SEBE' SÛRESİ

Sebe' Sûresi elli dört âyettir. Birinci âyeti Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.

Bu Sûre-i Celile, Allah’a hamd ile başlayan surelerdendir. Hamdin yalnızca Allah’a mahsus olduğunu, Allah'ın, yerin içine gireni, yerden çıkanı, göklen ineni ve göğe çıkanı ve diğer bütün şeyleri bildiğini beyan ediyor.

Kıyametin gelmeyeceğini söyleyen kâfirlere karşı yeminle kaydediliyor ki, kıyamet gelecektir. Göklerde ve yerde bulunan zerre miktarı birşey dahi Allah’ın ilmi dışında değildir ve herşey apaçık bir kitapta yazılmıştır.

Sûre-i celilede devamla, Davud (aleyhisselâm)a Allah tarafından bir üstünlük verildiği, dağlara ve kuşlara "Davudla beraber tesbih edin." diye emir verildiği ve demirin, Davud (aleyhisselam)a yumuşak kılındığı ve ona zırh yapma sanatının öğretildiği haber veriliyor.

Sûre-i celilede bundan sonra, rüzgarın Süleyman (aleyhisselam)ın emrine verildiği, erimiş bakırın, onun için, kaynağından su akar gibi akıtıldığı, cinlerin bir kısmının da, Allahü teâlânın emriyle Süleyman (aleyhisselam)ın emrinde çalıştıkları, onun için saraylar, havuzlar kadar çanaklar ve sabit kazanlar yaptıkları beyan ediliyor. Cinlerin, Hazret-i Süleyman'ın öldüğünü, onun dayandığı bastonun kırılıp yere düşmesiyle öğrendiklerini, böylece cinlerin, gaybı bilmediklerinin ortaya çıktığı açıklanıyor.

Bundan sonra Sebe' kavminden haber veriliyor. Sûre adını da buradan alıyor. Sebe' kavmi, bağlık bahçelik bir ülkede yaşıyorlardı. Orada Allah'ın her türlü nimetlerinden faydalanıyor fakat bu nimetleri kendilerine veren Allah’ı inkâr ediyor, ona ibadetten yüzçeviriyorlardı. Sonunda Allahü teâlâ onlara "Arim" selini gönderdi. O güzel ve bol nimetlerini helak etti. Zira onların memleketleri mamur, şehirleri güzeldi. Şehirden şehire kolayca gitme vasıtalarına sahip idiler. Fakat bu nimetler karşısında sunardılar da: "Ey rabbimiz, bizim yolculuğumuzu uzat." demeye başladılar. Böylece İblise uydular ve sonunda felakete uğradılar.

Sûre-i celilede bundan sonra, Peygamber efendimizin, bir uyarıcı olarak gönderildiği, müşriklerin ise vaadedilen kıyametin ne zaman geleceğini sordukları beyan ediliyor ve herkes için dünyada belirli bir zamanın bulunduğu bu sürenin ne öne alınabileceği ne de geri bırakılabileceği beyan ediliyor.

Âhirette, bu dünyadayken büyüklük taslayanlarla onlara tabi olan zayıfların münakaşa edecekleri ve zayıfların, kendilerini hak yoldan alıkoyan ve büyüklük taslayanları suçlayacakları, onların da bu suçlamaları reddedecekleri haber veriliyor.

Rızkı ancak Allah'ın tayin ettiği, onun, dilediğine bol rızık verip dilediğininkini de daralttığı beyan ediliyor.

Peygamberimizin, müşriklere, Allah’a yönelmelerini ve bu tebliğ için onlardan bir ücret istemeyeceğini söylemesini de emrediyor ve Sûre-i Celile, kâfirleri uyaran ve onları tehdit eden ifadelerle son buluyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Hamd, göklerde ve yerde ne varsa kendisinin olan Allah’a mahsustur. Âhirette de hamd ona mahsustur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, övülmenin, dünyada da âhirette de ancak kendisine mahsus olduğunu, zira dünyada da âhirette de övülmeyi gerektiren bütün nimetlerin ve lütufların kendisi tarafından verildiğini ve emirlerinde ve yaptıklarında hikmet sahibi olduğunu ve herşeyden haberdar olduğunu beyan etmektedir.

2

O, yerin içine gireni ve yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe çıkanı bilir. O, çok merhamet edendir, çok affedendir.

Allah öyle bir yaratıcıdır ki, yerin içine giren sular, tohumlar ve ölüler gibi şeyleri, yerden dışarıya çıkan ağaçları, bitkileri, kuyuları, mücevherleri ve madenler gibi şeyleri, gökten inen yağmur, rıziklar, bereketler ve vahiy gibi şeyleri ve göğe yükselen melekler ve ameller gibi şeyleri bilir. Allah, tevbe edenlere karşı merhamet edendir ve onların günahlarını çok bağışlayandır.

3

Kâfirler: "Kıyamet saati bize gelmeyecektir." dediler. Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Hayır, gaybı bilen rabbime yemin olsun ki kıyamet saati size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar birşey dahi ondan gizli değildir. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta mevcut olmasın."

Ey Rasûlüm, Allah'ın, varlıkları yok ettikten sonra tekrar diriltmeye kadir olduğunu inkâr eden kâfirler, kıyametin kopacağını yalanlarlar. Senin vaadinle alay etmek için bunu böyle yaparlar. Sen onlara de ki: "Gaybı bilen rabbime yemin olsun ki kıyamet mutlaka birgün gelip çatacaktır. Ancak onun ne zaman gelip çatacağını sadece rabbim bilir. Zira göklerde ve yerde zerre kadar birşey onun bilgisi dışında değildir. O, zerreden daha küçük veya daha büyük herhangi bir şey yoktur ki apaçık bir kitap olan Levh-i Mahfuzda yazılmış olmasın veya Allah'ın bildiği şekilde apaçok ortada olmasın.

Allahü teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de üç yerde kıyametin kopacağına dair rabbine yemin etmesini emretmiştir. Bunlardan biriı Yunus Sûresinin elli üçüncü âyeti, ikincisi bu âyet-i kerime, üçüncü de Tegâbün Sûresinin yedinci âyetidir.

4

(Kıyamet saati mutlaka gelecektir ki) Allah, iman edip salih ameller işleyenleri mükafaallandırsın. İşte onlar için, mağfiret ve güzel bir rizık vardır.

Kıyamet saati mutlaka gelecektir. Veya Allah, herşeyi Levh-i Mahfuzda tesbit etmiştir ki, Allah’a ve Peygamberine iman eden, Allah'ın ve peygamberinin emirlerini tutup yasaklarından kaçınanları yaptıklarına karşılık müafaatlandırsın. İşte bu kişiler için, rableri tarafından, günahlarının bağışlanması ve cennette güzel rızıklar vardır.

5

Âyetlerimiz hakkında bizi âciz bırakmaya yeltenenlere gelince: Onlar için çok kötü ve can yakıcı bir azap vardır.

Allah, herşeyi Levh-i Mahfuzda tesbit etmiştir ki, Allah'ın âyetleri hususunda ona galip gelmek için uğraşanları cezalandırsın. İşte onlar için çok kötü ve can yakıcı bir azap vardır.

*Müşrikler: "Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki bu yolla galip gelirsiniz." Fussilel Sûresi, âyet: 26. âyetinde de beyan edildiği gibi, Allah’ı, âyetleri hususunda âciz bırakabileceklerini zannediyorlardı. İşte bu âyet-i kerime, böyle düşünenlerin akıbetlerinin nasıl olacağını açıklamaktadır.

6

Kendilerine ilim verilenler, rabbinden sana indirilen Kur’an’ın hak olduğunu "Aziz" ve "Hamid" olan Allah'ın yoluna sevkettiğini bilirler.

Âyette zikredilen: "Kendilerine ilim verilenlerden maksat, Fihl-i Kitaptan olan ve iman eden Abdullah b. Selam gibi müslümanlar veYa Resûlallah’ın diğer sahabileridir. Bunlar, Allah tarafından Resûlüllah’a indirilen Kur’an’ın hak bir kitap olduğunu ve herşeye galip olan Allah'ın doğru yoluna ilettiğini görürler ve anlarlar. Kâfirler ise Kur'ana karşı kördürler ve kıyametin kopmasıyla alay ederek şöyle derler:

7

Kâfirler birbirlerine şöyle dediler: "Vücudunuz parça parça ayrılıp toprak olduktan sonra, yeniden yaratılışla dirileceğinizi haber veren bir adam gösterelim mi size?

8

Acaba o, Allah’a karşı yalan mı uyduruyor? Yoksa onda bir delilik mi var?" Hayır, âhirde inanmayanlar, azap ve büyük bir sapıklık içindedirler.

Allah ve peygamberi Muhammed'i inkâr eden ve Muhammed'in, öldükten sonra dirilmeyi haber vermesini garip karşılayan kâfirler, Muhammed'i kasdederek birbirlerine şöyle derler: "Ey insanlar, biz size, sizler ölüp parça parça olduktan sonra tekrar yepyeni bir şekilde dirileceğinizi size bildiren bir adamı gösterelim mi? Muhammed, bu iddialarıyla ya Allah’a karşı yalan uyduruyor ve insanların ölüp toprak olduktan sonra tekrar dirileceklerini söylüyor veya onda bir delilik var da abuk sabuk konuşuyor. "Hayır, durum bu kâfirlerin iddia ettikleri gibi değildir. Âhirete iman etmeyen bu kâfirler azaba uğratılacaklardır. Bunlar, haktan uzak bir sapıklık içindedirler. Bu sebeple böyle iddialar ileri sürerler.

9

Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz ki bunda, rabbine yönelen her kul için elbet bir ibret vardır.

Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan ve Muhammed'i yalancılık ve delilikle suçlayan bu kâfirler, kendilerini önlerinden ve arkalarından kuşatan göğü ve yeri görmüyorlar mı ki cehaletlerinden vazgeçip yalanlamayı terketsinler. Onlar hiç korkmuyorlar mı ki yere emredip onları yerin içine gömeriz veya göğe emreder oradan bir parça düşürüp onları helak ederiz. Şüphesiz ki göğün ve yerin, Allah'ın kullarını kuşatmasında, yaptıklarından vazgeçip rabbîne yönelen her kul için, Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren büyük bir delil vardır. Bunları yaratan, dilerse herşeyi yapar.

10

Şüphesiz ki biz, Davud'a nezdimizden bir üstünlük verdik. "Ey dağlar ve kuşlar Davud'la birlikte tesbih edin." dedik. Ona demiri yumuşak kıldık.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hazret-i Davud'a bir lütuf olarak vermiş olduğu nimetleri zikrediyor. Allahü teâlâ onu hem peygamber seçmiş hem de dağların, taşların ve kuşların, kendisiyle birlikte Allah'ı zikredeceği güzel bir ses vermiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) birgiin Ebû Mûsa el-Eş'ari'nin Kur'an okuduğunu işitmiş ve ona:

"Ey Ebû Mûsa, şüphesiz ki sana, Davud ailesine verilen güzel nağmelerden bir nağme verilmiştir." buyurmuştur. Buhari, K. el Fedail el-Kur'an. bab: 31 /Müslim, K.el-Müsafirîn, bab: 235, Hadis no: 793. Ayrıca Hazret-i Davud'a, demiri işleme sanatı verilmiştir. Hazret-i Davud, demiri ateşte kızdırmadan ve dövmeden işleyebilme gücüne sahip idi. Bu sebeple âyette: "Biz demiri ona yumuşak kıldık." ifadesi zikredilmiştir.

11

Davud'a: "Geniş zırhlar imal et. Dokumasını ölçülü ve sağlam yap." diye vahyettik. Davud'a ve ailesine şöyle dedik: "Salih amellerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görüyorum."

Katade diyor ki: "Zırhları ilk defa halkalar şeklinde yapan Hazret-i Davut'tur. Ondan önce zırhlar teneke şeklinde oluyordu."

Allahü teâlâ âyet-i kerime’de, Hazret-i Davud'a zırhın nasıl dokunacağını öğreterek halkaları birbirine denk yapmasını veya halkaları birbirine bağlayan çivilerin halkalarla mütenasip olmalarını emretmektedir. Âyet-i kerime’nin sonunda, Hazret-i Davud'a ve ailesine salih ameller işlemeleri ve Allah’a itaat etmeleri emrediliyor. Böylece Hazret-i Davud'a bu nimetlerin veriliş gayesi beyan edilmiş oluyor.

12

Rüzgarı da Süleyman'ın emrine verdik. O rüzgar estiğinde, sabahleyin bir aylık yol alır, akşamleyin de bir aylık yol alırdı. Süleyman için erimiş bakırı, kaynağından su akar gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun emrinde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden çıktıysa ona, alev alev yanan ateşin azabını tattıracağız.

Allahü teâlâ bundan önceki âyetlerde Hazret-i Davud'a verdiği nimetleri zikretmiş bu ve bundan sonra gelen âyetlerde ise Hazret-i Davud'un oğlu Süleyman'a, lütfuyla vermiş olduğu nimetleri zikretmiştir. Bunlardan biri, rüzgarın, onun emrine amfide kılınmasıdır. Hazret-i Süleyman bir gün içinde, rüzgardan istifade ederek iki aylık bir yola gidebiliyordu.

Hasan-ı Basrî diyor ki: "Hazret-i Süleyman sabahtan öğleye kadar rüzgarla "İstahr" şehrine gider öğleden sonra da "Kâbil"e vanrmış."

Hazret-i Davud'a verilen nimetlerden biri de, bakır madeninin onun için su gibi akıtılmasıdir. Katade, bu maden eritme ocağının Yemen'de olduğunu söylemiştir.

Hazret-i Süleyman'a verilen nimetlerden biri de, cinlerden bir kısmının, Allah’ın emretmesiyle onun emrinde çalışmalarıdır. Hazret-i Süleyman'ın emrine verilen cinlerin, onun emrine itaat etmedikleri takdirde, Allah'ın emrine karşı gelmiş olacaklarından, cehenneme atılacakları beyan edilmektedir.

13

Cinler, Süleyman'ın istediği gibi saraylar, heykeller, havuzlar kadar büyük çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi, Allah'ın nimetlerine şürketmek için çalışın. Kullarımdan hakkıyla şükreden pek azdır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hazret-i Süleyman'ın emrine verilen cinlerin yaptıkları işlerden bir kısmım zikretmektedir. Cinler, Hazret-i Süleyman için güzel binalar yapıyorlardı. Bu binalar Mücahid'e göre köşk gibi binalardı.

Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre, meskenler, Katade'ye göre ise mabedlerdir. Ayrıca cinler, Hazret-i Süleyman için bakırdan veya topraktan yahut camlardan heykeller yapıyorlardı.

Cinler, Hazret-i Süleyman için havuzlar kadar büyük çanaklar ve yerimlen kaldırılamayacak kadar büyük sabit kazanlar yaparlarmış. Bu da Hazret-i Davud ailesinin ordusunun ve etrafının çok kalabalık olduğunu göstermektedir.

Allahü teâlâ bu âyetin sonunda da Hazret-i Davud'un ailesine hitabederek verdiği nimetlere karşılık kendisine şürketmesini emretmektedir. Fakat ne yazık ki kulların pek azı rablerinin verdiği nimetlere karşı hakkıyla şükretmemektedirler.

14

Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, öldüğünü cinlere ancak asasını yiyen bir haşere gösterdi. Süleyman yere düşünce, cinlerin durumu anlaşıldı ki, eğer onlar gaybı bilmiş olsalardı, öyle küçük düşüren bir azap içinde kalıp durmazlardı.

Allahü teâlâ bu âyet-i celilede, Hazret-i Süleyman'ın nasıl vefat ettiğini, gaybı bildiklerini iddia eden cinlerin, onun öldüğünü bilemediklerini bu sebeple Süleyman'ın kendilerine vermiş olduğu ağır vazifeleri, Süleyman'ın değneğini haşereler yeyip onun yere düşmesine kadar yerine getirdiklerini beyan ediyor, Böylece cinlerin gaybı bilmediklerini bizlere haber veriyor.

Hazret-i Süleyman vefat etmeden önce asasına dayanır bir halde duruyormuş vefat edince yere düşmemiş böylece bir müddet ayakta durmuştur. Nihâyet ağaç kurtları, dayandığı değneği yemiş ve âsâ zayıflayarak kendisini taşımaz olmuş ve Süleyman'ın cesedi yere düşmüştür. Böylece cinler onun öldüğünü anlamışlar ve yaptıkları işi bırakarak dağılmışlar, gaybı bildiklerini iddia eden cinlerin yalan söyledikleri de ortaya çıkmıştır.

15

Şüphesiz ki Sebe' kavminin oturduğu yerde büyük bir delil vardı. Sebe'lilerin oturduğu yerler, sağından ve solundan iki bahçeyle çevriliydi. Onlara: "Rabbinizin rızıklarından yeyin de ona şükredin. İşte hoş bir memleket ve bağışlayan bir rab." denilmişti.

Âyet-i kerime’de, Sebe' kavminin kıssası zikredilmektedir. Bir kişi Peygamber efendimize gelip:

"Ey Allah'ın Resulü, Sebe' nedir? O bir yer midir yoksa bir kadın mıdır?" diye sormuş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "O, ne bir yer ne ile bir kadındır. Sebe' Araplarda bir adamın ismidir. Onun on çocuğu olmuştur. On çocuğundan altısı Yemen'de yerleşmiş dördü de Şam'da yerleşmiştir. Şam'da yerleşenler: Lalı, Cüzam, Gassan ve Âmile'dir. Yemen'de yerleşenler ise: Ezd, Eş'arî, Himyer, Muzhee, Enmar ve Kinde'dir." buyurmuştur.

Yine bir adam: "Ey Allah'ın Resulü, "Enmar" nedir?" diye sormuş, Resûlüllah: "Has'em ve Becile kabilelerinin mensup oldukları atalardır." buyurmuştur. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 3-1, hnh: İ, No: 3222

Peygamber efendimizin de beyan ettiği gibi, Sebe' aslında Yemen'de yaşayan insanlar ve oranın idarecileridir. Hazret-i Süleyman'ın, tabtıyla birlikte huzuruna getirttiği Seba Melikesi Belkıs da onlardan biriydi. Bu kavim, memleketlerinde bol nimetler içerisinde yaşıyor ve geniş arazilere sahip bulunuyorlardı. Allahü teâlâ onlara Peygamberler göndermiş verdiği nimetlere karşı kendisine şükretmelerini istemiştir. Bunlar bu halleriyle Allah'ın dilediği kadar yaşamışlar sonra kendilerine emredilenlerden yüzçevirmişlerdir. Bunun üzerine Allah onlara Seller'i musallat ederek ülkelerini mahvetmiş ve onları çeşitli ülkelere dağıtmıştır. Bundan sonra gelen âyetler bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Sebe' halkının yaşadığı ülkenin, Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren bir alamet olduğunu, bu nimetleri kendilerine verenin ise ancak rableri olduğunu zikretmiş ve bu ülkenin sağında solumla bağ ve bahçelerin bulunduğunu bildirmiştir.

Katade diyor ki: "Sebe'lilerin memleketinde iki dağın arasında bağ ve bahçeler bulunuyordu. Öyle ki bir kadın başında taşıdığı sele ile bu bahçelerde yürüdüğünde elini sürmeden selesi meyvelerle doluyordu. Sebe' halkı azınca Allah onlara "Cürz" denen bir hayvanı (köstebeği) musallat etti. Hayvan, dağlar arasındaki barajı deldi onları su bastı. Sonunda onlara ılgın ve biraz da sedir ağacından başka bir şey kalmadı."

16

Fakat onlar yüzçevirdiler. Bunun üzerine biz de onların üstüne " Arinı" selini gönderdik. Onların bahçelerini, acı meyveli, ılginlık ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.

17

Nankörlüklerinden ötürü onları işte böyle cezalandırdık. Biz, hiç nankörden başkasını cezalandırır mıyız?

Sebe' halkı, rabbine itaattan yüzçevirdi. İnsanları, peygamberlerin davet ettiği hak yoldan çevirmeye girişti. Bunun üzerine biz de onları cezalandırarak üzerlerine "Arim" selini gönderdik. Onların, barajın iki tarafındaki bağ ve bahçelerini acı meyveliklere ve ilgınlıklara, biraz da sedir ağacı buluna bir yere çevirdik. Onları bu şekilde cezalandırmamız, verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmelerindendi. Biz, nankörlerden başka kimi cezalandırırız ki?

*Vehb b. Münebbih diyor ki: "Allah bunlara on üç peygamber göndermişti. Onlar bu peygamberleri yalanlayınca onları cezalandırdı.

"Arim" kelimesinin, baraj veya su veya vadi yahut sel yada cürz yani, köstebek anlamına geldiği zikredilmiştir. Barajın yıkılmasının ise bir hayvanın onu delmesiyle meydana geldiği zikredilmiştir.

18

Sebe'lilerle mübarek kıldığımız memleketler arasında, birbirinden görünen şehirler var etmiştik. Oralardaki seyir ve seferi de ölçüler içerisinde tanzim etmiştik. "Geceleri ve gündüzleri oralarda emniyet içinde gezin." demiştik.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Sebe" halkına verdiği çeşitli nimetleri ve refah içinde geçirdikleri hayatı zikrediyor. Bereketli kılman Şam topraklarındaki şehirlerle Yemen'de bulunan Sebe' ülkesi arasında, birbirinden görünecek katlar yakın mesafelerde şehirler var ettiğini, bu şehirler arasındaki mesafelerin, yolcuların ihtiyacına göre ayarlandığını da beyan etmektedir. Allahü teâlâ Sebe'lilere, buralara, gece gündüz gidip gelme imkanları sağlamış ve onlara büyük lütuflarda bulunmuştur. Fakat onlar bu nimetlere karşı Allah’a şükretmeleri gerekirken bu şükrü eda etmemiş bilakis rahatsız olduklarını söylemişlerdir.

Hasan-ı Basrî diyor ki: "Buralarda yaşayan insanlar, sabahleyin bir şehirden çıkıp öğle vaktinde diğer bir şehire varabiliyorlardı. Bir kadın, zenbilini başına koyar, yününü eğirekek yürür ve evine gelinceye kadar zenbili, ağaçların dallarından dökülen meyvelerle dolardı."

19

Fakat onlar: "Ey rabbimiz, seferlerimizin mesafelerini uzat." dediler ve kendi kendilerine zulmettiler. Bunun üzerine biz. de onları, söylenegelen misaller yaptık. Onları darmadağın ellik. Şüphesiz ki bunda, sabredip şükreden herkese nice ibretler vardır.

Oralarda yaşayan insanlar: "Rabbimiz, yolculuk yaptığımız konakların aralarını birbirinden uzaklaştır." dediler. Yemen'le Şam'ın arasına vadilerin ve çöllerin konmasını islediler. Böylece binekler kullanarak ve azık alarak yolculuk yapmak istiyorlardı. Bu da orada yaşayan insanların ne kadar gafil ve cahil olduklarını göstermektedir.

Allahü teâlâ bu kavmin isteklerini hemen yerine getirdi. Üzerlerine "Arim" selini gönderdi, ülkelerini yıkıp mahvetti. Böylece yabani meyveler ve ılgmiıklardan başka birşey kalmadı. Böylece o eski ihtişamları masal haline geldi. Bundan sonra, bölünüp parçalanan toplumlar için "Sebe' halkı gibi bölündüler." sözü bir darb-ı mesel oldu. Sebe'liler, memleketleri harabeye döndükten sonra çeşitli yerlere dağılarak oralarda mesken tutma zorunda kaldılar.

Şa'bî diyor ki: "Gassaniler Şam topraklarına gittiler, Enmar, Medine'ye yerleştiler. Huzaa kabilesi Tihame bölgesine gitti. Ezdi'ler ise Uman bölgesine yerleştiler.

Allahü teâlâ, âyet-i kerime’nin sonunda, Sebe' halkını parça parça edip çeşitli ülkelere dağıtmasında, Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getiren sabırlı insanlar için büyük ibretler bulunduğunu beyan ediyor ve bunlardan ders alınmasını emrediyor.

20

Gerçeklen İblis, onlara zannı'nı tasdik ettirdi. Mü’minlerden bir gurup hariç, onlar İblise uydular.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, insanoğlunu hak yoldan saptırabileceğini zanneden iblisin, Sebe' halkı gibi insanların, kendisine uymasıyla bu zannını doğru çıkardıklarını beyan etmektedir. Zira İblis, kendi zannına göre insanları hak yoldan saptırabileceğini düşünüyor ve şöyle diyordu: "İblis" (rabbim), izzet ve şerefine yemin olsun ki, onlardan ihlaslı kulların hariç, bütün insanları yoldan çıkaracağım." dedi. Sâd sûresi, Âyet: 82-83

İşte ihlash olmayan kulların ona uymasıyla iblisin zanni tasdik edilmiş oldu.

Masan-ı Basrî diyor ki: "Allah tcafa, Havva ile birlikte Âdem'i cennetten yeryüzüne indirince İblis onların bu haline sevinerek yeryüzüne indi ve "Anne babalarının başına bu hal geldiğine göre bunların soyları daha da zayıf olacaktır." dedi. Böylece insanların çoğunu yoldan çıkarabileceğini zannetmeye başladı."

21

Halbuki İblisin, onların üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak biz, ahiret gününe iman edenle ondan şüphe edeni ortaya çıkarmak için (ona, vesvese verme fırsatı verdik) senin rabbin herşeyi koruyandır.

Hasan-i Basrî diyor ki: "İblis o insanları ne bir sopayla dövdü ne de onları zorla isyana sevketti. İblis onlara sadece birtakım ümitler verdi, onları aldattı, onlar da buna aldandılar.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de İblise, insanları aldatması için neden fırsat verdiğini beyan ederek buyuruyor ki: "Biz, İblise, vesvese verme imkanı tanıdık ki, âhirete iman edenle o hususta şüpheye düşeni açığa çıkarmış olalım."

22

Ey Rasûlüm, (müşriklere) şöyle de: "Allah’ı bırakıp da onun ortağı olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri (yardıma) çağırın. Onlar, göklerde ve yerde zerre miktarı birşeye sahip değillerdir. Onların göklerde ve yerde bir ortaklan yoktur. Allah'ın da onlardan bir yardımcısı yoktur.

Ey Rasûlüm, kavminin, Allah’a ortak koşan müşriklerine de ki: "Siz, Allah'ın ortaklan olduğunu sandığınız putlara ve eşyalara yalvarın da onlar size, Allah'ın, kullarına yaptığı şeylerden bazılarını yapsınlar. Allah'ın, Davud'a ve Süleyman'a nimetler verdiği gibi onlar da size nimetler versinler de görelim. Veya nankörlük eden Sebe' halkının bağ ve bahçelerini imha ettiği gibi Allah’a ortak koştuğunuz o şeyler de böyle bir felaket getirsinler. Eğer buna güçleri yetmezse bilin ki batıl bir yoldasınız. Sizin, Allah’a ortak koştuğunuz şeyler, göklerde ve yerde hayır ve şerre, zarar veya menfaata asla sahip değillerdir. O halde onlar nasıl ilâh olabilirler?

Allah’a ortak koştuğunuz şeylerin göklerde ve yerde herhangi bir hisseleri yoktur. Allah onlardan herhangi birini kendisine yardımcı edinmiş de değildir. O halde herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmaktan vazgeçin.

23

Allah'ın nezdinde, izin verdiğinden başka kimsenin şefaati fayda vermez. Nihâyet kalblerindeki korku giderilince birbirlerine: "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. Kendilerine sorulanlar da: "Hakkı söyledi, o herşeyden yücedir, herşeyden büyüktür." derler.

Allah’ı teala bu âyet-i kerime’de, âhirette kendisine izin vermediği hiçbir kimsenin, günahkâr kulların affı için şefaatçi olamayacağını beyan etmektedir.

Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Kıyamet gününde mü’minler bir araya toplanır: "Rabbimiz nezdinde bir şefaatçi bulsîk." derler. Âdem'e gelirler ve ona: "Sen insanların babasısın Allah seni bizzat kendisi yarattı, meleklerini sana secde ettirdi ve sana herşeyin ismini öğreti. Bizim için, rabbin katında şefaatçi ol da bizi bulunduğumuz bu yerden kurtarsan." derler. Âdem: "Ben bu işte yokum." der. Ve işlediği günahı hatırlar ve utanır. Ve onlara: "Siz Nuh'a gidin. Çünkü o, Allah'ın, yeryüzüne göndermiş olduğu ilk resuldür." der. İnsanlar Nuh'a giderler. Nuh: "Ben bu işte yokum." der. O, rabbine, hakkında bilgisi olmadığı birşeyi sorduğunu hatırlar ve utanır Nuh'un, rabbine sorduğu soru, oğlu hakkındaydı ve şöyle demişti: "Ey rabbim, şüphesiz ki oğlum ailemdendir. Senin, aileme helak etmeme vaadin haktır. Sen de hükmedenlerin en adalatlisisin." dedi. Allahü teâlâ da şöyle buyurdu: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amel sahibidir. O halde bilmediğin şeyi benden isteme." (Hud Sûresi, âyet: 45-46)

Ve der ki: "Siz, rahman olan Allah'ın dostu İbrahim'e gidin." İnsanlar ibrahim'e giderler. İbrahim: "Ben bu işte yokum. Siz, Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve kendisine Tevratı verdiği Mûsa'ya gidin," der. İnsanlar Mûsa'ya giderler. Mûsa: "Ben bu işte yokum." der ve kısası gerektirmediği halde bir insanı öldürdüğünü hatırlatarak rabbinden utanır ve der ki: "Siz, Allah'ın kulu , Peygamberi, kelimesi ve ruhu olan İsa'ya gidin." İsa da "Ben bu işte yokum. Siz, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e gidin. O, geçmiş ve gelecek günahları affedilen bindir." der. İnsanlar bana gelirler. Ben, izin almak için rabbirne giderim. Bana izin verilir. Rabbimi görür görmez secdeye kapanırım. O beni, dilediği kadar secdede bırakır sonra bana: "Başını secdeden kaldır, dileyeceğini dile, dilediğin sana verilecektir. Konuş, sözün dilenecektir, şefaatçi ol şefaatin kabul edilecektir."denilir. Bunu üzerine ben başımı kaldırır rabbime, bana öğreteceği şekilde hamdederim. Sonra şefaatçi olurum. Bana, belli bir sınır tayin edilir, ben onların cennete girmelerini sağlanın. Sonra tekrar rabbime dönerim. Rabbimi görür görmez aynı şeyleri yaparım. Sonra şefaatçi olurum. Tekrar bana bir sınır tayin edilir. Onların da cennete girmelerini temin ederim. Sonra üçüncü ve dördüncü defa aynı şeyleri ya-panm ve derim ki: "Ey rabbim, cehennemde Kur'arw Kerimin kalacaklarını bildirdikleri ve ebedi olarak kalmaları gereken insanlar dışında kimse kalmamıştır. Buhari, K. Tefsir el-Kuran, Sûre 2, bab: 1 / Müslim, K. el-İman, bab: 322, Hadis no: 193.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, ayrıca bir kısım varlıkların kalblerindeki korku giderilince birbirlerine "Rabbiniz ne dedi?" diye soracaklarını ve "Hak dedi" cevabını alacaklarım beyan etmektedir.

Buradaki "Kalblerinden korku giderilenlerden maksat, Abdullah b. Mes'ud, Mesruk ve diğer âlimlere göre meleklerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Zira, Allahü teâlâ herhangi bir hususta hükmünü verince melekler ve o emrin haşmetinden korkuya kapılırlar ve kendilerinden üstün olan diğer meleklerden, ilahi emrin ne olduğunu sorarlar onlar da emrin, hak bir emir olduğunu söylerler.

Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Allah, gökte bir işin yerine getirilmesine hüküm verince melekler, Allah'ın emrine boyun eğdiklerini belirtmek için kanatlanın birbirine çarparlar. Allah'ın emri, kayalar üzerinde ses çıkaran zincir sesine benzer bir ses çıkarır. (Bu yüzden melekler korkuya kapılırlar) Nihâyet meleklerin kalbinden korku gidince diğer meleklere: "Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da "Hakkı söyledi." derler. O, herşeyden yücedir, herşeyden büyüktür." derler. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 34, bab: 1 Diğer bir kısım âlimlere göre ise buradaki "Kalblerinden korku giderilenler." Şeytanın kendilerine güven verdiği müşrikler ve kâfirlerdir. Bunlar ölüm halindeyken ve kıyamet gününü müşahade ettiklerinde birbirlerine: "Rabbiniz ne buyurdu?" diye soracaklar. "Rabbiniz hakkı buyurdu. " cevabını alacaklar ve böylece dünyada iken gaflet ve sapıklık içinde olduklarını anlamış olacaklardır.

24

Müşriklere: "Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?" de. "Sizi rızıklandıran yalnız Allah’tır. O halde bir hidâyet ve apaçık bir sapıklık üzerinde olan ya biziz yahut sizsiniz." de.

Ey Rasûlüm, pırtlan ve heykelleri, rablerine ortak koşan müşriklere de ki: "Göklerden yağmur indirip, güneşi ayı ve bütün yıldızlan menfaatlerinize hizmet eder hale getiren, sizi gökten rızıklandıran ve yeryüzünden, kendinizin ve hayvanlarınızın yiyecek ve içeceklerini çıkararak sizi yerden rızıklandıran kinidir?"

Ey Rasûlüm, eğer onlar bu sorulara: "Bilmiyoruz." diye cevap verecek olurlarsa onalara de ki: "Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran Allah’tır." Ve yine de ki: "Bir hidâyet veya apaçık bir sapıklık içerisinde olan bir miyiz? Yoksa siz misinizi? Elbette ki biz, hidâyet üzereyiz siz ise sapıklık içindesiniz."

25

Sen onlara şöyle de: "Ne siz bizim işlediğimiz suçlardan mes'ul olacaksınız ne de biz sîzin işlediklerinizden mes'ul alacağız."

Ey Rasûlüm, sen o müşriklere de ki: "Sizlerle bizim, birimizin sapıklık, diğerimizin hidâyet üzere olduğu muhakkaktır. Siz, bizim işlediğimiz suçlardan mes'ul değilsiniz biz de sizin işlediklerinizden sorumlu değiliz." Biz sizden beriyiz. Sizleri, Allah’ı birlemeye ve sadece ona kulluk etmeye çağırıyoruz. Eğer bunu kabul ederseniz sizler bizden bizler de sizden oluruz. Aksi takdirde bizim, sizden, uzak olmamız devam eder."

26

Sen onlara şöyle de: " Rabbimiz kıyamet günü hepimizi bir araya toplayacak sonra aramızda adaletle hükmedecektir, O, hakimler hakimi olan ve herşeyi hakkıyla bilendir.

İşte o gün kimin doğru yolda kimin sapıklık üzere olduğu ortaya çıkacaktır.

27

Sen onlara şöyle de: "Allah’a nisbet ettiğiniz ortakları bana bir gösterin. Hayır, onun hiçbir ortağı yoktur. Bilakis o herşeye galip hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’tır."

Ey Rasûlüm, Allah’a birtakım putları ve tanrı edindikleri eşyaları ortak koşan müşriklere de ki: "Allah’a yamamaya kalktığınız ve ibadette ona ortak koştuğunuz şeyleri bana gösterin. Onlar neyi yaratabilirler? Hayır, Allah'ın böyle bir oıtağı yoktur. Allah herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

28

Ey Rasûlüm, biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Ey Rasûlüm, biz seni sadece kavminin müşriklerine Peygamber olarak göndermedik. Biz seni bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Sen, arabın da peygamberisin Acemin de. Siyahın da peygamberisin beyazın da. Fakat insanların çoğu senin, bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiğini bilmezler.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde kendisine verilen özellikleri belirterek şöyle buyurmuştur:

"Bana, benden önce hiçbir kimseye verilmeyen beş özellik verilmiştir. Ben, bir aylık uzaklıktan düşmanın kalbine korku salınmasıyla yardım olundum. Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı. Ümmetimden kime namaz gelir çatarsa o namazı kılsın. Bana ganimet helal kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştı. Bana şefaat etme yetkisi verildi. Daha önce peygamber sadece kendi kavmine peygamber olarak gönderilirken ben, bütün insanlara peygamber olarak gönderildim. Buhari, K.et-Teyemmüm, bab: 1/ Müslim, K.el-Mesacid, bab: 3, Hadis no: 521.

29

Müşrikler: "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaadedilen ne zamandır?" derler.

Bu müşrikler, Allah'ın, haklarındaki herhangi bir tehdidini işittiklerinde Resûlüllah’a ve mü’minlere alaylı bir şekilde: "Bu vaadedilen ne zaman gerçekleşecektir?" derler.

30

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Sizin için vaadolunan öyle bir gün vardır ki ondan ne bir an geri kalabilirsiniz ne de ileri geçebilirsiniz.

Ey Rasûlüm, Allah’ın bildirdiği azapların ne zaman gerçekleşeceğini soran müşriklere de ki: "Senin için vaadedilen gün bellidir. O gün gelince ne bir an erteleyebilir ne de bir an geri alabilirsiniz. İşte o gün, bu dünyadayken ne yaptığınızı göreceksiniz.

31

İnkâr edenler: "Biz bu Kur'ana ve ondan önce gelen kitaplara inanmayacağız." dediler. Sen o zalimlerin, rablerinin huzurunda dururken birbirlerini suçlayarak söz attıklarını bir görmelisin. Zayıflar, büyüklük laslayanlara: "Siz olmasaydınız biz mutlaka iman etmiş olacaktık." derler.

32

Büyüklük taslayanlar da zayıfların sözlerini reddederek: "Size hidâyet gelince sizi ondan biz mi alıkoyduk? Bilakis siz suçluydunuz." derler.

33

Zayıflar büyüklük taslayanlara: "Bilakis gece gündüz tuzaklar kurmanız bizi alıkoydu. Çünkü siz, Allah’ı inkâr etmemizi ve ona ortaklar koşmamızı emrederdiniz." derler. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını içlerine atıp gizlerler. Biz, inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar, yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler?

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, kâfirlerin, Kur'an-ı kerimi ve ondan önce gönderilmiş olan ilahi kitapları reddetmekte nasıl inatçılık yaptıklarını bildiriyor ve bunların âhirette cehennemi gözleriyle gördüklerinde Allah'ın huzurunda birbirlerini suçlayacaklarını beyan ediyor. Aldatılan zayıf kâfirlerin, suçu, kendilerini aldatan mağrur kâfirlere attıklarını fakat mağrur kâfirlerin de zayıf kâfirlere cevap vererek: "Size hidâyet gelince sizi ondan biz mi alıkoyduk? Bilakis siz suçluydunuz." dediklerini beyan etmektedir.

Allahü teâlâ, kâfirlerin hepsinin boyunlarına demir halkalar geçirilerek cehenneme sürükleneceklerini ve böylece birbirlerini karşılıklı olarak suçlamalarının kendilerine hiçbir fayda vermeyeceğini de beyan etmektedir.

34

Biz, herhangi bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek oranın zengin şımarıkları mutlaka: "Hiz, sizin getirdiklerinizi inkâr ediyoruz." demişlerdir.

35

Mal ve evladı çok olan bizleriz. Biz, azap görmeyiz." demişlerdir.

Biz, hiçbir ülke halkına, emirlerimize itaat etmedikleri takdirde azabımıza uğrayacaklarını kedilerine tebliğ eden bir peygamber göndermedik ki o ülkenin ileri gelen varlıklıları: "Biz, sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz." demiş olmasınlar. Onlar, mal ve evlatlarının çokluğu ile övünür ve dünyada olduğu gibi âhirette de herhangi bir azap gönneyeceklerini söylerler. Allah'ın, kendilerine mal ve evlat vermesinin onları sevdiğinden kaynaklandığını zannederler. Bu itibarla âhirette de azap görmeyeceklerini iddia ederler.

Allahü teâlâ bu âyetlerde, peygamberlerin davet ettiği hak dine ilk önce zayıfların koşacaklarını, varlıklı şımarıkların ise hakka boyun eğmeyi gururlarına yediremeyeceklerini bizlere bildirmektedir. Nitekim peygamber efendimize ilk iman edenlerin çoğunluğunu köleler ve zayıflar oluşturmuştur.

36

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Şüphesiz benim rabbim, dilediğinin rızkını genişletir, dilediğinin rızkını daraltır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

Ey Rasûlüm, de ki: "Şüphesiz ki benim rabbim, dünyada dilediğine bol rızıklar verir. Onu nimetler içinde yaşatır. Dilediğinin rızkını da ölçülü verir, onu dar bir geçim içinde yaşatır. Rabbimin böyle yapması, bol rızık verdiğini sevdiğinden darlık verdiğini de sevmediğinden değildir. Kullarını imtihan edip birbirlerine tanıtmak içindir. Zengin olan kimse nimetlerinin şükrünü ifa ediyor mu? Fakir olan kimse de rabbinin verdiklerine kanaat ediyor mu? İnsanların çoğu, rablerinin, kendilerini imtihan için böyle yaptığını bilmezler.

37

(Ey insanlar) Sizi, bize yaklaştıracaktan ne mallarınız ne de evlatlarınızdır. Ancak iman edip salih amel işleyen bunun dışındadır. İşte onlar için, yaptıklarına karşılık kat kat mükafaat vardır. Onlar, cennetin odalarında emniyet ve huzur içindedirler.

Ey kavim, sizi, bize ne kendileriyle iftihar ettiğiniz mallar ne de kendilerine güvendiğiniz evlatlar yaklaştırır. Sizi bize, ancak iman edip itaatta bulunmanız yaklaştırabilir. Zira iman edip salih amel işleyenin malları ve evlatları onu Allah’a itaat etmeye sevkeder. İşte Allah'ın, yaptığı amellere karşılık kendilerine kat kat mükafaat vereceği insanlar bunlardır. Bunlar, cehennem azabı korkusu çekmeden cennet odalarında güven ve huzur içinde yaşayacaklardır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki Allah, sizin şeklinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat o sizin kalbinize ve amellerinize bakar. Müslim, K.el-Birr, bab: 34, Hadis no: 2564/İbn-i Mâce.K.ez-Ztihd, bab: 9, Hadis no: 4143.

38

Âyetlerimiz hususunda bizi âciz bırakmaya çalışanlar, işte onlar azaba celbedilirler.

Kitabımızın âyetlerini iptal etmeye, onların nurunu söndürmeye koşan ve bu hususta bizim elimizden kaçıp kurtularak bizi âciz bırakacaklarını zansebepler, kıyamet gününde cehennem azabına atılacaklardır.

39

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Şüphesiz ki rsıbhim, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır. Allah rızası için ne harcarsanız Allah onun karşılığını verir. O, rizık verenlerin en lıayirlısıdır.

Allah'ın, birtakım insanların rızıklarını genişletip sonra daraltması, onun hikmeti gereğidir. Ancak, insanların dünyada en mutlu olanı, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şu hadisinde tasvir ettiği kişidir. Resûlüllah buyuruyor ki:

"Şüphesiz ki müslüman olan, kendisine yetecek kadar rızık verilen ve bu nzka kanaat eden kimse kurtuluşa ermiştir. İbn-i Mace, K.ez-Zühd, bab: 9, Hadis no: 4138

Allahü teâlâ, âyet-i kerime’de, hak yolda harcanan malın yerini, dünyada maddi karşılığını, âhirette de sevabını vererek dolduracağını vaudetmektedir. Peygamber efendimiz de bu hususta şöyle buyuruyor:

"İnsanların eriştikleri hiçbir sabah yoktur ki o vakitte iki melek gökten mip biri "Ey Allah’ım, sen, infak edene karşılığını ver." diğeri: "Ey Allah’ım, sen, harcamayıp elinde tutanın malını telef et." demesinler. Buhari, K.cz-Zekat. bab: 27 /Müslim, K.ez-Zekat, bab: 57, Hadis no: 1010.

40

Birgün Allah, onların hepsini bir araya toplayacak sonra meleklere: "Size tapanlar bunlar mıydı?" diyecektir.

41

Melekler de: "Seni, layık olmadığın sıfatlardan tenzih ederim. Bizim dostumuz onlar değil sensin. Hayır, onlar cinlere taparlardı. Çoğu onlara inanıyordu." derler.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, kendisine ortak koşanları, kıyamet gününde mahlukatın huzurundu, kimlere taptıkları hususunda hesaba çekerek rezil ve rüsvay edeceğini beyan etmektedir. Allah, kıyamet gününde bütün insanları bir araya toplayacak ve sonra meleklere soracak "Bu: müşrikler beni bırakıp sizlere mi tapıyorlardı?" melekler ise diyeceklerdir ki: "Hâşâ rabbimiz, biz seni, layık olmadığın sıfatlardan tenzih ederiz. Bizim velimiz onlar değil sensin. Onlar bize tapmıyorlar, cinlere tapıyorlardı. Onların çoğu şeytanlara inanıyor ve söylediklerine aklanıyorlardı."

42

Bugün birbirinize ne bir fayda ne bir zarar vermeye güç yetirebilirsiniz. Zalimlere: "Dünyada yalanladığınız ateşin azabını tadın." diyeceğiz.

Anık kıyametin koptuğu bu günde, sizlerin birbirinize herhangi bir menfaat veya zarar verme imkanınız yoktur. Allah’tan başkasına tapanlar da kendilerine tapınılan şeyler de acizlikte eşittirler. O gün biz, Allah’tan başkasına tapan zalimlere: "Varlığını yalanladığınız cehennemin ateşini tadın bakalım." diyeceğiz.

43

Kâfirlere, âyetlerimiz apaçık okunduğu zaman "Bu sizi, babalarınızın taptığı şeylerden alıkoymak isteyen bir adamdan başka birşey değildir." dediler. "Bu Kur'an, uydurulmuş bir yalandan başka birşey değildir." dediler. Kâfirler, hak olan Kur'an kendilerine geldiği zaman: "Bu, apaçık bir sihirden başka birşey değildir." dediler.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kâfirlerin cehennem azabını hak ettiklerini beyan ediyor. Zira onlar, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan peygamberi yalanlamışlar, âyetler hakkında "Apaçık bir sihir." "Bir iftira." gibi sözler söylemişlerdir.

Allahü teâlâ bunların sözlerini aktararak buyuruyor ki: "Allah’a ortak koşan bu kâfirlere, hak olduğu açık olan âyetlerimiz okunduğunda onlar, âyetlerimizi okuyan Muhammed'e: "Bu adama tâbi olmayın, zira bu sizi, atalarınızın dininden alıkoymak isteyen adamdan başka birisi değildir." demişlerdir. Yine onlar: "Ey Muhammed, senin bize okuduğun Kur'an uydurulmuş iftiradan başka bir şey değildir." demişlerdir. Keza, hak Peygamber olan Muhammed'i inkâr eden bu kâfirler, kendilerine peygamber geldiğinde: "Onun söyledikleri apaçık sihirden başka birşey değildir." demişlerdir.

44

Biz o müşriklere, okuyup ders alacakları kitaplar vermedik ve senden önce kendilerine uyarıcı bir peygamber de göndermedik.

Ey Rasûlüm, âyetlerimize "Apaçık bir sihirdir." diyen bu müşriklere, okuyup öğüt alacakları kitaplar vermedik. Senden önce bunlara uyarıcı bir peygamber de göndermedik. Halbuki onlar daha önce kendilerine kitap gönderilmesini ve aralarından birinin peygamber olarak gönderilmesini arzuluyorlardı. Allah, kendilerine bunları lütfedince bu sefer de onları yalanlamaya başladılar.

45

Bunlardan önce gelenler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Oysa bunlar, kendilerinden önce geçen insanlara verdiğimiz nimetlerin onda birine bile erişememişlerdir. Onlar, peygamberlerini yalanlamışlardı. Ama benim onları cezalandırmam nasd oldu bir bak.

Ey Rasûlüm, senin ümmetinden, Allah’a ortak koşan müşriklerden önce gelen mümmetler de peygamberlerini ve kendilerine indirdiğimiz kitapları yalanlamışlardı. Onlar senin ümmetinden daha güçlü ve kuvvetliydiler. Öyle ki senin ümmetin, onlara verilen maddi gücün onda birine bile ulaşamamışlardır. Evet, onlar da peygamberlerini yalanlamışlardı. Fakat benim onları cezalandırmam nasıl oldu bir görseydin. O halde senin kavmin de, kendilerinden daha güçlü olanlardan ibret alıp âyetlerimi ve peygamberlerimi yalanlamasınlar.

46

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Size bir tek öğüdüm var. İkişer ikişer ve teker teker Allah’a yönelin. Sonra düşünün. Arkadaşınızda delilikten hiçbir eser yoktur. O, şiddetli bir azabın gelip çatmasından önce sizi uyaran bir peygamberden başka birşey değildir."

Ey Rasûlüm, kavminin müşriklerine de ki: "Ey kavim, ben size tek bir şeyi öğütlüyorum. İkişer ikişer olarak karşı karşıya gelip Muhammed'de herhangi bir delilik olup olmadığı hususunda tartışın. Sonra herhangi biriniz tek başına kalıp düşünsün. Onda bir delilik bulunup bulunmadığını iyice incelesin. Böyle yaptığınız takdirde anlayacaksınız ki sizinle beraber bulunan Muhammedd'e herhangi bir delilik yoktur. O sizi şidddetli bir azabın gelip çatmasından önce uyaran bir Peygamberden başkası değildir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, müşrikleri, Resûlüllah hakkında iyice düşünüp insaflı olmaya davet ediyor ve Resûlüllah’ın, müşriklerin iddia ettikleri delilik vb. hastalıklardan uzak olduğunu bildiriyor.

Âyet-i kerime’de, ayrıca Resulallahın, Allah’a isyan edenleri, gelecek şiddetli bir azapla uyardığı beyan ediliyor.

Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Safa tepesine çıktı ve Vay sabahleyin başıma gelenler!... "(Ey insanlar) diye seslendi. Kureyş onun yanına toplanıp: "Ne var?" diye sordular. Resûlüllah: "Şâyet, düşmanın size sabah veya akşam baskınına geldiğini bildirecek olsam bana inanır mısınız?" dedi. Kureyşliler: "Evet, inanırız" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah" "Şüphesiz ki ben sizi, şiddetli bir azabın gelip çatacağı (haberiyle) uyarıyorum." dedi. Bunun üzerine Ebû Leheb: "Kahrolası, bizi bunun için mi buraya topladın?" diye cevap verdi. Buunun üzerine Allahü teâlâ: "Elleri krusun Ebû Lehebin. Zaten kurudu da... "âyetini indirdi. Buhari. K. Tefsir el Kur'an, Sûre; 34, bab: 2

47

Ey Rasûlüm, şöyle de: "Sizden herhangi bir ücret istemişsem o sizin olsun. Benim ücret ve mükafaatım yalnız Allah’a aittir. O, herşeye şahittir."

Ey Rasûlüm, kavminin müşriklerine de ki: "Ben, rabbimin katından size tebliğ ettiğim emirler karşılığında sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, herşeye şahit olan Allah’a aittir. O halde niçin benim davet ettiğin şeyleri kabul etmiyorsunuz?

48

Sen onlara şöyle de: "Şüphesiz benim rabbim, hakkı ortaya koyar. O, bütün gaybları çok iyi bilenleridir.

Ey Rasûlüm, kavminin müşriklerine de ki: "Rabbim, hak olan valiyi gökten indirip Peygamberi olan bana gönderir. Rabbim, gayba ait olan hususları çok iyi belendir.

49

Sen onlara şöyle de: "Hak geldi. Artık batıl ne birşey ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir.

Yine onlara de ki: "Hak olan Kur'an ve Allah'ın vahyi geldi. Artık bundan sonra batıl ne birşey ortaya çkarabilir ne de herhangi bir şeyi geri getirebilir.

Allahü teâlâ, bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyuruyor: "De ki "Hak geldi bâtıl yok oldu. Şüphesiz ki bâtıl yok olmaya mahkumdur. İsra Sûresi, Âyet: 18

50

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Eğer ben haktan saparsam aleyhime sapmış olurum. Eğer hidâyete erersem bu da rabbimin bana vahyettiği şeyler sayesindedir. Şüphesiz o, çok iyi işiten ve çok yakın olandır.

Ey Rasûlüm, kavmine de ki: "Eğer ben doğru oyldan uzaklaşıp ta sapık bir yolu tutacak olursam bunun zararı bana ait olur. Şâyet hidâyeti ve doğruyu bulacak olursam bu da rabbimin bana hakkı vahyetmesi ve beni doğru yolda muvaffak kilmasındandir. Şüphesiz ki rabbim, çok iyi işiten ve kullarına çok yakın olandır.

51

Sen o kafirleri, korkup dehşete düştükleri zaman bir görmelisin. Artık kaçacak yerleri de yoktur. Onlar, yakın bir yerden yakalanmışlardır.

Bu Âyette vasıflan zikredilen insanlardan kimlerin kastedildiği hakkında müfessirler farklı görüşler zikretmişlerdir.

Abdullah b. abbas ve Dehhak'a göre, burada zikredilen insanlardan maksat, Resûlüllahı yalanlayan müşriklerdir. Bunlar, dünyada iken korkunç bir azaba maruz kalmışlar ve kendilerini ondan kurtaramarnişlardir. Abdullah b. Zeyd'e göre bu azap, onların Bedir savaşında öldürülmeleridir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Hasan-ı Basri, Mücahid ve Ata'ya göre ise bu âyette zikredilen insanlardan maksat, müşrikler, korkuya düşmeleri anı ise, kabirlerinden çıkıp gözleriyle ilahi azabı görmeleri ânıdır.

Said b. Cübeyr ve Rib'î b. Hiraş'a göre ise, burada zikredilen insanlardan maksat, kıyamet kopmadan önce ortaya çıkacak olan Deccalın ordusudur. Bu ordunun korkuya kapılma ânı ise, Mekke ile Medine arsındaki "Beyda" denilen mevkide yerin dibine geçirilmeleri ânıdır.

52

O zaman onlar: "Hakka imkan ettik, "derler. Fakat çok uzak bir yerden istediklerine nasıl ulaşırlar?

Müşrikler bizzat gözleriyle Allah'ın azabını gördükleri zaman: "Biz, Allah’a, kitabına ve Peygamberine iman ettik, "derler. Fakat çok uzak bir yer olan âhiretten, dünyadaki imana nasıl ulaşacaklar? Yahut âhirete gittikten sonra dünyaya tekrar nasıl dönüp te teve edeceklerdir? Zira onlar, Allah’tan tekrar dünyaya döndürülüp, yaptıklarından vazgeçerek tevbe etmelerini nesibetmeyi isteyeceklerdir.

53

Halbuki onlar, daha önce onu inkâr etmişlerdi. Uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlar.

Habuki kâfirler, azabı görünce rablerinden istedikleri o şeyi, dünyada sağ iken inkâr etmişlerdi. Allah’a ve Peygambere iman etmiyor ve yaptıkanndan vazgeçmiyorlardı. Onlar bir yerden gayba atıp tutuyorlar.

Âyet-i kerime’nin sonunda bulunan bu ifade çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Müfessirlerin

bazılarına göre bu âyetin izahı şöyledir: Müşrikler Muhammede ve Kur'ana uzaktan taş atıyorlar. Muhammede bazan "Kahin" bazan "Şair" bazan da "Deli" diyorlar. Böylece Resûlüllahtan çok uzak olan bu sıfatları, hiçbir bilgileri olmadığı halde ona yakıştırmaya çalışıyorlar. Halbuki onlar, Resûlüllahtan bu söylediklerinin tam aksini müşahade etmektedirler. Yani onun güvenilir, yalan söylemeyen ve doğru sözlü bir kimse olduğunu bilirler."

Bazı müfesssirlere göre de âyetin izahı şöyledir: "Müşrikler, "Öldükten sonra dirilme olmayacaktır. Cennet ve cehennem yoktur, "şeklindeki İnkârcı sözleriyle gayba taş atarlar. Onlar, Allah'ın mutlak kudret sahibi olduğunu idrak etmekten uzaktırlar. Onlar, Allah'ın kudretini kendi âciz kudretlerine benzeterek gayba taş atarlar."

Diğer bazı müfesssirlere göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Müşrikler, : "Rabbimiz, işittik, gördük Bizi tekrar dünyaya gönder de salih emeller işleyelim..." Secde sûresi, âyet: 12 diyerek âhiretten çok uzak olan dünyaya döndürülmek isterler ve böylece gayba taş atarlar. Fakat onların bu isteklerinin kabulü mümkün olmayacaktır.

54

Artık kendileriyle arzuladıkları şeyler arasına engel konur. Nitekim daha önce benzerlerine de aynı şey yapılmıştı. Çünkü onların hepsi de (hak üzerinde) şüphe ve endişe içindeydiler.

Müşrikler, ilahi azabı bizzat gözleriyle gördüklerinde, onlarla, iman etmeleri arzusuna bir perde çekilir ve kâfir olarak ölür giderler. Yani onlara artık tevbe etme imkânı verilmez. Nitekim onlardan önceki yandaşlarına da aynı şey yapılmıştı. Zira onlar, derin bir şüphe içindedirler, "Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir.

Bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah edenler de vardır: Müşriklerle, dünyada kendilerinin olmasını arzuladıkları mal, evlat ve makam gibi şeyler arasına perde çekilir. Onlar bu arzuladıkları şeylerden mahrum edilirler." Buhari de bu izah tarzını benimsemiştir.

Mücahid de bu âyeti şöyle izah etmiştir; "Ahirette, kâfirlerle onların dünyaya dönüp levbe etmeleri arzulan arasına engel konulmuştur. Onlar bir daha dünyaya döndürmeyeceklerdir."

0 ﴿