ŞURA SÛRESİŞura Sûresi elli üç âyettir. 23, 24, 25 ve 27. âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur. Bu Sûre-i Celile de, diğer Mekkî Sûreler gibi insanlara tevhid inancını telkin etmekte, Allah'ın varlık ve birliğini beyan eden delilleri açıklamakta, göklerde ve yerde bulunan herşeyin Allah’a ait olduğunu bildirerek başlamaktadır. Bu hususta şöyle buyurulmaktadır: "Göklerde ve yerde bulunan herşey onundur. O, herşeyden yücedir, büyüktür. Şura Sûresi, Âyet: 4 Allahü teâlânın azamet ve büyüklüğünden, neredeyse göklerin çatlayacak hale geldikleri, meleklerin de Allahü teâlâyı hamd ile tesbih ettikleri ve yeryüzündekilerin bağışlanması için ondan mağfiret diledikleri beyan edilmektedir. Çok çeşitli hususların beyan edildiği bu sûre-i celilede özet olarak şu açıklamalar yer almaktadır: Bu Kur'an apaçık bir Arapçayla indirildi ki Mekke ve etrafındakileri uyarasın. Kıyamet gününde insanların bir kısmı cennete bir kısmı da cehenmeme girecektir. Eğer Allah dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat o, dilediğini rahmetine kavuşturur. İhtilafa düştüğünüz hususlarda hüküm vermek Allah’a mahsustur. Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. O, insanları ve hayvanları çift çift yaratmıştır. Göklerin ve yerin anahtarları onundur. O, dilediğinin rızkını genişletir, dilediğininkini ise daraltır. Sûre-i celilede bundan sonra Allahü teâlânın, Hazret-i Nuh'a, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya: "Dini ayakta tutun. Onda ihtilafa düşmeyin." diye emrettiği, bu emirlerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e de şeriat kılındığı beyan edilmektedir. Peygamber efendimize hitaben buyurulmaktadır ki: "Ey Rasûlüm, işte bunun için sen onları hakka davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Şura Sûresi, Âyet: 15. Bu mübarek surede devamla şu hususlar beyan edilmektedir: Allah'ın dini hakkında münakaşa edenlerin, delilleri batıldır. Kitabı ve ölçüyü bir hak olarak indiren Allah’tır. Kıyamet belki de yakındır. Kıyamet gününe iman etmeyenler onun acele olarak kopmasını isterler. Allah, kullarına son derecede lütufkârdir. Âhiret mükafaatım isteyenin mükafaatı artırılır. Cenab-ı Hak bu hususların beyanından sonra buyuruyor ki: "Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Ben, Allah’ın dinini tebliğe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak yakınlıkta sevgi istiyorum. Şura Sûresi, âyet: 23 Sûre-i celilede devamla şu hususlar beyan edilmektedir: "Kullarının tevbelerini kabul eden Allah’tır. O, iman edip salih amel işleyenlerin dualarını kabul eder. Allah, rızkı dilediği ölçüde indirir. Yağmuru indirip rahmetini yayan da O'dur. Gökleri ve yeri yaratması ve orada birtakım canlıları yayması onun varlığının delillerindendir. Sûre-i celilede bundan sonra cenab-ı hak, biz insanların vazife ve sorumluluklarını gösteren şu âyet-i kerime’yi beyan ediyor: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. O, işlenenlerin birçoğunu da affeder. Şura Sûresi, âyet: 30. Sûre-i celilede bu âyet-i kerime’den sonra Allahü teâlânın varlık ve birliğini beyan eden şu hususlar açıklanıyor: Denizlerde akıp giden dağ gibi gemiler, onun kudretinin delillerindendir. Eğer o dilerse rüzgarı keser de bu gemiler oldukları yerde kalakalırlar. Dilerse gemidekilerin işledikleri günahlar yüzünden onları yok eder. Sûre-i celilede devamla, Allah'ın âyetleri ve kudreti hakkında milnaşaka edenler için şöyle buyuruluyor: "Âyetlerimiz hakkında münakaşa edenler, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler, Şura Sûresi, âyet: 35 Birçok meselenin beyan edildiği, muhtevası çok yüklü bu sûre-i celilede yine şu hususlar açıklanmaktadır: İnsanlara verilenler, dünya hayatının geçimliğinden ibarettir. İman edip rablerine güvenenler, günahlardan ve hayasızlıklardan sakınanlar, öfkelendikleri zaman affedenler, rablerinin davetine uyanlar, namazlarını dosdoğru kılanlar, işlerini aralarında müşavere ile yürütenler için Allah’ın nezdindeki nimetler daha hayırlı ve daha devamlıdır. Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. Kendisine yapılan kötülüğü affedip ban şanın mükafaatı Allah’a aittir. Ceza, zulmedenlere ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlaradır. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır.. O, dileğini yaratır. Sûre-i celilede bundan sonra, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin, dosdoğru bir yol üzerinde olduğu beyan ediliyor ve sûre-i celile şu âyet-i kerime ile sona eriyor: "O yol, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. İyi bilin ki bütün işler Allah’a döner. Şura Sûresi, âyet: 53 Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Hâ.Mim. 2Ayn, Sîn, Kaf. Mukatta'a harfleri hakkında Bakara suresinin başında gerekli açıklamalar yapılmıştır. Burada geçen "Ha mim, Ayn, Sin, Kaf hakkında ise birtakım açıklamalar yapılmıştır. 3İşte herşeye galip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, senden öncekilere vahyettiği gibi, böylece sana da vahyeder. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, bütün peygamberlerine vahiy gönderdiğini beyan etmektedir. Kur'an-ı Kerim de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e şüphesiz vahiy yoluyla gelmiştir. Vahyin nasıl geldiği hususunda Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Birgün Haris b. Hişam Resûlüllah'a: "Ey Allah'ın Resulü sana vahiy nasıl geliyor?" diye sordu. Resûlüllah: "Vahiy bana bazan çıngırak sesine benzer bir şekilde geliyor. Benim için en ağır olanı budur. O hal benden gidince ben o vahyi iyice bellemiş olurum. Bazan vahiy getiren melek bana insan şeklinde görünür. O benimle konuşur ben de onun söylediklerini iyice bellerim." Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Ben, çok soğuk bir günde ona vahiy geldiğini ve o hal onda geçince alnından ter aktığını gördüm. Buhari, K.el-Bed'ul Vahy, bab: 2/ Müslim, K.el-Fadail, bab: 87, Hadis no: 2333. 4Göklerde ve yerde bulunan heşrey onundur. O, herşeyden yücedir, büyüktür. Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkü Allah’a aittir. Allah herşey den yücedir. Çünkü herşey onun kudreti ve hakimiyeti altındadır. Onlar hakkında dilediğini yapar. Azamet ve kulluk ona mahsustur. 5(Allah'ın azamet ve büyüklüğünden) neredeyse gökler üstlerinden çatlayacak hale gelirler. Melekler de hamd ile rablerini tesbih ederler ve yeryüzündekiler için mağfiret dilerler. İyi bilin ki Allah, şüphesiz çok affeden ve çok merhamet edendir. 6Ey Rasûlüm, kendisinden başkasını dostlar edinenleri, Allah nıurakaba etmektedir. Sen onların vekili değilsin. Allahü teâlâ bu Âyet-i kerimelerde, yüceliği ve azameti karşısında neredeyse göklerin parça parça olacağını ve meleklerin devamlı olarak ona ibadette bulunmak suretiyle hamd ettiklerini, buna mukabil kâfir ve müşriklerin, onu bırakıp başkalarını dost edindiklerini, Allahü teâlânın da onları kontrol altında tuttuğunu, bu itibarla onlara, layık oldukları cezaları vereceğini beyan etmekte ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i ima etmeyen kâfirlere karşı teselli etmektedir. Zira Resûlüllah, kâfirlerin iman etmelerine vekil değildir. 7Ey Rasûlüm, işte böylece biz sana Arapça bi Kur'an indirdik ki Ümmül Kura (Mekke) ve etrafındakileri uyarasın ve insanları, gerçekleşmesinden asla şüphe olmayan, onların bir araya toplanacağı kıyamet günü ile korkutasm. O gün insanlardan bir kısmı cehenneme girecektir. Ey Rasûlüm, şehirlerin ana merkezi olan Mekke halkını ve onun çevresinde yaşayanları uyarman için sana da Arapça bir Kur'an verdik. Ayrıca sen bu Kur’an’la Allah'ın insanlım bir araya toplayarak cezalandıracağı kıyamet gününün geleceği ile uyarasın. Zira o günün geleceğinde asla şüphe yoktur. O gün insanlar iki kısma ayrılacak, iman edip peygamberin getirdiklerine uyanlar cennete girecek, iman etmeyen ve peygamberin getirdiğine karşı çıkanlar ise cehenneme sevkedileceklerdir. *Âyet-i kerime’de, Mekke için "Ümmül Kura" yani, şehirlerin ana merkezi ifadesi geçmektedir. Bu, Mekke'nin, yeryüzünün en değerli yeri olduğunu göstermektedir. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde orayı şöyle övmektedir: Abdullah b. Adiy diyor ki: "Ben, Resûlüllahı Mekke'de "Hazvere" denen yerde ayakta duruyor gördüm. O Mekke'ye hitaben şöyle buyurdu: "Allah’a yemin olsun ki sen, Allah'ın en hayırlı yeri ve Allah’a en sevimli olan yerisin. Şâyet ben senden çıkarılmamış olsaydım hiç çıkmazdım. Tirmizî, K. el-Menakıb, bab: 68, Hadis no: 3925 / İbn-i Mâce, K-el-Menasık, bab: 103, Hadis no: 3108. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke için şöyle buyurdu: "Sen ne güzel bir şehirsin. Benim için ne kadar sevimlisin. Şâyet kavmim beni senden çıkarmamış olsaydı senin dışında bir yerde oturmazdım. Tirmizî, K.el-Menakıb, bab: 68, Hadistin: 3926. 8Eğer Allah dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat o, dilediğini rahmetine kavu şturur. Zalimlerin ise ne bir dostu ne de bir yardımcısı vardır. Eğer Allah yaratıklarını hidâyette birleştirip tek bir din üzerinde ittifak etmelerini dileseydi onları tek bir ümmet kılardı. Allah bunu böyle yapmadı. Herkesi hak dini kabul edip etmemekte kendi iradesiyle başbaşa bıraktı. Fakat Allah, kullarından dilediğini hak din olan İslama girmeye muvaffak kılarak rahmetine koyar. Kâfirlerin ise kıyamet gününde ne bir dostları ne de bir yardımcıları vardır. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i, davetinden yüzçeviren kavmine karşı teselli etmekte, insanları hidâyete kavuş tu mı anın kendi elinde olduğunu bildirmektedir. 9Yoksa Allah’tan başkasını mı dostlar ediniyorlar? Halbuki gerçek dost sadece Allah’tır. Ölüleri dirilten O'dur. O, herşeye kadirdir. Yoksa Allah’a ortak koşan bu müşrikler, Allah'ın dışında bir kısım putları mı dost ediniyorlar? Onlar, şunu bilsinler ki, Allah’ı tanıyan kullar için gerçek dot sadece Allah’tır. O halde onlar kendilerine herhangi bir fayda ve zarar vermeyen putlan bırakıp ta sadece Allah’ı dost edinsinler. Ölüleri tekrar diriltecek ve kıyamet günü mahşerde bir araya toplayıp hesaba çekecek olan da yalnız Allah’tır. Zira o, herşeye kadirdir. 10İhtilafa düştüğünüz hususlarda hüküm vermek Allah’a aittir. De ki: "işte o Allah benim rabbimdir. Ben sadece ona yönelirim. Ey insanlar, herhangi bir şey hakkında ihtilaf eder ve aranızda anlaşmazlığa düşerseniz, onun hakkında hüküm verecek olan Allah’tır. O halde ihtilaf ettiğiniz konuların hükümlerini, Allah'ın, peygamberine gönderdiği şeriatta arayın. Ey Rasûlüm, Allah’a ortak koşan müşriklere de ki: "Benim rabbim, sizin taptığınız putlar değil bütün bu sıfatların sahibi olan Allah’tır. Ben ona tevekkül ettim. İşlerimde ona başvururum, kusurlarımın affını ondan dilerim." 11Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. O, sizin için kendt cinsinizden, hayvanlar için de kendi cinslerinden eşler yarattı. Allah sizi bu şekilde çoğaltır. Onun hiçbir benzeri yoktur. O, herşeyi işiten ve görendir. Sizin için yedi göğü ve yeri yaratan Allah’tır. O, sizin için kendinizden eşler yarattı. Hayvanlardan da çift çift yarattı. O sizi bu şekilde var etmeye devam eder. Allah'ın hiçbir benzeri yoktur. O, kullarının yaptıklarını çok iyi işiten ve çok iyi görendir. Herkesi kazandığı ile cezalandıracak veya mükafaatlandıracaktır. Âyet-i kerime’de geçen "Allah sizi bu şekilde çoğaltır." ifadesi çeşidi şekillerde izah edilmiştir. Bunları şöyle özetlemek mümkündür: "Allah sizi bu yaratılışta, bu sıfat üzerine yaratır ve sizleri erkekli dişili olarak nesil nesil var etmeye devam etmektedir." "Allah sizleri ana rahminde bu şekilde erkekli dişili olarak yaratır. Hayvanları da böyle yapar. Allah, sizleri ve hayvanları erkekli ve dişili yaparak yaşatır." Âyet-i kerime’de "Allah'ın hiçbir benzerinin olmadığı" zikredilmiştir. Allahü teâlânın, yaratıklarından herhangi birine benzemediği muhakkaktır. Allahü teâlânın bu sıfatına "Muhalefetün Lilhavadis" denmektedir. Allahü teâlânın, yaratıklarından herhangi birine benzediği hissini veren nasslara "Müteşabih nassalar" denilmiştir. Bunların manalarını ancak Allah bilir. "Allah'ın eli, yüzü, oturması" gibi ifadeler bu kabildendir. Selef uleması bu tür ifadeleri oluğu gibi kabul edip te'vil etmeye gerek gönnemişler ve bunların ne demek olduğunu Allahü teâlânın daha iyi bildiğini söylemişlerdir. Sonra gelen âlimler ise Allah'ın, yaratıklarına benzediği hissini veren ifadeleri uygun şekillerde açıklamayı tercih etmişlerdir. 12Göklerin ve yerin anahtarları onundur. O, dilediğinin rızkını genişletir, dilediğinin rızkını daraltır. Şüphesiz ki o herşeyi çok iyi bilendir. Göklerin ve yerin hazinelerinin, hayır ve serlerinin anahtarları Allah'ın elindedir. O, kime rahmetini esirgeyecek olursa onu gönderecek yoktur. Allah, kullarından dilediğine bolca rızıklar verir, malını çoğaltır ve zenginleştirir. Dilediğinin de rızkını daraltır, onu fakir kılar. Allah, kime bol rızık verdiğini, kimin nzkını kısıtladığını ve kimin bol rızık verilmeye layık olup kimin olmadığını çok iyi bilendir. O halde ey insanlar, sadece Allah'a kulluk edin, herhangi bir menfaat ve zarar sağlayamayan putlara tapmayın. 13Allah'ın, dinden Nuh'a emrettiği, sana vahiyle bildirdiğimiz, İbrahim'e, Mus'ya ve İsa'ya emrettiğimiz: "Dinî ayakta tutun, onda ihtilafa düşmeyin." emrini Allah size de şeriat kıldı. Ey Rasûlüm, davet ettiğin hususlar, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer. İtaatine yöneleni de kendine iletir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Nuh (aleyhisselam)ı, peygamberlerin sonuncusu olan Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ikisinin arasında geçen, Hazret-i İbrahim, Hazret-i Mûsa ve Hazret-i İsa'yı zikretmiş böylece bu beş peygamberin azimet sahibi olduklarına bizzat işaret buyumnuştur. Âyet-i kerime’de, bu peygamberlere şeriat olarak gönderilen dinin emelinin bir olduğu beyan edilmektektedir ki o da sadece Allah’a kulluk etmektir. Yani tevhid inancıdır. Allahü teâlâ bütün peygamberlerine bu hak dini ayakta tutmayı ve onda ayrılığa düşmemeyi emretmiştir. Hak dini ayakta tutmak, onun hükümleriyle amel etmek suretiyle gerçekleşir. Onda ihtilaf etmemek ise hükümleri arasında ayrılık gözetmemekle tahakkuk eder. Allahü teâlâ, Âyet-i kerime’de, kullan, sadece kendisine kulluk etmeye davet eden tevhid inancının müşriklere ağır geldiğini bu itibarla Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i dinlemediklerini beyan etmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki, müşriklerin iman etmemeleri, Resûlüllah’ın kusurundan dolayı değildir. Zira Allahü teâlâ dilediği kulunu sevgisine ve dostluğuna seçer, onu Peygamber yahut veli kılar ve kendisine yönelenlere hak yolunu gösterir, peygamberlerine uymaya muvaffak kılar. 14Bu insanlar ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, birbirlerini çekememe yüzünden ihtilafa düştüler. Eğer belirli bir süreye kadar ertelenmeleri hususunda rabbinin geçmişteki bir süzü olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilirdi. İhtilafa düşenlerden sonra, kitaba vâris kılınanlar da muhakkak ki ondan şüphe ve tereddüt içindedirler. İnsanlar, kendilerine Allah tarafından gönderilen vahiy yoluyla bilgiler ulaştıktan sonra, birbirlerini çekememeleri yüzünden, dinleri hakkında ihtilafa düştüler. İhtilafa düşmeleri, bilgisizlikten değildi. Zira kendilerine peygamberler gönderilerek bilgilendirilmişlerdi. Ey Rasûlüm, şâyet rabbinin, suç işleyenleri belli bir vadeye kadar erteleyeceğine dair daha önce vermiş olduğu bir sözü bulunmamış olsaydı, din hakkında ihtilaf edenler arasında derhal kesin hükmünü verir, haklıyı haksızdan ayırdederek suçluları cezalandırırdı. Nuh kavminden sonra kendilerine Tevrat ve İncil gibi hak kitaplar gönderilen kavimler de hak din hususunda şüphe içindedirler. Onlar, delilsiz olarak körü körüne atalarını taklit etmektedirler. 15Ey Rasûlüm, işte bunun için sen onları hakka davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Müşriklerin heva ve heveslerine uyma. Onlara şöyle de: "Ben, Allah'ın indirdiği bütün kitaplara iman ettim. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Bizim de rabbimiz sizin de rabbiniz Allah’tır. Bizim amellerimiz bize sizin amelleriniz sizedir. (Hak apaçık ortada olduğu için) bizimle sizin aranızda tartışılaccak bir mesele yoktur. Allah bizi bir araya getirecektir. Dönüş ancak onadır." Ey Rasûlüm, sen insanları, Nuh'a şeriat kılman ve sana vahyettiğimiz bu dine davet et. Onunla amel etmekten geri durma. Onda karar kıl. Allah'ın size şeriat olarak göndermiş olduğu bu hak din hususunda şüpheye düşenlerin heva ve heveslerine uyup sen de onda şüpheye düşme. Se onlara deki: "Ben, Allah'ın gönderdiği her kitaba iman ettim. Bu kitap Tevrat olsun İncil olsun Zebur olsun. Ben bunlardan herhangi birini yalanlamam." Sen onlara de ki: "Ey, ayrılığa düşen insanlar, rabbim bana gönderdiği hakka davet etmemi emretti. Ey ihtilafa düşen kitap ehli, bizim de sizin de rabbiniz Allah’tır. Bizim yapmış olduğumuz amellerin mükafaatları bize, sizin yapmış olduğunuz amellerin mükafaatlan da size aittir. Bizimle sizin aranızda aslında bir düşmanlık yoktur. Allah, kıyamet gününde bizleri bir araya toplayıp ihtilaf ettiğimiz konularda aramızda, doğru olan hükmünü verecektir; Ölümümüzden sonra dönüşümüz ona olacaktır ve o, herkesin hesabını görecektir. Süddî, bu âyet-i kerime’nin, müşriklerle savaşmayı emreden âyetten önce nazil olduğunu söylemiştir. 16İnsanlar,Allah'ın dinine uyduktan sonra onun hakkında hâlâ münakaşa edenlerin delilleri, rableri nezdinde batıldır. Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Onlar için şiddetli bir azap vardır. Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerime’nin, Allah'ın davetini kabul edip müslüman olan insanlarla tartışmaya girişen ve onları hidâyetten alıkoymaya çalışan kitap ehli hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Katade ise bu âyet-i kerime’nin, müslümanlar: "Bizim kitabımız sizin kitabınızdan daha önce inmiş ve bizim peygamberimiz de sizin peygamberinizden önce gelmiştir. O halde bizler sizden daha hayırlıyız." diyen Yahudi ve Hıristayanlar hakkında nazil olduğunu söylemiştir. 17Kitabı ve ölçüyü, bir hak olarak indiren Allah’tır. Ne bileceksin belki de kıyamet yakındır. 18Kıyamet gününe iman etmeyenler, kıyametin acele olarak kopmasını isterler. İman edenler ise ondan korkarlar ve onun bir gerçek olduğunu bilirler. Şunu iyi bilin ki, kıyamet hakkında münaşaka edenler, derin bir sapıklık içindedirler. Kur’an’ı hak olarak indiren ve insanlar arasında doğru hüküm veresin diye adaleti gönderen ancak Allah’tır. Ey Rasûlüm,. sen ne bileceksin belki de kıyametin kopacağı zaman pek yakındır. Fakat kıyametin kopacağına iman etmeyenler senden, onun acele kopmasını isterler. Zira onlar, kıyametin kopacağına inanmazlar. Kıyametin kopacağına iman edenler ise onun kopmasından korkarlar. Zira onlar, kıyamette Allah'ın kendilerine nasıl davranacağını bilmezler. Ancak bu mü’minler kıyametin hak olduğunu ve onun mutlaka gerçekleşeceğini bilirler. Kıyametin kopup kopmayacağı hakkında tartışmaya girişenler ise büyük bir sapıklık içindedirler. Doğru yoldan tamamen ayrılmışlardır. Mücahid ve Katede, âyette zikredilen "Ölçü"den maksadın "Adlet" olduğunu söyleşilerdir. Taberi de âyeti buna göre izah etmiştir. 19Allah, kullarına son derece lütufkardır. O kullarından dilediğini rızıklandırır. O, çok göçlüdür, herşeye galiptir. Allah, kullarına karşı büyük lütuf shibidir. O, kullarından dilediğine bol rızık erir, dilediğininin ise rızkının daraltır. O, pek güçlüdür, bir kimseyi cezalandırmak istediğinde ona karşı gelme imkanı yoktur. O, herşeye galiptir, intikam almak istediğinde kimse ona engel olamaz. 20Kim, ahiret menfaatini isterse, onun nıükafaatını artırırz. Kim de dünya menfaatini isterse ona dünyada istediğinin bir kısmını veririz. Ahirette ise hiçbir nasibi yoktur. Kim, yaptığı amelle âhiret sevabını isterse biz onun ahiretteki sevabını, derecesine göre artırırız. Kim de yaptığı amelle dünya menfaatini ister, âhiret için değil de dünya için çaba harcarsa biz ona dünyada neyi taksim etmişsek onu veririz, Artık onun ahirette bir payı yoktur. 21Yoksa o kafirlerin, Allah'ın izin vermediği bir dini, kendilerine meşru kılan ortakları mı var? Eğer Allah'ın (haklıyı haksızdan) ayırdedecek sözü olmasaydı, insanlar arasında hemen hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır. 22Sen o zalimlerin, dünyada yapıklarının cezasının başlarına gelmesinden korktuklarını görürsün. Halbuki işlediklerinin cezası onların başlarına mutlaka gelecektir. İman edip salih ameller işleyenler ise cennetlerin bahçelerindedirler. Onlar için rableri nezdinde istedikleri herşey vardır. İşte büyük lütuff budur. Yoksa Allah’a ortak koşan bu müşriklerin, Allah'ın izin vermediği, putlara tapmayı kendilerine meşru bir din kılacak ortaklan mı var? Şâyet Allah'ın, bunların azabını belli bir zamana kadar ertelemeye dair ezeldeki kesin sözü olmasaydı onların arasında derhal hüküm verilir ve layık oldukları cezalara çarptırılırlardır. Fakat Allah’ı inkâr edenler için kıyamet gününde elem verici bir azap vardır. Ey Rasûlüm, sen, kıyamet gününde kafirlerin, dünyada işledikleri amellerden dolayı cezalandırılacaklarından korktuklarını görürsün. Onların korktukları azap başlarına gelecektir. İman edip salih ameller işleyenler ise ahirette cennetlerin bahçelerinde olacaklardır. Onlar için rehberleri katında arzuladıkları her türlü nimet vardır. İşte ahirette onlara verilecek olan bu nimetler. Allah'ın onlara olan büyük bir lütfudur. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimin çeşitli Âyetlerinde beyan ettiği gibi bu Âyetlerde de kafirlerle iman edenleri beyan etmekte ve bunlardan herbirinin yaptıkları amellerin karşılıklarını ahirette nasıl göreceklerini bildirmektedir. 23İşte Allah, îman edip salih amel işleyen kullarını bu büyük lütufla müjdeliyor. Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Ben, Allah'ın dinini tebliğe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak yakınlıkta sevgi istiyorum. "Kim bir iyilik kazanırsa biz onun bu husustaki iyiliğini artırırız: Şüphesiz Allah, çok affeden ve şükredenlerin şükrünü kabul edendir. Âyet-i kerime’nin: "Ben sizden bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak yakınlıkta sevgi istiyorum, "bölümü bir kaç şekilde izah edilmiştir: Şa'bi ve Tavus, Abdullah b. Abbastan, Muğire İkrimeden, Husayn, Ebû Malikten, Said b. Cübeyr, Katadeden, Ebi Nüceyh, Mücahidden, bu Âyeti şöyle izah ettiklerini rivâyet etmişlerdir "Ey Muammed, de ki: "Ey kavim, sizi davet ettiğim hakka karşı sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Sizden ancak, benimle sizin aranızdaki akrabalık bağım koparmamanızı istiyorum." Bu izah tarzına göre, Peygamber efendimiz Kureyşlilere seslenerek demistir ki: "Bana yardım etmiyorsunuz hiç olmazsa şerrinizi benden uzak tutun. Rabbimin Peygamberliğini tebliğ etmem için beni serbest bırakın. Benimle sizin aranızda olan akrabalık bağını gözetin. " Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve "Da" anlamını veren "Fi" harfi çerinin bu görüşü kuvvetlendirdiğini söylemiştir. Bu hususta Tavus diyor ki: Abdullah b. Abbas'a Âyetin bu bölümü soruldu. Fakat o henüz cevap vermeden, Said b. Cübeyr: "Buradaki yakınlıktan maksat, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ailesinden olan akrabalarıdır. " diye cevap verdi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas şöyle dedi: "Sen acele ettin. Zira Kureyşin herhangi bir kolu yoktur ki onda Resûlüllah’ın akrabsı bulunmuş olmasın. Allahü teâlâ burada şunu buyurmuştur.: Ey Rasûlüm, de ki: "Ben sizden, hakka davetime karşılık herhangi bir mükafaat istemiyorum. Ben sizden ancak benimle sizin aranızda olan akrabalık babını kopa mı amanızı istiyorum. Buhari, K. Tefsir el- Kuran Sûre 42, bab: 1/Tirmizi, K. Tefsir el Kuran, Sûre 43, bab: 1, Hadis No: 3251 Surenin Mekki oluşu Âyetin bu şekilde izahını desteklemektedir. Zira Mekke döneminde Hazret-i Fatimanın soyundan gelen ahl-i Beytten her hangi bir kimse yoktu. Mücahidin, abdullah b. Abbastan, Mamerin de Katadeden naklettikeri ve Hasan-ı Basri'nin de Rivâyet ettiği ikinci bir görüşe göre ise Âyetin manası şöyledir: "Ey Rasûlüm, de ki: "Benim size getinnşi olduğum hidâyet ve Âyetlere karşı sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ancak sizlerin, Allah’ı sevmenizi ve itaat ederek ona yaklaşmanızı istiyorum." Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah şöyle buyurdu: "Ben, size getirmiş olduğum apaçık deliller ve hidâyet karşılığında sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak Allah’ı ve Resulünü sevmenizi ve Allah’a itaat ederek ona yaklaşmanızı istiyor. Ahmed b. Hanbel, Müsned, Cl S. 268 Abdullah b. Kasım ise Âyet-i kerime’nin bu bölümünü şu şekilde izah etmiştir: "Ben sizden, hakkı tebliğ etmeme karşılık herhangi bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak, kendi akrabalarınızı sevmenizi istiyorum." Said b. Cübeyr ve Ebû Deylemi ise âyetin bu kısmını şöyle izah etmişlerdir: " Ey Rasûlüm, sen, sahabin olan mü’minlerlere de ki: "Ben, size getirdiğim söylere karşı sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak akrabalarınızı sevmeninizi istiyorum," Taberi diyor ki: "Suddi, Ebû Deylemin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Hazret-i Hüseyinin oğlu Ali esir olarak getirilip Şam'ın merdivenlerinde durdurulduğu zaman Şamlılardan bir kişi ayağa kalkıp şöyle dedi: "Sizi öldüren, kökünüzü kurutan ve fitnenin boynuzlanın kıran Allah’a hamdolsun, "Bunun üzerine Hz .Hüseyin oğlu Ali o adama: " Sen hiç Kur'an okudun mu? " dedi. Adam da "Evet" dedi. Hazret-i Hüseyinin oğlu Ali: "Sen Âl-İ Hâ Mîm'i (Şûra suresini) okudun mu?" dedi. Adam: "Ben Kur’an’ı okudum fakat âl-i Hâ Mîm'i okumadım. " dedi. Hazret-i Hüseyinin oğlu Ali: "Sen; Ben sizden buna karşı hiçbir mükafaat istemiyorum. Ben sizden sadece yakınlara sevgi istyorum. "âyetini okumadın mı?" dedi. Adam: "O yakınlar sizler misiniz?" dedi. Hazret-i Hüseyin'in oğlu Ali de: "Evet biziz." dedi. Arar b. Şuayb da bu âyet-i kerime’yi bu şekilde izah etmiştir. 24Yoksa kâfirler: "Muhammed Allah’a karşı yalan uydurdu." mu diyorlar? Ey Rasûlüm, eğer Allah dileseydi senin kalbini mühürlerdi. Allah, bâtılı silip mahveder. Sözleriyle de hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz o, kalblerin özünü çok iyi bilendir. Ey Rasûlüm, yoksa müşrikler: "Muhammed, Allah’a karşı yalan uydurdu, bize okuyup durduğu bu kitabı kendisi yazdı." mı diyorlar? Ey Rasûlüm, eğer Allah dilerse senin kalbini mühürleyerek bu Kur’an’ı sana unutturur. Allah, bâtılı silip götürür ve sana indinniş olduğu kelimeleriyle hakkı yerleştirir. Allah, yaratıkların kalbinde olanı çok iyi bilendir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de: "Kur’an’ı Muhammed uydurdu." diyen kâfirlere cevap veriyor ve şâyet Hazret-i Muhammed böyle bir teşebbüste bulunmuş olsaydı ona engel olacağını beyan ediyor. 25Kullarının tevbelerini kabul eden, günahlarını affeden ve yaptıklarınızı bilen O'dur. Kullanıl İnkârından sonra onu birlemelerini ve ona itaat etmeye dönmelerini kabul eden ve işlenilen günahlardan tevbe edildiği takdirde onları cezalandırmaktan vazgeçen Allah’tır. O, sizlerin ne yaptığınızı bilir. Herkese amelinin karşılığını verecektir. O halde, sizi ceza almaya sürükleyecek amelleri işlemekten kaçının ve Allah’tan korkun. Hammad b. el-Hâris diyor ki: "Biz bu âyetin manasını sormak için Abdullah b. Mes'ud'a gittik. Onun yanında: "Bir erkek bir kadınla gayri meşru bir ilişki kurar da sonra da o kadınla evlenecek olursa durumu nedir?" diye soran insanları gördük. Abdullah b. Mes'ud onlara: "Kullarının tövbelerini kabul eden, günahlarını affeden ve yaptıklarını bilen O'dur." âyetini okudu. 26O, iman edip salih ameller işleyenlerin dualarını kabul eder. Ve lütfundan onlara (İstediklerinden) daha fazlasını verir. Kâfirler için de şiddetli bir azap vardır. *Bu âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir: Bunlardan birisi mealde zikredildiği gibidir. Taberi bu izah şeklini kabul etmiş ve âyeti şöyle açıklamıştır: Allah, kendisine ve peygamberine iman eden, emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak salih amel işleyen mü’minlerin, bizzat kendileri için ve mü’min kardeşleri için yapmış oldukları dualarını kabul eder ve onlara bir lütuf olarak, dua sırasında istemedikleri şeyleri de fazladan verir. Kâfirler için ise, inkârlarına karşılık kıyamet gününde şiddetli bir azap vardır. Muaz b. Cebel de bu âyeti bu şekilde izah etmiştir. Seleme b. Sebre diyor ki: "Muaz Şam'da bize bir hube okudu ve şöyle dedi: "Ey Mü’minler, sizler iman edenlersiniz ve cennet ehlisiniz. Allah’a yemin olsun ki ben sizlerin, Fars ve Rumlardan aldığınız köle ve cariyelerin de cennete gireceğini ümit ediyorum. Zira onlardan biri size bir iş gördüğünde siz ona: "Allah sana rahmet ihsan eylesin iyi iş yaptın." dersiniz ve onlara dua edersiniz." Sonra Muaz: "Allah, iman edip salih amel işleyenlerin dualarını kabul eder ve lütfundan onların sevaplarım artırır. Kâfirler için de şiddetli bir azap vardır." âyetini okudu. Âyette zikredilen: "Allah onlara (istediklerinden) daha fazlasını verir." ifadesinden maksat, "Allah onlara dualarında istemedikleri şeyleri de verir." demektir. İbrahim en-Nehafye göre de: "Allah onlara (istediklerinden) daha fazlasını verir." ifadesinden maksat: "Allah onların mü’min kardeşlerine şefaatçi olmalarını kabul ettiği gibi, şefaatçi oldukları kimselerin kardeşlerim de affeder." demektir. Âyet-i kerime’nin ikinci izah tarzı ise şöyledir: "İman edip salih amel işleyenler, rablerinin, kendilerini iman ve itaate davetini kabul ederler. Allah da onlara lütfundan fazlasıyla mükafaat verir." şeklindedir. 27Eğer Allah, kullarına rızkı bolca vermiş olsaydı yeryüzünde azgınlık çakırırlardı. Fakat o, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz o, kullarından haberdardır ve çok iyi görendir. Katade bu âyet-i kerime’yi izah ederken bu hususta şöyle dendiğini rivâyet etmiştir: "Rızkın hayırlısı seni azdırmayan ve seni meşgul etmeyendir." Ebû Said el-Hudrî diyor ki: "Birgün Resûlüllah minberde ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: "Ben, benden sonra sizin için, yeryüzünün bereketlerinin sizlere nasibolmasından korkuyorum." Resûlüllah sonra dünyanın güzelliklerini birer birer zikretti.,Bunun üzerine bir adam ayağa kalktı ve: "Ey Allah'ın Resulü, hayır şer meydana getirir mi? (Yani yeryüzünün bereketleri şerre sebep olur mu?) dedi. Resûlüllah sustu. Biz "Ona vahiy geliyor." dedik. Diğer insanlar da sanki başlarının üzerinde kuşlar varmışçasına başlarım yere eğip sustular. Sonra Resûlüllah yüzünden akan terleri sildi ve şöyle buyurdu: "Biraz evvel soru soran nerede? Bu dünya malı hayır mıdır? Bu hayır mıdır? Bu hayır mıdır? Elbette ki gerçek hayır, hayırdan başka birşey getirmez. İlkbaharda biten otların tümü, onları yiyen hayvanları şişkinlikten patlatır veya patlayacak hale getirir. Buradaki ifade, dünya malına aşırı şekilde düşkün olan ve onu, haksız yollardan elde etmeye çatışan aç gözlülere bir misaldir. İlkbaharda bilen bazı otları yiyen hayvanlar nasıl şişerek patlar veya patlayacak hale gelirse, dünya malını helal olmayan yollardan biriktiren ve onları layık olan yerlere harcamayanlar da bu malları yüzünden, kendilerini âhiretle cehenneme sokmuş olurlar. Dünyada ise insanların çeşitli eziyetlerine maruz kalırlar Bu tür insanlar başkaları taralından kıskanılır, malları gaspedilir ve çeşitli işkencelere uğrarlar Ancak olgunlaşmış otlan yiyen hayvanlar müstesnadır. Bunlan yiyen bir hayvanın iki yanı (işkembesi) dolduğunda güneşe doğru yatar ve ishal şeklinde dışkınsını çikanr, idrannı yapar ve geviş getirir. Sonra dönüp tekrar otlar. I Iadis-i şerifin bu kısmında da dünya malı hususunda kanaatkar olana misal getirilmiştir. Ye-lişkîn otlan yiyen hayvanlar nasıl normal olarak onların posalarını dışarı atar ve geviş getirerek onu sindirirse, dünya malını, alnının teriyle helal yoklan kazanan ve inallarında Allah’ın hakkını gözetenler de, kazanmış oldukları mallarından dolayı herhangi bir sıkıntı çekmezler. Bilakis, hayvanların otlardan beslendiği gibi onlar da bu mallardan sevap ve mükafaat kazanırlar. Şüphesiz ki dünya malı yeşildir, tatlıdır. Bu mal, müslüman olan sahibi için ne güzeldir. O, bu malı helal yoldan kazanır. Onu Allah yolunda yetimlere ve yoksullara harcar. Kim de malını helal yoldan kazanmazsa işte o, hiç doymadan yiyen kimse gibidir. Bu malı, kıyamet gününde onun aleyhine şahitlik edecektir. Buhari, K.el-Cihad, bab: 37 /Müslim, K.ez-Zekât, bab: 121-123, Hadis no: 1052 28İnsanlar, ümitlerini kestikten sonra yağmur indiren ve rahmetini yayan O'dur. O, dosttur, övülmeye layıktır. İnsanlar, kuraklık zamanında yağmurun yağmasından ümitlerini kestikleri bir zamanda, gökten yağmuru indiren ve bu rahmetini her yere yayan Allah’tır. Size lütuf ve ihsanda veliniz O'dur. Size olan nimetlerinden dolayı övülmeye layık olan da O'dur. Katade diyor ki: "Bize anlatıldığına göre bir adam, Ömer b. el-Hattab'a gelmiş ve ona: "Ey mü’minlerin emiri, yağmur yağmaz oldu, insanlar ümitsizliğe kapıldı." demiştir. Ömer (radıyallahü anh) da ona şu cevabı vermiştir: "İşte şimdi size yağmur yağdırılır." Sonra da bu âyeti okumuştur. "İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmur indiren ve rahmetini yayan O'dur." 29Gökleri ve yeri yaratması ve oralarda da canlıları yayması, onun varlığını gösteren delillerindendir. O, dilediği zaman onları bir araya toplamaya kadirdir. Ey insanlar, Allah'ın, gökleri ve yeri yaratması, oralarda insanlar ve melekler gibi canlıları yayması, sizleri, öldükten sonra diriltmeye kadir olduğunu gösteren delillerindendir. Allah, göklerde ve yerde yaydığı canlıları, kıyamet gününde tekrar bir araya toplamaya kadirdir. 30Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. O, işlenenlerin bir çoğunu da affeder. Ey insanlar, dünyada iken, canınıza, ailenize ve malınıza gelen herhangi bir musibet, rabbinize karşı işlemiş olduğunz günahlar yüzündendir. O, rabbinizin size vermiş olduğu bir cezadir. Aslında rabbiniz, sizin işlediğiniz suçların bir çoğunu cezalandırmaktan da vazgeçer. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Resullulah: Müslümana isabet eden hiçbir musibet yoktur ki Allah onunla müslümanin bir günahını affetmiş olmasın. Hatta ona bir diken dahi batsa. (O da bir günahının affına sebeptir) Buhari, K.el-Mardfı, lxtb: Ebû Said el-Hudrî ve Ebû Hureyre (radıyallahü anh) Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu söylemişlerdir: "Müslümana isabet eden herhangi bir yorgunluk, acı, üzüntü, eziyet ve gam yoktur ki Allah bununla onun hatalarından birini affetmiş olmasın. Hatta ona batan bir diken dahi olsa. Buhari, K.el-Marda, bab: 1/ Müslim, K.el-Birr, bab: 52, Hadis no: 2573 Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) buyuruyor ki: "Kulun günahları çok olup ta onları affetriecek kadar ameli olmazsa Allah, o kulun günahlarını affetmek için onu üzüntüye düşürür ve bu yolla onun günahlarım affeder. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.6, S,157. Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerime’yi açıklarken şöyle demiştir: "Mü’minlere, işledikleri günahlarının cezası dünyada iken verilir ve onlar bu günahlarından dolayı âhirette hesaba çekilmezler. Hasan-ı Basrî ise bu Âyeti şöyle izah etmiştir: "Sizin, dünyada iken işlemiş olduğunuz günahların bazılarına karşı ceza konulmuştur. Diğer birçoğunun ise dünyada cezası konulmamıştır." 31Siz, yeryüzünde hiçbir zaman Allah’ı âciz bırakamazsınız. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır. Ey insanlar, işlemiş olduğunuz günahlardan dolayı, rabbinizin sizi cezalandırmayı istemesi halinde siz onu âciz bırakarak elinden asla kurtulamazsınız. Siz nerede bulunursanız bulunun onun saltanatı ve tasarrufu altındasınız. Sizin, Allah’a karşı sizi savunacak, Allah'ın dışında herhangi bir dostunuz yoktur. O sizi cezalandırmak istediğinde de ona karşı size yardım edecek hiçbir yardımcınız yoktur. O halde ey insanlar, ona karşı gelmekten kaçının, emirlerini tutun ve yasaklarından uzak durun. 32Denizde akıp giden dağlar gibi gemiler de onun kudretinin delillerindendir. 33Eğer o dilerse rüzgarı keser de, rüzgarla seyreden gemiler suyun üzerinde kalıverir. Şüphesiz ki bunda, her sabreden ve şükreden için nice deliller vardır. 34Yahut Allah, gernidekilerin işledikleri günahlar yüzünden gemileri yok eder. O, daha birçoğunu da affeder. 35Hem de âyetlerimiz hakkında münakaşa edenler, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler. Ey insanlar, denizlerde akıp giden dağlar gibi gemiler, Allah'ın, dilediğini yapmaya kadir olduğunu gösteren delillerindendir. Eğer Allah, bu gemilerin yürümemelerini dileyecek olsa, rüzgarları keser de onlarla yürüyen gemiler oldukları yerde durup kalırlar. Şüphesiz ki bu gemilerin denizlerde seyretmelerinde, Allah’a itaatte sabreden ye Allah'ın nimetlerine karşı şükreden her insan için delil ve ibretler vardır. Veya Allah dileyecek olsa, gemilerin taşıdakları insanların günahları yüzünden o gemileri batırarak yok eder. Böylece onların yürüdüklerini göremez olursunuz.. Fakat Allah bunu yapmaz. Zira o, işlediğiniz günahların çoğunu affeder. Allah dilerse, gemilerin içinde bulunanların günahlarından dolayı o gemileri helak eder ki onlar cezalandırmış olsun ve âyetlerimiz hakkında Muhammed ile tartışanlar, bizim cezalandırmamızdan kurtulmak için herhangi bir çareleri olmadığını bilsinler. 36Bak. Âyet 39. 37Bak. Âyet 39. 38Bak. Âyet 39. 39Size verilen herşey, dünya hayatının geçimliğinden başka birşey değildir. İman edip rablerine güvenenler, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan sakınanlar, öfkelendikleri zaman affedenler, rablerinin davetine uyanlar, namazlarını dosdoğru kılanlar, işlerini aralarında müşavere ile yürütenler, kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda infak edenler ve zulme uğradıkları zaman yardımlaşarak karşı koyanlar için Allah nezdindeki nimetler ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Ey insanlar, size dünyada verilen mal ve evlat gibi şeyler ancak dünya hayatının geçimlikleridir. Siz bunlardan ancak dünyada faydalanırsınız. Âhiret yurdunda bunların size herhangi bir faydası yoktur. Allah'ın katında bulunan ve kendisine iman edip itaat edenlere verileceği vaadedilen nimetler ise dünyada size verilenlerden daha hayırlı ve daha devamlıdır. Allah katındaki bu nimetler, iman edenlere, işlerinde rablerine tevekkül edenlere, Allah’a ortak koşmak gibi büyük günahlardan ve zina etmek gibi hayasızlıklardan kaçınanlara, kendilerini öfkelendiren mü’min kardeşlerini affedenlere, rablerinin, kendilerini tevhid inancına davetini kabul edenlere, kendilerine farz kılınan namazları gereği gibi kılanlara, işlerini aralarında istişare ederek yürütenlere, kendilerine verdiğimiz rızalardan Allah yolunda harcaya ve zekat gibi mali borçlarını ödeyenlere ve kendilerine yapılan zulme karşı koyanlara verilecektir. Âyet-i kerime’nin son bölümünde, uğradıkları zulme karşı koyanlar övülmektedir. Zira zalime haddini bildirip onu cezai andı mı ak, onun yaptığı zulme engel olarak onu düzeltmek demektir. Bu ise övgüye değer bir davranıştır. 40Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. Kim kendine yapılan kötülüğü affedip barışırsa onun mükafaatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez. Kötülük yapanın cezası, Allah'ın, o kötülük için bildirdiği cezayı aynen uygulamaktır. Zira Allah'ın takdir ettiği ceza o kötülüğe denktir. Kim de cezalandırmaya kadir olduğu halde, Allah rızası için, kötülük yapanı affeder ve arayı düzeltirse onun mükafaatı Allah’a aittir. Zira kötülük yapana aynen mukabele etmek, adaleti yerine getirmektir. Cezalandımıaya gücü yettiği halde affetmek ise bir lütuftur. Bu itibarla daha makbul bir davranıştır. Şüphesiz ki Allah, kötülüğü başlatan zalimleri sevmez. Ebû Necin ve Süddî, "Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür." ifadesini şu şekilde izah etmişlerdir: "Kendisine sövülen kimse, söven kişiye aynen mukabele edebilir. Aleyhine beddua eden kimseye aynen beddua edebilir." İbn-i Zeyd, bu âyet-i kerime’nin, müşrikleri kasdettiğini ve cihad etmeyi emreden âyetlerle neshedildiğini, bu itibarla kâfirlerin yaptıkları kötülüklerden dolayı affedilmeyeceklerini söylemiş ancak Taberî, âyetin genel manada alınmasını ve neshine dair kesin bir delil de bulunmadığından, âyetin "Muhkem" olduğunu söyleyenlerin daha isabetli olacaklarını beyan etmiştir. 41Kim de zulme uğradıktan sonra hakkını alacak olursa işte onlar için bir kınama ve cezalandırma yoktur. Âyet-i kerime, haksızlığa uğrayan kişinin, hakkını bizzat kendi eliyle aldığı takdirde cezalandırılmayacağını ve bundan dolayı suçlanamayacağını beyan etmektedir. Müfessirler bu âyet-i kerime’nin izahında şunları söylemişlerdir: İbn-i Zeyd bu âyet-i kerime’nin, müşrikleri kasdettiğini, mü’minlerin birbirlerine karşı ihkak-ı hak'da bulunmalarının ise neshedildiğini, yani, haksızlığa uğrayan bir mü’minin, kendisine haksızlık yapan müşrikten, hakkını bizzat kendisi alabileceği halde, kendisine haksızlık yapan bir mü’minden hakkını bizzat alamayacağını, ancak hakim kararıyla alabileceğini söylemiştir. Ali b. Zeyd b. Ced'an ise, haksızlığa uğrayan bir mü’minin, hakkını bizzat alabileceğini, haksızlık yapanın müslüman veya kâfir olmasının farketmeyeceğini söylemiştir. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve âyet-i kerime’nin mensuh olmadığını söylemiştir. Katade ise bu âyet-i kerime’nin, insanlar arasında cereyan eden kısaslarda geçerli olduğunu, buna mukabii zulmeden kişiye aynen zulmetmenin helal olmayacağını söylemiştir. 42Kınama ve cezalandırma, ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere bozgunculuk çıkaranlar içindir. İşte bunlar için can yakıcı bir azap vardır. Ey insanlar, hakkınızı bizzat almanızın yolu, insanlara zulmeden ve Allah’ın koymuş olduğu sınırları aşan kimselere karşı açıktır. Bu tür insanlara kıyamet gününde, cehennemde can yakıcı bir azap vardır. 43Kim sabredip affederse, şüphesiz ki bu, mutlaka azmedilen işlerdendir. Kim, kendine kötülük yapana karşı sabreder ve onun kusurunu affedip gücü yettiği halde ondan, Allah rızası için intikam almaktan vzageçerse, onun bu davranışı, işlerin azimetli olanlarındandır. Yani, karşılığında bol sevap verilen ve övgüye iayık olan işlerdendir. 44Allah kimi saptırırsa, artık onun, Allah’tan başka, kendisini doğru yola getirecek bir dostu yoktur. Ey Rasûlüm, zalimlerin, âhirette azabı görünce: "Dünyaya geri dönmek için bir yol yok mu?" dediklerini görürsün. Allah, samimi kullarını, intikam almaktan vazgeçip affetme gibi işler yapmaya davet etmiş ve bunları yapmalarını istemiştir. Allah kimi de doğru yoldan saptırır ve onu yardımsız bırakacak olursa onun için, Allah’tan başka, doğru yolu gösterecek hiçbir dost yoktur. Ey Rasûlüm, sen, kıyamet gününde, Allah’ın azabını bizzat gözleriyle görünce, kendilerine zulmeden kâfirlerin, Allah’a şunları söylediklerini göreceksin. "Dünyaya dönmek için herhangi bir yol yok mu?" Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyuruîmaktadır: "Suçluların, rablerinin huzurunda başlanın eğerek "Rabbimiz, gördük, işittik. Bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller işleyelim. Artık kesin olarak iman ettik." dediklerini bir görsen. Seule Sûresi, Âyet: 32. 45Göz ucuyla gizli gizli bakarak, zilletten boyunları eğilmiş bir halde ateşe sunulduklarını görürsün. Mü’minler de şöyle derler: "Gerçek hüsranda olanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana uğratanlardır." İyi bilinmelidir ki, zalimler, şüphesiz devamlı bir azap içindedirler. Ey Rasûlüm, sen, zalimlerin, zilleten dolayı boyun eğerek ve acizlikten dolayı göz ucuyla bakarak cehennem azabına arzedildiklerini görürsün. İman edenler ise, kıyamet gününde bunlar için şöyle diyeceklerdir. "Gerçekten zarar edenler, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini zarara uğratanlar ve cenneti kaybedenlerdir." İyi bilin ki kıyamet gününde kâfirler, devamlı olan cehennem azabı içinde bulunacaklardır. Âyet-i kerime’de zikredilen "Gizli gizli göz ucuyla bakına" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas ve Mücahid'e göre, zilletten dolayı göz ucuyla bakmaktır. Yani Kâfirler âhirette zelil bakışlarla bakacaklardır. Taberi de âyet-i kerime’yi bu şekilde izah etmiş, kâfirlerin, perişanlıktan dolayı gözlerinin adeta içeriye çekilmiş olacağım söylemiştir. Katade ve Süddî'ye göre ise bundan maksat, göz hırsızlığı yapmalarıdır. Yani, zalimler ceheneme gösterildikleri zaman, korkularından dolayı cehenneme doğrudan açıkça bakamayacaklar ve başkalarına hissettirmeyecek bir şekilde bakacaklardır. Diğer bazı âlimlere göre ise: "Gizli gizli göz ucuyla bakmak"tan maksat, cehennemi kalbleriyle hissetmeleridir. Zira onlar, gözleri kör olarak haşredileceklerdir. 46Onların, Allah’tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah'ın saptırdığı kimse için de hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Allah, kıyamet gününde bu kafirlere azap ettiği zaman onların, kendilerini Allah'ın azabından kurtarıp yardım edecek herhangi bir dostlan olamaycaktır. Allah, kimi hak yola ulaşmaya muvaffak kılmazsa o kişinin hak yola ulaşması için hiçbir çaresi yoktur. 47Allah tarafından gelecek olan ve kimsenin de karış çıkamayacağı o gün gelmeden önce, rabbinizin davetine uyun. O gün ne bir sığınacak yeriniz ne de İnkâra çareniz olacaktır. Ey insanlar , Allah tarafından gönderilecek ve onun dışında kimsenin reddedemeyeceği kıyamet günüü gelmeden önce rabbinizin davetçilerinin davetini kabul edin. Ona iman edip onun getirdiklerine uyun. Sizin için o günde, kaçıp sığıacağınız hiç bir sığınak yoktur ve Allah'ın size vereceği cezaya karşı çıkacak hiçbir gücünüz olmayacaktır. Bu hususta hiçbir yardımcınız da bulunmayacaktır. 48Ey Rasûlüm, eğer onlar yüz çevirirlerse, biz seni onlar için koruyucu göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğ etmektir. Biz, insana, nezdimizden bir ramet tattırdığımız zinan hemen onunla sevinip şımarır. Şâyet elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet gelirse şüphesiz insan çok nankördür. Ey Rasûlüm, şâyet o müşrikler, senin getirdiğin haktan ve davet ettiğin mükemmel dinden yüz çevirir ve seni dinleyecek olurlarsa, sen onları kendi başlarına bırak. Zira biz seni, onan denetleyici olarak göndermedik ki yaptıkları amelleri sayıp hesaplayâsın. Sana düşen ancak, gönderdiğimiz şeyleri onlara tebliğ etmendir. Sen, tebliğini yapınca vazifeni ifa etmiş olursun. Biz, insanoğluna, tarafımızdan zenginlik gibi nimetleri tattırınca o, verdiğimiz zenginlik ve bolluk gibi nimetler karşısında sevinir. Şâyet insanlara işledikleri günahların cezası olarak fakirlik, kıtlık gibi bir kötülük dokunacak olursa, Allah'ın kendisine verdiği nimetleri unutur ve hayırın kendisine ulaşacağından ümidini keser. Zira insan rabbinin nimetlerine karşı pek nankördür. Halbuki mü’min, kendisine verilen nimetlere karşı rabbine şükretmeli ve başına gelen feleketlere karşı da sabretmelidir. Süheyb b. Sinan, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Şaşarım mü’minin haline, onun her hali hayırdır. Bu hal, mü’minden başka hiçbir kimsede yoktur. Ona sevindirecek bir şey isabet ettiğinde şükreder. Bu da onun için hayırdır. Ona bir zarar geldiğinde ise sabreder. Bu da onun için hayırdır. Müslim, K.ez-Zühd, bab: 64, Hadis No: 2999/Ahmed b. Hanbel, Müsned,C.4S.32,33,C..6S. 16 49Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları hediye eder dilediğine de erkek çocukları bahşeder. 50Yahut onları erkekli dişili, çift çift verir. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz o herşeyı çok iyi bilendir, herşeye kadirdir. Göklerin ve yerin mülkü ve hükümranlığı Allah’a aittir. O, mülkünde dilediğini yapar ve istediğini yaratır. Yaratıklarından dilediğine sadece kız çocukları bahşeder yahut da hem erkek hem de kız çocuğu verir .Dilediği kimseyi ise kısır yaratır, kendisine çocuk vermez. O, ne yaptığını çok iyi bilendir ve herşeye gücü yetendir. Âyet-i kerime, evlat sahibi olma bakımından insanların dört kısma ayrıldığını beyan etmektedir. Bazılarının sadece kız çocuğu, bazılarının sadece erkek çocuğu, bazılarının da hem kız hem erkek çocuğu olur. Bazılarının ise hiç çocuğu olmaz. Bu, tamamen Allah'ın iradesine bağlıdır. Kulların, bu hususta herhangi bir fonksiyonlun yoktur. Bu çocuklar, Allah tarafından tamamen bir hibeder. 51Allah, bir insanla ancak vahiyle veya perde arkasından konuşur. Yuhut bir elçi gönderir de, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz o, yüceler yücesidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah bir insanla ancak ona vahiy göndererek, yani Peygamberlikte olduğu gibi kalbine doğdurmak sureliye konuşur. Veya Hazret-i Mûsa ile Sina dağında konuştuğu gibi arkasından konuşur. Yahut Cebrâil gibi bir meleği elçi olarak gönderir ve dilediği hükümleri Peygamberlerine vahyeder. Şüphesiz ki Allah, herşeyden yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Peygamberlerine vahyi üç şekilden biriyle gönderdiğini beyan ediyor. Bunlar da: Vahyin, vasıtasız bir şekilde Peygamberin kalbine doğması veya Allah'ın, Peygamberiyle perde arkasından konuşması yahut, melekle Peygamberine vahiy göndermesi şekilleridir. 52Ey Rasûlüm, böylece biz sana, emrimizle bir ruh (insanlar için bir hayat olan Kur’an’ı) variyettik. Sen önceleri, kitap nedir, iman nedir bilmezdir. Fakat biz onu bir nur kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi onunla hidâyete erdiririz. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu gösteriyorsun. 53O yol, göklerin ve yerin sahibi olan Allarım yoludur. İyi bilin ki bütün işler Allah’a döner. Âyet-i kerime’de, Resûlüllah’a gönderildiği beyan edilen "Ruh" tan maksat Hasan-ı Basrî'ye göre "Rahmet", Süddî'ye göre ise "Vahiy"dir. Diğer bazı âlimlere göre "Kur'an", bazılarına göre de "Cebrâil"dir. Mealde "Kur'an"dır diyen görüş tercih edilmiştir. |
﴾ 0 ﴿