FUSSILET SÛRESİ

Fussilet Sûresi elli dört âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Bu sûre-i celile, Kur'an-ı Kerimin, rahman ve rahim olan Allah tarafından indirildiğini beyan ederek başlıyor ve kâfirlerin Resûlüllah’a şöyle dediklerini haber veriyor: "Bizi davet ettiğin şeye karşı kalblerimizde bir örtü, kulaklarımızda bir ağırlık ve bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen istediğini yap biz de istediğimizi yapacağız." Fussilet Sûresi, Âyet: 5.

Sûre-i celilede bundan sonra, Resûlüllah’ın da ancak bir insan olduğu fakat kendisine, ilahın ancak bir ilâh olduğu vahyinin geldiği beyan ediliyor.

Bundan sonra, Allahü teâlânın, yeri iki günde yarattığı ve oraya sabit dağlar yerleştirerek bereketler verdiği sonra Allah'ın iradesinin, duman halinde bulunan semaya yönelerek onlara "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dediği onların da "İsteyerek geldik." dedikleri beyan ediliyor. Daha sonra, Allahü teâlânın yedi semayı iki günde yarattığı ve her semaya, kendisine ait hususların vahyedildiği haber veriliyor.

Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e, Kur'andan yüz çeviren kâfirleri Âd ve Semud kavimlerinin başına gelen o korkunç yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarması emrediliyor. Âd kavminin üzerine soğuk bir rüzgarın gönderildiği, Semud kavmini de zelil edici bir azabın yıldırımının çarptığı haber veriliyor.

Allah düşmanlarının âhirette derilerinin ve diğer azalarının aleyhlerine şahitlik edeceği beyan ediliyor.

"Rabbimiz Allah’tır" deyip doğru yolda devam edenlere, meleklerin inerek onlara korkmamalarını söyleyecekleri ve onları cennetle müjdeleyecekleri açıklanıyor.

"Ben Müslümanım" diyenden daha güzel sözlü kimsenin bulunmadığı, kötülüğün en güzel şekilde önlenmesi gerektiği, bunun da ancak sabredenlere ve hayırda büyük payı olanlara verildiği beyan ediliyor.

Sûre-i celilede daha sonra şu hususlar beyan ediliyor: "Gece, gündüz, güneş ve ay, Allah'ın delillerindendir. Gece ve gündüz, Allah’ı tesbih ederler ve bundan asla usanmazlar. Yeryüzü kupkuru iken gökten su iner ve orası harekete geçer ve canlanır.

Sûre-i celilede bundan sonra, salih amel işleyenin mükafaatmın kendisine ait olacağı, kötü amel işleyenin zararının da yine kendisine ait olacağı haber veriliyor.

Kıyametin ne zaman kopacağını bilmenin sadece Allah’a ait olduğu, aslında herşeyin bilgisinin de yine Allah'ın nezdinde bulunduğu, onun bilgisi dışında hiçbir meyvenin tomurcuğundan çıkamayacağı beyan ediliyor.

İnsanın, başına bir felaket geldikten sonra ona bir nimet tattırılınca "Bu benim hakkımdır. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum." dediği, inkâr edenlere, mutlaka yaptıklarının haber verileceği ve ağır bir cezaya çarptırılacakları beyan ediliyor ve sûre-i celile, "İyi bilinmelidir ki onlar, rablerinin huzuruna çıkmaktan şüphe etmektedirler. İyi bilinmelidir ki Allah, herşeyi kuşatandır. Fussilet Sûresi, Âyet: 54. âyetiyle sona eriyor.

İşte bunlar, Sûre-i celilenin ana hatlarıyla ihtiva ettiği meseleler ve mesajlardır. Şimdi bütün âyetlerin tekar tekar izahını görelim.

Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Hâ. Mim.

Bu mukatta'a harfleri hakkında Bakara suresinin başında gerekli izahat verilmiştir. Burada geçen Hâ. Mim, harfleri için de ayrıca bundan öce geçen Hâ.Mim. de izahat verilmiştir.

2

Bu Kur'an, Rahman ve ruhim olan Allah tarafından indirilmiştir.

3

Bak. Âyet 4.

4

Bu, bilen bir kavim için âyetleri açıklanmış bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olan Arapça bir Kur'andır. Onların çoğu yüz çevirdiler. Onlar dinlemezler de.

Bu Kur'an, rahman ve rahim olan Allah tarafından peygamberi Muhammed'e indirilmiş bir kitaptır. Bu kitap, Arapça bilenler için, âyetleri açıklanmış Arapça bir kitaptır, Arapça bir Kur'andır. İnsanları, iman edip salih ameller işledikleri takdirde cennetle müjdeleyen, kendisini yalanlayıp hükümleriyle amel etmeyenleri ise cehennemde ebedi olarak kalmakla uyaran bir kitaptır Fakat Kur’an’ın kendilerine gönderildiği bu insanların bir çoğu, ondan yüzçevirdiler, gururlarından dolayı onurlarına yediremediler.

5

Kâfirler peygambere şöyle dediler: "Bizi davet ettiğin şeye karşı kalblerimizde bir örtü, kulaklarımızda bir ağırlık ve bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen istediğini yap, biz de istediğimizi yapacağız."

Kur'andan yüzçeviren müşrikleri, Allah'ın peygamberi Muharnmed, Allah’ı birlemeye ve Kur'andaki emir ve yasakları tasdik etmeye çağırdığı zaman onlar peygambere şöyle dediler: "Ey Muhammed, senin, bizi davet ettiğin inancına ve getirdiğin şeylere iman etmeye karşı kalblerimiz kapalıdır. Senin ne dediğini anlamıyoruz. Kulaklarımız ağır işitiyor. Bizi davet ettiğin şeyi duymuyoruz. Bizimle senin aranda perde var. Bu da din ayrılığıdır. Bu sebeple bir araya gelip beraber olamıyoruz. Ey Muhammed, sen kendi dinine göre amel et. Biz de kendi dinimize ve görüşlerimize göre amel edelim. Sen bizi kendi dinine davet etmeyi bırak. Zira biz bu davetini kabul etmeyeceğiz.

6

Ey Rasûlüm, de ki: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana, ilahınızın yalnız bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. O halde ona yönelin. Ondan, bağışlanmanızı dileyin. Müşriklerin vay haline."

Ey Rasûlüm, Allah'ın âyetlerinden yüzçeviren o insanlara de ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ben melek değilim. Sizin cinsinizden ve sizin şeklinizde bir insanım. Bana, hakkıyla ibadet edilecek ilahınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. O halde o bir tek olan ilaha itaat ederek ve bütün putları ve ilahları bırakıp sadece ona kulluk ederek ona yönelin. Ve onun, daha önce ortak koşmanızdan dolayı günahlarınızı affetmesini isteyin. Allah’a ortak koşanların vay haline. Onlar, cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı veyl deresine atılacaklardır.

7

Onlar ki zekâtlarını vermezler. Âhireti de inkâr ederler.

O müşrikler, öyle kimselerdir ki, Allah’a itaat ederek kendilerini günahlardan arındırmazlar ve Allah'ın, mallarında farz kıldığı zekatı vermezler. Onlar, kıyametin kopup Allah'ın, yaratıkları kabirlerinden tekrar kaldıracağı ahi ret gününü inkâr ederler.

Âyet-i kerime’de geçen "Onlar ki zekatlarını vermezler." cümlesi iki şekilde izah edilmiştir: Abdullah b. Abbas ve İkrime'ye göre buradaki "Zekat vermekken maksat, kendilerini şirkin pisliklerinden arındırmakla kötü ahlaklardan temizlemektir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Müşrikler öyle kimselerdir ki Allah’a itaat ederek ve onun bir olduğuna şehadet ederek kendilerini manevi kirlerden temizlemezler."

Süddi ve Katade'ye göre ise burada zikredilen "Zekat vermek"ten maksat, mallarının zekatlarım vermektir. Buna göre de âyetin manası şöyledir: "O müşrikler öyle insanlardır ki mallarının zekatı olduğunu kabul etmezler ve onların zekatını vermezler."

Taberi "Zekat verme" ifadesinde ilk hatıra gelenin, malın zekatının verilmesi olduğunu söylemiş ve bu son görüşü tercih etmiştir.

8

İman edip salih ameller işleyenlere ise, şüphe yok ki kesintisiz mü-kafaat vardır.

Allah'ı ve peygamberini tasdik edip onların emirlerini tutarak yasaklarından kaçınanlar için, eksiltilmeyecek olan mükafaatlar vardır.

9

Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip ona eşler mi koşuyorsunuz? İşte o, âlemlerin rabbi olan Allah’tır.

Allahü teâlâ bu âyette ve bundan sonra gelen âyetlerde yerin, göklerin ve oralarda bulunan varlıkların, henüz mevcut değillerken var edildiklerini beyan etmektedir. Bu âyetlere göre yeryüzü, göklerden önce yaratılmıştır.

Nâziat Sûresinin "Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü mü? ki Allah onu yaptı. Yüksekliğini yükseklere kaldırdı ve nizama koydu." Onun gecesini karanlık gündüzünü aydınlık yaptı. Nâziat Sûresi, âyet: 27-29. âyetleri ise önce göğün yaratıldığı daha sonra da yeryüzünün yaratıldığı intibaını vermektedir.

Bir kişi, Abdullah b. Abbas'ın yanına gelerek Kur'an-ı Kerimin bazı âyetlerini anlamakta güçlük çektiğini ona söylemiş ve bu âyetler içinde, göklerle yerin yaratılmasındaki sıralamayı belirten bu surenin âyetleriyle Nâziat Sûresinin yukarıda zikredilen âyetleri arasında bir farklılık olduğunu söylemiştir. Yani bu suredeki âyetlerin önce yerin yaratıldığım, Nâziat Süresindeki âyetlerin ise önce göğün yaratıldığını beyan ettiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbas bu kişiye şu cevabı vermiştir:

"Allah önce iki günde yeryüzünü yaratmış sonra iki günde de göğü yaratıp düzene koymuş, daha sonra da yeryüzünü iki gün içinde düzene koymuştur. Yeryüzünü düzene koymasından maksat ise, oradan sular çıkarma, otları bitirme, dağlan, develeri, diğer hayvanları ve yerle gök arasında bulunan diğer varlıkları yaratmasıdır. İşte Nâziat süresindeki "Bundan (göğün yaratılmasından) sonra yeryüzünü düzgün bir şekle koydu." ifadesinden maksat budur. Yani: Gökten önce yaratıların yerin, göğün yaratılmasından sonra düzene konmasıdır. Bu Fussilet suresinde geçen: "Yeri iki günde yaratan.." ifadesinden maksat, yeryüzünün gökten önce iki günde yaratılmasıdır. Yeryüzünü düzene koyması ve oradaki varlıkları yaratması ise, göklerin yaratılmasından sonraki iki günde olmuştur. Böylece yeryüzü tam dört günde gökler ise iki günde yaratılmıştır. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 41, bab: I.

10

O, yeryüzünün üzerine sabit dağlar yerleştirdi. Ve oraya bereket verdi. Orada yaşayanların miktarını takdir etti. Bütün bunları tam dört günde yarattı. Bu, soranlar için bir açıklamadır.

Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, yeryüzünde yaşayanların rızıklarını da o yeryüzünde var ettiği beyan edilmektedir. Bu rızıklardan maksat, yeryüzünde yaşayanların bütün geçimlikleri ve onlar için faydalı olacak şeylerdir. Bunlar da: Yiyecekler, bunların meydana gelmesine vesile olan yağmurlar, iklimler, bölgeler, altlarından çeşitli madenler çıkarılan dağlar, içinden çeşitli yiyecek ve eşyalar çıkarılan denizler vb. şeylerdir.

Allahü teâlâ, yeryüzünün kendisini iki günde yarattığını, yeryüzünde var edilen ve orada yaşayanlar için gerekli olan şeyleri de iki günde var ettiğini bildirmekte böylece bütün bu işlerin dört günde bittiğini beyan etmektedir.

Âyet-i kerime’nin "Bu, soranlara bir açıklamadır." diye tercüme edilen cümlesi, farklı şekillerde izah edilmiştir.

Katade ve Süddi diyorlar ki: "Bu cümlenin manası şöyledir: "Bu, yerin ve orada bulunan şeylerin kaç günde yaratıldığım soran kimseler için tam bir açıklamadır. Onlar, tam dört günde yaratılmıştır."

Bu cümleyi şu şekilde de izah edenler vardır: "Bu rızıklar, isteyecekler için tam istedikleri kadardır." veya: "Bu günler, soranlar için birbirine eşit tam dört gündür." Yahut: "Yerin ve üzerindekilerin yaratıldığı bu günler, tam dört gündür. Soranlar bunu böyle bilsinler." Veya: "Bu rızıklar soranlar için de sormayanlar içinde aynıdır." Yahut da: "Rızik isteyenlerin ihtiyaçları denktir."

Âyette zikredilen "Dört gün"ü dört mevsim olarak izah edenler de vardır.

11

Sonra Allah'ın iradesi, duman halinde bulunan semaya yöneldi. Semaya ve yere: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." dedi. Onlar da "isteyerek gcidik." dediler.

Sonra Allah, sulardan yükelen buhar halinde olan göğe yöneldi ve onlara: "İsteyerek veya istemeyerek, size vereceğim hükme boyun eğmek üzere gelin." Yani: "Ey sema, sen, sende yarattığım güneşi, ayı ve yıldızlan göster. Ey yer sen de senin üzerinde var ettiğim ağaç, meyva ve bitkileri dışarı çıkar ve nehirlerin akması için yarıklar meydana getir." hükmümüze, isteyerek veya istemeyerek boyun eğip gelin." dedi. Onlar da: "Ey rabbimiz, biz sana isyan ederek değil itaat ederek geldik, emirlerini yerine getirdik." dediler.

12

Sonra Allah, yedi semayı iki günde yarattı. Her semaya kendilerine ait hususları vahyetti. Biz, dünya semasını kandillerle donattık ve onu koruduk. Bu, herşeye galip olan ve herşeyi bilen Allah'ın takdiridir.

Allah yerleri yarattıktan sonra duman halinde bulunan göğü, yedi gök olarak iki günde yarattı. Yedi gökten her birerine, kendisine ait olan hususları emretti. Onlarda hangi varlıkların nasıl devam edeceklerini ve nasıl yaşayacaklarını bildirdi. Dünyadan görülen semayı ise kandiller gibi olan yıldızlarla süsledi ve o göğü şeytanların dokunmasından muhafaza etti. İşte bütün bunlar, herşeye galip olan ve herşeyi bilen Allah'ın bir takdiri ve planlamasıdır.

Taberi, âyet-i kerime’de geçen "Biz onu koruduk." ifadesinin "Biz onu korumak için yıldızlarla süsledik." şeklinde izah edilmesinin daha uygun olduğunu söylemiştir.

Bu izaha göre, Allahü teâlâ, gökteki yıldızlan hem semanın bir süsü hem de gökteki şeytanların şerrinden koruyan vasıtalar olarak yaratmıştır.

Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Biz, dünya semasını, lamba gibi parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık. Âhirette de biz, şeytanlara alev alev yanan bir azap hazırladık. Mülk Sûresi, Âyet: 5

13

Ey Rasûlüm, yine yüzçevirirlerse onlara şöyle de: "Ben sizi, Âd ve Semud kavimlerinin başlarına inen o korkunç yıldırıma benzer bir yıldırımla uyardım,"

14

Bir zaman onlara, önlerinden arkalarından peygamberler gelmişti. "Allah’tan başkasına ibadet etmeyin." demişlerdi. Onlar da; "Eğer rabbimiz bize peygamber göndermek isteseydi melekleri gönderirdi. Onun için sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz." demişlerdi.

Ey Rasûlüm, şâyet o müşrikler, benim beyan ettiğim ve onları uyardığım bu delillerden yüzçevirir ve bütün bunları yapanın ben olduğumu kabul etmeyecek olurlarsa sen onlara de ki: "Ben sizleri, Âd ve Semud kavimlerini helak eden o korkunç çığlık gibi bir çığlığın sizin de başınıza geleceği ile uyarırım." Bir zaman Âd ve Semud kavimlerine, önce atalarına daha sonra da torunlarına peygamberler gönderilmişti. Peygamberler onlara: "Yalnızca Allah’a kulluk edin. Hiçbir şeyi ona ortak koşmayın." demişlerdi. Onlar ise, kendilerini Allah’ı birlemeye davet eden peygamberlerine şu cevabı vermişlerdir." Şâyet rabbiniz, sadece kendisine kulluk etmemizi dilemiş olsaydı bizlere peygamber olarak gökten melekler gönderirdi. Bizim gibi bir beşer olan sizleri göndermezdi. Bu da rabbimizin, bizim ona ortak koşmamızdan razı olduğunu gösterir. Biz, rabbiniz tarafından size gönderildiğini iddia ettiğiniz şeyleri inkâr ediyoruz."

15

daha kuvvetli kim var?" dediler. Kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmüyorlar mıydı? Âyetlerimizi de inkâr etmişlerdi.

16

Bunun üzerine biz de, dünya hayatında perişan edici azabı tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine uğultulu soğuk bir rüzgar gönderdik. Âhiret azabı ise daha fazla perişan edicidir. O gün onlar hiç yardım da görmeyeceklerdir.

Âd kavmi, yeryüzünde, rableri kendilerine izin vermediği halde böbürlendiler, büyüklük tasladılar ve "Bizden daha güçlü ve kuvvetli kim var?" dediler. Bunlar, kendilerini yaratan ve kendilerine güç ve kuvvet veren Allah'ın kendilerinden daha güçlü ve kuvvetli olduğunu görmediler. Bu itibarla onun azabından korkup yaptıkları kötülüklerden vazgeçmediler. Onlar, bizim kendilerine gönderdiğimiz çeşitli delil ve mucizeleri inkâr ettiler. Bu sebeple biz de onların üzerine, birbirlerini takibeden o uğursuz ve dehşetli günlerde, uğultu çıkaran dehşetli rüzgarları gönderdik ki onlar daha dünya hayatmdayken, kendilerini rezil eden azabı onlara tattıralım. Bizim onlara, âhirette vereceğimiz azap ise onları daha fazla rezil ve rüsvay edecektir. Onlar, kıyamet gününde kendilerini bu durumdan kurtaracak herhangi bir yardımcı da bulamayacaklardır.

Allahü teâlâ, bu kavmi nasıl helak ettiğini başka âyetlerde de şöyle açıklamaktadır: "Âd kavmi ise, uğultu çıkaran, herşeyi kasıp kavuran ve şiddetli esen bir rüzgarla yok edildi." "Allah onların köklerini kazımak için o kasırgayı yedi gece sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden sökülmüş kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün." "Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü?"

17

Semud'a gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları günahlar yüzünden o zelil edici azabın yıldırımı çarpıverdi.

18

İman edip Allah’tan korkanları ise kurtardık.

Salih peygamberin kavmi olan Semud'a ise biz, hak yolu ve kemale erdiren sırat-ı müstakimi, onlara peygamberimiz salih vasıtasıyla gösterdik. Fakat onlar, kendilerine görterdiğimiz bu yolu görmeye karşı kör olmayı tercih ettiler. Allah’ı birlemediler, hidâyeti bırakıp sapıklığı aldılar. İşte bu yaptıkları ameller sebebiyle onları, hor ve hakir düşüren bir azap yakalayıverdi. Böylece helak olup gittiler. Onlardan, iman eden ve Allah’a karşı gelmekten korkanları ise kurtardık.

Allahü teâlâ başka bir âyette de bu kavmin nasıl helak olduğunu şöyle beyan ediyor:

"Biz onların üzerine bir çığlık gönderdik de, ağılanın ağılım çevirdiği kuru çalı çırpı gibi kırılıp döküldüler."

19

O gün, Allah'ın düşmanları cehennem ateşine sevkedilirler ve hepsi bir araya getirilirler.

20

Cehenneme geldikleri zaman da kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri hakkında aleyhlerine şahitlik eder.

21

Allah'ın düşmanları, derilerine: "Niçin bizim aleyhimizde şahitlik yapıyorsunuz?" derler. Onlar da: "Bizi, herşeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan O'dur. Yine ona döndürülüyorsunuz." derler.

Ey Rasûlüm, hatırla o günü ki, Allah'ın düşmanları o günde cehennem ateşine sevkedilirler ve orada bir araya getirilirler. Onlar cehennem ateşine varınca da dünyada işledikleri çeşitli günahları hakkında, gözleri gördüklerine, kulakları işittiklerine, derileri de dokunduklarına dair aleyhlerine şahitlik ederler. Cehenneme sürüklenen Allah düşmanları ise derilerine: "Dünyada yaptığımız şeyler hakkında niçin aleyhimize şahitlik ediyorsunuz?" derler. Derileri dile gelerek onlara: "Herşeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu ve böylece biz de konuştuk." cevabım verirler.

Ey insanlar sizi ilk yaratan Allah’tır. Öldükten sonra da onun huzuruna çıkan lacaks iniz.

Allahü teâlâ bu âyetlerde, insanın âzalarının, kıyamet gününde aleyhine şahitlik edeceğini beyan etmektedir. Bu husus başka âyetlerde de şöyle beyan edilmektedir: "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri konuşur, ayakları da ne yaptıklarına şahitlik eder. Yasin Suheri, Âyet: 65

Bu hususta Enes b. Mâlik, Resûlüllahtan şunu Rivâyet ediyor:

Enes diyor ki: "Resûlüllah'ın yanında bulunduğumuz bir sırada Resûlüllah güldü ve: "Neden güldüğümü biliyor musunuz?" dedi. "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dedik. Resûlüllah: "Ben, kulun rabbine hitaben konuşmasına güldüm. Kul şöyle der: "Ey rabbim, sen beni zulümden kurtaracağını vaadetmemiş miydin?" Allah "Evet vaadetmiştim. "der. Kul: "Ben, kendi aleyhime kendimden başka hiçbirşeyin şahitlik etmesini kabul etmem." der. Allah: "Senin nefsin ve Kiramen kâtibin melekleri (Amelleri yazan melekler) şahit olarak sana yeter." der. Bunun üzerine kulun ağzı mühürlenir ve onun azalarına: "Hadi konuş" denir. Azalar yaptığı amelleri konuşurlar. Sonra kul konuşmakta serbest bırakılır ve kul azalarına şöyle der: "Kahrolasınız, ezilesiniz! Ben sizin için mücadele veriyordum. Müslim, K.ez-Zühd, bab: 17, Hadis no: 2969.

22

Siz günahlarınızı, kulaklarınızın, güzlerinizin ved enlerinizin, aleyhinize şahitlik etmelerinden korkarak gizlemiyordunuz. Aksine, Allah'ın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz.

23

İşte rabbinize karşı beslediğiniz bu kötü zan, sizi helak etti de böylece hüsrana uğrayanlardan oldunuz.

Sizler dünyada iken yaptığınız işleri; gözlerinizin ve derilerinizin kıyamet gününde aleyhinize şahitlik edeceklerinden korkarak gizlemiyordunuz. İnsanlar görmesin diye gizliyordunuz. Sizler, Allah'ın işlediğiniz günahlardan çoğunu bilmediğini zannediyordunuz. İşte sizin dünyada iken rabbinize karşı beslediğiniz bu zan sizi helake sürüklemiştir ve sizler bugün hüsrana uğrayanlardan oldunuz, zanlarınızda yanıldınız.

Abdullah b. Mes'ud, yinni ikinci âyetin nüzul sebebi hakkında şunları zikretmiştir: Diyor ki:

"Kabe'de iki Kureyşli bir de Sakiyf kabilesinden bir adam veya Sakiyf kabilesinden iki kişi Kureyşten bir adam bir araya geldiler; Bunlar, karınlarının iç yağı bol (şişman), kalblerinin anlayışı kıt olan kişilerdi. Bunlardan biri: "Şimdi Allah bizim konuştuklanmızı işitiyor mu? ne dersiniz." diye sordu. Diğeri:

"Açık konuşursak işitir. Gizli konuşursak işitmez." dedi. Bir diğeri de şöyle dedi: "Açık konuştuğumuzda işitiyorsa gizli konuştuğumuzda da işitir." Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Siz, günahlarınızı, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmelerinden korkarak gizlemiyorsunuz. Aksine, Allah’ın, yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz." âyetini indirdi. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 41, bab: 2/Tirmizî, K.Tefsir el-Kuran, Seri: 41,bab: 1, Ha- dis no: 3248, 3249

Hasan-ı Basrî, yirmi üçüncü âyeti okuduktan sonra şöyle demiştir: "İnsanların amelleri, rableri hakkındaki zanlarına göredir. Mü’min, Allah hakkında iyi zanda bulunur ve bu itibarla iyi ameller işler. Kâfirler ve münafıklar ise Allah hakkında kötü zanda bulunurlar ve kötü ameller işlerler.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i kudsîde Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Ben, kulumun beni zannettiği gibiyim. O beni andığında ben onunla beraber olurum. O beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O beni bir topluluğun içinde anarsa ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir toplulukta anarım. O bana bir kanş yaklaşacak olursa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşacak olursa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o bana yürüyerek gelecek olursa ben ona koşarak giderim. Buhari, K.et-Tevhid, bab: 15 / Müslim, K. et-Tevbe, bab: 1, Hadis no: 2675.

24

Sabretseler de onların yeri cehennem ateşidir. Sizlansalar da şikâyetleri kabul edilmez.

Cehenneme sevkedilen bu kâfirler, cehennemin ateşine karşı abrederlerse zaten orası onların meskenidir. Şâyet onlar, sevkedildikleri cehennemin azabını hafifletilmesi için başvuracak olurlarsa onların bu istekleri kabul edilerek azapları hafifletilmez ve cennete gönderilmezler.

Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar şöyle derler "Ey rabbimiz, bize kötülüğümüz galip geldi. Biz, sapık bir kavim olduk." "Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar İnkâra dönersek, gerçekten zalimler oluruz " "Allah onlara şöyle der: "Kesin sesi (oturun yerinizde) Benimle konuşmayın. Mü’minim Sûresi, Âyet: 106-108

25

Biz dünyada onların arkasına birtakım kötü arkadaşlar taktık. O arkadaşları onlara, yapmakta oldukları ve geçmişte yaptıkları kötülükleri güzel gösterdiler. Böylece kendilerinden önce geçmiş cin ve insandan ümmetler içinde, üzerlerine azap hak oldu. Şüphesiz onlar hüsrana uğrayanlardı.

Biz, Allah'ın düşmanı olan o kâfirlerin yanına, şeytanlardan arkadaşlar verdik. Bu arkadaşları onlara, dünyada yaptıkları şeyleri süslü gösterdiler. Onlar da bunları güzel gördüler ve bunları âhirete tercih ettiler. Şeytanlar bunlara, âhiretle ilgili hususları da yaldızlı gösterdiler. Onlar bunu da güzel gördüler. Öldükten sonra dirilmeyi ve hesaba çekilerek cezalandırılmayı yalanladılar. Böylece bu kâfirler, arzuladıkları herşeyi yaptılar ve zevklerine uygun düşen her türlü hayasızlığı işlediler. Yanlarına şeytanları arkadaş olarak taktığımız bu Allah düşmanı kâfirlere, kendilerinden önce geçen cin ve insanlar gibi, azaba uğramaları hak oldu. Azabı hak eden bu cin ve insanlar, hüsrana uğramışlardı. Onlar, Allah'ın rızasını ve rahmetini verip karşılığında gazap ve azabını alarak bu alışverişlerinde zarar etmişlerdi.

26

Kâfirler, birbirlerine şöyle dediler: "Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Okunurken gürültü yapın. Belki bu yolla galip gelirsiniz."

Allah’ı ve peygamberini inkâr eden o Kureyş müşrikleri, kendilerine itaat eden diğer müşrik arkadaşlarına: "Muhammed Kur'an okuduğu zaman onu dinlemeyin, ondaki şeylere uyarak onunla amel etmeyin, Kur'an okunurken ıslık çalarak, el çırparak, araya laf sokarak karışıklık çıkarın, gürültü yapın. Böylece belki galip gelirsiniz. Bu davranışınızla onu dinlemek isteyenleri engellemiş olursunuz. Böylece onu dinlemeyen kimse Muhammed'e uyup onun söyledikleriyle amel etmez, siz de ona galip gelmiş olursunuz."

*Âyette zikredilen "Gürültü yapın" ifadesini, Abdullah b. Abbas, "İnsanları meşgul edin.", Mücahid "Islık çalarak, el çırparak, söz karıştırarak onu dinlemeyin." Dehhak "Onu ayıplayın", Katade "Onu inkâr edin, ona karşı çıkın.", Ma'mer "Konuşun, bağırıp çağırın ki işitmesinler." şeklinde izah etmişlerdir.

27

Şüphesiz ki biz, kâfirlere şiddetli bir azap tattıracağız. Yaptıkları en kötü amellerin karşılığı ile cezalandıracağız.

Allah’ı inkâr eden kâfirlere, âhirette şiddetli bir azap tattıracağız ve onları, dünyada iken işlemiş oldukları amellerin en kötüsü ile cezalandıracağız.

28

İşte bu, Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmenin cezası olarak onlar için cehennemde, içinde ebedî kalacakları bir mesken vardır.

Muhammed'i yalanlayan Kureyş müşriklerine verilecek olan bu ceza, Allah düşmanlarının cezasıdır. Evet bu ceza cehennem ateşidir. Allah’a ortak koşa" ve onu inkâr eden Allah düşmanlarına, âyetlerimizi yalanlamalarının bir cezası olarak o ateşin içinde devamlı kalacakları bir yurt vardır.

29

Kâfirler cehennemde şöyle derler: "Ey rabbimiz, bize, cinden ve insandan bizi saptıranları göster de onları ayaklarımızın altına alalım. Böylece onlar, en altta kalan alçak kimselerden olsunlar.

Allah’ı ve Resulünü inkâr eden kâfirler, kıyamet gününde cehennem azabına girdikten sonra şöyle diyeceklerdir: "Ey rabbimiz, senin yarattıklarından bizi saptıran cin ve insanları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım. Böylece onlar, azabı daha şiddetli olan cehennemin en alt tabakasında kalanlardan olsunlar.

*Hazret-i Ali (radıyallahü anh)den nakledildiğine göre âyette zikredilen "Cin"den maksat, İblistir. "İnsan"dan maksat ise, Hazret-i Âdem'in kardeşini öldüren oğludur. İblis, Allah’a ortak koşarak cehenneme girenlere ömek olmuş, Hazret-i Âdem'in, katil olan oğlu Kabil ise büyük günah işleyenlere örnek olmuştur.

30

Bak. Âyet 32.

31

Bak. Âyet 32.

32

"Rabbimiz Allah’tır" deyip sonra doğru yolda devam edenlere melekler inerler ve şöyle derler: "Korkmayın, üzülmeyin, vaadolunduğunuz cennetle müjdelenin. Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin dostunuzuz. Âhirette sizin için, affeden ve merhamet eden Allah tarafından bir ikram olarak canınızın çektiği herşey vardır. Orada istediğiniz herşeyi bulabilirsiniz.

"Rabbimiz yalnız Allah’tır. Onun hiçbir ortağı yoktur." diyen, Allah’ı birlemeye devam eden, herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşarak tevhid inancını terketmeyen insanlara, öldükleri zaman veya kabirlerinden çıktıkları anda melekler gelirler ve onlara şöyle derler: "Sizler geleceğinizden korkmayın, geçmişinize de üzülmeyin. Size, dünyada iken vaadedilen cennetle sevinin. Ey insanlar, biz dünyada da sizlerin dostunuz idik. Bizler âhirette de sizlerin dostunuzuz. Sizin için âhirette Allah katında arzuladığınız şeyler vardır ve orada istediğiniz şeyler verilecektir. Bu nimetler size, günahlarınızın affedilmesine sebep olan tevbenizden sonra size azap etmeyip merhamet eden rabbiniz tarafından bir ikram ve bir ağırlamadır.

Âyet-i kerime’de geçen "Doğru yolda devam etmek"ten neyin kasdedildiği hususunda çeşitli açıklamalar yapılmıştır.

Bazı müfessirlere göre burada geçen "Doğru yolda devam etmek"ten maksat, "İslam dini üzere devam etmek ve herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmamaktır. Bu hususta Enes b. Malik diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu ve sonra dedi ki: "Bunu (rabbimiz Allah’tır sözünü) insanlar söylediler ve sonra çoğu bunu inkâr ettiler. Kim bu söz üzerinde devam ederek ölecek olursa işte doğru yolda devam eden O’dur. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 41, Hadis no: 3250

Said b. Ümran diyor ki: "Ben, Ebubekir es-Sıddiyk (radıyallahü anh)ın yanında "Rabbimiz Allah’tır deyip sonra doğru yolda devam edenlere..." âyetini okudum o da "Bunlar, herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmayanlar ve bu hal üzere devam edenlerdir." dedi.

Süfyan es-Sevrî ve Esved b. Hilal da, Hazret-i Ebubekir'in aynı sözü söylediğini nakletmişlerdir.

Mücahid, Süddî ve İkrime de bu âyetten maksadın, "Rabbimiz Allah’tır." deyip de sonra "Lailahe İllallah" demeye devam eden ve bu inançla ölenler ol-dukiannı söylemişlerdir.

Diğer bazı müfessirlere göre ise "Doğru yolda devam etmek"ten maksat, Allah’a itaate devam etmektir.

Zührî diyor ki: "Ömer b. el-Hattab (radıyallahü anh) minberin üzerinde: "Rabbimiz Allah’tır deyip sonra doğru yolda devam edenlere... "âyetini okudu ve şöyle dedi: "Vallahi onlar Allah’a itaatte doğru yoldan ayrılmadılar. Onlar, tilki gibi in-sanlana aldatmadılar." Katade ve Hasan-ı Basrî de bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyd'den de bu görüş nakledilmiştir.

Bu konu ile ilgili olarak Süfyan b. Abdullah es-Sakafi diyor ki:

"Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, İslam hakkında bana öyle bir söz söyle ki senden başka onu hiçbir kimseye sorma ihtiyacını hissetmeyeyim." Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah’a iman ettim." de ve doğru ol." (Doğru yolda devam et) Tevhid inancından ve Allah’a itaatten ayrılma. Müslim, K.el-İman, bab: 62. Hadis no: 38 / Ahmed b. Hanbci Müsned, C.3, S.349.

Âyette geçen "Melekler"in, inanlar dünyada iken onların yaptıkları amelleri yazan "Kiramen kâtibin" isimli melekler oldukları ve bu meleklerin mü’minlere ya ölümleri anında veya kabirlerinden çıkarken gelecekleri Rivâyet edilmektedir.

Âyet-i kerime’de, mü’minlere, cennette arzuladıkları herşeyin verileceği zikredilmektedir. Peygamber efendimiz, bir hadis-i kudside Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu beyan etmektedir:

Ben, salih kullanma, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve herhangi bir beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım. Buhari, K.Bed'ül halk, bab: S / Müslim, K.el-îman, bab: 312.. Hadis no: 189.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde de, cennetliklerin içine girecekleri çadırların durumunu beyan ederek buyuruyor ki:

"Oradaki çadırlar, içi boş incilerdendir. Uzunuklan otuz mü'dir. Çadırın herbir köşesinde mü’min kulun bir ailesi vardır. Bunlar birbirlerini görmezler." Buhari, K.Bed'ül halk, bab: 8 / Müslim, K.el-Cemaat, bab: 23-25, Hadis no: 2838

Peygamber efendimiz yine bir hadis-i şerifinde cennete giren mü’minleri ve cennetteki eşyaları vasıflandırarak buyuruyor ki:

"Cennete giren ilk zümrenin şekli, ayın ondördündeki şekli gibidir. Onlar cennette tükürmezler, sümkünnezler, tuvalete gitmezler (Buna ihtiyaçları olmaz) orada kaplan altından, taraklan altın ve gümüştendir. Buhurdanlıkların yakıtları, ud-El Hindî'dendir. Kokuları ise misktendir. Orada herkesin iki hanımı olacaktır. Güzelliklerinden dolayı bacaklarının etleri içindeki kemiklerin iliği görülecektir. Cennetlikler arasında herhangi bir ihtilaf ve kin olmayacaktır. Kalbleri tek bir adamın kalbi gibi olacaktır. Onlar, sabah akşam Allah’ı tesbih edeceklerdir. Buhari, K.Bed'ül halk, bab: 8 / Müslim, K.el-Cennet, bab: 15-17, Hadis no: 2834.

33

İnsanları Allah’a davet edip salih amel işleyen ve: "Ben müslümanlardanım." diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?

Ey insanlar, "Rabbimiz Allah’tır." diyen sonra bu iman üzere devam eden, Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyan ve Allah’ın kullarını, Allah’a iman etmeye davet eden ve söyledikleriyle amel eden ve "Ben, Allah’a boyun eğen müslümanlardamm." diyen kimseden daha güzel sözlü olan kim vardır?

Âyet-i kerime’de, vasıflan belirtilen bu kişiden kimin kasdedildiği hakkında çeşitli açıklamalar yapılmıştır:

Süddî ve İbn-i Zeyd'e göre bu âyette belirtilen davetçiden maksat, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)dir.

Kays b. Ebi Hazım ve diğer bir kısım âlimlere göre ise bu âyette zikredilen davetçiden maksat, "Müezzin" ve "İşlenilen salih amel"den maksat da ezanla kamet arasında kıldığı namazdır. Zira birçok hadis-i şeriflerde müezzinlerin faziletleri beyan edilmiştir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Müezzinler kıyamet gününde insanların en uzun boyunlu olanlarıdır. Müslim, K.es-Salah, bab: 4, Hadis no: 387, İbn-i Mâce, K.el-Ezan, bab: 5, Hadis no; 725.

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"İman kefildir, müezzin ise mutemettir. Ey Allah'ım, sen imamları irşad et ve müezzinleri affet. Ebû Davud, K.es-Salah, bab: 32, Hadis no: 517.

Hasan-ı Basrî ise bu âyet-i kerime’yi, Allah’a davet eden ve salih amel işleyen herkes için yorumlamış ve şöyle demiştir: "İşte bu kişi, Allah'ın sevdiği, onun dostu, onun seçkin kulu, onun üstün kulu ve yarattıkları içerisinde en sevdiğidir. Allah'ın davetine icabet etmiş ve insanları, kendisinin kabul ettiği ilahî davete çağırmış ve çağırdığı dava uğrunda salih ameller işlemiş ve "Ben müslümanlardanim." demiştir. İşte bu kişi Allah'ın halifesidir.

34

İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman aranızda düşmanlık olan kimse sana sanki samimi bir dost gibi oluverir.

"Rabbimiz Allah’tır." deyip de sonra doğru yoldan ayrılmayan, rablerinin çağrılarım kabul edip insanları Allah’a davet eden kimselerin iyiliği ile, Kur'an okunurken Onu okumayın, onu dinlemeyin, gürültü yapın belki galip gelirsiniz." diyen kimselerin kötülüğü bir değildir. Bunların, Allah katındaki hal ve makamları da aynı değildir. Ey Rasûlüm, sana karşı cahillik edenin cahilliğini yumuşak ahlakınla, sana kötülük edenlerin kötülüğünü ise affınla defet. Şâyet sana emrettiklerimi yaparsan, seninle kendisi arasında düşmanlık bulunan kimse senin çok yakın dostun olur.

*Âyet-i kerime’de ifade edilen "Kötülüğü en güzel şekilde önlemek"ten maksat, kişinin, öfkeli halinde halim selim olması ve kötülük yapanı affetmesidir. Allah, işte böyle yapan kullarını şeytanın serinden muhafaza eder ve düşmanlarını ona boyun eğdirir. Böylece onlar sanki onun dostu olurlar.

Atâ ve Mücahid "Kötülüğü en güzel şekilde önleme"nin, kötülük yapanla karşılaştığında ona selam vermekle olacağını söylemişlerdir.

35

Kötülükleri iyilikle önleme hasleti, ancak sabredenlere verilir. Bu, ancak hayırdan büyük payı olanlara verilir.

Kötülüğü iyilikle karşılama özelliği, ancak zorluklara karşı Allah rızası için sabredenlere ve cennete ginneye nasibi olanlara verilir.

36

Eğer şeytandan seni dürtecek bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın. Şüphesiz o, herşeyi işiten ve bilendir.

Süddî'ye göre âyet-i kerime’de zikredilen "Şeytanın dürtmesi"nden maksat, onun tarafından insana verilecek vesvesedir. Kendi cinsinden olan şeytanların serlerinin def edilme yolu, onlara iyi davranmaktır. Asıl şeytanın vermiş olduğu vesveseyi defetmenin yolu ise, yaratıcısı olan Allah’a sığınmaktır. Zira onu, gözüyle görmediğinden onun şerrinden bu şekilde emin olur.

İbn-i Zeyd'e göre ise burada zikredilen "Şeytanın dürtüklemesi"nden maksat, insanın öfkelenmesidir. Kişi öfkelendiği zaman Allah’a sığınarak o öfkeyi yenmeye çalışmalıdır.

37

Gece, gündüz, güneş ve ay, Allah'ın delillerindendir. Ne güneşe secde edin ne de aya. Bunları yaratan Allah’a secde edin. Eğer gerçeklen ona ibadet ediyorsanız.

Allah'ın bir olduğunu, yaratıcı olduğunu, kuvvet ve kudretinin büyük olduğunu gösteren delillerden biri de, gece ve gündüzün arka arkaya değişmesi, gündüzün güneşin, geceleyin de ayın doğmasıdır. O halde ey insanlar siz, güneş ve aya secde etmeyin. Zira onlar gökyüzünde size faydalı olmak için hareket etmiş olsalar da onları hareket ettiren Allah’tır. Onlar, hareket ve seyirlerinde Allah’a boyun eğmektedirler. Allah onları hareket ettirip sizin hizmetinize vermiştir. Onlar, kendiliklerinden herhangi bir şey yapmaktan âcizdirler. Eğer Allah dilerse onların ışıklarını siler de sizi, karanlıklar içerisinde şaşkın bir şekilde bırakır. Ne yolbulabilirsiniz ne de birşey görebilirsiniz. O halde gerçekten Allah’a kulluk etmek istiyorsanız sadece ona ibadet edin. İbadetinizde ona herhangi bir şeyi ortak koşmayın.

38

Ey Rasûlüm, eğer bunu kibirlerine yediremiyorlarsa üzülme. Rabbinin nezdinde bulunanlar, gece gündüz onu tesbih ederler ve asla usanmazlar.

Ey Rasûlüm, senin, içlerinde yaşadığın Kureyş müşrikleri, kendilerini ve ayı ve güneşi yaratan rablerine secde etmeyi gururlarına yediremezlerse sen bundan dolay üzülme. Zira rabbinin katında bulunan melekler, rablerine secde etmeye karşı kibirlenmezler. Bilakis gece ve gündüz onu tesbih ederler ve onun rızası için namaz kılarlar ve bu ibadetleri yapmaktan uzanmazlar.

39

Allah'ın delillerinden biri de şudur ki, sen, yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabanı*. Şüphesiz toprağa can veren Allah, ölüleri de diriltir. Muhakkak o, herşeye kadirdir.

Ey Rasûlüm, Allah'ın, insanları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olduğunu gösteren delillerden biri de şudur ki, sen yeryüzünü adeta, rabbinden yağmur istemek için boynu bükük bir şekilde kupkuru olarak görürsün. Biz, gökten, bu halde olan yeryüzüne su indirince de yeryüzü harekete geçer ka-barır ve neticede ondan rengarenk bitkiler ve otlar biter. İşte adeta ölmüş olan bu yeryüzünü dirilterek onüan tekrar bitkiler çıkaran Allah, insanları da öldükken sonra işte böyle diriltecektir. Zira o herşeye kadirdir. Hiçbirşey onu, dilediğini yapmaktan âciz bırakamaz.

40

Şüphesiz ki âyetlerimize dil uzatarak doğru yoldan sapanlar, bize gizli değildir. Ateşe atılan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü emniyet içinde gelen mi? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı çok ıyı görendir.

Delillerimiz ve âyetlerimiz hususunda haktan ayrılanlar iyi bilsinler ki onların bu halleri bize gizli değildir. Biz onları gözetmekteyiz. Huzurumuza vardıklarında nasıl bir azapla karşılaşacaklarını göreceklerdir. Bugün dünyada, âyetlerimize çeşitli şekillerde dil uzatanlara, kıyamette cehennem ateşi vardır.

Şimdi cehennem ateşine atılacak olan bu insan mı daha hayırlıdır yoksa Allah’a iman ettiği için kıyamet gününde Allah'ın azabından korkmayan ve güven içinde olacak olan mü’min kul mu daha hayırlıdır? Ey, âyetlere dil uzatan müşrik ve kâfirler, sizler, dünyada iken dilediğinizi yapmakta serbestsiniz. Fakat Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir, o bunları cezasız bırakmayacaktır.

Mücahid, burada ifade edilen "Âyetlere dil uzatmak"tan maksadın, müşriklerin, gürültü yaparak ve ıslık çalarak âyetleri alaya almaları olduğunu söylemiştir.

Katade ise bundan maksadın, âyetleri yalanlamak olduğunu söylemiş, Süddî de bundan maksadın, müşriklerin, âyetlerle ayrılığa düşmeleri ve onlara karşı inatlaşmaları olduğunu söylemiştir. İbn-i Zeyd ise, âyetlere dil uzatmaktan maksadın, müşriklerin ortak koşmaları ve İnkârda bulunmaları olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetlere dil uzatmaktan maksat, Allah'ın kitabının âyetlerinin manalarıni değiştirmek ve tahrif etmektir.

Taberi, âyetin genel ifadesinin bütün bu görüşleri kapsar mahiyette olduğunu söylemiş ve bunlardan herhangi birinin tercihe şayan bulmadığını beyan etmiştir.

Âyet-i kerime’de: "Dilediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, Allah'ın âyetlerine dii uzatanları tehdittir, Allah'ın, onları cezasız bırakmayacağını beyan etmektir.

41

Şüphesiz ki zikir (Kur'an) kendilerine gelince onu inkâr edenler, (mutlaka cezalandırılacaklardır) şüphesiz o aziz bir kitaptır.

Müfessirler, bu âyet-i kerime’de mahzuf olan cümleyi farklı şekillerde takdir etmişlerdir. Herbirinin takdir şekline göre âyetin manasında farklılık meydana gelmektedir. Bu takdir şekillerinden biri, mealde verildiği gibidir ve parantez içerisinde gösterilmiştir. Diğer takdir şekilleri ise şöyledir: "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inkâr edenler (helak olmuşlardır)" "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inkâr edenler (bize gizli değildir)" "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inkâr edenler (uzaktan çağırılırlar, yani onu işitmezler)" "Şüphesiz ki Kur'an kendilerine gelince onu inker edenler (sana, senden önceki peygamberlere söylediklerini söyleyeceklerdir)"

42

Ona batıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir. O, hikmet sahibi ve hamd'e layık olan Allah tarafından indirilmiştir.

Şüphesiz ki bu Kur'an, Allah'ın aziz kılmasıyla ve onu muhafaza etmesiyle mükemmel olan bir kitaptır. Allah onu, insanların, cinlerin ve şeytanların değiştirmesinden, tahrif etmesinden ve bozmasından korumuştur.

Âyette geçen: "Ona bâtıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir." ifadesindeki "Bâtıl"dan maksat, Said b. Cübeyr'e göre: "Dinin yasakladığı kötü şeylerdir. Katade'ye göre ise "İblis"tir. Yani şeytan Kur'ana yaklaşarak ne ondaki hakikati an eskitebilir ne de ona dışarıdan bir şey sokuşturabilir.

43

Ey Rasûlüm, sana da ancak senden önceki peygamberlere söylenen şeyler söylenir. Muhakkak ki senin rabbin, mağfiret sahibidir, bem de can yakıcı azap sahibidir.

Ey Rasûlüm, senin, rabbin tarafından getirdiğin şeyleri yalanlayan bu müşrikler sana, senden önceki peygamberlerin ümmetlerinin kendilerine söyledikleri sözleri söyleyeceklerdir. Onlardan, Ülül Azim peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de müşriklerin: "Muhammed sihirbazdır." veya: "Delidir" şeklindeki sözlerine karşı sabret ve bil ki rabbin, bunlardan, yaptığı kötülükleri bırakarak tevbe edenleri affedendir. İnkâr ve günahlarında ısrar edenleri ise can yakıcı bir azapla cezalandırandır.

44

Eğer biz bu Kur’an’ı, yabancı (Arapçadan başka) bir dille indirseydik, iman etmeyenler mutlaka: "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya. Kendisi yabancı bir dilde, indirilen ise Arap, nedir bu?" derlerdi. Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "O Kur'an, İman edenlere bir hidâyet rehberi ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. Kur'an onları kör eder. Onlar tıpkı uzak bir yerden çağırılıp da duymayan kimseler gibidirler."

Ey Rasûlüm, eğer sana indirdiğimiz bu Kur’an’ı, Arapçadan başka bir dille indinniş olsaydık, kavminin müşrikleri, Kur'an hakkında şöyle derlerdi: "Bu Kur’an’ın âyetleri açıklanmış olsaydı da biz onu anlamış olsaydık ve içindekileri öğrenmiş olsaydık. Bu nasıl bir iş? Kur'an Arapça'dan başka bir dilde, Kur'an kendisine indirilen Muhammed ise Arap." Ey Rasûlüm, sen onlara de ki: "Kur'an, Allah’a ve peygamberine iman etlen ve peygamberinin, Allah katından getirdiklerini tasdik eden, insanlar için hakkı açıklayan bir rehber ve cehalet hastalığını tedavi eden bir şifadır. Allah’a, Resulüne ve Resulünün, Allah katından getirdiklerine iman etmeyenlerin ise kulaklarında Kur'ana karşı bir ağırlık vardır, onu işitmezler ve Kur'an onların basiretlerini kapatır, âdeta kör olurlar da ona bakıp ondan istifade edemezler. İşte bu tür insanlar, âdeta uzakta olan kişiler gibi çağırılır fakat yine de hakkı işitmezler.

Âyet-i kerime’de geçen: "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya. Kendisi yabancı bir dilde, indrilen ise Arap, nedir bu? derlerdi." ifadesi şu şekilde izah edilmiştir: "Kur’an’ın âyetleri açıklanmış olsaydı ya. Onun âyetlerinden bir kısmı yabancı dillerde olsaydı da yabancılar onu anlasaydı. Diğer bir kısmı Arapça olsaydı da Araplar da o kısmı anlasaydılar." derlerdi.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Onlar tıpkı uzak bir yerden çağırılıp da duymayan kimseler gibidirler." buyurulmaktadır.

Mücahid ve İbn-i Zeyd bu kısmı, mealde verildiği şekilde izah etmişler ve Allahü teâlânın, Kur'ana karşı kalbleri kör olanları, uzak mesafelerde bulunduktan halde çağırılan kimselere benzettiğini söylemişlerdir. Uzakta bulunan insanın, kendisini çağıranın sesini duymaması gibi Kur'ana karşı kalbleri perdeli olanlar da Kur'andan herhangi birşey hissetmezler.

Dehhak ise bu kısmı şu şekilde izah etmiştir: "İman etmeyenler, kıyamet gününde en çirkin adlarıyla, uzak mesafelerden çağırılacaklardır, böylece rüsvay edilmiş olacaklardır.

45

Şüphesiz ki biz, Mûsa'ya Tevrat'ı verdik. Onun hakkında ihtilafa düşüldü. (Eğer azaplarının kıyamet gününe kadar ertelenmesi hususunda) rabbinin geçmiş bir sözü olmasaydı, aralarında çoktan hüküm verilmiş olurdu. Şüphesiz ki onlar, onun hakkında şüphe içindedirler.

Ey Rasûlüm, sana Kur’an’ı verdiğimiz gibi Mûsa'ya da Tevrat'ı vermiştik. Kendilerine Tevrat verilen Yahudiler, onun hükümleriyle amel etme hususunda ihtilafa düştüler. Şâyet rabbinin, daha önceden, onların azabının kıyamet gününe erteleneceğine dair bir sözü bulunmamış olsaydı, Yahudilerden batıl yolda olanları helak ederek ihtilaf ettikleri konularda kesin hüküm verilmiş olurdu. Şüphesiz ki onlar, Tevrat'ı yalanlamalarında açık bir delil üzere değillerdi. Sadece bir şüphe içinde onu inkâr ediyorlardı.

46

Kim salih amel işlerse onun mükafaatı kendinedir. Kim de kötü amel işlerse, onun zararı yine kendinedir. Yoksa Rabbin, kullarına karşı asla zalim değildir.

Kim bu dünyadayken Allah’a itaat ederek, onun emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak salih amel işleyecek olursa o, kendi menfaati için bunu işlemiş olur. Zira âhirette bunun karşılığı olarak rabbi tarafından, cehennemden kurtarılmış ve cennete konulmuş olur. Kim de dünyada iken Allah’a karşı gelerek bir kötülük işleyecek olur ise o, kendi aleyhine kötülük işlemiş olur. Zira o kimse, ameliyle Allah'ın gazabını üzerine çekmiş olur. Ey Rasûlüm, rabbin, herhangi bir kimseyi haksız yere cezalandırarak kullarına asla zulmeden değildir.

47

Kıyametin kopmasını bilme, sadece Allah’a havale edilir. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve, tomurcuğundan çıkamaz. Hiçbir dişi gebe kalamaz ve doğuramaz. Allah'ın müşriklere: "Ortaklarım nerede?" diye nida ettiği gün, onlar: "Sana açıkça bildiriyoruz ki, içimizde senin ortağın olduğuna şahitlik edecek kimse yoktur." derler.

Allah’ı bilen âlimler, kıyametin ne zaman kopacağı bilgisini ancak Allah’a havale ederler. Zira onun kopmasını Allah’tan başka kimse bilmez. Herhangibir meyvenin, îomucuğundan çıkması herhangi bir dişinin hamile kalması ve doğurması ancak Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleşir. Bunlardan herhangi bir şey Allah’a gizli kalmaz. Dünyada iken putları Allah’a ortak koşan müşriklere, Allah'ın seslenerek "İbadette bana ortak koşmuğunuz ortaklarım nerede?" diye sorduğu gün, kendilerini savunamayan müşrikler şu cevabı vereceklerdir: "Biz sana kesinlikle bildiriyoruz ki içimizde senin ortağın olduğuna dair şahitlik edecek hiçbir şahit yoktur."

48

O gün onların, dünyada taptıkları şeyler, kendilerinden uzaklaşıp kaybolacaktır. Onlar, kendileri için kaçıp kurtulacak hiçbiryer olmadığını farkedeceklerdir.

Müşrikler, dünyada iken taptıkları ilahlarını kaybedeceklerdir. Onlar, o müşriklerin gittikleri yolun dışında başka bir yol takibadeceklerdir. O ilâhlar, Allah'ın azabına uğratılmış olan müşriklere hiçbir fayda sağlayamayacaklardır. Müşrikler de artık Allah'ın azabından kaçıp sığınacaktan bir sığınağın olmadığını kesin olarak anlayacaklardır.

49

İnsan, menfaat istemekten usanmaz. Kendisine bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe ve karamsarlığa düşer.

Kâfir olan kişi, rabbinden mal ve vücut sağlığı gibi nimetleri istemekten asla usanmaz. Ancak ona canında veya malında bir zarar dokunduğunda ise o, Allah’tan ümidini keser ve karamsarlığa düşer.

50

Yemin olsun ki, şâyet başına gelen bir musibetten sonra insana nezdimizden bir rahmet tattirsak, mutlaka: "Bu benim hakkımdır. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Yemin olsun ki, rabbime döndürülsem bile onun yanında benim için daha güzel şeyler vardır." der. inkâr edenlere, yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve onlara elbette ağır bir azap tattıracağız.

Yemin olsun ki eğer biz, malı veya canı hususunda bir sıkıntıya düşen kafirden bu sıkıntısını kaldırıp da ona tarafımızdan sıhhat ve afiyet ve çokça mal gibi nimetlerimizi tattıracak olsak o buna karşı şükretmez. Bilakis böbürlenir ve şöyle der: "Bu benim hakkımdır. Allah benim yaptıklarımdan razı olduğu için bunları bana vermiştir. Kıyametin kopacağını benim de o gün bunlardan hesap vereceğimi sanmıyorum. Yemin olsun ki öldükten sonra dirilmek ve rabbimin huzuruna varmak diye bir şey olsa da rabbim bu dünyada bana iyilikte bulunduğu gibi orada da bana iyilikte bulunacaktır. Bana orada da mal ve servet verecektir." Bunları söyleyen kâfirler, bilsinler ki biz onlara, dünyada iken işledikleri kötü amelleri bildireceğiz ve o amellerin hepsine karşı onları cezalandıracağız. Şüphesiz ki biz, onlara, "Ebediyyen cehennemde kalmak" olan ağır bir azabı tattıracağız.

51

İnsana nimet verdiğimiz zaman yüzçevirir, yan çizçip uzaklaşır. Başına bir kötülük gelince de uzun uzun yalvarır.

Biz, kâfir olan kişiden sıkıntıları kaldırıp ona sıhhat ve afiyet ve bol rızık gibi nimetler verdiğimiz zaman o, kendisini davet ettiğimiz itaattan yüzçevirir ve ondan uzaklaşır. Başına tekrar bir sıkıntı geldiği zaman da bol bol dua eden bir insan olur.

52

Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Söyleyin bakalım, eğer bu Kur'an, Allah nezdinden ise sonra siz de onu nikar ediyorsanız, haktan çok uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?"

Ey Rasûlüm, sen, rabbinin katından getirmiş olduğun bu Kur’an’ı yalanlayanlara de ki: "Söyleyin bana, yalanladığınız bu Kur'an, Allah tarafından gönderilen hak bir kitap ise ve siz de bunu inkâr ediyorsanız haktan ayrılmış oluyor musunuz? Allah'ın emrinden ayrılan ve ona itaatten kopandan daha sapık kim olabilir? O halde sizler bu halinizle en büyük sapıklarsınız.

53

Kur’an’ın hak olduğu onlar için apaçık ortaya çıkıncaya kadar, biz onlara delillerimizi hem dış âlemde hem de kendi iç âlemlerinde göstereceğiz. Rabbinin herşeye şahit olması yetmez mi?

Kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur’an’ın, hak bir kitap olduğu açıkça ortaya çıkıncaya kadar, gerek insanın haricindeki dış âlemde gerekse bizzat insanın içinde, çeşitli delillerimizi göstereceğiz. Ey Rasûlüm, rabbinin, yaratıklarının yaptığı herşeye şahit olması, onları cezalandırması veya mükafaatlandırması yetmez mi? Onun, kendi şahitliğinden başka bir delile ihtiyacı var mı?

Âyette zikredilen: "Dış âlemdeki deliller"den maksat, Süddî'ye göre Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in müşriklere galip gelmesidir. İbn-i Zeyd'e göre ise, göklerdeki güneş, ay, yıldızlar vb. gezegenlerdir. "İç âlemdeki deliller"den maksat ise Süddî'ye göre, müşriklerin içinde yaşadıkları Mekke'nin fethedilmesi, diğerlerine göre ise insanın vücudunun zahirî ve bâtını halleridir.

54

İyi bilinmelidir ki onlar, rablerinin huzuruna çıkmaktan şüphe etmektedirler. İyi bilinmelidir ki Allah, herşeyi kuşatandır.

İyi bilinmelidir ki, Allah'ın âyetlerini yalanlayan bu kâfirler, öldükten sonra dirilip rablerinin huzuruna çıktıklarında yaptıklarından hesaba çekilecekleri hususunda şüphe içindedirler. Bu sebeple o günü düşünmezler ve onun için herhangi bir amel işlemezler. Şunu da iyi bilin ki Allah, bütün yaratıklarını bilgisi ve kudretiyle kuşatmıştır. Hiçbir şey onun yakalanmasından kurtulamaz.

0 ﴿