın huzuruna çıkmayı ummayanların, Melekleri gördükleri gün, Meleklerin onları müjdelemeyecekleri, onların amellerinin toz zerreleri haline geleceği, cennetliklerin ise güzel makamlara edirilecekleri beyan ediliyor. Bundan sonra kıyamet ahvaline işaret olunarak o günde semanın, bulutlarla yanlarak Meleklerin bölük bölük inecekleri, o gün hakimiyetin yalnız Allah'a ait olacağı ve zalimlerin, pişmanlıktan ellerini ısırarak: "Keşke Peygamberle beraber hak yolu tutsaydım." diyecekleri ve pişmanlıklarını beyan edecekleri bildiriliyor. Kâfirlerin, lüzumsuz ve mânâsız bahanelerine işaretle, Kur'an'ın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e toptan indirilmesi gerektiğini söyledikleri haber veriliyor. Hazret-i Mûsa'ya Tevrat'ın verildiği ve Hazret-i Harun'un da Hazret-i Mûsa'ya yardımcı yapıldığı, onların, Firavun'a gidip dini tebliğ ettikleri açıklanıyor. Hazret-i Nuh'un, Âd ve Semud kavimlerinin ve Lût kavminin durumlarına kısa kısa temas ediliyor ve onların başlarına gelen felaketlere dikkat çekiliyor. Allah'ın varîîk ve kudretine delalet eden alametlerden bahisle, gölgenin nasıl yayıldığı, gecenin dinlenme, gündüzün ise çalışma zamanı yapıldığı, rahmetin önünde rüzgârların müjdeci olarak gönderildiği ve bulutlardan, hayat veren suyun indirildiği ve bütün bunlardan ibret alınması gerektiği açıklanıyor. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in bir uyarıcı olarak gönderildiği, Peygamberlik vazifesini yaparken kimseden bir ücret istemediği ifade ediliyor. Allahü teâlâ'nın yüce kudretini gösteren birçok delillere işaret ediliyor. Kâfirlerin, hak ettikleri cezaya çarptırılacakları, mü’minlerin ise mükâfaatlandıralacaklarını, mü’minlerin, boş ve çirkin bir sözle karşılaştıklarında vakarla geçip gittikleri ve rablerine dua ederek ondan, nimetler ve hayırlar talep ettikleri, ona tazarru ve niyazda bulundukları açıklanıyor ve sûre-i celile bu âyetlerle son buluyor. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle 1Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e hakkı bâtıldan ayıran Kur’an’ı indiren Allah, yüceler yücesidir. 2O Allah ki göklerin ve yerin mülkü ancak onundur. O, hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. O, herşeyi yaratıp belli bir nizama koymuş, geçmişini, geleceğini takdir etmiştir. Allahü teâlâ bu âyetlerde, Kur'an-ı Kerim'in, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e indirilme gayesini bildiriyor ve herşeyin kendisine ait olduğunu, hiçbir ortağı bulunmadığını ve herşeyi yaratıp bir düzene koyduğunu beyan ediyor. Tâ ki, Allahü teâlâ'nın bu sıfatlarını bilenler, gönderdiği Kur'an'dan öğüt alsınlar. Herşeyin hükümranı olan Allah'a boyun eğip kulluk etsinler, ona karşı günah işlemesinler, Allah'a ortak koşmasınlar ve ona çocuk isnad etmesinler. 3Mü’minler, Allah'ı bırakıp hiçbir şey yaratamayan, üstelik yaratılmış olan, kendilerine hiçbir zarar ve hiçbir fayda veremeyen, öldüremeyen, yaşatamayan ve tekrar diriltemeyen ilâhlar edindiler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, cahil müşriklerin, herseyi yaratan, herşeye hayat veren, vâdesi geldiğinde bütün insanları öldürüp âhirette tekrar diriltecek olan Allah'ı bırakıp ta hiçbirşeye gücü yetmeyen putları ilâh edinmelerini kınıyor ve onların beyinsizliklerini ortaya koyuyor. Evet, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. İbadet ancak ona yapılır. Onun ne çocuğu vardır, ne de babası. Ne dengi vardır, ne de yardımcısı. 4Kâfirler: "Bu Kur'an, Muhammed'in uydurduğu iftiradan başka birşey değildir. Başka bir topluluk ta kendisine yardım etmiştir." dediler. Böylece haksızlığa ve yalancılığa saptılar. 5"Kur'an, öncekilerin efsaneleridir, Muhammed onu başkalarına yazdırmış ta, sabah akşam kendisine tekrarlanıp okunuyor." dediler. Bu âyetler, kâfirlerin beyinsiz olduklarını ortaya koyuyor ve iddia ettikleri gibi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in, Kur'an-ı Kerim'i bir yerden almadığı onun, Allah katından olduğu ifade ediliyor. Kâfirler, bu iddialarının tutarsız olduğunu ve söylediklerinin bir kısım hezeyandan başka bir şey olmadığını aslında çok iyi bilirler. Zira, hepsi de Resûlüllah'ın, okuyup yazma ile meşgul olmadığını, doğumu anından kendisine Peygamberlik verilinceye kadar onların arasında yaşadığını, dürüstlüğü, güvenilirliği, doğru sözlülüğü ve nezaheti ile meşhur olduğu için kendisine "Emin" denildiğini yine çok iyi biliyorlardı. Fakat kendisine Peygamberlik geline onu çekemediler, çeşitli iftiralarda bulundular. Resûlüllah'ı bu şekilde yıpratamayınca kaba kuvvete başvurdular. Fakat, Allah, Peygamberine yardım etti, kâfirler ise hüsrana uğradılar. Bu Âyetlerin, Nadr b. Haris hakkında nazil olduğu Rivâyet olunmuştur. Bu kişi, Kureyş'in şeytanlarındandı. Resûlüllah'a eziyet ediyor ve ona düşmanlık besliyordu. Bir zaman "Hiyre"ye gitti. Orada Acem krallarına ait efsaneleri, Rüstem ve İsfendiyar hikayelerini öğrendi. Sonra geri döndü. Resûlüllah bir yerde durup. Allah yolundan sapmaları sebebiyle, geçmiş ümmetlerin başlarına nasıl felaketler geldigini anlatıp oradan ayrılınca Nadr hemen oraya varıyor ve orada bulunanlara: "Ben size, onun anlattıklarından daha güzel şeyler anlatacağım." diyor ve onlara, Acem krallarına ait efsaneleri. Rüstem ve İsfendiyar hikayelerini anlatıyordu. Ve şöyle diyordu: "Muhammed benden daha güzel şeyler söylemiyor." Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Kur'an öncekilerin efsaneleridir." dediler.." Âyetini indirdi. 6Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Onu, göklerde ve yerdeki sırları bilen Allah indirdi. Şüphesiz ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir. Ey Rasûlüm, sen, kavminin müşriklerinden, Allah'ın âyetlerini yalanlayanlara de ki: "Sizin iddia ettiğiniz gibi Kur'an, öncekilerin efsaneleri değildir. O, göklerde ve yerde bulunan varlıkların sırnnı bilen Allah tarafından indirilmiştir ve haktır. Allah, devamlı olarak yaratıklarının kusurlarını affedendir ve onlara lütufta bulunandır. Sizlerin bu yalanlarınıza rağmen sizleri hemen cezalandırmaması işte bu lütuftandır. 7Kâfirler şöyle dediler: "Bu ne biçim Peygamber ki, yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Kendisine bir Melek indirilip te, onunla birlikte uyarıcı olsaydı ya. 8Yahut, kendisine bir hazine indirilse veya bir bahçesi olsa da oradan yese ya, "Zalimler mü’minlere: "Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." dediler. Allah'a ortak koşan müşrikler: "Peygamber olduğunu iddia eden bu Muhammed nasıl bir Peygamber? O da bizim gibi yeyip içiyor, bizim gibi gezip dolaşıyor. Şâyet o iddiasında doğru ise kendisine gökten bir Melek indirilse de Melek te onunla birlikte insanları uyarsa ve onun söylediklerini doğrulasa yahut da ona bir hazine indirilse de Peygamberliğini tebliğ ederken geçim sıkıntısı çekmese veya onun bir bahçesi olsa da yeyip içeceğini oradan karşılasa."Ey Muhammed'e tâbi olan topluluk, sizler büyülenmiş bir adama tâbi olmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz." dediler. Bu iki âyetin, müşriklerin Kabe'de toplanarak Resûlüllah'a birtakım şeyler teklif ettikleri ve ondan bazı şeyler istedikleri bir sırada nazil olduğu Rivâyet edilmektedir. 9Ey Rasûlüm, bak sana nasıl misaller getirdiler de saptılar. Artık onlar hiçbir yolu bulamazlar. Ey Rasûlüm, bak bu müşriklerin sana: "Sihirbaz, büyülenmiş, deli, yalancı, şair vb. bâtıl sözler söyleyerek nasıl benzetmelerde bulundular da böylece hak yoldan saptılar. Artık hakka erişmek için senin davetin dışında hiçbir yol bulamazlar. 10Allah, yüceler yücesidir. O dilerse sana, onların istediklerinden daha hayırlısını, altlarından ırmaklar akan cennetleri verir ve senin için köşkler yapar. Ey Rasûlüm, Allah yücedir. Müşriklerin vasıflandırdıklarından beridir. Eğer o dileseydi sana müşriklerin, sende bulunmasını gerekli gördükleri şeylerden daha hayırlısını verirdi. Altından ırmaklar akan cennetler bahşederdi ve sana bir köşk yapardı. Hayseme (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah'a şöyle denilmişti: "Dilersen sana senden önce hiçbir Peygamber'e verilmeyen senden sonra da hiçbir kimseye verilmeyecek olan, yeryüzünün hazinelerini ve anahtarlarını verelim. Bunlar senin, Allah katındaki mükâfaatlarından hiçbir şey eksiltmeyecektir."Resûlüllah: "Bunların hepsini, âhirette bana verilmek üzere biriktirin." dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirdi. 11Daha doğrusu onlar, kıyamet gününü yalanladılar. Biz, kıyamet gününü yalanlayanlara, alev alev yanan bir ateş hazırladık. Allah'a ortak koşan bu insanlar getirdiğin hakka karşı çıkan bu müşrikler, senin yeyip içmenden ve çarşıda gezip dolaşmandan dolayı, seni inkâr etmediler. Onlar, öldükten sonra dirilmeyi yalanladıklarından, insanların, yaptıklarından hesaba çekileceklerine inanmadıklarından seni yalanladılar. Allah, kıyametin kopacağını ve insanların tekrar dirilip hesaba çekileceklerini yalanlayanlara alev alev yanan bir ateş hazırlamıştır. 12Bu ateş onları uzak bir yerden görünce onlar onun öfkesini ve uğultusunu duyarlar. Bu İnkârcılar için hazırlanan ateş, onları uzak bir mesafeden gördüğü zaman öfkelenip kaynar, uğultular çıkarır. Bu cehennemlikler, ateşin kaynamasını ve uğultusunu duyarlar. 13Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman orada (helak olmayı isterler) "Ey helak neredesin?" derler. 14Onlara: "Bugün bir defa helak olmayı istemeyin, birçok defa helak olmayı isteyin." denilir. Kıyameti yalanlayanlar, elleri boyunlarına bağlanmış bir şekilde cehennemin dar bir yerine atıldıkları zaman: "Eyvah ne yapmışız. Ey helak neredesin?" diye sızlanıp dururlar. Onlara: "Bugün artık bir defa helak omayı istemeyin, birçok defa helak olmayı isteyin." denilir. Onlar ne ölüp kurtulurlar ne de normal bir hayat sürdürebilirler. 15Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Bu mu daha hayırlı, yoksa müttakilere vaadolunan ebedi cennet mi?" ki cennet onlar için bir mükâfat ve dönüş yeridir. Ey Rasûlüm, sen, kıyamet gününü yalanlayan o kâfirlere de ki: "Rabbinizin size anlattığı cehennem ve onun içine girecek olan cehennemlikler mi daha hayırlıdır yoksa Allah'ın, takva sahiplerine vaadettiği ve onlara mükâfat olarak verdiği ebedi cennet ve oraya girecek olan cennetlikler mı? 16Ebedi kalacakları cennette, onlar için, istedikleri herşey vardır. Bu, rabbinden istenilen bir vaaddir. Allah'tan korkanlar içki, ebedi olarak kalacakları emnette canlarının istediği ve gözlerinin her gördüğü, her diledikleri şey vardır. Bu nimetler, mü’minlerin dünyada iken rablerinden istedikleri ve rablerinin kendilerine vaadettiği nimetlerdir. 17Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıklarını topladığı gün: "Bu kutlarımı siz mi saptırdınız yoksa kendi kendilerine mi yoldan saptılar?" der. Allah, kıyamet gününde, kendisini bırakıp ta, Melekler, cinler ve insanlar gibi yaratıklara tapan ve kıyamet gününü inkâr eden bu kâfirlerle, taptıkları varlıkları bir araya getirip onlara: "Şu kullarımı siz mi hak yoldan saptırdınız? Yoksa onlar kendileri mi saptılar?" diye soracaktır. O, kendilerine tapınılanlar ise şöyle diyeceklerdir: 18Onlar: "Hâşâ, seni, layık olmadığın sıfatlardan tenzih ederiz. Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yakışmaz. Fakat sen onları ve atalarını nimetler içinde yaşattın da, sonunda seni anmayı unuttular ve yok olmaya layık bir kavim oldular." derler. Müşriklerin taptıkları Melekler, İsa, Üzeyir gibi varlıklar Allah'ı, onların sıfatlandırmalarından tenzih ederek derler ki: "Ey rabbimiz, biz seni, ortağının bulunmasından tenzih ederiz. Bizim, seni bırakıp ta başkalarını dostlar edinmemiz bize asla yakışmaz. Bizim dostumuz ancak sensin. Rabbimiz, sen bunları ve atalarım dünyada iken mal ve sıhhat gibi çeşitli nimetlerle yaşattın. Onlar seni anmayı, Peygamberine indirdiklerini ve ahirette tekrar dirilmeyi unuttular. Böylece helak olmayı hak eden bir topluluk oldular. 19Bunun üzerine Allah'tan başka dostlar edinenlere: "Tapındığınız şeyler, sizi, söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Artık ne azabı geri çevirebilirsiniz ne de yardım görebilirsiniz. Sizden kim zulmetmişse ona büyük bir azap tattıracağız." denilir. Allahü teâlâ, kendisine ortak koşulanların, ortak koşanları yalanlamaları üzerine müşriklere, kıyamette ne söyleyeceğini beyan ediyor ve buyuruyor ki: "Tapındığınız şeyer sizi söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Burada sizin hiçbir çareniz de yoktur. Artık ne kendinizden cehennem azabını uzaklaştırabileceksiniz ne de kendinize bir yardımcı bulabileceksiniz. Ey insanlar, sizlerden kim Allah'a ortak koşarak kendisine zulmedecek olursa biz ona büyük bir azap tattıracağız." 20Ey Rasûlüm, biz senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki, yemek yememiş, çarşılarda gezmemiş olsunlar. Ey insanlar, biz sizi birbirinizle imtihan ediyoruz. Sabrediyor musunuz? Rabbiniz her şeyi çok iyi görür. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in Peygamberliğine karşı çıkan ve onun yeyip içmesi, çarşıda pazarda gezmesi sebebiyle Peygamber olamayacağını iddia eden müşriklere cevap veriyor ve Resûlüllah'tan önce gönderilen bütün Peygamberlerin de yeyip içen, çarşılarda gezen insanlar olduklarını bildiriyor. Bu itibarla Allah'a ortak koşanların, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in Peygamberliğini kabul etmemek için hiçbir sebep bulunmadığını beyan ediyor. Âyet-i kerime’nin son bölümünde: "Ey insanlar, biz sizi birbirinizle imtihan ediyoruz." buyurulmaktadır. Bundan maksat, insanlardan bazılarını Peygamber, bazılarını idareci, bazılarını fakir, bazılarını zengin, bazılarını akıllı bazılarını geri zekalı yaparak onları birbirlerinden farklı kılması ve kimlerin, Allah'ın emirlerine boyun eğip, kimlerin de isyan ettiğini ortaya koymasıdır. Eğer Allah insanları imtihan etmeyi dilemeseydi, hepsini eşit yaratırdı. 21Bir gün huzurumuza çıkacaklarını ummayanlar; "Bize Melekler indirilse veya rabbimizi görsek ya." derler. Yemin olsun ki onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir. Huzurumuza çıkmayı ümid etmeyen ve azabamızdan çekinmeyen müşrikler: "Allah bize Melekleri indirip te Muhammed'in doğru olduğunu söyletse ya veya rabbimizi açıkça görsek te o bize bunu haber verse ya." derler. Doğrusu, bu sözü söyleyenler kendilerini çok büyük görmüşler ve böbürlenmede aşın gitmişlerdir. Kureyş müşrikleri Resûlüllah'tan buna benzer birçok isteklerde ulunmuşlar ve kendilerini susturacak cevaplar almışlardır. 22Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara müjde yoktur. Melekler: "Size bugün müjde yasaktır yasak." derler. Kıyamet koparken veya ölüm gelip çatarken bu müşrikler Melekleri gördükleri zaman, artık o gün suçlular için hiç iyi bir durum yoktur ve Melekler o suçlulara: "Bugün sizin iyi bir şeyle müjdelenmeniz size kesin olarak haram kılınmıştır." diyeceklerdir. O halde bu müşrikler, niçin Melekleri görmek istiyorlar? 23Biz, onların işlediği her ameli ele alıp saçılmış toz zerreleri yaparız. Biz, suçluların işledikleri amellere bakarız ve onları saçılmış toz zerreleri haline getirir iptal ederiz. Zira onlar bu amelleri Allah için değil şeytan için yapmışlardır. 24O gün cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir. Kıyamet gününde cennetliklerin varıp karar kılacakları yer, müşriklerin kalacakları cehennemden çok hayırlı ve dinlenme yeri olarak çok güzeldir. 25Ey Rasûlüm, semanın bulutlarla varılacağı ve Meleklerin bölük bölük indirileceği günü hatırla. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kıyamet gününün dehşetinden ve o günde meydana gelecek olan hadiselerden haber veriyor. O gün gökler yarılıp parça parça olacak, aralarından, gözleri kamaştıracak olan nurlar, bulutlar şeklinde görülecek, o gün gökteki Melekler oradan inip mahşerde bütün insanları çepeçevre kuşatacaklar sonra Allahü teâlâ kullan arasında hükmünü verecektir. Bir kısım insanlar cennete girecek diğerleri de cehenneme varacaklardır. Gökteki Meleklerle yeryüzünde yaşayanların birbirleriyle karşılaşacakları o günün nasıl bir gün olacağı hakkında Abdullah b. Abbas'tan uzun bir Rivâyet zikredilmektedir. Bu Rivâyeti şu şekilde özetlemek mümkündür: "Allah, kıyamet gününde cinleri, insanları, hayvanları ve bütün yaratıkları bir meydanda toplayacak, dünya göğü yarılacak, orada bulunanlar aşağı inecekler. Bunların sayısı, yeryüzünde yaşayan bütün varlıklardan çok olacaktır. Onlar, yeryüzünde yaşayan varlıkların etrafını kuşatacaklar. Sonra ikinci gök yarılacak orada bulunanlar da inip, daha önce inen ve insanları kuşatan Melekleri kuşatacaklardır. Onların sayısı da kendilerinden önce inen meleklerden daha çok olacaktır. Böylece bütün gökler yarılacak orada bulunan Melekler inecek ve kendilerinden önce inen Melekleri ve Meleklerin kuşattıklarını kuşatacaklardır. Böylece yedi çember meydana gelecektir..." Daha sonra Allahü teâlâ kulları arasında hükmünü verecektir. 26O gün, gerçek hakimiyet, rahman olan Allah'ındır. O, kâfirler için zor bir gündür. Göklerin bulutlarla yanlılığı o gün gerçek mülk ancak rahman olan Allah'a aittir. Dünyada iken hükümranlık ve mülkiyet iddia eden herkesin sozu boşa çıkacaktır. Evet, göğün bulutlan yanldığı o gün, kâfirler için pek çetin bir gündür. Zira o gün, hak bâtıldan ayırdedilecek. herkese layık olduğu ceza veya mükâfaat verilecektir. 27O gün zalim, pişmanlığından ellerini ısırıp şöyle der: "Nolaydı keşke Peygamberle beraber hak yolu tutsaydım." 28Vah başıma gelenlere, keşke filanı dost edinmeseydim. 29Yemin olsun ki bana zikir gelmişken, o saptırdı beni zikirden. Zaten, şeytan insanı yapayalnız ortada bırakır. Kıyamet günü rabbine ortak koşarak veya Allah'ın gönderdiği dini kabul etmeyerek kendisine zulmeden her zalim, Allah'a karşı işlediği suçtan ve kendisini helake sürüklemesinden pişmanlık duyarak ellerini ısıracak ve kendi kendine şöyle diyecektir: "Keşke ben, dünyada iken Peygamberle birlikte Allah'ın azabından kurtaracak bir yolu izleseydim. Keşke falan saptırıcıyı dost edinmeseydim. Zira o beni, bana tebliğ edildikten sonra Kur'an'dan saptırdı. Zaten şeytan, insanı haktan alıkoyan Onu bâtıl yolda kullanır. Sonunda da sahipsiz bırakır. Abdullah b. Abbas, Şa'bî ve Mücuhid'den nakledilen bir görüşe göre bu âyetler, müşriklerden Ukbe b. Ebi Muayt ve Ümeyye b. Halef hakkında nazil olmuştur. Bunlardan Ukbe veya Ümeyye Müslüman olmuş diğeri onun müslüman olmasına karşı çıkarak tekrar kâfir olmasına sebep olmuştur. İşte bu âyetler, bunları ve benzerlerini tasvir etmektedir. 30Peygamber: "Ey rabbim, doğrusu kavmim bu Kur’an’ı bırakıp terketti." dedi. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in, kavminden şikâyetçi olduğunu beyan etmektedir. Çünkü müşrikler, Kur'an okunurken onu dinlemiyor bilakis Kur'an'ın dinlenilmemesi için gürültü yapıyorlardı. Bu husuta başka bir âyette de şöyle buyuruluyor: "Kâfirler birbirlerine şöyle dediler: "Bu Kur'an'! dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Belki bu yolla galip gelirsiniz. Fussilet sûresi, âvel: 26 31Biz, her Peygamberin karşısına, böylece mücrimlerden bir düşman çıkarmişızdır. Yol gösterici ve yardımcı olarak sana rabbin yeter. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Resûlüllahı teselli etmekte, kendisine müşrikler tarafından karşı çıkılmasının ilk görülen bir hadise olmadığını, kendisinden önce gönderilen Peygamberlerin de aynı hadiseyle karşılaştıklarını beyan ediyor. Âyet-i kerime’nin sonunda, doğru yolu gösterene yardım eden olarak Allah'ın, Resûlüllah'a yeteceği beyan ediliyor. Böylece Resûlüllah'ın, düşmanlarından çekinmemesi telkin ediliyor. 32Kâfirler: "Kur'an Muhammed'e topluca bir defada indirilmeli değil miydi?" dediler. Oysa biz onu, kalbine yerleştirip pekiştirmek için böyle peyderpey indirdik ve onu aheste aheste okuduk. Allah'ı inkâr edenler: "Tevrat'ın Mûsa'ya bir defada indirilmesi gibi Muhammed'e de Kur'an topluca bir defada indirilseydi ya." derler. Halbuki biz onu sana âyet âyet indirdik ki onunla senin kalbini pekiştirelim. Biz onu sana aheste aheste okuduk ki sen onu iyice belleyesin ve ezberlemiş olasın. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kâfirlerin herşeye karşı çıktıklarını, kendileriyle alakalı olmayan meselelerde bile inatçılık ettiklerini beyan etmektedir. 33Müşriklerin sana getirdiği hiçbir misal yoktur ki, biz onun hakikatini ve en güzel açıklamasını sana vermiş olmayalım. Ey Rasûlüm, bu müşriklerin sana getirdikleri her misale karşı biz sana, onların misallerini iptal edecek olan hakkı ve onun en güzel izahını göndeririz. Allahü teâlâ, müşriklerin ,Resûlüllah'a sordukları çeşitli sorulara karşı âyetler indirmiş ve onların sorularının hak veya bâtıl olduğunu ortaya koymuş ve açıklığa kavuşturmuştur. Bu âyet-i kerime, -Resûlüllah'ın, yüce mevlanın nezdinde itibarının büyük olduğunu göstermektedir. Zira Allahü teâlâ, en şerefli kitap olan Kur'an-ı Kerim'in âyetlerinden bir kısmını, Resûlüllah'a sorulan sorulara cevap olarak indirmiştir. 34Yüzüstü cehenneme sürüklenecek olanlar, işte yerleri en kütü ve yolları en sapık olanlar onlardır. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kıyamet gününde kâfirlerin perişan bir halde ve en kötü bir vaziyette haşrolacaklarını bildiriyor. Onlar cehenneme ayaklarıyla yürüyerek değil yüzüstü gideceklerdir. Enes b. Mâl ik di yor ki: Buhari, K. Tevsiri et-Kur’an, Sûre: 25, bab: 1/Müslim, K. el-Münafıkın, bab: 54, Hadis No 2866 35Yemin olsun ki biz Mûsa'ya Tevrat'ı verdik. Kardeşi Harun'u da kendisine vezir yaptık. 36Onlara: "Âyetlerimizi yalanlayan Firavun kavmine gidin." dedik. Sonunda o kavmi tamamen helak ettik. Ey Rasûlüm, sana Kur’an’ı verdiğimiz gibi Mûsa'ya da Tevrat'ı verdik. Ayrıca kardeşi Harun'u da ona yardımcı kıldık ve onların ikisini, yeryüzünde şı-manp âyetlerimizi yalanlayan bir kavim olan Firavun ve taraftarlarına Peygamber olarak gönderdik. Onlar, Mûsa'yı ve kardeşini yalanladılar biz de onları helak ettik. Allahü teâlâ bu ve bundan sonra gelen âyetlerde, geçmişte Peygamberlerine iman etmeyen kavimlerinin akıbetlerinin felaket olduğunu bildiriyor ve Muhammed ümmetine bunlardan ibret almasını öğütlüyor. 37Nuh kavmini de, Peygamberleri yalanladıkları zaman suda boğmuş ve onları insanlara ibret yapmıştık. Biz, zalimlere can yakıcı bir azap hazırladık. Nuh kavmi de kendilerine gönderilen Nuh'u ve ondan önceki Peygamberleri yalanlayınca biz onları suda boğduk ve onları boğma olayını insanlar için bir ibret yaptık. Ayrıca biz, zalimlere âhirette can yakıcı bir azap hazırladık. 38Âd'ı, Semud'u, Ashab-ı Ress'i ve bunlar arasında geçen birçok nesilleri de helak ettik. Âyet-i kerime’de zikredilen Ad, Semud ve benzeri kavimlerin kıssaları, A'raf, Hud ve diğer surelerde geniş bir şekilde zikredilmiştir. Âyette geçen "Ashab-ı Ress"den hangi kavmin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Bazı müfessirlere göre bunlar, Semud kavminin bir koludur. Bazılarına göre ise bunlar, Yemame bölgesinde bir kasaba olan "Ress" halkıdır. Bazılarına göre de bunlar, Peygamberlerini kuyuya gömen bir topluluktur. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve bunların, "Büruc" suresinde zikredilen "Ashabül Uhdud" olduklarının ihtimal dahilinde olduğunu söylemiştir. 39Herbirine misaller getirdik (ama dinlemediler) biz de hepsini tamamen helak ettik. Size anlatmış veya anlatmamış olalım, helak ettiğimiz kavimlerin hepsine misaller zikrettik, deliller gösterdik. Çeşitli öğütler ve ibretler gönderdik. Fakat onlar, gafletlerinden uyanmadılar. Biz de sonunda onların, kökünü kuruttuk. 40(Ey Rasûlüm, şüphesiz ki senin kavmin) felaket yağmuruna tutulan, Lût kavminin memleketine mutlaka uğramıştır. O memleketin halini görmediler mi? Doğrusu onlar, tekrar dirilip hesaba çekileceklerini ummuyorlardı. Ey Rasûlüm, Kur’an’ı terkedip onu alayan alan bu müşrikler, taş yağmuruna uğratılan Lût kavminin ülkesi olan Sodom'a uğramışlardır. Onlar oranın nasıl olduğunu hiç görmemişler midir? Oradan öğüt alıp İnkârcılıklarından vaz geçmiyorlar. Daha doğrusu bunlar, öldükten sonra dirilmeye ve Allah'ın huzurunda hesap vereceklerine inanmıyorlar ki onlar gibi davransınlar. 41Onlar seni gördükleri zaman, alaya almaktan başka birşey yapmazlar. "Allah'ın, Peygamber olarak gönderdiği bu mu?" derler. 42"Eğer ilahlarımıza inanmada ısrar edip sabretmeseydik, neredeyse bizi onlardan saptıracaktı." derler. Onlar azabı gördükleri zaman, yolu sapık olan kimmiş bileceklerdir. Ey Rasûlüm, sana anlatılan bu müşrikler, seni gördükleri zaman seninle alay etmekten başka birşey yapmazlar. "Allah, yaratıkları arasında bunu mu bize Peygamber olarak göndermiş? Şâyet biz, ilahlarımıza inanmakta kararlı ve sabırlı olmasaydık neredeyse bizi bunlardan uzaklaştıracaktı." derler. Bunlar, putlara taptıklarından dolayı hak ettikleri azabı bizzat gözleriyle görünce kimin yolunun sapık olduğunu çok iyi bilmiş olacaklardır. Fakat ondan sonra anlamış olmaları da kendilerine bir fayda vermeyecektir. 43Ey Rasûlüm, gürdün mü arzu ve hevesini ilâh edineni? Ona sen mi vekil olacaksın? 44Yoksa sen onların çoklarının işittiklerini veya düşündüklerini mi sanırsın? Onlar ancak hayvan gibidirler. Hattâ tuttukları yol bakımından hayvandan da aşağıdırlar. Ey Rasûlüm, şehvani arzularına taparak onu kendisine ilâh edinen kimseyi görmez misin? Bu haliyle onu sen mi himaye edeceksin? Onun vekili sen mi olacaksın? Yoksa sen, bunların çoğunun, kendilerine okunan âyetleri işittiklerini ve Allah'ı gösteren delilleri düşündüklerini mi sanırsın? Hayır, bunlar, düşünmeyen, idrak etmeyen, hayvanlar gibidirler. Hatta tuttukları yol bakımından hayvanlardan da sapıktırlar. Zira hayvanlar otlaklarını bilirler, sahiplerine boyun eğerler. Bu kâfirler ise rablerine itaat etmezler, kendilerine verdiği nimetlere şükretmezler. Bilakis nankörlük ederler. 45Rabbinin, gölgeyi nasıl uzatıp yaydığını görmez misin? Eğer isteseydi onu durdurup sabitleştirirdi. Sonra biz güneşi gölgeye bir delil kıldık. Rabbinin, şafak vaktinden sonra başlayan ve güneşin doğmasına kadar gölgeyi nasıl her yere yaydığını sonra da güneşi doğdurarak gölgenin varlığını gösterdiğini görmez misin? Güeş gölgenin varlığını gösteren bir delildir. Zira güneş doğmadan gölgenin varlığını hissetmek mümkün değildir. Allahü teâlâ bu ve bundan sonra gelen âyetlerde varlığını, kuvvet ve kudretini gösteren çeşitli delileri zikretmektedir. Bu deliller, gece, gündüz, güneş, rüzgarlar, dağlar, taşlar, denizler, akan sular vb. şeylerdir. Bunların başında da güneş ve gölge zikredilmiştir. 46Sonra da gölgeyi yavaş yavaş kendimize çektik. Bu âyeti-i kerime’yi şu şekilde izah edenler de vardır. "Sonra biz gölgeyi hızlı veya gizli bir şekilde kendimize çektik" 47Size geceyi bir örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de yeni bir hayat yapan O'dur. Ey insanlar, geceyi size âdeta bir elbise haline getirip onunla sizi örten, uykuyu istirahat etme sebebi kılan, gündüzü, yeniden hayatı devam ettirme aracı kılan Allah'tır. Huzeyfe (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatağına çekilince: "Ey Allah’ım. senin adına mm, senin adına dirileceğim." diyordu. Uykudan kaltağında ise sonra bizi tekar dirilten Allah'a hamdolsun. Diriltmek ancak ona aittir. Buhari, K. ed- Dâvût, bab: 7.16/Mltaliın. K.ez- Zikr, bab: 59, Hadis No 2711 diyordu. 48Rahmetinin ününde rüzgârları bir müjdeci olarak gönderen de O'dur. Biz, gökten tertemiz bir su indirdik. 49Onunla ölü bir yere hayat verelim ve yarattığımız nice hayvanları ve insanları sulayalim diye. Allahü teâlâ bu âyetlerde, yüce kudretini gösteren rüzgâr ve yağmur delillerini zikretmektedir. Yağmura çok ihtiyaç duyulduğu bir zamanda o yağmurdan evvel rüzgârlar estirerek onun geleceğini müjdeleyen Allah'tır. Gökten tertemiz yağmurlar yağdırarak onunla, âdeta ölmüş hale gelen yeryüzünü dirilten ve birçok hayvan ve insanlara su temin eden O'dur. O halde sadece ona kulluk edilmeli, kullukta samimi olunmalıdır. 50Yemin olsun ki, düşünüp ibret almaları için biz bu delilleri çeşitli şekillerde açıkladık. Buna rağmen birçok insanlar iman etmemekte ısrar ettiler. Müfessirler bu âyet-i kerime’yi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Taberi şu şekilde izah etmektedir: "Biz, gökten indirdiğimiz tertemiz suyu kullarımız arasında taksim ettik ki nimetlerimizi düşünüp ibret alsınlar ve onlara karşı şükretsinler. Ne var ki insanların çoğu nankörlük ettiler, bu nimetlere karşı şükürde bulunmadılar. Diğer bir kısım müfessirler ise şöyle izah etmişlerdir "Biz yağmuru bölgeler arasında dolaştırdık. Bazan bir bölgeye bazan da başka bir böleye yağdırdık ki düşünüp ibret alsınlar, kudretimizin büyüklüğünü ölçsünler ve yağmurun yağmadığı yerlerde, insanlar yaptıkları günahlardan vazgeçsinler. Fakat insanların çoğu inkârlarında ısrar ettiler. Şu veya bu yıldızın etkisiyle yağmur yağdığını iddia ettiler. Zeyd b. Halid el-Cühenî diyor ki: "Geceleyin yağan bir yağmurdan sonra Resûlüllah Hudeybiye'de sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirince insanlara döndü ve şöyle dedi: "Biliyor musunuz rabbiniz ne buyurdu?" İnsanlar: '"Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler. Resûlüllah dedi ki: "Allah şöyle buyurdu: "Bugün kullarımdan bazıları bana iman ederek bazıları da kâfir olarak sabahladılar. Allah'ın lütfü ve rahmetiyle bize yağmur yağdı." diyen kimse bana iman etmiş, yıldızı inkâr etmiştir. (Yıldızların yağmur yağdırdığını reddetmiştir.) "Şu yıldızın etkisiyle yağmur yağdı." diyenler ise beni inkâr etmiş ve yıldıza iman etmiştir. Müslim K.Uİ-tınaın b. 125. Hadis No 71 51Ey Rasûlüm, eğer dileseydik her memlekete bir uyarıcı gönderirdik. 52O halde kâfirlere uyma. Kur'an'la onlara karşı büyük bir cihada giriş. Ey Rasûlüm, eğer biz dileseydik her kasabaya bir uyarıcı, emrimize uymayanlara bir korkutucu gönderirdik de senin yükünü hafifletmiş olurduk. Fakat biz, bütün yeryüzündeki insanları ve cinleri uyarma yükünü sana yükledik. Sabretmen halinde karşılığı da fazla olacaktır. O aide sen. kâfirleri, çağırdıkları şeylerde dinleme. Sen, Kur'an'la onlara karşı büyük bir cihadla cihad et, İbn-i Zeyd, burada zikredilen "Büyük cihad"dan maksadın, kâfirlere karşı savaşıp onları yıldırmak olduğunu söylemiştir. 53Birinin suyu tatlı ve içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi birbirine salıveren, aralarına da, karışmalarına engel bir perde ve mani koyan O'dur. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, biri tatlı diğeri tuzlu olmak üzere iki çeşit su yarattığını beyan ediyor. Bunlardan biri, nehir, pınar ve kuyu sulan gibi, insanların içmelerine müsait olun tatlı sulardır. Diğeri ise denizlerdeki tuzlu ve acı sulardır. Âyette zikredilen "İki deniz"den maksat, ırmaklar ve denizlerdir. Bunların ikisine de deniz denmesinin sebebi, denizin suyunun çok ve büyük olmasıdır. Böylece "deniz" ifadesi diğer suları da içine almıştır. 54Sudan beşer yaratırp ona soy ve hısımlık veren de O'dur. Rabbin, herşeye kadirdir. Bir damla su olan meniden inşam yaratan ve doğduktan sonra ona soy veren, büyüdükten sonra da hısımlık veren Allah'tır. Ey Rasûlüm, senin rabin her şeye kadirdir. Kişi, küçükken çevresine soyu ile bağlı olduğu halde büyüdükten sonra evlenerek "Hısımlık" gibi yeni bağlar oluşturur. Böylece çevreyle bağlan güçlenir. İşte bunlar, yüce mevtanın lütuflarındandır. 55Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere taparlar. Kâfir, rabbîne karşı olanların yardımcisıdır. Allah'a ortak koşanlar, Allah'ı bırakıp taptıktan takdirde kendilerine hiçbir zarar veya fayda veremeyen putlara taparlar. Kâfir olan insan, rabbine karşı isyan eden Şeytan'a ve ona tabi olanlara yardımcı olur. 56Ey Rasûlüm, biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. 57Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ben ancak sizin, rabbine doğru bir yol tutan kimseler olmanızı arzuluyorum." Ey Rasûlüm, biz seni, sana iman edip sana indirilenleri tasdik edeni büyük mükâfatlarla müjdeleyen, seni ve sana indirilenleri yalanlayanı ise çetin bir azapla uyarıcı olarak gönderdik. Bu âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir. Bir izah şekli, mealde verildiği gibidir. Diğeri ise şöyledir: "Ey Rasûlüm, sen, kendilerine Peygamber olarak gönderildiğin insanlara de ki: "Rabbimin katından gelen hükümleri size tebliğ ettiğim için sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ancak kim rabbine yakın olmak için bir yol tutacak olursa bu kimse malından, Allah yolunda harcayabilir ve budan kazanacağı sevap ta kendisine ait olur." 58Sen, ölümsüz diri olan Allah'a güven. Onu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından onun haberdar olması kâfidir. Ey Rasûlüm, hiç ölmeyecek olan ve devamlı diri olan Allah'a tevekkül et. İşlerini ona havale et ve ona boyun eğ. Onun yolunda göreceğin çilelere karşı sabret. Onu överek layık olmadığı sıfatlardan uzaklaştır. Verdiği nimetlere karşı ona kulluk et. Kullarının günahlarını onun bilmesi kâfidir. O, onların hepsini zaptettinnektedir, kıyamette onların cezasını verecektir. 59Gökleri yeri ve aralarındakileri altı günde yaratan ve de arşa hükmeden, Rahman olan Allah'tır. Bunu, bilene sor. Âyet-i kerime’de geçen, Allahü teâlâ'nın, dünyayı altı günde yaratması, Arş kelimesi ve Allahü teâlâ'nın arş'a hükmetmesi meselesi, A'raf suresinin elli dördüncü âyetinde izah edilmiştir. Bu âyet-i kerime, dilbilgisi kaidelerine bakılarak farklı şekillerde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bu âyetin mânâsı şöyledir: "Ölümsüz olan ve ebedi olarak diri kalan Allah'a tevekkül et. O Allah ki gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı. Sonra arş'a hükmetti. O, rahmandır. Sen, rahmanı, bilenden sor. O da Allah'tır. Veya onun gönderdiği Kur'an'dır. Yahut, Allah'ın, kendisine ilim verdiği Cebrâil'dir. Ya da kendisine Peygamberlik verdiği Muhammed'dir." Bazı müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arşı hükmü altına alan, rahman olan Allah'tır. Sen, bu meseleleri bundan haberdar olan ve "Rahman" ismini taşıyan Allah'a sor. Zira, göklerin ve yerin altı günde nasıl yaratıldığını ve Allah'ın arşı nasıl hükmü altına aldığım ancak kendisi bilir." İbn-i Cüreyc bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Ey Rasûlüm, ben sana birşeyi haber verdiğim zaman bil ki, o benim bildirdiğim gibidir. Çünkü herşeyden haberdar olan benim." 60Kâfirlere: "Rahman olan Allah'a secde edin." denildiği zaman: "Rahman da neymiş? "Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?" derler. Bu secde emri ancak onların nefret edip uzaklaşmalarını artırdı. Kendilerine bir fayda veya zarar veremeyecek olan putlara tapanlara "Taptıklarınızı bırakıp ta Rahman olan Allah'a secde edin." denildiği zaman, onlar: "Rahman da neymiş? Biz onun kim olduğunu bilmiyoruz. Biz sadece senin söylemenle mi ona secde edeceğiz?" derler. Ve "Rahman olan Allah'a secde edin." sözü onların nefretini artırır. Müşrikler, Allah Tealu'nın "Rahman" ismini kabul etmiyor ve böyle bir isim tanımadıklarını söylüyorlardı. Hudeybiye müşahhasında antlaşmanın baş tarafına "Bismillahirrahmanirrahim." yazılınca müşrikler bunu kabul etmediler ve onu sildirip yerine "Ey Allah’ım senin adınla." ifadesini yazdırdılar. İşte âyet-i kerime, müşriklerin bu tür itirazlarını beyan etmektedir. 61Gökte burçlar yaratan ve oraya ışık kaynağı bir güneş ve aydınlatıcı bir ay koyan Allah, yüceler yücesidir. Âyet-i kerime’de zikredilen "Burçlar"dan maksat, Atıyye b. Said, Yahya b. Rafi, ibrahim en-Nehaî ve Ebû Salih'e göre "Gökte var olan ve korunan köşklerdir. Bu görüş, Abdullah b. Abbas'tan da nakledilmektedir. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir. Mücahki, Said b. Cübeyr, Katade ve Ebû Salih'ten nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Göklerdeki burçlar"dan maksat, büyük gezegenlerdir. İbn-i kesir bu görüşü tercih etmiştir. 62Düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyenler için, geceyle gündüzü birbir ardına getiren O'dur. Bu âyet-i kerime, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Mücahid ve İbn-i Zeyd, âyeti, mealde zikredildiği şekilde izah etmişlerdir. Bunlar demişlerdir ki: "Gece veya gündüz, devamlı olsaydılar, kullar, oruç, namaz gibi ibadetlerini nasıl başlayıp bitireceklerini ve dünya işlerini nasıl düzenleyeceklerini bilemezlerdi." Ebû Nüceyh ve İbn-i Cüreye'in rivâyetlerine göre ise bu âyetin mânâsı şöyledir: "Düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyenler için geceyi gündüzün zıddı yapan Allah'tır. Zira gece karanlık gündüz ise aydınlıktır. Bu da Allah'ın büyük kudret sahibi olduğunu gösterir." Ömer b.-Hattab, İbn-i Abbas ve Hasan-i Basrî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin mânâsı şöyledir: "Düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyenler için, geceyi gündüzün yerine gündüzü de gecenin yerine getiren Allah'tır, Kul, bunların birinde yapması gereken ibadeti yapamayıp geri bırakırsa diğerinde yapmalıdır. Meselâ: Gündüzün namazını kaçırmışsa onu gece kaza etmelidir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allahü teâlâ gündüzleyin günah işleyenin tevbe etmesi için geceleyin ona kabul elini uzatır. Güneş batıdan doğuncaya kadar bu böyledir." 63Rahman olan Allah'ın kutları, yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atıp sataştıkları zaman aldırmadan "Selametle" deyip geçerler. Rahman olan Allah'ın kullan yeryüzünde vakarla, sükunetle ve tevazu ile ve Allah'a itaatla yürürler. Cahiller kendilerine, sevmedikleri sözler söyleyince onlara doğru sözle cevap verirler. Onların seviyesine düşmezler. Vakarlarını korurlar. Âyet-i kerime’de zikredilen "Tevazu"dan maksat, vakarlı olmaktır. Yoksa gösteriş için, yapmacık bir tevazu içinde bulunmak demek değildir. Bu hususa dikkat etmek lazımdır. Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Ömer bir gün, yavaş yavaş yürüyen bir genç görmüş ve ona: "Neyin var hasta mısın?" diye sormuş. Genç te: "Hayır ey Mü’minlerin emin." diye cevap venniş. Bunun üzerine Hazret-i Ömer ona elindeki kamçıyla vurmuş ve canlı bir şekilde yürümesini emretmiştir." 64Onlar, gecelerini rablerine "Secde ve kıyamla" geçirirler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, gerçekten Allah'a kulluk eden mü’minlerin sıfatlarından biri olan "Geceleyin namaz kılma" ibadetini zikrediyor. Geceleyin namaz kılmanın fazileti hakkında bir Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor: "Ey insanlar selamı yayın. Yemek yedirin. İnsanlar uyurken namaz kılın ve selametle cennete girin. Tirmizi, K. el-Kıyame, bab: 42 Hadis No 2485/İbn-i Mace, K-el-İkame. 65Onlar şöyle derler: "Ey Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı çok şiddetli ve devamlıdır. 66Gerçekten orası ne kötü bir karargâh, ne kötü bir mekândır. Allahü teâlâ bu âyetlerde mü’min kulların, rablerinden, cehennem azabını kendilerinden uzaklaştırmasını dilediklerini ve cehennem azabının devamlı ve ızdıraph olduğunu dile getirdiklerini beyan ediyor. 67Onlar, harcadıkları zaman ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yoi tutarlar. Bazı müfessirlere göre âyette zikredilen "İsraftan maksat, malı, Allah'a isyan yolunda harcamak, "Cimrilik"ten maksat ise, Allah'ın farz kıldığı bir hakkı kısıtlamak, malı o yolda harcamamaktır. İkisinin ortası ise, Allah’a isyan yolunda harcamamak ve Allah'ın farz kıldığı hakları yerine getirmektir. Abdullah b. Abbas, İbn-i Cüreyc ve İbn-i zeyd, âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. Bunlara göre Allah'a isyan yolunda harcanan tek bir dirhem bile israftır. Allah yolunda harcanan herhangi bir miktar ise israf değildir, yerinde harcanmış bir maldır. Diğer bir kısım müfessirlere göre ise buradaki "İsraftan maksat, nafakada, haddi aşıp fazla harcamaya kaçmaktır. "Cimrilik"ten maksat ise nafakayı kısıtlamaktır. İkisinin arası ise orta yolu tutmaktır. Bunlara göre, nafakayı temin etmek durumunda olan kişi, kendileri için harcamada bulunduğu kimselere haddinden fazla harcamada bulunarak israfa kaçmamalı, onların nafakalarını kısıtlayarak ta cimriliğe düşmemelidir. Taberi bu görüşü tercih etmektedir. Bazı alimlere göre de âyette zikredilen "İsraftan maksat, başkasına ait olan malı haksız yere yemektir. 68Onlar, Allah'ın yanında bir başkasını ilâh edinip ona kulluk etmezler. Ölümü hak edenler dışında, Allah'ın kıldığı cana kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa, işlediği günahın cezasını görür. Rahman olan Allah'ın kullan, Allah'tan başka herhangi bir şeyi ona ortak koşmazlar. Sadece Allah'a kulluk eder ve ona itaatta bulunurlar. Dinden dönme, evli iken zina etme ve haksız yere adam öldürme gibi, kişinin kanını helal kılan haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymazlar. Zina etmezler. Kim de Allah'a ortak koşarak veya Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana haksız yere kıyarak veya zina yaparak bu yasaklananlardan herhangi birini yapacak olursa, Allah'ın kendisine vereceği cezayı mutlaka görecektir. Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında çeşitli Rivâyetler vardır. Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh) diyor ki: "Ben Resûlüllah'tan: "Allah katında hangi günah daha büyüktür?" diye sordum veya ona böyle bir soru soruldu. Resûlüllah şöyle buyurdu: "Seni yarattığı halde Allah'a başkasını denk tutmandır." Dedim ki: "Ondan sonra hangisidir?" Seninle birlikte yemek yiyeceğinden korktuğun için çocuğunu öldürmendir." buyurdu. "Sonra hangisidir?" dedim. Resûlüllah: "Komşunun hanımıyla zina etmendir." dedi. Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi, Resûlüllah'ın sözünü tasdik etmek için indirdi. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 25, bab: 2/Tirmizî, K. Tefsir el- Kur'an Sûre: 25, bab: 1, Hadis No 3182,3183 69Kıyamet günü azabı kat kat olur. O korkunç azabın içinde hor ve hakir bir halde ebediyyen kalır. Yani, Allah'a ortak koşan, haksız yere bir Mü’mini öldüren ve zina yapanın, kıyamette cezası ağırlattırılır ve o kimse cehennemin azabında hor ve hakir olarak kalır ve oradan ebediyyen çıkamaz. 70Ancak tevbe eden, imanında samimi kalıp, salih amel işleyen bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bundan önceki iki Âyet inince, Mekkeliler: "Biz, Allah'a başkalarım denk tuttuk, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıydık ve hayasızlıklar yaptık." dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi ve "Tevbe edip imanında sabit kalan ve salih amel işleyenlerin cezaya çaptırmayacaklarını beyan etti. Buhari, K. Tefsirel-Kur'an, Sûre, 25, bab: 3 Abdullah b. Abbas dahil bir kısım âlimler bu ve bundan önceki âyetlerin Mekke'de nâziî olduklarını ve bu âyetlerin, iman etmeden önce bu günahları işleyip sonra tevbe edenleri bahse konu ettiğini, iman ettikten sonra, kasıtlı olarak bir mü’mini öldürenin tevbesinin ise kabul edilmeyeceğini söylemişler ve delil olarak bu âyetlerden daha sonra inen ve Medine'de nazil olduğunda ittifak edilen Nisa Sûresi'nin şu âyetini zikretmişlerdir: "Kim bir Mü’mini kasten öklürürse, onun cezası cehennemdir. Orada ebedi olarak kalacaktır. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. Nisa Sûresi âyet: 93 Diğer bir kısım âlimler ise bu âyetle adı geçen Nisa Sûresi'ndeki âyetlerin çelişmediklerini, bu itibarla bunların birbirlerini meshetmediklerini söylemişlerdir. Zira Nisa Sûresi'ndeki âyet, bir Mü’mini kasıtlı olarak öldürdükten sonra tevbe etmeyeni beyan etmiş bu âyet ise tevbe eden kimseyi bahse konu etmiştir. Ayrıca başka âyetlerde de şöyle buy utulmaktadır. "Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışmdakini dilediği kimse için affeder. Kim allah'a ortak koşarsa şüphesiz büyük bir günah ile iftira etmiş olur. Nisa Sûresi âyet: 48 "Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür. Nisa Sûresi âyet: 116 Günah işlediği halde tevbe edip imanlı olarak ölen kişi için tevbe kapısının açık olduğunu beyan eden birçok sahih hadis bulunmaktadır. Âyet-i kerime’nin son bölümünde "..İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.." buyurulmaktadır. Bu ifade iki şekilde izah edilmiştir: Birincisi şöyledir: Allah, şirk ve İnkârcılıktan vazgeçip iman edenlerin, müşrikken işledikleri çirkin amellerini, mü’min olduktan sonra işledikleri güzel amellere çevirir. Böylece onlar müşrik iken mü’min olurlar, zina işlerken iffetli olurlar." Taberi de bu izah şeklini tercih etmiştir. İkinci izah şekli ise şöyledir: Kulun daha önce işlediği kötü ameller, tevbe etmesi sayesinde kıyamet gününde iyi amellere dönüşecektir. Zira kul, her günah işlediğini hatırlayınca pişmanlık duyacak ve Allah'tan affını isteyecektir. Böylece kıyamet gününe vardığında aleyhine yazılmış olan günahların, iyiliklere çevirildiğini öğrenecektir." 71Kim tevbe edip salih amel işlerse, şüphesiz o, Allah'a hakkıyla yönelmiş olur. Allahü teâlâ bundan önceki âyette, Allah'a ortak koşan, Allah'ın haram kıldığı cana kıyan ve zina yapan kişilerin, tevbe etmeleri halinde atfedilebileceklerini beyan ettikten sonra bu âyet-i kerime’de genel bir hüküm koyuyor ve her tevbe edip salih amel işleyenin, Allah'a tevbe etmiş ve ona yönelmiş olâcağım beyan ediyor. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan bağışlanmasnı dilerse, Allah'ı, mağfiret ve merhamet edici olarak bulur. Nisa Sûresi, âyet: 110 "Ey Rasûlüm, kullanma şöyle dediğimi söyle: "Ey kendi aleyhlerine haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir. Zümer Sûresi, âyet: 39 72Ve yine rahman olan Allah'ın kulları, yalan yere şehadet etmezler. Boş söz veya çirkin bir davranışla karşılaştıkları zaman vakarla oradan geçip giderler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de salih amel işleyen kullarının sıfatlarını zikretmektedir. Bu âyette geçen "Yalan yere şehadet etmezler." ifadesi, Dehhak ve İbn-i Zeyd tarafından "Allah'a ortak koşmazlar." şeklinde, Mücahid tarafından "Şarkı dinlemezler.", İbn-i Cüreyc tarafından "Yalan söylemezler." şeklinde izah edilmiştir. Taberi, kelimenin aslının "Bâtıl bir şeye şehadet etmezler." mânâsında olduğunu bu itibarla bu ifadenin bu izah şekillerinden hepsini kapsadığım söylemiştir. Âyet-i kerime’nin son bölümünde, rahman olan Allah'ın kullarının: "Boş söz veya çirkin bir davranışla karşılaştıkları zaman vakarla oradan geçip gidecekleri." zikredilmektedir. Burada geçen boş söz ve çirkin davranıştan maksat, bazı müfessirlere göre, edepsizce söylenen sözlerdir. Bazılarına göre de, müşriklerin tavır ve hareketleridir. Diğer bazılarına göre ise bunlar, bütün günahlardır. Taberi, âyet-i kerime’nin, bütün bu görüşleri kapsadığını zikretmektedir. 73Onlar, kendilerine rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman o âyetler karşısında sağır ve kör gibi davranmazlar. Rahman olan Allah'ın, salih kullarına, herhangi bir kimse tarafından Allah'ın varlığını güç ve kudretini gösteren delilleri hatırlatıldığı zaman onlar, görmeyen körler ve işitmeyen sağırlar kesilmezler. Bilakis onların kalbleri uyanıktır. Allah hakında zikredilenleri anlarlar, öğüt ve nasihatlarım dinlerler ve onların doğrultusunda hareket ederler. Mü’minlerin vasıflanın beyan eden başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperir. Allah'ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece rablerine güvenirler. Enfal Sûresi, âyet: 2 74Onlar: "Ey rabbimiz, bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan, gözlerimizin aydınlığı olacak (Bizi memnun edecek) kimseler ihsan eyle. Bizi, takva sahiplerine önder kıl." derler. Gözleri aydın edecek ve rahman olan Allah'ın kullarını memnun edecek çocuk ve eşlerden maksat, Allah'ın emirlerini tutan ve yasaklarından kaçınan çocuk ve eşlerdir. Zira bir mü’min ancak öyle bir çocuk ve eşinden memnun olabilir. Ve yine mü’min, öyle bir eşinin ve çocuğunun cehennemde yanmasını istemez. Âyet-i kerime’nin son bölümünde: "Sen bizi, takva sahiplerine önder kıl." buyurulmakadır. Rahman olan Allah'ın kullan, kendilerinden sonra gelecek olan evlatlarının da hak yolda kendilerine uymalarını ve hidâyetten ayrılmamalarını istemişlerdir. Zira kişinin geride kalan çocuğunun kendisine dua etmesi, ölümünden sonra işleyen üç amelden biridir. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: "İnsanoğlu öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç amel müstesna. Devam eden sadaka, kendisinden faydalanılan ilim ve geride kalan ve kendisine dua eden salih evlat. Müslim, K.el-Vasıyye, bab: 1311; Hadis No: 1631/Ebû Davud, K. el-Vesaya bab: 14, Hadis No2880 75İşte onlar, sabretmelerinin karşılığı olarak cennetin yüksek koşkleriyle mükâfatlandırılacaklardır. Onlar orada selam ve saygıyla karşılanacaklardır. 76Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. O ne güzel bir karargâh, ne güzel bir mekândır. Allahü teâlâ bu âyetlerde, yukarıdan beri sıfatlarını beyan ettiği salih kullarının mükâfaatlarını zikretmektedir. O mükâfaatlar da cennetin yüce makamlarına konmak, orada Melekler tarafından selamlanmak ve saygı gösterilmek ve en güzel bir karargâh olan cennette ebedi olarak kalmaktır. Bu da mükâfatların en güzelidir. 77Ey Rasûlüm, de ki: "İmanınız olmadıktan sonra rabiniz size niye değer versin? Siz ise, Peygamberlerin getirdiklerini yalanladınız. Bu sebeple azap yakanızı bırakmayacaktır. Abdullah b. Mes'ud, Übey b. Kâ'b, Muhammed b. Kâ'b, Mücahid, Dehhak Katade ve Süddî'ye göre "Azap yakanızı bırakmayacak." ifatlesindekı azaptan maksat, müşriklerin, Bedir savaşında aldıklan mağlubiyet ve ölümlerdir. Bazı âlimlere göre ise kâfirlerin yakasını bırakmayacak olan azap, öldürülmeleri veya ölmeleridir. Hasan-ı Basrî'ye göre ise, müşriklerin yakasını bırakmayacak olan azap, âhirette görecekleri azaptır. |
﴾ 0 ﴿