DUHAN SÛRESİ

Duhan Sûresi elli dokuz âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.

Bu Sûre-i Celile de diğer Mekkî Sûreler gibi, tevhid inancını telkin etmekte, bir Allah’a iman eden ve o imanı istikametinde amel işleyen mü’minlere mükafaatlar, İnkârcılara ise alçaltıcı cezalar verileceğini haber vermektedir.

Sûre-i celile, Kur'an-ı Kerimin, mübarek bir gecede indirildiğini beyanla başlamakta ve her hikmetli işin o mübarek gecede, Allah tarafından tesbit ve tayin edildiğini beyan etmekte ve buyurulmaktadır ki: "Eğer kesin olarak idrak ediyorsanız bilin ki göklerin, yerin ve aralarındakilerin rabbi Allah’tır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Dirilten ve öldüren O'dur. O, sizin de rabbiniz, geçmiş atalarınızın da rabbidir. Duhan Sûresi, âyet: 7-8.

Sûre-i celilede bundan sonra Allahü teâlâ peygamberimize Göğün, insanları çepeçevre saran apaçık bir duman çıkaracağı günü beklemesini emretmekte ve burada geçen ve "Duman" diye tercüme edilen "Duhan kelimesinden dolayı sûre-i celile "Duhan" adını almaktadır.

Sûre-i celilede, Hazret-i Mûsa'nın, Firavun ve kavmine peygamber olarak gönderildiği bir kere daha beyan edilerek onun ibretli hadisesine dikkat çekiliyor ve bu hususta şunlar zikrediliyor: Firavun kavmini, bir Allah inancına davet etti ve Allah’a karşı büyüklük taslamamalarını öğütledi. Fakat onlar bu âyetleri kabul etmediler. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa bu suçlu kavim için beddua etti. Allah'ın emriyle İsrailoğullarını alarak oradan ayrıldı. Asâsını vurarak denizi yardı, İsrailoğulları oradan geçti Firavun ve kavmi ise suda boğuldu. Böylece üzerinde yaşadıkları birçok nimetleri kaybederek yok oldular. Onlara ne gök ağladı ne de yer. Onlara mühlet de verilmedi.

Öldükten sonra, dirilmeyi inkâr eden kâfirler kınanıyor ve "Sözünüzde samimi iseniz, atalarımızı getirin" diyen şaşkınlara, kendileri gibi daha önce suç işleyen kavimlerin helak edildiği haber veriliyor.

Cehennemliklerin orada yiyeceklerinin zakkum ağacı olduğu, erimiş maden gibi olan bu maddenin, cehennemliklerin kamında, suyun kaynaması gibi kaynayacağı beyan ediliyor.

Âhiret gününde, cehennemliklere "Azabı tadın" denileceği, takva sahiplerinin ise bu cennetlerde pınar başlarında olacakları ve orada ipek elbiseler içinde her türlü nimetlerden istifade edecekleri haber veriliyor. Ve sûre-i celile "Ey Rasûlüm, öğüt alsınlar diye biz, Kur’an’ı senin dilinle indirerek kolaylaştırdık. Sen bekle, onlar da bekliyorlar. Duhan Sûresi, âyet: 58-59 âyetleriyle sona ermektedir.

Duhan Sûresinin Fazileti

Bu surenin fazileti hakkında Tirmizî şu iki hadisi Rivâyet etmiş ve hadislerin zayıf olduklarını beyan eden ifadeler de zikredilmiştir. Hadislerden birinde Resûlüllah’ın şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir:

"Kim Duhan Hâ, mîm'ini bir gece okuyacak olursa, onun için yetmiş bin melek af diler. Tirmizî, K.el-Faıhil el-Kur'an, bab: 8, Hadis no: 2888

Diğer bir hadiste ise şöyle buyurulduğu Rivâyet edilmektedir: Tirmizî, K.el-Fadail el-Kur'an, bab: 8, Hadis no: 2889 Kim cuma gecesi, Duhan Hâ, Mîm'ini okursa o kimse affolunur."

Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Hâ,Mîm.

Huruf-i mukatta'a hakkında Bakara suresinin başında gerekli açıklamalar yapılmıştır.

2

Bak. Âyet 3.

3

Apaçık olan o kitaba yemin olsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz ki biz, uyarıcılarız.

Hükümleri apaçık olan Kur'ana yemin olsun ki biz o Kur’an’ı, mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz ki biz, insanları uyaranlarız. Onlar için neyin zararlı neyin faydalı olduğunu bildiririz.

Âyette zikredilen ve Kur'an-ı kerimin indirildiği beyan edilen "Ge-ce"den maksat, "Kadir gecesidir." Katade ve İbn-i Zeyd bu görüştedirler. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Zira bu husus başka âyetlerde de belirtilmiştir. "Şüphesiz biz Kur’an’ı kadir gecesinde indirdik. Kildir Sıifıisi, Âyet: 1

"O sayılı günler, Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidâyeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur'an bu ayda indirildi... Rakam Sûresi, âyet: 185

İkrime ve Osman b. Muhammed b. el-Muğire ise burada zikredilen mübarek geceden maksadın "Şaban ayının yarısındaki gece olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşün zayıf bir görüş olduğu beyan edilmiştir.

4

Bak. Âyet 6.

5

Bak. Âyet 6.

6

Her hikmetli iş, tarafımızdan emredilerek o gece tesbit ve tayin edilir. Şüphesiz biz, rabbinden bir rahmet olarak peygamberler göndeririz. Muhakkak Allah, herşeyi işitendir ve bilendir.

Mübarek kadir gecesi öyle bir gecedir ki, Allah'ın o sene içerisinde meydana gelmesini takdir ettiği her iş o gece tayin edilir. Ve levh-i mahfuzdan alınarak meleklere verilir. Bu iş, bizim katımızdan bir emirle olur. Şüphesiz ki biz katımızdan bir rahmet olarak peygamberler göndereniz. Muhammed'i de kavmine böyle gönderdik. Allah herşeyi işitendir, bilendir.

Bu âyet-i kerime’nin ifadesine göre her kadir gecesinde, daha sonra gelecek olan kadir gecesine kadar meydana gelecek olan ilahi emirler ve işler tesbit ve tayin edilir. Eceller, rızıklar, iyi ameller, kötü ameller hep o gecede tayin edilir. Şüphesiz ki Allah, indirdiği kitapları ve gönderdiği peygamberleri hakkında konuşan müşriklerin ve herkesin sözünü çok iyi işiten ve içlerinde gizledikleri şeyleri çok iyi bilendir.

7

Eğer kesin olarak idrak ediyorsanız, bilin ki göklerin, yerin ve aralarındakilerin rabbi O’dur.

Ey Rasûlüm, sana bu Kur’an’ı indiren ve seni, katından bir rahmet olmak üzere insanlara peygamber olarak gönderen rabbin, yedi göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan şeylerin mâlikidir. Eğer sizler, bildirdiğim şeylerin gerçeğini hakkıyla idrak edenlerdenseniz, bu böyledir. Bundan şüphe etmeyin. . Bir şeyin kesin olduğunu öğrenmek istiyorsanız bilin ki bu, size bildirdiğim gibidir.

8

Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Dirilten ve öldüren O'dur. O, sîzin de rabbiniz, geçmiş atalarınızın da rabbidir.

Ey insanlar, sizin, göklerin ve yerin rabbi olan Allah’tan başka kulluk edeceğiniz hiçbir ilahınız yoktur. O halde onun dışında hiçbir şeye kulluk etmeyin. O, dilediğine hayat verir, dilediğini öldürür. O sizin de gerçek sahibiniz, sizden önce geçen atalarınızın da rabbidir. İşte rab, sıfatları ancak bu olandır. O halde sadece ona kulluk edin. Size herhangi bir zarar veya menfaat sağlayamayacak olan ilahlara tapmayın.

9

Fakat kâfirler, bu kesin gerçek karşısında şüphe içinde eğlenip duruyorlar.

Fakat kâfirler, kendilerine anlatılan bu hususların gerçek yüzünü anlayan kişiler değillerdir. Bilakis onlar, anlatılanlar hakkında şüphe içindedirler. Ve bu şüpheleriyle bocalayıp dururlar.

10

Bak. Âyet 12.

12

Ey Rasûlüm, göğün, insanları çepeçevre saran apaçık bir duınan çıkaracağı günü bekle. Bu can yakıcı ağır bir azaptır. İnsanlar: "Ey rabbimiz, bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz mü’minleriz." derler.

Âyet-i kerime’de zikredilen bu dumanın ne zaman çıktığı veya çıkacağı ve bu dumanın nasıl bir şey olduğu hakkında iki görüş zikredilmektedir. Abdullah b. Mes'ud, Mücahid ve Dehhak'tan nakledilen

birinci görüşe göre bu duman, Resûlüllah'in, imana davetine rağmen iman etmemekte direnen Kureyşliler aleyhine beddua etmesi üzerine kıtlığa düşmelerinde, yeryüzünden göğe doğru yükselen manevi bir dumandır. Bu hususta Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Resûlüllah, Kureyşlilerin, kendisine karşı isyan edip direttiklerini görünce onların aleyhine, Yusufun kıtlık yıllan gibi senelerin onların da başına gelmesi için beddua etti. Bunun üzerine onlara kıtlık ve sıkıntı isabet etti. Öyle ki kemikleri yemeye başladılar. Kişi göğe doğru bakıyor, sıkıntıdan dolayı yerle gök arasını duman kaplamış gibi görüyordu. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Ey Rasûlüm, göğün, insanları çepeçevre saran apaçık duman çıkaracağı günü bekle. Bu, can yakıcı ağır bir azaptır." âyet-i kerimesini indirdi. Bunun üzerine inananlar, Resûlüllah’a gelip "Ey Allah'ın Resulü, sen, Allah’tan, Mudar kabilesi için yağmur yardırmasını dile. Zira onlar helak oldular." dediler. Resûlüllah "Mudar için mi? Şüpesiz ki sen çok cür'etlisin." dedi. Sonra yağmur diledi onlara yağmur yağdı. Bunun üzerine "Şüphesiz biz (dünyada) az bir müddet de olsa sizden azabı kaldıracağız. Fakat sonunda yine İnkârcılığınıza döneceksiniz. Duh;ın Sûresi, âyet: 15 âyeti nazil oldu. Müşriklere refah gelince onlar, eski hallerine döndüler. Bunun üzerine de Allahü teâlâ "Büyük bir kuvvetle kıskıvrak yakaladığımız gün, onlara mutlaka layık oldukları cezayı vereceğiz. Duhan Sûresi, âyet: 16 âyetini indirdi.

Abdullah b. Mus'ud diyor ki:

"Âyette geçen 'Kıskıvrak yakalandıkları gün." Bedir günüdür. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an Sûre: 44, bab: 2 / Müslim, K.el-Münafikîn, bab: 7, Hadis no: 2798

Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basrî, ebu Said el-Hudrî, Huzeyfe b. el-Yeman ve Ebû Mâlik el-Eş'arî'ye göre âyette zikredilen duman, kıyamete yakın bir zamanda gerçekleşecek olan bir kıyamet alametidir. Bu duman, kâfirleri sarhoş edecek, mü’minlere ise sadece bir nezle şeklinde dokunacaktır.

Huzeyfe b. Esid el-Ğifarî diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize baktı. Biz, kendi aramızda müzakere ediyorduk. Resûlüllah "Neyi müzakere ediyorsunuz?" diye sordu. Biz "Kıyameti anlatıyoruz." dedik. Resûlüllah "Siz on alâmeti görmeden kıyamet kopmayacaktır." buyurdu ve dumanı, Deccalı, Dâbbetül Arz'i, güneşin batıdan doğmasını, Meryemoğlu İsa'nın inmesini, Ye'cüc Me'cücü, güneşin üç kere tutulmasını (Doğuda, batıda ve Arap yarımadasında) ve bunların sonuncusu olarak ta Yemen'den çıkacak olan ve insanları mahşere doğru sürecek bir ateşin çıkacağını zikretti." Müslim K.el-Fiten, bab: 39-40, Hadis no: 2901.

Taberî bu görüşlerden birincisini tercih etmiş, burada zekredilen dumanın, Resûlüllah döneminde müşriklerin, kıtlık ve sıkıntıdan dolayı hissettikleri bir duman olduğunu söylemiştir. Ancak, kıyamet alameti olan dumanın, burada zikredilen dumandan başka bir duman olabileceğini de zikretmektedir.

13

Bak. Âyet 14.

14

Azap kalktıktan sonra nereden öğüt alacaklar? Halbuki kendilerine apaçık delillerle peygamber gelmişti de, sonra ondan yüz çevirip ona "Eğitilmiş bir deli" demişlerdi.

15

Şüphesiz biz (Dünyada) az bir müddet de olsa sizden azabı kaldıracağız. Fakat sonunda yine İnkârcılığınıza döneceksiniz.

Belaya uğratılan bu müşriklerden bela kaldırıldığı zaman nasıl öğüt alacaklar ki? Onlara, kitabımızı kendilerine açıklayan peygamber gönderdik de onlar öğüt almadılar. Aksine, ondan yüzçev irdiler. Ve onun hakkında "Bu, eğitilmiş bir delidir." dediler. Ey müşrikler, sizden azabı kaldırdığım takdirde iman edeceğinizi söylüyorsunuz ama, ben sizden, içinde bulunduğunuz sıkıntıyı kısa bir müddet için giderecek olsam sizler, verdiğiniz sözü yerine getirmezsiniz. Bilakis daha önceki sapıklığınıza ve azgınlığınıza dönersiniz. Böylece o azabı tekrar hak edersiniz.

16

Büyük bir kuvvetle kıskıvrak yakaladığımız gün, onlara mutlaka layık oldukları cezayı vereceğiz.

Ey müşrikler, şâyet sizin başınıza gelmiş olan azabı ve içinde bulunduğunuz sıkıntıyı sizden giderecek olursam, sizler de tekrar verdiğiniz sözü bozup İnkârcılığınıza dönecek olursanız bu defa da ben sizi büyük bif kuvvetle kıskıvrak yakaladığım gün yakalarım ve sizleri dünyada iken cezalandırıp helak ederim. Zira bizler, intikam alınz. Layık olduğu cezayı veririz.

Allahü teâlâ, bu müşriklerden, içinde bulundukları kıtlık ve darlık sıkıntılarını kaldınnış, onlar da tekrar inkârlarına dönmüşler ve Allahü teâlâ onları dehşetli bir şekilde yakalayarak Bedir savaşında öldürtmüştür.

Müfessirler, bu âyette zikredilen "Kıskıvrak yakalamaktan neyin kasdedildiği hakkında iki görüş zikretmişlerdir:

Abdullah b. Mes'ud, Mesruk, Mücahid, Ebul Âliye, İbn-i Abbas, Ubeyd b. Kâ'b ve Dehhak'tan nakledilen Rivâyete göre buradaki "Kıskıvrak yakalamak"tan maksat, Bedir gününde müşriklerin öldürülmeleridir.

İkrime, Hasan-ı Basrî ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen ikinci bir görüşe göre ise, buradaki "Kıskıvrak yakalamaktan maksat, Allah'ın, kıyamet gününde düşmanlarını cezalandırmasıdır.

17

Şüphesiz biz, onlardan önce Firavun kavmini de imtihan etmiştik. Onlara, çok şerefli bir peygamber (Mûsa) gelmişti.

Ey Rasûlüm, senin kavminin müşriklerinden önce, Firavunun kavmi olan Kıptîleri de böylece imtihan etmiştik. Biz onlara, tarafımızdan, çok şerefli bir peygamber olan İmran oğlu Mûsa'yı peygamber olarak gönderdik.

18

Ve şöyle demişti: "Allah'ın kullarını bana bırakın. Çünkü ben size gönderilmiş emin bir peygamberim.

* Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd, bu âyet-i kerime’yi mealde zikredildiği gibi izah etmişler ve bunun şu âyetin bir benzeri olduğunu söylemişlerdir. "Firavuna varın, ona deyin ki" "Şüphesiz ki biz, rabbinin peygamberleriyiz. Bizimle İsrailoğullarını salıver. Onlara işkence etme. Biz sana, rabbinden bir mucize ile geldik. Selam hidâyete uyanlara olsun. Tahâ Sûresi, âyet: 47.

Abdullah b. Abbas ise şöyle izah etmiştir: "Ey Allah'ın kullan, sizi davet ettiğim hakta bana uyun."

19

Allah’a karşı büyüklük taslamayın. Zira ben size apaçık bir mucize getiriyorum.

Yine o şerefli peygamber onlara "Ey kavim, Allah’a karşı büyüklük taslamayın. Onu inkâr etmeyin ve onun emirlerine karşı gelmeyin. Şüphesiz ki ben size, davetimin hak olduğunu gösteren apaçık bir delil getiriyorum. Her düşünen, bu delilin, söylediklerimin doğruluğunu gösterdiğini anlar.

20

Şüphesiz beni taşlamanızdan, benim de rabbim sizin de rabbiniz olan Allah’a sığınırım.

Âyette zikredilen "Taşlama"dan maksat, Abdullah b. Abbas ve Ebû Salih'e göre "dil uzatmak" yani Hazret-i Mûsa'ya "Sen sihirbazsın vb." sözler söylemektir. Katade'ye göre, fiilen taşlar atarak taşlamaktır. Diğer bir kısım âlimlere göre ise, canını kasdetmektir. Taberi, âyet-i kerime’nin genel ifadesinin bütün bu görüşleri kapsadığını zikretmektedir.

21

Eğer bana iman etmiyorsanız, benden uzaklasın."

Mûsa, Firavun ve kavmine karşı sözlerine devamla şöyle demiştir: "Ey kavmim, rabbimin katından sizlere getirdiğim şeylerde bana inanmıyorsanız, benden uzaklasın ve beni serbest bırakın.

22

Bunun üzerine Mûsa, rabbine: "Bunlar suçlu bir kavimdir." diye dua etti.

Firavunun kavmi, Mûsa'yı yalanlayıp ona iman etmeyerek köleleştirmiş olukları İsrailoğullarını onunla birlikte serbest bırakmayıp bilakis onu öldürmeye girişince Mûsa, rabbine şöyle dua etti: "Şüphesiz ki şu Firavun ve kavmi, cani bir kavimdir. Onlar, Allah’a ortak koşan ve onu inkâr eden bir topluluktur."

23

(Rabbi de ona şöyle demişti) "Geceleyin kullarımı yola çıkar. Sîz mutlaka (Firavun ve askerleri tarafından) takip edileceksiniz.

Mûsa'nın duası üzerine, rabbi ona şu cevabı vermiştir: "Mademki durum öyle, o halde sen, sana iman eden İsrailoğullarım, geceleyin yola çıkar, şüphesiz ki sizler, Firavun ve onun kavmi olan Kiptiler tarafından takibedileceksiniz.

24

(Asanı vurarak açtığın) denizi o sakin halinde bırak. Çünkü onlar boğulmaya mahkum bir ordudur."

Ey Mûsa, sen ve sana tabi olanlar, sizin için yanlan denizden geçtikten sonra, sen o denizi yarılmış halinde bırak. Firavunun, yarılan o denizden geçip sana kavuşacağından korkarak, denizin tekrar kapanmasını isteme. Zira, Firavun ve kavmi, yarılan denizin içine dalınca deniz, onların üzerine kapanacak ve onları boğacaktır.

Mûsa (aleyhisselam) kavmi ile birlikte denizden geçince kendisi ile Firavun arasında bir engel meydana getirmesi için, asâsıyla denize vurup onun kapanmasını istemiş fakat Allahü teâlâ ona bunu yapmamasını emretmiş ve denizin aynen kalmasını istemiştir. Zira Firavun ve orduları o yanlan denize girdikten sonra deniz üzerlerine kapanarak boğulacaklardır. Ve durum böyle olmuş Firavun ve ordusu boğularak helak olmuştur.

25

Bak. Âyet 27.

27

Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel makamlar ve zevk ve sefa ile içinde yaşadıkları nimetler bıraktılar.

28

Böylece biz, (onlara verdiğimiz) bu nimetleri başka bir kavme miras bıraktık.

Firavun ve onun kavmi Kiptiler, Allah'ın, kendilerini denizde boğarak helak etmesinden sonra geride nice bağlar bahçeler, onların içinden akan pınarlar, ekinler, şerefli makamlar ve içinde zevkle yaşadıkları nimetleri bıraktılar.

Firavun topluluğunun geriye bıraktıkları makamların, "Şerefli makamlar" olarak zikredilmelerinin sebebi, bu makamların, kral ve idarecilerin oturdukları yüksek makamlar ve güzel yerler olmasındandır.

Allahü teâlâ, Firavun ve kavmini helak ettikten sonra onların geride bıraktığı mal ve makamlara İsrailoğullarını mirasçı kılmıştır. Bu husus başka âyetlerde açıkça zikredilmiştir. "Hor görülen o kavmi de, mübarek kıldığımız yerin doğularına ve batılarına vârisler yaptık. Böylece sabretmelerinden dolayı, rabbinin, İsrailoğullarına olan o pek güzel vaadi yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttikleri şeyleri de yerle bir ettik." A'raf Sûresi, âyet: 137 "İşte böyle yaptık. Onlara, İsrailoğullarım mirasçı kıldık. Şuanı Sûresi âyet: 59.

29

Onlar için ne gök ağladı, ne de yer. Onlara mühlet de verilmedi.

Allah'ın, denizde boğmuş olduğu Firavun ve kavmi için ne gök ağladı ne de yer. Onların cezalandırılması ertelenmedi de.

Âyet-i kerime’de "Göklerin ve yerin ağlaması" bahse konu edilmektedir. Müfessirler, mü’minler ölünce göklerin ve yerin ağladığını, kâfirler öldüğünde ise böyle bir şeyin olmadığını zikretmişlerdir.

Said b. Cübeyr diyor ki: "Bir adam Abdullah b. Abbas'a geldi ve ona "Ey İbn-i Abbas, Allahü teâlânın "Onlar için ne gök ağladı ne de yer. Onlara mühlet de verilmedi." kelamı için ne dersin? Gökler ve yer bir kimse için ağlar mı?" Abdullah b. Abbas şöyle dedi: "Evet, hiçbir yaratık yoktur ki onun gökte bir kapısı bulunmuş olmasın. Kişinin nzkı o kapıdan iner ve ameli o kapıdan yukarı çıkar. Mü’min kul ölünce, amelinin yukan çıktığı ve nzkının aşağ nndığı, gökteki o kapı kapanır. Bundan dolayı gök onun için ağlar. Yeryüzünde namaz kılmış olduğu ve üzerinde Allah’ı zikrettiği yerini kaybedince de yeryüzü onun ıçm ağlar Firavun kavminin ise ne yeryüzünde faydalı bir eseri vardı ne de göklere yüksekelecek salih bir amelleri. Bu sebeple gökler ve yer onların üzerine ağlamadı.

Enes b. Mâlik diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her mü’minin iki kapısı vardır. Birinden ameli yukan çıkar, diğerinden nzkı aşağı iner. Mü’min öldüğü zaman bu iki kapı onun için ağlar. Allahü teâlânın şu kelamı buna işaret etmektedir. "Onlar için (kâfirler için) ne gök ağladı ne de yer. Onlara mühlet de verilmedi.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Said b. Cübeyr ve benzeri âlimlerden bu ağlamanın kırk gün devam ettiği rivâyet edilmektedir.

30

Bak. Âyet 31.

31

Şüphesiz biz, İsrailoğullarım o alçaltıcı azaptan, Firavundan kurtardık. Şüphesiz Firavun, haddi aşan azgınlardan biriydi.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Alçaltıcı azap"tan maksat Firavunun, İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürüp kadınlarını sağ bırakmasıdır. Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde bu husus zikredilmiştir.

32

Gerçekten biz, İsrailoğullarını, bilerek âlemlere üstün kıldık.

Şüphesiz ki biz, İsrailoğullarını, bilerek, zamanlarındaki insanların hepsinden üstün kıldık.

Âyet-i kerime’de, İsrailoğullarının iman ettikleri dönemlerde, iman etmeleri sebebiyle, zamanlarında yaşayan bütün insanlardan üstün kılındıkları zikredilmiştir. Onların bu üstünlüğü, iman etmeleriyle kaimdir. İmandan ayrılanların, derece bakımından hayvanlardan bile aşağı olduktan, diğer bir âyette beyan edilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: "Yemin olsun ki biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır ama onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır ama onlarla hakkı görmezler. Kulakları vardır ama onunla hakkı işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir. A'raf Sûresi, âyet: 179.

33

Onlara, içinde kendilerine apaçık bir imtihan bulunan mucizeler verdik.

İsrailoğullarına verildiği beyan edilen bu mucizelerden maksat, Allah'ın, onları düşmanlarından kurtamıası, üzerlerini bulutlarla gölgelendirmesi, gökten kudret helvası ve bıldırcın eti indirmesi gibi çeşitli nimetler ile, bolluk ve bereketlerdir. İsrailoğulları bunlarla imtihan edilmişlerdir,

34

Bak. Âyet 36.

35

Bak. Âyet 36.

36

Doğrusu şu kâfirler şöyle derler: "Dünyadaki ilk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Biz, tekrar dirilecek de değiliz. Sözünüzde samimi iseniz, atalarımızı diriltip getirin."

Ey Rasûlüm, kavminin müşrikleri, öldükten sonra dirilip hesaba çekilmeyi inkâr ederek şöyle derler: "Bizim için ilk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Bizler öldükten sonra artık diriltilecek değiliz. Eğer sizler, Allah'ın, bizi öldükten sonra diriltip hesaba çekeceği sözünüzde doğru iseniz, bizden önce ölmüş olan atalarımızı getirin. Onlara, böyle bir şeyin olup olmadığını soralım da ona göre size inanalım."

Müşriklerbu sözleriyle, meseleyi saptırmak istemişlerdi. Zira, öldükten sonra dirilmek, kıyamet koptuktan sonra gerçekleşecektir. Dünya hayatı devam ederken, atalarının diriltilmesini istemeleri, onların, meseleyi saptınnak isteyişlerindendir.

37

Bunlar mı daha üstün yoksa Tubba kavmi ve ondan öncekiler mi? Biz onları helak ettik. Çünkü onlar suç işlemiş kimselerdi.

Ey Rasûlüm, kavminin bu müşrikleri mi güç ve kuvvet bakımından daha üstündür yoksa Tubba kavmi ve onlardan önce gelip geçen ümmetler mi? Biz onları helak ettik. Çünkü onlar suç işlemiş kimselerdi..

Âyet-i kerime’de "Tubba kavmi" zikredilmektedir. Bu kavmin, Yemen'de yaşayan "Sebe"' kavmi olduğu ve kendilerine "Himyeriler" de dendiği rivâyet edilmektedir.

"Tubba" ise Himyer krallarına verilen bir isimdir. Âyette zikredilen bu "Tubba"nm kişiliği ve iktidarı hakkınnda çeşitli kıssalar zikredilmiştir. Ancak Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) ve Katade'nin, bu şahsın salih bir kimse olduğunu söyledikleri Rivâyet edilmektedir.

Seni b. Sa'd, Resûlüllah’ın, bu Tubba hakkında şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir:

"Tubba'a sövmeyin. Çünkü o müslüman olmuştu."

38

Biz, gökleri, yeri ve aralarındakileri eğleniciler olarak yaratmadık.

39

Biz onları ancak (bir hikmete bağlı olarak) yerli yerince yarattık. Fakat çokları bunu bilmezler. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, S.340.

Allahü teâlâ bu âyetlerle, öldükten sonra dirilmenin mutlaka meydana geleceğini beyan etmektedir. Allahü teâlâ, yaratıkları emir ve yasaklarla imtihana tabi tutmadan, boşu boşuna yaratmadığını, bilakis onları emir ve yasaklarla imtihan ettiğini, itaat edenleri mükafaatlandınp, karşı gelenleri de cezalandırdığını bildirmektedir. Fakat Allah’a ortak koşanların çoğu, yaratılışın sır ve hikmetlerini bilmezler. Hayatı, sadece bu dünya hayatından ibaret sanırlar.

40

Şüphesiz ki (hak ile batılı) ayırdetme günü, hepsinin bir araya geleceği gündür.

Şüphesiz ki Allah'ın, yaratıkları arasında, dünyada iken işlemiş oldukları ameller hakkında vereceği kesin hüküm günü, bütün insanların bir araya getirileceği gündür.

41

O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmayacaktır. Onlar yardım da görmeyeceklerdir.

O gün, Allah'ın vereceği ceza karşısında, dostun dosta hiçbir faydası dokunmayacak, onlar birbirlerine yardım da edemeyeceklerdir.

42

Ancak Allah'ın rahmet ettiği kimse bunun dışındadır. Şüphesiz Allah, herşeye galiptir, merhametlidir.

Kıyamet gününde, dostun dosta faydası dokunmayacak, ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler bunun dışında kalacaktır. Onlar, Allah'ın izniyle birbirlerine, yani dostlarına şefaatçi olacaklardır. Şüphesiz ki Allah, düşmanlarından intikam alma hususunda herşeye galiptir, kendisine itaat edenlere ise merhametlidir.

43

Bak. Âyet 44.

44

Şüphesiz zakkum ağacı, günahkarların, cehennemdeki yiyecekleridir.

45

Bak. Âyet 46.

46

Zakkum ağacı erimiş maden gibidir. İnsanların karnında tıpkı sıcak suyun kaynaması gibi kaynar.

Zakkum ağacı, cehennemin içinde biten ve dalları adeta şeytanın başına benzeyen bir ağaçtır. Onun meyveleri, dünyada iken, inkâr suçunu işleyenlerin, cehennemdeki yemeğidir. Zakkum ağacı adeta erimiş bir maden ve tortulaşmış sıvı yağa benzer. Fakat o, dehşetli bir şekilde kaynadığından, cehennemliklerin karnında sıcak sular gibi kaynayacaktır.

Ebû Said el-Hudrî'nin rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Zakkum ağacı, erimiş maden gibidir." âyeti hakkında (âyette geçen zakkum hakkında) şöyle buyurmuştur:

"O, zeytin yağının tortusu gibidir. Onu içen kişi onu yüzüne yaklaştırdığında yüzünün derisi kopup onun içine düşecektir." Ahmed b. Hanhel, Müsnetl, C.3, S.71.

47

Bak. Âyet 48.

48

(O gün, cehennem zebanilerine şöyle denecektir) "Bu günahkarı tutup cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra da başının üstüne, azabını artırmak için kaynar su dökün."

Kıyamet günü, cehennemi hak eden günahkarlar için, meleklere şöyle dencektir: "Siz bu günahkarı yakalayın. Onu çekip sürükleyerek cehennemin ortasına atın. Sonra kaynar sulardan onun başına dökün. Böylece azabı daha fazla artmış olsun.

Allahü teâlâ, diğer bir âyet-i kerime’de, cehennemliklerin üzerine dökülen bu kaynar suyu şöyle vasıflandırmaktadır: "İşte bunlar, rableri hakkında münakaşa eden (mü’min ve kâfir) iki hasımdır. İnkâr edenlere ateşten elbiseler biçilir, başlarının üstünden kaynar sular dökülür." "Onunla karınlarındakiler ve derileri eritilir." "Ayrıca onlar için, demirden topuzlar vardır." "Onlar, içine düştükleri sıkıntıdan dolayı ne zaman cehennemden çıkmak isteseler, her defasında oldukları yere döndürülürler. Onlara "yakıcı azabı tadın" denilir. Hacc Sûresi, âyet: 19-22.

49

Bak. Âyet 50.

50

O günahkâra da şöyle denecektir: "Azabı tat bakalım. Çünkü sen dünyada, çok kuvvetli ve üstün bir kimseydin. İşte bu, dünyada o şüphe ettiğiniz azaptır."

Kıyamet gününde, o cehennemlik günahkâra şöyle denecektir; "Bugün görmüş olduğun azabı tat. Zira sen, kavmin içinde şerefli ve üstün bir kimse olduğunu sanıyordun. Dünyada iken, varlığından şüphe ettiğiniz ve hakkında tartışmaya girdiğiniz azap işte budur."

Katade, bu âyetin, Ebû Cehil hakkında indiğini söylemiştir. Resûlüllah’ın, Ebû Cehil ile karşılaşıp ona "Belaya uğrayasın belaya. Sonra kahrolasın, kahrolasın." Kıyamet Sûresi, âyet: 34-35. âyetlerini okuyunca Ebû Cehil: "Mekke'nin dağları arasında benden güçlü kuvvetli ve şerefli kimse yoktur." demiş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

51

Bak. Âyet 52.

52

Şüphesiz, takva sahipleri (her türlü korkudan) emin bir yerdedirler. Cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.

53

İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyip karşılıklı otururlar.

54

İşte bu böyledir. Ayrca biz onları, iri gözlü hurilerle de evlendiririz.

55

Onlar orada emniyet içinde her çeşit meyveyi isterler.

56

Bak. Âyet 57.

57

Onlar orada, (dünyadaki) ilk ölümlerinden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından da korumuştur. Bunlar, rabbinin bir lütfudur. İşte kurtuluş da budur.

Şüphesiz ki dünyada iken, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkanlar, âhirette güven içinde bulunacaktan bir makamda olacaklardır. Onlar o makamlarda, dünyada iken korkulan belalar, hastalıklar, yorgunluklar ve üzüntülerden emin olacaklardır. O makamlar da cennetler ve pınar başlan olacaktır. Onlar o cennette ince ve kalın ipekten elbiseler giyeceklerdir. Ve karşılıklı olarak oturacaklardır. Ayrıca biz onları, iri gözlü ve beyaz tenli hurilerle evlendireceğiz. Takva sahipleri, cennette arzuladıklan her türlü meyveler isteyecekler ve bu meyvelerden güven içinde olacaklardır. O meyvelerin kesileceğinden, tükeneceğinden ve kendilerine herhangi bir zarar vereceğinden korkmayacaklardır. Dünya nimetleri ise bunların aksinedir. Takva sahipleri cennette, dünyada iken birinci ölümlerinden başka bir daha ölüm tatmayacaklardır. Rableri onları, katından bir lütuf olarak, yanıp tutuşan cehennem azabından koruyaçaktır. Onların, dünyada iken işledikleri günahlardan dolayı, kendilerini cezalandırmayacaktır. İşte âhirette takva sahiplerineverdiğimiz bu nimetler, büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Allahü teâlâ, burada, elli altıncı Âyette cennetliklerin, ölümü bir daha tatmayacaklarını beyan etmektedir. Bu hususta peygamber efendimiz de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Ölüm, kıyamet gününde beyaz bir koç şeklinde getirilecek ve o zaman bir çağırıcı "Ey cennetlikler" diye seslenecek, cennetlikler başlarını uzatıp bakacaklar, çağına onlara: "Siz bunu tanıyor musunuz?" diyecek. Onların hepsi de onu daha önce gördükleri için "Evet tanıyoruz. Bu ölümdür." diyeceklerdir. Sonra çağırıcı, cehennemliklere: "Ey cehennemlikler", diye seslenecek onlar da başlarını uzatıp bakacaklar, çağırıcı onlara, "Sizler bunu tanıyor musunuz?" diyecek onlar da daha önce onu gördükleri için "Evet tanıyoruz, bu ölümdür." diyeceklerdir. Sonra çağırıcı "Ey cennetlikler, arük ebedilik var. Size ölüm yok. Ey cennetlikler artık ebedilik var. Size de ölüm yok." diyecektir. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 19, bab: 1 / Müslim K.el-Cenne, bab: 40, Hadis no: 2849.

58

Ey Rasûlüm, öğüt alsınlar diye biz, Kur’an’ı senin dilinle indirerek kolaylaştırdık.

59

Sen bekle. Onlar da bekliyorlar.

Ey Rasûlüm, seni kendilerine peygamber olarak gönderdiğimiz bu müşrikler, Kur’an’ı düşünüp ondan öğüt alsınlar ve hakka boyun eğsinler diye Kur’an’ı sana, senin dilinle indirerek onu kolay bir kitap kıldık. Ey Rasûlüm, sen rabbinden, bu müşriklere karşı fetih ve zafer bekle. Onlar da bu zaferin kime ait olacağını, dünya ve âhirette kimin sözünün haklı olduğunu bekleyip dursunlar.

0 ﴿