AHZAB SÛRESİ

Ahzab Sûresi yetmiş üç âyettir. Medine'de nazil olmuştur.

Bu mübarek surede, savaştan, aile hukukundan, soy al münasebetlerden ve daha birçok hususlardan bahsedilmekte, meseleler hakkında hükümler konulmakta ve insan hayatı için lüzumlu olan birçok kaideler vazedilmektedir.

Sûre-i Celile öncelikle bazı ilahi gerçekleri beyan edip biz mü’minlerin dikkatini çekiyor.

Sûre-i celilede, Zmar yapmanın hükmü, evlat edinmenin caiz olmadığı, Peygamber efendimizin hanımlarının mü’minlerin annelerinin sayıldığı, mirasçı olmaya kimlerin daha layık oldukları beyan ediliyor. Bundan sonra Hendek harbinin cereyanı anlatılıyor.

Bu savaş, Hicretin beşinci yılında meydana gelmiştir. Düşman gelip Medine'yi muhasara etmiş, mü’minler de şehrin etrafına Hende kazarak müdafaya geçmişlerdi. Mü’minlerin içinde bulunan münafık ve bozguncular, gelen düşman ordusu karşısında mü’minlerin maneviyatını bozmaya çalışmışlar ve bu hususta çok uğraşmışlardır. Fakat sonunda Allahü teâlâ mü’minlere yardım etmiş, müdafa hatlarını aşamayan düşman, dehşetle esen soğuk bir rüzgarın tesiriyle dağılıp gitmiş ve mağlup olmuştur. İşte Sûre-i Celile "Ahzab" adını buradan almıştır.

Sûre-i celilede bundan sonra Peygamber efendimizin hanımlarına hitab ediliyor ve onların diğer kadınlar gibi olmadıkları, cahiliye kadınları gibi açılıp saçilmamaaln, namazı kılıp, zekatı verip Allah’a ve peygamberine itaat etmeleri emrediliyor.

Peygamber efendimizin, evlatlığı Zeyd'den boşanan Hazret-i Zeyneb'le evlendiği beyan ediliyor. Böylece evlatlık ilişkinsinin şer'i bir hükmünün bulunmadığı, evlat edinilen kimselerin boşadıkları hanımlarla evlat edenlerin evlenebilecekleri hükme bağlanıyor.

Nikah akdedildikten sonra kendilerine dokunulmadan boşanan kadınların iddet bekleme mecburiyetlerinin bulunmadığı beyan ediliyor. Ve evlenmekte, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in, diğer mü’minlere göre bazı ayrıcalıkları bulunduğu açıklanıyor.

Mü’min kadınların kimlere mahrem oldukları, dolayısıyla hangi erkeklere görünüp hangilerine görünemeyecekleri beyan ediliyor.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in hanımları, kızlan ve diğer bütün mü’min kadınların, evlerinden dışarı çıktıklarında, çarşaf vb. dış örtülerini üzerlerine almaları emrediliyor.

Peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağının sorulduğu beyan ediliyor ve bunu, Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği haber veriliyor.

Emanetin, göklere, yere ve dağlara teklif edildiği fakat onların bunu kabul etmedikleri, insanın ise bu emaneti kabul ettiği çünkü insanın çok zulumkâr ve çok cahil olduğu, yani aldığı bu emanetin ve yükün ona ne gibi mükellefiyetler getireceğini düşünmeden bu ağır yükü kabullendiği beyan ediliyor ve bunun neticesinde de münafık ve müşriklerin cezalandırılacakları, Allah'ın, tevbe edenleri ise affedeceği beyan edilerek Sûre-i Celile sona eriyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Ey Peygamber, Allah’tan kork. Kâfirlere ve münafıklara uyma. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

2

Sen, sadece rab binden sana vah yol un ana uy. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

3

Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Ey Peygamber, Allah’a itaat ederek, farz kıldığı emirleri yerine getirerek, haram kıldığı şeylerden kaçınarak Allah’tan kork. Sana "Mü’minlerin zayıflarını yanından kov." diyen kâfirlere ve görünüşte sana öğüt verirgibi görünen münafıklara itaat etme. Onların görüşlerini alma. Zira onlar senin düşmanlarındır. Allah onların içlerinde gizlediklerini ve açıktan söyledikleri sözleriyle neyi kasdettiklerini çok iyi bilendir. Senin ve sahabilerinin ve bütün yarattıklarının işlerini sevk ve idare etmekte hüküm ve hikmet sahibidir. Sen, rabbinden sana indirilen vahiy ile, Kur’an’ın âyetleriyle amel et. Şüphesiz ki Allah, senin ve sahabilerinin ne ile amel ettiğinizden haberdardır. O size, amellerinizin karşılığını verecektir. Ey Rasûlüm, işini Allah’a havale et ve ona güven. Allah, vekil olarak sana yeter. O seni korur.

4

Allah, bir adamın göğsünde iki kalb yaratmadı. Allah (sen bana anamın sırtı gibisin) diyerek "Zıhar" yaptığınız karılarınızı analarınız kılmadı. Evlatlarınızı da (öz) oğullarınız yapmadı. Bunlar sizin ağzınıza gelen (boş) sözlerinizdir. Allah "Hakkı" söyler. Doğru yolu o gösterir.

Âyet-i kerime’de "Allah, bir adamın göğsünde iki kalb yaratmadı." buyuruluyor. Bu ifadeden neyin kasdedildiği hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır.

Bazı müfessirlere göre bu ifadeden maksat, Allahü teâlânın, Resûlüllahı iki kalbli olarak vasıflandıran münafıkları yalanlamasıdır. Bu hususta Ebû Zabyan diyor ki:

"Biz, Abdullah b. Abbas'tan "Allahü teâlâ bu sözüyle neyi kasdetti?" diye sorduk. O, şöyle dedi: "Birgün Resûlüllah kalkıp namaz kılmaya başladı. Bu sırada olduğu yerde bir harekette bulundu. Bunun üzerine onunla beraber namaz kılan münafıklar: "Görmüyor musunuz bunun iki kalbi var. Bir kalbi sizinle beraber bir kalbi de diğerleriyle beraber." Ve işte bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi. Tirmizî,K. Tefsir el-Kur'an. Sûre 33, bab: 1, Hadb no: 3199 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.l S.268.

Bazılarına göre ise bu ifadeden maksat, Kureyş'tent iki kalbli olduğu iddia edilen bir adamın böyle olmadığını bildirmektir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir Rivâyette deniyor ki: "Kureyş kabilesinde bir adam vardı. Bu adam akıllı bir kimseydi. Bu sebeple onun iki kalbinin bulunduğu ve bunların herbiriyle özel şeyler idrak ettiği iddia ediliyordu. İşte bu âyet nazil oldu ve bu iddiayı reddetti.

Mücahid, Katade, Hasan-ı Basrî ve İkrime bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir: Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.

Başka bir izah şekline göre ise bu ifadeden maksat, Resûlüllah’ın yanında büyüyen Zeyd b. Hârise'nin onun oğlu olmadığını açıklamaktır. Âyet-i kerime olayı bir misalle açıklamaktadır. Yani, bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalb olmadığı gibi bir kimsenin besleyip büyüttüğü çocuk da onun asıl evladı sayılamaz. Bu görüş, Zührî'den Rivâyet edilmektedir.

Âyet-i kerime’de: "Allah, (Sen bana anamın sırtı gibisin) diyerek zıhar yaptığınız karılarınızı analarınız kılmadı." buyuruluyor. Bu ifade cahiliye dönemindeki bir adete işaret etmekte ve onun yasaklandığım beyan etmektedir. "Zıhar yapma" denen bu adet şöyle oluyordu:

ZIHAR: Bir kişinin, hanımına, "Sen benim için anamın sırtı gibisin." de-mesidir. Yani, anam bana nasıl haram ise sen de bana öyle haramsın." demektir. Âyet-i kerime’de, bu sözün, ağızlarda gelişigüzel söylenen bir söz olduğunu bu sözü söyleyen bir kimseye, hanımının, annesi gibi olmayacağı beyan ediliyor. Ancak bunu söyleyene, ceza olarak keffaret ödemesi ve böylece insanların bu çeşit sözleri söylemekten men edildikleri beyan ediliyor.

Âyette: "Allah, evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmadı." buyuruluyor. Âyet-i kerime’nin bu bölümü, islamdan önce insanların uyguladıkları "Evlatlık" müessesesini ortadan kaldırmaktadır. Bu cahiliye adetine göre kişi, başkasının çocuğunu alıp evlat edinirdi ve evlat edindiği çocuk o adamın öz evladı gibi kabul edilirdi. Evlat edinen kişi, evlatlığı ile evlenemezdi. Birbirlerine mirasçı olurlardı ve bunlar, birbirlerinin mahremi kabul edilirdi. İşte âyet-i kerime bu adeti kaldırmakta, evlatlığın, öz evlat olmadığını bildirmektedir.

Peygamber efendimizin yanında büyüyen Zeyd b. Harise de Peygamberimize nisbet ediliyor ve kendisine "Muhammed'in oğlu." deniyordu. Bu âyet nazil olduktan sonra artık böyle söylenmesi yasaklandı. Daha sonra da izah edileceği gibi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd b. Hârise'nin boşadığı Zeyneb Bint-i Cahş ile, Allahü teâlânın bu husustaki emri gereği olarak evlendi. Böylece tatbiki olarak, evlatlığın, bir insanın öz evladı gibi olmayacağını gösterdi.

5

Evlatlıkları babalarının ismiyle çağırın. Bu, Allah nezdinde daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarımzdır. Yanlışlıkla babalarından başka bîrinin ismiyle çağırmanız halinde size bir günah yoktur. Fakat bunu kasden yaparsanız günaha girersiniz. Allah, çok affedicidir, çok merhametlidir.

Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) diyor ki:

"Bu âyet-i kerime ininceye kadar biz, Resûlüllah’ın azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'ye: "Muhammed'in oğlu Zeyd" diyorduk. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 33, bab: 2

Bu Rivâyetten de anlaşıldığı gibi, evlatlıklar, kendilerini büyütenlere "baba", diyemezler. Bu kimseler, kendilerini büyütenlerin oğludur denemez.

6

Peygamber, mü’minlere kendi öz nefislerinden daha üstündür. Peygamberin hanımları da mü’minlerin anneleridir. Allah'ın kitabında akraba olanlar (miras hususunda) birbirlerine, mü’minler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza yapacağınız bir iyilik, bunun dışındadır. Bu hüküm kitapta yazılıdır.

* Bu âyet-i kerime’de çeşitli hükümler zikredilmiştir. Bunlan şöyle sıralamak mümkündür:

"Peygamber mü’minlere kendi az nefislerinden daha üstündürler. Yani Resûlüllah, sevilmede ve sözünün dinlenmesinde kişiye bizzat kendisinden daha üstündür. Kişi Resûlüllahı kendisinden daha fazla sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olamaz."

"Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Ben sizden birinize, babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça o kimse iman etmiş olamaz. Buharî, K.el-İman, bab: 8 / Müslim, K.el-îman, bab: 70, Hadis no: 44

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: ,

"Hiçbir mü’min yoktur ki ben onun için dünya ve âhirette diğer insanlardan daha üstün olmayayım. Dilerseniz "Peygamber, mü’minlere kendi öz nefislerinden daha üstündür." âyetini okuyun. O halde hangi mü’min ölür de geride mal bırakırsa o malı, mirasçıları kim ise onlar alsın. Şâyet geriye borç veya zayi olacak birşey bırakırsa bana başvurulsun. Zira ben o kişinin velisiyimdir Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 33, bab: 1 / Müslim, K.el-Feraiz, bab: 15, Hadis no: 1619 / Ebû Davud, K.el-İman, bab: 15, Hadis no: 2954

Âyette zikredilen diğer bir hüküm ise: "Allah'ın kitabında akraba olanlar (Miras hususunda) birbirlerine, mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar." hükmüdür.

Bu hüküm gelmeden önce mü’minler, aralarında anlaşma yaparak veya birbirlerini kardeş ilan ederek, aralarında akrabalık bağı bulunmasa da birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Resûlüllah, muhacirlerle Ensart kardeş yaptığında bunlar bu kardeşliğin icabı olarak birbirlerinin mirasını alıyorlardı. Bu âyet-i kerime inince, mirasçı olacakları belirtilen akrabalar dışında, kimsenin kimseye mirasçı olmayacağı beyan edildi ve gerek sözleşmeyle gerekse kardeşlik kurmakla meydana gelen mirasçılık kaldınlmış oldu.

Âyette zikredilen diğer bir hüküm de: "Ancak dostlarınıza yapacağınız bir iyilik bunun dışındadır." hükmüdür. Âyet-i kerime’nin bu bölümü, mirasta paylan olan akrabalar dışındaki insanlara mirastan pay verilemeyeceğini beyan eden hükmün bir istisnasıdır. Şöyle ki: Mirastan pay alma hakkına sahip olmayan insanlara bir kısım iyiliklerde bulunul abileceği hükme bağlanmaktadır. Buna göre mirasçı olmayanlara iyilikte bulunulabilir, vasiyet edilebilir, ödeyecekleri diyetlerde kendilerine yardım edilebilir.

Âyetin son bölümünde: "Bu hüküm kitapta yazılıdır." buyuruluyor. Buradaki kitaptan maksadın, Levh-i Mahfuz olduğu zikredilmiştir. Buna göre mana şöyledir: "Akrabaların miras yönünden birbirlerine daha yakın oldukları hükmü, Levh-i Mahfuzda yazılı olan bir hükümdür, değişmez."

7

Hani bir zaman biz, Peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Mûsa'dan ve Meryem'in oğlu İsa'dan da sağlam bir söz almıştık.

Bu âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, Peygamberlerden söz aldığı beyan edilmektedir. Ancak hangi hususlarda söz alındığı zikredilmemektedir. Bazı müfessirlerin izahına göre, Allafi teala, Peygamberlerden birbirlerini doğrulayacaklarına dair söz almıştır.

Bazılarına göre ise Allahü teâlâ, Peygamberlerden, dinini ayakta tutmalarına, onu insanlara teklif etmelerine, birbirleriyle yardımlaşmalarına ve birlik ve beraberlik içinde olmalarına dair söz almıştır.

Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Allah'ın Nuh'a emrettiği, sana vahiyle bildirdiğimiz, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya emrettiğimiz "Dini ayakta tutun, onda ihtilafa düşmeyin" emrini Allah size de şeriat kıldı. Ey Rasûlüm, davet ettiğin hususlar müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini o dine iman etmeye seçer. Kendine yöneleni o dine eriştirir. Şura Sûresi, âyet: 13

8

Allah, doğrulara, samimiyetlerinden sormak için böyle yaptı. O, kâfirlere can yakıcı bir azap hazırlamıştır.

Allah, peygamberlerden söz almıştır ki, ümmetlerinin, kendilerine ne gibi cevaplar verdiklerini ve onlara karşı nasıl tavır takındıklarım sorsun, onlar da gerçeği söylesinler.

9

Ey iman edenler, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir zaman size düşman orduları saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görür.

Bu ve bundan sonra gelen âyet-i kerimeler Hendek savaşını anlatmaktadır.

HENDEK SAVAŞI: Bu savaş, Hicret'in beşinci yılında meydana gelmiştir. Savaşın sebebi, Beni Nadr Yahud il erinden ileri gelenlerin, müşrikleri kışkırtmalarıdır. Resûlüllah'ın Medine'den kaoduğu Sellam İbn-i Ebil Hakık, Ke-nane b. er-Rebi, Sellam b. Mişkem vb. kişiler Medine'den göçüp Hayber Yahudilerenin arasına yerleşmişler ve daha sonra Mekke'ye gidip Kureyşlileri Resûlüllah’ın aleyhine kışkırtmışlar, Resûlüllah ile savaşmalarını istemiş ve kendilerine yardım edeceklerini vaadetrnışlerdir.

Beni Nadr'dan olan bu Yahudiler, daha sonra Necia bölgesinde oturan Gatafan oğullarına gittiler. Hayber'in gelirinin yarısını onlara vaadederek kendileriyle birlikte savaşmalarını istediler. Ayrıca, Gatafan kabilesinin müttefiki olan Beni Esed kabilesini de birlikte savaşmaya çağırdılar. Beni Süleym kabilesi de Kureyş'in akrabası olduğu için onlar da Kureyş'e katılmışlar böylece en , mühim kabileler müslümanlar aleyhine birleşerek büyük bir ordu meydana getirmişlerdi. Bu ordu üç kola aynlıyordu. Birinci kol Gatafan askerlerinden meydana geliyordu ve komutanı da Uyeyne b. Hısn idi. İkinci kol Esed oğullarından meydana geliyordu ve kendilerine Tuleyhatul Esedî komuta ediyordu. Üçüncü kol ise Kureyşlilerden meydana geliyor bunlara da Ebû Süfyan komuta ediyordu.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kabilelerin savaş için hazirlandıklarını duyunca ashabıyla istişare etti. Neticede Selman-ı Farisî'nin teklifi kabul edilerek Medine'nin çevresine Hendek kazıldı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin karşısına üç bin kişilik bir kuvvetle çıkmıştı. Birlikler arkalarını Sel' denen yere vermiş yüzlerini ise düşmana çevirmişlerdi. Düşman orduları gelip hendeğin karşı tarafına konakladi. Müslümanlar, kadın ve çocuklarını Medine'nin kalelerine yerleştirmişlerdi. Bu arada Medine'nin doğusunda yaşayan Yahudilerden Kureyza oğulları, Huyey b. Ahtab'ın kışkırtmasıyla, Resûlüllah ile yaptıklan muahadeyi bozmuşlar ve savaşı müşriklerin kazanmasını istemeye başlamışlardı. Böylece müslümanların sıkıntısı artmış ve âyet-i kerime’nin de beyan ettiği gibi imtihana tabi tutulmuşlar ve şiddetli bir şekilde sarsılmışlardı.

Hendeğin karşı tarafında yer alan düşman ordusu, yaklaşık bir ay süre ile Resûlüllahı ve mümileri kışkırtmışlar ancak onlara sonuçta hiçbir zarar verememişlerdir. Sadece Amr b. Abd-i Vüdd isimli kişi, yanındaki diğer süvari arkadaşlanyla birlikte hendeğin bir yerinden geçerek müslümanların içine sızmışlardır. Bunun üzerine Resûlüllah Hazret-i Ali'ye emretmiş Hazret-i Ali de Amr b. Abd-i Vüdd ile teke tek vuruşmuş ve sonunda onu öldürmüştür. Böylece galibiyetin ilk belirtileri görülmüştür.

Savaş kış mevsiminde cereyan ediyordu. Hava sert ve rüzgarlı idi. Nihâyet Allahü teâlâ bir gece çok soğuk bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgar onları iyice üşütüyor, onları toz toprak içerisinde bırakıyor, ateşlerini söndürüyor ve çadırlarını söküp atıyordu. Hayvanlar, insanlar birbirlerine -karışmıştı. Mü’minlerin tarafında melekler tekbirlerle onları destekliyor ve kendilerine manevî güç kazandırıyorlardı. Nihâyet müşrikler kuşatmadan vazgeçip Mekke'ye dönmek zorunda kaldılar.

Huzeyfetül Yeman bu durumu şöyle anlatıyor:

"Ben, hendek savaşında bir gece Resûlüllah ile beraberdim. Şiddetli bir rüzgar esiyordu ve üşüyorduk. Resûlüllah: "Bu kavmin (düşmanın) haberini bana getirecek biri yok mu? Bunu kim yaparsa Allah onu kıyamet gününde benimle beraber bulunduracaktır." buyurdu. Bizler hepimiz sustuk. Hiçbir kimse cevap vermedi. Tekrar: "Şu kavmin (düşmanın) haberini bana getirecek biri yok mu? Bunu kim yaparsa Allah onu kıyamet gününde benimle beraber bulunduracaktır." buyurdu. Biz yine sustuk. Hiçbir kimse Resûlüllah’a cevap vermedi. Resûlüllah tekrar: "Şu kavmin (düşmanın) haberini bana getirecek biri yokmu? Kim bunu yaparsa Allah onu kıyamet gününde benimle birlikte bulunduracaktır." buyurdu. Biz yine sustuk kimse ona cevap vermedi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Ey Huzeyfe kalk ve o kavmin haberini bize getir." dedi. Artık ben, kalkıp gitmekten başka çare bulamadım. Zira o beni ismimle çağırmıştı. Resûlüllah şöyle dedi: "Hadi git, o kavmin haberini bana getir, sakın onları bana karşı kışkırtıcı bir davranışta bulunma." Resûlüllah’ın yanından ayrıldığımda sanki hamamın içinde yürüyordum. (Resûlüllah'ın duası sayesinde Huzeyfe soğuğu hissetmez olmuştu) Nihâyet onların yanına vardım. Ebû Süfyan sırtını ateşe vermiş ısınıyordu. Yayıma bir ok yerleştirdim ve onu atmak istedim. Fakat hemen Resûlüllah’ın: "Sakın onları bana kaşı kiştırtma." sözünü hatırladım ve vazgeçtim. Eğer atmış olsaydım ona isabet ettirirdim.

Orada işimi bitirip döndüğümde kendimi yine hamamın içindeymiş gibi hissettim. Resûlüllah’a gelerek düşmanın durumunu anlatıp bitirince tekrar üşümeye başladım. Bunun üzerine Resûlüllah, üzerinde namaz kıldığı bir cübbeyi sırtıma giydirdi. Böylece uykuya dalmışım ve sabaha kadar uyumuşum. Sabah olunca Resûlüllah bana: "Kalk ey uykucu." dedi. Müslim, K. el-Cihad, bab: 99, Hadis no: 1788.

10

O vakit onlar size yukarı ve aşağı tarafınızdan gelmişlerdi. O zaman gözler, ümitsizlikten kaymış, yürekler korkudan ağızlara gelmişti. Sizler Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz.

O zaman Kureyza oğulları gibi bazı düşmanlarınız üst taraftan, Kureyş ve Gatafanlar gibi bazıları da alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz korkudan be-lermiş, kalbleriniz gırtlaklarınıza dayanmıştı. Allah hakkında çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. Münafıklar, Muhammedin ve arkadaşlarının kökünün kurutulacağım sanıyor mü’minler ise Allah'ın vaadinin hak olduğuna ve kesinlikle galip geleceklerine inanıyorlardı.

11

İşte orada mü’minler imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, çeşitli gruplardan meydana gelen düşman ordularının, Medine'nin çevresini kuşattıkları zaman mü’minlerin nasıl imtihan edildiklerini, sıkıntının şiddetinden dolayı büyük bir sarsıntı geçirdiklerini, böylece mü’minlerin münafıklardan ayrıldıklarını beyan ediyor ve münafıkların şöyle dediklerini bildiriyor.

12

O vakit münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Peygamberi bize ancak aldatıcı bir vaadde bulundu." diyorlardı.

Münafıklardan olan Mut'ab b. Keşeyr, Hendek savaşında mü’minlerin sıkıntıya düştüklerini görünce şöyle demeye başlamıştı; "Muhammed bizlere, Acem kralları Kisra ve Bizans kralları Kayzerlerin hazinelerini vaadediyordu. Halbuki bizden herhangi bir kimse tuvalete gitmekten bile korkuyor."

Katade diyor ki: "Münafıklardan bir gurup Resûlüllah’ın aleyhine şunları söylemişlerdir: "Muhammed bizlere Fars ve Rum'u fethedeceğimizi vaadediyor halbuki bizler burada kuşatıldık. Öyle ki herhangi birimizin def-i hacet için bile dışarı çıkmaya gücü yetmiyor. Allah ve Resulü bizlere, aldatmaktan başka bir şey vaadetmedi.

13

Hani o zaman münafıklardan bir topluluk: "Ey Medineliler, burası sizin için durulacak bir yer değildir. Hemen geri dönün." demişti. Münafıklardan başka bir topluluk da, peygamberden izin isteyerek: "Evlerimiz düşman tehlikesine açıktır." demişlerdi. Halbuki evleri düşmanı tehlikesine açık değildi. Sadece savaştan kaçmak istiyorlardı.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, münafıkların bir kısmının diğerlerine, Resûlüllah’ın ordusundan ayrılıp evlerine dönmelerim ve Resûlüllahı yalnız bırakmalarını söylediklerini zikretmektedir. Münafıkların diğer bir kısmının ise "Evlerimiz düşmana karşı savunmasız." bahanesini ileri sürerek Resûlüllah’ın ordusundan ayrılıp evlerine gitmek için izin istediklerini açıklamaktadır.

Allahü teâlâ bunların, savaştan kaçmaktan başka bir bahaneleri olmadığını beyan ederek kendilerini rüsvay ediyor ve buyuruyor ki:

14

Eğer ordular, Medine'nin çeşitli taraflarından içeri girse de o münafıkların fitne çıkarmaları işlenseydi, hemen ona girişirlerdi. Bu hususta fazla gecikmezlerdi.

Şâyet: "Evimiz düşman tehlikesine karşı açık." diyen münafıkların yaşadıkları Medine şehrine her taraftan düşman girecek olsa ve bunlardan, imanlarından dönüp müşrik olma fitnesine düşmeleri istense elbette bunu yaparlar ve buna karar vermekte çok az beklerlerdi. O halde bunların ileri sürdükleri bahaneler uydurma şeylerdir.

15

Halbuki onlar, daha önce, savaş meydanından kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen sözden mutlaka hesap sorulacaktır.

Halbuki savaştan kaçmak için Allah'ın Peygamberinden izin isteyen bu münafıklar, daha önce, düşmanın önünden kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Şüphesiz ki Allah’a verilen sözden dolayı hesap sorulacaktır.

Bu âyet-i kerime’nin, Harise oğulları hakkında nazil olduğu Rivâyet edilmiştir.

16

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Eğer ölmekten veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Kaçsanız bile ancak az bir zaman yaşatılırsınız.

17

Ey Rasûlüm, onlara şöyle de: "Allah size bir kötülük yapmak istese, sizi ondan kim koruyabilecektir? Veya size bir iyilik yapmak istese onun iyiliğine kim engel olabilecektir? Onlar, Allah’tan başka kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler.

Ey Rasûlüm, "Evlerimiz düşman tehlikesine karşı açık." diyerek senden izin isteyip savaştan kaçmak isteyen münafıklara de ki: "Eğer sizler, ölmekten veya öldürülmekten kaçıyorsanız elbette ki kaçmanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Mutlaka ölecek ve öldürüleceksiniz. Sizlerin, ölmekten veya öldürülmekten kaçmanız sizin ömrünüzü artırmaz; Biz sizleri bu dünya hayatında, eceliniz gelinceye kadar kısa bir süre yaşatırız. Sonra sizin için takdir edilen ecel gelip sizi götürür.

Ey Rasûlüm, yine harpten kaçmak için senden izin isteyen o insanlara de ki: "Şâyet Allah sizin malınıza ve canınıza bir kötülük isabet ettirmek dileyecek olsa veya sizlere bir rahmet dileyecek olsa Allah’a kim karşı gelebilir? Allah’ın bu dileğine karşı sizi kim savunabilir? Veya size engel olabilir? Bil ki bu münafıklar, Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler.

18

Allah, içinizde mü’minleri muharebeden alıkoyanları ve kardeşlerine "Bize gelin" diyenleri çok iyi bilir. Zaten onlar savaşa çok az gelirler.

Şüphesiz ki Allah, insanları sizinle beraber savaşmaktan caydırmaya çalışan ve kendi yandaşlarına: "Bırakın savaşı da gelin bizimle beraber güven içinde yaşayın. Biz, sizin helak olacağınızdan korkarız." diyenleri çok iyi bilmektedir. Zaten bunlar savaşa çok az katılırlar. Sadece Medine'de mü’minler nezdinde kendilerini temize çıkarmak için bazan savaşırlar.

Katade diyor ki: "Bu âyette zikredilen insanlar bir kısım münafıklardır. Bunlar yandaşlarına şöyle diyorlardı: "Muhammed ve arkadaşları insanların başını yiyenlerden başkaları değillerdir. Onlar et olsalar Ebû Süfyan ve arkadaşları onları yutarlar. Bırakın bu adamı, bu helak olacaktır."

19

(Geldiklerinde de) size karşı cimri olarak gelirler. Korku geldiği zaman da üzerine ölüm baygınlığı çökmüş bir insan gibi gözlerini döndürerek sana baktıklarını görürsün. Korku gittiğinde ise, mala düşkün olarak, iğneli dilleriyle sizi tenkid ederler. İşte bunlar, aslında iman etmemişlerdir. Allah da amellerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a çok kolaydır.

Peygamberle beraber savaşmaktan kaçan ve savaşa pek az gelenler, geldiklerinde de samimi olarak gelmezler. Sizlere karşı içlerinde cimrilik taşıyarak gelirler. Ganimetin taksiminde, mü’minlerin zayıflarına infakta bulunmakta ve size herhangi bir hayınn gelmesinde bunlar size karşı cimridirler. Bunlar gelip savaşa katıldıklarında kendilerine öldürülme korkusu gelince, üzerlerine ölüm baygınlığı çökmüş bin insan gibi gözlerini döndürerek sana baktıklarını görürsün. Zira bunlar iman etmedikleri için korkaktırlar. Savaş bitip ölüm korkusu gidince de bu münafıklar ganimet ve benzeri mallara çok düşkünlüklerinden dolayı Sizleri iğneli dilleriyle eliştirirler. İşte bunlar aslında iman etmiş değillerdir. Fakat bunlar görünüşte iman etmiş gibi olan münafıklardır. Bu sebeple Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu ise Allah’a pek kolaydır.

20

Münafıklar, çeşitli gruplardan oluşan düşman ordularının çekilmediklerini sanıyorlardı. Eğer düşman orduları tekrar saldırıya geçecek olsa onlar çöllerde Bedeviler arasında bulunup haberlerini oradan sormak isterlerdi Şâyet aranızda olsalardı ancak pek az savaşırlardı.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, münafıkların korkaklıklarını ve mü’minlere destek olmayacaklarını beyan ediyor ve buyuruyor ki: "Bunlar, Kureyş ve Gatafan gibi çeşitli kabilelerden teşekkül etmiş düşman ordularının, Medine'nin çevresindeki Hendeği bırakıp gittiklerine inanmıyor, Medine'ye yakın bir yerde karargâh kurduklarını sanıyorlardı. Şâyet düşman ordusu hendeği geçip Medine'ye girecek olsaydı bu münafıklar çölde bulunup Bedeviler içinde yaşamayı ve oradan size ne olduğunu sormayı arzu ederlerdi. Yine onlar içinizde bulunsaydilar sadece kendilerini mazur gösterecek kadar pek az savaşırlardı.

21

Muhakkak Allah'ın Resulünde, sizin için, Allah'ın rahmetini ve âhiretin nimetlerini arzulayanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir numune vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hendek savaşında, Resûlüllah'ın ordusuna katılmayan münafıkları kınamakta biz mü’minlere de sözlerimizde, amellerimizde ve bütün davranışlarımızda Resûlüllahı örnek almamızı emretmektedir. Evet, biz mü’minler için en güzel örnek Resûlüllahtır. Zira o, bizleri yaratan Allah tarafından, bizlere doğru yolu göstermek için gönderilmiştir. O, Allah tarafından, hata işlemekten korunmuş ve Cebrâil (aleyhisselam) vasıtasıyla devamlı olarak kontrol altında tutulmuştur.

22

Mü’minler düşman ordularını görünce: "İşte Allah'ın ve Resulünün bize vaadettiği budur. Allah ve Resulü doğru söylemiş." dediler. Bu, ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı.

Allah’a ve peygamberine iman eden mü’minler, çeşitli fırkalardan meydana gelen düşman ordularını görünce, Allah'ın emrine boyun eğerek şöyle demişlerdir: "İşte Allah ve Resulünün bize: "Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyle ki peygamber ve onunla beraber iman edenler "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilin ki Allah'ın yardımı çok yakındır. Bakara Sûresi, âyet: 214 âyetinde vadettiği budur. Allah ve Resulü doğru söylemiştir.

Çeşitli fırkalardan meydana gelen ve Medine'yi kuşatan ordular bu mü’minlerin ancak iman ve teslimiyetlerini artırmış ve onlarda hiçbir sarsıntı meydana getirmemiştir.

23

Mü’minler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları sözde sadakat gösterdiler. Onlardan kimi bu uğurda canlarını feda etti. Kimi de bu şerefi beklemektedir. Onlar, Allah’a verdikleri sözü asla değiştirmediler.

Allahü teâlâ, münafıkların, verdikleri sözlerini bozduklarını zikrettikten sonra bu âyet-i krimede de mü’minlerin kahramanlarının, Allah’a verdikleri sözlerde durduklarım, cihad ederek bazılarının bu yolda canlarını verdiklerini diğer bazılarının ise şehadet şerbetini içmeyi içtenlikle beklediklerini beyan etmektedir.

Enes. b. Mâlik bu âyet-i kerime’nin, amcası Enes b. Nadr hakkında nazil olduğunu söylemektedir. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 33, bab: 3

Enes b. Mâlik diyor ki: "Amcası Enes b. Nadr, Bedir savaşında bulunmamış ve buna üzülerek şöyle demiştir: "Ben, Resûlüllah’ın yaptığı ilk savaşta bulunmadım. Yemin olsun ki eğer Allah bana, Resûlüllah ile birlikte savaşmayı nasibedecek olursa benim nasıl gayrette bulunacağımı görecektir."

Enes b. Nadr Uhut savaşında bulundu. Müslümanlar mağlup durumdaydılar. Enes, Allah’a yalvararak şöyle dedi:

"Ey Allah'ım, şu müslümanların yaptıklarından dolayı senden özür dilerim ve şu müşriklerin yaptıklarından da sana sığımnm." Enes kılıcı ile düşmanların üzerine yürüdü. Bu arada Sa'd b. Muaz ile karşılaştı ve ona: "Nereye gidiyorsun Sa'd? Ben, Uhut dağının eteklerinden cennet kokusu alıyorum." dedi ve yürüdü. Yapılan çarpışmalar sonunda öldürüldü. Onun vücudu tanınmaz hale gelmişti. Onu, kızkardeşi vücudundaki bir benden veya parmak uçlarından tanıyabilmişti. Onun vücudunda seksen küsur ok, mızrak ve kılıç yarası vardı. Buhari, K.el-Magazi, bab: 17 /Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 33, bab: 2-3, Hadis no: 3201

24

Allah'ın, sözünde duranları sadakatlanyla mükafatlandırması, münafıkları ise dilerse azaplandırmasi veya tevbelerini kabul etmesi için böyle oldu. Şüphesiz ki Allah, çok affedendir, çok merhametlidir.

Allah, kullarını böyle imtihan eder ki, kendisine verdikleri söze sadık kalanları sadakatlarından dolayı mükafaatlandırsın. Münafıkları ise, nifak üzere ilmelerini dilediği takdirde cezalandırsın. Tevbe etmelerini nasibettiği takdirde ise onların tevbelerini kabul etsin. Şüphesiz ki Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.

25

Allah, kafirleri öfkeleriyle geri çevirdi. Hiçbir şey elde edemedi. Savaşta, iman edenlere Allah'ın yardımı yetti. Allah, güçlüdür, herşeye galiptir.

Allah, Hendek savaşında, Kureyş ve Gatafan kâfirlerini kinleriyle birlikte gerisin geri çevirdi. Müslümanlardan hiçbirşey koparamadılar. Allah, savaşta gökten melekler göndererek ve düşmanların üzerine fırtınalar estirerek onları mağlup etti. Böylece Allah mü’minlere yetti. Zira Allah, güçlüdür, herşeye galiptir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kendisine, Resulüne ve mü’minlerine karşı savaşmak için, Medine'nin çevresinde kazılan hendekleri kuşatan müşriklerin, manevi orduları tarafından mağlup edildiğini bildirmikte ve böylece mü’minlere olan lütfunu zikretmektedir. Zira hendek savaşında müşrikler, fırtına ve soğuktan dolayı mağlup olup geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

26

Allah, kitap ehlinden, kâfirlere yardım edenleri sığındıkları kalelerinden indirmiş ve kalblerine korku salmıştı. Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını ise esir alıyordunuz.

Allah, kitap ehlinden olup Rureyş ve Gatafan müşriklerine yardım eden Yahudi Kureyza oğullarını, içlerine sığındıkları kalelerinden aşağı indirdi. Onların kalblerine, mü’minlerden korkma duygusunu saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor diğerlerini ise esir alıyordunuz.

27

Allah onların yerlerini yurtlarını, mallarını ve henüz ayak basmadığınız bir toprağı size miras olarak verdi. Allah, herşeye kadirdir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Yahudi olan Kureyza oğullarının yerlerini, yurtlarını ve mallarını mü’minlere miras bıraktığını zikrediyor ayrıca o zamana kadar ayak basmadıkları bazı yerleri de onlara vereceğini vaadediyor.

Bazı müfessirler bu yerlerden maksadın, Hayber topraklan olduğunu bazıları ise Mekke olduğunu diğer bazıları ise Fars ve Bizans arazileri olduğunu söylemişlerdir. Taberi ise, Allah'ın vaadettiği yerlerin, bunların hepsinin olabileceğini söylemiştir.

Kureyza oğullarının, Hendek savaşında Resûlüllah’a ihanet etmelerinin neticesi şöyle olmuştur:

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Resûlüllah Hendek savaşından döndü. Silahını çıkarıp banyo yaptıktan sonra ona Cebrâil (aleyhisselam) geldi ve: "Sen silahı bıraktın ama Allah’a yemin olsun ki biz onu henüz bırakmadık. Hadi git onlara." dedi. Resûlüllah: "Nereye?" diye sordu. Cebrâil: "Kureyza oğullarını göstererek: "Şuraya." dedi. Resûlüllah da onların üzerine gitti. Buhari, K.el-Magazi, bab: 30

Diğer bir Rivâyette de Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) şöyle diyor:

Sa'd b. Muaz Hendek savaşında yara almıştı. Kureyş'ten Hibban b. el-Arika adlı bir adam ok atarak Sa'dın bilek damarım koparmıştı. Resûlüllah onu yakından izlemek için mescitte ona özel bir çadır kurmuştu. Resûlüllah Hendek savaşından döndü. Silahım çıkarıp banyo yaptıktan sonra Cebrâil geldi. O anda başındaki tozları siliyordu ve dedi ki: "Sen silahı bıraktın ama Allah’a yemin olsun ki ben henüz bırakmadım. Hadi kit onlara Buhari, K.el-Magazi, bab: 30 dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Nereye?" diye sordu. Cebrâil, Kureyza oğullarını gösterdi. Kureyza oğulları Resûlüllah’ın hakemliğini kabul ettiler. Resûlüllah ise Sa'd b. Muaz'ın hakemlik yapmasını istedi. Sa'd şöyle dedi; "Ben, onların savaşçılarının öldürülmelerine, kadınlarının ve çocuklarının esir alınmasına ve mallarının taksim edilmesine hüküm veriyorum.

28

Ey Peygamber, hanımlarına şöyle de: "Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin boşanma bedellerinizi verip hepinizi güzellikle salıvereyim.

29

Eğer Allah’ı, Peygamberini ve âhiret yurdunu istiyorsanız, iyi bilin ki Allah, içinizden iyilikte bulunanlar için büyük bir mükafaat hazırlamıştır.

Ey Rasûlüm, hanımlarına de ki: "Eğer sizler, dünya hayatını ve dünya süsünü arzul uy orsanız, gelin ben sizlere, boşanan erkeğin hanımına verdiği eşyayı vereyim vesizi boşayarak sizden güzellikle ayrılayım. Şâyet sizler, Allah'ın ve Resulünün rızasını ve onlara itaat etmeyi istiyorsanız bilin ki Allah, sizlerden, emirlerini tutarak iyilik yapanlara büyük bir mükafaat hazırlamıştır.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) bu âyetlerin izahında diyor ki:

"Resûlüllah’a, hanımlarına, kendisiyle beraber kalıp kalmamakta serbest olduklarını tebliğ etme emri gelince, Resulüllah benden başladı ve şöyle dedi: "Ben sana birşey söyleyeceğim. Baban ve annenle istişare etmeden önce acele olarak cevap vermen gerekmez. "Resûlüllah, babamın ve annemin, benim kendisinden ayrılmamı istemeyeceklerini çok iyi biliyordu. Resûlüllah devamla: "Allahü teâlâ şöyle buyurdu." dedi ve: "Ey Peygamber, hanımlarına şöyle de: "Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin, boşanma bedellerinizi verip hepinizi güzellikle salıvereyim." "Eğer Allah’ı, Peygamberini ve âhiret yurdunu istiyorsanız, iyi bilin ki Allah, içinizden iyilikte bulunanlar için büyük bir mü-kafaat hazirlamıştir." âyetlerini okudu. Bunun üzerine dedim ki: "Ben, hangi hususta babam ve annemle istişare edeyim? Ben, Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu istiyorum." Sonra Resûlüllah’ın diğer hanımları da aynen benim gibi yaptılar. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 33, bab: 7, Hadis no: 3204

30

Ey Peygamberin hanımları, sizden kim, apaçık bir hayasızlıkta bulunursa, azabı iki kat artırılır. Bu, Allah’a çok kolaydır.

Allahü teâlâ, peygamberin, Allah’ı ve Resulünü tercih eden hanımlarına, iffetli olmalarını, onların, diğer hanımlara benzemediklerini, onlardan herhangi birinin bir hayasızlığa düşmesi halinde cezalarının iki kat olacağım beyan etmektedir. Cezanın iki kat oluşundan maksat, âhirette azaplarının iki kat olmasıdır. Veya hem dünyada hem de âhirette cezalandırılmalarıdır.

Abdullah b. Abbas, âyette zikredilen "Hayasızlık"ı, kötü ahlaklı olmak ve itaatsizlik göstermek." olarak izah etmektedir. Taberi, buradaki "Ahlaksızhk"ı "Zina etme" olarak izah etmiştir.

31

Sizden kim de Allah’a ve Resulüne itaat eder ve salih amel işlerse, ona da mükafaatıni iki kat veririz. Ayrıca biz, onun için üstün bir rızık hazırladık.

Resûlüllah’ın hanımları diğer kadınlardan farklıdırlar. Günah işlediklerinde cezalan, sevap işlediklerinde de mükafaatları diğer kadınlara göre iki kattır. Ayrıca Allahü teâlâ bu âyetin sonunda onlar için büyük bir rızık hazırladığını belirtmiştir. Bundan da maksat cennettir. Zira onlar Resûlüllah ile beraber en yüce makamlarda bulunacaklardır.

32

Ey Peygamberin hanımları, sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız konuşurken hoş bir eda ile konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan kimse tamaha düşmesin. Daima doğru ve ciddi konuşun.

Ey Peygamber hanımları, siz bu ümmetin kadınlarından herhangi biri değilsiniz. Eğer Allaluan korkuyor ve onun emir ve yasaklarına boyun eğiyorsanız, konuşurken nâzik bir şekilde konuşmayın. Bundan dolayı, kalbinde münafıklık hastalığı veya şehvetine köle olma illeti bulunan kişiler sizden bir hayasızlık ümit etmesinler. Sizler her zaman, Allah'ın, konuşmanıza izin verdiği şeyleri söyleyin.

33

Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye devri kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin. Allah’a ve peygamberine itaat edin. Ey ehl-i beyt, şüphesiz Allah sizi günah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister.

Ey Peygamber hanımları, evlerinizde durun. Oralarda vakarlı olun. Önceki cahiliye dönemindeki gibi açılıp saçılmayın, böbürlenmeyin, gayri ciddi davranmayın. Farz olan namzlan kılın. Mallarınızdan, farz olan zekatı verin. Allah’ın ve Resulünün emir ve yasaklarında Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey ehl-i Beyt, Allah sizden kötülüğü ve hayasızlığı kaldırmak ve sizleri günahlardan temizlemek ister.

Âyet-i kerime’de "Ehl-i Beyt" ifadesi zikredilmektedir. Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin'in bu ifadeye girdikleri muhakkaktır. Resûlüllah’ın üvey oğlu Ömer b. Seleme diyor ki:

"Bu âyet Resûlüllah’a, hanımı Ümmü Seleme'nin (annemin) evinde inince Resûlüllah, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı ve onları cübbesinin altına aldı. Ali de arkasında bulunuyordu. Onların hepsini cübbesiyle kapladı ve şöyle dedi: "Ey Allah’ım işte bunlar benim ehl-i Beytim'dir. Sen onlardan murdarlığı gider ve onları tertemiz kıl." Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: "Ey Allah’ın Resulü, ben de onlarla beraber miyim?" Resûlüllah: "Sen yerindesin, sen hayır üzeresin." dedi. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 33,bab: 7, Hadis no: 3205

Enes b. Mâlik diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) altı ay sabah namzina Fatima'nın kapısından geçerek gitti. Resûlüllah oradan geçerken: "Ey ehl-i beyt; namaz." der ve: "Ey Ehl-i Beyt, şüphesiz Allah sizi kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister..." âyetini okurdu. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sûre, 33, bab: 7, hadis no: 3206

Ancak bu zikredilenlerin Ehl-i Beyt'ten olmaları, bunların dışında bulunan kimselerin Ehl-i Beyt'ten sayılmayacakları manasına gelmez. Nitekim âyet-i kerimeler, Resûlüllah’ın hanımlarını zikretmektedir. Dolayısıyla "Ehl-i Beyt" ifadesine onun hanımlarının öncelikle girmesi gerekir.

Ayrıca, Ehl-i Beyt'ten bahseden âyetteki zamirlerin erkek sıygasının kullanılması, ehl-i beyt'in içine, Resûlüllah’ın hanımları ve kızının yanında Hazret-i Ali gibi erkeklerin de girmesindendir. Yoksa Resûlüllah'ın hanımlarını ehl-i Beyt'in dışında kabul etmek için değildir. Nitekim Hazret-i Fatıma da kadındır fakat ehl-i beyt'ten olduğuna itiraz edilmemiştir. Tirmizi, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 33, bab: 9, Hadis no: 3207-3208.

Bu hususta merhum Elmalılı Muhammed Hamdı Yazır, "Hak Dini Kur'an Dili" adlı eserinde şöyle diyor: "Fakat ne tuhaftır ki Şia, âyetin mevzuunu teşkil eden ezvac-i Tahiratı dahi hesaba katmayarak ehl-i beyt'in, Hz Peygamberin kendisiyle, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma, radıyallahü anhüma'dan ibaret olduğunda ısrar etmek istemişler ve bu yüzden Tarih-i İslam'da çok büyük gürültüler koparmışlardır. "Selman bizden ve ehl-i beyttendir." Hadisiyle, intisab-ı mahsus ile Selman bile ehl-i beytten sayıldığı halde peygamberle beraber beytutet eden (gece gündüz beraber olan) ezvac-ı tâhiratın (Peygamberin temiz hanımlarının) ehl-i beytten hariç sayılması ne garip bir taassuptur! (Hak Dini Kur'an Dili, C.6, S .3892)

Alkame diyor ki: "fecrime: "Ey Peygamber ailesi, şüphesiz Allah sizi, günah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister." âyetini çarşılarda yüksek sesle okur ve "Bu âyet özellikle Resûlüllah’ın hanımları hakkında nazil olmuştur." derdi. İkrime'nin bu sözü, âyetin nüzul sebebini bildirmektedir. Dolayısıyla bu söze dayanarak ehl-i beyt'e, Resûlüllah’ın kızları ve diğer hanımlarının girmediği söylenemez.

34

Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ki Allah, herşeyin inceliğini ve gizli tarafını bilir, herşeyden haberdardır.

Ey Peygamber hanımları, Allah'ın, size olan lütuflarını hatırlayın. Evlerinizde Allah'ın âyetlerinin ve peygambere vahyedilen sünnetin okunduğunu düşünün. Bu nimetler karşılığında rabbinize şükredip hamdedin. Şühhesiz ki Allah, büyük lütuf sahibidir. Sizleri bu evlere yerleştirmek de onun lütuflarındandır. Allah, herşeyden haberdardır. Sizlerin, Allah’ı ve Resulünü seçtiğinizi çok iyi bilir.

35

Müslüman erkeklerle müslüman kadınlara, mü’min erkeklerle mü’min kadınlara, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlara, sadık erkeklerle sadık kadınlara, sabırlı erkeklerle sabırlı kadınlara, Allatılan hakkıyla korkan erkeklerle hakkıyla korkan kadınlara, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlara oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlara, iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlara, Allah’ı çokça zikreden erkeklerle Allah’ı çokça zikreden kadınlara, şüphesiz ki Allah, mağfiret ve büyük bir mükafaat hazırlamıştır.

Ümmü İmare el-Ensarî'den Rivâyet ediliyor ki, kendisi Resûlüllah’a gidip ona: "Herşeyin erkekler için olduğunu görüyorum, kadınların herhangi bir hususta anıldıklarını görmüyorum." demiş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

Taberi ise bu soruyu Ümmü Selem'nin sorduğunu ve âyetin bunun üzerine nazil olduğunu Rivâyet etmektedir.

36

Allah ve Resulü, herhangi bir hususta hüküm verdiği zaman mü’min bir erkeğin ve mü’min bir kadının işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. Kim, A İlaha ve Resulüne isyan ederse, şüphesiz ki o, açıkça sapılmıştır.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, İkrime bu âyetin, Zeyneb Bint-i Cahş hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Abas diyor ki: "Resûlüllah, Zeyneb Bint-i Cahş'ı, azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'ye istemeye gitti. Zeyneb'i Zeyd'e isteyince o Resûlüllah’a: "Ben, Zeyd'le evlenmem." dedi. Resûlüllah "Evlen." dedi Zeyneb "Ey Allah'ın Resulü, bana, kabul edip etmeme hakkiverilmiş midir?" dedi. İşte o ikisi böyle konuşurken bu âyet-i kerime nazil oldu ve bunun üzerine Zeyneb: "Ey Allah'ın Resulü, sen beni onunla evlendirmeye razı mısın?" dedi. Resûlüllah da "Evet." dedi. Bunun üzerine Zeyneb, "O halde ben, Allah'ın Resulüne karşı gelmem, ben onunla (Zeydle) evlenmeyi kabul ettim." dedi.

Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem ise bu âyet-i kerime’nin, Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Ümmü gülsüm hakkında nazil olduğunu söylemiş ve hadiseyi şöyle özetlemiştir. "Ümmü Gülsüm, Hudeybiye musalahasından sonra hicret eden ilk kadın olmuştur. Bu kadın kendisini Resûlüllah’a hibe etmiş Resûlüllah da onu Zeyd b. Harise ile evlendirmiştir. Bunun üzerine hem kadın hem de kardeşi Resûlüllah’a kızmışlar ve şöyle demişlerdir: "Biz Resûlüllahı istedik o ise bizi kölesiyle evlendirdi." İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

37

Ey Rasûlüm, hani bir zaman, Allah'ın kendisini nimetlendirdiğin senin de nimetlendirdiğîn kimseye: Hanımını bırakma, Allah’tan kork diyordun. Fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki Allah, kendisinden korkmana daha layıktı. Zeyd, karısından ilişiğini kesip boşanınca, biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkların, ilişiklerini kesip boşadıkları eşleriyle evlenmekte mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine gelir.

Ey Rasûlüm, hatırla o zamanı ki, Allah'ın, kendisim müslüman yaparak lütufta bulunduğu, senin de kölelikten azad ederek lütufta bulunduğun Zeyd b. Hârise'ye: "Hanımın Zeyneb'i boşama, tut. Hanımının hakları hususunda Allah’tan kork." diyordun ve sen, Allah'ın açığa vuracağı, Zeyneb'le evlenmen konusunu içinde gizliyordun. İnsanların dedikodularından korkuyordun. Halbuki Allah, kendisinden korkmana daha layıktır. Zeyd, karısı Zeyneb'den ilişkisini kesip onu boşayınca biz seni Zeyneb'le evlendirdik ki, evlatlıkların ilişkilerini kesip boşadıklan eşleriyle evlat edinenlerin evlenmesinde mü’minler için bir güçlük olmasın. Artık mü’minler böyle evlilikleri rahatlıkla yapabilsinler. Zira Allah'ın emri mutlaka yerine gelir.

Bu âyet-i kerime, Resûlüllah’ın, azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'yi, halasının kızı Zeyneb Bint-i Cahş'la evlendirdikten sonra ayrılmalarını ve ayrılmalarından sonra, Resûlüllah’ın, Zeyneb'le, Allah'ın emri gereğince evlenmesini zikretmektedir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) halası, Abdülmuttalib'in kızı olan Emine'nin kızı Zeyneb'i, azadlı kölesi olan Zeyd b. Hârise'yle, güçlükle ikna ederek evlendirmiştir. Zeyneb, bir yıldan fazla bir müddet Zeyd'le yaşadıktan sonra aralarında anlaşmazlık çıkmış ve Zeyd, Resûlüllah’a, hanımı Zeyneb'i şikâyet etmiştir. Resûlüllah ise Zeyd'e, hanımım tutmasını ye haklarını korumasını emretmiştir. Buna rağmen Zeyd, hanımıyla geçinememiş. ve sonunda boşamiştır.

Cahiliye döneminde evlat edinen insanlar, evlatlıklarının boşadıklan ha-nımlanyla evlenmezlerdi. Allahü teâlâ bu âdeti ortadan maldırmak için Resûlüllah’a, Zeyd'den ayrılan Zeyneb Bint-i Cahş ile evlenmesini emretmiş Resûlüllah da bunun üzerine Zeyneb'le evlenmiştir.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Eğer Resûlüllah kendisine inen vahiyden birşey saklayacak olsaydı elbette bu âyeti saklardı. Buhari, K.ol-Menakıb, bab: 18 /Müslim, K.el-Fadail, bab: 20-23, Hadis no: 2286-2287 / Tirmizî, K.ol-Menakıb, bab: 1, Hadis no: 3613 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, S.137.

38

Allah'ın kendisine takdir ettiği birşeyi yerine getirmede Peygambere hiçbir vebal ve güçlük yoktur. Daha önce geçmiş Peygamberlere de Allah bu kanunu koymuştu. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.

Allah'ın Peygambere, evlatlığının boşadığı hanımla evlenmeyi farz kılmasından dolayı peygamberin onunla evlenmesinde kendisine bir günah yoktur. Allah'ın, daha önce geçmiş olan peygamberlere koymuş olduğu kanunu da böyledir. Onlara da helal kıldığı şeyleri yapmalarından dolayı bir güçlük ve günah yoktur. Zira, Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.

39

O Peygamberler, Allah'ın emirlerini insanlara tebliğ ederler. Allah’tan korkarlar ve ondan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak Allah yeter.

Ey Rasûlüm, sen de geçmiş peygamberler gibi ol. Sana emredilenleri tebliğ et. Allah’tan başka kimseden korkma. Zira Allah, hesaba çeken olarak kafidir.

40

Muhammed, içinizdeki adamlardan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi çok iyi bilir.

Ey insanlar, Muhammed ne Zeyd b. Hârise'nin ne de sizlerden herhangi bir adamın babasıdır. Fakat o, Allah'ın, insanlara gönderdiği elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Onunla peygamberlik sona ermiştir. Allah, yaptığınız amellerin ve söylediğiniz sözlerin hepsini bilendir.

*Katade ve Ali b. el-Hüseyin, bu âyet-i kerime’nin, Zeyd b. Harise hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in, Kasım, Tayyib, Tahir ve İbrahim isimli dört erkek çocuğu, Zeyneb, Rukiyye, ümmügülsum ve Fatıma isimlerinde dört de kızı olmuştur. Erkek çocukları çok küçükken vefat etmişler, Hazret-i Fatıma'nın dışında kızlar da Resûlüllah hayattayken vefat etmişlerdir. Hazret-i Fatıma ise Resûlüllah'ın vefatından altı ay sonra vefat etmiştir.

Âyet-i kerime, Resûlüllah’ın, yanında büyüttüğü Zeyd b. Hârise'ye: "Muhammed'in oğlu" diye çağırılmasını reddediyor ve Resûlüllah'ın, yaşayan herhangi bir erkeğin babası olmadığını beyan ediyor ki böylece münafıklar "Muhammed, oğlunun hanımıyla evlendi." sözlerinden vazgeçsinler.

Âyet-i kerime, Resûlüllah'ın son peygamber olduğunu bildiren bir delildir. Bu konuyla ilgili olarak birçok mütevatir hadis de bulunmaktadır.

Übey b. Kâ'b, Cabir b. Abdullah, Ebû Said el-Hudrî ve Ebû Hureyre'den ufak tefek farklarla şu hadis-i şerif Rivâyet edilmektedir: "Resûlüllah buyurdu ki:

"Ben ve benden önceki peygamberlerin durmu, güzel ve hoş bir bina yapan bir adamın binasının durumuna benzemektedir. Adam, binasını çok güzel yapmış ancak bir köşesinde bir kerpicin yerini boş bırakmıştır. İnsanlar o binayı gezer, beğenir ve şöyle derler: "Bu kerpiç de yerine konsaydı ya." İşte o kerpiç benim ve ben peygamberlerin sonuncusuyum. Tirmizî, K.er-Rüya, bab: 2. Hadis no: 2272 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, S.267.

Enes b. Mâlik ve Ebû Tufeyl ise şu hadisi bazı farklılıklarla Rivâyet etmişlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki Resulluk ve Nebilik artık sona ermiştir. Benden sonra ne Resul ne de Nebil gelecektir." Resûlüllah’ın bu hadisi insanların ağırına gitmiştir. (Artık insanları ikaz edecek birinin gelmeyeceğini duyunca endişelenmişlerdir) Bunun üzerine Resûlüllah: "Fakat müjdeleyenler bulunacaktır." buyurmuştur. İnsanlar: "Ey Allah'ın Resulü, müjdeleyenler nedir?" diye sormuşlar Resûlüllah da: "Müslümanm rüyasıdır. Zira o, peygamberliğin parçalarından bir parçadır." buyurmuştur. Tirmizî, K.es-Siyer, bab: 5, Hadis no: 1553

Diğer bir hadis-i şerifte de peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ben, diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kılındım. Bana veciz konuşma verildi, düşmanın kalbine korku salınmakla yardım olundum, bana ganimetler helal kılındı. Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı. Ben, bütün yaratıklara Peygamber gönderildim. Peygamberler benimle sona erdi. Buhari. K.el-Menakıb, bab: 17 / Müslim, K.el-Fadail. bab: 124-125, Hadis no: 2354.

Peygamber efendimiz bir diğer hadisinde de şöyle buyuruyor:

Ben Muhammed'im, Ahmed'im, ben silenim, Allah'ın kendisiyle İnkârı yok ettiği, silip götürdüğü kimseyim. Ben toplayanım, insanlar benim arkamda toplanacaklardır ve ben, arkadan gelenim. (Peygamberlerin sonuncusuyum.) Buhari, K.el-Edeb, bab: 18 / Müslim, K.et-Tevbe, bab: 22, Hadis no: 2754

41

Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin.

42

Onu sabah akşam tesbih edin.

Ey iman edenler, Allah’ı, kalblerinizle, dillerinizle ve bütün azalarınızla devamlı olarak ve çokça zikredin. Sabah ve ikindi namazlarım kılarak Allah’ı tesbih edin.

43

Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah rahmet bahşeder. Melekler de dua eder. Allah, mü’minlere çok merhametlidir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allahü teâlâ kullarına farz kıldığı her ibadete belli bir sınır koymuştur. Kulların özürlerine göre de onları bu ibadetlerden muaf tutmuştur. Ancak Allah’ı zikretmeyi bunların dışında tutmuştur. Zira Allah’ı zikretmeye bir sınır koymamış ve Allah’ı zikretme hususunda delilerden başka hiçbir kimsenin özürünü kabul etmemiştir. Kulların, Allah’ı ayakta iken, otururken, yatarken, gece ve gündüz, karada ve denizde, yolcu iken, mukim iken anmalarını istemiş, zengin olanın, fakir olanın, hasta olanın, sağlıklı olanın da onu gizli veya açıkça zikretmesini emretmiştir. Sabah akşam kendisinin tesbih edilmesini istemiş bunu yapan kullarına ise Allah'ın ve meleklerin merhametli davranacaklarını ve Allah'ın onları, sapıklığın karanlıklarından çıkarıp hidâyetin aydınlığına sevkedeceğini beyan etmiştir. Zira Allah, mü’minlere pek merhametlidir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) diyor ki:

"Resûlüllah’a esirler getirildi. Onların içerisinden bir kadın memesinden sütünü sağıyor ve çocuklara içiliyordu. Esirlerden bir bebek gördüğünde onu alıyor bağrına basıyor ve emziriyordu. Bunu gören Resûlüllah bize şöyle dedi: "Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağını tahmin eder misiniz?" Biz: "Hayır, onun, çocuğu atmamaya gücü yettiği müddetçe bunu yapmaz." dedik. Bunun üzerine Resûlüllah "Allah, kullarına işte bu kadının, çocuğuna olan merhametinden daha merhametlidir." buyurdu. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 48, bab: 3.

44

Allah’a kavuştukları gün "Selam" diyerek selamlasınlar. Allah onlara güzel bir mükafaat hazırlamıştır.

Mü’minlerin, kıyamet gününde cennete girip rablerini gördükleri zaman birbirleriyle selamlaşmaları: "Selam olsun sana, güvenlik içinde ol." şeklinde olacaktır. Allah onlar için güzel bir mükafaat olan cenneti hazırlamıştır. Zira orada, gözlerin görmediği, kulakların işimediği ve hatıra gelmeyen nimetler vardır.

45

Bak. Âyet 46.

46

Ey Peygamber, şüphesiz ki biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah'ın izniyle Allah’a davet eden bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.

47

Allah’tan kendilerine büyük bir lütuf olduğunu mü’minlere müdele.

48

Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Ey Rasûlüm, şüphesiz ki biz seni, gönderdiğimiz dini ümmetine tebliğ ettiğine dair bir şahid ve Allah'ın emirlerine itaat edenleri cennetle müjdeleyen bir müjdeci, Allah'ın emirlerine karşı gleenleri, cehennemde yanacakları ikazıyla uyaran bir uyarıcı, Allah'ın emirleriyle onu birlemeye ve sadece ona kulluk etmeye çağıran bir davetçi ve yaratıkları, Allah'ın sana verdiği nur ile aydınlatan bir kandil olarak gönderdik. Ey Rasûlüm, sen, iman ehlini, Allah katında kendileri için büyük bir lütuf bulunduğuna dair müjdele. Sakın, kâfirlere ve münafıklara uyma. Onların sözlerini dinleyerek peygamberliğini tebliğde kusur işleme. Onların sana yaptığı eziyet ve işkenceler, seni, Allah'ın emirlerini yerine getirmekten ve ona kulluk etmekten alıkoymasın. Sen, işini Allah’a bırak ve ona güven. Allah, bütün yaratıktan karşısında senin için yeterlidir.

Ata b. Yesar diyor ki:

"Ben, Abdullah b. Amr b. As ile karşılaştım. Ve ona: "Söyler misin bana, Resûlüllah’ın sıfatları tevratta nasıl anlatılıyor?" dedim. Abdullah dedi ki: "Evet anlatayım. Allah’a yemin olsun ki, o, Tevratta Kur'anda bir kısmı anlatılan birçok sıfatlarla zikredilmektedir. Kur'anda: "Ey Peygamber, şüphesiz ki biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı olarak gönderdik." buyuruluyor. Tevratta ise şöyle zikerdilmiştir: "Ey peygamber, şüphesiz ki biz seni bir şahit bir müjdeleyici, bir uyarıcı ve okur yazarlığı olmayanları himaye edici olarak gönderdik. Sen benim kulum ve peygamberimsin." Ben seni "Mütevekkil" diye isimlendirdim." diye hitabedilmiş ve şu şekilde de vasıflandırılmıştır: O, kaba ve katı kalbli bir kimse değildir. Çarşılarda bağınp çağıran biri de değildir. Kötülüğe karşı kötülük yapmaz, affeder ve hoşgörülü olur. Allah onunla eğri olan bir ümmeti düzeltip "Lâilahe illallah" demelerine kadar onun canını almayacaktır. Allah onunla kör olan gözleri açacak, sağır olan kulakları duyuracak ve perdeli olan kalbleri duyarlı kılacaktır. Buhari, K. et-Talâk, bab: 3

49

Ey iman edenler, mü’min kadınları nikahlar sonra da kendilerine dokunmadan boşarsanız artık sizin, onların üzerinde iddet sayma hakkınız yoktur. Derhal onlara boşanma bedellerini verin ve onları güzellikle salıverin.

Abdullah b. Abbas, bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmektedir: "Eğer bir kimse bir kadınla evlenir de ona hiç dokunmadan onu boşayacak olursa, kadının iddet bekleme mükellefiyeti yoktur. Boşanmadan sonra, beklemeden evlenebilir. Böyle bir kadın için mehir takdir edilmiş olursa, Bakara suresinde de beyan edildiği gibi, mehirin yarısı kadının olur. Şâyet mehir takdir edilmemiş olursa erkek, fakirlik veya zenginliğine göre kadına bazı eşyalar verir ki bunlara "Mut'a" denilmektedir. "Başanan kadınları güzellikle- salıverin." ifadesi de bunu beyan etmektedir.

Katade ve Said b. el-Müseyyeb ise bu âyet-i kerime’nin, Bakara suresinin ikiyüz otuz yedinci âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir.

Mut'a verme hakkında Sehl ve Ebû Üseyd; Resûlüllah'dan şunu nakletmektedirler. Onlar diyorlar ki:

"Resûlüllah, Şerahilin kızı Ümeyme ile nikahlandı. Kadın, zifaf için Resûlüllah’ın yanına konulunca Resûlüllah elini ona değdirmek istemiş kadın ise Resûlüllahi istemiyormuş gibi davranmıştır. Bunun üzerine Resûlüllah, Ebi Üseyd'e, kadını (gönderilmesi için) hazırlamasını ve ona ketenden iki elbise giydirilmesini emretmiştir. Nesai K. Eşrefünnisa, bab: 2/İbn-i Mace, K. en-Nikah, bab: 47

50

Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Eğer mü’min bir kadın, kendisini peygambere bağışlar ve peygamber de onu nikahlamak isterse, bunu da sana helal kıldık. Bu hüküm mü’minlerden ayrı olarak sadece sana mahsustur. Biz, mü’minlere, eşleri ve sahibolduklan cariyeleri hakkında neleri farz kıldığımızı bilmekteyiz. Sana da bunları helal kıldık ki sıkıntıya düşmeyesin. Allah, çok affedendir, çok merhamet edendir.

Ey Peygamber, biz sana, mehirlerini vererek evlendiğin hanımlarını ve Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle birlikkte hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını helal kıldık. Bir de mü’min bir kadın kendisini peygambere hediye eder peygamber de onunla evlenmek isterse, sadece sana mahsus olmak üzere o kadını da sana helal kıldık. Biz, mü’minlere, eşleri ve cariyeleri ile evlenmeleri hususunda neleri farz kıldığımızı bilmekte ve sizlere de bildirmekteyiz. Onlar, dörtten fazla kadınla evlenemezler, evlenirken mehir vermek zorundadırlar, evlenme akdini şahitler huzurunda yaparlar, gerektiğinde kadının velisinin iznini alırlar. Ey peygamber, biz sana bu şekilde evlenmeyi helal kıldık ve mü’minleri evlenme hususunda sorumlu tuttuğumuz birçok yükümlülüklerden seni beri kıldık ki senin için bir zorluk olmasın. Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.

51

Ey Peygamber, hanımlarından dilediğini geri bırakıp dilediğini yanına alabilirsin. Kendilerinden uzaklaştıklarından birini istemende sana bir günah yoktur. Bu, sevinmeleri, üzülmemden ve hepsinin, verdiğin şeylere razı olmaları için en elverişli yoldur. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, yarattıklarına çok yumuşak davranandır.

Âyet-i kerime’de: "Ey Peygamber, hanımlarından dilediğini geri bırakır dilediğini yanına alabilirsin." buyurulmaktadır. Bu ifadeden kasdedilen mana hakkında şu görüşler zikredilmektedir:

Abdullah b. Abbas, Katade, Mücahid, Dehhak ve Ebû Rez'in bunun manasının: "Ey Peygamber, hanımlarından dilediğinin sırasını erteleyip dilediğinin sırasını öne alabilisin. Onlar arasında günleri taksim etme mecburiyetin yoktur." demek olduğunu söylemişlerdir. Şöyle ki: Resûlüllah’ın, hanımlarım, boşanmaları veya kendi istekleriyle yanında kalmaları hususunda onları serbest bırakınca hanımlair boşanmak istememişler ve Resûlüllah’a: "Ey Allah'ın Resulü, malından dilediğini ver, kendin de dilediğin zaman bize gel" demişlerdir. Resûlüllah, hanımlarından, Sevde, Cüveyriye, Safiye, ümmü Habibe ve Meymune'nin sıralarını ertelemiş, Âişe, Ümmü Seleme, Hafsa ve Zeyneb'in sıralarını geçirmemiştir. Âyetin bu ifadesi işte bu hususu beyan etmektedir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyetin bu ifadesinin manası şöyledir: Ey Rasûlüm, hanımlarından dilediğini boşayıp dilediğini tutabilirsin."

Hasan-ı Basrîden nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadenin manası şöyledir: Ey Rasûlüm, mü’min kadınlardan dilediğinle evlenip dilemediğinle evlenmeyebilirsin. Bir kadınla evlenmek istediğinde sen kararını vermeden mü’minlerden kimse onunla evlenemez."

Taberi ise âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmektedir: "Ey Peygamber, sana kendilerini hibe eden kadınlardan ve benim sana, evlenmeyi helal kıldığım kadınlardan dilediğini erteleyip kabul etmeyebilir, onlarla evlenmeyebilirsin ve nikahın altında bulunan kadınlardan dilediğine yaklaşmayabilirsin. Kendilerini sana hibe eden kadınlardan dilediğini kabul edip onlarla evlenebilirsin ve nikahın altında bulunan kadınlardan dilediğinin yanına varabilirsin dilediğinin de yanına varmayabilir, günleri taksim etmeyebilirsin."

Âyet-i kerime’nin devamında: "Kendilerinden uzaklaştıklarından birini istemende sana bir günah yoktur." buyurulmuştur.

Katade ve İbn-i Zeyd bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir: Hanımlarından, kendilerinden uzaklaştıklarına tekrar yaklaşmanda senin için bir mahzur yoktur. Dilediğine yaklaşmakta dilediğinden uzaklaşmakta serbestsin. Taberi bu izah şeklini kabul etmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat şudur: "Hanımlarından boşadıklarının veya ölenlerin yerine, sana helal kıldığımız kadınlardan almanda senin için bir mahzur yoktur. Ancak, halen nikahın altında bulunan kadınların sayısından fazla kadınla evlenemezsin."

Bütün bu Rivâyetleri naklettikten sonra âyet-i kerime’yi şöyle açıklamak mümkündür: "Ey Rasûlüm, hanımlarından dilediğini yanına alıp dilediğini geriye bırakman hususunda seni serbest bırakmamız, o hanımların sevinmeleri, üzülmemeleri ve hepsinin, senin verdiğin şeylere razı olmaları için en elverişli yoldur. Zira bu hükümlerin Allah tarafından olduğunu bilerek ona uymuş olacaklardır. Allah, erkeklerin, hanımlarından bir kısmına kalbinin daha fazla meylettiğini bilir. Bu sebeple seni hanımlarından dilediğini erteleyip dilediğini yanına almakta serbest bıraktı. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, yarattıklarına karşı çok yumuşak davranandır."

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları arasında taksimat yapar ve adaletli davranırdı. Sonra şöyle derdi: "Ey Allah’ım, bu benim gücümün yettiği kadarıyla yaptığımdir. Sen beni, benim gücümün yetmediği ve senin gücünün yettiği şeylerden dolayı kınama. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 33,bab: İ9 Hadis No 3216

52

Artık bundan sonra senin için başka kadınlar helal değildir. Güzellikleri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen caiz değildir. Ancak, sahib olduğun cariyeler hariç. Allah herşeyi murakabe edendir.

Müfessirler bu âyet-i kerime’yi farklı şekillerde izah etmişlerdir.

Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir; "Ey Peygamber, serbest bıraktığın hanımların, Allah’ı, Resulünü ve âhiret yurdunu seçtikten sonra artık bunların üzerine senin evlenmen veya bunlardan biriyle başka bir hanımı değiştirmen sana helal değildir."

Bu hanımlar, Resûlüllah vefat ettiği zaman geride kalan dokuz hanımdir.

Übey b. Kâ'b, İkrime, Dehhak ve Ebû Salih bu âyeti şöyle izah etmişlerdir. "Ey Rasûlüm, sana helal olduğunu zikrettiğimiz hanımlar dışındaki hanımlarla evlenmen helal değildir." Bu izah tarzına göre, Resûlüllah’ın, bu surenin ellinci âyetinde zikredilen hanımlar dışındaki kadınlarla evlenmesi yasaklanmış fakat bu zikredilen hanımlar gibi kadınlarla evlenmesi serbest bırakılmıştır. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

Mücahid ise bu Âyeti şu şekilde izah etmiştir: Müslüman olmayan kadınlar sana helal değildir. Yani Yahudi, Hıristiyan ve müşrik kadınlar sana haramdır.

Âyet-î kerimede: "Güzellikleri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen caiz değildir." buyurulmaktadır. Mücahid ve Ebû Rezin âyetin bu bölümünü şöyle izah etmişlerdir: Ey Rasûlüm, sen, müslüman olan hanımlarını, Hıristiyan, Yahudi ve müşrik olan kadınlarla değiştiremezsin. Onların güzelliği senin hoşuna gitse dahi bu böyledir."

Dehhak ise şöyle izah etmiştir: "Ey Rasûlüm, halen senin nikahın altında bulunan hanımlarını, güzellikleri hoşuna gitse dahi başka hanımlarla değiştirmen helal değildir. Yani hanımlarından birini boşayıp yerine başkasını alamazsın." Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu izah şekline göre Resûlüllah, kendisiyle beraber kalmayı tercih eden hanımlarım boşayıp yerlerine başka hanımlar alamayacaktır. Ancak bu hanımlarının üzerine başka hanımlarla evlenmesi mümkündür. Nitekim Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) şöyle demektedir:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce kadınlar ona helal kılınmıştı. (Yani kadınlardan dilediği ile evlenebilirdi.) Buhari, K. Tefsir el- Kur'an Sûre: 33, bab: 8

Taberi bu âyet-i kerime’nin, bundan önce geçen ellinci ve elli birinci Âyetlerle izahını bağdaştırabildiği için bu son âyetin neshedildiğini iddia etmenin doğru olmayacağım söylemiştir.

Fakat bir kısım âlimler, bundan önce geçen âyetin bu âyeti neshettiğini, dolayısıyla Resûlüllah’ın, dilediği kadınla evlenmesinin serbest bırakıldığını söylemişlerdir.

53

Ey iman edenler, Peygamberin evlerine, yemeğe davet edilmeksizin girip de yemek vaktini beklemeyin. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yeyince de hemen dağılırı. Orada sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygambere eziyet veriyordu. O da size birşey söylemekten utanıyordu. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından birşey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmak, gerek sizin kalbiniz gerekse onların kalbleri için daha temizdir. Sizin, Peygambere eziyet etmeniz ve ölümünden sonra hanımlarını nikahlamanız ebediyyen caiz değildir. Şüphesiz ki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır.

Bu âyet-i kerimeye "Hicab âyeti" denmekte ve nüzul sebepleri hakkında çeşitli Rivâyetler zikredilmektedir. Bunları şöylece sıralamak mümkündür:

Bu âyet-i kerime’nin, Resûlüllah’ın, Zeyneb Bint-i Cahş'la evlenmesi sırasında düğün yemeği verirken, sahabilerin geç vakitlere kadar oturmaları üzerine nazil olduğu Rivâyet edilmektedir.

Enes b. Mâlik diyor ki:

Ben bu Âyetin nüzul sebebini çok iyi biliyorum. Zeyneb Bint-i Cahş (radıyallahü anhâ) Allah tarafından Resullulaha hediye edilince (onunla evlenmesini emredince) Resûlüllah ile Zeyneb bir araya geldiler. Resulallah yemek yapıp insanları yemeğe davet etti. Onlar oturup konuşmaya daldılar. Onlar oturup konşurken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarı çıkıp içeri giriyordu. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Ey iman edenler... perde arkasından isteyin.," âyetini gönderdi. Artık bundan sonra kadınlarla erkekler arasına perde çekilir oldu. (Haramlık selamlık başladı)

Diğre bir görüşe göre ise Enes b Mâlik şöyle diyor:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb Bint-i Cahş ile evlenince insanları düğün yemeğine edavet etti. İnsanlar yemek yedikleri sortra oturup konuşmaya başladılar Resûlüllah kalkıp gidecek gibi oldu. Fakat oturanlar kalkıp gitmediler. Resûlüllah bu durumu görünce kalkıp dışarı çıktı. Oturanların bir kısmı da onunla beraber kalkıp gittiler. Fakat içlerinden üç kişi oturmaya devam ettiler. Resûlüllah içeri girmek istedi. Ben de koşup Resûlüllah’a herkesin gittiğini söyledim. Resûlüllah gelip içeri girdi. Ben de içeri girmek istedim Resûlüllah benimle kendi ansna perde çekti. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti gönderdi. Buhari, K. Tefsir el- Kuran Sûre: 33, bab: 8

Enes b. Mâlik diğer bir Rivâyette bu âyetin nüzul sebebi olarak Hazret-i Ömer'in Resûlüllahtan hanımlarını örtmesini istemesini zikretmiş ve şöyle diniştir.

Ömer (radıyallahü anh) dedi. ki: Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, senin yanına takva sahibi de giriyor fâtir de giriyor. Mü’minlerin annelerine emretsen araya perde çekseler nasıl olur? Bunun üzerine Allahü teâlâ hicab âyetini (Kadınlarla erkeklerin arasına perde çekilmesini emreden âyeti) indirdi. Buhari, K. Tefsir el- Kuran Sûre: 33, bab: 8

Âyet-i kerime’de, mü’minlerin, izinsiz olarak Resûlüllah’ın evine girmemeleri, yemek için davet edildiklerinde yemek yedikten sonra oturup sohbeti uzatmamaları, Peyamberin hanımlarından birşey istendiğimde, perde arkasından istenmesi ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra onun hanımlarıya evlenilemeyeceği beyan edilmektedir.

54

Siz birşeyi açığı vursanız da gizleseniz de şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi bilendir.

Ey insanlar, sizler herhangi birşeyi dilinizle açığı vursanız da veya içinizde gizleseniz de Allah onu bilir. Zira o herşeyi çok iyi bilendir. Sizlerin açığa vurduğnuz günahları da görür ve bilir gizlice yaptığınız kusur ve hatalamızı da bilir ve sizleri yaptıklarınızdan hesaba çeker.

55

Mü’min hanımların, babalarına, oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinnin oğullarına, mü’min hanımlara ve sahibolmduklan cariyelere görünmelerinde hiçbir günah yortur. Ey mü’min hanımlar, Allah’tan korkun, şüphesiz ki Allah herşeye şahittir.

Taberi bu âyet-i kerime’nin şu iki şekilde izah edildiğini zikretmiştir. Bunlardan biri Mücahidin görüşüdür, ve şöyledir: "Peygamberin hamlarının, babalarına, oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kızkardeşlerinin oğullarına, kendileri gibi mü’min olan kadınlara ve ellerinin altında bulunan kölelerine karşı dış örtüleriyle örtünmemelerinin bir mahzuru yortur. Mü’min kadınlar adıgeçen bu insanların yanında çarşafsız olarak bulunabilirler.

Bu görüşlerden biri de Katadenin görüşdür ve izahı şöyledir: Peygamberin "e mü’minlerin hamlarının, babalarına oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kızkardeşlerinin oğullarına, kendileri gibi olan mü’min kıdınlara ve elleri altında bulunan kölelere karşı aralarına perde çekmemelerinde bir mahzur yoktur."

Taberi bu âyet-i kerime’nin, kadınlarla namahrem erkekler arasına perde çekilmesini emreden âyetin hemen arkasından gelmsesi hasebiyle bu son izah şeklini tercih etmiştir.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

Perde çekilmesini emreden âyet indikten sonra Ebi Kuays'ın kadeşi Eflah bana geldi. Dedim ki: "Ben, Resûlüllahtan izin almadıkça seni içeri alamam. Zira beni Ebi Kuays emzirmedi, Beni Ebi Kuays'ın hanımı emzirdi. " Bundan sonra yanıma Resûlüllah geldi. Dedim ki: "ey Allah'ın Resulü, Ebû Kuays'ın kardeşi Eflah, benden, içeri girmek için izin istedi. Ben, sana sormadan onun içeri girmesine izin vermedim. "Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Amcanın, yanına gelmesine izin vermene engel nedir?" Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, adam beni emzirmedi ki. Beni Ebû Kuays'ın hanımı emzirdi." Resûlüllah şöyle buyurdu: " Onun, yanına grimesine izin ver Allah hayırını versin o senin amcandır. Buhari, K. Tefsir el, Kuran Sûre: 33, balı: 9

56

Muhakkak Allah, Peygambere rahmet bahşeder Melekler de onun için dua ederler., Ey iman edenler siz de ona salât ve selamda bulunun ve ona tam bir teslimiyetle boyun eğin.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Peygamberi Hazret-i Muhammedin kendi nezdinde ve yüce varlıklar olan Melekler katında üstün bir makamı olduğunu bildiriyor. Kendisinin Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) i övdüğünü, Meleklerin de onun için duada bulunduklarını bildiriyor ve yeryüzünde yaşayan biz insanların da onu övmemizi emrediyor.

Âyet-i kerime’de "Salât" kelimesi geçmektedir. Bu kelime, Allah’a isnad edildiğinde "Rahmet", Meleklere isnad edilginde "Dua ve af dileme" anlamına gelmektedir.

Abdullah b. Abbas ise bu kelimenin burada "Tebrik etme ve övme" mânâsına geldiğini söylemiştir.

Kâb'b b. Ucre diyor ki:

"Ey Allah'ın Resulü, sana nasıl selam vereceğimizi biliyoruz. Sana salavat nasıl getirilir? Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Deyin ki" Allahümme Salli Alâ Muhammedin ve Alâ Âli Muhammedin Kema salleyte Alâ îbrahime İnnnekke Hamidün Mecid. Allahümme bârik Alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kema bârekte alâ İbrahime inneke hamidün mecid "Ey Allah’ım, sen, Muhammede ve ailesine, İbrahime merhametli davrandığın gibi merhametli davran, Şüphesizi ki sen, çok övülensin çok şereflisin." "Eş Allah’ım, sen, Muhammed ve ailesini, İbrahimi mübarek kıldığın gbi mübarek kıl. Şüphesiz ki sen, çok övülensin, çok şereflisin. Buhari, K. Tefsir el- Kur'an Sûre,: 33, bab: 10/Müslim K. es- salah, bab: 66, H.No: 406

Peygamber efendimize salavat getirmenin fazileti hakkında birçok Hadis Rivâyet edilmektedir. İmam Şafii bu âyete ve,Hedis-i Şeriflere dayanarak, namaz kılarken son tahiyyatta "Allahümme Salli ve Allahümme Barik" okunanın farz olduğunu söylemiştir.

Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadtr:

Kim bana bir defa salavat getirirse Allah ona on defa salavat getirir ve on hatasını bağışlar. Ahmed b. Hambel, Müsned, C: 3 S. 102,261

Peygamberimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyurmuştur:

"Kim bana salavat getirirse, bana salavaüt getirdiği müddetçe Melekler de ona salavat getirirler. Kişi salavatı isrterse çoğaltsın isterse azaltsın.

Başka bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"Cimri o kimsedir ki ben yanında anılırım da bana salavat getirmez." Peygamberimiz yine bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyuruyor:

"Yanında zikredildiğim halde bana salavat getirmeyenin burnu yere sürülsün. Ramazan gelip çıkıncaya kadar kendisini affettiremeyen adamın burnu yere sürülsün. Baba ve annesi yanında yaslandığı halde onların vasıtasıyla (onların duasiyla) cenneti kazanamayanın burnu yere sürülsün. Tirmizî, K. ed-Deavat, bab: 100 Hadis No 3545/Ahmed b. Hanbel Müsned C. 2 S. 254

57

Şüphesiz Allah’a (karşı gelen) ve Resulüne eziyet edenleri Allah dünyada da âhirette de lanetlemiş ve onlar için hor ve hakir yapan bir azap hazırlamıştır.

Allah'ın emir ve yasaklarına karşı çıkarak ona isyan eden ve Resulünün evliliğine dil uzatarak ona recide edenleri Allah, dünyada da âhirette de lanete uğratmış ve onları hor ve hakir düşüren bir azap hazırlamıştır. O azap ta cehennem azabıdır.

Âyette zikredilen "Resûlüllah’a eziyet" ten maksat, Resûlüllah’ın Safiye ile evlenmesine dil uzatılması hadisesi olduğu Rivâyet edilmektedir.

58

Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, yapmadıkları birşeyden ölürü eziyet edenler, şüphesiz iftira (etmişler) ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.

Bu âyet-i kerime, mü’min erkek ve mü’min kadınlara, yapmadıkları şeyleri isnad ederek onlara iftirada bulunan veya onları ayıplamaya çalışan yahut onların itibarını üüşümek isteyen, kâfir, münafık ve zındıkları yermekte ve onların, bu halleriyle büyük günah işlediklerini beyan etmektedir.

Bir kısım beyinsizler, mü’minlerin seçkinleri olan Sahabe-i Kirama çeşitli şekillerde dil uzatmışlar ve onların şahsiyetlerini rencide etmeye çalışmışlardır. Peygamber ethedimiz bu şekilde davarananlara hitaben buyuruyor, ki:

"Sahabiler hakkında Allah’tan korkun Allah’tan, Sahabilerim hakkında Allah’tan korkun Allah’tan. Benden sonra onları hedef edinmeyin Onları seven beni sevdiği için onları sevmiş olur. Onlara buğzeden de bana buğzettiği için onlara buğzetmiş olur. Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş olur. Bana eziyet veren de Allah’a eziyet etmiş olur, kim de Allah eziyet ederse Allah'ın onu yakalamasaı pek yakındır. Tirmizî. K. el- Menakıb, bab: 59. Hadis No 3862/Ahmed b. Hambd, Müsned C.4 S. 87,

59

Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle (Herhangi bir ihtiyaç için dışarı çıkarken) dış örtülerini üzerlerine alıp örtünsünler Bu onların başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur. Allah, çok bağışlayan, çok mehamet edendir.

Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, herhangibir ihtiyaçları için dışarı çıktıkları zaman elbiselerini, cariyetlerin kıyafetlerine benzetmesinler. Saçlarını ve yüzlerini açmasınlar. Dış örtüleriyle örtünsünler ki fâsık olanlar onları rahatsız etmesin. Allah, çok affeden ve çok . merhemetli olandır.

Bu âyet-i kerime ve Nur Sûresinin otuz birinci âyeti kerimesi, mü’min kadınların örtünmelerini emreden âyetelerdir.

Bu âyet-i kerime’de, kadınların, dış örtüleryle örtünmeleri emredilmektedir. "Dış örtüsü" diye tercüme edilen "Cilbaba" kelimesi, Abdullah b. Mes'ud, Ubeyde es- Selmanî, Katade, Hasan-ı Basrî, Said b. Cübeyr, İbrahim en-Nehaî ve Ata el-Horasânî'ye göre, böşürtüsünü üstünden örtünlen "Aba" "Cübbe" demektir, bu gibi örtülerle kadınların, yüzlerini de örtme zorunda olup olmadıkları hususunda iki görüş zikredilmektedir:

Ali b. Talha, Abdullah b. Abbasın bu âyeti kerime’yi şöyle izah ettiğini bildirmektedir: Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah, mü’minlerin kadınlarına, bir ihtiyaçları için dışarı çıktıklarında, başlarının üzerinden örtecekleri örtüleriyle yüzlerini örtmelerini ve sadece bir gözlerini açmalaraını emretmektedir."

Yine, Muhammed b. Sîrîn diyor ki: "Ben, Ubeyde es- Selmâni'ye bu âyet ten sordum. Ubeyde başını ve yüzünü örttü, Sadece sol gözünü açık bıraktı ve âyetin, o şekli ifade ettiğini söyledi."

Abdullah b. Abbastan nakledinlen diğer bir görüşe göre, kadınlar bu örtüleriyle kaşlarının üstüne kadar olan bölümü örterler.

İkrime ise, kadının bu tür örtülerle boyun ve boğazını da örtmek zorunda oldğunu söylemektedir. Cariyelerin ise sadece başörtüleriyle yetinmelerinin bir mahzuru yoktur.

60

Yemin olsun ki, eğer münafıklar, kalblerinde hastalık bulunanlar, Medineyi yalan haberleriyle ayağa kaldıranlar, bu hallerinden vezgeçmezlerse mutlaka seni başlarına musallat ederiz: Sonra orada sana ancak çok az bir zaman komşuluk edebilirler.

Yemin olsun ki, kâfirlerliklerini gizleyip kendilerini mü’min gösteren münafıklar, kainlerinde zina etme ve fısk-u fücur işleme hastalığı bulınanlar ve Medineyi dedikodularıyla karıştıranlar bu huylarından vazğeçmezlerse, Ey Rasûlüm, mutlaka seni onlara musallat edeceğiz. Seni onlara galip getireceğiz. Sonra onlar sana Medinede pek az bir zaman komşuluk edebileceklerdir.

61

O az zamanda da lanetlenmiş olarak kalırlar. Nerede bulunurlarsa bulunsunlar derhal yakalanırlar ve kıyasıya öldürülürler.

Münafıklar Medinede lanete uğratılmış olarak kalacaklar, nerede bulunurlarsa yakalanacaklar ve kıyısıya öldürüleceklerdir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, hicret diyarı olan Medine-i Münevverenin, münafıklardan ve kalblerinde hastalık bulunan mücrimlerden arındıracağını haber veriyor. Bu ilahi haber gerçekleşmiştir. Zira , Resûlüllah’ın da buyurduğu gibi Buharî, K. Fedail el-Medine. bab: 10

Medine-i Münevvere bir körüğe benzer. Posaları dışarı atar, güzel olanları ise parlatır.

62

Daha öncekiler hakkında Allah'ın kanunu budur. Elbette ki sen, Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın.

Evet, Allah'ın, nifak ve inkârlarlarında ısrar eden münafıklar hakkında süregelen kanunu budur. İman ehlini onlara musallat eder ve onları kahrettirir. Ey Muhaemmed, sen, Allah'ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın.

63

Ey Rasûlüm, insanlar sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Sen onlara şöyle de: "Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır. Ne bilirsin belki de kıyamet çok yakındır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in, kıyametin ne zaman kopacağını bilemeyeceğini, insanlımı bu hususta soru sormalarının da boş şeyler olduğunu beyan etmektedir. Zira kıyametin ne zaman kopacağını sadece kendisi bilmektedir. Kıyamet aniden de kopabilir.

64

Bak. Âyet 65.

65

Şüphesiz ki Allah, Kafirleri lanetlemiş onlar için alev alev yanan bir ateş hazırlamıştır. Onlar orda ebediyyen kalacaklardır. Kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.

Şüphesiz ki Allah, kâfirleri, hertürlü hayırdan ve rahmetinden uzaklaştırmış, onlar için âhirette ebedi olarak içinde kalacakları, alev alev yanan bir cehennem hazırlamıştır. Onlar ne kendilerini koruyacak bir dost bulabilecekler ne de Allah'ın azabından kurtulabilecek bir yardımcı bulabilceklerdir.

66

Yüzleri ateşe çevirildiği gün onlar: "Keşke Allah’a itaat etseydik,-Peygambere itaat etseydir." derler.

Allahü teâlâ bu âyeti kerime’de, kâfirlerin, cehennem ateşine çevirilerek yakılacakları zaman nasıl pişman olacaklarını, Allah ve Resulüne itaat etmiş olmayı temenni edeceklerini beyan ediyor.

67

Bak. Âyet 68.

68

"Ey Rabbimiz, biz, efendilerimize ve büyüklerimize uymuştuk, Onlar ise bizi doğru yoldan saptırmışlar. Ey Rabbimiz, onların azabını iki kat ver. Onları büyük bir lanete uğrat." derler.

Allahü teâlâ bu âyetlerde ise kâfirlerin, suçlarını başkalarının üzerine atmaya çalıştıklarını ve kendilerine uydukları liderlerinin kendilerini saptırdıklarını söyleyceklerini bildirmekte ve onların bu tür bahanelerle Allah'ın cezalarından kurtulamayacaklarını, bu sebeple kemlerini saptıranlara kat kat azap verilmesini islemekten başka bir çareleri kalmayacağını beyan etmektedir.

69

Ey iman edenler, Mûsaya eziyet edenler gibi olmayın, Allah, Mu-sayı onların iftiralarından temize çıkardı. O, Allah nezdinde itibarlı bir kul idi.

İsrailoğulları Hazret-i Mûsa hakkında bir takım dedikodular yaparak ona eziyet etmişlerdir. Bu dedikoduları, onun hakkında "Fıtıklı" Alaca hastalığına yakalanmış" veya "Kardeşi Harunun katili" gibi zözler söylemeleridir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"İsrailoğulları, çıplak olarak yıkanır ve birbirlerinin edep yerlerine bakarlardı. Hazret-i Mûsa ise bunlardan uzak durur ve tek başına yıkanırdı. Bu sebeple İsrailoğulları aralarında şöyle konşuflardı. "Vallahi Mûsanın bizim aramızda yıkanmasına engel olan şey onun yumurtalarında fıtık olmasıdır. "Bir defasında Mûsa yine yıkanmaya gitmiş, çıkardığı elbiselerini de bir taşın üzerine koymuştu. Taş, Mûsanın elbisesini alıp kaçmaya başladı. Mûsa, taşın peşinden hızla koşarak: "Taş elbisemi bırak. Taş elbisemi bırak." diye bağırıyordu. İsrailoğulları Mûsaya bakıp onu çıplak bir vaziyette gördüler ve "Vallahi Mûsada birşey (hastalık) yokmuş, "dediler. Bunun üzerine taş durdu. Mûsa elbiselerini aldı ve taşı dövmeye başladı. Müslim, K. el-Fudail, bab: 155 , Hadis No: 339

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer bir Hadis-i Şerifnde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Mûsa çok haya sahibi ve kendisini örtmeye çok dikkat eden bir kişiydi. Hayasından dolayı derisinden birşey gözülmezdi. İsrailoğullarından bazıları şunu söyleyerek ona eziyet etmişlerdi:

"Bunun bu kadar örtünmesi ancak derisindeki bir ayıptan dolayıdır. Bunda ya alaca hastalığı var veya yumurat fıtığı var yahut da başka bir dert var." Allahü teâlâ Mûsayi bunların iftiralarından arındırmak istedi. Mûsa birgün yalnız başına kaldığı elbiselerini çıkardı ve bir taşın üzerine koydu. Sonra yıkandı. Yıkandıktan sonra elibiselerini almaya gitti. Taş, elbiseleri alıp kasmaya başladı. Mûsa asasını alıp taşın peşine düştü ve ona: "Ey taş elbisemi bırak, ey taş elbisemi bırak." Dedi. Fakat taş, İsrailoğullarının içine girinceye kadar gitti. İsrailoğulları Mûsayı çıplak olarak gördüler. Onun vücudunun çok güzel olduğunu bizzat gözleriyle görmüş oldular. Taş orada durmuştu. Mûsa elbiselerini alıp giydi ve âsâsıyla taşa vurmaya başladı. Allah’a yemin olsun ki taşta Mûsanın âsâsınun eseri olarak iki üç veya dört tane iz meydana gelmişti. İşte Allahü teâlânın: "Ey iman edenler, Mûsaya eziyet edenler gibi olmayın. Allah Mûsayı onların iftiralarından temize çıkardı. O, Allah nezdinde itibarlı bir kul idi." sözü bunu açıklamaktadır. Tirmizi, K. Tefsirel- Kur'an, Sûre: 33, bab: 23. Hadis No 3221

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Mûsa ile Harun birlikte dağa çıkmışlar Harun orada vefat etmiştir. İsrailoğulları Mûsaya : "Onu sen öldürdün. O, bizi senden daha çok seviyor ve bize senden daha yumuşak davranıyordu." dediler. Ve böylece Muusaya eziyet etmiş oldular. Alla, Meleklerine emrederek Hanımı getirtti İsrailoğullarına gösterdi. Melekler Hanınım kendiliğinden öldüğünü bildirdiler. Böylece Allah, Hazret-i Mûsayı onların iftiralarından kurtardı.

70

Bak. Âyet 71.

71

Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah ta amellerinizi salih kılsın ve günahlarınızı bağışlasın. Kim, Allah’a ve Resulüne itaat ederse, şüphesiz o en büyük kurtuluşa ermiş olur.

Ey iman edenler, Allah’a karşı gelmekten konkun ki cezalandırmasına layık olmayasınız. Allah'ın Peygamberi ve mü’minler hakkında doğru sözler söyleyin, Bâtıl iddialarada bulanmayın. Böylece Allah sizleri, salih ameller işlemeye muvaffak kılsın , davranışlarınızı yüceltsin, günahlarınızı affedip onlardan dolayı sizi cezalandırmasın, Kim, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınacak olursa şüphesiz ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuş olur.

72

liiz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik te onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz ki insan, çok zalim ve çok cahildir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, göklere yere ve dağlara vereceği emaneti yüklenmelerini teklif ettifini fakat bunların, emaneti yülenmekten doğacak mes' uliyetten korkarak onu yüklenmekten kaçındıkalarını buna mukabil sonucunu neye varacağını idrak edemeyen cahil insanın, bu emaneti yüklenmeyi kabu ettiğini ve böylece kendisine ağır yükler yükleyerek zulmettiğini beyan ediyor.

Âyette zikredilen "Emanet" den neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki emanet, Allah'ın, kullarına vermiş olduğu emanettir. Bu da Allah'ın, kullarına emrettiği farzlar veya kullarından istediği itaat yahut kullarına gönderdiği diri veya kulun, cünüplükten yıkanması yahut kadının, kenisine bir emanet olan iffitini koruması veya Allah'ın koyduğu cezalardır.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu emanetler Âdeme arzedildi ve ona: " "Bunlan al, eğer bunlara itaat edersen seni bağışlanın, şâyet ihanet edersen sana azabederim."denildi. Âdem: " ettim." dedi. Ancak kabul ettiği gün ikindi vaktiyle gecesi arasında hata işledi."

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise buradaki "Emanet" den maksat insanların birbirlerine emanet ettikleri şeylerdir. Zira kul hakkı tevbe etmekle ödenmez ancak hak sahibinin hakkını helal etmesiye ödenmiş olur. Bu itibarla insanlığın yüklendiği, ağır bir yüktür.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur.:

Şehidin her günahı affedilir. Ancak borcu (kul hakkı) hariç. Müslim, K. el-İmana, bab: 119, Hadis No 1886

Diğer bir Rivâyette: "Allah yolunda öldürülmek herşeyi affettirir. Borç (kul hakkı) hariç." buyurulmuştur. Müslim. K. el-İmana, bab: 119, Hadis No 1886

Taberi buradaki "Emanet'den maksadın, "bütün emanetler" olduğunu, hem Allah'ın kullarına gönderdiği dini emanetleri hem de kulların birbirlerine verdikleri emanetleri kapsadığını söylemiştir.

73

Bunun neticesi olarak Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azab edecek, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tövbelerini kabul edecektir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Allah, emaneti insana yükledi ki buna ihanet eden münafık erkek ve kadınları, müşrik erkek ve kadınları, hak ettikleri cezaya çarptırsın, Emanet riâyet eden mü’min erkek ve kadınların da tevbelerini kabul edip günahlarını bağışlasın. Allah, çokça affeden ve çok merhamet edendir.

0 ﴿