ŞUARA SÛRESİŞuara Sûresi, iki yüz yirmi yedi âyettir. 187, 224 ve 227. âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur. Bu mübarek Sûre, kâfirlerin iman etmemelerine çok üzülen Peygamberimizi teselli ederek başlıyor ve kâfirlerin inanmadıkları gerçeğin haberinin yakında onlara geleceğini beyan ediyor. Sûre-i celilede bundan sonra Hazret-i Mûsa ile Firavun'un kıssası beyan ediliyor. Bu kıssa özetle şöyle geçiyor: Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya nida ediyor ve o zalim kavme gidip dini tebliğ etmesini emrediyor. Hazret-i Mûsa bunun üzerine "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum." diyor. Allahü teâlâ da korkmamasını ve kardeşi Harun'la beraber gitmelerini emrediyor. Hazret-i Mûsa Firavun'a gidiyor ve onu Hak dine davet ediyor. Fakat Firavun, onu çocukken büyüttüğünü sonunda da bir adam öldürerek gittiğini söylüyor. Hazret-i Mûsa ise o işi cahilken yaptığım anlatıyor ve Firavunu, âlemlerin rabbi olan Allah'a iman etmeye davet ediyor. Firavun buna karşı çıkıyor, Hazret-i Mûsa'nın deli olabileceğini söylüyor ve kendisinden başka ilâh edinmeleri halinde onları zindana atacağı tehdidinde bulunuyor. Hazret-i Mûsa ona: "Apaçık bir delil getirsem de mi beni cezalandıracaksın?" diyor. Firavun da: "O delili getir de görelim." diyor. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa asasını yere bırakıyor ve âsâ apaçık bir yılan oluyor. Elini koynundan çıkarıyor, eli bembeyaz parlıyor. Firavun bu mucizeleri gördüğü halde onun Peygamberliğine inanmıyor ve onu sihirbazlıkla suçluyor. Ve çevresindekilere ne yapılması icab ettiğini soruyor. Onlar da sihirbazları toplamasını ve Hazret-i Mûsa ile yarıştırmasını tavsiye ediyorlar. Nihâyet tayin edilen gün ve yerde Sihirbazlarla Hazret-i Mûsa karşılaşıyor. Önce sihirbazlar sihirlerini ortaya koyuyorlar sonra da Hazret-i Mûsa asasını yere bırakıyor ve âsâ onların uydurdukları şeylerin hepsini yutuyor. Bunu gören sihirbazlar hemen iman ediyorlar. Fakat Firavun onlara kızıyor, onların ellerini ve ayaklarını çaprazlama kestireceğini söylüyor. Fakat iman eden sihirbazlar onun bu tehdidine aldırmıyor ve imanlarından vazgeçmiyorlar. Sûre- Celile'de bundan sonra Firavun'un, Hazret-i Mûsa'yi takibedşinin kıssası beyan ediliyor. Hazret-i Mûsa İsrailoğullarını geceleyin Mısır'dan alıp götürüyor. Onların gittiklerini öğrenen Firavun, peşlerine düşüyor. Firavun ve ordusu Kızıldeniz'in kenarında Hazret-i Mûsa ve İsrailoğulları'na yetişiyor. Hazret-i Mûsa ve İsrailoğulları, yanlan denizden karşıya geçiyorlar. Firavun ve ordusu ise suda boğuluyor. Sûre-i celilede, Hazret-i Mûsa ve Firavun'un kıssasından sonra Hazret-i İbrahim'in kıssası beyan ediliyor. Hazret-i İbrahim babasına ve kavmine dini tebliğ ediyor fakat onlar bu tebliği kabul etmiyorlar. Sûre-i celilede bundan sonra, âhirette, bu dünyadayken, Allah'tan başka şeylere tapan insanlarla, kendilerine tapınılan put ve benzeri şeylerin karşılaşacakları ve onların, tapınılmaya layık şeyler olmadıklarını görerek pişmanlıklarını dile getirecekleri ve tekrar dünyaya dönerek iyi amel işleme isteğinde bulunacakları fakat artık böyle bir isteğin kabul edilmesinin mümkün olmayacağın beyan ediliyor. Bundan sonra Nuh (aleyhisselam)ın kıssasına temas ediliyor. Hazret-i Nuh, kavmini hidâyete çağırıyor ve buna mukabil kendilerinden bir ücret istemediğini beyan ediyor. Fakat onlar, kendisine tabi olan halk tabakasından insanları yanından uzaklaştırmasını istiyorlar. Hazret-i Nuh ise böyle bir şeyi yapamayacağını söylüyor ve kavminin kendisini dinlemediğini ve aralarında hüküm vermesini Allahü teâlâ'dan diliyor. Bunun üzerine Hazret-i Nuh ve ona inananlar gemiye biniyorlar, inanmayanlar ise suda boğulup yok oluyorlar. Bundan sonra Sûre-i celilede, Âd kavmine Peygamber olarak gönderilen Hud (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Hud Peygamber, kavmini doğru yola davet ediyor ve bu davetine karşılık kendilerinden bir ücret istemediğini söylüyor, on-İan, yaptıkları kötülüklerden vazgeçirmeye çalışıyor. Fakat onlar, Hazret-i Nuh'un kendilerini ikaz etmesiyle etmemesinin bir farkı olmadığını söyleyerek onun davetini kabul etmiyorlar. Bunun üzerine de Allahü teâlâ onları helak ediyor. Bundan sonra, Semud kavmine Peygamber olarak gönderilen Salih (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Salih (aleyhisselam) kavmini doğru yola davet ediyor ve bu davetine karşılık onlardan bir ücret istemediğini söylüyor, kavmini kötü davranışlardan alıkoymaya çalışıyor. Fakat kavmi onun ikazlarım dinlemiyor ve ondan bir mucize getirmesini istiyorlar. Salih (aleyhisselam) da onlara bir mucize olarak taşın içinden çıkan bir deve veriyor ve ona bir kötülük yapmamalarını söylüyor. Fakat o azgın kavim bir gün o deveyi kesiyor ve bu sebeple de Allah'ın azabı onları yakalayıp yok ediyor. Sûre-i celilede bundan sonra Lût (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Kavmini doğru yola davet eden Hazret-i Lût, onları, kadınları bırakarak erkek erkeğe cinsi temasta bulunma ahlaksızlığından vazgeçirmeye çalışıyor. Fakat onlar, Hazret-i Lût'un bu ikazlarım dinlemedikleri gibi onu tehdit ediyorlar. Hazret-i Lût da kendisini ve ailesini bu azgın kavimden kurtarması için Allah'a dua ediyor. Allahü teâlâ da onları helak ediyor. Daha sonra, Eyke halkına Peygamber olarak gönderilen Şuayb (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Şuayb (aleyhisselam) kavmini doğru yola davet ediyor, davete karşılık onlardan bir ücret istemediğini söylüyor ve ölçüyü tam yapmalarını, doğru terazi ile tartmalarını ve insanların haklarını kısarak yeryüzünde fesat çıkarmamalarını istiyor. Kavmi ise Şuayb (aleyhisselam)ın ikazlarını dinlemiyor, onu büyülenmiş birisi olarak görüyorlar ve üzerlerine gökten parçalar düşürmesini isteyerek meydan okuyorlar ve işte bunun üzerine bir azap bulutu çöküveriyor üstlerine. Böylece helak olup gidiyorlar. Sûre-i celilede bu kıssalara özet olarak yer verildikten sonra, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e hitaben, Kur'an'ın, onun kalbine Cebrâil tarafından indirildiği, Kur'an'ın, Önceki kitaplar tarafından da anıldığı, İsrailoğulları'nın âlimlerinin de bunu bildikleri, İnkârcıların, azabı görünceye kadar ona iman etmeyecekleri, azabın ise onlara, hiç farkında olmadıkları bir zamanda geleceği, Allahü teâlâ'nın hiçbir memleketi, uyarıcı Peygamberler göndermeden helak etmediği, Resûlüllah'ın, önce yakın akrabalarını uyarması gerektiği ve kendisine uyan mü’minlere şefkat kanatlarını indirmesi icabettiği tavsiye ediliyor ve Allah'ın, herşeyi çok iyi bildiği ve herşeyi çok iyi işittiği beyan ediliyor. Sûre-i celilenin sonunda, iftiracı günahkarlara şeytanların vesvese verdiği, bu azgınların, sapık şairlere de kulak verdikleri fakat iman edip salih amel işleyen ve Allah'ı çokça zikredenlerin ve haksızlığa uğradıktan sonra haklarını geri alanların böyle olmadıkları, zalimlerin, nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini anlayacaktan beyan ediliyor ve Sûre-i Celile bu âyetlerle sona eriyor. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Ta,Sin,Mim. Bu harfler, mukatta'a harfleridir. Mukatta'a harfleri hakkında, Bakara Sûresinin başında açıklamalar yapılmıştır. Ancak burada geçen "Tâ, Sin, Mim" için ayrıca şunlar söylenmiştir: "Bu harfler, Allahü teâlâ'nin isimlerindendir. Allahü teâlâ bu sureye, kendi ismine yemin ederek başlamıştır. Yahut bu harfler, Kur'an'ın isimlerinden biridir. Allahü teâlâ bu sureye Kur'an'in ismini zikrederek başlamıştır. 2Bu Âyetler, Kur’an ın âyetleridir. Bu surede Muhammed'e indirdiğimiz âyetler, bundan önce ona indirdiğimiz Kur'an'ın apaçık âyetlerindendir. Bunları düşünenler anlarlar. Akıllarım kullananlar, bunların, Allah katından olduğunu, bunlan Muhammed'in kendiliğinden uydurmadığını anlarlar. 3Ey Rasûlüm, iman etmiyorlar diye neredeyse kendini mahvedeceksin. 4Eğer dilersek biz o inkâr, edenlerin başına gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğmekten başka çareleri kalmaz. Bu âyetler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)i. kendisine iman etmeyen kâfirlere karşı teselli etmekte ve onun, kâfirlerin iman etmelerini ne kadar istediğini beyan etmektedir Kullar iman edip etmemekte serbest bırakılmışlardır. Onları zorla iman ettirmeye Allah'tan başka kimsenin gücü yetmez. Eğer Allah dilerse bir mucize göndererek, iman etmeyenleri ister istemez boyun eğdirir. Ancak Allah, böyle bir şeyi dilememiştir. Zira bu, kullan kendi iradeleriyle başbaşa bırakmaya ters bir olaydır. 5Onlar, Rahman olan Allah’tan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler. 6Onlar, kendilerine getirdiğin gerçekleri yalanladılar. Alay ettikleri kokunç şeyin haberi, yakında kendilerine ulaşacaktır. Ey Rasûlüm, seni ve sana rabbin katından gelen öğütleri yalanlayan bu müşriklere, senin hak peygamber olduğunu gösteren deliller her geldiğinde onlardan yüz çevirirler. Onları düşünmezler. Bu müşrikler, rabbin katından sana gelen öğüt ve nasihatlan yalanladılar. Yakında onlara alaya aldıkları hususların haberleri gelecektir. O zaman gerçekleri anlayacaklardır. 7Onlar, yeryüzüne hiç bakmazlar mı? Biz orada her sınıftan nice bitkiler bitirdik. 8Şüphesiz ki bunda büyük bir delil vardır. Ne var ki onların çoğu iman etmediler. 9Şüphesiz ki rabbin, herşeye galiptir, çok merhamet edendir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden bu kâfirler, hiç yeryüzüne bakmazlar mı? Orası âdeta ölü bir hale geldikten sonra biz orada nice bitkiler bitirdik şüphesiz ki bunda, Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan müşrikler için, Allah'ın, ölenleri dirilteceğine dair bir delil vardır. Fakat bu kâfirlerin çoğu iman edecek değillerdir. Şüphesiz ki rabbin, bunları cezalandınnaya mutlak kudret sahibidir. Kendisine iman edenlere ise çok merhametlidir. 10Hani rabbin, Mûsa'ya şöyle nida etmişti: "O zalimler kavmine git. 11Firavun kavmine. Onlar hiç korkmazlar mı? Ey Rasûlüm, hatırla bir zaman rabbin, İmran oğlu Mûsa'ya şöyle vahyetti: "Kendi kendilerine zulmeden bir kavme, Firavun kavmine git ve onlara de ki: "Hiç Allah'tan korkmazlar mı?" 12Mûsa şöyle dedi: "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum. 13Çok üzülürüm. Dilim dönmez. Onun için Harun'a da Peygamberlik ver. 14Hem ben onlara karşı suçluyum, beni öldürmelerinden korkarım." Mûsa ise rabbine şöyle dedi: "Rabbim, ben, kendilerine gitmemi emrettiğin Firavun kavminin, beni yalanlamasından korkarım. Şâyet beni yalanlarlarsa çok canım sıkılır. Dilim, onlara tebliğ etmemi emrettiğin şeyleri söyleyemez olur. Kardeşim Harun'u da Peygamber olarak gönder. Ayrıca, ben onlardan bir kişiyi öldürdüğüm için onların iddiasına göre ben suçluyum. Firavun ve kavminin, o kişi karşılığında beni öldürmelerinden korkarım." 15Allah şöyle dedi: "Hayır korkma. İkiniz de âyetlerimizle gidin. Biz sizinle beraberiz. Herşeyi işitiriz. 16Bak. Âyet 17. 17Doğruca Firavun'a varın. Ona, "Biz, âlemlerin rabbi olan Allah'ın Peygamberiyiz. İsrailoğullarim bizimle serbest bırak" deyin. Allah şöyle dedi: "Hayır korkma. Firavun kavmi seni öldüremeyecektir. Sen ve kardeşin, sana verdiğimiz delil ve mucizelerle ona gidin. Biz de sizinle birlikte Firavun ve kavminin size ne söyleyeceklerini dinlemekteyiz. Sen ve kardeşin Harun, Firavun'a gidin ve ona: "Biz, sana âlemlerin rabbi olan Allah'ın gönderdiği Peygamberiyiz. İsrailoğullarını bizimle serbest bırak." deyin. 18Bak. Âyet 19. 19(Firavun'a varınca) o Mûsa'ya: "Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Ömrünün birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Üstelik sonunda o yapacağını da yaptın. Sen, nankörlerden birisin." dedi. Mûsa ve Harun Firavun'a vardılar. Rablerinin, Firavun'a tebliğ edilmesini emrettiği şeyi ona tebliğ ettiler. Firavun ise onlara şu cevabı verdi: "Ey Mûsa, sen küçükken biz seni büyütmedik mi? Ömrünün bir kısmını yanımızda geçirmedin mi? Sonra, Kiptîlerden bir kişiyi öldürerek yapacağını yaptın. Şimdi de sen, kendine yapılan iyiliklere karşı nankörlük ediyorsun veya benim fabl iği mı inkâr ediyorsun. 20Bak. Âyet 22. 22Mûsa: "Ben o suçu işlediğim zaman cahillerden bîriydim. Sizden korkunca da aranızdan kaçtım. Nihâyet rabbim bana hikmet lütfetti ve beni Peygamberlerden kıldı. İsrailoğullarını köleleştirmen karşısında, o başıma kaktığın da bir nimet midir?" dedi. Mûsa Firavun'a şu cevabı verdi: "Evet sizden bir adamı öldürdüm. Fakat ben o zaman cahillerdendim. Henüz bana, cana kıymanın haram olduğunu bildiren bir vahiy gelmemişti. Ey Firavun topluluğu, o adamın karşılığında beni öldüreceğinizden korkarak sizin aranızdan kaçtım gittim. Sonra rabbim bana, bir hikmet olan Peygamberliği verdi ve beni, yaratıklarına gönderdiği Peygamberlerden biri kıldı." Yirmi ikinci âyet-i kerime’de: "İsrailoğullarını köleleştirmen karşısında o başıma kaktığın da bir nimet midir?" ifadesi zikredilmektedir. Bu âyet, müfessirler tarafında çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan biri, mealde zikredilendir. Diğer bir izah şekline göre, âyetin mânâsı şöyledir: "Başıma kakmış olduğun beni büyütme nimetinin sebebi, İsrailoğullarını köleleştinnendir. Zira sen onları köleleştirmemiş olsaydın beni ailem büyütecek, suya atma zorunda kalmayacaktı, O halde bu bir nimet değil yaptığın zulmün bir neticesidir." Diğer bir izah şekli de şöyledir: "O başıma kaktığın beni büyütme nimetini İsrailoğullarım köleleştinnen karşılığında elde etmiştin. Zira sen, onlardan aldığın malları bana harcayarak beni büyüttün. Ayrıca benim bebeklik dönemimdeki bakımımı da annem yaptı. O halde senin, benim üzerimde herhangi bir hakkın yoktur. Başka bir izah şekli de şöyledir; "Senin başıma kakmış olduğun beni büyütme ve bana iyilikte bulunma nimetin, bütün İsrailoğullarını köleleştirmen ve onları hizmetçiler yapman karşısında önemli bir nimet değildir. Bütün bir kavme kötülük edip te içlerinden sadece birine iyi davranman nimet midir?" Taberi ise bu âyet-i kerime’nin şu şekilde izah edilmesini tercih etmiştir: "Hazret-i Mûsa, Firavun'a şöyle demiştir: "Evet, senin beni büyütmen, bütün İsrailoğullarım köleleştirdiğin halde beni köleleştinnemen, senden bana bir nimettir. Sen bunu haklı olarak başıma kakıyorsun ancak ben sana, hak olan bir din getirdim. Ona boyun eğmelisin" 23Firavun: " Âlemlerin rabbi de nedir?" dedi. Firavun'un bu sorusu, onun, inkârının, cahillikten kaynaklanabileceğini göstermektedir. 24Mûsa- "O, göklerin, yerin ve aralarında bulunan şeylerin rabbıdir. Eğer hakikati anlayan kimselerdenseniz." (Bulun bilin) dedi. Hz Mûsa da Firavun'a, Allahü teâlâ'nııv göklerin, yerin ve bu ikisinin arasında bulunan herşeyin sahibi ve terbiye edeni olduğunu söylemiş ve gerdekten akıllarım kullanan kimseler iseler düşünerek bunu idrak etmeleri gerektiğini söylemiştir. 25Firavun, yanında bulunanlara: "Onun cevabını duymuyor musunuz?" dedi. Firavun, Mûsa'nın bu cevabı karşısında kızarak çevresinde bulunanlara: "Mûsa'nın ne söylediğini işitmiyor musunuz?" dedi. 26Mûsa: "O, sizin de rabbinizdir. Geçmiş atalarınızın da rabbidir." dedi. Hazret-i Mûsa da meseleyi iyice açıklayarak Firavun'a ve kavmine dedi ki: "Benim sizi davet ettiğim rab, sizi de önceki atalarınızı da yaratan rabbinizdir." 27Firavun, çevresindekilere: "Size gönderilen bu Peygamberiniz, mutlaka delidir." dedi. Firavun, Hazret-i Mûsa ile alay ederek: "Size gönderilmiş olan bu Peygamberiniz mutlaka delidir. Zira o, duymadığınız ve anlayamadığınız birşeyler söylüyor. Çünkü benden başka bir rab yoktur." dedi. 28Mûsa: "O, doğunun, batının ve aralarında bulunan şeylerin de rabbidir. Eğer düşünürseniz bunu bilirsiniz" dedi. Mûsa Firavun'a dedi ki: "Benim, size kulluk etmeye davet ettiğim rab, Firavun gibi belli bir ülkeye hakim olan ûciz bir kul değil, doğunun, batının ye onların aralarında bulunan şeylerin rabbidir. Şâyet sizler, söyleneni idrak eden ve gerçekleri anlayan bir topluluksanız bunun böyle olduğunu bilmelisiniz. Zira, Rravun'un, doğunun ve batının rabbi olmadığı açıkça ortadadır." 29Firavun: "Yemin olsun ki, eğer benden başkasını ilâh edinirsen seni, mutlaka zindana atılanlardan yaparım." dedi. Hazret-i Mûsa'nın delilleri karşısında âciz kalan Firavun, tehdit savurmaya başlamış ve her Tağutta görüldüğü gibi zorbalığa başvuracağını söylemiş ve Hazret-i Mûsa'ya şöyle demiştir: "Yemin olsun ki eğer sen, benden başka herhangi bir şeyi ilâh edinecek olursan ben seni zindana atılanlara katarım." 30Mûsa: "Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?" dedi. Mûsa dedi ki: "Ey Firavun, sana, söylediklerimin doğru olduğunu ortaya koyan birşeyler getirmiş olsam beni yine de zindana atılanlardan yapmak ister misin?" Hazret-i Mûsa'nın böyle söylemesinini sebebi, Firavun'u insaflı olmaya davet etmek ve kendisine gerçekleri bir daha hatırlatmaktır. 31Firavun: "Eğer doğru söyleyenlerdensen getir onu." dedi. Firavun: "Eğer sen, doğru söyleyen biriysen, söylediğinin hak olduğunu ispat edecek olan o şeyi getir bakalım." dedi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa, iki mucize gösterdi. Olay şöyle cereyan etti: 32Bunun üzerine Mûsa, asasını yere attı. O, hemen apaçık bir yılan oluverdi. 33Elini koynundan çıkardı. Bir de ne görsünler, bakanlara pırıl pırıl parlayan bembeyaz bir el. Hazret-i Mûsa'nın dokuz mucizesinin en önemlilerinden biri, asası, diğeri de el'i idi. Hazret-i Mûsa'ya verilen dokuz mucizenin neler oldukları, İsra suresinin yüzbirinci âyetinin izahında zikredilmiştir. 34Bak. Âyet 35. 35Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: "Gerçekten bu çok bilgili bir sihirbaz. Büyüsüyle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz?" dedi. Hazret-i Mûsa'nın mucizelerini gören Firavun şaşkına döndü. İmansız olduğu için bunların bir mucize olduğunu kabul etmedi. Onların birer sihir olduğunu söyledi ve çevresinde bulunanlara: "Bu, bilgili bir sihirbaz. Sihir vasıtasıyla, sizin çalıştırdığınız İsrailoğulîarmi bu topraktan çıkarıp zorla Şam topraklarına götürmek istiyor, bölücülük yapıyor. Bunun hakkında ne buyurursunuz?" dedi. ibn-i Kesir bu son âyeti şöyle izah etmiştir: "Firavun dedi ki: "Mûsa, sihir yaparak insanların kalbini çelmek, taraftarlarım çoğaltmak böylece sizlere galip gelerek sizi yurdunuzdan çıkarıp yerinize el koymak istiyor. Söyleyin bana, bunun hakkında ne yapmalıyım? 36Bak. Âyet 37. 37Onlar da: "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de sihirbazları toplayacak kimseler gönder. Ne kadar çok bilgili sihirbaz varsa sana getirsinler." dediler. 38Derken sihirbazlar, belirtilen bir günün tayin edilen vaktinde bir araya toplatıldı. 39İnsanlara: "Haydi toplanıyor musunuz?" denildi. 40İnsanlar da: "Eğer sihirbazlar galip gelirse onlara uyarız." dediler. Firavun'un ileri gelen adamları: "Mûsa'yı ve kardeşini burada tut, onları serbest bırakma ve şehirlere adamlar gönder. Her bilgili sihirbazı toplayıp sana getirsinler." dediler. Firavun'un adamları çeşitli şehirlere dağıldılar. Mûsa ile Firavun'un kararlaştırdıkları bayram gününün kuşluk vaktinde Mûsa ile karşılaşmak üzere sihirbazları bir araya getirdiler. İnsanlara: "İki gurubun ne yapacağını ve kimin diğerine galip geleceğini görmek için toplanır mısınız?" diye ilan edildi. İnsanlar: "Eğer sihirbazlar galip gelirse biz dinimizde sabit kalacak ve onda devam edeceğiz." dediler. Dikkat edilirse insanlar: "Kim haklıysa ona tabi olacağız" dememişler, sihirbazlara tabi olacaklarını söylemişlerdir. Zira insanlar, idarecilerinin dinleri üzer indedirler. 41Sihirbazlar gelince, Firavun'a: "Eğer galip gelen biz olursak, mutlaka bize bir mükâfat var değil mi" dediler. Firavun, taraftarları arasında kurduğu tahtında otururken, sihirbazlar huzuruna vannış ve ondan, galip gelmeleri halinde kendilerine ikramda bulunmasını ve özel bir şekilde ödüllendirilmelerini istemişler, otoritesinin sarsılacağından korkan Firavun ise, tahtını koruma uğruna herşeyi vermeyi göze almış ve sihirbazlara şöyle demiştir: 42Firavun: "Evet, hem de o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız." dedi. Firavun dedi ki: "GÂyet tabi size mükâfat var. Ayrıca sizler bana çok yaknı kimseler olacaksınız." 43Mûsa sihirbazlara: "Ortaya koyacağınız ne varsa koyun." dedi. Sihirbazlar Mûsa'ya: "Sen mi önce maharetini ortaya koyacaksın? yoksa ilk önce biz mi koyalım?" diye sorunca Mûsa da onlara dedi ki: "Ne hüneriniz varsa gösterin. Ortaya koyacağınız siniri koyun." dedi. 44Onlar da sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka galip gelecek olan biziz." dediler. Onlar da sihir araçları olan ip ve sopalarını yere attılar. Firavun'un şerefine yemin ederek: "Firavun hakkı için mutlaka galip gelenler biz olacağız." dediler. 45Mûsa da asasını bırakıverdi. Bir de ne görsünler, âsâ onların uydurdukları şeyleri hep yutuyor. 46Bunu üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. 47Bak. Âyet 48. 48"Âlemlerin rabbine, Mûsa'nın ve Harun'un rabbine iman ettik" dediler. 49Firavun: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Meğer o, sîze sihir öğreten büyüğünüzmüş. Yakında göreceksiniz, mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım." dedi. Hazret-i Mûsa'nın âsâsı, zamanının en güçlü sihirbazlarının sihirlerini bozup sihir araçlarını yutunca, sihirbazlar, Hazret-i Mûsa'nın yaptıklarının hiçbir zaman bir sihir olamayacağını anladılar ve kayıtsız şartsız Allah'a iman ettiler. Allah'ın, Hazret-i Mûsa'nın ve Harun'un rabbi olduğu gibi bütün kâinatın da rabbi olduğunu idrak ettiler ve "Âlemlerin rabbine, Mûsa'nın ve Harun'un rabbine iman ettik." dediler. Bunu gören Firavun, kendisine taptırdığı halkm huzurunda fena bir şekilde mağlup oldu. Hakka boyun eğip iman etme yerine sihirbazları tehdit ederek şöyle dedi: "Benden izin almadan Mûsa'nın getirdiklerine iman ettiniz ha?" Anlaşılıyor ki Mûsa sihirde sizin büyü günü zmüş. Bunun içindir ki hemen ona iman ettiniz. Yakında sizi cezalandırınca; ona iman etmenizin nasıl yanlış bir şey olduğunu anlayacaksınız. Ben, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sizi âleme ibret yapacağım. Sonra da hepinizi astırarak hiçbirinizi hayatta bırakmayacağım." Kalbleri ilahi nurla aydınlanan sihirbazlar, büyük bir kararlılık ve sebat göstererek şımarık Firavun'un huzurunda hakkı haykırmışlar ve ona şöyle demişlerdir: 50İman eden sihirbazlar: "Zararı yok (Bizim için fark etmez) nasıl olsa biz, rabbimize döneceğiz. 51İman edenlerin ilki olduğumuzdan, rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını kuvvetle ümit ederiz." dediler. İman eden sihirbazlar şöyle cevap verdiler: "Tehdit ettiğin o cezaları verip vermemen bizim için fark etmez. Zira bizler rabbimize dönüyoruz. O bizi, senin cezalandırmana karşı sabretmemizden dolayı mükâfatlandıracak ve tevhid inancına bağlı kaldığımızdan dolayı bize sevaplar verecektir. Zamanımızda ve buradaki insanlar arasında ilk iman edenler olmamız dolayısiyle, rabbimizin bizlerin bundan önce işlemiş olduğumuz hataları bağışlayacağını kuvvetle ümit ederiz." Firavun'un, iman den bu sihirbazların hepsini öldürttüğü Rivâyet edilmektedir. 52Biz, Mûsa'ya: "Kullarımı geceleyin al götür, mutlaka takibedileceksiniz." dîye vahyettik. İnkârcılığında ısrar eden Firavun'un getirdiği bütün deliller fayda vermeyince biz Mûsa'ya, kullarım olan İsrailoğullarını alıp geceleyin Mısır'ı terketmelerini Firavun ve ordusunun ise, onların Mısırt terketmelerine engel olmak için onlar, takibedeceğini vahyettik. Bunun üzerine Mûsa, İsrailoğullarını alıp yola koyuldu. 53Bu arada Firavun, şehirlere asker toplayacak kimseler gönderdi. 54Onlara şöyle dedi: "Bunlar basit ve sayısı çok az bir topluluktur. 55Ne var ki bizi öfkelendiriyorlar. 56Biz ise gerçekten ihtiyatlı ve uyanık bir kitleyiz. Mısır'dan çıkmakta olan İsrailoğullarının altıyüz yetmiş bin civarında odukları Rivâyet edilmektedir. Bu sebepledir ki Firavun, onların soylarının az olduğunu söylemiştir. Ayrıca İsrailoğulları Mısır'dan çıkarken komşuları olan Kıptîlerden, bayram günü takınacakları gerekçesiyle bir kısım süs eşyalarını emanet olarak almışlardır. Mısır'dan çıkarken bunları da beraberlerinde götürmüşlerdir. Bu sebepledir ki Firavun: "Onlar bizi öfkelendiriyorlar." demiştir. Ayrıca öfkenin sebeninin, Mısır'da hizmetçi olarak kullanılan İsrailoğullarının hep birden Mısır'ı terketmeleri olduğunu söyleyenlerde vardır. Firavun, güç ve kuvvetinin, İsrailoğullarına göre büyük olduğunu, ihtiyatlı bir topluluk olduklarını söylemiş ve ordusuna moral vererek şafak vakti Hazret-i Mûsa ve İsrailoğulları'nı takibe girişmiştir. Fakat bu, Firavun'un ve ordusunun Mısır'dan son çıkışı olmuştur. Çünkü onların hepsi denizde boğulmuş, bağ ve bahçeleri mal ve makamları boş kalmıştır. 57Bak. Âyet 58. 58Nihâyet biz, Firavun ve kavmini, bahçeleden, akar sulardan, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. 59İşte böyle yaptık. Onlara, İsrailoğııllarını mirasçı kıldık. Buradaki son âyet-i kerime’de, Firavun ve ordusunun boğulmasından sonra geride kalan bağların, bahçelerin, pınarların, hazinelerin ve yüce makamların İsrailoğullarına miras kaldığı ifade edilmekledir. Bundan maksat, İsrailoğullarınin tekrar dönüp Mısır'da yaşamaları veya aynı nimetlere Şam topraklarında kavuşmalarıdır. 60Firavun ve adamları, güneş doğarken onların ardına düştüler. 61İki topluluk yaklaşıp birbirini görünce, Mûsa'nın taraftarları; "İşteyakalandık," dediler. 62Mûsa: "Hayır, şüphesiz rabbim benimledir. Bana mutlaka kurtuluş yolunu gösterecektir." dedi. 63Bunun üzerine biz Mûsa'ya: "Âsânı denize vur." diye vahyettik. Bir anda deniz yarılıverdi, her bir kısmı kocaman bir dağ gibiydi. 64Geriden gelen Firavun ve adamlarını da oraya yaklaştırdık. 65Mûsa ve beraberindekilerin hepsini sağ salim kurtardık. 66Sonra diğerlerini de suda boğuverdik. 67Şüphesiz ki bunda büyük ibret vardır. Fakat çokları yine de iman etmediler. 68Şüphesiz senin rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir. Bu âyet-i kerimelerde, Firavun ve ordusunun, Hazret-i Mûsa'yı nasıl takibettiği, Hazret-i Mûsa'nın taraftarlarının, Firavun ve ordusunu görünce nasıl korktukları, Hazret-i Mûsa'nın ise Allah'a güveninin büyük olduğu, asasını denize vurarak denizin yol haline geldiği, böylece Hazret-i Mûsa ve arkadaşlarının kurtulduğu, Firavun ve taraftarlarının ise boğuldukları, bu olayda ise büyük bir ibret bulunduğu beyan edilmektedir. Bu olaylar Tâ,Hâ Sûresinde geniş bir şekilde izah edilmiştir. 69Ey Rasûlüm, ümmetine İbrahim'in kıssasını anlat. 70Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" demişti. 71Onlar da: "Putlara tapıyoruz. Onlara ibadetten hiç ayrılmayacağız." dediler. 72Bak. Âyet 73. 73İbrahim onlara: "Dua ettiğiniz zaman sizi duyarlar mı? Yahut size fayda veya zarar verirler mi?" dedi. 74"Hayır, atalarımızı böyle yapar bulduk." dediler. Ey Rasûlüm, sen, kavminin müşriklerine, İbrahim'in kıssasını anlat, zira bir zaman İbrahim, putperest olan babasına ve kavmine: "Sizler böyle neye tapıyorsunuz?" demişti. Onlar ise beyinsizce: "Putlara tapıyoruz, onlara ibadet ve hizmetten ayrılmayacağız." demişlerdi, ibrahim ise onlun uyararak "Bu putlar, sizler onlara dua ettiğinizde sizi işitiyorlar mı?" dedi. Bu soru karşısında putperestler cevaptan âciz kaldılar. Sadece taklitçi olduklarını söyleyerek şöyle dediler: "Hayır, bunlar bizim dualarımızı işitmiyorlar, bize bir menfaat ve zarar da vermiyorlar. Ancak, biz, babalarımızın bunlara taptıklarını gördük ve biz de öyle yapıyoruz." 75Bak. Âyet 76. 76İbrahim şöyle dedi: "Sizin ve eski atalarınızın nelere taptığını görüyor musunuz? 77Onlar benim düşmanımdır. Ancak, âlemlerin rabbi olan Allah müstesna. 78Beni o yarattı vebana doğru yolu gösteren de O'dur. 79Beni yediren de içiren de O'dur. 80Hastalandığım zaman bana şifa veren de O'dur. 81Beni öldürecek sonra diriltecek de O'dur. 82Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur. Hazret-i İbrahim, putperestlere, hiçbir gücü olmayan putlara tapmanın akıl işi olmadığını beyan ettikten sonra bu âyetlerde, kendisinin kulluk ettiği yüce mevlanın bazı sıfatlarını zikretmiştir: Yaratanın, doğru yolu gösterenin, yedirenin, içirenin, hastalara şifa verenin, öldürenin, diriltenin ve günahları affedecek olanın Allah olduğunu beyan etmiş ve müşriklerden, putları bırakıp Allah'a ibadet etmelerini istemiştir. Sonra da Allah'a yönelerek ondan şunu dilemiştir: 83Rabbim, bana hikmet bahşet ve beni saühler zümresine kat. Burada zikredilen "Hikmet"ten maksat; Abdullah b. Abbas'a göre, ilim, İkrime'ye göre Akıl, Mücahid'e göre Kur'an, Süddi'ye göre ise Peygamberliktir. Taberi de bu son görüşü tercih etmiştir. 84Beni, benden sonrakilere iyilikle yad ettir. Hazret-i İbrahim, bu duasıyla hayırlara öncü yapılmasını, kendisinden sonra gelecek insanlar tarafındana iyilikle anılmasını istemiş, Allahü teâlâ da ona isteklerini bahsetmiştir. Zira Yahudi ve Hristiyanlara birbirlerinin Peygamberlerini ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i inkâr etmelerine rağmen Hazret-i İbrahim'i dost olarak görmüşlerdir. İslam dini ise Hazret-i İbrahim'i "Hanif" dininin peygamberi olarak kabul, etmiş ve onu, Müslümanların atası saymıştır. 85Beni, "Naim" cennetinin vârislerinden kıl. Hazret-i İbrahim, dünyada hayırlara öncü yapılmasını istediği gibi, âhirette de "Naim" cennetinin mirasçısı kılınmasını istemiştir. 86Babamı ela affet. Çünkü o, sapıklardandır. Hazret-i İbrahimin, kâfir olan babasının affedilmesini istemesi, daha önce bababasına, Allah'tan, affını dileyeceğine dair vermiş olduğu sözden dolayıdır. Yoksa böyle bir Allah düşmanı için af dilemesi mümkün değildir. Bu husus, diğer bir âyette şöyle beyan edilmektedir: "İbrahim'in, babası için af dilemesi ise, sadece ona verdiği sözü yerine getirmesi içindir. Fakat babasının, Allah'ın düşmanı olduğu ortaya çıkınca İbrahim ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok niyaz eden ve çok halim selim bir insandı. Tevbe Sûresi, âyet: 114 87Yaratılanların diriltileceği gün, beni zelil etme. 88O gün, ne mal ne de oğullar fayda verir. 89Ancak Allah'ın huzuruna, tertemiz bir kalble çıkan müstesna. Ey rabbim, yaratılanların diriltilecekleri kıyamet gününde beni cezalandırarak zelil etme. Zira o gün, ne mal fayda verir ne de evlat. O günün şerrinden, ancak Allah'ın huzuruna halis bir kalble çıkan kimse kurtulur. 90O gün cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. 91Cehennem de, azgınlara açıkça gösterilir. 92Bak. Âyet 93. 93Onlara: "Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı? Yahut, kendilerine yardımları dokunuyor mu?" denilir. 94Bak. Âyet 95. 95Allah'tan başka taptıkları ilâhlar, azgınlar ve İblis'in taraftarları, hepsi tepetakla cehenneme atılırlar. 96Onlar orada, taptıkları ilahlarla çekişerek şöyle derler. Kıyamet gününde cennet, dünyada Allah’a itaat ederek, âhirette cezalandırmasından korkan takva sahiplerine yaklaştırılacak, cehennem ise, hak yoldan sapan azgınlara gösterilecek ve onlara şöyle denecektir: "Allah'ı bırakıp ta tapmış olduğunuz putlar nerede? Bugün onlar size, Allah'ın azabına karşı yardım edebiliyorlar mı? Hatta, kendilerini Allah'ın azabmdan kurtarabiliyorlar mı? Allah'tan başka kendilerine tapınılan şeyer, azgınlar ve İblis'in bütün ordusu cehenneme tepetakla ve peşpeşe atılacaklardır. Onlar cehennemde yanarlarken, dünyada taptıkları putlarıyla tartışarak şöyle diyeceklerdir; 97Bak. Âyet 98. 98"Allah'a yemin olsun ki biz sizi, âlemlerin rabbi olan Allah ile bir tuttuğumuz zaman büyük bir sapıklık içindeymişiz. 99Bizi ancak mücrimler saptırdı. 100Artık şimdi ne şefaatçilerimiz vardır. 101Ne de yakın bir dostumuz. 102Keşke dünyaya geri dönüşümüz olsa da iman edenlerden olsak." Allahü teâlâ, bu âyet-i kerimelerde, cehennemliklerin gerek birbirleriyle gerekse tapmış oldukları putlarla nasıl cedelleştiklerini, suçlan nasıl birbirlerine yüklemeye çalıştıklarını beyan etmekte, bir daha dünyaya dönmeleri mümkün olduğu takdirde iman edeceklerini ve iyi amel işleyeceklerini söylediklerini zikretmektedirler. Ancak, âhiretten dünyaya bir daha dönüş yoktur ve orada kâfirlerin sızlanmaları boşuna olacaktır. 103Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman etmediler. 104Şüphesiz ki rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir. Şüphesiz ki İbrahim'in, kavmine karşı beyan ettiği bu delillerde, ibret alan akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır. Bunlar, Allah'ın, süregelen kanunlarının bir ifadesidir. Ne var ki İbrahim kavminin çoğu yine de iman etmediler. Ey Rasûlüm, şüphesiz ki rabbinin, kâfirleri cezalandırması pek şiddetlidir. Hiçbir kimse ona karşı gelemez. O, tevbe edenlere karşı ise çok merhametlidir. 105Nuh kavmi, gönderilen Peygamberleri yalanladı. 106Bir zaman, kardeşleri Nuh, onlara şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız? 107Şüphesiz ben, size gönderilen "Emin" bir Peygamberim. 108Allah'tan korkun ve bana itaat edin. 109Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin rabbine aittir." 110artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin." Nuh kavmi, Allah'ın, kendilerine göndermiş olduğu Peygamberleri yalanladılar. Bir zaman, kendilerine Peygamber olarak gönderilen Nuh onlara şöyle demişti: "Allah'ı inkâr ederek ve Peygamberlerini yalanlayarak sizi cezalandırmasından hiç korkmuyor musunuz? Şüphesiz ki ben, Allah tarafından size gönderilmiş ve ilahi vahyi size tebliğ ile görevlendirilmiş bir Peygamberim. Ey kavmim, inkârınıza karşı Allah'ın sizi cezalandırmasından korkun. Öğütlerimde bana itaat edin. Ben sizden, hakkı tebliğ etme karşılığında herhangi bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım, ancak âlemlerin rabbi olan Allah'a aittir. O halde Allah'tan korkun ve bana itaat edin." Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, Nuh (aleyhisselam)in, kavmi ile arasında geçen olayların kıssasını beyan etmektedir. Hazret-i Nuh, yeryüzünde İnkârcılığın ilk meydana geldiği zamanda gönderilmiş olan bir Peygamberdir. Kavmini, dokuzyüz elli sene iman etmeye davet etmesine rağmen kavmi İnkârcılığında ısrar etmeye devam etmiş ve neticede tufan hadisesiyle boğularak yok olmuşlardır. 111Onlar: "Sana, rezil, bayağı kişiler tâbi olmuşken, biz sana iman edermiyiz?" dediler, 112Nuh şüye dedi: "Onların ne yaptıklarını ben ne bileyim? 113Onların hesabı ancak rabbime aittir. İyi düşünürseniz bunu bilirsiniz. 114Ben, iman edenleri kovacak değilim. 115Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım." Nuh kavmi şımararak, onun davetine şu karşılığı vermişlerdir. "Bayağı kişiler sana tabi olduğu halde biz sana iman eder miyiz? Biz şerefli insanlar kendimizi rezillerle bir mi tutacağız ?" Nuh da onlara şu cevabı vermiştir: "Bana tabi olanların yaptıklarının gerçek yüzünü ben nereden bileyim?" "Ben, yapılanların dış görünüşüne bakmakla mükelefım. Onların gerçek durumları rabbime aittir. Onlara, yaptıklarının gerçek durumuna göre ceza veya mükâfat verir. Sizler bunu keşke anlasanız. Ben, Allah'a iman eden ve bana tabi olan mü’minleri kovacak değilim. Zira ben, ancak Allah'ın azabıyla uyaran apaçık bir uyarıcıyım." 116Onlar: "Eğer davetinden vazgeçmezsen ey Nuh, muhakkak taşlananlardan olacaksın." dediler. Kavmi, Nuh (aleyhisselam)ın delilleri karşısında âciz kalınca zora başvurmuşlar ve Nuh'u taşlamakla tehdit etmişlerdir. Her âciz zorba işte böyle yapar. 117Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kavmim beni yalanladı. 118Benimle onlar arasında hükmü ver. Beni ve beraberimdeki mü’minleri kurtar." Nuh (aleyhisselam) uzun süren davetinin, kavmine hiçbir fayda vermeyeceğini anlayınca, onlara karşı Allah'tan yardım istemiş ve âyette zikredilen bu istekte bulunmuştur. 119Bunun üzerine biz de Nuh'u ve beraberindekileri o yüklü geminin içinde kurtardık. 120Sonra da geride kalanları suda boğduk. 121Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman etmediler. 122Şüphesiz ki rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir. Biz de Nuh'u ve onunla birlikte bulunan mü’minleri, içi dolu olan o büyük gemiyle kurtardık. Nuh'u yalanlayan diğer insanları da suda boğarak helak ettik. Şüphesiz ki Nuh kavminin bu kıssasında, ibret alanlar için büyük bir ders vardır Ne var ki çokları yine de iman etmediler. Nuh kavminin kıssasından ibret amadılar. Şüphesiz ki rabbin herzeye galiptir. Nuh kavmi gibi davrananları aynı şekilde helak etmek istediğinde kimse ona karşı gelemez. Rabbin, tevbe edenlere karşı ise çok merhametlidir. 123Âd kavmi de gönderilen Peygamberleri yalanladı. 124Bir zaman kardeşleri Hud, onlara şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?" 125Şüphesiz ben, size gönderilen emin bir Peygamberim. 126Allah'tan korkun ve bana itaat edin. 127Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiynrum. Benim ücretim ancak âlemlerin rabbine aittir. 128Siz, her tepeye bir bina kurup onunla eğlenir misiniz? 129Dünyada ebedi kalacağınızı umarak sağlam köşkler mi edinirsiniz? 130Birini yakaladığınız zaman ona zorbaca mı davranırsınız? 131Allah'tan korkun ve bana itaat edin. 132Size, bildiğiniz nimetleri bol bol veren Allah'tan sakının. 133Bak. Âyet 134. 134O size bol bol hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar verdi. 135Doğrusu ben sizin için o büyük günün azabından korkuyorum." * Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, Yemen'in "Hadramut" şehrine yakın olan "Ahkaf" bölesinde yaşayan Âd kavmine, kendilerinden biri olan Hazret-i Hud'u Peygamber olarak gönderdiğini ve Hud'un, onları imana davet ettiğini beyan ediyor. Âd kavmi, Nuh (aleyhisselam)ın kavminden sonra gelen bir kavimdir. Bunlar, güçlü oluşları, zorbalıklan, mal ve servet bakımından zengin oluşları yönünden emsali görülmemiş bir topluluktu. Hud (aleyhisselam) onlara, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğunu, davetine karşılık onlardan herhangi bir ücret istemediğini bildirmiş ve onlara: "Sizler, her uğrak tepenin başına, herkes tarafından görülebilecek bir bina yapıyor, orada eğleniyor musunuz? Dünyada ebedi kalmak ümidiyle köşkler mi ediniyorsunuz? Birini yakaladığınız zaman onu öldürerek zorbaca mı davranıyorsunuz?" demiş, Allah'ın, kendilerine venniş olduğu çeşitli nimetlere karşı ondan korkmalarını istemiş, aksi takdirde büyük bir günün azabından korktuğunu açıklamıştır. Hud (aleyhisselam)ın bütün öğütlerine karşı kavmi ona şöyle demiştir: 136Onlar şöyle dediler: "Öğüt versen de öğüt verenlerden olinasan da bizce birdir." Âd kavmi, Peygamberleri Hud'a iman etmediler ve ona ancak şu cevabı verdiler: "Senin bize vaaz etmen veya etmemen bizim için eşittir." 137Bu durum, öncekilerin geleneğinden başka birşey değildir. Bu âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir: Bir izah şekline göre âyetin mânâsı şöyedir: "Ey Hud, senin bu söylediklerin, Öncekilerin süregelen âdetleri ve efsaneleridir. Biz bunlara iman etmeyiz" İkinci izah şekline göre ise âyetin mânâsı şöyledir: "Ey Hud, senin bizi kınadığın, dağların başında binalar yapmak, insanlara karşı zorbaca davranmak ve Allah'ın nimetlerine karşı şükretmemek gibi davranışlar ve üzerinde bulunduğumuz din, Önceki atalarımızdan bize gelen davranışlar ve dindir. Biz bunları sürdürmeye devam edeceğiz." Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir. 138Biz, azaba uğratılacaklardan da değiliz." Yani, biz, Öldükten sonra tekrar diriltilmeyeceğiz. Bu itibarla azap görme diye bir şey yoktur." Yahut: "Bizler, atalarımızdan kalan dinin gereğini yapıyoruz. Vazifemizi yaptığımız için azap görmeyeceğiz." 139Böylece Hud'u yalanladılar. Biz de kendilerini helak ediverdik. Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman etmediler. 140Şüphesiz senin rabbin herşeye galiptir, çok merhametlidir. Böylece, Âd kavmi, kendilerine Peygamber olarak gönderilen Hud'u yalanladılar. Bizde onları, yalanlanmalarından dolayı helak ettik. Şüphesiz ki Âd kavminin helak edilişinde, ibret alan bir topluluk için büyük bir öğüt vardır. Buna rağmen onlar iman edecek değillerdi. Ey Rasûlüm, şüphesiz ki rabbin herşeye galiptir. Kâfirleri cezalandırırken hiçbir kimse ona karşı gelemez. İnkârından vazgeçip tevbe edenlere karşı ise çok merhametlidir. Allahü teâlâ başka âyet-i kerimelerde de Âd kavminin nasıl helak edildiğini beyan ederek şöyle buyuruyor: "Âd kavmi ise, uğultu çıkaran, herşeyi kasıp kavuran ve şiddetli esen bir rüzgârla yok edildi." "Allah onların köklerini kazımak için o kasırgayı, yedi gece sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın, onların, kökünden sökülmüş kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün." "Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü'? 141Semud kavmi, gönderilen Peygamberleri yalanladı. 142Bir zaman kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?" 143Şüphesiz ben, size gönderilen emin bir Peygamberim. 144Allah'tan korkun ve bana itaat edin. 145Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin rabbine aittir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, bugünkü Ürdün civarında ,"Hicr" denen bölgede yaşayan "Semud" kavmi ile onlara Peygamber olarak gönderilen Salih (aleyhisselam)ın kıssasını anlatmaktadır. Semud kavmi, Ad kavminden sonra ve Hazret-i İbrahim'den önce gelen bir kavimdir. Salih (aleyhisselam) bunlan, Allah'tan korkmaya davet etmiş, kendisinin, bunlara peygamber olarak gönderildiğini bildirmiş ve daveti sebebiyle onlardan herhangi bir ücret istemediğin beyan etmiştir. Salih (aleyhisselam) Semud kavmine, Allah'ın verdiği nimetleri hatırlatarak onlara şöyle demiştir: 146Bak. Âyet 148. 148Buralarda, bahçelerin içinde, pınarların başına, ekinlerin ve salkımları olgunlaşmış hurmalıkların arasında emin olarak bırakılacak mısınız? 149Sevinç ve maharetle dağları yontarak evler yapmaya devam edebilecek misiniz? 150Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. 151Haddi aşanların emrine itaat etmeyin. 152Onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar, ıslah etmeye çalışmazlar." Ey Semud kavmi, rabbinizin, sizi bu dünyada güven içinde bırakacağını mı sanıyorsunuz? Bahçelerin, pınarların, ekinlerin, salkımları olgunlaşmış hurmaların içinde rahatça yaşatılacağınızı mı sanıyorsunuz? Dağlan maharetle yontup ferah evler edinmeye devam edebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Allah'tan korkun, onun emirlerine boyun eğin. Öğüt ve uyarılarımda bana itaat edin doğru yolu bulmuş olursunuz. Allah'a isyan ederek yeryüzünde bozgunculuk çıkaran ve Allah'a itaat etmek suretiyle kendilerini düzeltmeyen israfçıların emrine uymayın. Âyette zikredilen "Haddi aşanlar" Semud kavminin ileri gelenlerinden dokuz kişidir. Bunlar, başka bir âyet-i kerime’de de şöyle açıklanmışlardır: "Salih: "Ey kavmim, niçin iyilikten evvel hemen kötülüğün gelmesini istiyorsunuz? Allah'tan bağışlanmanızı dileseniz ya. Belki merhamet edilirsiniz." dedi." "Kavmi: "Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık." dediler. Salih de: "Uğursuzluğunuzun sebebi Allah nezdindedir. Doğrusu siz, imtihana çekilen bir kavimsiniz." dedi." "O şehirde, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, ıslah edip düzeltmeye çalışmayan dokuz kişi vardı. Neml sûresi, âyet: 46-48 153Kavmi şöyle dedi: "Sen ancak büyülenmişlerden birisin." 154Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Eğer sözünde sadık kimselerdensen bize bir mucize getir." Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, Semud kavminin, Salih (aleyhisselam)a nasıl cevap verdiklerini beyan ediyor ve buyuruyor ki: "Semud kavmi Salih'e şöyle demişti: "Sen ancak büyülenmiş bir insansın. Sen de bizim gibi bir beşersin. Bizim yediklerimizden yiyor, içtiklerimizden içiyor ve yaptıklarımızı yapıyorsun. Sen, ne bir Kralsın ne de bir rab. O halde biz seni nasıl dinleriz? Eğer sen, Allah'ın seni bize Peygamber olarak gönderdiği iddianda doğru isen bize bir mucize getir de doğru söylemiş olduğunu anlayalım." 155Salih şöyle dedi: "İşte mucize, bu, dişi devedir. Onun belli bir gün su içme akkı vardır. Sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır. 156Sakın ona bir kötülük yapmayın. Yoksa büyük günün azabı sizi yakalar." Semud kavmi, Salih (aleyhisselam)dan, Peygamber olduğuna dair bir mucize getirmesini istemesi üzerine, Allahü teâlâ, büyük bir kayayı yarıp Salih (aleyhisselam)a kayanın içinden bir deve çıkarmış ve onu mucize olarak ona vermiştir. Deve çok büyük bir hayvandı. İnsanların süt ihtiyaçlarını tamamen karşılıyordu. Fakat buna mukabil de çok su içiyordu. Öyle ki, Semud kavminin suyunu bir gün tamamen Deve içiyor bir gün de kendileri içiyorlardı. Semud kavminden bazı kişiler, devenin bu durumuna katlanamayarak onu öldürmek istemişler. Salih (aleyhisselam) ise bunun, kendileri için bir felaket sebebi olacağını söylemişti. 157Nihâyet onlar deveyi kestiler. Fakat pişman da oldular. 158Bunun üzerine onları azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman etmediler. 159Şüphesiz senin rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir. Semud kavminin üzerinde yaşadığı yerlerde şiddetli bir sarsıntı olmuş ve onlara büyük bir çığlık gelmiş, hepsi oldukları yerde çökekalmışlardır Bu husus başka âyetlerde de şöyle açıklanmıştır. "Bunun üzerine onları şıdetlı bir sarsıntı yakalayıverdi de evlerinde dizüstü kapanıp kaldılar. A'raf sûresi, Âyet: 78 160Lût kavmi de gönderilen Peygamberleri yalanladı. 161Bir zaman kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız: 162Şüphesiz ben size gönderilen emin bir Peygamberim. 163Allah'tan korkun ve bana itaat edin. 164Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin rabbine aittir. Bu âyet-i kerimeler Lût (aleyhisselam) ve kavminin kıssasını anlatmaktadır. Lût (aleyhisselam) Hazret-i İbrahim'in kardeşi, Haran b. Âzer'in oğludur. Allahü teâlâ Hazret-i Lût'u, Hazret-i İbrahim hayattayken, Peygamber olarak Sodom mevkınde yaşayan büyük bir kavme Peygamber olarak göndermiştir. Sodom, Kudüs'e yakın bir yerde bulunan bir şehirdi. Hazret-i Lût, orada yaşayan kavmi, sadece Allah'a ibadet etmeye, ona herhangi bir şeyi ortak koşmamaya ve Allah tarafından gönderilen kendisinin Peygamberliğim kabul etmeye davet etmiş ve onları daha önce hiçbir kavimde görülmeyen cinsî sapıklıktan vazgeçmeye çağırmıştır. Fakat kavmi onu dinlememiş, bilakis Lût'u taşlayarak öldürmeye kalkmıştır. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Lût kavmine, gökten kızgın taşlar yağdırmış ve onları yok etmiştir. Bugün o kavmin yaşadığı bölgede, etrafa pis kokular yayan ve adına "Lût gölü" denen ölü bir göl bulunmaktadır. Lût (aleyhisselam) kavmini, yapmış oldukları çirkin işten vazgeçirmeye davet ederek şöyle diyor: 165Bak. Âyet 166. 166Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp ta, bütün mahlukat içerisinde erkekleriyle temas eden kimseler mi oluyorsunuz? Doğrusu siz, haddi aşan bir kavimsiniz? Sizler, erkeklerle cinsî temasta bulunuyor, rabbiniz olan Allah'ın, sizin için eşler yarattığı hanımlarınızla teması bırakıyor musunuz? Doğrusu sizler, rabbinizin size helal kıldığı şeyleri işlemenizle haddi aşan bir kavimsiniz. 167Onlar: "Yemin olsun ki eğer davetine son vermezsen ey Lût, mutlaka sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." dediler. Lût kavmi, Hazret-i Lût'un, kendilerini uyarmasına kulak asmamış, aksine ona karşı öfkelenmişler ve ona: "Yemin olsun ki ey Lût, eğer bu sözlerden vazgeçmezsen sen bizim aramızdan ve ülkemizden sürülüp çıkarılanlardan olursun." demişler ve Lût'u tehdit etmişlerdir. 168Lût da şöyle dedi: "Doğrusu ben, yaptığınız bu işe şiddetle kızanlardanım." 169Ey rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar." Lût da kavmine: "Şüphesiz ki ben, sizin, erkeklerle temasta bulunma işinize şiddetle karşı çıkan ve buna öfkelenen biriyim. Bana yapacağınız şeylerden dolayı boyun eğmem. Rabbim, sen beni ve ailemi, bunların işledikleri bu çirkin işten kurtar." dedi. 170Bak. Âyet 171. 171Bunun üzerine biz de, geride kalıp helak olanlardan bir yaşlı kadın dışında Lût'u ve bütün ailesini kurtardık. 172Sonra diğerlerini helak ettik. 173Üzerlerine öyle bir çeşit yağmur yağdırdık ki, uyarılıp ta yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötüdür. 174Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman etmediler. 175Şüphesiz ki senin rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir. Burada zikredilen "Geride kalan yaşlı kadın." Lût (aleyhisselam)ın karışıdır. Bu husus diğer âyetlerde açıklarım aktadır, Allahü teâlâ, Lût (aleyhisselam)a ve ona tabi olanlara, sabahleyin erkenden giderken, çığlık sesi işittiklerinde geri dönüp bakmamalarını emretmiş, Lût ve ona iman edenler bu emre uyarak yollarına devam etmiş, geri dönüp bakmamışlar. Fakat Lût (aleyhisselam)ın karısı geri dönüp bakmış bu sebeple ilahi azaba o da yakalanmıştır. Allahü teâlâ bu kavmin üzerine öyle bir yağmur yağdırmıştır ki, bu yağmur başka âyetlerde şöyle beyan edilmiştir, "Azap emrimiz gelince, yaşadıkları ülkenin üstünü altına çevirdik. Üzerine, rabbin tarafından işaretlenmiş kızgın taşları sağanak halinde yağdırdık. Bu azap, zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir. 176Eyke halkı da gönderilen peygamberleri yalanladı. 177Bir zaman Şuayb onlara şöyle derpişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?" 178Şüphesiz ben size gönderilen emin bir Peygamberim. 179Allah'tan korkun ve bana itaat edin. 180Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak, âlemlerin rabbine aittir. Allahü teâlâ Şuayb (aleyhisselam)ı da Medyen şehrinde yaşayan "Eyke" halkına Peygamber olarak göndermiştir. "Eyke" kelimesi "sık ormanlık" anlamına gelmektedir. Bunlara bu adın verilmesi, ya ağaca tapmalarından veya ağaçlık bölgede yaşamalarındandir. Şuayb (aleyhisselam) bu kavmi Allah'tan korkmaya davet etmiş ve kendisinin onlara Peygamber olarak gönderildiğini bildirmiştir. O kavimde görülen en açık günahın, ölçü ve tartılan eksik yapmaları ve bu yolla insanların haklarını yemeleridir. Şuayb (aleyhisselam) bu kavmi uyararak şöyle demektedir: 181Ölçüyü tam yapın, eksik ölçenlerden olmayın, 182Doğru terazi ile tartın. 183İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın. 184Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun." Şuayb (aleyhisselam)ın Peygamber olarak gönderildiği "Eyke" halkı, ölçü ve tartılan eksik yaparak insanların haklarını yiyor, ayrıca yollan keserek eşkıyalık yapıyor, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlardı. Bu sebeple Şuayb (aleyhisselam) onların, bozgunculuktan da vazgeçmelerini ihtar ediyor ve aksi takdirde Allah'ın, kendilerim cezalandıracağını söylüyor. Fakat bu kavim, Şuayb (aleyhisselam)ın öğüt ve nasihatlarına uyma yerine, diğer şımank kâfirler gibi ona karşı çıkıyor, Şuayb (aleyhisselam)ı büyülenmiş olmakla ve yalancılıkla itham ediyorlardı. 185Onlar şöyle dediler: "Sen ancak büyülenmişlerden birisin. 186Sen bizim gibi bir beşerden başka birşey değilsin. Öyle sanıyoruz ki sen yalancılardansın. 187Eğer sözüne sadık kimselerdensen üzerimize gökten parçalar düşür." Ey Şuayb, sen ancak büyülenmiş birisin. Sen ne Melek ne de bir Kralsın. Sen de bizim gibi ancak bir insansın. Bizim yediklerimizden yiyor, içtiklerimizden içiyorsun. Bizi davet ettiğin ve bize haber verdiğin şeylerde senin yalancı olduğunu sanıyoruz. Şâyet söylediğin sözlerde doğru isen gökten üzerimize bir parça düşür de senin doğru söylediğini anlayalım. 188Şuayb: "Şüphesiz rabbim, yaptıklarınızı çok iyi bilir." dedi. Bunun üzerine Şuayb (aleyhisselam) onlara şu cevabı verdi: "Sizin yaptıklarınızın ne olduğunu rabbim daha iyi bilir. Şâyet yaptıklarınızdan dolayı cezalandırılmayı hak etmişseniz o sizi layık olduğunuz cezaya çarptırır. 189Fakat Şuayb'ı yalanladılar. Ardından onları gölgeleyen bulut gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. 190Şüphesiz ki bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman etmediler. 191Şüphesiz rabbîn, herşeye galiptir, çok merhametlidir. Abdullah b. Ömer diyor ki: "Şuayb (aleyhisselam)ın kavmi onu yalanlayınca Allah onlara şiddetli bir sıcak musallat etti. Bu sıcak yedi gün devam etti. Sonra Allah bir bulut gönderdi. Onun altında gölgelenen biri, kavminin diğer insanlarına da haber vererek bulutun gölgesinin çok rahat olduğunu söyledi. Bütün kavim bulutun ölgesine toplanınca bulut ateşlendi ve onların hepsini yaktı. Taberi bu Rivâyetin benzerini Abdullah b. Abbas'tan nakletmektedir. Evet, Allah herşeye galiptir. Onun gönderdiği azaba kimse mâni olamaz. Allah, tevbe edenlere karşı ise çok merhametlidir. 192Şüphesiz ki bu Kur'an, âlemlerin rabbi farafından indirilmiştir. 193Bak. Âyet 195. 195Ey Rasûlüm, uyarıcılardan olasın diye bu Kur’an’ı açık bir Arapça lisanıyla senin kalbine "Ruh'ul-emin" olan Cebrâil indirmiştir. 196Şüphesiz Kur'an, evvelkilerin kitaplarında da anılmıştır. 197Beni İsrail âlimlerinin bunu bilmesi, onlar için bir delil değil miydi? 198Bak. Âyet 199. 199Biz, Kur’an’ı, Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, o bunu onlara okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. 200İşte biz, inkârı, mücrimlerin kalbine böyle soktuk. 201Onlar, can yakıcı azabı görünceye kadar Kur'an'a iman etmezler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, Kur'an-ı Kerim'i, Cebrâil vasıtasıyla apaçık bir Arapça lisanıyla Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in kalbine bizzat kendisinin indirdiğini, bunu indirmesinden maksadın ise Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in o Kur'an vasıtasıyla insanları uyarması olduğunu beyan ediyor. Yine Allahü teâlâ bu âyetlerde, önce indirilen ilahi kitapların, Kur'an-ı Kerim'in indirileceğine işaret ettiklerini, İsrailoğullarının âlimlerinin bu hususu çok iyi bildiklerini, bu itibarla Kur'an'a ilk defa onların iman etmelerinin icabettiğini bildiriyor. Nihâyet kâfirlerin, aniden gelip kendilerini yakalayacak olan azabı görünceye kadar Kur'an'a iman etmeyeceklerini, Kur'an, Arapça bilmeyen birine indrilmiş olsaydı bile yine de o kâfirlerin, iman etmeyeceklerini bildiriyor. Böylece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i teselli etmiş oluyor. 202O azap onlara, hiç farkında değillerken ansızın geliverecektir. 203O zaman: "Acaba bize bir mühlet tanınır mı?" diyeceklerdir. Kur'an'ı yalanlayan bu kâfirlere azabımız ansızın gelecek, onlar ise ondan habersiz olacaklar ve şöyle diyeceklerdir. "Acaba bize bir mühlet tanınır mı ki biz yaptıklarımızdan vazgeçip Allafra tevbe edelim? Ona iman edip itaatta bulunalım?" 204Onlar, azabımızın bir an ünce indirilmcini mi istiyorlar? 205Bak. Âyet 206. 206Ey Rasûlüm, söylesene, biz onları yıllarca nimetler içinde yaşatsak, sonra vaadolunduklan azap başlarına inse. 207O nimetler içinde geçen yıllar kendilerine bir fayda sağlar mı? Bu müşrikler: "Göğü parça parça üzerimize indir." diyerek azabamızın derhal kendilerine gelmesini mi isterler? Halbuki azap kendilerine geldikten sonra onun ertelenmesini temenni ederler. O halde tahammül edemeyecekleri azabın kendilerine gelmesini niçin isterler? Şâyet biz onların azaplarını erteleyip onları yıllarca zevkü sefa içinde yaşatacak olsak sonra da onlara vaadedilen azap gelecek olsa, yaşamış oldukları zevkü sefalı hayat onlara ne fayda verecektir? Onların sıkıntılarını eksiltmeyecek bilakis, daha fazla günah işledikleri için artıracaktır. 208Bak. Âyet 209. 209Biz, hiçbir memleketi, öğüt vermek için, uyarıcı Peygamberler göndermeden helak etmedik. Biz, hiçbir zaman zulmetmeyiz. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, kullarına nasıl merhametli davrandığını, onlara uyancı Peygamberler göndermedikçe cezalandırmadığını, herkese ancak hak ettiği cezayı vediğini, hatta birçok günahlarını da affettiğini beyan ediyor. Böylece, kendisini inkâr edenleri, düşünüp öğüt almaya teşvik ediyor. 210Kur’an’ı Şeytanlar indirmedi. 211Bu onlara yaraşmaz. Zaten güç te yetiremezler. 212Hem de onlar, vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, hiçbir yerine hiçbirşey sokuşturulamayan Kur'an-ı Kerim'in, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e Cebrâil vasısatıyla indirildiğini, Şeytanların bunu indirmelerinin mümkün olmadığını beyan ediyor ve bu imkânsızlık için üç sebep bildiriyor. Kur’an’ı indirmek Şeytanlara yaraşmaz. Zira Kur'an, iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan, insanlara doğru yolu gösteren, onları cehaletin karanlıklarından çıkarıp hakkın aydınlığına götüren bir kitaptır. Şeytanlar ise kullan saptıran, fitne ve fesat yayan yaratıklardır. Kur'an gibi bir kitabı getirme onlara yaraşmaz. Şeytanların, Kur’an’ı getirmeye güçleri yetmez. Zira Kur'an bir dağa indirilecek olsa onun ağırlığına dağ bile tahammül edemez. Bu hususta diğer bir Âyette de şöyle buyuruluyor: "Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik Allah'ın korkusundan o dağın, huşu ile boyun eğdiğini ve parça parça olduğunu görürdün. Biz bu misalleri insanlara, düşünmeleri için veriyoruz. Haşr sûresi, âyet: 212 Diğer yandan, Şeytanlar, ilahi kelamı işitmekten uzak tutulmuşlardır. Onlar, Kur’an’ı dinlemeye yaklaştıkça ateşlerle uzaklaştırılmışlarıdır. İşte bu üç Cihetten, Kur'an'ın, Şeytanlar tarafından indirilmesi imkansızdır. 213Sakın, Allah'ın yanında bir başka ilâh edinme. Yoksa azaba uğrayanlardan olursun. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Resülullah'ın şahsında bütün kullarına seslenerek kendisine ortak koşmamalarını emrediyor. Aksi takdirde azaba uğratılanlardan olacaklarını beyan ediyor. 214Ey Rasûlüm, ünce en yakın akrabalarını uyar. 215Sana uyan mü’minlere, merhamet kanatlarını indir. 216Eğer sana karşı gelirlerse: "Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım." de. 217Sen, herşeye galip ve çok merhametli olan Allah'a güven. 218Bak. Âyet 219. 219O, senin namaza kalkmanı da, secde edenler arasındaki hareketlerini de görüyor. 220Şüphesiz ki, o herseyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey Rasûlüm, önce en yakın akrabalarını uyar." âyeti inince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Safa tepesine çıktı ve oradan Kureyş kabilesinin kollarına şöyle seslendi. "Ey Fihr oğulları, Ey Adiy oğulları," onlar da bunun üzerine toplandılar. Öyle ki oraya şahsen gidemeyenler de -Ne olduğunu öğrenmek için- yerlerine başkasını gönderiyorlardı. Ebû Leheb dahil Kureyşliler oraya gittiler. Resûlüllah onlara: "Ben size, "Şu vadiden süvariler geliyor size baskın yapacak" desem bana inanır mısmiz?" dedi. Kureyşliler: "Evet inanırız. Çünkü senin hiç yalan söylediğini işitmedik." dediler. Bunun üzerine Resûlüllah: "Ben sizi, şiddetli bir azapla uyarıyorum." dedi. Ebû Leheb ise şöyle cevap verdi: "Bugün sona ermeden kahrolasın. Bunun için mi bizi buraya topladın?" Bunun üzerine Tebbet Sûresi indi. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sûre, 26, bab: 2 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki: "Allahü teâlâ "En yakın akrabanı uyar" âyetini indirince Resûlüllah ayağa kalktı ve "Ey Kureyş topluluğu (veya buna benzer bir sözle) kendinizi kurtarın. Benim, Allah'a karşı size hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Abd-i Menaf oğulları, Allah'a karşı benim size hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Abdul Muttalib'in oğlu Abbas, Allah'a karşı benim sana hiçbir faydam dokunmayacaktır. Ey Resûlüllah'ın halası Safiyye, Allah'a karşı benim sana hiçbir faydam olamayacaktır. Ey Muhammed'in kızı Fatıma, malımdan dilediğini iste, ancak Allah'a karşı sana hiçbir faydam dokunmayacaktır." buyurdu. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre, 26, bab: 2 Görüldüğü gibi Resûlüllah, kendisine vahiy gelince, bütün akrabalarını İslâm'a davet etmiş ve İslâm'ı kabul etmedikleri takdirde, onlara, akraba olarak herhangi bir fayda temin edemeyeceğini beyan etmiştir. Ona iman edenler, dünya ve âhiret saadetine kavuşmuş, iman etmeyen Ebû Leheb gibileri ise hem dünyada hem de âhirette hüsrana uğramışlardır. 221Ey müşrikler, şeytanların, kime inip vesvese verdiklerini, size haber vereyim mi? 222Onlar, her iftiracı günahkârın üzerine inerler. Allahü teâlâ bu âyetlerde, Kur'an-ı Kerim'i Resûlüllah'ın uydurduğunu ve şeytanın vesvesesi ile ortaya çıkardığını iddia eden müşriklere cevap veriyor. Şeytanların, ancak iftiracı ve yalancı kişilere vesvese verebileceklerini, zira Şeytanların, kendilerini dost edinenlere musallat olacaklarını beyan ediyor. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ise yalandan, iftiradan uzak tertemiz bir zattır. Ona inen vahiy de tertemiz bir Melek aracılığı ile Allah tarafından gönderilmiş hakkı açıklayan Kur'an'dir, 223İftiracı günahkârlar da onlara kulak verirler. Çokları yalancıdır. Müfessirler bu âyet-i kerime’yi iki şekilde izah etmişlerdir. Bu izah şekillerinden biri, mealde verildiği gibidir. Diğer bir izah şekline göre ise âyetin mânâsı şöyledir: "Şeytanlar, Meleklerin konuşmalarından çaldıkları bazı kelimeleri, kendilerini dost edinen yalancı ve günahkâr kimselere aktarırlar. Onlar da Şeytanın ağzıyla konuşurlar. Onların çoğu da yalancıdır. Zira şeytanlar, işittikleri bir doğru sözün yanına yüz de yalan katarak onlara söylerler. Onlar da hemen insanlara aktan rl ar. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: "...Kulak hırsızı şeytanlar, yerden göğe kadar birbirlerinin üstünde, zincirleme dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunurlar. Şeytanlar bu vaziyette iken, Meleklerin konuşmasını işiten en üstteki Şeytan'a bir ateş parçası yetişip altındaki şeytana o haberi ulaştıramadan o şeytanı yakabilir. Bazı kere de ateş o şeytanı yakalamadan haberi bir sonraki şeytana ulaştırır. O da altındakine ulaştırır... Böylece haber yeryüzüne ulaşır, sihirbazların ve kâhinlerin ağzına düşer Onlar da bu haberin yanına yüz yalan katarak insanlara söylerler. (Nihâyet o ilahi emir yeryüzünde meydana gelir) ve böylece de o sihirbaz veya kâhinin söylediği doğru çıkmış olur. Onlardan bu haberi işiten taraftarları da derler ki: "Nasıl bunlar vaktiyle şöyle şöyle olacak." diye bize haber vermemişler miydi? Gördünüz ya, sihirbazların, gökten işiüldiğini söylediği sözün gerçek olduğu ortay. Buhari, Tefsir el-Kur'an Sûre 15, bak 1 K. et-Tevhid bab: 32/Tirmizi K. Tefsir el-Kur'an, Sûre, 34 bab: 2, Hadis No 3223 224Şairlere azgınlar uyar. Âyet-i kerime’de geçen "Şairler" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas'a göre, müşrik şairlerdir. Ebû Said el-Hudrî (radıyallahü anh) diyor ki: "Biz bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte "Araç" denen yerde yürüyorduk. Orada karşımıza şiir okuyan bir şair çıktı. Resululhh, onun için şöyle buyurdu: "Bu şeytanı tutun"(Diger bir Rivâyette) "Bu şeytanı yakalayın.) bir kişinin içinin irinle dolması, şiirle dolmasından daha hayırlıdır. Ahmüd b. Hanbel. Müsned. C.3 S. 8, 41 Âyet-i kerime’de geçen "Azgın" ifadesinden maksat ise İkrime'nin, Abdullah b. Abbas'tan Rivâyetine göre, şiirleri Rivâyet eden kimselerdir. Mücahid'e göre ise şeytanlardır. İkrime'ye göre de Cinlerin isyankârlarıdır. Abdullah b. Abbas'dan nakledilen diğer bir Rivâyete göre ise, insanların beyinsizleridir. Abdullah b. Abbas'dun nakledilen diğer bir görüşe göre de "Azgınlardan maksat, Cin ve insanların sapıklarıdır. Taberi bu âyet-i kerime’yi izah ederken şöyle diyor; "Müşrik şairlere, insanların azgınları, şeytanların azılıları ve Cinlerin de isyankârları uyar." 225Bak. Âyet 226. 226Onların, her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ey Rasûlüm, sen şairlerin her vadiye, susuz devenin koşması gibi dalıp çıktıklarını, birtakım insanları haksız yere övüp, diğerlerini haklı oldukları halde yermelerini, kendilerinin yapmadıkları şeyleri söylemelerini görmez misin? Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, şairlerin, söz ve davranışlarıyla, kendilerinin yapmadıktan şeyleri yapıyorlarmış gibi davrandıklarını, böylece yalan söyleyen kimseler olduklarını beyan etmektedir. 227Ancak îman edip salih amel işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra haklarını alanlar böyle değildir. O zalimler yakında nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir. Bu âyet-i kerime’nin, Resûlüllahı savunan Hassan b. Sabit, Abdullah b. Revaha, Kâ'b, b. Mâlik gibi şairleri, yukarıda zikredilen şairlerden istisna ettiği rivâyet edilmiştir. Âyet-i kerime’de, istisna edilen şairlerin, gerek konuşmalarında, gerekse şiirlerinde Allah'ı açıkça zikrettikleri ve zulme uğradıktan sonra haklarını aldıkları zikredilmektedir. Onların, haklarını almaları, Müslümanları kınayan kâfir şairlere cevap vermeleriyle gerçekleşmiş olur. Kâ'b b. Mâlik'ten Rivâyet ediliyor ki, Allahü teâlâ şairler hakkındaki âyetleri indirince o Resûlüllah'a gitmiş ve ona: "Allahü teâlâ'nın şiir hakkında ne indirdiğini biliyorsun bu hususta ne buyurursunuz?" diye sormuş. Resûlüllah da: "Mü’min hem kılıcıyla hem de lisanıyla cihad eder." cevabını vermiştir. Diğer bir Rivâyette ise: "Hayatım, kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki sizler söylemiş olduğunuz şiirlerle sanki kâfirlere ok yağdırıyorsunuz." buyurmuştur Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3 S. 456,460 Âyeti kerime’nin son bölümünde, zulmedenlerin akıbetlerinin korkunç olduğu beyan ediliyor. Zalimin, sonunda, yaptığı zulmün cezasını çekeceği açıklanıyor. Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifi'nde şöyle buyuruyor: 'Allah, zalime mühlet verir. Fakat onu bir de yakalayınca artık bırakmaz. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 11, bab: 5/Müslim, K.el-Birr bak 61, Hadis No 2583 |
﴾ 0 ﴿