RUM SÛRESİ

Rum Sûresi altmış âyettir. 17 âyeti Medine'de, diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.

Bu Sûre-i Celile, Rumların, İranlılarla yapmış oldukları savaşta yenildikten sonra birkaç sene içinde galip geleceklerini beyan ederek başlıyor. "Rum Süresi" olarak adını da buradan alıyor.

O zamanlar İranlılar putperestti. Rumlar ise ehl-i kitaptı ve Hıristiyandı. Müşrikler, Hıristiyan olan Rumların mağlup olmalarına sevinmişlerdi. İşte Kur'an-ı Kerim bu Surenin ilk âyetleriyle, yakında Rumların galip geleceklerini beyan etmiş ve sonunda da Kur'an-ı Kerimin verdiği haber tahakkuk etmiş Rumlar, yani Bizanslılar İranlıları mağlup etmişlerdir.

Sûre-i Celile, bunun, Allah'ın bir vaadi olduğunu ve Allah'ın da verdiği vaadden hiçbir zaman caymayacağını beyan ediyor. Ve insanların, yeryüzünde gezip dolaşmalarını ve kendilerinden önce geçen kavimlerin güçlü ve kuvvetli olmalarına, toprağı onlardan daha fazla işlemiş olmalarına rağmen kendilerine de mucizelerle Peygamberler geldiği halde o peygamberleri yalanlamaları sebebiyle helak olup gittiklerini, onların kalıntılarına bir ibret nazarıyla bakılmasını tavsiye etmektedir.

Bütün varlıkları yoktan var eden Allah'ın, onları tekrar dirilteceği, kıyametin koptuğu gün suçluların bütün ümitlerini kaybederek susacakları, dünyadayken Allah’a ortak koştukları şeylerden kendilerine herhangi bir şefaatçinin bulunmayacağı, kıyamet koptuğu gün de mü’minlerle kâfirlerin birbirlerinden ayrılacakları, iman edip salih amel işleyenlerin cennet nimetleriyle mesrur olacakları, inkâr edip âyetleri yalanlayanların ise cehennem azabına atılacakları beyan edilmektedir.

Göklerde ve yerde Hamd'e layık olanın yalnızca Allah olduğu, Allah'ın, ölüden diriyi diriden de ölüyü çıkardığı, insanları topraktan yaratıp yeryüzüne yaymasının, onun varlığının delillerinden olduğu ifade ediliyor.

Allahü teâlânın, insanlara kendi cinslerinden eşler var etmesi, dillerin ve renklerin değişik olması, gecenin ve gnüdüzün var edilmeleri, korku ve ümit vermek için şimşeğin yaratılmasının da Allahü teâlânın delillerinden oldukları açıklanıyor.

İnsanlara bir zarar dokundumu rablerine yönelerek ona yalvardıkları, bir rahmet tattırıldığı zaman da onunla sevinip şımardıkları, işledikleri günahlar yüzünden başlarına bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe kapıldıkları beyan ediliyor.

Akrabaya, yoksula, yolda kalmış yolcuya haklarının verilmesi, faizin ise çok kötü birşey olduğu fakat zekatın buna benzemediği beyan ediliyor. Karada ve denizde çıkan fesadın, insanların kendi elleriyle işledikleri günahlar yüzünden meydana geldiği, Allah'ın, onlardan bir kısmının cezasını, belki bu kötü hareketlerden çekinirler diye insanlara tattırdığı açıklanıyor.

Kur'an-ı Kerimin birçok âyetinde olduğu gibi burada da tekrar, insanların, yeryüzünde gezip dolaşmaları, Allah’ı ve onun gönderdiği peygamberleri yalanlayanların akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bakılması emredilmektedir. Geleceği kesin olan kıyametin gelip çatmadan İslama dönülmesi emred ilmektedir.

Daha önceki ümmetlere de Peygamberler gönderildiği fakat onların da peygamberlerini yalanladıkları haber verilerek, müşriklerin kendisini inkâr etmeleri sebebiyle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) teselli edilmektedir.

Ölülerin, sağırların, kalb gözleri körelmiş insanların ilahi daveti duyup ona uymayacakları beyan ediliyor.

Allahü teâlâ, müşriklerin, İnkârcıların direnmelerine karşı peygamberimize sabretmesini, imanında samimi olmayanlara da üzülmemesini, kendi vaadinin ise mutlaka hak olduğunu beyan ederek Sûre-i Celileyi bitiriyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Elil. Lam. Mîm.

Mukatta'a harfleri hakkında Bakara Sûresinin başında gerekli açıklamalar yapılmıştır.

2

Bak. Âyet 5.

3

Bak. Âyet 5.

4

Bak. Âyet 5.

5

Rumlar size en yakın bir yerde mağlup oldular. Onlar bu mağlubiyetten sonra birkaç sene içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah’ındır. O gün mü’minler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, herşeye galiptir, çokça merhamet edendir.

Farslar Rumlara, size en yakın yerlerden biri olan Şam topraklarında galip geldiler. Farsların Rumlara galip gelmesinden sonra, birkaç yıl içinde Rumlar da onlara galip geleceklerdir. Farsların galip gelmesinden önce de sonra da emir Allah’ındır. O, yarattıkları hakkında dilediğini yapar. Bir kısmını diğerlerine galip getirir veya mağlup ettirir. Rumların Farslara galip gelecekleri günde ise, Allah'ın, kitap ehli Rumlara yardım etmesiyle mü’minler sevineceklerdir. Allah, yarattıklarından dilediğine yardım eder. Nitekim Bedir savaşında yardım etmiştir. Allah, kâfirleri cezalandırmada herşeye galiptir, yarattıklarından tevbe edip onun itaatına dönenlere çokça merhamet edendir.

Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerime’nin izahında şunları zikretmiştir:

"Allah’a ortak koşan müşrikler, Farslıların Rumlara galip gelmesini istiyorlardı. Çünkü onlar da kendileri gibi putperestti. Müslümanlar ise Rumların Parslara galip gelmesini istiyorlardı. Zira Rumlar ehl-i Kitap idiler. Müşrikler, Parsların galip geldiklerini Hazret-i Ebubekir'e haber verdiler. Hazret-i Ebubekir bu durumu Resûlüllah'a bildirdi. Resûlüllah ona: "Fakat yakında Rumlar Farslara galip geleceklerdir." buyurdu. Hazret-i Ebubekir Resûlüllah'ın bu söylediğini müşriklere anlatınca müşrikler şöyle dediler. "Sen, bizimle kendi aranda bir vakit tayin et. Eğer biz (Bizim, tarafını tuttuğumuz Farslar) galip gelirsek şu ve şu şeyleri vereceksin. Şâyet siz (Sizin taraftarı olduğunuz Rumlar) galip gelirseniz size şu ve şu şeyler vardır." Hazret-i Ebubekir aralarında beş sene takdir etti. O dönemde Rumlar Farslara galip gelemediler. Bunun üzerine Hz Ebubekir durumu tekrar Resûlüllah'a anlattı. Resûlüllah da Hazret-i Ebubekir'e: "Sen vadeyi daha fazla yapmadın mı?" dedi. Nihâyet Rumlar Farslara galip geldiler, İşte Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde bu durumu beyan etmektedir.

Süfyan es-Sevrî, Rumların Farslara galip gelmelerinin, Bedir savaşının yapıldığı gün gerçekleştiğini söylemiştir. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 30, bab: 3, Hadis no: 3193 / Ahmed b. Hanbel Müsned, C.1,S.304

Neyar b. Mükerrem el-Eslemî ise Hazret-i Ebubekir ile Mekke müşrikleri arasında geçen bu hadiseyi şöyle anlatır ve der ki:

"Rumlar, size en yakın bir yerde mağlup oldular. Onlar bu mağlubiyetten sonra birkaç sene içinde galip geleceklerdir.." âyet-i kerimeleri nazil olduğu günde Farslar Rumları yenmişlerdi. Müslümanlar da Rumların Farslara galip gelmelerini istiyorlardı. Zira Rumlar, ehl-i kitaptan idiler. Nitekim Allahü teâlânın: "O gün mü’minler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, herşeye galiptir, çokça merhamet edendir." kelamı bunu göstermektedir.

Kureyşliler ise Farsların galip gelmelerini istiyorlardı. Zira bunların her ikisi de ehl-i kitap değillerdi ve âhirete iman etmiyorlardı. Bu âyetler inince Hazret-i Ebubekir çıkıp Mekke'nin çevresinde yüksek sesle: "Rumlar, size en yakın bir yerde mağlup oldular. Onlar bu mağlubiyetten sonra birkaç sene içinde galip geleceklerdir." âyetini okumaya başladı. Kureyş'ten bazı insanlar Hazret-i Ebubekir'e şöyle dediler: "Bu, bizimle sizi ilgilendiren bir mesele. Senin arkadaşın birkaç sene içinde Rumların Farslara galip geleceğini sanmış. Biz, seninle bu hususta bahse girelim mi?" Ebubekir "Evet girelim." dedi. Bu hadise, bahse girmenin haram kılınmasından önce idi. Ebubekir de müşrikler de bahis için bazı mallar ortaya koydular. Müşrikler Ebubekire: "Birkaç sene içinde galip gelecekleri söyleniyor, sen bu birkaç seneyi nasıl takdir edersin?" "Birkaç" ifadesi, üç ile dokuz arasında bir sayıyı ifade eder sen bu sayıyı yarıya böl, biz onun üzerinde karar kılalım." dediler. Böylece aralarında altı sene kararlaştırıldı. Aradan altı sene geçti Rumlar Farslara galip gelemediler. Böylece müşrikler, Ebubekir'in bahis için ortaya koyduğu malları aldılar. Yedinci sene girince Rumlar Farslara galip geldiler. İşte o zaman müslümanlar, Hazret-i Ebubekirin altı seneye karar vermesini kınadılar. Zira Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde "Birkaç yıl sonra" buyurmuştu.

Neyar diyor ki: "İşte Rumların Farslara galip geldikleri sırada birçok insan müsliiman oldu. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 30, bab; 14, Hadis no: 3194.

6

Bunu Allah vaadetmiştir. Allah, vaadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Rumların Farslara galip geleceğini Allah vaadetmiştir. Allah, mü’minlere verdiği vaadinden asla dönmez. Fakat Kureyş müşrikleri gibi birçok insanlar, Allah'ın, mü’minlere verdiği sözden dönmeyeceğini bilmezler.

7

Onlar, dünya hayatının sadece dış yüzünü bilirler. Onlar, âhiretten tamamen gafildirler.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, müşrik ve kâfirlerin, dünya hayatının dış görünüşünü bildiklerini, âhiretten ise tam bir gaflet içinde olduklarını beyan etmektedir. Kâfirler, dünyadaki yaşantılarında nasıl geçim sağlayacaklarını, kendileri için nelerin faydalı olacağını bilirler. Zira onlar bütün çabalarını dünyayı bilmeye harcarlar. Bu itibarla onlar dünyada nasıl ekip biçeceklerini, nasıl ağaçlar dikeceklerini, hangi sanatları öğreneceklerini, mallarını nasıl kullanacaklarını bilirler. Fakat onlar âhirette, Allah'ın cezasından nasıl kurtulacaklarını Allah'ın iman edenler için vaadettiği mükafaatîara nasıl ereceklerini düşünmezler. Bunlar gafildirler.

8

Onlar kendi kendilerine hiç düşünmezler mi ki, Allah, gökleri, yeri ve aralarındakileri ancak yerli yerince ve belli bir zaman için yarattı? Doğrusu insanların çoğu, rablerinin huzuruna çıkmayı inkâr ederler.

Ey Rasûlüm, kavminden, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler, kendilerine bakıp, Allah'ın onları nasıl yarattığını, gökleri ve yeri ve ikisinin arasında bulunanları, hakkı ayakta tutmak için ve belli bir vadeye kadar yarattığını hiç düşünmezler mi? Bunları yapanın, kendilerini, öldükten sonra diriltmeye kadir olduğunu anlamazlar mı? Ne var ki insanların çoğu, Öldükten sonra diriltilerek rablerinin huzuruna çıkacaklarını inkâr ederler.

9

Onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önceki kavimlerin akıbetleri nasıl olmuş hiç bakmazlar mı? Onlar kendilerinden daha güçlüydüler. Toprağı işlemişler ve onu kendilerinden daha fazla imar etmişlerdi. Onlara da Peygamberleri apaçık delillerle gelmişti. Allah onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmetmişlerdi.

Allah'ın gönderdiği dini yalanlayan ve âhireti inkâr eden kafirler, yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Orada kendilerinden önce yaşayan ve Allah'ın, kendilerine gönderdiği peygamberleri yalanlayan kavimlerin akıbetlerinin ne olduğunu görmezler mi? O helak olan kavimler bu İnkârcılardan daha güçlü kuvvetli idiler. Yeryüzünü daha fazla işlemiş ve onlardan daha fazla imar etmişlerdi. Onlara apaçık delillerle Peygamberlerimiz gelmişlerdi de onlar peygamberlerimizi yalanlamışlardı. Allah da onlara hak ettikleri cezayı vermişti. Allah, on-lan cezalandırarak onlara zulmetmemişti. Fakat onlara Allah’a karşı gelip cezayı hak ederek kendi kendilerine zulmetmişlerdi.,

10

Sonra o kötülük edenlerin akıbeti çok kötü oldu. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini yalanlıyorlar ve onları alaya alıyorlardı.

Kendilerine gelen peygamberleri yalanlayan ve bu sebeple de cezalandırılanların akıbetleri çok kötü oldu. Dünyada iken helake uğradılar. Âhirette ise içinden hiç çıkamayacakları cehenneme atılacaklardır. Çünkü onlar dünyada iken Allah'ın âyetlerini yalanlamışlar ve Allah'ın varlığını ve birliğini bildiren peygamberleriyle alay etmişlerdi.

11

Bütün varlıkları yoktan var eden ve sonra da tekrar diriltecek olan Allah’tır, Sonunda ona döndürüleceksiniz.

Yaratılanları ilk önce, tek başına Allah yaratır. Allah'ın bu hususta ne bir ortağı ne de bir yardımcısı vardır. Sonra Allah, yaratılanları yok ettikten sonra yeniden aynen var edecektir. Sonra onlar, aralarında hüküm verilmek üzere mahşerde Allah'ın huzuruna döndürüleceklerdir. İyilik yapanlar mükafaatlandırılacaklar, kötülük yapanlar ise cezalandırılacaklardır.

12

Kıyamet koptuğu gün, suçlular, bütün ümitlerini kaybedip susarlar.

13

Allah’a ortak koştukları şeylerden kendilerine şefaatçiler bulunmayacaktır, ortak koştukları şeyleri, kendileri bile inkâr edeceklerdir.

Allah'ın, yarattıktan arasında hüküm vereceği o kıyamet gününde, Allah’a ortak koşarak ve dünyada kötü ameller işleyerek suçlu durumuna düşen mücrimler yıkılıp kalacaklardır. Artık onların, Allah’a ortak koştukları şeylerden herhangi bir şefaatçileri bulunmayacaktır. Onlar, ortak koştukları şeyleri reddedeceklerdir. Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "İşte o zaman tâbi olunanlar, kendilerine tabi olanlardan uzaklaşacaklar, azabı görecekler ve aralarındaki bağlar kopacaktır. Bakara Sûresi, âyet: 166

14

Kıyamet koptuğu gün, işte o gün, mü’minlerle kâfirler birbirlerinden ayrılırlar.

15

İman edip salih ameller işleyenler, işte onlar, cennet bahçesinde nimetlendirilip zevk içinde yaşatılırlar.

Kıyametin koptuğu ve yaratılanların Allah'ın huzurunda toplandığı gün, mü’minlerle kâfirler artık birbirlerinden ayrılırlar. Mü’minler sağ taraftan cennete gönderilirler. Kâfirler de sol taraftan cehenneme sevkedilirler.

Allah’a ve peygamberine iman edip salih amel işleyenler ise cennetin gül bahçelerinde zevk içinde yaşatılırlar. Güzel şeyler işitir ve hoşlarına giden şeyleri yer içerler.

16

İnkâr edip âyetlerimizi ve âhiretle buluşmayı yalanlayanlar, işte onlar, cehennem azabına getirilirler.

Allah'ın birliğini inkâr eden, Peygamberlerini yalanlayan, öldükten sonra dirilip ahirette hesap vereceğine inanmayanlar, cehennem azabına getirileceklerdir. Dünyada yalanlamalarının karşılığı olarak o azabı tadacaklardır.

17

O halde akşama girerken de sabaha ererken de Allah’ı tenzih edin, (Namaz kılın)

18

Göklerde ve yerde hamd ona mahsustur. Günün sonunda ve öğle vaktine girince Allah’ı tenzih edin. (Namaz kılın.)

Taberi bu âyet-i kerimeleri şu şekilde izah etmektedir: "Ey insanlar, Allah’ı teshih edin. Yani namaz kılın. Akşamleyin akşam namazını, sabahleyin sabah namazını kılın. Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıkların hamdi Allah’a mahsustur. Gündüzün son bölümünde de Allah’ı tesbih edin, yani ikindi namazını kılın. Öğle vakti girdiğinde de öğle namazını kılın.

Nâfı b. el-Ezrak, Abdullah b. Abas'tan, Allahü teâlânın kitabı olan Kur'an-ı kerimde namazın beş vaktinin zikredilip zikredilmediğini zormuş Abdullah b. Abbas da: "Evet, zikredilmiştir." demiş ve bu iki âyeti okumuştur. Abdullah b. Abbas, bu âyetlerden sonra da şu âyeti okumuştur: "... Sabah namazından önce, öğle sıcağında elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra.. Nur Sûresi, âyet: 58.

Ebû İyad ise Abdullah b. Abbas'ın şunu söylediğini rivâyet etmektedir: "Şu iki âyet, namazın vakitlerini kapsamaktadır. "Akşama girerken Allah’ı tenzih edin..." ifadesi, akşam ve yatsı vaktim gösterir. "Sabaha ererken de Allah’ı tenzih edin." ifadesi sabah vaktini, "Günün sonunda Allah’ı tenzih edin." ifadesi ikindi vaktini. "Öğle vakti girince de Allah’ı tenzih edin." ifadesi ise öğle vaktini gösterir."

Mücahid, Kâtade ve İbn-i Zeyd bu zikredilen vakitlerde Allah’ı tenzih etmekten maksadın, bu vakitlerde namaz kılmak olduğunu söylemişlerdir.

19

O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzüne hayat bahşeder. İşte siz de böyle dirilip çıkarılacaksınız.

Ey insanlar, Allah'ın size namaz kılmayı emrettiği bu vakitlerde namaz kılın. Zira ölü olan meniden diri olan insanı çıkaran ve diri olan insandan ölü olan meniyi çıkaran Allah’tır. Öldükten sonra yeryüzüne hayat bahşeden de O'dur. Öldükten sonra sizleri kabirlerinizden böylece diriltip çıkaracaktır ve sizleri hesap yerine sevkedecektir.

Abdullah b. Abbas, ölüden diri, diriden de ölü çıkarmayı, insanın meniden, meniden de insanın çıkarılması şeklinde izah etmiştir.

Hasan-i Basrî ise bunu, doğum yoluyla kâfirden mü’min, mü’minden de kâfir meydana getirilmesi şeklinde izah etmiştir. Bu izaha göre, diriden maksat, mü’min, ölüden maksat ise kâfirdir.

20

Sizi topraktan yaratması sonra da birer insan olarak yeryüzüne dağılmanız, Allah'ın varlığını gösteren delillerindendir.

Allahü teâlâ bu ve bundan sonra zikredilen beş âyet-i kerime’de kuvvet ve kudretini, hikmet ve sanatını gösteren çeşitli delillerini zikretmekte ve biz kularının bunlardan ibret alarak ona gereği gibi kulluk etmemizi bildirmektedir. Ve buyurmaktadır ki: "Atanız Âdemi topraktan yaratması sonra sizlerin onun soyundan meydana gelerek yeryüzüne dağılmanız, Allah'ın kuvvet ve kudretini gösteren delillerindendir.

21

Size, kendi cinsinizden, kendileriyle ısınıp kaynaşacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun varlığını gösteren delillerindendir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir kavim için nice ibretler vardır.

Allah'ın, sizler için, kendileriyle birlikte yaşamanız için kendi cinsinizden olan şeler yaratması ve aranıza hısımlık ve akrabalık yoluyla sevgi ve merhamet duygularını yerleştirmesi, Allah'ın varlığını, birliğini, kuvvetini ve kudretini gösteren delillerdendir. Şüphesiz ki Allah'ın bunları böyle yaratmasında, Allah'ın delillerini düşünen bir kavim için birçok öğüt ve ibret vardır. Onlar işte bunları düşünerek, Allah’tan başka hiçbir ilâh bulunmadığını, hiçbirşeyin Allah’ı âciz bırakamayacağını ve Allah'ın herşeye kadir olduğunu anlamış olurlar.

22

göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, onun varlığını gösteren delillerindendir. Şüphesiz ki bunda, bilenler için nice ibretler vardır.

Allah'ın, gökleri ve yeri yoktan var etmesi, konuştuğunuz dilleri ve vücut renklerinizi farklı yaratması, onun varlığını, birliğini, kuvvet ve kudretini gösteren delillerindendir. Şüphesiz ki Allah'ın bunları böyle yapmasında, bilenler için büyük ibret ve deliller vardır.

Ebû Mûsa el-Eş'arî diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allahü teâlâ, Âdemi, bütün yeryüzünden aldığı bir avuç topraktan yarattı. Bu sebeple Âdemoğulları, yeryüzü toprağının şekillerine göre şekillendiler. Onlardan bazıları kırmızı, bazıları beyaz, bazıları siyah, bazılan bunların arasında bir renk, bazıları yumuşak, bazıları sert, ba-zılan âdî, bazıları iyi şekilde dünyaya getirilmişlerdir. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Surc: 2, bab: 1, Hadis no: 2955 Ebû Davud, K. es-Sünne, bab: 16, Hadis no: 4693 / Ahmed b. Hanbel Müsned C.4, S.323.

23

Gece ve gündüz, uyumanız ve onun lütfundan rızık aramanız, onun vahğıni gösteren delillerindendir. Şüphesiz ki bunda, dinleyen bir kavim için nice ibretler vardır.

Ey insanlar, geceleyin ve gündüzleyin uyumanız ve Allah'ın size bir lütfü olan azıkları aramanız da Allah'ın varlığını, birliğini, kvvet ve kudretini gösteren delillerindendir. Şüphesiz ki Allah'ın böyle yapmasında, onun öğütlerini dinleyip öğüt alanlar için birçok ibret ve delliler vardır. Öyle iken o sizin için geceyi istirahat etme zamanı yapmış bu sebeple karanlık kılmıştır. Gündüzü ise nz-kınzı temin için aydınlık olarak yaratmış ve sizin hareketinizi sağlamıştır.

24

Size korku ve ümit vermek için şimşeği göstermesi, gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzüne hayat vermesi, onun varlığını gösteren delillerindendir. Şüphesiz ki bunda; akhni kullanan bir kavim için nice ibretler vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, varlığını, birliğini, kuvvet ve kudretini gösteren delillerden iki tanesini zikretmiştir. Bunlardan biri şimşek diğeri ise yağmurdur. Şimşek hem korku hem de ümit veren bir vasıta olarak zikredilmiştir.

Taberi diyor ki: "İnsan yolcu iken şimşeği görünce yağmur yağacağından ve zorluk çekeceğinden korkar ve evinde iken şimşeği görünce de yağmur yağıp ekin ve bitkileri sulayacağım ümit eder. Bu itibarla şimşek hem korku hem de ümit kaynağı olur."

Âyet-i kerime’de zikredilen ikinci delil ise yağmurdur. Yeryüzü kuruyup âdeta ölü hale geldikten sonra Allahü teâlâ gökten yağmur yağdırarak yeryüzünü sular ve orayı âdeta diri hale getirir. Bunları yapan yüce mevlanın, büyük kuvvet ve kudret sahibi olduğu muhakkaktır.

25

Göğün ve yerin onun emriyle ayakta durması, onun varlığım gösteren delillerindendir. Sonra sizi, yeryüzündeki kabirlerinizden bir defa çağırdığı zaman hemen çıkıverirsiniz.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, göğün ve yerin, hiçbir bağlantısı olmadan yerli yerince durmalarının ancak Allah'ın emriyle olduğunu bunun da Allah’ın kuvvet ve kudretinin yüceliğini gösterdiğini beyan ediyor ve böyle bir kudrete sahib olan Allah'ın, kıyamet gününde insanlan kabirlerinden çağırınca onların derhal dirilip kabirlerinden çıkacaklarını bildiriyor.. Böylece delillerini düşünmemizi istiyor.

26

Göklerde ve yerde bulunan kimseler ancak onundur. Hepsi ona boyun eğmektedir.

Âyet-i kerime’de, göklerde ve yerde bulunan herşeyin Allah’a boyun eğdiği ve ona itaat ettiği beyan edilmektedir. İnsan ve cinlerin çoğunun Allah’a karşı isyanda bulunmalarına rağmen âyette herşeyin Allah’a boyun eğdiğinin bildirilmesi şu şekillerde izah edilmektedir:

Abdullah b. Abbas'a göre, göklerde ve yerde bulunanların Allah’a boyun eğmelerinden maksat, diri itilmelerinde, yaşamalarında ve öldürülmelerinde Allah’a boyun eğmeleridir. Taberi de bu izah şeklini kabul etmekte ve şöyle demektedir: "Kul, kendi gücünün yetmediği ve Allahü teâlânın yapmış olduğu şeylere ister istemez boyun eğmektedir. Öldürme ve diriltme gibi şeyler bunlardandır. Fakat kul, kendi iradesine bırakılmış şeylerde Allah’a itaat eder veya etmez. Nitekim âyetlerin birçoğu, kulların birçoğunun Allah’a isyan ettiklerini beyan etmektedir.

Katade ise bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: "Göklerde ve yerde bulunan melekler, cinler ve insanlar, kendilerini Allah'ın yarattığını ve Allah'ın, rableri olduğunu kabul ederler. Böylece Allah’a boyun eğmiş olurlar.

İbn-i Zeyd ise, âyet-i kerime’nin bu bölümünü: "Göklerde ve yerde bulunan her mü’min kul Allah’a itaat eder. "şeklinde izah etmiştir.

27

Bütün varlıkları yoktan var eden ve sonra da tekrar diriltecek olan O'dur. Bu, ona pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar onundur. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, bütün yaratıkları yoktan var ettiğini, sonra onları yok edeceğini, kıyamet kopunca da tekrar diriltip hesaba çekeceğini beyan ediyor ve bunların, kendisi için pek kolay olduğunu bildiriyor.

Abdullah b. Abbas: "... Bu ona pek kolaydır" ifadesini: "Herşey Allah’a pek kolaydır." şeklinde izah etmiş, Mücahid, İkrime ve Katade ise: "Allah'ın, yaratıkları tekrar diriltmesi, onları yoktan var etmesinden daha kolaydır." şeklinde izah etmiştir.

Âyet-i kerime’nin son bölümünde: "Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar onundur." ifadesi zikredilmektedir. Taberi bu sıfatların: "Lâilahe ilallahu Vahdahû Lâşerike Lehû, Leyse Kemislihî Şey'un." "Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, tek bir ilahtır. Onun hiçbir ortağı yoktur. Onun hiçbir benzeri de yoktur." cümlesinde geçen sıfatlar olduğunu zikretmiştir.

28

Allah size bizzat kendinizden misal verdi. Hiç sizler, sahip olduğunuz kölelerin size verdiğimiz rızıklarda ortaklarınız olup, sizinle eşit paya sahip olmalarına razı olur, birbirinizden çekindiğiniz gibi onlardan da çekinir misiniz? (O halde nasıl olur da, yarattıklarını Allah’a ortak koşarsınız?) İşte biz, aklını kullanabilen bir kavim için âyetleri böyle açıklarız.

Ey, Allah’a ortak koşan müşrikler, rabbiniz size bizzat kendinizden misal vermektedir. Hiç sizler, bizim size verdiğimiz rızıklarda dahi bir kısım kölelerinizin sizin ortaklarınız olmasını, size verilen mallarda sizinle tam olarak eşit olmalarını ve siz hür kişilerin birbirinizden çekindiğiniz gibi o kölelerinizi de kendinize denk kabul edip onlardan çekinir hale gelmeye razı olur musunuz? Sizler hepiniz benim kulum olduğunuz ve size verilen rızıklar da benim tarafımdan verildiği halde siz, mal ve şerefte kölelerinizle denk olmayı kabul etmezken, benim yarattığım varlıkların benim ortaklarım olduklarını naslı iddia ediyorsunuz? İşte biz, misaller vererek âyetleri, aklını kullanan bir kavim için böyle açıklarız. Tâ ki şirkten uzak durup Allah’ı birlesinler ve sadece ona kulluk etsinler.

Taberi bu âyet-i kerime’nin son bölümünün şu şekillerde izah edildiğini nakletmektedir. "Hiç sizler, sahip olduğunuz rızıklarda onlarla tam eşit olarak onların size ortaklar olmasını ister misiniz? Sizler ölümünüzden sonra birbirinize mirasçı olduğunuz gibi bu ortakların size mirasçı olmalarından korkarsınız. Veya sizler, ortak kabul edeceğiniz bu kölelerin, aranızda malınızı bölmeniz gibi onların da malınızı böleceğinden korkarsınız. Kölelerinizin mallarınızı bölecekleri korkusuyla onları ortağınız saymadığınız halde nasıl olur da Allah'ın yarattığı şeylerin, mülkünde onun ortağı olduklarınnı iddia edersiniz?

29

Doğrusu, zulmedenler hiçbir ilme dayanmadan kendi arzu ve heveslerine uydular. Allah'ın saptırdığını kim hidâyete erdirebilir? Onların hiç yardımcıları da yoktur.

Putları Allah’a ortak koşanlar, kölelerinin, kendilerine verilen mallarda ortakları olmalarına razı olarak Allah’a ortak koşmuş değillerdir. Bilakis bu kendilerine zulmedenler, Allah tarafından kendilerine herhangi bir bilgi veriîmeksizin kendi heva ve heveslerine uydukları için Allah’a ortak koşmuş oldular. Allah'ın doğru yoldan saptırdığını İslama iman etmeye kim muvaffak kılacaktır? Bunları sapıklıktan kurtaracak hiçbir yardımcıları da yoktur.

30

Ey Rasûlüm, hakka yönelerek yüzünü dosdoğru bir şekilde dine çevir. Bu, Allah in, insanlara verdiği bir fıtrattır. Allah'ın yaratışında hiçbir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Aslında "Fıtrat" Allah'ın, insanda var ettiği huy, akl-ı selim, tabiat, karakter vb. sıfatlardır.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Fitraf'dan maksat ise, yaratılma şekli, din, ihlas, İslam, tevhid inancı, Allah’a verilen ahd vb. anlamlarda yorumlanmıştır.

İbn-i Ebi Meryem diyor ki: "Birgün Ömer, Muaz b. Cebel'in yanından geçti ve ona "Bu ümmeti ayakta tutan direkler nelerdir?" diye sordu. Muaz da: "İnsanları kurtaran şu üç şeydir." dedi. İhlas: İşte Allah'ın, insanlan yarattığı fıtrat budur. Namaz: Hazret-i İbrahimin dini işte budur. İtaat: Bu da kulun muhafaza edilmesidir." Bunun üzerine Ömer: "Doğru söyledin." dedi.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, Allahü teâlânın bütün insanlan islam fıtratı üzere yarattığını beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzere (İslamı kabullenecek bir yaratılışta) doğmuş olmasın. Çocuğun babası ve annesi onu Yahudi veya Hıristiyan yahud da ateşperest yaparlar. Nitekim bir hayvan bütün organları sağlam bir yavru doğurur. Siz o doğduğunda herhangi bir yerinin kesik olduğunu görüyor musunuz? Buhari K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 30, bab: I, K.el-Cenaiz, bab: 80 / Müslim, K.el-Kadpr, bab: 32, Hadis no: 2658.

Evet, Hadis-i şerifte beyan edildiği gibi, insanlar doğuştan islamt kabullenme temayül ve kabiliyetindedirler. Zira onlar böyle bir tabiat üzere yaratılmışlardır. Fakat ana baba çocuğu doğru yola sevkedebileceği gibi sapık dinlere de sürükleyebilirler. Tıpkı hayvanlar yavruladıklarında yavrularının sağlam olduğu gibi. Daha sonra bu yavruların kulakları vb. yerleri çeşitli maksatlarla ve bir işaret olmak üzere kesilir, Âyet-i kerime’de: "Allah'ın yaratışında hiçbir değişiklik yoktur." buyurulmaktadır. Bu ifade çeşitli şekillerde izah edilmektedir.

Mücahid, İkrime, Katade, Said b. Cübeyr, Dehhak, İbn-i Zeyd ve İbrahim en-Nehaî'ye göre, Allah'ın yaratışından maksat, Allah'ın dinidir. Âyetin mânâsı: "Allah'ın dini asla değiştirilemez." demektir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Allah'ın yaratışından" maksat, Allah'ın, varlıkları yarattığı şeklidir. Buna göre ise âyetin mânasâsı şöyledir: "Allah'ın yarattığı şekil değiştirilemez." Mesela, erkek hayvanlar kısırlaştırılamaz.

Âyet-i kerime’nin son bölümünde "İşte dosdoğru din budur." buyurulmaktadır. Yani, İslam dini, tahriften, değiştirilmekten korunmuştur. Sapıklık ve bid'attan beridir. Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi değişikliklere uğramamıştır.

31

Bak. Âyet 32.

32

Allah’a yönelenlerden olun. Ondan korkun, namaz kılın. Sakın, dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılan müşriklerden olmayın. Her fırka, kendilerinde olanla sevinir durur.

Sizler, Allah’a tevbe eden, ona yönelen ve ona itaat eden kullardan olun. Allah’tan korkun. Namazınızı dosdoğru kılın. Allah'ın sizi denetlediğini bilin. Sakın sizler, dininize muhalefet ederek Allah’a ortak koşanlardan olmayın. Allah’a ortak koşanlar, dinlerini değiştirmiş ve ayrılığa düşmüşlerdir. Her fırka kendi nezdinde bulunan bid'atlarla sevinip durmakta ve onlara sımsıkı sarılmaktadır.

33

Bak. Âyet 34.

34

İnsanlara bir zarar dokundu mu, rablerine yönelerek ona yalvarırlar. Sonra rableri, onlara, zararın ardından bir nimet tattırınca da hemen içlerinden bir fırka, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için rablerine ortak koşarlar. Haydi eğlenip yaşayın, yakında bileceksiniz.

Allah’a ortak koşan bu insanlara, kıthk, âfet "vb. bir zarar dokunduğu zaman, onlar ortak koşma ve inkârlarından vazgeçip yalnızca Allah’a yönelir ve ondan yardım dilerler. Sonra da Allah onların bu sıkıntılarım giderip katından nimet verince onların içinden bir kısmı kendilerine verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmek için tekrar rablerine ortak koşmaya dönerler. Ey insanlar, size vermiş olduğumuz nimetlerle bu dünyada yeyin için eğlenin bakalım. Rabbinizin huzuruna çıkarılınca, dünyadaki nankörlüğünüzün ve İnkârcılığınızın cezası olarak nasıl bir azaba uğratılacağınızı bileceksiniz.

35

Yoksa biz onlara bir delil indirdik de rablerine şirk koşmalarını o mu söylüyor?

Yoksa biz, bir kısım putları bize ortak koşanlara gökten bir kitap mı indirdik de o kitap onlara, Allah’a ortak koşmalarının doğru olduğunu ve yaptıklarının isabetli olduğunu söylüyor? Hayır, biz onlara böyle bir delil indirmedik ve onların söylediklerini doğrulayan herhangi bir Peygamber göndermedik.

36

İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinip şımarırlar. İşledikleri günahlar yüzünden başlarına bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe kapılırlar.

Biz, insanlara lütufta bulunup nimetlerimizi tattırdığımız zaman, kendilerine sıhhat ve mallarına bereket verdiğimiz vakit onlar bununla sevinir ve şımarırlar. Şâyet onlara, kendi yaptıkları kötü amellerden dolayı bir kıtlık, bir felaket ve bir hastalık gelecek olursa bu defa da onlar Allah’tan ümitlerini keser kötümserliğe kapılırlar.

Mü’min insan, herşeyin Allah tarafından geldiğine inandığı için ne kendisine verilen nimetlerle şımarır ne de kendisine gelen felaketler ve âfetler karşısında rabbinden ümidini keser.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şaşılır mü’minin işine, onun her işi hayırdır. Bu hal, mü’minden başka kimsede yoktur. Mü’mine sevindirici birşey isabet ettiğinde şükreder. Bu da onun için bir hayırdır. Mü’mine bir zarar dokunduğunda ise sabreder bu da onun için bir hayırdır." Müslim, K. ez-Zühd, bab: 64, Hadis no: 2999 / Ahmed b. Hanbel Müsned, C.4, S.332.

37

Allah'ın, dilediğinin rızkını genişlettiğini ve dilediğininkini de daralttığını görmezler mi? Şüphesiz ki bunda, iman eden bir kavim için nice ibretler vardır.

Kendilerine nimet verilip bolluk içinde yaşayınca şımaran ve sıkıntıya düştükleri zaman da Allah’tan ümit kesen bu insanlar, herşeyin Allah'ın elinde olduğunu, kullarından dilediğine bol rızıklar verip, dilediğinin rızkını daralttığını hiç görmediler mi? Şüphesiz ki Allah'ın, dilediği kuluna bol dilediğine de kıt rızık vermesinde, iman eden bir topluluk için, Allah'ın, herşeye kadir olduğunu gösteren deliller vardır.

38

O halde akrabaya yoksula ve yolcuya hakkını ver. Allah'ın izasıni kazanmak isteyenler için bu daha hayırlıdır. İşte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Ey Rasûlüm, sen, akrabana, ilgi gösterme ve yardım etme gibi haklarını ver. Miskine ve yolda kalmışlara da, Allah'ın, kendileri için farz kıldığı haklarını ver. Bunlara haklarını vermek, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. İşte kurtuluşa eren ve Allah katında istediklerine erişebilecek olanlar bunlardır.

39

İnsanların malları arasında çoğalması için verdiğiniz faiz, Allah nezdinde artmaz. Fakat Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekat böyle değildir. İşte onlar, sevaplarını kat kat artıranların ta kendileridir.

Bu âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir. İzah şekillerinden birinde, haram olan faizi yiyen ve faizcilik yaparak mallarının artacağını sananların malları dünyada artsa bile Allah katında artmayacağı, buna mukabil Allah rızası için zekat verenlerin mallarının artacağı açıklamaları yapılmıştır.

Taberi'nin de katıldığı ikinci bir izah şeklinde ise bu âyet-i kerime’nin faizi kasdetmediği, insanların birbirlerine, bir karşılık beklemeyerek mal ve para hediye etmelerini kasdettiği söylenmiş ve şu şekillerde açıklamalar yapılmıştır:

Burada beyan edilmek istenen şey, bir kısım insanların, diğerlerine, Allah rızası için değil daha fazla mal alabilmek için hediye vermeleridir. Kendisine mal verdiği kişiden ilerde daha fazla birşeyler alabilmek için hediye vermeleridir. Kendisine mal verdiği kişiden ilerde daha fazla birşeyler alabilmek için hediye verenlerin bu davranışları mubah olsa da Allah katında herhangi bir sevabı yoktur. Zira bunlar mallarını Allah rızası için değil ilerde daha fazla birşeyler elde etmek için vermişlerdir. Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid, İbrahim en-Nehaî, Tâvûs, Katade ve Dehhak bu görüştedirler.

Âmir ise bu âyetten maksadın, kişinin başkasına, kendisine hizmet etmesi için, ileride faydalı olması için, hediye olarak mal vermesidir. Bu kişi malını dünya menfaatları karşılığında verip Allah rızası için vermediğinden onun verdiği bu malın, Allah katında hiçbir sevabı yoktur.

Abdullah b. Abbas ve İbrahim en-Nehaî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyetten maksat, bir insanın başkasına, Allah rızası için değil onun sermayesini artırmak veya malını çoğaltmak için, hediye olarak mal vermesidir. Böyle bir kişi, Allah katından sevap bekleyemez.

40

Sizi yaratan sonra rızıklandıran sonra öldüren ve sonra da diriltecek olan Allah’tır. Ona koştuğunuz ortaklarınız içidc, bunlardan herhangi birini yapabilecek biri var mı? Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kendisine ortak koşan müşrikleri kınıyor ve onlara, kendilerini yaratanın, rızıklandıranm, ömürleri bitince de öldürecek olanın ve âhirette hesap vermeleri için tekrar diriltecek olanın ancak Allah olduğunu bildiriyor ve onlara, Allah’a ortak koştukları şeylerin, bunları yapmaktan âciz olduklarını haber veriyor. Böylece akıllarını başlarına alıp rablerini birlesinler.

41

İnsanların kendi elleriyle kazandıkları günahlar yüzünden karada ve denizde fesat çıktı ki böylece Allah, yaptıklarının bir kısmının cezasını kendilerine tattırsın. Belki günahlarından dönerler.

Bir kısım müfessirlere göre bu âyette zikredilen "kara"dan maksat, deniz ve intaklardan uzak olan yerlerdir. "deniz"den maksat ise, deniz veya su kenarlarında bulunan şehir veya köylerdir. Bu görüş, Mücahid, Katade, İkrime ve İbn-i Zeyd'den nakledilmiştir. İbn-i Kesir de bu görüşü tercih etmiştir.

Diğer bir kısım âlimlere göre ise burada zikredilen "kara"dan maksat, denizlerin dışındaki topraklar "deniz"den maksat ise bildiğimiz denizlerdir. Bu görüş, Atiyye, Mücahid, Ebi Nüceyh gibi âlimlerden nakledilmiştir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Mücahid demiştir ki: "Karada ortaya çıkan fesattan maksat, Hazret-i Âdem'in oğullarından birinin diğerini öldürmesi, "Denizde ortaya çıkan fesaf'tan maksat ise, Hazret-i Mûsa ve Hızır'ın yolculuğu esnasında zikredilen zalim kralın, herkesin gemisini gasbedip almasıdır.

Ebul Âliye diyor ki: "Yeryüzünde fesat çıkmasından maksat, orada günah işlenmesidir. Zira yer ve göklerin düzenli olması Allah’a itaatla mümkündür. Allah’a isyan edildiği takdirde ise onların düzeni bozulur.

İbn-i Zeyd ise diyor ki: "Yeryüzünde fesat çıkması"ndan maksat, yağmurun kesilmesidir. Yağmur kesilince yeryüzünde kıtlık başlar. Denizin ise hayvanları kör olur.

Taberi ise "Yeryüzünde ortaya çıkan fesat"tan maksadın, kulların işledikleri günahlar ve yaptıkları zulümler olduğunu söylemiştir.

42

Ey Rasûlüm, onlara şöyle de: "Yeryüzünde gezip dolaşın da öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir bakın." Onların da çoğu, Allah’a ortak koşanlardı.

Ey Rasûlüm, kavminden, Allah’a ortak koşanlara de ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, sizden önce gelip, Allah'ın peygamberlerini yalanlayan, birtakım varlıkları Allah’a ortak koşan insanların akıbetlerinin nasıl olduğunu bir görün. Onların çoğu da sizin gibi müşrikler oldukları için helak edildiler. Senin kavmin de bunların akıbetlerine düşmesin.

43

Allah tarafından gelecek olan ve kimsenin de karşı çıkamayacağı o gün gelmeden önce, yüzünü dosdoğru din olan İslam'a çevir. O gün insanlar bölük bölük ayrılacaklardır.

Âyet-i kerime’de, kıyamet kopunca kimsenin, onun gelmesine engel olamayacağı ve o günde insanların birbirlerinden ayrılacakları beyan edilmektedir. Kıyamet gününde insanlar başlıca iki kısma ayrılacaklardır. Bunlardan bir kısmı cennete girecek diğerleri ise cehenneme atılacaklardır. İşte o gün gelip çatmadan önce, kulun, dosdoğru din olan ıslama yönelmesi gerekmektedir. Ta ki cennete giren kısma dahil olabilsin.

44

Kim kâfir olursa kâfirliği kendi aleyhinedir. Kim de salih amel işlerse, kendilerine güzel bir yer hazırlamış olurlar.

Kim, dünyada iken Allah’ı inkâr eder, onun nimetlerine karşı nankörlükte bulunursa onun inkâr ve nankörlüğü kendi aleyhinedir. Kim de dünyada iken Allah’a itaat edip yasaklandığı şeylerden kaçınarak salih amel işlerse işte böyle yapanlar, kendileriiçin hazırlık yapmış ve iyi bir yer hazırlamış olurlar.

Bazı müfessirler, âyette zikredilen: "Kendilerine güzel bir yer hazırlamış olurlar." İfadesinden maksadın kabir olduğunu söylemişler, salih amel işleyenlerin, kendileri için güzel bir kabir hazırlamış olacaklarını zikretmişlerdir.

45

Böylece Allah, iman edip salih amel işleyenleri lütfundan mükafaatlandırsın. Zira o, kâfirleri sevmez.

Kıyamet gününde insanlar birbirlerinden ayrılırlar ki, Allah, iman edip salih amel işleyenleri kendi lütfuyla mükafaa ti andırsın. Kâfirlere ise layık oldukları cehennem azabını versin. Zira o, kâfirleri sevmez.

46

Size rahmetini tattırması, emri ile gemileri yürütmesi, lütfundan rızik aramanız ve dolayısıyla şükretmeniz için, rüzgârları müjdeleyiciler olarak göndermesi, onun varlığımı delillerindendir.

Allah'ın, yağmurların yağacağını müjdeleyen rüzgarları göndermesi, onun varlığını ve birliğini, kuvvet ve kudretini gösteren delillerindendir. Allah, rüzgarları gönderdi ki size, rahmeti olan yağmuru tattırsın. Onun emriyle gemiler yürüyüp gitsin. Sizler, Allah'ın lütfundan rızkınızı temine çahşasınız ve bu rüzgarları size gönderen rabbinize şükredesiniz.

47

Şüphesiz ki biz, senden önce nice Peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Onlara apaçık deliller getirdiler. (Fakat yalanlandılar) Biz de suç işleyenleri cezalandırdık. Mü’minlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kavminden çeşitli eziyetler gören Resûlüllahı teselli ediyor ve onu, davasında ısrarlı olmaya teşvik ediyor ve buyuruyor ki: "Ey Rasûlüm, biz seni, putlara tapan insanlara peygamber olarak gönderdiğimiz gibi senden önce nice peygamberleri de, kâfir olan kavimlerine peygamber olarak göndermiştik. Senin, kavmine apaçık deliller getirdiğin gibi onlar da kavimlerine apaçık deliller getirmişlerdi. Senin kavmin seni yalanlayıp sana eziyet ettiği gibi onlar da peygamberlerini yalanlamışlar ve onlara çeşitli eziyetler yapmışlardı. Biz de o kavmin suçlularından intikam almıştık, mü’minleri ise kurtarmıştık. Şimdi sana iman eden mü’minleri de öyle kurtaracağız. Zira mü’minlere yardım etmek bizim üzerimize haktır.

48

Rüzgârları gönderip onlarla bulutları yürüten, gökte bulutları dilediği gibi yayan ve parça parça ayıran Allah’tır. Derken bunların arasından yağmurun çıktığını görürsün. Artık onu kullarından dilediğine isabet ettirdiği zaman sevinirler.

49

Halbuki üzerlerine yağmur indirilmeden önce, onlar ümitsizliğe kapılmışlardı.

Allahü teâlâ bu âyetlerde, rüzgarların bulutlan nasıl sevkettiğini zikrediyor ve bulutlar vasıtasıyla kullarından dilediğine rahmetini nasıl gönderdiğini beyan ediyor. Yağmur yağmadan önce ise onların nasıl sıkıntıya düştüklerini, ümitsizliğe kapıldıklarını bizlere bildiriyor ki böylece bunlara bakıp rabbimize hakkıyla kulluk ederek hiçbirşeyi ibadette ona ortak koşmayalım.

50

Allah'ın rahmetinin izlerine bir bak. Ölümünden sonra yeryüzüne nasıl hayat veriyor. Şüphesiz o, ölüleri de böyle diriltecektir. O, herşeye kadirdir.

Ey Rasûlüm, Allah'ın, kullarından dilediğini faydalandırmış olduğu yağmur rahmetinin ortaya çıkarmış olduğu eserlere bir bak. Allah onunla, adeta ölmüş hale geldikten sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor. Bunu yapan Allah, şüphesiz ki ölüleri de kıyamet kopunca böyle diri itecektir. Zira o, herşeye kadirdir. Dilediği hiçbir şey ona zor gelmez.

51

Yemin olsun ki, eğer bir rüzgar göndersek de bitkileri sararmış görseler mutlaka arkasından İnkâra başlarlar.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, rüzgarın, yeryüzünü ihya edecek olan yağmurlara sebep olacak bulutlan yürüttükleri gibi bu yağmurlar neticesinde biten otları kurutup yok edeceklerini de beyan ediyor. İnkârcıların bundan da ibret almayacaklarım açıklıyor.

Abdullah b. Amr diyor ki: "Rüzgarlar sekiz çeşittir. Bunlardan dördü rahmet rüzgarı dördü ise azap rüzgandır. Rahmet rüzgarlan, Nâşirât (yayan rüzgarlar), Mübeşşirat (müjdeleyen rüzgarlar), Mürselat (gönderilenler), Zâriyat (esip savuranlardır)

Azap rüzgarlan ise, karada esenler: Akîm (Hayırsız) Sarsar (Uğultu çıkarandır. Denizde esenler ise: Âsıf (Şiddetle sen) ve Kasıf (kasırga)dır.

52

Ey Rasûlüm, sen ölülere duyuramazsın. Arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti işittiremezsin.

53

Sen (Kalb gözleri) kör olanları sapıklıklarından kurtarıp hidâyete erdiremezsin. Sen, davetini ancak müslüman olarak âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, kâfirleri ölülere, sağırlara ve körlere benzetmektedir. Zira onlar hakkın karşısında duygusuz olmalarıyla adeta birer ölü, onu işitmemekte adeta birer sağır, onu görmemekte ise adeta birer kördürler. Kâfirler hakka karşı ölü, sağır ve kör olduklarına göre bunların iman etmemelerinden dolayı Resûlüllah’ın üzülmemesi gerekir. Bu sebeple Allahü teâlâ Resûlüllahı teselli etmekte ve kendisini ancak müslümanlarm dinleyeceğini beyan etmektedir. Zira müslümanlar, Allah'ın kitabını işitince onu düşünmeye ve anlamaya çalışırlar. Anladıktan sonra onun emrettiklerini yapar ve yasakladıklarından vazgeçerler. Bu itibarla Allah'ın kitabını, kendisinden faydalanacak şekilde dinleyenler sadece mü’minlerdir.

54

Sizi güçsüz olarak yaratan sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren sonra kuvvetin arkasından tekrar güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, herşeyi çok iyi bilendir, herşeye gücü yetendir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan kâfirlere, tekrar dirileceklerine dair, dünyadaki hayat dönemlerini delil göstererek buyuruyor ki: "İlk önce sizi bir damla sudan zayıf bir varlık olarak yaratan sonra sizlere güç ve kuvvet verip her türlü işleri yapmanıza imkan veren daha sonra da sizleri ihtiyarlatıp tekrar güçsüzl eşti ren Allah’tır. O, dilediğini dilediği şekilde yaratır. O, yarattıklarını nasıl sevk ve idare edeceğini bilir ve dilediğini yapmaya gücü yeter. Bütün bunlan yapan Allah, ölüleri tekrar diriltecektir.

55

Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar (dünyada) kısa bir zamandan fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar, dünyada da haktan böyle döndürülüyorlardı.

Kıyamet kopup insanlar diriltilince, Allah’ı inkâr eden suçlular, dünyada veya kabirde az bir zaman kaldıklarına dair yemin ederler. Böylece kendilerini mazur göstermeye çalışırlar. Fakat bunlar dünyada iken de haktan böyle döndürülüyorlardı. Yalanlar söyleyip kendilerini aldatıyorlardı.

56

Kendilerine ilim ve iman verilenler de: "Şüphesiz sizler, Allah'ın takdir ettiği dirilme gününe kadar kaldınız. İşte yeniden dirilme günü. Fakat dünyada siz bunu bilmiyordunuz." derler.

Müfessirler bu âyet-i kerime’yi bazı farklarla izah etmişlerdir.

İbn-i Cüreyc bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Kendilerine Allah'ın kitabını bilmek ve ona iman etmek nasibedilenler: "Dünyada az bir zaman kaldık." diyen kâfirlere şu cevabı vereceklerdir. "Siz, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün dirime günüdür. Fakat sizler bunun böyle olacağını sanmıyordunuz."

Taberi ise bu âyeti şöyle izah etmektedir; "Kendilerine ilim ve iman verilen insanlar, kabirde az bir zaman kaldıklarına dair yemin eden kâfirlere şu cevabı vereceklerdir: "Allah'ın, levh-i mahfuzunda ezelî ilmiyle yazdığına göre sizler dirilinceye kadar kaldınız. İşte bugün dirilme günüdür. Fakat sizler bunun böyle olmadığını dünyada bilmiyor ve bundan dolayı da onu yalanlıyordunuz.."

57

Artık o gün, zalimlere mazeretleri fayda vermez. Allah'ın rızasını kazanmaları da istenmez.

Bu âyet-i kerime’de, kıyamet gününde, öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan zalimlere ileri sürecekleri herhangi bir mazeretin bir fayda vermeyeceği beyan ediliyor. Ve âyetin son bölümünde: "Onlara sitem de edilmeyecektir." ifadesi zikrediliyor. Bu ifadeyi Taberi şöyle izah ediyor: "Onlardan, dünyada iken yaptıkları şeylerden vazgeçmeleri de istenmeyecektir."

İbn-i Kesir ise: "Onlar dünyaya da döndürülmezler." diye izah etmektedir. Bazı âlimler de bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir. "Onlardan, rablerini razı etmeleri de istenmez." Meal bu son izah şekline göre hazırlanmıştır.

58

Şüphesiz ki biz bu Kur'anda insanlara her türlü misali verdik. Yemin olsun ki sen onlara bir mucize getirsen, inkâr edenler mutlaka: "Siz ancak bâtılla uğraşıyorsunuz." derler.

Şüphesiz ki biz bu Kur'anda, insanlara Allah'ın birliğini ispat eden her türlü misal ve delilleri zikrettik. Ey Rasûlüm, sen öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlara, doğru söylediğini ispat edecek bir mucize getirecek olsan kafirler yine de: "Ey, Muhammede iman edenler, sizler bize getirdiğiniz şeylerde batılla uğraşıyorsunuz." derler.

59

İşte Allah, bilmeyenlerin kalblerini böyle mühürler.

Ey Rasûlüm, işte Allah, senin Allah katından getirdiğin öğütleri, apaçık âyetleri bilmeyen ve Allah'ın gönderdiği âyetleri anlamayan insanların kalblerini böylece mühürler de, azgınlıklarında bocalayıp, dururlar.

60

Ey Rasûlüm, sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. İmanında samimi olmayanlar sakın seni üzüntüye düşürmesin.

Ey Rasûlüm, kâfirlerden sana yapılan işkencelere karşı sabret. Rabbinin peygamberliğini tebliğ etmeye devam et. Zira rabbinin, onlara karşı sana yardım edeceğine dair verdiği vaad haktır. Öldükten sonra dirilmeye iman etmeyenler seni üzüntüye ve gevşekliğe sevketmesinler. Seni Allah'ın emirlerini tebliğ etmekten alıkoymasınlar.

0 ﴿