SÂFFÂT SÛRESİ

Sâffat sûresi, yüz seksen iki âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Cenab-ı Hak bu mübarek sureye, ilahımızın tek bir ilâh olduğuna, onun, göklerin, yerin ve herşeyin rabbi olduğuna yemin ederek başlıyor.

Dünya göğünün yıldızlarla süslendiği ve oranın isyankâr şeytanlardan korunduğu beyan ediliyor. Bu sebeple şeytanların, gökte konuşulanları dinleyemedikleri ancak oradan bir söz kapıp kaçanların da peşlerine, herşeyi delip geçen bir ateşin takıldığı açıklanıyor.

Kâfirlerin, cenab-ı Hakkın kudretini gösteren muhteşem delillerden ibret almadıkları, bilakis onlarla alay edip onlara "Sihir" dedikleri, ölüp toprak olduktan sonra tekrar dirilmeye inanmadıkları beyan ediliyor. Evet, herkes âhirette dirilecek ve bu dünyadayken inanmadığı o günden dolayı çok büyük bir pişmanlık duyacaktır. Onlara orada: "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz gündür." denilecek ve onlar toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.

O âhiret gününde, dünyadayken Allah’ı bırakıp da kendilerine tapınılanlar ile tapanlar arasında bir münakaşa başlayacak ve onlar arada birbirlerini suçlayacaklardır. Ve işte onların hepsi orada azapta ortak olacaklardır.

Allah’a ve âhirete iman eden ihlaslı kullar için ise çeşitli meyveler, Naim cennetlerinde tahtlar üzerinde ikramlar vardır.

Cehennemliklere ise zakkum ağacından yedirileceği, karınlarını bunlarla doldurduktan sonra üzerine de kaynar su içirileceği beyan ediliyor.

Sûre-i celilede bu hususların beyanından sonra Nuh (aleyhisselam)ın kısasına işaret ediliyor. Nuh (aleyhisselam)ın ve ona iman edenlerin büyük bir felaketten kurtarıldıkları ve yeryüzünde sadece Nuh (aleyhisselam)ın zürriyetinin bırakıldığı ve "Âlemler içinde Nuh'a selam olsun." dedirtme suretiyle, nesiller içinde Nuh (aleyhisselam)a güzel bir nam bırakıldığı beyan ediliyor. Ona iman etmeyenlerin ise suda boğuldukları haber veriliyor.

Bundan sonra Hazret-i İbrahim kıssasına yer veriliyor. Hazret-i İbrahim'in, kavmiyle beraber toplantı yerine gitmemek için onlara "Ben hastayım" dediği ve onlar gittikten sonra putlarını balta ile kırdığı beyan ediliyor. Kavmi gelip onu cezalandırmak için büyük bir ateş yakıyor ve Hazret-i İbrahim'i o ateşin içine atıyor. Fakat Allahü teâlâ onu düşmanlarının bu tuzağından koruyor, ateşi ona güllük gülistanlık haline getiriyor.

Daha sonra Hazret-i ibrahim oradan ayrılıyor ve Allah’tan kendisine bir çocuk vermesini istiyor. Allah da ona bir çocuk veriyor. Çocuk yanında büyüyüp yürümeye başlayınca ona: "Yavrucuğum, ben, rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Sen bu işe ne dersin?" diye soruyor. Çocuk da: "Babacığım emrolunduğunu yap. Beni sabredenlerden bulacaksın." diyor. Her ikisi de Allah'ın emrine boyun eğip İbrahim (aleyhisselam) oğlu İsmail'i kurban etmek için yüzükoyun yatırıyor ve işte o anda Allahü teâlâ, Hazret-i İbrahim'in, rüyasına sadakat göstermesinden dolayı onu mükafatl andın yor ve oğlunun yerine, kurban etmesi için ona bir kurbanlık veriyor. Böylece Hazret-i İbrahim'in de âlemler içinde güzel bir nâmı kalıyor.

Sûre-i celilede bundan sonra Hazret-i Mûsa ile Hazret-i Harun'un kıssası beyan ediliyor. Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa ve Hz Harun'a yardım ediyor ve onları, İsrailoğullarıyla birlikte Firavuna galip fetiriyor ve onlara da âlemler içinde güzel bir nam bırakıyor.

Bundan sonra Hazret-i İlyas'ın kıssası geliyor. İlyas (aleyhisselam) kavmini hidâyete davet ediyor, putlara tapmaktan vazgeçmelerini istiyor. Fakat kavmi onu yalanlıyor. Allahü teâlâ da o kavmi helak ediyor. Böylece Hazret-i İlyas'a da âlemler içinde güzel bir nam veriliyor.

Daha sonra Lût (aleyhisselam)ın kıssası geliyor, Hazret-i Lût'un kavmi, kendisini dinlemediği için Allahü teâlâ, onları, Hazret-i Lût'un karısı da içlerinde olduğu halde helak ediyor.

Sonra Yunus (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor. Yunus (aleyhisselam) kaçıp bir gemiye biniyor. Gemide, denize atılacak olan bir kişi için kur'a çekiliyor o da Yunus (aleyhisselam)a çıkıyor. Böylece onu denize atıyorlar. Yunus (aleyhisselam)ı balık yutuyor. Ve sonunda hasta bir halde, Allah'ın dilemesiyle balığın karnından sahile çıkıyor. Oradaki bitkilerle vücudunu tedavi ediyor. Daha sonra, sayısı çok olan bir kavme peygamber olarak gönderiliyor. O kavim, Yunus (aleyhisselam)ın davetini kabul ediyor ve öylece belli bir zamana kadar yaşayıp gidiyorlar.

Sûre-i celilede bundan sonra, kızları Allah’a nisbet edip oğulları da kendileri için ayıran cahil müşriklerin bu garip ve çirkin davranışlarına dikkat çekiliyor ve bu müşrikler şiddetle kınanıyor.

Sûre-i celilede daha birçok hususlar beyan edildikten sonra, "Kuvvet ve kudret sahibi olan rabbin onların uydurduktan sıfatlardan münezzehtir." "Gönderilen peygamberlere selam olsun." "Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun." buyurularak sûre-i celile sona eriyor. Abdullah b. Ömer diyor ki:

"Resûlüllah bizlere namazı çok uzatmamamızı emreder ve Sâffat suresini okuyarak bize namaz kıldırdı. Nesaî, K.el-lmame, bab: 36 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.26.

Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Bak. Âyet 4.

2

Bak. Âyet 4.

3

Bak. Âyet 4.

4

Saf saf dizilenlere, engel olanlara (veya sevk ve idare edenlere), âyetleri okuyanlara yemin olsun ki, sizin ilahınız elbette birdir.

Birinci âyet-i kerime’de zikredilen "Sıra sıra dizilenlerden maksat, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Mesruk, Said b. Cübeyr, İkrime, Mücahid, Süddi ve Katade'ye göre "Meleklerdir."

Katade: "Melekler gökte saf saftır. Bu sebeple Allahü teâlâ onları "Saf saf dizilenler." şeklinde sıfatlandırmıştır." diyor.

Mücahid ve Süddî ikinci âyette ifade edilenlerin de melekler olduklarını, bunlar bulutlan sevkettikleri için: "Sevk ve idare edenler." diye sıfatlandırıldıklarını söylemişlerdir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Bu görüşe göre âyetin meali: "Bulutlan sevk ve idare edenlere yemin olsun ki." demektir.

Katade ve Rebi' b. Enes ise burada zikredilenlerden maksadın Kur'an-ı kerim'in âyetleri olduklarını söylemişlerdir. Zira bu âyetler insanlan kötülüklerden alıkoyarlar. Bu görüşe göre ise âyetin meali: "İnsanlan kötülüklerden alıkoyan âyetlere yemin olsun ki." şeklindedir.

Âyet-i kerime’de geçen: "Âyetleri okuyanlardan maksat, Mücahid ve Süddi'ye göre yine meleklerdir. Zira onlar, Allah katından Kur’an’ı ve diğer semavi kitaplan getirip peygamberlere okuyanlardır.

Katade'ye göre ise burada: "Âyetleri okuyanlardan maksat, geçmiş ümmetlere ait olan haberleri bizlere anlatan Kur'an âyetleridir.

5

O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin rabbidir. O, doğuların da rabbidir.

Ey insanlar, sadece kendisine kulluk etmeniz emredilen rabbiniz birdir. Onun herhangi bir benzeri ve ortağı yoktur. O halde sadece ona kulluk edin. İbadetlerinizde hiçbirşeyi ona ortak koşmayın. O, yedi gökleri ve yeri ve ikisinin arasında bulunanlan yaratandır. O halde sadece ona kulluk edin. İbadetlerinizde hiçbirşeyi ona ortak koşmayın. O, yedi gökleri ve yeri ve ikisinin arasında bulunanlan yaratandır. O halde sadece ona kulluk edin. Herhangi bir zarar veya menfaat veremeyecek olan yaratıklan ona ortak koşmayın. O, doğuların rabbidir.

Aslında "Doğu" bir tane olduğu halde âyet-i kerime’de çoğul olarak "Doğuların rabbi" ifadesi kullanılmıştır. Çünkü burada güneşin, yaz ve kış mevsimlerinde doğuş yerlerinin farklı oluşuna işaret vardır.

6

Şüphesiz biz, dünya göğünü, bir zinet olan yıldızlarla süsledik.

7

Biz o göğü, her isyankâr şeytandan koruduk.

8

Bak. Âyet 9.

9

Böylece onlar, o yüce topluluğu dinleyemezler. Kovulmak için her taraftan kendilerine ateş atılır. Kıyamet gününde de onlar için devamlı bir azap vardır.

10

Ancak o yüce topluluktan bir söz kapanların da peşine, herşeyi delip geçen bir alev takılır.

Ey insanlar, gökyüzünün size yakın olan tarafını onun süsü olan yıldızlarla süsledik ve dünyaya yakın olan göğü her isyankâr ve murdar olan şeytandan koruduk. Artık şeytanlar, yüce varlıklardan meleklerden hiçbirşey işitemez oldular. Onlar, meleklerden birşey işitmeye teşebbüs ettikleri zaman göğün her tarafından onlara uzaklaştırıcı ateş atılır. Meleklerin konuşmasından bazı kısımları çalmak isteyen bu şeytanlar için, devamlı ve ızdırap verici bir azap vardır. Bu şeytanlardan, meleklerin konuştukları şeylerden kulak hırsızlığı yapmaya çalışanları ise, dokunduğu yeri delip geçen bir ateş kovalamaktadır.

Âyet-i kerimelerde, gökte bulunan meleklerin konuşmalarından birşey çalmak isteyen şeytanların, yıldızlardan çıkan ateşlerle kovuldukları, böylece yüce varlıklar olan meleklerin konuşmalarını dinleme imkânni bulamadıkları zikredilmektedir.

Bu hususta Hicr Sûresinin on sekizinci âyetinin izahında malumat verilmiştir.

11

Ey Rasûlüm, onlara sor. Kendilerini yaratmak mı daha zor? Yoksa diğer bütün yarattıklarımızı mı? Şüphesiz ki biz onları nihÂyet yapışkan bir çamurdan yarattık.

Ey Rasûlüm, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden müşriklerden sor ki, onların yaratılması mı daha zordur? Yoksa onların dışında yarattığımız meleklerin, şeytanların, göklerin, yerin ve orada bulunanların yaratılması mı daha zordur? Şüphesiz ki biz onların atası olan Âdem'i yapışkkan bir çamurdan yarattık ve onları da Âdem'in soyundan meydana getirdik.

12

Doğrusu sen (Bu muhteşem kudrete) hayran kalıyorsun. Onlar ise alay ediyorlar.

Bu âyet-i kerime farklı şekillerde izah edilmiştir.

Bazı müfessirlere göre burada hitap Resûlüllah’adır. Buna göre âyetin manası şu şekillerde izah edilmiştir: "Ey Rasûlüm, sen, sana verilen Kur'ana hayran oluyorsun, müşrikler ise onu alaya alıyorlar," "Ey Rasûlüm,, sen, Allah'ın sana verdiği lütuflar karşısında hayran oluyorsun. Müşrikler ise bunları alaya alıyorlar." "Ey Rasûlüm,, sen öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin yalanlamalarına şaşıyorsun. Onlar ise senin, kendilerine söylediğin şeylerle alay ediyorlar."

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise âyette hitap yoktur. Allahü teâlâ bizzat kendisi ifade buyurmaktadır. Buna göre de âyetin manası şöyledir: "Ben, bu müşriklerin bana ortak koşmalarına ve benim indirdiğim âyetleri yalanlamalarına şaşıyorum. Onlar ise bu konularla alay ediyorlar." Taberi bu iki yorum şeklinin de uygun olduğunu beyan etmektedir.

13

Onlar, hatırlatıldıkları zaman öğüt almazlar.

14

(Allah'ın kudretini gösteren) bir âyet gördükleri zaman da hemen onu alaya alırlar.

15

Ve şöyle derler: "Bu, apaçık bir sihirden başka birşey değildir."

16

Ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz mî tekrar dirileceğiz?

17

Bizden önceki atalarımız da mı? (Tekrar dirilecek)

Müşriklere, düşünüp ibret almaları ve Allah’a itaat etmeleri için Allah'ın âyetleri hatırlatıldığı zaman onlar bu hatırlatmadan faydalanıp öğüt almazlar. Bilakis, Allah'ın kudretini ve Muhammed'in peygamberliğini gösteren herhangi bir delil gördükleri zaman onu alaya alırlar. Muhammed'e: "Senin bu getirdiğin apaçık bir sihirden başka birşey değildir. Bizler ölüp toprak ve kemik olduktan sonra mı? Bizler mi kabirlerimizden çıkarılacağız? Bizden önce ölüp yok olan atalarımız da mı böyle olacaklardır?" derler.

18

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Evet, hepiniz dirileceksiniz. Hem de zelil ve perişan olarak."

Ey Rasûlüm, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kafirlere de ki: "Evet. Sizler toprak vetkemik olduktan sonra, ölmezden önceki şeklinizle aynen diriltileceksiniz. Hem de hor ve hakir bir şekilde.

19

O (kıyamet günü tekrar dirilmek) ancak bir ses'ten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar gözleriyle onu göreceklerdir.

Öldükten sonra dirilme, ancak Sur'a bir kere üfürülmekten meydana gelen ses'ten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar, gözlerini belertmişler kendilerine vaadedilen kıyamete bakıyor ve onu bizzat görü yort ardır.

Âyet-i kerime, insanların Sur'a ikinci defa üfürüldükten sonra kabirlerinden çıkarılacaklarına işaret etmektedir.

20

Ve şöyle diyeceklerdir: "Vay halimize, işte bu ceza günüdür."

Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kafirler, kıyameti bütün dehşetiyle hizzat görünce, dünyada iken yaptıklarına pişman olacaklar, kendi kendilerine zulmettiklerini itiraf edecekler ve şöyle diyeceklerdir: "Yazıklar olsun bize. işte bugün ceza ve hesap günüdür."

21

Onlara şöyle cevap verilir: "İşte bu, dünyada yalanlayıp durduğunuz hüküm günüdür."

Allahü teâlâ, melekler ve mü’minler o kâfirlere diyeceklerdir ki: "İşte bugün, yalanlayıp durduğunuz hüküm verme günüdür. Allah, adaletiyle, yaratıklarım amellerine göre birbirlerinden ayırdedecektir. Cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenneme gireceklerine hüküm verilecektir.

22

Bak. Âyet 23.

23

(Allah, meleklerine şöyle der): "Zulmedenleri, onlarla işbirliği yapanları ve Allah’tan başka taptıklarını bir araya toplayıp onlara cehennemin yolunu gösterin."

Âyet-i kerime’de zikredilen "Zalimlerle işbirliği yapanlardan maksat, zalimlerin kendileri gibi olan eşleri veya kardeşleri yahut arkadaşları veya benzerleridir. Âyet-i kerime’nin zahiri: "O zulmedenlerin kendileri gibi olan eşlen, anlamına daha yakındır.

24

Onları durdurun. Çünkü unlar sorguya çekileceklerdir.

Âyet-i kerime’de, kâfirlerin mahşerde hesap vermek için bir araya toplanacakları zikredilmektedir.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde:

"Hiçbir davet eden kimse yoktur ki kıyamet gününde o davet ettiği şeyin başında durdurulmuş olmasın. O, onun başında durur ve ondan ayrılamaz. Bu davet, bir kişinin diğer bir kişiyi davet etmesi şeklinde olsa bile." buyurmuş ve sonra: "Onları durdurun çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." âyetini okumuştur. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 37, bab: 1, Hadis no: 3228.

Kâfirlerin, kıyamette durdurulduklarında kendilerinden neyin sorulacağı hususunda farklı izahlarda bulunulmuştur. Bazı müfessirlere göre onlara "Cehennem ateşine girmenin hoşlarına gidip gitmeyeceğinin sorulacağı ifade edilmektedir.

Bazılarına göre ise onlara "Dünyadayken hangi amelleri işledikleri sorulacaktır. "

Diğer

bazılarına göre ise onlara "Allah'ın dışında neye taptıkları sorulacaktır."

25

Ey müşrikler, size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?"

26

Hayır, onlar bugün teslim olmuşlardır.

Ey müşrikler size ne oldu da biririnize destek olacağınızı sandığınız halde bugün birbirinize yardım etmiyorsunuz?" denilecektir. Daha doğrusu onlar, Allah’ın, haklarındaki hükmüne boyun eğmişler ve azabının kesin olarak gerçekleşeceğini anlamışlardır.

27

Birbirlerine yönelip sorarlar.

Kâfirler kıyamet gününde arasat meydanında birbirleriyle tartışırlar ve şöyle derler:

28

(Uyanlar, kendilerine uydukları kimselere) "Şüphesiz siz bize doğru görünerek geliyordunuz." derler.

Âyet-i kerime’de zikredilen birbirlerini suçlayanların kimler oldukları ve bu suçlama ile ne demek istedikleri farklı şekillerde izah edilmiştir.

Dehhak, Abdullah b. Abbas'tan şunu nakletmiştir: "Burada birbirlerini suçlayanları, ileri gelen müşriklerle onlara tabi olan mustaz'aflardır." O suçlama ise mustaz'afların müstekbirlere: "Siz bizi, güç ve kuvvetinizle eziyor ve zorla kendinize tabi kılıyordunuz." şeklindeki sözleridir.

Mücahid ise burada birbirlerini suçlayanların kâfirlerle şeytanlar olduğunu suçlamanın ise, kâfirlerin şeytanlara: "Siz bize suret-i hak'tan görünüyordunuz." demeleri olduğunu söylemiştir.

Katade ise burada birbirleriyle tartışanların, insanlarla cinler olduklarını, suçlamanın ise insanların cinlere: "Siz bize hayin gösterenler olarak görünüyor ve bizi gerçek hayırdan uzaklaştırıyordunuz." demeleri olduğunu söylemiştir.

İbn-i Zeyd de burada birbirlerini suçlayanların, insanoğlu ile şeytanlar olduklarını söylemiş suçlamanın ise, insanların, kâfir olan şeytanlara: "Siz bize sağlam bir yoldan gelir gibi gözüküyor fakat bizi hayırdan uzaklaştırıyor, İslamdan, imandan ve amel-i Salih'ten alıkoyuyordunuz." şeklinde olduğunu söylemiştir.

29

Onlar da şöyle derler: "Hayır, aslında siz, iman eden kimseler değildiniz."

30

Bizim sizin üzerinizde bir hakimeyetimiz de yoktu. Bilakis siz, azgın bir kavimdiniz.

31

Bu yüzden rabbimizin azap vaadi, bize hak oldu. Biz o azabı mutlaka tadacağız.

32

Biz sizi azdırdık. Çünkü biz azmış kimselerdik.

Kendilerine tabi olanları saptıranlar, şimdi kendilerini suçlayan bu kimselere şöyle derler: "Allah'ın birliğini itiraf etmiyordunuz. Bir kısım putlara kulluk ediyordunuz. Bizim sizi, imandan alıkoyacak bir hakimiyetimiz de yoktu. Bilakis sizler, azgın bir kavimdiniz. Allah’a isyan etme ve onun emirlerine karşı gelme isteğindeydiniz. Bu yüzden rabbimizin bize vaadettiği azap üzerimize hak olmuştur. Bizler de sizler de dünyada yaptığımız amellerden dolayı bu azabı mutlaka tadacağız. Biz sizi, Allah'ın yolundan ve ona iman etmekten saptırdık. Zira bizler de sapık kimselerdik.

33

Şüphesiz o gün, onların hepsi azapta ortaktırlar.

34

İşte biz, suçluları böyle cezalandırırız.

Şüphesiz ki kâfirler, onların taraftarları, taptıkları şeyler, kıyamet gününde cehennem azabım ortaklaşa tadacaklardır. Biz dünyadayken İnkârı imana, isyanı itaata tercih eden suçluları işte böyle cezalandırırız. Yani onlara can yakıcı azabı tattırır ve onların hepsini bu azaba ortak kılarız..

35

Çünkü onlara: "Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur." denildiği zaman büyüklük taslarlardı.

36

"Deli bir şair olan Muhammed için ilahlarımızı mı bırakacağız?" derlerdi.

Çünkü onlara dünyada iken "Lailahe illallah." deyin denildiği zaman bunu söylemeyi gururlarına yediremezlerdi. Ve üstelik şöyle derlerdi: "Biz, deli bir şair olan Muhammed için ibadet ettiğimiz ilahlarımızı mı bırakacağız ve Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığını söyleyeceğiz?"

37

Bilakis o hakkı getirmiş ve bütün peygamberleri tasdik etmişti.

Bilakis Muhammed, hak olan Kur’an’ı getirdi ve kendisinden önce gönderilen peygamberleri tasdik etti.

38

Şüphesiz ki siz, o can yakıcı azabı tadacaksınız.

39

Dünyada yaptıklarınızdan başkasıyla da cezalandırılmayacaksınız.

Ey müşrikler, şüphesiz ki sizler, âhirette, can yakıcı bir azap olan cehennem azabını tadacaksınız ve sizler bu azabı, dünyada işlediğiniz isyanın karşılığı olarak tadacaksınız.

40

Ancak Allah'ın ihlaslı kulları bunun dışındadır.

41

İşte onlar için belli rızık vardır.

Ancak, Allah'ın ihîaslı olan kullan bundan müstesnadır. Onlar, can yakıcı bir azabı tatmayacaklardir. Bilakis onlar için belli rızıklar vardır.

42

Bak. Âyet 44.

44

Çeşitli meyveler.. Ayrıca onlar, Naim cennetlerinde tahtlar üzerinde karşılıklı oturarak ikram edilirler.

O rızıklar çeşitli meyvelerdir. Bununla birlikte onlar cennette tahtlar üzerinde karşılıklı oturarak kendilerine ikram edilen kişiler olacaklardır.

45

Onların çevrelerinde akan kaynaktan doldurulmuş kaseler dolaştırılır.

46

O kaselerdeki içecekler berraktır ve içenlere zevk verir.

Hizmetçiler o cennetliklerin çevresinde sular gibi akan kaynaklardan doldurulmuş içecek kaselerini dolaştırırlar. O içecekler ve kaseler berraktır. O içecekler içenlere zevk verir.

47

O içeceklerde kötü birşey yoktur. Onlar o içeceklerden sarhoş da olmazlar.

O içeceklerde içenleri rahatsız edecek hiçbirşey yoktur. O cennetlikler içtikleri şeyle akıllarını kaybedip sarhoş olmazlar.

Bazı müfessirlere göre burada geçen "İçenleri rahatsız eden şey" den maksat, "Karın ağrısı"

bazılarına göre "Baş ağrısı"

bazılarına göre "Sersem yapma"

bazılarına göre "Tiksindirme"

bazılarına göre ise "Günah işlemektir." Taberi buradaki ifadenin bütün bunları kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir. O içeceklerde, içen kimsenin vücuduna ve aklına zarar verecek veya sevmeyeceği bir hali meydana getirecek hiçbirşey yoktur.

48

Yanlarında, gözlerini kocalarından başka kimseye çevirmeyen iri gözlü huriler vardır.

49

Onlar, el değmemiş örtülü yumurtalar gibidirler.

Allah'ın cennete giren ihlaslı kullarının yanında kocalarından başkasına bakmayan iri gözlü huriler vardır. Onlar, sanki hiç el değmemiş muhafaza edilen yumurtalar gibidirler.

Adı geçen "El değmemiş örtülü yumurtalar." ifadesi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Said b. Cübeyr, Süddi ve Katade'ye göre cennetteki huriler renk bakımından yumurtanın içindeki beyaz renge benzetilmişlerdir. Bu izah tarzına göre kabuğun içindeki bu beyaza hiç el değmediği gibi cennetteki bu hurîlere de hiç el değmemiştir ve onların renkleri de beyazdır.

İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifade ile cennetteki huriler, kuşların, üzerinde kuluçkaya yattıkları yumurtaya benzetilmektedirler. Bu yumurtalar yabancı ellerin değmesinden korundukları gibi renkleri de kırmızımsı beyazdır.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifade ile huriler, saklı incilere benzetilmişlerdir. İşte buradaki "Yumurtalar"dan maksat, incilerdir. Taberi ise "Bu ifade ile huriler yumurtanın kabuğunun altındaki zara benzetilmişlerdir." demiştir.

50

(İhlasii) kullar, birbirlerine yönelip sorarlar.

Cennettekiler birbirleriyle sohbet ederler ve birbirlerinden bazı şeyler sorarlar.

51

İçlerinden biri şöyle der: "Benim bir arkadaşım vardı."

Cennetliklerden biri diğerlerine şunu anlatır. "Benim, dünyada iken bir arkadaşım vardı." Burada zikredilen arkadaş'tan maksat, Mücahid'e göre şeytandır. Şeytan, musallat olduğu kişiye, bundan sonra zikredilecek şeyleri telkin etmeye çalışır.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Arkadaştan maksat, mü’min kulun dünyadaki müşrik arkadaşıdır. Mü’min onu İslama davet etmesine rağmen müşrik İnkârında ısrar eder ve onu alaya alarak şöyle der:

52

Bana şöyle derdi: "Sen de mi tasdik edenlerdensin?"

53

Ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz mi tekrar dirilip hesaba çekileceğiz?

Sende mi öldükten sonra dirilmeye inananlardansın? Bizler ölüp çürüdükten, etlerimiz toprak olup kemiklerimiz ortaya çıktıktan sonra mı bizler tekrar diriltileceğiz? Ve dünyadayken yapüklarımızdan hesap vereceğiz?

54

Yanındakilere: "Bir bakar mısınız?" der.

55

Sonra kendisi bakar ve arkadaşını cehennemin ta ortasında görür.

56

Ona şöyle der: " Allah’a yemin ederim ki az kalsın beni de mahvedeceksin.

57

Eğer rabbimin nimeti olmasaydı ben de cehenneme getirilenlerden olurdum.

58

Bak. Âyet 59.

59

İlk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecektik, azap görmeyecektik değil mi?"

60

Şüphesiz ki cennete erme, büyük bir kurtuluştur.

Cennete giren ihlaslı kullardan biri diğer arkadaşlarına: "Siz cehennem ateşine bakar mısınız? Belki dünyadayken bana, Öldükten sonra dirilme olmayacağını söyleyen kişiyi orada görebileceğiz." der. Başını uzatıp bakar. Dünyadaki o arkadaşının cehennemin ortasında olduğunu görür ve ona seslenerek şöyle der: "Nerdeyse sen beni dünyadayken, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmemi tavsiye ederek helak edecektin. Eğer rabbimin, bana doğru yolu gösterme ve öldükten sonra dirilmeye iman etme lütfü olmasaydı ben de seninle birlikte azaba uğratılanlardan olurdum."

Diğer yandan cennete giren bu ihlaslı kul, cennette karşılaştığı nimetlere sevinerek arkadaşlarına: "Biz dünyadayken "Birinci ölümümüzden sonra bir daha ölecek değiliz ve biz azaba uğratılmayacağız değil mi? Allah'ın cennette bize verdiği bu nimetler, bizim ölmeyip ebediyyen diri kalmamız ve herhangi bir azaba uğratılmamamız şüphesiz ki büyük bir kurtuluştur." der.

61

Çalışanlar bunun için çalışsınlar.

Allahü teâlâ bizleri, cennetlikler gibi olmaya teşvik ederek buyuruyor ki: "Dünyada iken amel işleyenler, işte bu salih kullanma vereceğim nimetler için amel tesinler ki onlara vereceğim nimetlere ulaşsınlar.

62

İkram olarak bu mu daha hayırlıdır? Yoksa zakkum ağacı mı?

63

Şüphesiz biz onu, zalimler için bir bela kıldık.

64

O, cehennem dibinden çıkan bir ağaçtır.

65

Onun tomurcukları şeytanların başları gibidir.

66

Cehennemlikler bunlardan yerler ve karınlarını bunlarla doldururlar.

İhlaslı mü’minlere cennette vereceğim bu nimetler ve onları ağırlayacağım bu ikramlar mı daha hayırlıdır? Yoksa cehennemlikler için hazırladığım zakkum ağacı mı? Şüphesiz ki biz o ağacı," cehennem ateşinin içinde ağaç mı olur?" şeklinde itirazda bulunan o zalimler için bir fitne kıldık. O, cehennemin dibinde biten ve ateşle beslenen bir ağaçtır. Bu ağacın tomurcuklan, çirkinliği yönünden sanki şeytanların başlarıdır. Cehennemlikler o ağaçtan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır.

Allahü teâlâ, zakkum ağacının tomurcuklarını, şeytanların başlarına benzetmektedir. Burada zikredilen "Şeytanlardan maksat, bilinen şeytanlardır. Araplar, bir şeyin kötülüğünün zirvede olduğunu ifade etmek için onu şeytana benzetirler. Bu itibarla zakkum ağacının tomurcuklan, mahiyetleri bilinmemesine rağmen, şeytanların başlarına benzetilmiştir.

Bir kısım âlimler, burada zikredilen şeytanlardan maksadın, ibikli yılanların bir çeşidi olduğunu ve zakkum ağaçlarının tomurcuklarının bu yılanların başlarına benzetildiğini söylemişlerdir.

Bir kısım âlimler ise: Buradaki şeytanların başlarından maksat, "Şeytan başı" diye adlandırılan bir bitkidir. Zakkum ağacı, çirkinlik yönünden ona benzetilmiştir." demişlerdir.

67

Sonra onlara, zakkum ağacının üzerine içecekleri, kaynar su karıştırılmış içkiler vardır.

68

Sonra, onların dönüp varacakları yer, mutlaka cehennemdir.

Sonra, ölüp de dirilmeyi inkâr eden bu müşrikler için, yedikleri zakkum ağacı üzerine, kaynar sularla karışık, kanlı ve irinli içecekler vardır. Sonra onların, varıp kalacakları yer, mutlaka cehennemdir.

69

Bak. Âyet 70.

70

Şüphesiz onlar, atalarını sapıklık içinde buldular ve onların izini, koşturulurcasma takip ettiler.

Kendilerine, "Lâilahe İllallah." demeleri teklif edildiğinde, onu söylemeyi gururlarına yediremeyen müşrikler, kendilerinden önce gelen atalarını sapıklık içinde buldular. Onlar da atalarının izini tabiketmek için, koşturulurcasına onların peşinden giderler. İşte bu sebeple cehennemdeki çeşitli azapları hak ederler.

Peygamber efendimizin bir hadis-i şerifinde zakkum ağacını vasıflandırdığı hususunda Abdullah b. Abbas diyorki:

"Bir gün Resûlüllah: "Ey iman edenler Allah’tan hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün. Al-i İmran Sûresi, âyet: 102. âyetini okudu ve şöyle buyurdu: "Şâyet zakkum ağacından, dünyaya bir damla düşecek olsa, dünyada yaşayanların yaşama imkanlarını ifsad eder. Ya yemeği zakkum olanın hali ne olacaktır?" Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 37, bab: 1, Hadis no: 3228.

Peygamber efendimiz, cehennemliklerin içecekleri kan ve irinli kaynar sulan anlatarak buyuruyor ki:

"O içecek, cehennemliğin ağzına yaklaştırıldığında o içecekten nefret edecek, o içecek cehennemliğe getirildiğinde onun yüzünü kavuracak, başının derisi yüzülüp düşecektir. O suyu içtiğinde barsaklarını parçalayacak, öyle ki barsaklan makatından dökülecektir.

Bu hususta Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Cehennemliklere, orada barsaklarını parça parça edecek kaynar sular verilecektir." Muhammed Sûresi, âyet: 15 Susuzluktan kavrulup yardım istediklerinde onlara erimiş maden gibi bir su verilir ki yüzleri haşlar. O ne kötü bir içecektir. O cehennem Kehf Sûresi, âyet: 29 ne kötü Tirmizi, K.el-Cehennem, bab: 4, Hadis no: 2583bir yerdir."

71

Şüphesiz onlardan önce geçenlerin çoğu onlardan önce sapmıştı.

72

Şüphesiz ki biz onlara uyarıcılar göndermiştik.

73

Uyarılıp da yola gelmeyenlerin akıbetleri nasıl oldu bir bak.

74

Ancak Allah'ın ihlaslı kulları bunun dışındadır.

Ey Rasûlüm, senin kavmin olan Kureyş müşriklerinden önce geçen ümmetlerin çoğu bunlardan önce sapmışlardı. Biz, o geçmiş ümmetlere, inkârlarından ve yal ani amal annd an vazgeçmelerini, aksi halde ilahi azaba uğrayacaklarım bildiren uyarıcılar göndermiştik. Fakat o insanlar kendilerini uyaranları yalanladılar, Öğütlerini kabul etmediler. Bunun üzerine biz de onları azabımıza uğrattık. Ey Rasûlüm, uyarıdan öğüt almayanların akıbetleri nasıl oldu bir bak. Biz onları helak edip kullarımız için bir ibret ve öğüt yaptık. Ancak Allah’ın, samimi olarak iman eden kullan müstesnadır. Bunlar, kötü akıbetlerden kurtulmuşlardır.

Allahü teâlâ, geçmişte İnkârcılıkta bulunan ümmetlerin akıbetlerinin felaket olduğunu bildirdikten sonra gelen âyetlerde de Nuh (aleyhisselam)ın kavminden başlayarak birçok kavmin nasıl helak olduklarını özet olarak zikretmekte fakat Hazret-i İbrahim'in kıssasını uzun bir şekilde beyan etmektedir.

75

Şüphesiz ki Nuh, (Kavminin imana gelmemesi üzerine) bize dua etmişti de ne güzel kabul etmiştik.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i Nuh'un, kavminin iman eünesinden ümidini kesince Allah’tan onları helak etmesini istediği, Allahü teâlânın da bu dileği kabul ettiği zikredilmektedir. Hazret-i Nuh'un, kavmi aleyhindeki duası, diğer âyetlerde şöyle zikredilmektedir: "Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden yeryüzünde dolaşan tek kişi bırakma." "Eğer onları yeryüzünde bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak günahkar ve kâfir çocuklar doğururlar. Nuh Sûresi, âyet, 26-27.

76

Biz Nuh'u ve ona iman edenleri büyük bir felaketten kurtardık.

Biz Nuh'u ve onunla birlikte gemiye binen ailesini, kâfirlerin eziyeti, tufan ve boğulma gibi büyük sıkıntılardan kurtardık.

77

Yeryüzünde sadece Nuh'un zürriyetini kurtardık.

Allahü teâlâ, Hazret-i Nuh'un zamanında yaşayan bütün insanları tufan ile boğmuş ve sadece Hazret-i Nuh'a iman eden zürriyetini sağ bırakmıştır. Bu itibarla Hazret-i Nuh, insanlığın ikinci atası sayılmaktadır.

Semure b. Cündeb, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in "Biz, yeryüzünde sadece Âdem'in zürriyetini bıraktık." âyetinin izahında şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir. Resûlüllah buyurdu ki: "Bunlar (geride sağ kalanlar) Hâm, Sûm ve Yafes'tir. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 37, bab: 3, Hadis no: 3230

Diğer bir Rivâyette ise Resûlüllah şöyle buyurmuştur:

"Sam, Arapların babasıdır. Hâm, Habeşler'in babasıdır. Yâfes ise Rumların babasıdır. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre 37, bab: 3, Hadis no: 3231

78

Bak. Âyet 79.

79

Âlemler içinde Nuh'a selam olsun" dedirtmek suretiyle, sonradan gelen nesillerde biz Nuh'a güzel bir nam bıraktık.

Bu âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir. Birinci izah şekli mealde verildiği gibi iki âyetin birbirine bağlanarak yapılmasıdır. İkinci izah şeklinde ise âyetler ayrı telalki edilmiş ve şöyle açıklanmıştır. "Biz, Nuh'tan sonra gelenlerin üzerinde Nuh'un güzel bir hatırasını bıraktık. Onlar Nuh'u hayır ile ve överek yadederler. "Bütün âlemler içinde Nuh'a selam olsun. O, Allah tarafından kendisine verilen bir güven içinde bulunsun."

80

Biz, iyilikte bulunanları işte böyle mükafaatlandirrız.

81

Çünkü Nuh, bizim mü’min kulları mızdandı.

82

Sonra diğer iman etmeyenleri de suda boğduk.

Bizim, Nuh'u, bize itaat etmesi, bizim rızamızı kazanmak için kavminin eziyetlerine katlanması neticesinde mükafaatlandırdığimız gibi, bizim emrimizi tutup yasaklarımızdan kaçınıp herkesi de böyle mükafaatlandınrız. Zira Nuh, bize samimiyetle iman eden ve ihlasla ibadet eden kullanmızdandı. Biz, Nuh'u ve ailesini büyük sıkıntılardan kurtarırken bunların dışındaki kavmini suda boğduk.

83

Şüphesiz İbrahim de Nuh'un yolundaydı.

84

Hani bir zaman o, rabbine bir kalb-i selim ile gelmişti.

85

Babasına ve kavmine şöyle demişti: "Nelere tapıyorsunuz?"

86

Sırf yalan uydurmak için Allah’tan başka ilâhlar mı edinmek istiyorsunuz?

87

Âlemlerin rabbi hakkında zannınız nedir?

Şüphesiz ki İbrahim de Nuh'un yolu ve sünneti üzere yürüyen ve onun dininde olan bir Peygamberdi. Bir zaman o, rabbine, ona ortak koşmaktan arınmış bir kalble, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet getiren bir yürekle gelmişti.

Hazret-i İbrahim'in, kalb-i selim ile rabbine gelmesinden maksat, Allah’a samimi bir şekilde yönelmesidir. Kalb-i selim ise, Allah’a ortak koşmayan kalb demektir. İşte bu kalb-i selimin bir ifadesi olmak üzere Hazret-i İbrahim kavmine şöyle demiştir: "Siz, hangi şeylere tapıyorsunuz? Sırf iftirada bulunmak için mi Allah’ın dışında başka ilâhlar ediniyorsunuz? Ve onlardan bir şeyler bekliyorsunuz? Âlemlerin rabbi olan Allah'ın, bu şekilde davranmanıza karşılık size ne yapacağını sanıyorsunuz?"

88

Bak. Âyet 89.

89

Sonra, İbrahim yıldızlara bir göz attı ve "Ben hastayım." dedi.

90

Bunun üzerine kavmi, kendisinden yüzçevirip uzaklaştılar.

Hazret-i İbrahim'in, kavmine, hasta olduğunu söylemesi, şehirin içinde kalıp putları kırmak istemesindendir. Zira kavmi, bayram dolayısıyla şehirin dışına çıkma hazırlığı içinde idi. İbrahim'in de kendileriyle beraber gitmesini istemişlerdi. Hazret-i İbrahim, yıldızlara bakıp uğur tesbit etmeye çalışan kavmini ikna etmek için yıldızlara baktı ve onlara: "Ben hastayım, taun hastalığına yakalandım." dedi. Kavmi, taun hastalığından korktukları için ondan uzaklaştı.

Hazret-i İbrahim'in, hasta olmadığı halde kavmine: "Ben hastayım." demesi iki şekilde izah edilmiştir. Birinci izah tarzına göre Hazret-i İbrahim'in böyle söylemesi, hayattayken söylediği üç yalandan biridir. Bu hususta peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur.

"İbrahim üç defa yalan söylemiştir. Ebû Hureyre'den Rivâyet edilmiştir ki: Bunlardan ikisi Allah rızası içindir. Bunlar da (bu âyette belirtildiği gibi) "Ben hastayım." demesi ve "Bilakis o putları şu büyükleri (Büyük put) kırmıştır." sözüdür." Enbiya Sûresi, âyet: 63

Bir de İbrahim, karısı Sâre ile birlikte zorba idarecilerden birinin yanına varmışlardı. O zorba idareciye: "Burada bir adam var yanında da insanların en güzeli bir kadın bulunuyor." dediler. Zorba idareci İbrahim'e bir adam göndererek kadının kim olduğunu sordurdu. Adara İbrahim'e "Bu kimdir?" diye sordu. İbrahim de "Kızkardeşimdir." dedi. Sonra Sâre'nin yanına vardı ve ona: "Ey Sâre yeryüzünde benimle senden başka mü’min yok. Bu adam senin kim olduğunu benden sordu ben de ona, senin, kızkardeşim olduğunu söyledim. Sakın beni yalancı çıkarma." dedi. Buhari, K.el-Enbiya, bab: 8 /Müslim, K.el-Fadail, bab: 154, Hadis no: 2371Taberi bu izah tarzını benimsemiştir.

İkinci izah tarzına göre ise Hazret-i İbrahim burada bir kelime oyunu ile, ölüme mahkum olan her varlığın sonunda hasta olacağını kasdetmiş bu itibarla kendisinin de hasta olduğunu söylemiştir.

91

Bak. Âyet 92.

92

İbrahim de gizlice onların ilahlarına sokulup şöyle dedi: "Size ikram edilen yemekleri yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz?"

93

Sonra üzerlerine gizlice yürüyüp onlara sağ eliyle kuvvetli bir darbe indirdi.

Kavmi İbrahim'i putların bulunduğu yerde bırakıp gidince İbrahim putlara yaklaştı ve onlara halk tarafından ikram edilen yemekleri sunarak "Yemez miziniz?" Neden cevap vermiyorsunuz?" dedi. Sonra putlara yaklaştı ve onlara sağ eliyle vurmaya başladı ve onların en büyükleri hariç hepsini parça parça etti.

94

Kavmi koşarak İbrahim'e geldiler.

95

Bak. Âyet 96.

96

İbrahim onlara şöyle dedi: "Kendi ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır."

Putların kırıldığını gören kavmi, koşarak İbrahim'e geldiler. Ve ona putları niçin kırdığını sordular. İbrahim onlara: "Ey kavim, ellerinizle yontup yaptığınız putlara mı tapıyorsunuz? Halbuki sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Allah’tır. O halde asıl ibadet edilmeye layık olan Allah’a kulluk edin." dedi.

97

Puta tapan kavmi: "Onun için bir bina yapın ve onu ateşin ortasına atın." dediler.

98

Böylece onlar İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Biz de tuzaklarını boşa çıkarıp onları perişan ettik.

Kavmi Hazret-i İbrahim'e karşı kendilerini fikren savunmaktan âciz kalınca bu defa zor'a başvurmuşlar ve Hazret-i İbrahim için tandır şeklinde büyük bir bina yapmışlar, içini odunla doldurduktan sonra ateşi tutuşturup Hazret-i İbrahim'i onun içine atmışlardır.

Fakat Allahü teâlânın: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve selamet ol. Enbiya Sûresi, âyet: 69. demesi üzerine ateş, Hazret-i İbrahim için selametti bir yer haline gelmiştir. Böylece Allahü teâlâ, Hazret-i İbrahim'e tuzak kurmak isteyen kavminin tuzağını başına geçirmiş ve onları rezil ve rüsvay etmiştir.

Katade diyor ki: "Allahü teâlâ bu olay üzerine çok bekletmeden bu kavmi helak etmiştir.

99

İbrahim bunun üzerine şöyle dedi: "Ben, rabbimin emrettiği yere gidiyorum. O, bana doğru yolu gösterecektir.

Bu âyet-i kerime farklı şekillerde izah edilmiştir. Bu izah şekillerinden biri şöyledir: "İbrahim ateşten kurtulmuş ve şöyle demiştir: "Ben, Allah’a iman etmeyen bu kavmin beldesinden hicret edip rabbimin bana emrettiği mukaddes topraklara gideceğim. Allah’a kulluk etmek için bunlardan ayrılacağım." Taberi bu izah şeklini tercih eüniştir.

Diğer bir izah şekli ise şöyledir: "Kavmi, otlun toplayıp ateşi tutuşturduklarında ve İbrahim'i oraya atmaya karar verdiklerinde İbrahim: "Ben, rabbime Gidiyorum. O bana, çıkar bir yol gösterecektir." dedi.

100

Rabbim, bana salihlerden evlat ihsan et."

Hazret-i İbrahim, kavminden ayrılınca Allahü teâlâdan, kendisine kavminin yerini tutacak salih evlatlar vermesini diledi.

101

Biz de onu, halim selim bir çocuk ile müjdeledik.

Allahü teâlâ Hazret-i İbrahim'e, halim selim bir çocuk vereceğini müjdelemiştir. Allahü teâlânın, Hazret-i İbrahim'e vereceğini müjdelediği ve Hazret-i İbrahim'in de, büyüyünce Allah’a kurban etmek istediği çocuğun, Hazret-i İbrahim'in oğullarından hangisi olduğu hususunda iki görüş zikredilmiştir.

Bir görüşe göre Hazret-i İbrahim'in, kurban etmek istediği bu oğlu Hazret-i İs-hak'tır. Ahnef b. Kays ve İkrime, Abdullah b. Abbas'ın bu görüşte olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Mes'ud, Kâ'bul Ahbar, Mesruk, Ubeyd b. Umeyr, Abdullah b. Umeyr, Ebû Huzeyl, İbn-i Sâbıd, Ebû Meysere ve İbn-i Ebil Huzeyl'in de bu görüşte oldukları Rivâyet edilmektedir.

Taberi bu görüşü tercih etmiş ve gerekçe olarak da özetle şunları zikretmiştir: Allahü teâlâ bu âyette Hazret-i İbrahim'e, halim selim bir evlat hediye edeceğini müjdelediğini bildiriyor. Bundan sonra gelen âyetlerde de bu çocuğun Hazret-i İbrahim tarafından kurban edilmek istendiği zikredilmektedir. Kur'an-ı Kerimin diğer âyetlerinde Hazret-i İbrahim'e müjdelenen çocuğun Hazret-i İshak olduğu açık bir şekilde zikredilmiştir. Nitekim bir âyette şöyle buyurulmaktadır: "(Lût kavmini helak etmek için meleklerin geldiği sırada) İbrahim'in hanımı ayaktaydı ve güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik. Buradan açıkça anlaşılıyor ki Kur'an-ı Kerimin, Hazret-i İbrakhim'e müjdelendiğini haber verdiği çocuk Hazret-i İshak'tır.

İkinci görüşe göre ise burada Hazret-i İbrahim'e hediye edileceği müjdelenen ve daha sonra Hazret-i İbrahim'in kurban etmek istediği çocuk Hazret-i İsmail'dir.

Abdullah b. Ömer'in bu görüşte olduğu Rivâyet edilmektedir. Şa'bî, Said b. Cübeyr, Yusuf b. Mihran, Mücahiü, Atâ b. Ebi Rebah ve Ebuttufeyl, Abdullah b. Abbas'ın bu görüşte olduğunu Rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Âmir, Şa'bî, Yusuf b. Mihran, Mücahid, Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Kâ'bil Kurezî, Muaviye b. Ebi Süfyan ve Ömer b. Abdül Azizin de bu görüşte oldukları Rivâyet edilmektedir. Bunlar da görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir: Allahü teâlâ bu surenin yüz on ikinci âyetinde, Hazret-i İbrahim'e İshak'i ayrıca müjdelediğini haber vermektedir. Halbuki bu âyetten daha önce geçen âyetlerde, Hazret-i İbrahim'e hediye edilen ve Hazret-i İbrahim tarafından kurban edilmek istenen çocuğun kıssası zikredilip bitirilmiştir. Ayrıca aynı çocuğun Hazret-i İbrahim'e tekrar müjdelendiği söylenemez. Ayrıca Allahü teâlâ Hazret-i İbrahim'e İshak'ı müjdelerken İshak'ın oğlu Yakub'u da müjdelemektedir. Allahü teâlânın Hazret-i İbrahim'e ilerde evlat sahibi olacağını bildirdiği çocuğunu kurban etmesini emretmesi mümkün değildir. Buradan da anlaşılıyor ki Hazret-i İbrahim'e müjdelenen ve kurban edilmesi istenen bu çocuk Hazret-i İsmail'dir.

102

Çocuk, babası ibrahim'in yanında yürüyüp koşacak çağa girince ibrahim ona: "Yavrucuğum ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum? Bak ne dersin?" dedi. Çocuk da: "Babacığım emrolunduğunu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." dedi.

İbrahim, hediye edileceği müjdelenen çocuk dünyaya geldikten sonra büyüyüp, kendisiyle birlikte yürüyüp koşma veya çalışıp iş görme çağma gelince, ibrahim ona, görmüş olduğu bir rüyayı anlatarak şöyle dedi: "Yavrucuğum ben rüyamda seni kurban edeceğimi görüyorum sen buna ne dersin?" dedi. Çocuk da: "Babacığım sen emrolunduğunu yap inşallah beni sabredenlerden bulacaksın." diye cevap verdi.

103

Bak. Âyet 105.

104

Bak. Âyet 105.

105

Her ikisi de Allah'ın emrine boyun eğip, İbrahim çocuğu alnı üzerine yatırınca biz ona: "Ey İbrahim, rüyana sadakat gösterdin. İyilikte bulunanları işte biz böyle mükafatlandırırız." diye nida ettik.

106

Şüphesiz bu apaçık bir imtihandı.

107

Biz ona büyük bir kurbanlığı, çocuğun yerine fidye olarak verdik.

Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerime’nin izahında diyor ki:

"İbrahim (aleyhisselam)a Hac ibadetlerini yapması emredildiğinde o sa'y yapıyordu. O sırada şeytan ona göründü. Hazret-i İbrahim'le yarış yaptı. Hazret-i İbrahim onu geçti. Sonra Cebrâil Hazret-i İbrahim'i alıp Mina'daki Akabe Cemresine (Büyük şeytanın taşlandığı yere) götürdü. Şeytan orada da Hazret-i İbrahim'e göründü. Hazret-i İbrahim ona yedi tane çakıl taşı attı. Bunun üzerine şeytan kayboldu. Sonra İbrahim orta cemreyi yaparken (Orta cemreyi taşlarken) şeytan ona yine göründü. Hazret-i İbrahim orada da ona yedi tane çakıl taşı attı. İşte Hazret-i İbrahim, oğlu Hazret-i İsmail'i kurban etmek için orada yüzükoyun yatırmıştı. Hazret-i İsmail'in üzerinde beyaz bir entari bulunuyordu. O, babasına: "Ey babacığım beni kefenlemen için başka elbisem yoktur. Elbisemi sırtımdan çıkar ki beni bununla kefenleyesin." dedi. Hazret-i İbrahim elbiseyi çıkarmak için uğraşırken arkasından ona: "Ey İbrahim, rüyana sadakat gösterdin." diye nida edildi. Bunun üzerine Hazret-i İbrahim dönüp arkasına baktı ki beyaz, boynuzlu ve iri gözlü bir koç var. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 1, S.297.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i İbrahim'e, oğlunun yerine fidye olarak büyük bir kurbanlık verildiği zikredilmiştir. Bu kurbanlık, bazı âlimlere göre bir koçtur.

Hazret-i Ali, Abdullah b. Abbas, Katade, Said b. Cübeyr, Mücahid, Süddi, İbn-i Vehb ve Dehhakbu görüştedirler.

Abdullah b. Abbas ve Hasan-ı Basrî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise burada zikredilen kurbanlık bir dağ tekesi idi.

Âyet-i kerime’de, kurbanlığın büyük olduğu zikredilmektedir. Abdullah b. Abbas, gelen bu kurbanlık koçun, kırk yıl cennette otlamasından dolayı "Büyük" diye vasıflandırdığını söylemiştir.

Mücahid ise bu kurbanlığın, kabul edilmesinden dolayı "Büyük" diye va-sıflandırıldığım söylemiştir.

Hasan-ı Basrî ise bu kurbanlığın, Hazret-i İbrahim'in dini üzere kesildiği ve kıyamete kadar kesilmesine devam edileceği için ona "Büyük" vasfının izafe edildiğini söylemiştir.

Taberi, Allahü teâlânın, bu kurbanlığın "Büyük" olduğunu beyan edip büyüklüğünün özelliğini belirtmediği için büyüklüğün sebebinin" "Falan sebeptir." denilmesinin doğru olmadığını söylemiştir.

108

Bak. Âyet 109.

109

İbrahim'e selam olsun." dedirtmek suretiyle sonradan gelen nesillerde biz İbrahim'e güzel bir nam bıraktık.

Bu âyetler için yapılması gereken izah, bunların benzeri olan yetmiş sekiz ve yetmiş dokuzuncu âyetlerde geçmiştir.

110

İyilikte bulunanları işte biz böyle mükafaatlandırırız.

111

Şüphesiz İbrahim, bizim mü’min kullarımızdandı.

112

Biz İbrahim'e, salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik.

113

Biz, İbrahim ve oğlu İshak'a hayır ve bereket verdik. Her ikisinin neslinden iyilikte bulunan da vardır. Kendisine açıkça zulmeden de.

Biz, İbrahim'i, emirlerimize itaat ettiği için böyle mükafaatlandırdığımız gibi, iyilikte bulunan her kulumuzu da işte bu şekilde mükafaatlandırırız. Şüphesiz ki İbrahim bize samimi olarak iman eden kullarımızdandı. Biz, İbrahim'in sabır ve itaatına bir mükafaat olarak onu, salih peygamberlerden olacak olan oğlu İshak ile müjdeledik. Biz, İbrahim'e ve oğlu İshak'a hayır ve bereket verdik. Onları mübarek kıldık. Onların soyundan, Allah’a iman edip güzelce itaatta bulunanlar da, Allah’ı inkâr ederek kendilerine açıkça zulmedenler de kıldık.

114

Şüphesiz ki biz, Mûsa'ya ve Harun'a büyük nimetler verdik.

115

Biz onları ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtardık.

116

Onlara yardım ettik de galip gelen onlar oldu.

117

Biz onlara hükümleri açıklayan o kitabı verdik.

118

Onlara doğru yolu gösterdik.

119

Bak. Âyet 120.

120

"Mûsa'ya ve Harun'a selam olsun." dedirtmek suretiyle, sonradan gelen nesillerde, biz, Mûsa ve Harun'a güzel bir nam bıraktık.

121

Şüphesiz biz, iyilikte bulunanları işte böyle mükafatlandırırız.

122

Gerçekten onlar, bizim, mü’min kullanmızdandı.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, îmran'ın iki oğlu Hazret-i Mûsa ve Hazret-i Harun'a peygamberlik vererek ve onları, İsrailoğullarıni zulmü altında tutan Firavundan kurtararak nasıl îütufla bulunduğunu zikrediyor ve o ikisine, cehaletin karanlıklarım aydınlatan Tevratı verdiğini, onlara doğru yolunu gösterdiğini, onları, kendilerinden sonra gelen ümmetlerin diliyle yâdetîirdiğini beyan ediyor ve buyuruyor ki: "Şüphesiz ki biz, Mûsa ve Harun'a lütufta bulunduk. Biz onları Peygamber yaptık. Biz onları ve kavimlerini içinde bulundukları büyük bir sıkıntıdan kurtardık. Böylece Firavun'un zulmünden halâs oldular. Firavun'a karşı onlara yardım ettik. Firavun denizde boğulup gitti. Sonunda galip gelenler onlar oldu. Biz, Mûsa ve Harun'a doğru yolu açıkça gösteren ve hükümleri tafsilatlı olan Tevratı verdik. Biz o ikisini, Allah'ın dosdoğru yolu olan hak dine, İslama ilettik. Biz onları, kendilerinden sonra gelenlerin dilinde iyilikle yâdettirerek: "Mûsa ve Harun'a selam olsun." dedirttik. İşte biz, emirlerimize itaat eden kullanmızı böyle mükafaatlandırırız. Şüphesiz ki Mûsa ve Harun bize samimiyetle iman eden kullanmızdandı.

Hazret-i Mûsa ve Hazret-i Harun'un kıssaları Kur'an-ı Kerimin çeşitli surelerinde zikredilmiştir. Özellikle Tâ. Hâ. suresinde geniş bir şekilde beyan edilmektedir. Bu surede ise, diğer peygamberlerin kıssalan gibi kısa bir şekilde tekrar zikredilmiştir.

123

Şüphesiz İlyas da peygamberlerdendi.

Âyet-i kerime’de zikredilen İlyas, Hazret-i Harun'un torunlarından olan Yâsin'in oğludur. Bir kısım âlimler buradaki İlyas'dan maksadın Hazret-i İdris olduğunu, ona aynı zamanda İlyas'da dendiğini zikrernişlerdir. Bu görüş Ebû İshak, Katade ve Abdullah b. Mes'ud'dan nakledilmiştir. Vehb b. Münebbih ise Hazret-i İlyas hakkında şunlan zikretmeştir. "Allah, Hezkil b. Yuza'yı vefat ettirdikten sonra İsrailoğulları arasında büyük olaylar meydana gelmiş ve onlar, Allah'ın kendilerine emrettiği şeyleri unutmuşlardır. Öyle ki onlar, birtakım putlar dikip onlara tapmaya girişmişlerdir. Allahü teâlâ da onlara Yasin oğlu İlyas'i peygamber olarak göndermiştir. Hazret-i Mûsa'dan sonra İsrailoğullarına gönderilen Peygamberler İsrailoğullarının Tevrat'tan terkettikleri kısımlan yeniden onlara tatbik etmek için görderilmişlerdir. İlyas (aleyhisselam) İsrailoğullarının karallarından "Ehab" isimli birisiyle birlikte bulunuyordu. Kralın karısının adı da "Erbil" idi. Kral Hazret-i İlyas'ın sözünü dinliyor ve onu kabul ediyordu. İlyas (aleyhisselam) da ona yön veriyordu. İsrailoğullarından diğer topluluklar ise "Ba'l" isimli bir put edinmiş ona tapıyorlardı.

124

Bak. Âyet 126.

125

Bak. Âyet 126.

126

O bir zaman kavmine şöyle demişti: "Allah’tan korkaz mısınız?" En güzel yaratanı, sizin de geçmiş atalarınızın da rabbi olan Allah’ı bırakıp da "Ba'l " putuna mı tapıyorsunuz?"

Bir zaman İlyas, kavmi İsrailoğullarına: "Ey kavim, Allah’tan korkup onun sizi cezalandırmasından çekinmiyor musunuz? Ba'l putunu ilâh ediniyor en güzel yaratıcıyı yani sizin de geçmiş atalarınızın da rabbi olan Allah’ı bırakıyor musunuz?" demişti.

Müfessirler, burada adı geçen Ba'l putunun asıl manasının ne olduğu hususunda şunları zikretmişlerdir: İkrime, Mücahid, Katade, Süddi ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre Ba'l Yemen halkının dilinde "Rab" anlamına gelmektedir. Buna göre İsrailoğullarının bir kısmı putlarına "Rab" adını vermişlerdir.

Dehhak ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise burada adı geçen "Ba'l'in manası "Put" demektir. Şu anda Lübnan'da bulunan "Ba'lbek" şehri adını buradan almaktadır.

İbn-i İshak'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise Ba'l, İsrailoğullarının taptıkları bir kadının adıdır. İsrailoğulları Allah’ı bırakıp bu kadına tapınışlardır.

127

Fakat kavmi onu yalanladı. Şüphesiz onlar (kıyamet günü) cehenneme götürüleceklerdir,

128

Ancak, Allah'ın ihlaslı kulları bunun dışındadır.

İsrailoğulları İlyas'ı yalanladılar. Şüphesiz ki onlar, Allah'ın azabına sevkedileceklerdir. Ancak, Allah'ın ihlash kulları bu azaptan hariç tutulacaklardır.

129

Bak. Âyet 130.

130

"İlyâsîn'e selam olsun" dedirtmek suretiyle sonradan gelen nesillerde biz, İlyas'a güzel bir nam bıraktık,

131

Şüphesiz biz, iyilik yapanları işte böyle mükafaatlandırırız.

132

Gerçekten o, bizim mü’min kullarımizdandı.

Âyet-i kerime’de zikredilen "İlyâsîn"den maksat,

bazılarına göre Hazret-i İl-yas'ın isminin bir başka söyleniş biçimidir. Nitekim İbrahim'e aynı zamanda "İbraham" da denmektedir. Bu görüşe göre surede geçen "Selam olsun" ifadelerinin tümümün peygamberler için kullanıldığını buradaki "Selam olsun," ifadesinin de Hazret-i İlyas için kullanıldığım bu itibarla "İlyâsîn" den maksadın "İlyas" olduğunu söylemişlerdir.

Diğer bir kısım âlimlere göre ise âyette zikredilen "İlyûsîn"den maksat, yûsîn ailesidir. Bu izah tarzına göre selam, İlyas'a, babası Yâsin'e ve ona tabi olanlaradır. Bazı âlimler, buradaki "İlyâsîn" kelimesinin "Âl-i Yasin" kıraati ile okumuşlar ve "Yâsin"den maksadın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu "Al-i Yasin" kıraati ile okumuşlar ve "Yâsin"den maksadın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu "Âl"den maksadın ise Resûlüllah’ın ailesi olduğunu söylemişlerdir. Bu izah tarzına göre âyetin manası: "Muhammed'e ve ailesine selam olsun." demektir. Taberi

birinci görüşü tercih etmiş ve burada zikredilen "İlyâsîn" kelimesinden maksadın Hazret-i İlyas olduğunu söylemiş bunun dışındaki görüşlerin doğru olmadığını beyan etmiştir.

133

Şüphesiz Lût da peygamberlerdendi.

134

Bak. Âyet 135.

135

Hani bir zaman biz Lût'u ve geride kalıp helak olanlardan bir ihtiyar kadın hariç bütün ailesini azaptan kurtarmıştık.

136

Sonra diğerlerini helak etmiştik.

Şüphesiz ki Lût da insanlara gönderilen peygamberlerdendi. O, kavmini, daha önce benzeri görülmemiş olan hayasızlığı yapmaktan vazgeçmeye çağırdı. Fakat onlar onu yalanladılar. Biz de onların üzerine kızgın taşlar yağdırarak helak ettik. Lût'u ve ailesini ise bu azaptan kurtardık. Ancak helak olanlarla birlikte geride kalan karısı hariç.

137

Bak. Âyet 138.

138

Şüphesiz sizler sabah akşam onların memleketlerinden geçiyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?

Ey Kureyş müşrikleri, şüphesiz ki sizler Şam'a gidip gelirken, sabah akşam Lût kavminin diyarından geçiyorsunuz. Siz bunları hiç düşünmüyorsunuz? Allah emirlerine karşı gelenlerin bu türlü azaplara uğratıldıklarını anlamıyor musunuz?

139

Şüphesiz Yunus da peygamberlerdendi.

140

Bir zaman o kaçıp yüklü bir gemiye binmişti.

141

(Gemidekilerden birinin denize atılması için) aralarında kura çekilmişti de Yunus kurayı kaybedenlerden olmuştu.

Allahü teâlâ, Yunus (aleyhisselam)ı Musul şehrine yakın bir şehir olan Ninova halkına peygamber olarak göndermiştir. Hazret-i Yunus, insanları hak dine davet etmesine rağmen, onlar inkârlarında ısrar etmişler "ve Yunus'u dinlememişlerdir. Yunus (aleyhisselam) bunun üzerine oradan ayrılmış ve Allah'ın üç gün sonra göndereceği bir azabı haber vermiştir. Ninova halkı azabın kendilerine mutlaka geleceğini anlayınca çoluk çocuklarını ve hayvanlarını alarak çöllere açılmışlar ve orada rablerine yalvararak göndereceği azabı kendilerinden kaldırmasını istemişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ da dualarını kabul edip azabı kendilerinden kaldırmıştır.

Yunus (aleyhisselam) ise kavminin İnkârcılığını görünce, onları bırakıp bir vapura binerek oradan uzaklaşmak istemiş, vapur dalgalara tutulmuş yükünün ağırlığından dolayı batıp boğulacaklarını anlayınca yolcular aralarında kur'a çekerek içlerinden birini denize atmaya karar vermişler, kur'a Yunus"a çıkmış, Yunus'u denize atmamak için kur'ayı üç defa tekrar etmişler, hepsinde de kur'a Yunus'a çıkmış, bunun üzerine Yunus (aleyhisselam) soyunarak kendisini denize atmıştır.

Allahü teâlânın vazifelendirdiği bir balık gelip Yunus'u yutmuş, bunun üzerine Yunus, denizin, gecenin ve balığın karnının meydana getirdikleri karanlıklar içinde kalmıştır. İşte orada rabbine niyaz ederek "Senden başka hiçbir ilâh yoktur, Seni tenzih ve tesbih ederim. Doğrusu ben, zalimlerden oldum." diye Allah’a yalvarmıştır.

142

(O, kendisini denize atınca) kınanmış bir haldeyken balık onu yutmuştu.

Âyet-i kerime’de Hazret-i Yunus'un, Allahü teâlânın vazifelendirdiği bir balık tarafından yutulduğu zikredilmektedir. Hazret-i Yunus'u yutan balık ona herhangi bir zarar vermemiştir. Yunus (aleyhisselam) balığın karnında rabbine ibadet etmiş ve ona Şöyle dua etmiştir; "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ve tesbih ederim. Doğrusu ben zalimlerden oldum. Enbiya Sûresi, âyet: 87.

Katade, Yunus (aleyhisselam)ın, balığın karnında üç gün, Cafer-i Sâdık yedi gün, ebu Mâlik kırk gün, Mücahid ve Şa'bî ise kuşluk ile yatsı arası kadar bir vakit kaldığını söylemişlerdir.

Âyette Yunus (aleyhisselam)ın kınanmış olduğu zikredilmektedir. Ancak bu kınanmanın sebebinin ne olduğu beyan edilmemiştir.

Mücahid ve İbn-i Zeyd "Bundan maksat, Yunus (aleyhisselam)ın bir hata işlemiş olmasıdır." demişlerdir.

143

Bak. Âyet 144.

144

Eğer o, Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, insanların tekrar dirileceği kıyamet gününe kadar balığın karnında kalırdı.

Şâyet Yunus, balığın kendisini yutmasından önceki serbest zamanlarında Allah’a kulluk edip onu tesbih edenlerden olmasaydı, balığın kamında, içine düştüğü sıkıntıda kıyamet gününe kadar devam ederdi. Fakat o, Allah’ı çokça zikredenlerdendi. Bu sebeple Allah onu balığın karnında uzun süre tutmayıp sahile çıkardı.

145

Biz onu balığın karnından, hasta bir halde çorak bir sahile attık.

Âyet-i kerime’de zikredilen bu çorak sahilden maksat, üzerinde bitki ve bina bulunmayan bir arazidir. Bazı müfessirlere göre burası Dicle nehrinin kenarıdır.

Bazılarına göre ise Yemen topraklarıdır.

Âyette Yunus (aleyhisselam)ın balığın kamından çıktığında hasta olduğu zikredilmektedir. Bundan maksat Yunus (aleyhisselam)ın vücudunun zayıf düşmüş olması ve annesinden yeni doğan bebeğin vücudu gibi olmasıdır. Abdullah b. Mes'ud bu durumu tarif ederken Yunus (aleyhisselam)ın, tüyleri bitmemiş civciv gib olduğunu söylemiştir.

146

Biz onun için geniş yapraklı bir bitki bitirdik.

Âyet-i kerime’de zikredilen bu bitkinin nasıl birşey olduğu ve Yunus (aleyhisselam) için nasıl faydalı olduğu hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.

Bazı müfessirlere göre bu bitkiden maksat, gövdesi olmayan bir bitkidir. Bu, kabak, karpuz, yaban karpuzu vb. bitkilerden herhangi biridir. Bu görüş Sa-id b. Cübeyr, Mücahid ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilmektedir.

Diğer bir görüşe göre ise Yunus (aleyhisselam) için bitirilen bu bitki kabaktır. Bu görüş ise Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Katade, Dehhak, Atâ ve Vehb b. Münebbih'ten nakledilmektedir.

Hazret-i Yunus'un bu kabaktan yediği ve bu yolla hem açlığını hem de susuzluğunu giderdiği rivâyet edilmiştir.

Diğer

bazılarına göre ise, burada zikredilen bitki, kabağın yaprakları gibi yapraklan bulunan ve Yunus (aleyhisselam)a gönderilen bir ağaçtır. Bu görüş de Said b. Cübeyr'den nakledilmiştir.

147

Biz onu, sayısı yüzbin hatta daha fazla olan bir kavme peygamber olarakgönderdik.

148

Onlar Yunus'un davetini kabul edip iman ettiler. Biz de onları belli bir vakte kadar nimetlerimizle yaşattık.

Allahü teâlâ bu âyette Yunus (aleyhisselam)ı yüzbin veya daha fazla kişiye peygamber olarak gönderdiğini zikretmiştir. Übey b. Kâ'b, Resûlüllah’ın, yüzbinden fazla olan miktarın yirmi bin olduğunu söylediğini rivâyet etmiştir. Bkz. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 37, Hadis no: 3229.

Hazret-i Yunus'un bu kadar insana peygamber olarak gönderilişi, balığın kendisini yutmasından önce mi yoksa sonra mı gerçekleştiği hususunda iki görüş zikredilmektedir.

Hasan-ı Basrî ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre Hazret-i Yunus, balık kendisini yutmadan önce Ninova halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Bunlar, Allah'ın azabının kendilerine geleceğini anlayınca hepsi iman etmişler ve Allah onları, ecelleri gelinceye kadar yaşatmıştır.

Şehr b. Havşeb'in Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre Hazret-i Yunus kendisini balığın yutup bilahare dışarı çıkarmasından sonra Ninova halkına peygamber olarak gönderilmiştir. O kavim Allah’a iman etmiş Allah da onları azaba uğratmamış, ecelleri gelinceye kadar yaşatmıştır.

149

Ey Rasûlüm, müşriklere sor, kızlar rabbinin de oğlanlar onların mıymış?

*Kureyş müşrikleri "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyorlar ve onlara tapıyorlardı. Bu sebeple Allahü teâlâ Resûlüllah’a, müşriklerden bunu sormasını emrediyor ve onları kınıyor. Zira onlara kız çocukları doğduğu müjdelenince yüzleri simsiyah kesiliyor ve öfkeleniyorlardı. Kızlarından bu kadar utanç duyan müşrikler, melekleri dişi olarak kabul ediyor ve onların, Allah'ın kızları olduklarını iddia ediyorlardı. Allahü teâlâ onların bu iftiralarına cevap vererek buyuruyor ki:

150

Yoksa melekleri dişi olarak yarattığımızı mı gördüler?

151

Bak. Âyet 152.

152

İyi bilinmelidir ki onlar iftiralarından dolayı: "Allah doğurdu." diyorlar. Şüphesiz ki onlar yalancıdırlar.

153

Allah, kızları oğullara mı tercih etmiş?

Yoksa meleklerin Allah'ın kızları olduklarını iddia eden bu müşrikler, biz bu melekleri dişi olarak yaratırken onları görüyorlar mıydı? Hayır bu böyle değildir. İyi bilinmelidir ki onlar sırf iftiralarından dolayı: "Allah çocuk kazandı." diyorlardı. Şüphesiz ki onlar yalancıdırlar. Ey müşrikler, Allah, kızları oğullara tercih rai etmiştir? Böyle mi zannediyorsunuz?

154

Ne oldu size? Nasıl da böyle hüküm veriyorsunuz?

155

Hiç düşünmüyor musunuz?

156

Yoksa elinizde apaçık bir deliliniz mi var?

157

Eğer sözünüzde sadık iseniz getirin kitabınızı.

Ne oluyor size? Nasıl böyle bir hüküm verebiyorsunuz? Kızlan kendinize yakıştırmadığınız halde Allah'ın kızlan bulunduğunu, oğlanların ise size ait olduğunu söylüyorsunuz? Söylediklerinizin neyere varacağını hiç düşünmüyor musunuz? Hâlâ hatanızı anlayıp iddianızdan vazgeçmeyecek misiniz? Sizin bu söylediğinizin doğru olduğunu ortaya koyan bir deliliniz var mı? Şâyet bu iddianızda doğnıysanız deliliniz olan ilahi kitabı getirin de görelim.

Bazi müfessirler bu âyette zikredilen delili "Özür" manasına almışlar ve âyeti şöyle izah etmişlerdir: Yoksa sizin: "Erkekler bizim, kızlar Allah’ındır." demenizi mazur gösterecek bir deliliniz mi var?

158

Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı uydurdular cinler de o müşriklerin, (hesap vermek üzere) Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarım bilirler.

159

Allah onların uydurdukları sıfatlardan münezzehtir.

Müşrikler, Allah ile cinler arasında soy bağı bulunduğunu iddia etmişlerdir.

Abdullah b. Abbas'tan rivâyet edilen bir görüşe göre bu müşrikler soy bağını, hâşâ Allah ile İblisin kardeş olduğunu iddia ederek kurmaya çalışmışlardır.

Mücahidden gelen rivayet de şöyladir: Müşrikler iddia etmişlerdir ki, haşa Allah'ın cinlerle evlenerek melek kızları olmuş, böylece cinlerle arasında nesep bağı kurulmuştur.

Katade ise bu iddiayı Yahudilerin ileri sürdüklerini söylemiştir.

Âyet-i kerime’de: "Şüphesiz ki cinler de o müşriklerin, hesap vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarını bilirler." buyurulmaktadır. Bu ifade iki şekilde izah edilmiştir.

Bir izah şekli şöyledir: "Şüphesiz ki cinler de hesaba çekilmeyi bizzat göreceklerini bilmektedirler."

Diğer bir izah şekli ise şöyledir: "Şüphesiz ki cinler de bu sözleri söyleyenlerin azaba sevkedeliceklerini bilmektedirler." Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

160

Ancak Allah'ın ihlaslı kulları bu iddialardan uzaktır.

Taberi bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmiştir: "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyenler cehennem azabına sevkedileceklerdir. Ancak Allah'ın ihlaslı kıldığı kullan bundan müstesnadırlar.

161

Bak. Âyet 162.

162

Siz ve taptıklarınız Allah’a karşı hiçbir kimseyi yoldan çıkaramazsınız.

163

Ancak cehenneme girecek kimse müstesna.

Ey müşrikler, ne sizler ne de taptığınız putlar herhangi bir kimseyi Allah’a karşı saptırabilirsiniz. Sizler ancak cehenneme girecek olanları baştan çıkarabilirsiniz. Onlar da Allah'ın, cehenneme gireceklerini ezelde bildiği kimselerdir.

164

(Melekler şöyle derler) "Bizim herbirimizin mutlaka belli bir makamı vardır."

165

Biziz o saf saf dizilenler biz.

166

Biziz Allah’ı tesbih ve tenzih edenler biz."

Melekler topluluğu şöyle dediler: "Bizden hiçbirimiz yoktur ki onun gökte belli bir makamı olmasın."

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) bu hususta Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir: Dünya semasında ayak basacak kadar bir yer yoktur ki onun üzerinde secde eden veya kıyamda duran bir melek bulunmuş olmasın. Allah'ın şu kelamı bunu ifade etmektedir." Melekler şöyle derler: "Bizim herbirimizin mutlaka belli bir makamı vardır Biziz o saf saf dizilenler biz. Biziz Allah’ı tesbih ve tenzih edenler biz."

Ebû Nadre diyor ki: "Namaz kılmak için kamet getirildiğinde mü’minlerin emin Ömer b. el-Hattab yüzünü insanlara döner ve şöyle derdi: "Ey insanlar şarlan düzgün tutunuz. Zira Allah sizi, "Biziz o saf saf dizilenler biz. Biziz Allam tesbih ve tenzih edenler biz." diyen meleklerin durumunda görmek ister. Safları düzgün tutun. Ey falan sen öne geç. Ey falan sen geri geç." der, saflar düzelince öne geçer tekbir alırdı.

167

Bak. Âyet 169.

169

Doğrusu, kâfirler kendilerine peygamber gönderilmeden önce şöyle diyorlardı: "Eğer elimizde geçmiş kavimlere indirilen kitaplardan biri olsaydı şüphesiz Allah'ın ihlaslı kullarından olurduk."

170

Fakat kitap gelince de onu inkâr ettiler. Onlar yakında bileceklerdir.

Doğrusu Kureyş müşrikleri, Muhammed kendilerine peygamber olarak gönderilmeden önce, kendi aralarında şöyle diyorlardı: "Şâyet bizim elimizde de önceki ümmetlere verilen Tevrat ve İncil gibi bir ilahi kitap olsaydı yahut Hıristiyan ve Yahudilere geldiği gibi bize de bir peygamber gelmiş olsaydı şüphesiz ki bizler Allah'ın ihlaslı kullan olurduk." Fakat Muhammed onlara Kur’an’ı getirince de onu inkâr etmişlerdir. Yakında huzurumuza çıktıklarında inkârları yüzünden nasıl bir azaba uğratılacaklarını bileceklerdir.

171

Şüphesiz bizim peygamber olarak gönderdiğimiz kullarımıza ezelden şu vaadimiz vardır.

172

Onlar mutlaka yardım göreceklerdir.

173

Şüphesiz galip gelecek olan da bizim ordumuzdur.

Şüphesiz biz, peygamber olan kullarımız için Levh-i Mahfuzda şunu yazmışızdır. "Onlar çeşitli delillerle galip gelecekler ve onlara yardım edilecektir. Sonunda galip gelecek olan mutlaka bizim ordumuzdur."

Allahü teâlâ bu âyetlerde, dünyada da âhirette de hayırlı akıbetin peygamberlerin ve onlara uyanların olduğunu bildirmektedir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Allah: "Ben ve peygamberlerim mutlaka üstün geleceğiz." diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah herşeyden kuvvetli ve herşeye galiptir. Mücadele Sûresi, âyet: 21

"Şüphesiz biz, Peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin şahitlik edeceği kıyamet gününde mutlaka yardım Mü’min Sûresi, âyet: 51 edeceğiz."

174

Ey Rasûlüm, belli bir zamana kadar onlardan yüzçevir.

Burada zikredilen'"Belli bir zaman"dan maksat "Ölümlerine kadar" demektir. Süddi'ye göre bundan maksat: "Bedir günündeki cezalandırılmalarına kadar." İbn-i Zeyd'e göre ise "Kıyamet gününe kadar" demektir. Taberi, Süddî'nin görüşünü tercih etmektedir.

175

Bak onların haline, onlar yakında göreceklerdir.

Ey Rasûlüm, sen onların haline bir bak. Yakında onlar nasıl bir azabımıza uğratılacaklarını göreceklerdir.

176

Onlar, azabımızı acele olarak mı istiyorlar?

Onlar; "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaadettiğiniz azap ne zaman gelecektir?" diyerek azabızımın kendilerine derhal gelmesini mi istiyorlar?

177

Azabımız yurtlarına inince, daha önce azapla uyarılanların sabahı ne kütü olur.

Azabımız, onun derhal gelmesini istiyen kâfirlerin yurduna gelince, daha önce azapla uyarılmış fakat yine de yola gelmemiş olanların hali ne kötü olur.

Enes b. Mâlik, uyarılan Hayber halkı hakkında Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir:

"Allahu Ekber Allahu Ekber, Hayber harap oldu. Biz bu kavmin yurduna girince uyarılanların sabahı ne kötü olur. Buhari, K. el-Ezan, bab: 6, K. Salal el-Havf, bab: 6, Müslim, K.el-Cumua, bab: 12 Hadis no: 1365

178

Sen, belli bir zamana kaan onlardan yüzçevir.

179

Bak onların haline. Onlar yakında göreceklerdir.

Ey Rasûlüm, sen şu müşriklerden yüzçevir ve onları belli bir zamana kadar rableri hakkında uydurdukları yalanlarla başbaşa bırak. Onların haline bak ve gör ki onlar yakında nasıl bir azaba uğrayacaklarını ve akıbetlerinin ne olacağını göreceklerdir.

180

Kuvvet ve kudret sahibi rabbin, onların uydurdukları sıfatlardan münezzehtir.

181

Gönderilen Peygamberlere selam olsun.

182

Âlemlerin rabbi olan Allah’a ham dolsun.

Ey Rasûlüm, güç ve kudret sahibi olan rabbin, müşriklerin onu vasıflandırdığı: "Melekler Allah'ın kızlarıdır." gibi sıfatlardan beridir, münezzehtir. Çeşitli ümmetlere göndermiş olduğu peygamberlere, en korkunç gün olan kıyamet gününde Allah'ın azabından selamette olmaları vardır. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun. Zira kullarına verilen bütün nimetler onun tarafındandır.

İbn-i Ebi Hatim, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir: "Kim kıyamet gününde mükafaatının dolu ölçeklerle ölçülmesini isterse o, bulunduğu meclisten kalktığı zaman en sonunda: "Kuvvet ve kudret sahibi olan rabbin, onların uydurdukları sıfatlardan münezzehtir. Gönderilen peygamberlere selam olsun. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun." desin.

0 ﴿