ZUHRUF SÛRESİ

Zuhruf Sûresi, seksen dokuz âeyttir. 54. âyeti Medine'de, diğerleri Mekke'de nâzıl olmuştur. Bu Sûre-i celile: "Apaçık kitaba yemin olsun ki, şüphesiz biz onu, düşünüp anlayasınız diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik. Şüphesiz ki o, nezdimizdeki ana kitapta mevcuttur. Çok yücedir, hüküm ve hikmetlerle doludur. Zuhruf Sûresi, âyet: 1-4. âyetleriyle başlamakta ve devamla, haddi aşan bir kavmin karşı çıkmasıyla Kur’an’ı kerimin vahyinin durdurulamayacağı beyan edilmektedir.

Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)den önce de peygamberler gönderildiği ve hak yoldan çıkmış sapıkların, onlarla da alay ettikleri, şimdi Kur’an’la alay edenlerden daha kuvvetli olan kâfirlerin, alayları sebebiyle helak edildikleri beyan edilmektedir.

Sûre-i ceülede bundan sonra da şu hususlar beyan edilmektedir: Allah, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı, size orada yollar var etti. Gökten suyu belli bir ölçüde indirdi ve onunla ölü bir ülkeye hayat verdi. O, var ettiği mahlukatı, erkekli dişili yarattı..

Allah’a eş koşan müşriklerin, Allah’a çocuk isnad ettikleri, bu çocuklardan ktz olanların Allah'ın, erkek olanlarının da kendilerinin olduğunu iddia ettikleri beyan ediliyor ve kız çocuklarının doğduğu, kendilerine haber verilince öfkelendikleri beyan ediliyor.

Daha önce hangi ülkeye bir peygamber gönderildiyse o ülkenin varlıklı şımarık ileri gelenlerinin, peygamberlere karşı çıktıkları ve peygamberlerin tebliğ ettikleri esasları inkâr ettikleri ve sonunda da Allah'ın cezasına çarpıldıkları haber veriliyor.

Hazret-i İbrahimin, babasını ve kavmini, tapmakta oldukları putları bırakarak bir tek Allah’a ibadet etmeye davet ettiği beyan ediliyor.

Müşriklerin, peygamberliğin Hazret-i Muhammed'e değil de iki şehirin birinde bulunan bir büyük adama inmesini istediklerini, insanların tek bir ümmet halinde bulunmadığı, onlara dünyanın geçici nimetlerinin verildiği, Allah’ı anmaktan yüzçevirene, şeytanın musallat edileceği beyan edildikten sonra, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e buyuruluyorki: "Ey Rasûlüm, sen, sana vahyolunana sımsıkı sanl. Muhakkak ki sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Şüphesiz ki bu Kur'an, sana ve ümmetine bir öğüttür. Yakında hesaba çekileceksiniz. Zuhruf Sûresi, âyet: 43-44.

Sûre-i celilede bundan sonra, Hazret-i Mûsa'nın, Firavun ve kavmine peygamber olarak gönderildiği fakat onların,- başlangıçta Hazret-i Muas'nın mucizelerine güldükleri, ama başlarına çeşitli belalar gelince de Hazret-i Mûsa'ya yalvararak, rabbinden, bu belaları kaldırmasını talep etmesini istedikleri fakat azap kaldırılınca yine sözlerinden döndükleri, sonunda da ceza olarak suda boğulmak suretiyle helak edildikleri beyan ediliyor.

Bundan sonra Hazret-i İsa'nın kıssasına da kısaca temas ediliyor ve Hazret-i İsa'nın, kendisine peygamberlik verilen bir kuldan başka birşey olmadığı ve dolayısıyla Hıristiyanların iddia ettikleri gibi tanrının oğlu olamayacağı beyan ediliyor.

Sûre-i celilede bundan sonra, kıyametin ansızın geleceği haber veriliyor ve âhiret gününde müttakilere verilecek nimetler beyan ediliyor. Suçluların ise cehennem azabında ebedi olarak kalacakları ve azaplarının hiçbir zaman hafiflemeyeceği ve bu halleriyle onların, kendi kendilerine zulmetmiş oldukları haber veriliyor.

Sûre-i celilede bundan sonra daha birçok hususa temas ediliyor ve şu âyet-i kerime ile sona eriyor: "Ey Rasûlüm, sen onların kusurlarına bakma. "Selam" de. Yakında bileceklerdir. Zuhruf .Sûresi, âyet: 89.

Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Hâ, Mim.

Mukatta'a harfleri hakkında Bakara suresinin başında gerekli açıklamalar yapılmıştır.

2

Bak. Âyet 3.

3

Apaçık kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz onu, düşünüp anlayasınız diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

Muhammed'e indirdiğimiz ve hükümleri açık olan kitaba yemin olsun ki, biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ki sizler onun manalarını düşünüp öğüt alasınız. Ey Rasûlüm,'i yalanlayan Kureyş müşrikleri, şâyet biz onu, Arapça dışında bir lisanla indirecek olsaydık o zaman da "Biz Arabız onu nasıl anlayalım?" derdiniz.

4

Şüphesiz ki o, nezdimizdeki ana kitapta mevcuttur. Çok yücedir, hüküm ve hikmetlerle doludur.

Şüphesiz ki bu Kur'an, katımızdaki Levh-i Mahfuzda mevcuttur. Mertebesi yüksektir ve hikmetlerle doludur, sağlam bir kitaptır.

Bu âyet-i celile, Kur'an-ı kerimin, aslı Levh-i Mahfuzda bulunan kitaptan gönderildiğini, onun şanının yüce olduğunu ve onun, herhangi bir tutarsızlığı bulunmayan sağlam bir kitap olduğunu beyan etmektedir.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Ana kitap" ifadesinden maksat, "Levh-i Mahfuz" veya "Allahü teâlânın ezelî ilmi" yahut "Kur'an-ı Kerimin toplu halde bulunduğu yer." dir.

5

Siz, haddi aşan bir kavimsiniz diye size uyarıyı indirmekten vaz mı geçeceğiz?

Âyet-i kerime’de zikredilen "Uyan"dan maksat, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddî ve Ebû Salih'e göre "Azap"tır. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Buna göre âyetin izahı şöyledir: Ey müşrikler, sizler Allah'ın emrini tutmayarak, koyduğu sınırları aşan bir kavim olduğunuz halde, sizi başıboş bırakacağımızı ve cezalandırılmayacağınızı mı zannediyorsunuz?"

Katade'ye göre ise âyette zikredilen "Uyarı"dan maksat, "Kur'an-ı kerimdir." Buna göre âyetin izahı şöyledir: Siz, haddi aşan bir kavimsiniz diye size Kur’an’ı indirmekten vaz mı geçeceğiz? Yani, bir lütuf olarak Kur'an-ı Kerim indirilmiş ve böylece iman edecekler için zemin müsait hale getirilmiştir.

6

Biz, daha öncekilere de nice peygamberler gönderdik.

7

Onlara hiçbir peygamber gelmedi ki, onu alaya almış olmasınlar.

8

Biz, bunlardan daha kuvvetli olan o kâfirleri helak etmişizdir. Nitekim öncekilere dair nice misaller geçmiştir.

Ey Rasûlüm, senden önce geçmiş olan kavimlere, kendilerini hak yola davet eden hiçbir peygamber gelmedi ki onlar, kendilerine gönderilen o peygamberlerle alay etmiş olmasınlar. O halde sen de kavminin, seninle alay etmesine üzülme. Zira onlar, geçmişteki kâfir kavimlerin izlerini takibetmektedirler. Biz, peygamberlerle alay eden o kavimlerden daha beterlerini şiddetle cezalandırmış, ve onları helak etmişizdir. Onlar, kendilerine azabımız geldiğinde güç ve kuvvetleriyle kendilerini kurtaramamışlardır. Nitekim seninle alay eden bu müşrikler için ve senden önce peygamberlerini yalanlayan kavimler için, geçmiş ümmetlere ait çeşitli misaller zikredilmiştir.

Ey Rasûlüm, seni yalanlayan bu müşrikler, geçmiş ümmetlerin başlarına gelen felaketlerin, kendi başlarına da geleceğinden sakınsınlar.

9

Ey Rasûlüm, yemin olsun ki, onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, elbette "Herşeye galip olan ve herşeyi bilen Allah yarattı." diyeceklerdir.

Ey Rasûlüm, yemin olsun ki, kavminin müşriklerine "Yedi göğü ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, onlar şöyle diyeceklerdir: "Gökleri ve yeri, herşeye galip olan ve herşeyi bilen Allah yarattı." Böylece onlar, Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardır. Bununla beraber onlar, birtakım putlan Allah’a ortak koşarlar. İşte bu, çelişkinin ve tutarsızlığın ta kendisidir.

10

O, sizin için yeryüzünü bir beşik yaptı. Sizin için orada, doğru gidesîniz diye yollar var etti.

Herşeye galip olan ve herşeyi bilen Allah, yeryüzünü sizin için adeta bir döşek haline getirmiş ve dilediğiniz yere gidebilmeniz için size orada yollar yaratmıştır. Rızkınızı aramanız için o yollardan gider gelirsiniz.

11

O, gökten suyu belli bir ölçüde indirdi. Biz, gökten indirdiğimiz su ile ölü bir ülkeye hayat verdik. İşte siz de kabirlerinizden böyle diriltilip çıkarılacaksınız.

Allah, gökten, sizin ihtiyacınız olduğu kadar su indirdi. O, ne Nuh'un tufanı gibi bol yağmur yağdırıp sizi boğdu ne de az yağmur verip sizi kıtlığa düşürdü.

Evet, biz, yağmurla, adeta ölmüş olan bir beldeye hayat veririz. Onun bitkilerini yerden bitiririz. Ey insanlar, sizler de ölüp toprak, olduktan sonra tekrar diriltilip kabirlerinizden bu bitkiler gibi çıkarılacaksınız.

12

O, (erkekli dişili) bütün çiftleri yarattı ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar verdi.

Allah sizin için çiftleri yarattı. Erkekleri dişilere, dişileri de erkeklere eş yaptı. Böylece herşeyin çoğalmasını gerçekleştirdi. Sinmeniz için de denizde gemileri, karada hayvanları yarattı.

13

Bak. Âyet 14.

14

Bu, onların üzerinde durabilmeniz, durduktan sonra da rabbinizin nimetini hatırlamanız ve "Bunları hizmetinize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Mutlaka yine rabbimize döneceğiz." demeniz içindir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, bineklere binerken nasıl dua edeceğimizi bizlere öğretmektedir. Abdulah b. Ömer diyor ki:

"Resûlüllah bir yolculuğa çıkarken, devesinin üzerine oturup tam yerleşince üç kere tekbir getirip sonra şu Âyeti okurdu: "Bunları hizmetimize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Mutlaka yine rabbimize döneceğiz. Sonra şöyle dua ederdi: Allah’ım, bu yolculuğumuzda senden iyilik ve takva isteriz. Amellerimizden razı olacağını dileriz. Allah’ım, bu yolculuğumuzu bize kolaylaştır. Onun uzaklığım dileriz. Allah’ım, bu yolculuğumuzu bize kolaylaştır. Onun uzaklığını bize yakın kıl. Allah’ım, yolculukta arkadaş sen, geride kalan aileye bakan yine sensin. Allah’ım, yolculuğun meşakatlerinden, manzarının kötülüğünden, mal ve ailemiz hakkında kötü dönüşten sana sığınırım."

Resûlüllah yolculuktan dönünce de bu duayı okur şunları da ilave ederdi. "Dönenleriz, tevbe edenleriz, kulluk edenleriz, rabbimize hamdedenleriz." Müslim, K. el-Hacc, bab: 425, Hadis No: 1342/Ebû Davud, K. el-Cihad bab: 72. Hadis No: 2599/Tirmizi, K. ed-Dua, bab: 45/46, Hadis No: 3447

Katade diyor ki: "Rabbiniz sizlere, gemiye bindiğinizde ne söyleyeceğinizi öğretiyor. Gemiye binerken şöyle dersiniz: "Onun yürümesi de durmaı da Allah'ın ismiyledir. Şüphesiz ki rabbim çok affeden ve çok merhamet edendir. Hud süresi, âyet: 41

Develere bindiğinizde de: "Bunları hizmetimize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Muhakkak yine rabbimize döneceğiz. " dersiniz. Gemi ve develelerden indiğinizde ise: "Rabbim, beni, hayırlı bir yere kondur. Sen, konuklayanların en hayirlısısın." Mü’minun sûresi, âyet: 20 dersiniz.

Hazret-i Hüseyin ise bu Âyetten önce şu duanın okunmasını ve ondan sonra da bu Âyetin okunmasını tavsiye etiştir. Ebû Miclez diyor ki:

"Ben hayvana bindim ve : "Bunları hizmetimize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa biz bunlara güç yeüremezdik. Mutlaka yine rabbimize döneceğiz, "Âyetini okudum. Ali b. ebi Talib (radıyallahü anh)'nın oğlu Haseyin (radıyallahü anh) dedi ki: "Sen böyle mi emrolundun?"dedim ki: "Nasıl diyeyim?" Deki ki: "Şöyle de: "Bizi İslama erdiren Allah’a humdolun. Bizi insanlık için ortaya çıkaran, ümmetlerin en hayırlısı kılan Allah’a hamdolsun." Sen, bu büyük nimetleri zikrettikten sonra "Bunları bizm himayemize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Mutlaka yine rabbimize döneceğiz." de.

15

Müşrikler, Allah'ın kullarından bazısını onun bir parçası sayarak ona çocuk isnad ettiler. Şüphesiz insan apaçık bir nankördür.

16

Yoksa Allah, yarattığı varlıklardan kızları kendisine aldı da size de oğulları mı seçip verdi?

17

Onlardan birine, rahman olan Allah’a isnad ettikleri bir kız evlat müjdelense, içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir.

Allah’a ortak koşanlar: "Melekler Allah'ın kızlarıdır. " diyerek Allah'ın kullarından bazılarını, onun bir parçası saydılar. Şüphesiz ki insan, rabbinin, kendisine vermiş olduğu nimetlere karşı açık bir şekilde ve çokça nankörlük edendir. Ey, meleklerin, Allah'ın kızları olduğunu iddia eden cahiller, rabbiniz, yarattıklarından kızları kendisi evlat edindi de sizin için erkek çocuklarını mı seçti? Halbuki sizden biriniz, rahman olan Allah’a isnad ettiğiniz bu sözle müjdelenecek olsanız, yani, size kızınız olduğu müjdelense, bundan dolayı içiniz öfkeyle dolar yüzünüz simsiyah kesilir. Kendinize yakıştıramadığınızı Allah’a nasıl yakıştırırsınız?

18

Süs ve zinet içinde büyütülmüş, mücadele gücünden yoksun olanı mi Allah’a isnad ediyorsunuz.

Âyette sıfatları belirtilen bu insanlardan kimlerin kastedildiği hakkında iki görüş zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Süddiye göre, ziynetler içiresin- , de büyütülen ve tartışmalarda deliller ileri sürmeyen bu insanlardan maksat, kadınları ve cariyelerdir, Zira bunlar, lehlerine delil zikrederken, aleyhlerine olacak delileri de karşı tarafa verebilirler. Müşrikler, oğulların kendilerine ait olduğunu, kızların ise Allah’a ait olduğunu iddia etmişler bu sebeple de Âyet-i kerime’nin kınamasına muhatap olmuşlardır. Taberi âyetin bu şekilde tefsirini tercih etmiştir.

İbni-i Zeyd'e göre ise âyette zikredilen, süs eşyaları içinde yetiştirilen ve mücadele gücü olmayan'dan maksat, Allah’a ortak konuşanların tapmış oldukları putlardır. Zira müşriker, altın ve gümüşten putlar yapar ve onlara taparlardı. Buna göre Âyetin manası şöyledir: "Süs eşyalarından yapılan ve hiçbir mücadele gücü olmayan putları mı Allah’a ortak koşuyorsunuz?"

19

Onlar, rahman olan Allah'ın kullan melekleri dişi saydılar. Onlar, meleklerin yaratılışını mı gördüler? Onların bu yalan şahitlikleri yazılacak ve kıyamet günü hesaba çekileceklerdir.

Müşrikler, rahman olan Allah'ın yarattığa ve kullan olan melekleri kızlar kabul edip Allah'ın çocukları olduklarını iddia etmeye kalktılar. Meleklerin dişi oldukarın iddia eden bu müşrikler onların yaratılışlarını mı gördüler de bu iddiada bulunuyorlar? Yoksa sadece bir iftirada mı bulunuyorlar? Müşriklerin bu tür yalancı şahitlikleri, melekler tarafında yazılacak ve onlar bu şahitliklerinden dolayı hesaba çekilecekler, kendilerinden, ispat etmeleri istenecektir. İşte o zaman halleri çok fena olacaktır.

20

Onlar: "Eğer rahman olan Allah dileseydi kendisine ortak koştuklarımıza ibadet etmezdik." derler. Onlar bunu söylerken hiçbir bilgiye dayanmıyorlar. Onar sadece yalan söylüyorlar.

Putlara tapanlar şöyle dediler: "Eğer rahman olag, Allah, bizim putlara tapmamamızı dileseydi biz onlara tapmazdik. O, bizim putlara tammıza rizı ki, tapmamıza engel olmuyor." onların, konuştukları sözler hakkında gerçek bir bilgileri yoktur. Onlar bu sözlerini sadece bir yalan ve tahmin olarak söylerler.

21

Yoksa onlara, Kur'andan önce bir kitap indirdik te ona mı sarılıyorlar?

Yoksa biz, "Şâyet rahman olan Allah bize izin vermeseydi biz bu putlara tapmazdik." diyen yalancılara, Kur'undan evvel bir kitap mı indirdik te onlar, kendilerine gelen bu özel kitaba bağlanıp kaldılar.? Ona dayanarak Kur’an’ın ve seni aleyhine konuşur oldular.? Elbette böyle bir şey olmamıştır.

22

Bilakis onlar: "Biz, atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izinde doğru yolda gidiyoruz. " dediler.

Biz onlara, Kur'andan önce bir kitap indirmedik. Fakat onlar atalarından kalan fasit örflerine bağlı kaldılar ve şöyle dediler: "Biz, atalarımızı, putlara tapma dini üzerinde bulduk. Bizler onların izlerinden gidiyor ve doğru yolda devam ediyoruz.

23

Böylece senden önce ne zaman bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka o ülkenin varlıklı şımarık kimseleri şöyle demişlerdir: " Biz, atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerini takibediyoruz."

Ey Rasûlüm, bu Kureyş müşrikleri ne yapıyorsa, bunlardan önce kendilerine Peygamber gönderilen kafir kavimler de aynı söyleri yapmış, bunların söyledikleri gibi sözler söylemişlerdir. Biz senden önce hiçbir ülke halkına, kendilerini azabımızla uyaran bir Peygamber göndermedik ki o ülkenin ileri gelen varlıklı kişileri, kendilerini uyaran Peygamberlere karşı gelmemiş olsunlar. Onlar, kendilerini uyaran Peygamberlere şöyle demişlerdir: "Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, Biz, onların izlerini takibetmekteyiz. onların yaptıklarını yapar, onların taptıklarına taparız."

24

Gönderilen uyarıcı onlara: "Ben size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" dedi. Onlar da; "Biz sizinle gönderilen şeyleri kesinlikle inkâr ediyoruz." dediler.

Bu Âyet-i kerime’nin birinci kelimesi iki şekilde okunmuştur: Bunlardan biri "Dedi" anlamına gelen (......) dir. Meal bu kıraat şekline göre hazırlanmıştır. İkinci kıraat şekli ise "De" anlamına gelen (......)dür, Taberi ve İbn-i Kesir Âyeti bu kıraat şekline göre izah etmişlerdir. Buna göre Âyetin manası şöyledir: Ey Rasûlüm, kavminin, "Biz atalanımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerini takibediyoruz." diyen müşriklerine şöyle de: "Ey Kavmim, ben sizlere, rabbiniz tarafından, atalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğru yola ileten bir din getirsem de yine böyle mi söyleyeceksiniz?" Peygamber onlara böyle deyince onlar da, geçmişte Peygamberlerini yalanlayan kavimler gibi: "Ey kavim, size gönderildiği iddia edilen şeyleri biz inkâr ediyoruz." demişlerdir.

25

Bunun üzerine biz de Peygamberlerini yalanlayanlara layık oldukları cezayı verdik. Yalanlayanların akibeti nasılmış bir bak.

Biz de rablerini inkâr eden kavimler içinden, Peygamberlerini yalanlayan kafirlere layık oldukları cezalarını vererek onlardan intikam aldık. Ey Rasûlüm, Allah'ın Âyetlerini yalanlayanların akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak. Biz, onları helak edip, kendilerinden sonra gelenlere ibret yaptık.

26

Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine şöyle demişti: " Ben, sizin tapmakta olduğunuz ilahlardan kesinlikle uzağım."

27

Ancak beni yaratana kulluk ederim. Zira o, beni hidâyete ulaştıracaktır.

Ey Rasûlüm, bir zaman İbrahim, babasına ve senin kavmin gibi Allah’a ortak koşan kavmine şöyle demişti: "Şüphesiz ki ben, sizin, Allah'ın dışında taptıklarınızdan beriyim Ancak beni yaratan müstesnadır. Ben ondan beri değilim. O, yakında beni hak elinde sabit kılacak ve doğru yola uymaya muvaffak kılacaktır.

28

İbrahim bu (Tevhid) kelimesini, kendisinden sonra gelecek olanlara, devamlı kalacak bir söz olarak bıraktı ki böylece hakka dönsünler.

İbrahim: "Lailahe illallah" "Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur." sözünü, kendisinden sonra gelen soyunda devam eden bir söz kıldı ki onlar, rablerine itaata ve ona ibadete dönmüş olsunlar. Kafirlikten vazgeçsinler ve günahlarından tevbe etsinler.

Hazret-i İbrahimin, kendisinden sonra gelenlere miras bıraktığı sözden maksat, Mücahide göre, Lailahe îllallah Katedeye göre "Eşhedü ellailahe İllallah" yani, Allah’ı birlemek ve ona karşı samimi olmaktır. İbn-i Zeyde göre ise "Geriden gelenlere bıraktığı miras"tan maksat, "İslam"dır. İbn-i Zeyd bu görünüşü te'yid den şu Âyetleri zikretmiştir: " Bir zaman rabbi ona 'İslam ol' dediğinde, İbrahim: Alemlerin rabbi olan Allah’a teslim oldum (Müslüman oldum) demişti: Bakara sûresi, Âyet : 131 Daha önce de bu Kur'anda sizi "Müslümanlar" diye isimlendirdim Hac sûresi, Âyet: 78

29

Doğrusu ben, bunları ve babalarını hak (Kur'an) ve gerçekleri açıklayan Peygamber gelinceye kadar yaşattım.

30

Kendilerine hak (Kur'an) gelince de onlar: "Bu bir sihirdir. Biz bunu inkâr ediyoruz." dediler.

Ey Rasûlüm, kavminin bu müşrikleri ve bunlardan önce gelen atalarını peşinen cezalandırmayıp, dünya hayatında yaşattık. Nihâyet onlara Kur'an gedi ve biz onlar, Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğini ispatlayan Peygamber gönderdik. Bu, bizden onlara bir lütuftu. Fakat onlara hak olan Kur'an ve Peygamber gelince "Bunun bize getrdiği şey bir büyüdür. Bu, onunla bizi büyülemek istiyor. Biz bunun, Allah katından olduğunu inkâr ediyoruz. " dediler.

31

Müşrikler: "Şu Kur'an, iki şehrin birinde bulunan bir büyük adama indirilseydi ya. " dediler.

Allah katından kendilerine Kur'an gelince onun bir büyü olduğunu iddia eden Kureyş müşrikleri şöyle dediler: "Bu Kur'an şâyet hak bir kitap ise şu iki şehirdeki büyük bir adama indirilseytli ya."

Müfessirler Âyette zikredilen iki şehirin Mekke ve Taif Şehirleri olduğunu söylemişlerdir. Bu şehirlerin herbirindeki büyük adamlardan kimin kasdedildiği hakkında ise farklı görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre bu iki kişi, Mekkeli Velid b. Muğire el- Mahzumi ile Taifli Haib b. Amr es Sakafi'dir.

Süddiye göre ise bunlar, Velid b. Muğire ve Kenane b. Abd b. amr es-Sakafi'dir.

Mücahide göre ise bunlar Mekkeli Utbe b. Rebia ve Taifli İbn-i Abd-i Yaleyl'dir.

32

Ey Rasûlüm, onlar, rabbinin rahmetini mi paylaştırıyorlar? Onların dünya hayatındaki geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerinden faydalansınlar diye, derece bakımından biz onların bazısını bazısına üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların dünyada topladıklarından daha hayırlıdır.

Ey Rasûlüm, "Bu Kur'an iki şehirin birinde bulunan bir büyük adama indirilseydi ya " diyen bu müşrikler mi Allah'ın rahmetini, yaratıkları arasında bölüştürecekler ve onun lütfunu diledikleri kimselere verecekler? Yoksa Allah mı dilediğine lütufta bulunup dilediğine birşey vermeyecektir? Biz nasıl ki dünya hayatındayden, birbirlerini istihdam etsinler diye onların aralarında rızıklarını paylaştırmışsak, lisansen aciz, bedenen zayıf olanları zengin kılıp, derdini güzel anlatan ve vücut bakımından da sağlam olanları fakir kılmışsak, rahmet ve lütuflarımızı da öylece dilediğimize veririz. Ey Rasûlüm, rabbinin, insanları cennete koyma gibi rahmeti, onların, dünyada iken biriktirdikleri her şeyden daha hayırlıdır.

33

Eğer insanlar tek bir (İnkârcı) ümmet haline gelmeyecek olsalardı, rahman olan Allah’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerine çıktıkları merdivenlerini,

34

Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslandıkları koltuklarını gümüşten yapardık.

35

Ayrıca onlara ziynetler verirdik. İşte bütün bunlar, dünya hayatının geçici malından başka bir şey değildir. Rabbinin mezdinde ahiret mükafaatı ise, müttakilerindir.

Şâyet insanlar, kendilerine mal verdiğimiz kâfirleri, sevdiğimiz kimseler kabul ederek İnkârcılıkta birleşip tek bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, rahman olan Allah’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinden yukarı çıktıkları merdivenlerini, evlerinin kapılarını ve üzerlerine yaslanarak oturdukları koltuklarını gümüşten yapardık ve onlara altın vb. nice süs eşyalan verirdik. Fakat bütün bunlar, dünya hayatının geçici metaından başka bir şey değildir. Rabbinin nezdinde âhiret yurdu ise, onun cezalandırmasından korkup ona titizlikle kulluk eden takva sahipleri için daha süslü ve daha değerlidir.

Burada geçen birinci âyetteki, "Eğer insanlar tek bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Hasan el-Basrî, Katade ve Süddî'ye göre, insanların, İnkârcılıkta birleşerek tek ümmet haline gelmeleridir. Yani, Allahü teâlâ, İnkârcıları dünyada zengin kılarsa diğer insanlar onlara özenerek İnkâra düşerler. Böylece İnkârcı tek bir ümmet haline gelmiş olurlar. İşte Allah bu sebeple bütün İnkârcıları zengin kılmaz. Yoksa onların bir kısmına mal vermesi, müşriklerin zannettikleri gibi onları sevdiğinden değildir.

İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifadeden maksat, "Şâyet insanlar âhireti bırakıp sadece dünyayı isteyen bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı." demektir. Yani, Allah dünyaya her düşkün olanı zengin kılacak olsaydı bütün insanlar, dünyayı âhirete tercih eden kimseler haline gelirlerdi.

Âyet-i kerime’de geçen "Ziynetler" kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade, Hasan-ı Basrî, Süddî ve Dehhak'a göre "Altın"dir, İbn-i Zeyd'e göre, bu insanların, evlerinde kullandıkları çeşitli eşyalarıdır.

Son âyet-i kerime’de "İşte bütün bunlar, dünya hayatının geçici malından başka bir şey değildir." buyurulmaktadır. Bu hususta peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyunnaktadır:

"Şâyet dünya, Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değer taşıyacak olsaydı Allah, dünyadan kâfire bir yudum su dahi içirtmezdi." Tirmizî, K.ez-Zühd, bab: İ3, Hadis no: 2320 / İbn-i M3ce, K.ez-Zühd, bab: 3, Hadis no: 4110.

36

Kim rahman olan Allah’ı anmaktan yüzçevirirsc, biz ona, bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan her zaman onun arkadaşıdır.

37

Şüphesiz ki bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyar.

Onlar dakendilerininhidâyetteolduğunu sanırlar.

38

Kıyamet günü bize geldiği zaman arkadaşı, şeytana "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü ar-kadaşmışsın." der.

39

(O gün onlara şöyle denecektir) "Bugünkü pişmanlık size hiç bir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz, zulmedenler oldunuz. Bu sebeple azapta ortaksınız."

Kim Allah'ı anmaktan yüzçevirir ve onun gazap ve azabından korkmayacak olursa, biz ona şeytanı musallat kılarız da şeytan ona devamlı vesvese veren bir arkadaş olur. Şüphesiz ki şeytanlar, Allah’ı anmaktan yüzçevirenleri hak yoldan ahkoyarlar. Allah’a iman etmeyi ve salih ameller işlemeyi onlara çirkin, sapıklığı ise süslü gösterirler. Allah'ın zikrinden uzak duranlar ise, kendilerini şeytanın kandinnasıyla doğru yolda olduklarını zannederler. Kıyamet günü, rahman olan Allah'ın zikrinden yüzçeviren, huzurumuza çıkınca da, dünyada iken kendisine devamlı arkadaş olan şeytana "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü bir arkadaşmışsm." der.

O gün, Allah onlara şöyle diyecektir: "Ey dünyada iken Allah’ı anmaktan yüzçevirenler, bugün hepinizin beraberce ateşte olmanız size hiçbir menfaat sağlamayacaktır. Zira herkes ateşten kendisi için ayrılan bölümde yanacaktır. Çünkü siz dünyada, iken, Allah’ı anmaktan uzak durarak kendinize zulmedenler oldunuz.

40

Ey Rasûlüm, sen, sağırlara mı duyuracaksın? Yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanı mı doğru yola getireceksin?

Ey Rasûlüm, Allah'ın Kur'anda zikrettiği delillerine karşı sağır olanlara sen mi işittireceksin? Veya kendisini şeytan kapladığı için gerçeklere karşı Allah'ın kör kıldığı kimseyi ve apaçık bir sapıklıkta bulunan kişiyi hidâyete sen mi erdireceksin? Bu senin işin değildir. Bu, yaratıklarının kalblerini dilediği yöne çevirme gücünde olan Allah’a aittir. Sana düşen sadece tebliğdir. Sen tebliğine devam et.

41

Bak. Âyet 42.

42

Seni onların içinden alıp götürsek (ruhunu alsak) bile biz, mutlaka onlara layık oldukları cezayı vereceğiz. Veya onlara vaadettiğimiz azabı (vefatından tince) sana göstereceğiz. Şüphesiz biz, onlara istediğimizi yapmaya kadiriz.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, bazı insanları tehdit etmektedir.. Bu insanlardan kimlerin kasdedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Hasan-ı Basrî ve Katade'ye göre bu insanlardan maksat, Hazret-i Muhammedin bütün ümmetidir. Allahü teâlâ, göndermiş olduğu her peygambere hayatta iken, kavminin hak yoldan sapanlarını nasıl helak ettiğini göstermiş fakat Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e bir lütuf olarak, hayatta iken ümmetini helak ettiğini göstermemiştir.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Yıldızlar, göklerin güvencesidir. Yıldızlar gidince vaadedilenler göklerin başına gelecektir. Ben de ashabımın güvencesiyim. Ben gidince onlara vaadedilenler başlarına gelecektir. Müslim, K.el-Fedail es-Sahabe, bab: 207, Hadis no: 2531 / Ahmed b. Hanbel, C.4, S.399.

Süddî'ye göre ise bu âyetlerde tehdit edilen insanlardan maksat, Kureyş müşrikleridir. Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e müşriklerden intikam alacağını bildirmektedir. Allahü teâlâ, Resûlüllah hayattayken müşrikleri ona mağlup düşürmüş ve intikamını göstermiştir. Taberi bu son görüşü tercih etmiş, bunlardan önceki âyetlerin müşrikler hakkında olmasını delil göstermiştir.

43

Ey Rasûlüm, sen, sana vahyolunana sımsıkı sarıl. Muhakkak ki sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.

44

Şüphesiz ki bu Kur'an, sana ve ümmetine bir şereftir. Yakında hesaba çekileceksiniz.

Ey Rasûlüm, rabbinin sana indirdiği bu Kur’an’ın, sana emrettiği hususlara sımsıkı sanl. Zira sen, dosdoğru bir yol olan İslam dini üzeresin. Ey Rasûlüm, şüphesiz ki sımsıkı sarılmanı emrettiğimiz bu Kur'an, senin için ve kavmin için bir şereftir. Yakında rabbin sana da onlara da Kur'an hakkında yaptıklarınızdan soracaktır. Onun emir ve yasaklarına uyup uymadığınızdan hesaba çekecektir.

45

Ey Rasûlüm, senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor, biz, rahman olan Allah’tan başka ibadet edilecek ilâhlar yapmış mıyız?

Âyet-i kerime’de, peygamberimize, kendisinden önce geçen peygamberlerden tevhid inancını sormasını isteniyor.

İbn-i Zeyd, bu soruyu İsra ve Miraç gecesinde, Resûlüllah’ın bütün peygamberlerin ruhlarına imamlık yaptığı sırada sormasının istendiğini fakat Resûlüllah’ın, Allah'ın kendisine bildirdiği şeylere kesin olarak inanmasından dolayı böyle bir soruyu sormadığını beyan etmiştir. Şu âyet-i kerime’de de durumun böyle olduğunu söylemiştir. "Ey Rasûlüm, eğer sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan, senden önce kitap okuyanlara sor. Şüphesiz ki sana, rabbin tarafından hak gelmiştir. O halde asla şüphe edenlerden olma Yunus sûresi, Âyet: 94

Çünkü Resûlüllah kendisine indirilenlerden ne şüphe etmiş ne de bu durumu peygamberlere ve ehl-i kitaba sormuştur.

Mücahid, Süddî, Katade ve Dehhak'a göre ise Allahü teâlâ bu âyette Resûlüllah’a ehl-i kitabın mümimlerine, tevhid inancını sormasını emretmiştir. Her ne kadar âyette peygamberlerden sorulması emredilmişse de peygamberler, Resûlüllah’ın döneminde hayatta olmadıklarından ve onlara gönderilen kitaplar, kendilerine inanan ehl-i kitabın elinde bulunduğundan, meselenin onlardan sorulması kasdedilmiştir. Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve şu âyetten de meselenin böyle anlaşıldığını söylemiştir. "Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Eğer, Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüz zaman onun hükmünü Allah’a ve peygambere havale edin. Bu, daha hayırlıdır. Ve netice bakımından daha güzeldir. Nis;i Sûresi, Âyet: 59.

Âyet-i kerime’de, hakkında anlaşmazlığa düştüğümüz meselenin hükmünün, Allah ve Resulüne havala edilmesi emredilmektedir. meselenin hükmü bizzat Allah’a ve Resulüne havale edilemeyeceğine göre burda meselenin, Allah'ın kitabı ve Resûlüllah’ın sünnetine havale edilmesinin emredildiği anlaşılmaktadır.

46

Şüphesiz biz Mûsa'yı mucizelerimizle Firavuna ve kavmine göndermiştik de, Mûsa: "Ben âlemlerin rabbi olan Allah'ın peygamberiyim." demişti.

47

Mûsa onlara mucizelerimizi getirince, hemen onlara güldüler.

Ey Rasûlüm, biz seni, kavminin müşriklerine peygamber olarak gönderdiğimiz gibi şüphesiz ki Mûsa'yı da Firavun ve topluluğuna, delillerimizle peygamber olarak gönderdik. Sen kavmine "Şüphesiz ki ben Allah'ın gönderdiği bir elçiyim." dediğin gibi Mûsa da onlara "Şüphesiz ki ben, âlemlerin rabbi olan Allah'ın elçisiyim." demişti. Senin kavmin, senin getirdiğin âyet ve mucizelere karşı seninle alay ettikleri gibi Mûsa da Firavun ve topluluğuna, davasının doğruluğunu gösteren delil ve mucizelerle gidince onlar, bunlara karşı güldüler. Bunlardan ibret almadılar.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Resûlüllahı teselli etmekte, ilk yalanlanan peygamberin kendisi olmadığını bildirmekte ve Resûlüllahı azimet sahibi olan peygamberler gibi, kâfirlerin eziyetlerine karşı sabretmeye davet etmektedir.

48

Firavun ve kavmine göstermekte olduğumuz her mucize mutlaka bir öncekinden daha büyüktü. İnkârlarından dönsünler diye başlarına türlü azaplar indirdik.

Bu âyette, Firavun ve topluluğuna, daha dünyada iken verildiği belirtilen cezalar Bu âyette zikredilmiştir: "Firavun kavmi Mûsa'ya "Bizi büyülemek için ne kadar mucize getirirsen getir sana inanacak değiliz." dediler." "Bunun üzerine onlara, açık mucizeler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular." A'raf Sûresi, 132-133.

49

(Başlarına azap inince) Mûsa'ya şöyle dediler: "Ey sihirbaz, rabbinin sana olan vaadine dayanarak, bizden azabı kaldırması için ona dua et. Şüphesiz ki biz, hakka dönüyoruz.

50

Biz, Mûsa'nın duası üzerine onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler.

Firavun ve topluluğuna azabımız gelince onlar, Mûsa'ya başvurarak şöyle dediler: "Ey sihirbaz, rabbinin, sana iman ettiğimiz takdirde bize olan azabını kaldıracağı vaadine binaen, bizim için ona yalvar da bizden bu azabı kaldırsın. Şüphesiz ki bizler, sana tabi olacak, senin getirdiklerini doğrulayacak, Allah’ı birleyecek ve doğru yolu göreceğiz. Biz onlardan azabı kaldırınca da verdikleri sözü derhal bozdular. Sapıklıklarında ısrar ettiler.

Firavun ve topluluğu, Hazret-i Mûsa'nın, Allah’a yalvararak, başlarına gelen azabı kaldırmasını isterken Mûsa'ya "Sihirbaz" diyehitab etmişlerdir. Bu, o gün için büyük bilginlere verilen bir unvan idi. Bu bir hakaret ifade etmiyordu. Bu itibarla Mûsa'dan, kendilerine gelen azabın kaldırılmasını istemelerinde samimi idiler. Yoksa onlar bu sözleriyle alay etmiş değillerdi. Çünkü o anda büyük bir sıkıntı içindeydiler. Bu husus diğer âyetlerde de şöyle ifade edilmektedir. "Üzerlerine azap inince şöyle dediler "Ey Mûsa, sana verdiği ahde binaen bizim için rabbine dua et. Eğer bu azabı bizden kaldınrsan yemin olsun ki, sana iman eder ve İsrailoğullarını seninle beraber göndeririz." "Ne zaman ki erişecekleri bir süreye kadar üzerlerinden azabı kaldırdık. Hemen yeminlerini bozdular. A'raf Sûresi, 134-135.

51

Firavun, kavmine seslenerek şöyle dedi: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve memleketimden akan şu nehirler benim değil mi görmüyor musunuz?"

Firavun, kavmi olan Kiptilere seslendi ve böbürlenerek onlara şöyle dedi: "Mısır topraklarının mülkü, bağ ve bahçelerinden akan şu ırmaklar bana ait değil mi, bunu görmüyor musunuz? Benim nasıl zengin ve hatip olduğumu, Mûsa'nın ise nasıl fakir ve konuşmaktan âciz olduğunu müşahade etmiyor musunuz?

Firavun, Allah'ın kendisine verdiği nimetlere karşı onu tanıyıp ona şükretmesi yerine o nimetleri kendisi için bir böbürlenme vasıtası edinmiş ve bunların kendisine, azabın artırılması için verildiğini anlamamıştır.

52

Yahut ben, hakir ve neredeyse meramını ifade edemeyecek olan şundan daha hayırlı değil miyim.

53

Ona altın bilezikler atılsa veya beraberinde melekler gelip onu destekleseler ya.

Firavun, kavmine karşı saltanatı ve hatipliği ile övündükten sonra Hazret-i Mûsa'yı tahkire kalkışmış, onun hor ve hakir biri olduğunu, kekemeliğinden dolayı, konuştuğunu anlatamayacak durumda olduğunu, şâyet iddiasında doğru ise, kendisine gökten altın bilezikler yağdırılarak zenginleştirilmesi gerektiğini veya yanına melekler gönderilerek maddeten desteklenmesi icabettiğini söylemiştir. Şüphesiz ki Firavun bu iddialarında yalancı ve iftiracıdır. Firavunu buna sevkeden şey ise, onun İnkârcılığı ve inatçılığıdır.

Aslında Hazret-i Mûsa, gözleri kamaştıracak kadar yakışıklı, vakarlı ve güçlü kuvvetli biri idi. Küçükken dilini yaktığından dolayı meydana gelen kekemeliğe gelince, kendisine peygamberlik geldiğinde, Allah’tan, bu hali kendisinden giderilmesini istemiş, Allahü teâlâ da "Ey Mûsa, istediğin sana verildi. Tâ Hâ Sûresi, âyet: 36. buyurmuş ve bu hali ondan gidermiştir.

54

Firavun, kavmini küçümsedi. Buna rağmen onlar ona itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir kavim idi.

Firavun kavmini sapıklıkla itham ederek küçümsedi. Hafife aldı onlar da küçünsenmemek için Mûsa'yı yalanlayıp Firavuna itaat ettiler. Zira onlar, yoldan çıkmış bir topluluktu.

55

Bizi gazaplandırınca, onlara layık oldukları cezayı verdik. Hepsini suda boğduk.

56

Böylece biz onları, sonradan gelecekler için ibret verici bir geçmiş ve misal yaptık.

Firavun ve kavmi bizi gazaplandırınca, kendilerini derhal cezalandırarak onlardan intikam aldık ve hepsini denizde boğduk. Biz onları sonradan gelecekler için ibret verici bir geçmiş ve kötü bir misal olarak bıraktık.

57

Ey Rasûlüm, Meryem oğlu İsa bir misal olarak zikredilince kavmin, hemen bağırışmaya başladı.

Müfessirler bu âyeti iki şekilde izah etmişlerdir, mücahid ve Katade'ye göre âyetin izahı şöyledir: Ey Rasûlüm, Meryemoğlu İsa'nın, babasız olarak yaratılması, insanlığın atası olan Âdem'in anne ve babasız olarak yaratılmasına benzediği kavmine anlatılınca onlar bağırışmaya başladılar. "Muhammed İsa'yı zikrediyor ki Hıristiyanlar onu ilâh edindikleri gibi biz de kendisini ilâh edinelim." yaygarasını kopardılar.

Abdullah b. Abbas ise bu âyetin izahında şunları söylemiştir: "Resûlüllah müşriklere: "Siz de Allah’tan başka taptığınız putlar da cehennem odunudur. Siz oraya suya koşarcasına gireceksiniz. Enbiya Sûresi, âyet: 98.

âyetini okuyunca müşrikler "Bizim ilahlarımızın İsa, Üzeyir ve meleklerle beraber olmasını isteriz. Zira bunların hepsi de Allah'ın dışında, kendilerine tapınılan kimselerdir." dediler. Ve Resûlüllah’a, "Meryemoğlu İsa ne olacak?" diye sordular. Resûlüllah: "O, Allah'ın kulu ve peygamberidir." dedi. Bunun üzerine müşrikler "Vallahi Muhammed bu sözüyle Hıristiyanların İsa'yı rab edinmeleri gibi bizim de kendisini rab edinmemizi istiyor." dediler Ve böylece bir yaygara kopardılar.

58

Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu? (İsa mı?) dediler. Onlar bunu ancak seninle münakaşa etmek için söylüyorlardı. Doğrusu onlar çekişken bir kavimdir.

Müşrikler, "Bizim tapmakta olduğumuz ilahlarımız mı daha hayırlıdır yoksa o mu?" dediler.

Katade ve Übeyd b. Kâ'b'a göre müşrikler buradaki "O" kelimesinden Hazret-i Muhammed'i kasdetmişlerdir.

Süddî ve İbn-i Zeyd'e göre ise "O" zamiriyle kasdedilenden maksat, Hz; İsa'dır. Müşrikler, "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı yoksa İsa mı? Ey Muhammed, sen, Allah’tan başka kendisine her tapınılan kimsenin cehennem ateşinde olduğunu söylüyorsun. Biz ilahlarımızın İsa, Üzeyir ve meleklerle beraber olmaların listeriz. Zira bizim ilahlarımız bunlardan daha üstün değildir." demişlerdir.

Allahü teâlâ, müşriklere cevap vererek buyuruyor ki: "Ey Rasûlüm, müşrikler bu misali sana, sadece tartışma olsun diye veriyorlar. Daha doğrusu, onlar seninle tartışmalarıyla gerçeği ortaya çıkarmak istemiyor, bilakis batılı arıyorlar. Doğrusu onlar çekişmeyi seven bir kavimdir.

Ebû Ümame diyor ki: "Resûlüllah şöyle buyurdu:

"Kendilerine hidâyet verildikten sonra sapan hiçbir kavim yoktur ki cedele düşmüş olmasın." Sonra da şu âyetin şu bölümünü okudu: "Onlar bunu ancak, seninle münakaşa etmek için söylüyorlardı Tirmizî, K.Tefsirel-Kur'an, Sûre: 43, Hadis no: 3253, İbn-i Mâce, K.el-Mukaddime bab: 7, Hadis no; 48.

59

Meryemoğlu İsa, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına misal kıldığımız bir kuldan başka bir şey değildir.

Meryemoğlu İsa ancak kendisine iman etme nimetini verdiğimiz ve İsrailoğulları aleyhine delil kıldığımız bir kuldur. O, Hıristiyanların iddia ettikleri gibi, Allah'ın oğlu değildir.

60

Eğer biz dikseydik, içinizden bazılarını sizden sonra yerinize geçecek melekler yapardık.

Ey Âdemoğulları, eğer dilersek sizi tamamen helak eder, yerinize, bize kulluk eden melekleri getiririz. Sizin yerinize, yeryüzünü onlar imar ederler.

Allahü teâlâ, bu hususta başka bir âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar, eğer Allah dilerse sizi yok eder de yerinize başkalarını getirir. Ve Allah buna kadirdir. Nisa Sûresi, âyet: 133.

"Rabbin, hiçbirşeye muhtaç değildir. Merhamet sahibidir. Sizi, başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse, sizi de yok edip, sizden sonra yerinize dilediğini getirir. Eıl'am Sûresi, âyet: 133.

61

Şüphesiz ki o, (İsa) kıyametin bilinmesi için bir alamettir. Kıyametin kopmasından şüphe etmeyin. Bana boyun eğin. İşte dosdoğru yol budur.

Âyet-i kerime’de geçen "O" kelimesinden kimin kasdedildiği hakkında iki görüş zikredilmiştir:

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Süddî, Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre "O" kelimesinden maksat, Hazret-i İsa'dır. Bu izaha göre Hazret-i İsa'nın gökten inmesi, kıyamet alametler indendir.

Hasan-i Basrî ve Ma'mer'e göre ise âyetteki "O" kelimesinden maksat, Kur'an-ı Kerimdir. Buna göre de âyetin izahı şöyledir: "Şüphesiz ki bu Kur'an, kıyametin kopmasını, alametlerini ve dehşetlerini öğretir."

62

Sakın şeytan sizi alıkoymasın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

Sakın şeytan sizleri, emir ve yasaklarımda bana itaat etmekten çevirmesin. Zira o, sizin için apaçık bir düşmandır. Atanız Âdem'e karşı düşmanlığını açıkça ortaya koymuş ve onun cennetten çıkmasına sebep olmuştur.

63

İsa kavmine apaçık delillerle geldiği zaman onlara şöyle demişti: "Ben size hikmet getirdim. Aynı zamanda ihtilaf ettiğiniz bazı dini hususları açıklamak için geldim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin.

64

Şüphesiz benim de rabbim sizin de rabbiniz Allah’tır. Ona itaat edin. İşte dosdoğru yol budur.

İsa, İsrailoğullarına apaçık delil ve mucizelerle peygamber olarak gönderilince onlara şöyle demişti: "Ben size, bir hikmet olan peygamberlikle geldim. Bir de sizlere, hakkında ihtilafa düştüğünüz bir kısım hükümlerimi açıklamak için geldim. Ey insanlar, Allah’a itaat ederek ve ona karşı günah işlemekten kaçınarak ondan korkun. Size emrettiğim hususlarda bana itaat edin. Benim de sizin de rabbiniz, sadece kendisine kulluk edilmesi gereken Allah’tır. O halde yalnızca ona kulluk edin. İbadetinizde herhangi bir şeyi ona ortak koşmayın. İşte dosdoğru yol ve hak din budur.

65

Nihâyet fırkalar kendi aralarında ihtilafa düştüler. Can yakıcı günün azabından dolayı vay o zalimlerin haline.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Fırkalardan maksat, Katade'ye göre, "İsa hakkında tartışmaya girişen hizip ve guruplardır." Zira bir kısım Hıristayanlar, İsa'nın, Allah'ın kulu ve peygamberi olduğunu söylemiş ve hak yoldan şaşmamışlardır. Buna mukabil diğer bir kısmı da onun, Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmiş, diğer bir kısımları ise onun Allah olduğunu söylemişlerdir.

Suudî'ye göre ise bu fırkalardan maksat, Yahudi ve Hiristayanlardır. Âyet-i kerime’nin sonunda, Hazret-i İsa hakkında Allahü teâlânın beyan etiği gerçekler dışında bir takım iddialarda bulunan fırkaların cehennemdeki "Veyl" deresine düşmeleri ve kıyamet gününün can yakıcı azabına uğramaları isteniyor.

66

Onlar, kıyamet gününün hiç haberleri olmadan kendilerine ansızın gelip çatmasından başka birşey mi bekliyorlar?

Meryemoğlu İsa hakkında, bâtıl iddialarda bulunan fırkalar, kıyametin, haberleri olmadığı bir zamanda, ansızın gelip kendilerini yakalamasından başka bir şey mi bekliyorlar?

67

O gün dostlar birbirlerine düşman kesilirler. Ancak, takva sahipleri böyle değildir.

Dünyada iken Allah’a isyan etme yolunda birbirlerine dost olanlar, kıyamet gününde birbirlerine düşman olacaklar, herbiri, diğerinden beri olduğunu söyleyecektir. Ancak, Allah’tan korkanların, aralarındaki dostluk bu hale gelmekten müstesnadır. Onların dostluğu kıyamette de devam edecektir.

68

Bak. Âyet 69.

69

(O gün Allah, müttakilere şöyle der) "Ey benim âyetlerime iman edip hakka teslim olan kullarım. Bugün size korku yoktur. Siz mahzun da olmayacaksınız.

Allah, âhirette takva sahibi kullarına şöyle seslenecektir: "Ey kitabımızdaki âyetlerimize iman eden ve kendilerine tebliğ edilen hakka boyun eğen kullar rım, bugün sizlere, azabımdan korkma yoktur. Zira, ben sizlerden azı olarak sizi güvene kavuşturdum. Sizler için dünyada kaybettiğiniz şeylerden dolayı üzülme de yoktur. Zira ben burada size dünyada bıraktığınız nimetlerden daha hayırlısını verdim.

70

Siz ve hanımlarınız ağırlanmış olarak girin cennete.

71

Onların aralarında altın kâplar ve kaseler dolaştırılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her türlü nimet vardır. Siz orada ebediyyen kalacaksınız.

Âyetlerimize iman edip emirlerimize boyun eğen kullarımıza "Sizler ve eşleriniz, kendilerine ikram edilenler olarak cennete girin." denilir. Ve cennette onların aralarında, içi yemek dolu altından tabaklar ve içecek dolu bardaklar dolaştırılır. Cennette insanların arzuladıkları ve gözlerin zevk aldığı çeşitli nimetler vardır. Ey mü'minler, sizler de orada ebedi olarak kalacak ve oradan bir daha çıkarılmayacaksınız.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde cenneti kavsif ederek şöyle buyurmuştur:

"Cennette mevkii en düşük derecede olan kişinin yedi derecesi vardır. O, altıncı derecenin üzerinde durur. Onun üzerinde de yedinci derece bulunur. Onun, üçyüz hizmetçisi vardır. Ona hergün üçyüz tabak gider gelir. Bu tabaklar altındandır. Her tabağın rengi diğerinden değişiktir. Tabaklarda bulunanlardan yemeye başlarken aldığı lezzeti, yemeğin sonuna kadar aynen muhafaza eder. Ve o kul şöyle der: "Ey rabbim, eğer bana izin verecek olsan, cennetlikleri yedirir içiririm bu da benim nezdimdekilerden bir şey eksiltmez. "Bu kulun, dünya hanımlarının dışında hurilerden yetmiş iki hanımı vardır. Onlardan herbiri yeryüzü mesafesinin bir mili kadar bir yerde oturur. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.537.

72

Vâris olduğunuz bu cennet, yapmış olduğunuz amellerin karşılığıdır.

73

Sizin için orada bir çok meyeler vardır. Onlardan yersiniz.

Cennetliklere denilecektir. "Sizlere cehennemliklerden miras kalan bu cennet, sizlerin dünyada iken işlediğiniz salih amellere karşılık verilmiştir. Bu cennette sizin için bol bol meyveler vardır. Siz onlardan canınızın çektiğini yersiniz.

İnsanların cennete girmeleri, dünyada iken işledikleri salih ameller sebebiyle olmayıp sadece Allah'ın lütfudur. Ancak cennetteki dereceler kulların dünyada işlemiş oldukları salih amellere göre takdir edilir.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadiş-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"İçinizden herhangi birini yaptığı amel kurtaramayacaktır." Sahabiler;

"Ey Allah'ın Resulü, seni de mi kurtaramayacaktır?" diye sorunca Resûlüllah "Beni de kurtaramayacaktır. Ancak Allah'ın beni rahmetiyle kaplaması hariç. (Ben bu sebeple kurtulmuş olacağım.) Buhari, K.er-Rikak, bab: 18 / Müslim, K.el-Miinafikin, bab: 71, Hadis no: 2816. dedi.

74

Suçlular ise şüphesiz, cehennem azabında ebediyyen kalacaklardır.

75

Hiçbir zaman onların azapları hafifletilmeyecektir. Onlar orada ümitsiz kalacaklardır.

76

Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendileri zalim idiler.

Dünyada iken Allah’ı inkâr etme cinÂyetini işleyen mücrimler, hahirette ebedi olarak cehennem azabında kalacaklardır. Cehennem azabı onlardan hafifletilmeyecek, onlar da cehennemde tam bir ümitsizlik içinde kalacaklardır. Biz, inkâr cinÂyetini işleyenlere bu cezayı vermekle onlara zulmetmiş olmayız. Fakat onlar dünyada iken tevhid inancını reddedip, ibadete layık olmayan şeylere taparak kendi kendilerine zulmetmişlerdir.

77

O suçlular, (Cehennem zebanisine) "Ey mâlik, rabbin canımızı alsın" diye bağrışırlar. Mâlik de "Siz bu azapta bekletileceksiniz." der.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Cehennemlikler Fâtır Sûresi, âyet: 36Mâlik'e bu şekilde seslendikten sonra Mâlik onlara bin sene sonra cevap verir."

Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmuştur: "İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki, ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezalandırırız." "Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar İnkâra dönersek, gerçekten zalimler oluruz." "Allah onlara şöyle der: "Kesin sesi, (oturun yerinizde) benimle konuşmayın. Mü’minûn Sûresi, 107-108.

78

Şüphesiz biz, size ( dünyada peygamber vasıtasıyla) hakkı gönderdik. Fakat bir çoğunuz bu hakkı sevmedi."

Cehennem zebanisinden, Allah'ın kendilerini öldürmesini isteyen kâfirlere, Allahü teâlâ şu cevabı verecektir: Şüphesiz ki ben size dünyada iken, peygamberimiz Muhammed aracılığı ile hak olan dini gönderdim. Fakat sizlerin çoğunuz onun getirdiği haktan nefret etti. Ona karşı buğuz etti ve cehpe aldı. Şimdi ise pişman olmanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır.

79

Yoksa onlar kesinlikle bir işi yapmaya karar mı verdiler? Kesin kararı biz veririz.

Yoksa bu müşrikler, kendilerine gönderdiğimiz hakka karşı tuzak kurmak için kesin bir karanın verdiler? Onları rezil ve rüsvay edecek kesin karan biz veririz. Onların kesin karar vermeye yetkileri yoktur.

Mücahid, bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: "Yoksa müşrikler, fena bir tuzak kurmayı mı dilediler? Biz de onlara tuzak kurarız.

80

Yoksa onlar bizim, sırlarını ve aralarındaki fısıldaşmaları işitmediğimizi mi zannediyorlar? Hayır, işitiyoruz. Yanlarında bulunan meleklerimiz de onların ne yaptıklarını yazmaktadırlar.

Yoksa müşrikler, insanlardan gizledikleri sırlarını ve birbirleriyle yaptıkları fısıldanmalarını işitmediğimizi mi ve bunlardan dolayı kendilerini cezalandırmayacağımızı mı sanırlar? Onlar böyle sanmasınlar. Biz onların sırlarını da fısıldanmalarım da biliriz. Yanlarında bulunan meleklerimiz de onların ne konuştuklarını yazıp zaptederler.

81

Ey Rasûlüm, (sen müşriklere) şöyle de: "(Eğer iddia ettiğiniz gibi) rahman olan Allah'ın bir çocuğu olsaydı ben ona böyle inanarak ibadet edenlerin ilki olurdum.

Bu âyet-i kerime, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan birisi Süddî'nin görüşüdür ve mealde verildiği gibidir. Bu görüş, Taberi tarafından da tercih edilmektedir. Mücahid'e göre ise diğer bir izah şekli şöyledir; "Ey Rasûlüm, de ki: "Ey müşrikler, şâyet sizin kanaatinize göre rahman olan Allah'ın çocuğu varsa ben, Allah’a ilk kulluk edenlerden ve sizin bu sözünüzü yalanlayanlardanım."

Katade, İbn-i Zeyd ve Zeyd b. Esleme göre ise âyetin izahı şöyledir: "Ey Rasûlüm, de ki: "Rahman olan Allah'ın çocuğu olması ona yakışmaz. Onun çocuğu yoktur. Ben, ona, çocuğu olmadığına dair ilk iman edenlerdenim. Ve buna ilk şahit olanlardanım.

Süfyan es-Sevrî ve Buhari ise bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmişlerdir. "Rahman olan Allah'ın çocuğu yoktur. Ben bunu, ilk inkâr edenlerdenim."

82

Göklerin ve yerin rabbi, hem de arş'ın rabbi olan Allah, müşriklerin nisbet ettikleri noksan sıfatlardan beridir.

Ey Rasûlüm, göklerin ve yerin mâliki ve bunları kuşatan, Arş'ın da hükümranı olan Allah, müşriklerin ona taktıkları eksik sıfatlardan uzaktır. Onun çocuğu yoktur.

83

Siy Muhammed, sen bırak onları, kendilerine vaadedilen güne kavuşuncaya kadar (bâtıl düşüncelerine) dalsınlar, oynayıp eğlenedursunlar.

Ey Rasûlüm, Allah’a karşı iftirada bulunan bu müşrikleri bırak, kendilerine vaadedilen kıyamet günü gelip çatmeaya kadar batıl düşünceleri cinde bocalasınlar ve dünya hayatlarında oynayıp eğlenedursunlar. Kendilerine vaadedilen gün gelince, akıbetlerinin ne olacağını göreceklerdir.

84

Gökte de ilâh, yerde de ilâh sadece O'dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi bilendir.

Gökte de kendisine kulluk edilecek o, yerde de kendisine ibadet edilecek ilâh O'dur. Onun dışında herhangi bir şey ibadet edilmeye layık değildir. O halde sadece ona kulluk edin. Hiçbir şeyi ona ortak koşmayın. O, yarattıklarını sevk ve idarede hüküm ve hikmet sahibidir. Onlara neyin yararlı olacağını çok iyi bilendir.

85

Göklerin, yerin ve aralarındakilerin mülkü kendisine ait olan Allah, herşeyden yücedir. Kıyametin ne zaman kopacağı ilmi ona aittir. Ona döneceksiniz.

Yedi göğün, yerin ve onların arasında bulunan herşeyin mülkü ve tasarrufu kendisine ait olan Allah, yüceler yücesidir. Hükümranlığı altında bulunan kim ona ortak olabilir? İnsanların, kabirlerinden çıkarılarak, hesap vermek için bir araya toplanacakları kıyametin, ne zaman kopacağı bilgisi ona aittir. Ey insanlar, sizler öldürüldükten sonra işte ona döndürülecek ve yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. O da iyilikte bulunanı iyilikle, kötülükte bulunanı da kötülükle cezalandıracaktır.

86

Onların, Allah’tan başka taptıkları ilâhlar kimseye şefaatte bulunamayacaktır. Ancak, bilerek hak ile şahitlik edenler bunun dışındadır.

Müşriklerin, Allah’ı bırakıp da taptıkları putlardan herhangi biri, Allah katında herhangi bir kimseye şefaatçi olmaya kadir değildir. Ancak hakka şehadet eden, Allah’ı birleyen ve kesin bir bilgi ile sadece ona kulluk edenler müstesnadır. Bunlar, kendilerine tapınılmış olsalar da, Allah'ın izin vermesi şartıyla, Allah'ın dilediği kimseler eşefaatçi olabileceklerdir. Hazret-i İsa, Hazret-i Üzeyir ve melekler bunlardandır.

Mücahid bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: "Allah’a ortak koşanların, Allah'ın dışında taptıkları İsa, Üzeyir ve melekler, Allah katında hiçbir kimseye şefaatçi olamayacaklar ancak, hakka şehadet eden ve Allah'ın hak olduğuna iman eden mü’minlere şefaatçi olabileceklerdir.

Katade ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Allatan başka tapınılan hiçbir ilâh, Allah katında herhangi bir kimseye şefaatçi olamayacaktır. Ancak Allah'ın dışında, kendilerine tapınıklığı halde İsa, Üzeyir, melekler vb. hakkı kabul edip ona şehadet getiren ve şehadet getirdiğini bilen kimseler, mü’minlere şefaatçi olabileceklerdir. Taberi bu görüşü tercih etmiş, Hazret-i İsa, Hazret-i Üzeyir ve melekler için, şefaatçi olma imkanları bulunduğunu söylemiştir.

87

Ey Rasûlüm, yemin olsun ki, eğer onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, şüphesiz "Allah" derler. Öyleyse nasıl oluyor da döndürülüyorlar?

Ey Rasûlüm, yemin olsun ki, kavminin müşriklerine, kendilerini kimin yarattığını soracak olsan, elbette ki onlar "Bizi Allah yarattı." derler. O halde ne oluyor da, kendilerini yaratana ibadetten dönrürülüyor ve ibadetlerinde haktan saptırılıyorlar.

88

Allah, peygamberin: "Ey rabbim, bunlar iman etmeyen bir kavimdir." sözünü de bilir.

Bu âyet-i kerime, farklı kıraatlara göre çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan biri mealde verildiği gibidir.

Abdullah b. Mes'ud, Mücahid ve Katade'den nakledilen, Taberi'nin de esas aldığı diğer bir zah çeşidi ise şöyledir: Muhammed "Ey rabbim, şüphesiz ki bunlar, iman etmeyen bir kavimdir." sözünü söyledi ve böylece kavmini rabbine şikâyet etti.

Diğer bir izah tarzı ise şöyledir: Yoksa müşrikler, bizim onların sırlarını ve fısıldaşmalarını bilip işitmediğimizi ve Muhammed'in "Rabbim, şüphesiz ki bunlar iman etmeyen bir kavimdir." şeklindeki şikâyetini duymadığımızı mı sanırlar? Böyle zannetmesinler. Biz herşeyi duyarız.

89

Ey Rasûlüm, sen onların kusuruna bakma. "Selam" de, yakında bileceklerdir.

Allahü teâlâ, Resûlüllah’ın, kavmini kendisine şikâyet etmesi üzerine bu âyette onu teselli etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey Rasûlüm, sen onlara aldırış etme. Onlara "Selam size" de ve bırak. Onlar yakında neyin ne olduğunu bileceklerdir. Katade bu âyet-i kerime’nin, Resûlüllah’a savaş emri gelmeden önce indiğini ve savaşı emreden âyetlerle neshedildiğini söylemiştir.

0 ﴿