ŞUARA SÛRESİŞuara Sûresi, iki yüz yirmi yedi âyettir. 187, 224 ve 227. âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur. Bu mübarek Sûre, kâfirlerin iman etmemelerine çok üzülen Peygamberimizi teselli ederek başlıyor ve kâfirlerin inanmadıkları gerçeğin haberinin yakında onlara geleceğini beyan ediyor. Sûre-i celilede bundan sonra Hazret-i Mûsa ile Firavun'un kıssası beyan ediliyor. Bu kıssa özetle şöyle geçiyor: Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya nida ediyor ve o zalim kavme gidip dini tebliğ etmesini emrediyor. Hazret-i Mûsa bunun üzerine "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum." diyor. Allahü teâlâ da korkmamasını ve kardeşi Harun'la beraber gitmelerini emrediyor. Hazret-i Mûsa Firavun'a gidiyor ve onu Hak dine davet ediyor. Fakat Firavun, onu çocukken büyüttüğünü sonunda da bir adam öldürerek gittiğini söylüyor. Hazret-i Mûsa ise o işi cahilken yaptığım anlatıyor ve Firavunu, âlemlerin rabbi olan Allah'a iman etmeye davet ediyor. Firavun buna karşı çıkıyor, Hazret-i Mûsa'nın deli olabileceğini söylüyor ve kendisinden başka ilâh edinmeleri halinde onları zindana atacağı tehdidinde bulunuyor. Hazret-i Mûsa ona: "Apaçık bir delil getirsem de mi beni cezalandıracaksın?" diyor. Firavun da: "O delili getir de görelim." diyor. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa asasını yere bırakıyor ve âsâ apaçık bir yılan oluyor. Elini koynundan çıkarıyor, eli bembeyaz parlıyor. Firavun bu mucizeleri gördüğü halde onun Peygamberliğine inanmıyor ve onu sihirbazlıkla suçluyor. Ve çevresindekilere ne yapılması icab ettiğini soruyor. Onlar da sihirbazları toplamasını ve Hazret-i Mûsa ile yarıştırmasını tavsiye ediyorlar. Nihâyet tayin edilen gün ve yerde Sihirbazlarla Hazret-i Mûsa karşılaşıyor. Önce sihirbazlar sihirlerini ortaya koyuyorlar sonra da Hazret-i Mûsa asasını yere bırakıyor ve âsâ onların uydurdukları şeylerin hepsini yutuyor. Bunu gören sihirbazlar hemen iman ediyorlar. Fakat Firavun onlara kızıyor, onların ellerini ve ayaklarını çaprazlama kestireceğini söylüyor. Fakat iman eden sihirbazlar onun bu tehdidine aldırmıyor ve imanlarından vazgeçmiyorlar. Sûre- Celile'de bundan sonra Firavun'un, Hazret-i Mûsa'yi takibedşinin kıssası beyan ediliyor. Hazret-i Mûsa İsrailoğullarını geceleyin Mısır'dan alıp götürüyor. Onların gittiklerini öğrenen Firavun, peşlerine düşüyor. Firavun ve ordusu Kızıldeniz'in kenarında Hazret-i Mûsa ve İsrailoğulları'na yetişiyor. Hazret-i Mûsa ve İsrailoğulları, yanlan denizden karşıya geçiyorlar. Firavun ve ordusu ise suda boğuluyor. Sûre-i celilede, Hazret-i Mûsa ve Firavun'un kıssasından sonra Hazret-i İbrahim'in kıssası beyan ediliyor. Hazret-i İbrahim babasına ve kavmine dini tebliğ ediyor fakat onlar bu tebliği kabul etmiyorlar. Sûre-i celilede bundan sonra, âhirette, bu dünyadayken, Allah'tan başka şeylere tapan insanlarla, kendilerine tapınılan put ve benzeri şeylerin karşılaşacakları ve onların, tapınılmaya layık şeyler olmadıklarını görerek pişmanlıklarını dile getirecekleri ve tekrar dünyaya dönerek iyi amel işleme isteğinde bulunacakları fakat artık böyle bir isteğin kabul edilmesinin mümkün olmayacağın beyan ediliyor. Bundan sonra Nuh (aleyhisselam)ın kıssasına temas ediliyor. Hazret-i Nuh, kavmini hidâyete çağırıyor ve buna mukabil kendilerinden bir ücret istemediğini beyan ediyor. Fakat onlar, kendisine tabi olan halk tabakasından insanları yanından uzaklaştırmasını istiyorlar. Hazret-i Nuh ise böyle bir şeyi yapamayacağını söylüyor ve kavminin kendisini dinlemediğini ve aralarında hüküm vermesini Allahü teâlâ'dan diliyor. Bunun üzerine Hazret-i Nuh ve ona inananlar gemiye biniyorlar, inanmayanlar ise suda boğulup yok oluyorlar. Bundan sonra Sûre-i celilede, Âd kavmine Peygamber olarak gönderilen Hud (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Hud Peygamber, kavmini doğru yola davet ediyor ve bu davetine karşılık kendilerinden bir ücret istemediğini söylüyor, on-İan, yaptıkları kötülüklerden vazgeçirmeye çalışıyor. Fakat onlar, Hazret-i Nuh'un kendilerini ikaz etmesiyle etmemesinin bir farkı olmadığını söyleyerek onun davetini kabul etmiyorlar. Bunun üzerine de Allahü teâlâ onları helak ediyor. Bundan sonra, Semud kavmine Peygamber olarak gönderilen Salih (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Salih (aleyhisselam) kavmini doğru yola davet ediyor ve bu davetine karşılık onlardan bir ücret istemediğini söylüyor, kavmini kötü davranışlardan alıkoymaya çalışıyor. Fakat kavmi onun ikazlarım dinlemiyor ve ondan bir mucize getirmesini istiyorlar. Salih (aleyhisselam) da onlara bir mucize olarak taşın içinden çıkan bir deve veriyor ve ona bir kötülük yapmamalarını söylüyor. Fakat o azgın kavim bir gün o deveyi kesiyor ve bu sebeple de Allah'ın azabı onları yakalayıp yok ediyor. Sûre-i celilede bundan sonra Lût (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Kavmini doğru yola davet eden Hazret-i Lût, onları, kadınları bırakarak erkek erkeğe cinsi temasta bulunma ahlaksızlığından vazgeçirmeye çalışıyor. Fakat onlar, Hazret-i Lût'un bu ikazlarım dinlemedikleri gibi onu tehdit ediyorlar. Hazret-i Lût da kendisini ve ailesini bu azgın kavimden kurtarması için Allah'a dua ediyor. Allahü teâlâ da onları helak ediyor. Daha sonra, Eyke halkına Peygamber olarak gönderilen Şuayb (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Şuayb (aleyhisselam) kavmini doğru yola davet ediyor, davete karşılık onlardan bir ücret istemediğini söylüyor ve ölçüyü tam yapmalarını, doğru terazi ile tartmalarını ve insanların haklarını kısarak yeryüzünde fesat çıkarmamalarını istiyor. Kavmi ise Şuayb (aleyhisselam)ın ikazlarını dinlemiyor, onu büyülenmiş birisi olarak görüyorlar ve üzerlerine gökten parçalar düşürmesini isteyerek meydan okuyorlar ve işte bunun üzerine bir azap bulutu çöküveriyor üstlerine. Böylece helak olup gidiyorlar. Sûre-i celilede bu kıssalara özet olarak yer verildikten sonra, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e hitaben, Kur'an'ın, onun kalbine Cebrâil tarafından indirildiği, Kur'an'ın, Önceki kitaplar tarafından da anıldığı, İsrailoğulları'nın âlimlerinin de bunu bildikleri, İnkârcıların, azabı görünceye kadar ona iman etmeyecekleri, azabın ise onlara, hiç farkında olmadıkları bir zamanda geleceği, Allahü teâlâ'nın hiçbir memleketi, uyarıcı Peygamberler göndermeden helak etmediği, Resûlüllah'ın, önce yakın akrabalarını uyarması gerektiği ve kendisine uyan mü’minlere şefkat kanatlarını indirmesi icabettiği tavsiye ediliyor ve Allah'ın, herşeyi çok iyi bildiği ve herşeyi çok iyi işittiği beyan ediliyor. Sûre-i celilenin sonunda, iftiracı günahkarlara şeytanların vesvese verdiği, bu azgınların, sapık şairlere de kulak verdikleri fakat iman edip salih amel işleyen ve Allah'ı çokça zikredenlerin ve haksızlığa uğradıktan sonra haklarını geri alanların böyle olmadıkları, zalimlerin, nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini anlayacaktan beyan ediliyor ve Sûre-i Celile bu âyetlerle sona eriyor. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Ta,Sin,Mim. Bu harfler, mukatta'a harfleridir. Mukatta'a harfleri hakkında, Bakara Sûresinin başında açıklamalar yapılmıştır. Ancak burada geçen "Tâ, Sin, Mim" için ayrıca şunlar söylenmiştir: "Bu harfler, Allahü teâlâ'nin isimlerindendir. Allahü teâlâ bu sureye, kendi ismine yemin ederek başlamıştır. Yahut bu harfler, Kur'an'ın isimlerinden biridir. Allahü teâlâ bu sureye Kur'an'in ismini zikrederek başlamıştır. |
﴾ 1 ﴿