ANKEBUT SÛRESİ

Ankebut sûresi altmış dokuz âyettir. 1-11. âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.

Bu Sûre-i Celile, insanların sadece "İnandım" demekle kurtulamayacaklarını, bunun dışında yaptıklarından veya yapmadıklarından hesaba çekileceklerini beyan ederek başlıyor.

Âyet-i kerimelerde, Allahü teâlânın daha önce gelip geçmiş bütün insanları imtihana tabi tuttuğu, kimin sözünde durduğunu kimin de durmadığını bildiği, sonunda hesabın görüleceği zamanın da mutlaka geleceği beyan ediliyor.

Cihad eden kimsenin ancak kendisi için cihad ettiği, Allah'ın ise hiçbir kimsenin cihadına veya herhangi bir şeyine ihtiyacı olmadığı açıklanıyor.

İnsanın, anne ve babasına iyi davranmasının emredildiği, ancak Allah'a isyanın bahis konusu olduğu yerde onlara itaat etmenin caiz olmadığı beyan ediliyor.

Sûre-i celilede bundan sonra Nuh (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Nuh (aleyhisselam) kavmi arasında dokuzyüz elli sene yaşıyor, fakat sonunda kavminin kendisini dinlememesi sebebiyle Allah'ın bir cezası olarak Tufan olayı meydana geliyor, tufanda bütün kâfirler yok olup gidiyor ancak Nuh (aleyhisselam) ve ona inananlar kurtuluyor.

Daha sonra İbrahim (aleyhisselam)ın kıssası anlatılıyor. İbrahim (aleyhisselam) kavmini, Allah'a ibadet etmeye davet ediyor. Putlara tapmayı bırakmalarını, kendilerini ancak Allah'ın rızıklandırdığını söyleyerek kavmine nasihat ediyor.

Bundan sonra Allahü teâlâ, peygamberimize hitaben, insanlara, yeryüzünde gezip dolaşmalarını ve Allah'ın, herşeyi nasıl var ettiğine bakarak inançlarım sağlamlaştırmalarını söylemesini emrediyor.

Bundan sonra yine Hazret-i İbrahim'in kıssasına devamla, cereyan eden olaylar beyan ediliyor. Hazret-i İbrahim kavmini Tevhid inancına davet edince kavmi onu ateşin içine atıyor. Fakat Allahü teâlâ onu ateşten koruyor. Bu ara, Hazret-i İbrahim'in tebliğini Lût kabul ediyor ve ona iman ediyor. Sonra Hazret-i İbrahim oradan ayrılarak Allahü teâlânın emrettiği başka bir yere hicret ediyor.

Sûre-i celilede bundan sonra Hazret-i İbrahim'e, Hazret-i İshak'ın ve Hazret-i Ya-kub'un evlat ve nesil olarak verildiği beyan ediliyor.

Bundan sonra Hazret-i Lût'un kıssası beyan ediliyor. Hazret-i Lût, kavminin, erkek erkeğe cinsî münasebette bulunma ahlaksızlığım ayıplayarak bu çirkin işten vazgeçmelerini söylüyor. Fakat kavmi onu istihza ile karşılıyor ve nasihatlarını tutmuyor. Hazret-i Lût da bu zalim kavme karşı rabbinden yardım istiyor.

Bunun üzerine, Allah'ın azabını tatbik edecek olan melekler Hazret-i İbrahim'e geliyor ve o ahlaksız kavmi yok edeceklerini söylüyorlar. Hazret-i İbrahim ise o kavmin içinde Lût'un da bulunduğunu söylüyor. Melekler de, karısı hariç, Lût'u kurtaracaklarını söylüyorlar. Lût (aleyhisselam) kurtuluyor ve o ahlaksız kavim Allah'ın azabıyla yok olup gidiyor.

Sûre-i celilede bundan sonra, Medyen halkına Peygamber olarak gönderilen Şuayb (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Şuayb (aleyhisselam) kavmine, Allah'a ibadet etmelerim, yeryüzünde bozgunculuk ve karışıklık çıkarmamalarını tebliğ ediyor. Fakat onlar, Şuayb (aleyhisselam)ı dinlemiyorlar ve böylece şiddetli bir deprem sonunda evlerinin içinde dizüstü çöküp kalmak suretiyle helak olup gidiyorlar.

Bundan sonra Âd ve Semud kavimlerinin de, kendilerine tebliğ edilen ilahi emirlere uymamaları sebebiyle yok olup gittikleri beyan ediliyor.

Hazret-i Mûsa'nın getirdiği mucizelere inanmayan Karun'un, Firavun'un ve Hâmân'ın da yeryüzünde büyüklük taslamaları sebebiyle yok olup gittikleri beyan ediliyor ve bunlara benzer isyankâr kavimlerin çeşitli şekillerde cezalandırıldıkları haber veriliyor.

Allah'ı bırakıp da başkalarını dost edinenlerin hali, kendisine yuva yapan örünceğin haline benzetiliyor. Evlerin en zayıfı ve dayanıksızı nasıl örümcek ağı ise, Allah'tan başkasını dost edinenleri dayandıktan şeyler de o derece zayıf ve güçsüzdürler. ANKEBUTu, yani örümceğin evini hafif bir rüzgarın bile dağıtması gibi onların da dayanaktan dağılmaya ve yok olmaya mahkumdur. Sûre-i Celile "ANKEBUT" adını da buradan almaktadır.

Bundan sonra gelen âyet-i kerimelerde, Peygamberimize ve tabii bütün mü’minlere, namazı dosdoğru kılmaları, Yahudi vallıristiyanlarla güzel bir şekilde mücadele etmeleri emrediliyor.

Sûre-i celilede bundan sonra, herşeyin yaratıcısının ve her canlının rızkını verenin Allah olduğu beyan edilip birçok ilahi emir ve hikmetlere temas edildikten sonra, Allah yolunda cihad edenlere mutlaka zafer yollarının gösterileceği ve Allah'ın, cihadda ve iyilikte bulunanlarla beraber olduğu beyan edilerek Sûre-i Celile sona eriyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Elif, Lâm, Mim.

Mukatta'a harfleri hakkında Bakara Sûresinin birinci âyetinde izahat verilmiştir.

2

İnsanlar, sadece "İman ettik" demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyorlar?

Ey Rasûlüm, sahabilerinden, müşriklerin eziyetleri karşısında çekip gidenler, sadece "İman ettik." demekle bırakılıp da imtihana tabi tutulmayacaklarını mı sanıyorlar? Öyle sanmasınlar. Biz onların samimi olanlarını, samimi olmayanlarından ayırmak için imtihan edeceğiz.

3

Doğrusu biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah, elbette sözünde sadık olanları da bilir, yalancıları da bilir.

Biz, senin ashabından önce gelen İsa ve Mûsa'nın ümmetleri gibi ümmetleri de çeşitli şekillerde itihan ettik. Allah onlardan "İman ettik." sözlerinde samimi olanları da ortaya çıkardı yalancı olanları da. Zira, Allah onların bu hallerini biliyordu.

Abdullah b. Uyebd b. Umeyr, bu âyet-i edilenin, Allah yolunda işkence gören Ammar b. Yâsir hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Şa'bî ise bu âyetin, Mekke'de müslüman olup da Medine'ye hicret etmeye kalktığında müşrikler tarafından engellenen ve bu sebeple Mekke'de kalmaya mecbur olan müslümanlar hakkında nâzü olduğunu söylemiştir. Bu âyet nazil olunca mucburi olarak Mekke'de kalan müslümanlar bu âyetten haberdar edilmişler onlar da bütün engellere rağmen hicret etmişler, bu arada bazı müslümanlar da müşrikler tarafından şehit edilmişlerdir.

4

Yoksa kötülüklerde bulunanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Ne de kötü hüküm veriyorlar!

Yoksa Allah ile birlikte başka yaratıklara taparak Allah'a ortak koşan ve böylece kötü ameller işleyen müşrikler bizi âciz bırakıp, elimizden kaçıp kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Bize ortak koşmalan karşılığında kendilerini cezalandırmayacağımızı da zannederler? Onların, bu tahminler doğrultusunda hüküm vermeleri ne kötüdür!

5

Kim, Allah'a kavuşmayı arzuluyorsa, muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği vakit mutlaka gelecektir. O, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.

Kim, âhirette Allah'a kavuşmayı ve onun mükafaatma ermeyi ümid ederek iyi ameller işleyecek olursa, bilsin ki, Allah'ın, yaratıkları için tayin ettiği vade gelmektedir. O gün Allah, herkese yaptığının karşılığını verecektir. Zira o herşeyi işiten ve herşeyi bilendir.

6

Kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz ki Allah, kâfirlerin hiçbir şeyine muhtaç değildir.

Kim, düşmanı olan kâfirlere karşı cihad edecek olursa şüphesiz ki o, kendisi için cihad etmiş olur. Zira cihaddan kazanacağı sevap kendisine ait olur. Allah'ın, hiçbir kimsenin ameline ihtiyacı yoktur. Çünkü o, hiçbir kimseye muhtaç değildir.

7

İman edip salih ameller işleyenlerin yaptıkları kötülükleri elbette affedeceğiz. Ve onları, işledikleri amellerin daha güzelleriyle mükafaatlandıracağız.

Allah'a ve Peygamberine iman eden ve Allah'ın, kendilerini imtihan etmesi karşısında sabredip imanlarını sağlam tutan ve salih amel işleyenlerin daha önce işlemiş olduklan çeşitli günahları affedeceğiz. Ve onları, yaptıklarından daha güzeliyle mükafaatlandıracağız. Zira iyilikte bulunana, yaptığının on katı mükafaat verilecektir.

8

Biz insana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik (ve ona dedik ki) Eğer annen baban, seni bilmediğin birşeyi bana ortak koşmaya zorlarsa, kendilerine itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. Ben, muhakkak yaptıklarınızı size haber vereceğim.

Biz, Peygamberimize indirdiğimiz hükümlerle insanlara anne ve babalarına karşı iyi davranmalarını emrettik. Bununla beraber biz, insana dedik ki: "Şâyet annen baban, benim ortağım olduğunu bilmediğin birşeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa sen onlara itaat etme. Bilakis onlara karşı çık. Benim rızama uygun davran." Kıyamet gününde dönüşünüz ancak banadır. Ben sizlere, dünyada yapmış olduğunuz amellerin ne olduğunu bildireceğim ve sizi, yapmış olduğunuz amellere göre ceza veya mükafaatlandıracağım.

Katade ve Mus'b b. Sa'd, bu âyet-i kerime’nin, Sa'd b. Ebi Vakkas hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Sa'd b. Ebi Vakkas, müslüman olup hicret edince annesi ona kızmış ve şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki sen geri dönmedikçe hiçbir evin gölgesi altına girmeyeceğim." Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirmiş, insanın anne ve babasına itaat etmesini emretmiş, bununla beraber anne ve babası, Allah'a ortak koşmaya ve İnkârcılığa zorlarlarsa artık onlara itaat edilmemesi lazım geldiğini bildirmiştir.

Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:

"Benim hakkımda dört âyet inmiştir. Sa'd, bunlara dair kıssaları anlatırken şunları da söylemiştir.

Birgün annesi, ona şöyle demiş: "Allah, anneye babaya iyi davranmayı emretmiyor mu? Allah'a yemin olsun ki ölünceye kadar hiçbir şey yeyip içmeyeceğim yahut da sen, dininden döneceksin." Sa'd diyor ki: "Annesine yemek yedirmek istediklerinde onun ağzını zorla açar yedirirlermiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre; 39, Hadis no: 3189

Evet, Allah'a isyan hususunda hiçbir yaratığa itaat yoktur. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Allah'a isyanın söz konusu olduğu yerde kula itaat yoktur. İtaat ancak iyiliktedir. Müslim, K İmara, bab: 39, Hadis no: 1840 / Ebû Davud, K.el-Cıhad, bab: 87 Hadis No 2625

9

İman edip salih amel işleyenleri, biz onları mutlaka salihler arasına katacağız.

Allah'a ve Peygamberine iman eden, Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak salih amel işleyenleri, salih kulların girdikleri cennete koyacağız.

10

İnsanların bir kısmı; "Allah'a iman ettik." der. Fakat Allah yolunda eziyet görünce, insanların yaptığı eziyeti Allah'ın azabı gibi kabul eder. Rabbinden mü’minlere bir zafer erişse yemin olsun ki münafıklar "Şüphesiz biz de sizinle beraberdik." derler. Allah, âlemlerin sinesinde yatan herşeyi en iyi bilen değil midir?

İnsanlardan bazılan vardır ki onlar: "Biz, Allah'ın varlığına ve birliğine iman ettik." derler. Ancak Allah'a iman etmeleri yüzünden müşrikler tarafından kendilerine eziyet edilince, dünyadayken insanların baştan çıkarmalarını, Allah'ın, âhiretteki azabı gibi kabul ederler de iman ettikten sonra tekrar İnkârcılığa dönerler.

Ey Rasûlüm, rabbin tarafından mü’minlere bir zafer erişince de, yemin olsun ki dinlerinden çıkan bu mürtedler o zaman da şöyle derler: "Ey Mü’minler, biz, sizinle beraberdik. Düşmanlarınıza karşı da size yardım ettik."

Ey yalancılar, Allah, âlemlerin sinesinde yatan şeyleri en iyi bilen değil midir? Siz, bu sözlerinizle kimi aldatmak istiyorsunuz?

*Dehhak, bu âyet-i kerime’nin, Mekke'de, kendilerini mü’min gibi gösteren münafıklar hakkında nazil olduğunu söylemiş İbn-i Zeyd ise bu âyetin, bütün münafıkları beyan ettiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbas ise bu âyetin, Mekke'de iken müslüman olup hicret etmek isteyen, daha sonra da müşrikler tarafından hicretleri engellenen ve dinden çıkmaya zorlanan ve bunun üzerine tekrar İnkârcılığa dönen insanlar hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Allahü teâlâ başka bir âyette de bu tür insanlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'a yarım yamalak ibadet eder. Kendisine bir iyilik dokunduğu zaman rahatlar. Başına bir bela gelince de tam tersine ödner. O, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. İşte apaçık hüsran budur. Hac sûresi, âyet: 11

11

Elbette Allah, iman edenleri de bilir, münafıkları da bilir.

Allah, insanları zorluklarla ve rahatlıklarla imtihan eder. Böylece kimin hakkıyla iman ettiğini kimin de iman ettiğini söylediği halde münafık olduğunu ortaya çıkarır.

12

Kâfirler mü’minlere: "Bizim yolumuzu takip edin de, sizin günahlarınızı biz yüklenelim." derler. Oysa onların günahlarından hiçbir şey yüklenmezler. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.

13

Onlar, kendi ağır günahlarını ve kendi ağır günahlarıyla birlikte daha nice ağır günahları yüklenecekler ve iftira ettikleri şeylerden de kıyamet günü mutlaka hesaba çekileceklerdir.

Allah'ı inkâr eden kâfirler, iman eden mü’minlere şöyle diyorlardı. "Siz de bizim yolumuzu takibedin. Öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğini ve insanların hesaba çekileceğini yalanlayın. Şâyet sizler bizim yolumuza tabi olduktan sonra ölüp tekrar diriltilecek olursanız o zaman sizin günahlarınızı biz yükleniriz" Halbuki o kâfirler, kendilerine tabi olanların günahlarından hiçbir şey yüklemezler. Onlar bu iddialarında yalancıdırlar. Onlar hem kendi ağır günahlarını yüklenecekler hem de saptırdıkları kimselerin ağır günahlarını yükleneceklerdir. Ve kıyamet gününde, dünyada uydurdukları yalanlardan mutlaka hesaba çekileceklerdir.

Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Böyle dernekle kıyamet gününde kendi günahlarının hepsini ve bilgisizce sapıttıkları kimselerin günahlarının da bir kısmını yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür! Nahl sûresi, âyet; 25

14

Şüphesiz ki biz, Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında, elli yıl hariç bin yıl kaldı. Sonunda, zulümlerinde devam ederlerken tufan onları yakalayıverdi.

15

Fakat biz Nuh'u ve gemide bulunan mü’minleri kurtardık ve bu gemi hadisesini âlemlere ibret yaptık.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Resûlüllah'a'iman eden mü’minleri yoldan çıkarmaya çalışan Kureyş müşriklerini tehdit etmekte ve onlara, Nuh kavminin uğradığı akıbeti misal vermektedir. Zira Hazret-i Nuh, kavmini dokuzyüz elli sene Allah'a davet etmiş onlar ise İnkârcılıklarında ve azgınlıklarında ısrar etmişlerdir. Allahü teâlâ bunlara uzun bir süre mühlet vermesine rağmen sonunda onları, dünyayı suya kaplattırarak boğmuştur. Fakat Nuh ve onunla birlikte iman edenleri gemide taşıtarak kurtarmış ve böylece gemi hadisesini âlemlere bir ibret kılmıştır.

16

İbrahim'i de kavmine Peygamber olarak gönderdik. O, bir zaman kavmine şöyle demişti: "Allah'a ibadet edin ve ondan korkun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

17

Siz, Allah'ı bırakıp ancak putlara tapıyor ve yalan uyduruyorsunuz. Doğrusu, Allah'tan başka taptığınız şeyler size rızık veremezler. Siz, rızkı ancak Allah'ın nezdinde arayın. Ona kulluk edin ve ona şükredin. Siz, ancak ona döndürüleceksiniz.

Allahü teâlâ bu âyetlerde Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e, ondan önce Hazret-i İbrahim'i kavmine Peygamber olarak gönderdiğini hatırlatıyor ve Hazret-i İbrahimin, kavmine şöyle dediğini beyan ediyor: "Putları bırakıp sadece Allah'a kulluk edin. Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirerek ondan korkun. Eğer hayırı serden ayırdedebüecek insanlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır. Sizler ancak Allah'ı bırakıp bir kısım putlara tapıyorsunuz. Putlarınız için çeşitli yalanlar uyduruyorsunuz. Şüphesiz ki Allah'ın dışında tapmış olduğunuz şeyler size herhangi bir rızık sağlamaktan âcizdirler. Siz, rızkı putlardan değil Allah'tan isteyin. Allah'a kulluk edin ve size vermiş olduğu nimetlere karşı ona şükredin. Öldükten sonra Allah'a döndürüleceksiniz. O, sizi yaptıklarınızdan hesaba çekecek ve herkese, layık olduğu ceza veya mükafaatı verecektir.

18

Eğer yalanlarsanız, bilin ki sizden önceki ümmetler de Peygamberlerini yalanlamışlardı. Peygambere düşen, sadece apaçık tebliğdir.

Ey insanlar, şâyet sizler, size Peygamber olarak gönderdiğimiz Muhammed'i yalanlayacak olursanız, sizden önce geçen ümmetler de kendilerine gönderilen Peygamberleri yalanlamışlardır. Bu yüzden de Allah'ın azap ve gazabına uğratılmışlardır. Sizin de başınıza aynı şeyler gelir. Peygambere düşen ancak apaçık tebliğ etmektir. O, sizin yaptıklarınızdan sorumlu değildir.

19

Görmüyorlar mı? Allah, varlıkları önce nasıl yaratıyor. Sonra anları tekrar iade edecek. Şüphesiz ki bu, Allah'a çok kolaydır.

20

Ey Rasûlüm, de ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın, varlıkları önce nasıl yarattığına bir bakın. Sonra Allah, son diriltmeyi de böyle yapacaktır. Şüphesiz ki Allah herşeye kadirdir.

Peygamberlerini yalanlayanlar, Allah'ın yaratılan şeyleri nasıl meydana getirdiğini görmediler mi? Allah, yarattığı şeyleri, ölüp yok olduktan sonra tekrar diriltecektir. Bu, Allah'a pek kolaydır. Zira birşeyi ilk önce icad etmek onu tekrar meydana getirmekten daha zordur.

Ey Rasûlüm, sen, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere de ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın. Allah'ın, varlıklarını nasıl yarattığını bir görün. Allah, yarattıklarını yok ettikten sonra tekrar meydana getirecektir. Şüphesiz ki Allah, herşeye kadirdir. Bütün yarattıklarını hiç yoktan yarattığı gibi, onları yok ettikten sonra da aynen var etmeye kadirdir.

21

O, dilediğine azap eder, dilediğine merhamet eder. Hepiniz ona döndürüleceksiniz.

Allah, yarattıklarını yok edip tekrar dirilttikten sonra, onlardan dilediğine azap eder. Bunlar, dünyada hayattayken kötülük işleyenlerdir. Dilediğine ise merhamet eder. Bunlar da yaptıkları kötülüklerden ölmeyenlerdir. Sizler, âhirette Allah'a döndürüleceksiniz. Hesabınızı o göreçektir.

Übey b. Ka'b, Resûlüllah'ın, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir:

"Eğer Allah, göklerinde ve yerinde yaşayanlara azap edecek olsa o onlara zulmetmiş olmaz. Şâyet Allah bunlara merhamet edilecek olsa, Allah'ın rahmeti onlar için yapmış oldukları amellerden daha hayırlıdır... Ebû Davud, K. es-Sünne, bab: 16, Hadis no: 4699/İbn-i Mâce, K. el-Mukaddime, hab: 10,1 indis no: 77

22

Siz, yerde de gökte de Allah'ı hiçbir zaman âciz bırakamazsınız. Sizin, Allah’tan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır.

İbn-i Zeyd bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: "Yeryüzünde yaşayanlar orada isyana kalksa, gökte yaşayanlar da orada isyan etse Allah'ı, yaptıklarını tesbit etmektenâciz bırakamazlar."

İbn-i Zeyd, bu izahından sonra şu âyeti de okumuştur: "Kâfirler, kıyamet bize gelmeyecektir." dediler. Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Hayır, gaybı bilen rabbime yemin olsun ki kıyamet saati size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şey dahi ondan gizli değildir. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta mevcut olmasın. Sebe' Sûresi, âyet: 3

Âyetin son bölümündeki cümle ise şöyle izah edilmektedir: "Sizin, Allah’tan başka, işlerinizi yürütecek ne bir veliniz ne de Allah'ın azabına karşı sizi koruyacak bir yardımcınız vardır."

23

Allah'ın âyetlerini ve kıyamet günü ona kavuşmayı inkâr edenler işte onlar, rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.

Allah'ın delillerini inkâr eden ve kıyamet gününde onun huzuruna çıkıp hesap vereceklerini reddedenler, âhirette, kendileri için hazırlanmış azabı gözleriyle görünce, Allah'ın, kendilerine merhamet etmesinden ümitlerini keseceklerdir. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.

Allahü teâlâ Hazret-i İbrahim'in kıssasını beyan ederken ona ara vermiş ve altı âyet zikrettikten sonra tekrar kıssaya dönmüştür. Taberi bunun hikmetini şöyle izah etmektedir: Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde Nuh, İbrahim ve diğer peygamberleri ve onların ümmetlerini anlatırken kıssalara bir ara verir ve muhatapları uyarır ve bu gibi ümmetlerin bazılarına gelen şeylerin onların da başlarına gelmesinden sakındırır. Burada da böyle olmuş, Hazret-i İbrahim'in kıssası anlatılırken bir ara verilmiş ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini yalanlayanlara karşı teselli edilmiş, kâfirlerin, Öldükten sonra dirilmeye iman etmeleri istenmiş, kâinata bakarak bu olayın gerçekleşeceğine iman etmeleri emredilmiş, Allah'ın, dilediğine azap edip dilediğine merhamet etmekte serbest olduğu beyan edilmiş, göklerde ve yerdeki varlıkların Allah’ı âciz bırakamayacakları bildirilmiş ve kâfirlerin, âhirette Allah'ın rahmetinden ümitlerini kesecekleri anlatılmış ve tekrar Hazret-i İbrahim'in kıssasına dönülmüştür.

ibn-i Kesir ise Taberi'nin bu görüşüne katılmamakta ve burada Hazret-i İbrahim'in kıssası arasında zikredilen altı âyetin, Hazret-i İbrahim'in, kavmine karşı zikrettiği delilleri ihtiva ettiğini ve onun sözleri olduğunu açıklamıştır.

24

İbrahim'in sözlerine kavminin cevabı ancak: "Onu öldürün veya yakın," demek oldu. Fakat Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz ki bunda, iman eden bir kavim için nice ibretler vardır.

ibrahim kavmine: "Yalnız Allah'a kulluk edin ve ondan korkun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." deyince kavminin ona cevabı ancak şöyle olmuştur: "Onu üldürün veya ateşte yakın." Onlar bu görüşte karar kıldıktan sonra büyük bir ateş yakıp İbrahim'i oraya atmışlar Allah da İbrahim'i ateşten kurtarmış ve o ateş İbrahim için serin ve selametlik bir hale gelmiştir. Şüphesiz ki İbrahim'in alev alev yanan ateşin içine atılmasına rağmen ondan kurtarılmasında Allah'ın âyetlerine iman eden bir kavim için birçok delil ve ibretler vardır.

Ka'b diyor ki: "Ateş sadece İbrahim'i bağlayan bağlan yakmıştır."

Allahü teâlâ Hazret-i İbrahim'i birçok imtihanlardan geçirmiş Hazret-i İbrahim de bu imtihanları başarmıştır. İşte bu imtihanlardan biri de onun, Nemrut tarafından ateşe atılmasıdır. Bu hususta Bakara Sûresinin yüz yirmi dördüncü âyetinde izahat verilmiştir.

25

İbrahi kavmine şöyle dedi: "Siz ancak dünya hayatında aranızdaki dostluğu devam ettirmek için Allah’ı bırakıp putlara ibadet ettiniz. Sonra kıyamet günü birbirinizi tanımayacaksınız ve birbirinize lanet okuyacaksınız. Sığınacağınız yer ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur.

İbrahim kavmini uyararak onlara şöyle demiştir: "Sizlerin dünya hayatındayken putlara tapmanızın sebebi, aranızdaki dostluğu ve sevgiyi o putlar vasıtaşıyla kurmak ve güçlendirmektir. Halbuki sizler kıyamet gününde putlara tapmanın cezasının cehennem olduğunu görünce o zaman birbirinizi tanımaz olacaksınız. Hatta birbirinize lanet okuyacaksınız. Fakat bu durumunuz size bir fayda sağlam ayacaktır. Sığınacağınız yer cehennemdir. Ve size, Allah'ın azabına karşı yardım edecek hiçbir kimse de yoktur.

Allahü teâlâ bu hususta başka bir âyet-i celilede de şöyle buyurmaktadır: "O gün, dostlar birbirlerine düşman kesilirler. Ancak takva sahipleri böyle değildir. Zuhnıf sûresi, âyet: 67

26

Bunun üzerine Lût, İbrahim'e îman etti ve İbrahim şöyle dedi: "Ben, rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum. Şüphe yok ki o, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Taberi dahil bazı müfessirler bu âyet-i kerime’yi mealde zikredildiği şekilde izah etmişlerdir. Diğer bazıları da şöyle açıklamışlardır: "İbrahim'e Lût iman etti ve Lût şöyle dedi..."

Hazret-i İbrahim önce Harran'a hicret etmiş, oradan Şam'a, oradan da Mısır'a ve oradan da tekrar Şam'a hicret etmiş Şam'da yaşarken bir ara Hicaz'a giderek orada oğlu İsmail ile beraber Kabe'yi inşa etmiştir. Hazret-i Lût ise Hazret-i İbrahim ile birlikte Harran ve Şam'a gittikten sonra Sodom halkına Peygamber olarak gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde, kıyametin kopmasına yakın zamanlarda insanların, Hazret-i ibrahim'in hicret ettiği yerlere hicret edeceklerini beyan ederek şöyle buyurmuştur;

"Hicretten sonra tekrar hicret olacaktır. İnsanlar, ibrahim'in hicret ettiği yerlerde toplanacaklardır. Yerin üstünde yeryüzünün şerli insanlarından başkaları kalmayacaktır. Bulundukları yerler bu insanları dışarıya atacak ve Allah bunları sevmeyecektir. Bir ateş bu insanları maymunlar ve domuzlarla biraraya getirecek, ateş bunlarla beraber yatıp beraber kalkacaktır. Bunların dinlendiği yerde o da dinlenecektir ve onlardan geri kalanı yiyecektir. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2 S.199 / Ebû Davud, K. el-Cihad, bab: 3, Hadis no:

27

Biz İbrahim'e, İshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Peygamberliği ve kitabı onun soyundan gelenlere verdik. Kendisini dünyada mükafaatlandırdık. Şüphesiz o, âhirette de sal inlerdendir.

Biz İbrahim'e, dünyada oğlu İshak'ı ve torunu Yakubu bahşettik. Onlara Peygamberlik ve ilahi kitaplar verdik. Biz, İbrahim'in mükafaatmi daha dünyadayken verdik. O, âhirette de salih kulların içinde olacak ve onların aldığı gibi mükafaatlar alacaktır.

Mücahid, Hazret-i İbrahim'e dünyada verilen müafaatm, her ümmet tarafından övülmesi ve kendisine salih evlatlar verilmesi olduğunu söylemiştir. Aynı görüş Abdullah b. Abbas'tan da nakledilmiştir.

Katade ise: "Hazret-i İbrahim'e dünyada verilen mükafaat, onun afiyet üzere yaşaması, salih ameller işlemesi, ümmetler tarafından hayırla anılmasidır." demiştir.

28

Lût'u da Peygamber olarak gönderdik. O, bir zaman kavmine şöyle demişti: "Doğrusu siz, sizden önce, âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz."

Âyet-i kerime’de zikredilen hayasızlıktan maksat, bir sonra gelen âyette de izah edildiği gibi Lût kaviminin, erkek erkeğe cinsî temasta bulunmalarıdır. Bu çirkin işi Lût kavminden önce hiçbir kimse yapmamıştı. Bu itibarla bu işin adına "Lûtîlik" denilmiştir.

29

Sizler hâlâ erkeklerle cinsî münasebette bulunacak, yol kesecek ve toplantı yerinizde edepsizce davranışlarda bulunacak mısınız?" Kavminin cevabı ancak: "Eğer sözüne sadık kimselerdensen bize Allah'ın azabını getir." demek oldu.

Lût, kavmini uyararak onlara şöyle demişti: "Sizler hâlâ erkek erkeğe cinsî müsabette bulunacak, yoldan geçen misafirlere de aynı şeyi yapmak için yol keserek sataşacak ve toplantı yerlerinde edepsizce davranışlarda bulunacak mısınız?

Lût kavminin, toplantı yerlerinde edepsizce davranışlarından maksat, Hazret-i Âişe'den nakledilen bir görüşe göre, onların, sesli bir şekilde yellenmeleridir.

Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd'den nakledilen bir görüşe göre ise, toplantı yerlerinde edepsizce davranışlarından maksat, onların, birbirleriyle açıktan açığa cinsî münasebette bulunmalarıdır.

Ummühânî, Resûlüllah'ın: "Toplantı yerlerinde edepsizce davranışlarda bulunacak mısınız?" âyet-i kerimesini şöyle izah ettiğini söylemektedir: "Resûlüllah buyurdu ki:

"Lût kavmi toplantı yerlerinde bulunurken etraftan geçenlere küçük taşlar atarlar ve onlarla alay ederlerdi. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 29, bab: 2, Hadis no: 3190

Böylece edepsizce davranışlarda bulunurlardı. Taberi de, hakkında hadis bulunması sebebiyle bu görüşü tercih etmiştir.

Hazret-i Lût'un bu sözlerine karşılık kavmi ona şu cevabı vermiştir: "Eğer sen, söylediklerinde doğru olan ve vaaddettiğini yerine getiren birisi isen o vaadettiğin azabı bize getir de görelim."

30

Lût: "Rabbim, bu bozguncu kavme karşı bana yardım et." dedi.

Hazret-i Lût, kavminin iman etmesinden ümit kesince rabbine yalvardı ve onlara karşı rabbinden imdat istedi. Allahü teâlâ da ona melekleri gönderdi. Melekler önce Hazret-i İbrahim'e uğrayıp ona, bir oğlu olacağını müjdelediler, Lût kavmini de helak edeceklerini bildirdiler. Nihâyet Cebrâil (aleyhisselam) Lût kavmim yaşadığı bölgeyi göğe kaldırıp altını üstüne çevirerek yere bıraktı ve Allah, bunların üzerine ateşten taş yağdırdı ve onların yerlerini pis kokan ölü bir göl haline getirdi ve kıyamete kadar insanlara ibret olacak bir şekle soktu.

31

Meleklerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman: "Biz bu ülkenin halkını helak edeceğiz. Çünkü buranın halkı zalimdir." dediler.

Melekler, İbrahim'e oğlu İshak'ı müjdelemek için uğradıkları zaman ibrahim'e: "Biz, Lût'un yaşadığı Sodom ülkesinin halkım helak edeceğiz; Zira oranın halkı Allah'a karşı günah işleyerek kendilerine zulmeden bir topluluktur." dediler.

32

İbrahim: "Orada Lût da var." deyince, melekler şöyle dediler: "Biz orada kimin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Lût'u da ailesini de mutlaka kurtaracağız, yalnız helak edileceklerden olan karısı hariç,"

Melekler İbrahim'e, Sodom halkını helak edeceklerini bildirince ibrahim orada Lût'un da bulunduğunu hatırlatarak meleklere: "Sodom'da Lût da var." dedi. Melekler: "Biz orada kimin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Biz, Lût'u da ona iman eden ailesini de mutlaka kurtaracağız. Yalnız karısı kurtulamayacaktır. Çünkü o, Lût'a iman etmeyip geride kalanlardan oldu. Bu sebeple helak olacaktır." dediler.

33

Meleklerimiz Lût'a gelince, Lût (Kavminin onlara sarkıntılık edeceğinden korkarak) fenalaştı ve sıkıntıya düştü. Melekler şöyle dediler: "Korkma, üzülme biz seni ve aileni mutlaka kurtaracağız. Yalnız geride kalıp helak edileceklerden olan karın hariç.

Misafir şeklinde gelen meleklerin Lût'un hoşuna gitmemesi ve sıkıntıya düşmesi, kavminin onlara sataşıp çirkin işlerini onlara da yapacaklarından korkmasındandir. Melekler Lût'un bu halini hissedince onun maneviyatım güçlendirmişler, onun korkmamasını ve üzülmemesini bildirmişlerdir.

Başka bir âyette de beyan edildiği gibi Lût'un, Sodom şehrini terkederek, gecenin bir bölümünde oradan çıkıp gitmesini söyleçnişler ve ona iman edenler dışında kavmini helak edeceklerini bildirmişlerdir.

34

Yaptıkları fenalıklar yüzünden, biz bu ülke halkının üstüne gökten mutlaka bir azap indireceğiz."

Melekler sözlerine devamla şöyle demişlerdir: "Biz bu ülke halkının üzerine yaptıkları hayasızlığın bir cezası olarak gökten bir azap indireceğiz" Bu azap taşlar yağması ve ülkelerinin altının üstüne çevrilmesidir.

35

Şüphesiz ki biz, aklını kullanan bir kavim için, helak ettiğimiz ülkelerden geriye apaçık bir ibret bıraktık.

Sodom halkından geriye kalan en belirgin ibret, çevresine pis kokular saçan ve "Ölü göl" diye adlandırılan Lût gölüdür.

36

Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'i Peygamber olarak gönderdik. Şuayb onlara: "Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, âhîret gününü arzu edin yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." dedi.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de Şuayb (aleyhisselam)ı Medyende yaşayan kavme Peygamber olarak gönderdiğini, Şuayb (aleyhisselam)ın, kavmini, yalnızca Allah’a kulluk etmeye ve âhiret gününün sevabını istemeye ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamaya davet etmiştir. Fakat kavmi onu dinlememiştir.

37

Fakat onlar Şuayb'ı yalanladılar. Bunun üzerine şiddetli bir deprem onları yakalayıverdi de evlerinde dizüstü çökekaldılar.

Kavmi Şuayb (aleyhisselam)ı yalanlayınca Allah onları, çığlık koparan bir sarsıntı ile yakalayıverdi ve onlar bulundukları yurtlarında dizüstü çökekalıp öldüler.

38

Biz, Âd ve Semud kavimlerini de helak ettik. Bu, geride kalanların yerlerinden de size belli olmaktadır. Şeytan, yaptıkları kötülükleri kendilerine süsleyip güzel göstererek onları doğru yoldan uzaklaştırmıştı. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumdaydılar.

Ad kavmi, Yemen'de "Hadramut" şehrine yakın olan "Ahkaf' bölgesinde yaşıyorlardı. Semud kavmi ise Mekke'ye yakın bir yerde bulunan "Hicr" bölgesinde yaşıyorlardı.

Araplar, bu kavimlerin yaşadıkları yerleri iyi biliyor ve oralardan geçiyorlardı. Âyet-i kerime, işte helak olan bu iki kavmi tekrar ibret nazarlarına sunmaktadır.

39

Biz Karun'u, Firavnu ve Hâmân'ı helak ettik. Doğrusu Mûsa kendilerine apaçık delillerle gelmişti de, yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Onlar, azabımızdan kaçıp kurtulamazlardı.

40

Biz onların herbirini günahları yüzünden cezalandırdık. Kiminin üstüne taş yağdıran kasırga gönderdik, kimini korkunç bir çığlık yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Aslında Alan onlara zulmetmedi fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.

Daha önce geçen âyetlerde beyan edildiği gibi Karun, İsrailoğullarından, büyük bir servete sahibolan ve malından Allah yolundan harcamayan ve bu sebeple eviyle birlikte yerin dibine geçirilen bir kimsedir. Firavun ise Hazret-i Mûsa zamanında Mısır'ın kralı olan ve sonunda denizde boğulan birisidir. Hâmân da Firavunun veziridir. Firavun da Hâmân da Allah’ı inkâr eden Kıpti terdendir.

Âyet-i kerime’de zikredilen ve üzerlerine taş yağdığı belirtilenler Lût kavmidir. Çığlıkla yakalananlar ise Semud kavmi ve Medyen halkıdır. Yere geçirilen kimse Karun, Suda boğulan ise Nuh (aleyhisselam)ın kavmi ve Firavundur.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Aslında Allah onlara zulmetmedi fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler," buyurulmaktadır. Bu ifade şöyle izah edilmektedir: "Allahü teâlâ yarattığı bu ümmetleri, başkalarının suçundan dolayı değil bizzat kendilerinin işlemiş oldukları suçlardan dolayı helak etmiştir. Zira bunlar, rablerini ve rablerinin kendilerine vermiş olduğu çeşitli nimetleri inkâr etmişler ve Allah'ı bırakıp putlara tapınışlardır.

41

Allah’tan başka dostlar edinenler, kendine yuva yapan örünceğe benzerler. Eğer bilseler, evlerin en zayıfı örümcek evidir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kendisini bırakıp putlara tapanları ve onlardan medet umanları, ihtiyaç hissedildiğinde hiçbir fayda görmeme bakımından, kendisine yuva yapan örümceğe benzetrnektedir. Zira örümcek bütün Çabasını harcayarak kendisine barınak yapar ve o barınağın kendisini koruyacağını zanneder. Fakat korunması gerektiği bir anda o barınağın ona hiçbir faydası olmaz. Allah’ı bırakıp başkalarını dost edinenler de tıpkı bu örümcek gibidirler.

Darda kaldıklarında bu dostlarının kendilerine yardımcı olacaklarını sanarlar. Fakat darda kaldıklarında bütün bunların kendilerinden uzaklaştıklarım görürler.

42

Şüphesiz Allah onların, Allah’ı bırakıp da taptıkları şeyi çok iyi bilir. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, kendisini bırakıp da başka varlıklara tapanları ve kendisine ortak koşanları tehdit etmekte ve onların bütün yaptıklarını bildiğini beyan etmekte ve onları mutlaka cezalandıracağını haber vermektedir. Zira Allah, herşeye galiptir, yaptıklarında hikmet sahibidir.

43

Biz bu misalleri insanlara açıklıyoruz. Bunları ancak âlimler anlar.

Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde sivrisinek ve örümcek gibi bir kısım varlıkları misal olarak zikredince Kurayş'in beyinsizleri bu âyetleri alaya alıyorlardı. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Kur'an-ı Kerimde zikrettiğini ancak ilmin derinliklerine inen âlimlerin anlayabileceklerini beyan etmiş ve cahillerin bunları anlamamasının Kur'an'ın bir eksikliği değil kendilerinin kusuru olduğunu ortaya koymuştur.

44

Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Şüphesiz ki bunda, mü’minler için büyük bir ibret vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de yüce kudretinden haber vererek gökleri ve yeri gerektiği gibi yarattığını ve bunların yaratılışında Allatan birliğini ve kudretini gösteren büyük bir delil bulunduğunu bu delili de mü’minlerin idrak edebileceklerini beyan ediyor.

45

Ey Rasûlüm, sana vahyolunan kitabı oku. Namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki namaz, insanı fuhuş ve kötü şeylerden alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, ne yaptığınızı çok iyi bilir.

Ey Rasûlüm, Kur'andan sana indirilen âyetleri insanlara oku. Allah'ın sana farz kıldığı namazı gereği gibi kıl. Şüphesiz ki namaz insanı hayasızlıktan ve çirkin şeylerden korur.

Kulu hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyan namazdan maksat, Abdullah b. Ömer'den nakledilen bir görüşe göre camilerde okunan Kur'andır. Ancak Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'ud'dan nakledilen ve Taberi tarafından da tercih edilen kuvvetli görüşe göre ise burada zikredilen namazdan maksat, bilinen namazdır.

Abdullah b. Abbas bu hususta şöyle demiştir: "Kıldığı namaz bir kimseyi hayasızlıktan ve kötülükten alıkoymuyorsa o kişi,"namazıyla Allah’tan uzaklaşıyor demektir."

Abdullah b. Mes'ud da: "Kıldığı namaz bir kimsenin iyilik yapmasını sağlamıyor ve kötülükten alıkoymuyorsa o kişinin bu namazı onu ancak Allah’tan uzaklaştırır." demiştir.

Taberi, namazın kulu, hayasızlıktan ve kötülüklerden nasıl koruduğunu izah ederken özetle şöyle diyor: "Şâyet namazın içinde, kulu, hayasızlıktan ve kötülüklerden men eden âyetler okunmasa bile kul en azından namazla meşgul olduğu anda hayasızlık ve kötülük yapmaktan beri olur.

Âyet-i kerime’de: "Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir." buyurulmaktadır. Âyet-i kerime’nin bu bölümü, sahabi ve tabiin tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

Selman-i Farisi, Ümmü Derda ve Katade'den nakledilen görüşe göre âyet-i kerime’nin manası, mealde verildiği gibidir. Ümmü Derda demiştir ki: "Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Çünkü namaz kılman Allah’ı anmaktır. Oruç tutman Allah’ı anmaktır. Yaptığın her hayırlı iş Allah’ı anmaktır. Kötülükten her kaçınman Allah’ı anmaktır. Allah’ı anmanın en efdali ise onu layık olmadığı sıfatlardan arındırmaktır.

Selman-ı Fârisi, "Amellerin en üstünü hangisidir?" diye sorana: "Kur’an’ı okumuyor musun? Elbetteki Allah’ı zikretmek en üstün ibadettir. Onu zikretmekten daha üstün bir ibadet yoktur." demiştir.

Abdullah b. Abbas, İkrime, Atiyye, Mücahid ve diğer bazı müfessirlere göre ise bu âyetin manası şöyledir: "Allah'ın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyüktür." Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Abdullah b. Rabia diyor ki: "Birgün Abdullah b. Abbas bana dedi ki: "Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir." ifadesini anlıyor musun?" Dedim ki "Evet anlıyorum." "O halde ne demektir?" dedi. Dedim ki: "Namazın içinde Allah’ı tesbih etmek, ona hamdetmek, onu yüceltmek ve ayrıca Kur'an okumak ve benzeri şeyler yapmaktır." Dedi ki: "Sen acaip şeyler söyledin." Bunun manası o değildir. Bunun manası şudur: "Allah birşeyi emredip veya yasaklar da sizler o emir ve yasağın icabını yaparken Allah’ı düşünürseniz, Allah sizi, sizin onu düşünmenizden daha çok düşünür."

Ebû Mâlik ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Namazın içinde Allah'ın kulunu anması namazdan daha büyüktür."

İbn-i Avn ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Kulun kıldığı namaz ve o namazın içinde Allah’ı anması, namazın o kulu, fuhuş ve kötü şeylerden alıkoymasından daha büyüktür."

46

İçlerinde zulmedenler hariç, kitap ehliyle en güzel şekilde mücadele edin ve şöyle deyin: "Biz, bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir. Biz yalnız ona boyun eğeriz.

Ey iman edenler, siz, kitap ehli olan Yahudi ve Hiristiyanlarla güzel sözlerle mücadele edin. Onları Allah’a, ilahi delilleri ortaya koyarak davet edin. Kitap ehlinden, zulmedenlere ise bu şekilde davranmayın.

Kitap ehlinden zulmedenlerin kimler oldukları hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir.

Mücahid ve Said b. el-Müseyyeb'e göre kitap ehlinden zulmedenler, boyun eğerek müslümanlara cizye vermeyi kabul etmeyen ve onlara karşı savaşanlardır. Kitap ehlinin böyle olanlarıyla artık güzel sözlerle tartışma yoktur. Bunlarla, müslüman oluncaya veya cizye vermeyi kabul edinceye kadar savaşılır. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

İbn-i Zeyd'e göre ise, kitap ehlinin zulmedenlerinden maksat, onların, İslama iman etmeyenleridir. Bu görüşe göre âyetin manası şöyledir: "Ey iman edenler, siz, kitap ehlinden, Allah’a ve peygamberi Muhammed'e iman edenlerle, önceki dinlerinde mevcut olan meseleleri size anlattıklarında onlarla ancak en güzel bir şekilde mücadele edin. Zira onların size anlattıkları şeyler olabilir. Ancak kitap ehlinden, İslama iman etmeyen ve böylece zalim olanlarla ise savaşın." Âyeti bu şekilde yorumlayanlar bu âyetin mensuh olmadığını, hükmünün halen yürürlükte olduğunu söylemişlerdir.

Katade'ye göre ise bu âyet-i celile mensuhtur. Bunu nesneden âyet ise Tevbe suresinin yirmidokuzuncu âyetidir. Bu âyette, artık kitap ehline boyun eğip cizye vermedikleri için onlara iyi davranılmayacağı, onlarla savaşılacağı emredilmektedir. Bu âyet inmeden önce ise, kitap ehlinin zalim olmayanlarına karşı iyi davranilması ve zalim olanlarına ise sert davranılması emredilmişti.

Âyet-i kerime’nin son bölümünde Allahü teâlâ, mü’minlere şöyle emretmektedir. "Kitap ehline deyin ki: "Biz, bize indirilen Kur'ana da size indirilen Tevrat ve İncile de iman ettik. Bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir biz, onun emirlerine boyun eğer ve yasaklarından kaçınırız."

Âyet-i kerime’nin bu bölümü, kitap ehlinin, kendi dinlerindeki malumatları anlattıktan zaman, mü’minlerin o anlatılanları tasdik veya inkâr etmeksizin ihtiyatla karşılamalarını hükme bağlamaktadır. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki:

"Kitap ehli Tevratı İbranice okuyor ve müslümanlara Arapça olarak açıklıyorlardı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; "Siz, kitap ehlini ne tasdik edin ne de yalanlayın. Deyin ki: "Biz, Allah’a ve bize indirilene iman ettik... Buhari, K. Tefsir el-Kur'ari, Sûre 2, bab: 11

47

Ey Rasûlüm, sana da kitap indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ederler. Şunlardan da ona iman eden vardır. Bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder.

Ey Rasûlüm, senden önce gelen peygamberlerden bir kısmına kitap indirdiğimiz gibi sana da bu kitabı indirdik. Senden tönce kendilerine kitap verdiklerimiz sana indirdiğimiz bu kitaba iman ediyorlardı. Kitap ehlinden halihazırda mevcut olanların bir kısmı da sana indirilen kitaba iman eder. Bizim âyetlerimizi, ancak, nimetlerimize karşı nankörlük edenler ve bizim birliğimizi kabul etmeyenler inkâr ederler.

48

Sen, Kur'andan önce ne bir kitap okuyor ne de dinle yazıyordun. Öyle olsaydı batıla uyanlar, şüpheye düşerlerdi.

Ey Rasûlüm, sana indirdiğimiz bu kitaptan önce sen, okuyamıyordun ve yazı da yazmıyordun. Sen okur yazar olmayan biriydin. Şâyet sen, bu kitap sana indirilmeden önce okuyan veya yazan birisi olsaydın senin peygamberliğin hakkında ve sana rabbin katından gönderilen vahiy hakkında batıla dalanlar şüpheye düşerlerdi. Sana vahyedilenlerin, kehanet, öncekilerin efsaneleri ve birtakım kafiyeli sözler olduğunu söylerlerdi.

Tercih edilen görüşe göre, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatının sonuna kadar yazı yazmayı öğrenmemişti:

Bir kısım âlimler, Resûlüllah’ın, Hudeybiye musalahasmda, antlaşma metninin düzeltilen kısmını bizzat kendi eliyle yazdığını söylemişlerse de bu görüş kabule şâyân görülmemiş ve Resûlüllah’ın emriyle yapıldığı için o yazmış gibi ifade edildiği beyan edilmiştir.

49

Bilakis Kur'an, kendilerine ilim verilenlerin kalblerinde korunan apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.

Müfessirler bu âyet-i kerime’yi iki şekilde izah etmişlerdir. Bunlardan birisi, mealde verildiği gibidir. Diğeri ise şöyledir:

Abdullah b. Abbas, Dehhak, Katade ve İbn-i Cüreyc bu âyetin izahında şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in sıfatlanın Tevrat ve incil'de beyan etmiş ve onları okuyanları bildirmiştir.

Resûlüllah’ın peygamberliğinin alametlerinin okur-yazar olmaması hususu olduğu kitaplarda beyan edilmiştir. İşte bu beyanat bu kitapları okuyan insanların kalbinde apaçık bir delildir. İşte bu âyet-i kerime bunu izah etmektedir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

50

Kâfirler: "Ona da rabbinden mucizeler indirilse ya." dediler. Onlara "Bütün mucizeler ancak Allah katindandır. Ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım," de.

Kureyş müşrikleri: "Salih'e deve verildiği, İsa'ya gökten sofra indirildiği gibi Muhammed'e de rabbi tarafından bir mucize indirilse de bize karşı delil gösterse ya." dediler. Ey Rasûlüm, de ki: "Bütün mucizeler Allah katındandır. Onun dışında mucize getirmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım. Ben sizleri, İnkârcılığınız sebebiyle Allah'ın azabı ve şiddetiyle uyarıyorum."

51

Sana indirdiğimiz ve sana okunup duran kitap, onlara yetmedi mi? Şüphesiz ki bunda, iman eden bir kavim için bir rahmet ve öğüt vardır.

"Muhammed'e rabbi tarafından bir mucize indirilse ya." diyen müşriklere, sana indirdiğimiz ve kendilerine okunan Kur'an mucize olarak yetmez mi? " Şüphesiz ki sana indirilen bu kitapta, kendisine iman edenler için rahmet ve öğüt vardır.

Taberi bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında Yahya b. Ca'de'den şunu Rivâyet etmektedir: "Bir kısım müslümanlar Yahudilerin söylediklerinden bazı şeyleri kitaplara yazarak Resûlüllah'a getirmişlerdir. Resûlüllah o kitaplara bakmış ve onları kaldırıp atmıştır sonra onlara şöyle demiştir: "Bir kavmin, Peygamberinin getirdiğini bir tarafa bırakarak Peygamberleri dışındaki birinin başka kavimlere getirdiği şeylere rağbet etmesi ahmaklık veya sapıklık olarak o kavme yeter."

52

Sen onlara şöyle de: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerdekileri bilir. Bâtıla inanıp Allah’ı inkâr edenler, İşte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Ey Rasûlüm, sana, "Rabbi tarafından ona bir mucize indirilse ya." diyen kâfirlere de ki: "Benimle sizin aranızda lehime ve aleyhime şahit olarak Allah kâfidir. Çünkü o, bizlerden, kimin hak kimin de bâül üzere olduğunu çok iyi bilir. Zira o, göklerde ve yerde olanları bilir. Hiçbir şey ona gizli değildir. O, bizden, herbirimize layık olduğu karşılığı verecektir. Allah'a ortak koşma gibi bir bâtıla iman edip Allah'ı inkâr edenler, işte onlar, zarara uğrayanlardır, hüsrana düşenlerdir. Allah onları, kıyamet gününde, yaptıklarının karşılığı ile cezalandıracaktır.

53

Onlar senden azabın acele indirilmesini istiyorlar. Eğer tayin edilen bir müddet olmasaydı azap onlara gelmişti. Şüphesiz ki azap onlara hiç haberleri olmadan ansızın geliverecektir.

Ey Rasûlüm, sana bir mucize gelmesini isteyen bu müşrikler: "Ey Allah’ım eğer bu Kur'an, nezdinden indirilmiş hak bir kitapsa gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakıcı bir azap ver. Enfal sûresi, âyet: 32 şeklindeki sözleriyle, senin, kendilerine derhal bir azap getirmeni isterler. Şâyet onları helak etmek için tayin edilen bir vade olmamış olsaydı azap onlara, haberleri olmadığı bir anda aniden gelip onları yakalayıverirdi.

54

Senden azabın biran önce inmesini istiyorlar. Halbuki cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır.

Ey Rasûlüm, bu müşrikler, senden, azabın acele gelmesini isterler. Cehennem ateşi onları çepeçevre kuşatmaktadır. Onların sadece onun içine girmekten başka bir çareleri olmayacaktır.

55

O gün azap kendilerini tepelerinden ve ayaklarının altından saracak, Allah onlara "Yaptıklarınızın cezasını tadın," diyecektir.

Kıyamet gününde azap, kâfirleri üstlerinden ve ayaklarının altından saracaktır. Ve onlara: "Dünyada işlediğiniz kötülüklerin karşılığı olarak bu azabı tadın." diyecektir. İşte o zaman azabın ne olduğunu anlayacak ve pişman olacaklardır. Fakat pişmanlık bir fayda vermeyecektir.

56

Ey îman eden kullarım, şüphesiz ki benim yeryüzüm geniştir. O halde sadece bana ibadet edin.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, mü’min kullarına, dinî hükümleri rahatça yaşayamadıkları yerleri terkedip o hükümleri rahatça yaşayabilecekleri yerlere hicret etmelerini emrediyor ve yeryüzünün geniş olduğunu bildiriyor.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor; Ülkeler Allah'ın ülkesi, kullar Allah'ın kuludur. Sen nerede hayır görürsen orada yerleş. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.l S. 166

Evet, geçmişte mü’minler, Allahü teâlânın bu emrine uyarak ülkeleri olan Mekke'yi bırakıp Habeşistan veya Medine gibi yerlere hicret etmiş oralarda dinlerinin hükümlerini rahatça yaşamışlardır.

57

Her can mutlaka ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Allahü teâlâ bundan önceki âyette hicret etmeyi ve sadece kendisine kulluk edilmesini emretmiş bu âyette ise hicret etmeye hiçbirşeyin engel olmaması gerektiğini açıklamıştır. Zira ister hicret etsin ister etmesin her canh ölümü tadacaktır ve Allah'ın huzuruna çıkarılarak hesap verecektir. Hicret etmeyenler, rahat yaşadıkları vatanlarında ebedi olarak kalmayacaklardır.

58

İman edip salih ameller işleyenleri, cennette mutlaka altlarından ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Salih amel işleyenlerin mü ka fanti ne güzeldir.

59

Onlar, sabreden ve rablerine tevekkül edenlerdir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde bizlere, kendisine itaatte sabredenlere, âhirette hazırladığı nimetleri haber vermektedir.

60

Canlılardan niceleri vardır ki, kendi rızıklarını taşımaktan acizdirler. Onları da sizi de riziklandiran Allah'tır. O, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.

Allahü teâlâ, Resûlüllah’ın sahabilerinden iman edenlere, hicret etmelerini, Allah yolunda cihad etmelerini emrettikten sonra, her canlının mutlaka ölümü tadacağını, iman edenlerin âhirette büyük mükafaatlara ereceğini haber vermiş bu âyette de hicret ve cihad etmeleri istenen mü’minlerin, fakirlikten ve rızık darlığından korkmamaları emredilmiştir. Zira yeyip içmeye muhtaç nice varlıklar vardır ki onlar, rızıklarını biriktirip saklayacak güçte değillerdir. Bugünden yarının nzkıni saklamatan âcizdirler. Fakat Allah onları da rızıklandırıyor. Zira o, her yalvaranın dileğini işiten ve herşeyin halini bilendir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Şâyet sizler Allah'a hakkıyla tevekkül edecek olursanız o sizleri, sabahleyin aç kannla gidip akşama kannları dolu olarak dönen kuşlar gibi rızıklandırır. Tirmizî K. ez-Zühd, bab: 3, Hadis no: 2344 /İbn-i Mâce, K. ez-Zühd, bab: 14 Hadis no-4164 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.l S, 50-52

61

Yemin olsun ki eğer onlara: "Gökleri ve yeri yaratan , güneşi ve ayı hizmete âmâde kılan kimdir?" diye sorsan, muhakkak: " Allah’tır." derle. O halde nasıl döndürülüyorlar?

Ey Rasûlüm, yemin olsun ki sen, Allah’a ortak koşan kafirlere: "Gökleri ve yeri kim yaratıp düzene soktu? Güneşi ve ayı kullarının hizmetine kim verdi? diye soracak olsan onlar, "Bunlan yaratan ve yapan Allah’tır." diyeceklerdir. O halde onlara ne oluyor da, bunlan yaratan rablerine kulluk etmekten döndürülüyorlar? Başka şeyleri ona denk tutuyorlar?

62

Allah, kullarından dilediğinin rızkını bol verir, dilediğinin rızkını da kıt verir. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, rızıkların kendi elinde olduğunu, yaratıklarından dilediğinin rızkını bol verip dilediğini daralttığını ve herkesin halini bildiğini beyan ediyor. Böylece rızık korkusuyla cihad ve hicret gibi dünyadaki ciddi amellerden geri durulmamasını bildiriyor.

63

Yemin olsun ki eğer onlara; "Gökten su indirip onunla yeryüzüne öldükten sonra tekrar hayat veren kimdir? "-diye sorsan mutlaka "Allah’tır." derler. Sen de: "Allah’a hamdolsun." de. Fakat onların çoğu yine de akıllarını kullanıp düşünmezler.

Bu âyet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi, Allah’a ortak koşan müşrikler, onun, herşeyin yaratıcısı olduğunu, rızıklan onun verdiğini, göklerden yağmur indirip onunla yeryüzünde çeşitli bitkileri kendisinin bitirdiğini kabul etmekte fakat bununla beraber Allah’a yardımcı olurlar inancıyla bir kısım putlan ve benzeri şeyleri ona ortak koşmaktadırlar. Allahü teâlâ, şirkin her türlüsünü ortadan kaldırmak ve tevhid inancım sağlamlaştırmak için Resûlüllah’a bu gibi âyetlerle telkinde bulunuyor ve onu, müşrikleri uyarmakla görevlendiriyor.

64

Bu dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret bayatı ise, şüphesiz asıl hayat odur. Keşke bilselerdi.

Müşrikleri zevkü sefa ile yaşamış oldukları bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundur. İnsanların nefsini zevklendirir. Sonra kısa bir zamanda gelip geçer. Âhiret yurdunda ise ölüm yoktur. O, devamlıdır. Bu itibarla asıl hayat, âhirette yaşanacak hayattır. Eğer müşrikler bunu idrak edecek olsalar Allah’a ortak koşmaktan vazgeçer ve sadece ona kulluk ederler.

65

Onlar gemiye binip tehlikelerle yüzyüze geldiklerinde dini sadece Allah’a tahsis ederek ona yalvarmaya başlarlar. Fakat Allah kendilerini sağ salim karaya çıkarıp kurtarınca da hemen ona ortak koşmaya başlarlar.

Müşrikler, denizde gemiye bindikleri zaman orada boğulacaklarından ve helak olacaklarından korkunca yalnızca Allah’tan yardım dilerler ve sadece ona boyun eğerler. Artık putlarından ve Allah’a ortak koştukları şeylerden yardım istemeyi bırakırlar. Allah onları tehlikelerden kurtarıp karaya ulaştırınca da hemen Allah’a ibadette ona ortaklar koşarlar ve putlarını da Allah ile birlikte rabler edinirler.

*Muhammed b. İshak diyor ki: "Resûlüllah Mekke'yi fethedince, henüz müslüman olmamış olan İkrime b. Ebû Cehl Mekke'den çıkıp Habeşistan'a doğru yola çıkmıştır. Oraya gitmek için gemiye binmiş ve gemi fırtınaya yakalanmış, gemide bulunanlar: "Ey insanlar, sadece rabbinize yalvarın zira sizi buradan ondan başka kimse kurtaramaz." demişlerdir. Bunun üzerine İkrime b. Ebû Cehl, şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki bizleri denizde kurtarıyorsa karada da ondan başka kimse kurtaramaz. Ey Allah’ım, sana kesin söz veriyorum, eğer beni buradan sağ salim çıkaracak olursan gidip elimi Muhammedin eline vereceğim ve onu şefkatli ve merhametli biri olarak bulacağım." Evet, İkrime dediğini yapmış Resûlüllah da ona beklediği gibi davranmıştır.

66

Onlar, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler ve arzularınca eğlensinler bakalım. Yakında bileceklerdir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, denizde fırtınalara tutulup boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca herşeyi unutup sadece Allah’a yalvaran, karada selamete çıkınca da tekrar Allah’a ortak koşmaya başlayan insanlar için buyuruyor ki: "Allah'ın kendilerine verdiği nimetlere nankörlük etsinler ve zevk-ü sefa içinde yaşasınlar bakalım. Yakında, Allah'ın kendileri için hazırladığı azabı görünce neyin ne olduğunu çok iyi bileceklerdir.

67

Çevrelerinde, insanlar kaçırılıp zulmedilirken, bizim, Mekke'yi mukaddes ve emin bir halde yaptığımızı görmediler mi? Bâtıla inanıp da Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?

Kureyş müşrikleri, Allah'ın, kendilerine birtakım özel nimetler verdiğini görmezler mi ki Muhammed'e iman etmiyorlar? Biz onların içinde yaşadıkları topraklan mukaddes ve güvenli bir bölge yapmadık mı? Halbuki çevrelerinde bulunan memleketler yağma ediliyor. İnsanlar kaçırılıp götürülüyorlar. Onlar, Allah'a ortak koşma gibi bir batıla iman ediyor da Allah'ın kendilerine verdiği bu özel nimete karşı nankörlük mü ediyorlar?

68

Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendine gelen hakkı yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirlerin sanki cehennemde barınacak yeri mi yok?

Bir hayasızlık işlediklerinde: "Atalarımızı böyle bulduk. Bunu yapmamızı bize Allah emretti." diyerek Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendisine Allah'ın bir olduğu gerçeği geldiği halde onu yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Sanki cehennemde kafirler için bir karargah ve bir barınak yok mudur?

69

Uğrumuzda cihad edenlere, biz mutlaka yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah, iyilik edenlerle beraberdir.

Allah’a karşı yalan uyduran veya kendisine hak geldikten sonra onu yalanlayan kâfirlere karşı cihad edenlere doğru yollarımızı mutlaka gösteririz. Şüphesiz ki Allah, kâfirlere karşı savaşarak Allah'ın peygamberine ve dinine yardım edenlerle beraberdir. Onları destekler ve onlara yardım eder.

0 ﴿