AHKAF SÛRESİAhkaf sûresi otuz beş âyettir. 10, 15 ve 35. âyetleri Medine'de diğerleri de Mekke'de nazil olmuştur. Bu sûre-i celile de diğer Mekkî Sûreler gibi inanç konusunu işlemekte, Allah'ın bir olduğu, onun, kainatta mevcut olan herşeyin yaratıcısı ve nıbbi*olduğu inancını telkin etmektedir. Sûre-i celilede, Kur’an’ın, Allah katından gönderilmiş bir vahiy olduğu beyan edilmekte, Kur'ana ve İslama karşı çıkan müşriklerin, hiçbir bilgiye ve hiçbir haklı gerekçeye dayanmaksızın Allah’a eş koştukları, bu halleriyle de sapıklığa düştükleri haber verilmekte Allah’a eş koşulan putların, âhirette, kendilerine tapanlara hiçbir fayda sağlayamayacakları açıklanmaktadır. Bu mübarek surede devamla, inançlı ve doğru yolda olanla, inançsız ve . sapık olan insana örnek gösterilmektedir. Bunlardan inançlı olan kişinin, Allah'ın nimetlerine şükrederek anne ve babasına karşı iyi davrandığı ve böylece şükür borcunu yerine getirdiği, inançsız ve isyankâr olan kişinin ,de rabbine âsi olduğu, anne ve babasına da iyi muamelede bulunmadığı ve böylece âhirette cezayı hak ettiği haber verilmektedir. Sûre-i celilede daha sonra Âd kavminin kıssasına kısaca temas edilmekte ve Allah’a isyan eden, peygamberlerinin tebligatını dinlemeyen bu kavmin, kendisinden gölge ve yağmur bekledikleri bir buluttan inen ateşle helak olup gittikleri haber verilmektedir. Devamla, daha birçok hususa temas edildikten sonra, İnkârcıların âhirette cehennem azabıyla cezalandırılacakları beyan edilmekte, o gün azabı göenlerin, gerçeği kabullenecekleri fakat artık oradaki pişmanlığın fayda vermeyeceği ve fâsıklar güruhundan başka kimsenin de helak edilmeyeceği beyan edilerek sûre-i celile sona ermektedir. Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Hâ, Mim. Mukatta'a harfleri hakkında, Bakara suresini başımla gerekli açıklamalar yapılmıştır. 2Bu kitabın indirilmesi, herşeye galip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah tarafındandır. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerîmede, Kur'an-ı kerimin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e kendisi tarafından indirildiğini bildiriyor ve sıfatlarından "Aziz" ve "Hakim" sıfatlarını zikrediyor. Böylece, onun kitap indirmesine kimsenin engel olamayacağına ve kitabında söylediği sözlerin hikmetli sözler olduğuna, kitabı indirmesinin de hikmetli bir iş olduğuna işaret etmektedir. 3Biz gökleri yeri ve aralarındakileri ancak yerli yerince ve belli bir müddet içi yarattık. Fakat kâfirler, uyarıldıkları şeylerden yüzçevirirler. Biz, gökleri ve yeri ve oralarda bulunan yaratıkları ancak hakkı ayakta tutmak ve o yaratıklara karşı adaletli davranmak için yarattık. Onlar, ancak belli bir süreye kadar devam edeceklerdir. O süreler dolunca Allah onları yok edecektir. Allah'ın birliğini inkâr edenler ise, Allah'ın, kendilerini uyarmasından yüzçevirirler, onu düşünüp ibret almazlar. 4Ey Mubammed, de ki: "Söyleyin bana, Allah’tan başka taptıklarınız, yeryüzünde neyi yarattı? Gösterin bana. Yoksa göklerde bir ortaklıkları mı vardır? Eğer sözünüzde samimi iseniz, bu Kur'andan önce bir kitap veya geçmişlerin ilminden bir eser getirin bana." "Ey Rasûlüm, kavminin, Allah’a ortak koşan müşriklerine de ki; "Ey kavim, gösterin bana, Allah’ı bırakıp da tapmış olduğunuz putlar, yeryüzünde ne yarattı? Gösterin bana göreyim. Çünkü benim rabbim. yeryüzünü yoktan var etti. Bu, benim için onun tek ilâh olduğunu gösteren bir delildir, Sizin, putlarınıza tapmaktaki gerekçeniz nedir? Yoksa sizin putlarınızın yedi göklerde Allah ile birlikte ortaklıkları mı vardır? Sizler de buna dayanarak mı onlara tapıyorsunuz? Ben, rabbimin göklerde ve yerde herhangi bir ortağı olmadığına inanarak sadece ona kulluk ediyorum. Şâyet sizler, taptığınız putların, yeryüzünde herhangi bir şeyi yarattığı veya göklerde Allah ile herhangi bir ortaklıkları bulunduğu iddialarınızda doğru iseniz, buna dair bana, Kur'andan önce, Alalh katından gönderilmiş bir kitap getirin. Veya eskilerden kalma bir ilim getirin de sizin dediklerinizi doğrulasın. Eğer böyle bir şey getiremiyorsanız, iddialarınızda batıla saplandığınız açıktr. Bundan vazgeçin ve sadece Allah’a kulluk edin. 5Allah’ı bırakıp da kendilerine kıyamet gününe kadar hiçbir cevap veremeyecek şeylere tapanlardan daha sapık kimdir? Halbuki tapındıkları şeyler, onların yalvarmalarından habersizdirler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kendisini bırakıp da, kıyamet gününde, Allah'ın, kendilerini konuşturmasına kadar hiçibir cevap veremeyen ağaç, taş ve maden gibi âciz varlıklara tapanları kınamakta ve bunların, akıl ve izanlarının kıt olduğunu beyan etmektedir. Zira bu müşrikler, kendilerinden tamamen habersiz olan bir takım varlıklara boyun eğerler, mallarını ve canlarını onların uğrunda feda ederler. Bundan daha büyük ahmaklık olur mu? 6Kıyamet günü insanlar (hesap vermek üzere) toplandıkları zaman dünyada tapındıkları şeyler kendilerine düşman kesilir ve onların, kendilerine yaptıkları ibadeti tanımazlar. Kıyamet gününde, Allah'ın insanları diriltip bir araya topladığı ve onları hesaba çektiği anda, dünyada iken insanların taptıkları putlar, kendilerine tapanlara karşı düşman kesilecekler ve onların tapmalarını reddedeceklerdir. Putlar: "Ey rabbimiz, biz onlara: "Bize tapın." demedik. Onların bize taptıklarım hissetmedik. Biz onlardan beriyiz." diyeceklerdir. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır: "Kâfirler, kendilerine destek olmaları için Allah’tan başka ilâhlar edindiler." "Hayır. Bilakis, tapındıkları ilâhlar, ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp düşman olacaklardır. Meryem Sûresi, âyet: 81-82. 7Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman, kendilerine gelen hakkı inkâr eden kâfirler: "Bu apaçık bir sihirdir." derler. Allah’a ortak koşan kâfirlere: "Muhammed'e indirdiğimiz Kur'andaki apaçık âyet ve delillerimiz okunduğu zaman, Allah'ın birliğini inkâr eden ve kendilerine Allah tarafından gerçekleri getinniş olan peygamberi yalanlayan kâfirler bu âyetler hakkında: "Bu apaçık bir sihirdir." dediler. 8Yoksa: Onu Muhammed kendi uydurdu mu diyorlar? Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Şâyet onu ben uydurmuşsam, Allah’tan gelecek cezaya karşı beni savunamazsınız. O, âyetleri üzerinde yaptığınız taşkınlıkları çok iyi bilir. Benimle sizin aranızda şahit olarak o yeter. O, çok affeden ve çok merhamet edendir. Yoksa Allah’a ortak koşan müşrikler: "Bu Kur’an’ı Muhammed uydurdu mu diyorlar? Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Şâyet ben bunu uydurduysam ve Allah’a karşı yalan isnad ettiysem o beni cezalandırır ve onun beni cezalandırması halinde de sizlerin bana yapacağınız herhangi bir şey yoktur. Allah, Kur'an hakkında nasıl dedikodu yaptığınızı daha iyi bilmektedir. Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Ben mi yalan uyduruyorum yoksa sizler mi hakkı yalanlıyorsunuz. Allah bunu görmekte ve bilmektedir. Allah çok affeden ve çok merhamet edendir. Tevbe edenleri bağışlar ve onlara merhametli davranır. O halde siz de tevbe edip onun affına ve merhametine sığının. 9Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Ben, Allah tarafından gönderilen ilk peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uymaktayım. Ben, apaçık uyarıcıdan başka birşey değilim." Ey Rasûlüm, kavminin müşriklerine de ki: "Ben, Allah tarafından gönderilen ilk peygamber değilim. Benden önce nice kavimlere peygamberler gönderilmiştir. O halde benim peygamberliğimi niçin yadırgıyorsunuz? Ey müşrikler, dünyada iken Allah'ın bana ve sizlere ne yapacağını bilemem. Ben, size uymayı emrettiğim şeylerde ancak bana vahyolunanlara tabi oluyorum. Ve ben ancak Allah'ı İnkârınız karşısında sizi cezalandıracağına dair apaçık bir uyarıcıyım." Âyet-i kerime’de: "Bana ve size ne yapacağını da bilmiyorum." ifadesi zikredilmektedir. Bu ifade çeşitli şekillerde izah edilmiştir: Hasan-ı Basrî'den nakledilen ve Taberi'nin de tercih ettiği bir izah şekli şöyledir: Ey Rasûlüm, sen kavminin müşriklerine de ki: "Dünyada iken benimle sizin durumunuzun neye varacağını bümiyorum. Bundan önceki peygamberlere olduğu gibi ben de yurdumdan mı çıkarılacağım yoksa öldürülecek miyim? Veya sizler İnkârınız yüzünden helak mi edileceksiniz? Yoksa hakka yö-nelip bana iman mı edeceksiniz? Sonra Allahü teâlâ: "Ey Peygamber hani bir zaman sana şöyle demiştik "Şüphesiz ki rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır. Biz, Miraç gecesi o manzaraları sana ancak insanlan imtihan etmek için gösterdik. Kur'anda lanetlenen ağaç ile de imtihan ettik. Biz, kâfirleri korkuturuz. Fakat bu ancak onların aşın taşkınlıklarım artırır. isra Sûresi, Âyet: 60 âyetini indirdi. Resûlüllah’ın, kavmi tarafından öldürülemeyeceğini beyan etti. Allahü teâlâ sonra: "Dinini bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hidâyet ve hak bir din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter." Fetih Sûresi, Âyet: 28âyetini indirdi. İslam dininin diğer bütün dinlere galip geleceğini bildirdi. Sonra: "Halbuki sen onların içlerindeyken Allah onlara azap edecek değildi. Affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir. Enfal Sûresi, Âyet: 33 âyetini indirdi ve Resûlüllah hayattayken Allah'ın, onun ümmetini helak etmeyeceğini beyan etti. Böylece, Allahü teâlânın, dünyadayken Resûlüllah’a ve müşriklere ne yapacağını açıklamış oldu. Allahü teâlânın, âhirette Resûlüllah’a ve müşriklere ne yapacağı daha önce inen âyetlerde belli edildiği için bu âyeti: "Âhirette ne yapacağını bilmiyorum." şeklinde izah etmek doğru görülmemiştir. Bu âyetin, Abdullah b. Abas ve Katade'den nakledilen, Hasan-ı Basrî'den de ikinci bir görüş olarak nakledilen diğer bir izah şekli ise şöyledir: Ey Rasûlüm, sana iman edenlere de ki: "Kıyamet gününde Allah'ın, bana ve sizlere ne yapacağını bilmiyorum. "Sonra Allahü teâlâ, Resûlüllah’a ve mü’minlere ne yapacağını beyan ederek şu âyetleri indirdi, ve bu âyete bir açıklık getirdi. "Allah bu fethi sana, geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak üzerine olan nimetini tamamlamak, seni dosdoğru bir yola iletmek ve seni şanlı bir zaferle muzaffer kılmak için ihsan etti." "Allah bu fethi sana, iman eden erkeklerle kadınları, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere koymak ve yaptıkları kötülükleri silmek için ihsan etti. İşte bu, Allah nezdinde büyük bir kurtuluştur. Fetih Sûresi, âyet: 2-3 Âyet-i kerime’nin diğer bir izah şekli ise şöyledir: Ey Rasûlüm, de ki: "Bana ve sizlere ne gibi hükümlerin ineceğini ve nelerin farz kılınacağını bilmiyorum. Ben, ancak bana vahyolunanlara tabi oluyorum. Ne vahyedilirse onu yapmakla mükellefim." Bu izah tamım göre, Âyetin bu bölümünün, herhangi bir cezalandırmayı beklemekle bir ilgisi yoktur. 10Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Söyleyin bana, eğer bu Kur'an Allah tarafından gönderilmiş olup da, siz de onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bu Kur’an’ın benzerine şahitlik edip iman etmişse ve siz de iman etmeyi kibirinize yedirememişseniz, kendi kendinize zulmetmiş olmaz mısınız? Şüphesiz Allah, zalim bir kavmi hidâyete erdirmez." Ey Rasûlüm, Kur'ana, "Apaçık bir sihirdir." diyen kavminin müşriklerine de ki: "Eğer Allah, bu Kur'ant kendi nezdinden indirdi siz de onu yalanladınız, İsrailoğullarmdan bir şahit de bu Kur’an’ın bir benzeri olan Tevratı delil göstererek Kur'ana iman etteyse siz de Kur'ana iman etmeyi gururunuza yediremediniz ise sizler insanların en zalimi ve en sapığı olmaz mısınız? Şüphesiz ki Allah, zalim bir kavmi hidâyete erdirmez. Âyet-i kerime’de, İsrailoğullarından birinin, Kur’an’ın bir benzeri olan kitabın doğruluğuna şahitlik ettiğini, böylece Kur’an’ın da doğruluğuna şahitlik etmiş olacağı zikredilmektedir. Bu kişiden maksat, bazı müfessirlere göre Hazret-i Mûsa, diğerlerine göre ise Abdullah b. Selam'dır. Kur’an’ın benzerinden maksat ise Tevrattır. Mesruk ve Şa'bî, Âyette zikredilen "İsrailoğullarından olan bir şahit" den maksadın Hazret-i Mûsa olduğunu, Hazret-i Mûsa'nın Tevratın hak bir kitap oduguna dair şahitlik ettiğini, böylece Tevratın benzeri olan Kur'an'ın da hak tasdik ettiğini söylemişler, görüşlerine delil olarak da bu surenin Mekke de nazil olduğunu zikretmişlerdir. Zira, Mekke döneminde Yahudilerle muhatap olunmamıştır. Sa'd b. ebi Vakkas, Abdullah b. Abbas, Mâlik b. Enes, Mücahid, Dehhak, Katade, İkrime ve Yusuf b. Abdullah b. Selam'a göre ise âyette zikredilen "İsrailoğullarından bir şahit" ifadesinden maksat, Medine'de ilk müslüman olan Yahudilerden Abdullah b. Selam'dır. Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki: "Ben Resûlüllah’ın yeryüzünde yürüyen herhangi bir kimse için "Bu cennetliktir." dediğini duymadım. Ancak, Abdullah b. Selam için dediğini duydum. "İsrailoğullarından bir şahit de bu Kur'an'ın benzerine şahitlik etmiş" âyeti de onun hakkında nazil olmuştur. Buhari.K.Menakıbü'i-Ünsar. bab: 19 Abdullah b. Selam'ın kardeşinin oğlu diyor ki: "Osman'ı muhasaraya alanlar onu öldürme teşebbüsüne geçince, Abdullah b. Selam, Osman'ın yanına varmıştır. Osman (radıyallahü anh) ona: "Niçin buraya geldin?" diye sormuş Abdullah: "Sana yardım etmek için geldim." demiştir. Osman (radıyallahü anh) ona "Dışarı çık ve onları benden uzaklaştır. Zira senin dışarıda olman, benim için içende olmandan daha faydalıdır." demiştir. Bunun üzerine Abdullah b. Selam insanların karşısına çıktı ve şöyle dedi: "Ey insanlar, benim ismim cahiliye döneminde falandı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana "Abdullah" adını verdi. Ve Allah'ın kitabında benim hakkımda âyetler indi." (... İsrailoğullarından bir şahit de bu Kur’an’ın benzerine şahitlik edip iman etmişse ve siz de iman etmeyi kibirinize yedirememişseniz, kendi kendinize zulmetmiş olmaz mısınız? Şüphesiz Allah, zalim bir kavmi hidâyete erdirmez." âyeti benim hakkımda nazil oldu ve: "Kâfirler: "Sen, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin." derler. Onlara de ki; "Benimle sizin aranızda Allah'ın ve kitabı bilen âlimlerin, şahit olmaları yeter. Ra'd Sûresi, Âyet: 43 âyeti de benim hakkımda nazil oldu. Ey insanlar, Allah'ın, kınları içinde sizden uzaklaştırdığı kılıçları mevcuttur. Peygamberinin yerleştiği bu şehirde sizlere melekler komşuluk etmektedir. Bu adamı öldürme hususunda Allah’tan korkun, Allah’tan. Allah’a yemin olsun ki şâyet bunu öldürecek olursanız komşularınız olan melekleri kovmuş olursunuz ve kınlar içinde sizden uzaklaşan kılıçları istemiş olursunuz. Onlar kıyamete kadar bir daha kınlarına girmezler." Abdullah b. Selam'ın kardeşinin oğlu diyor ki: "Osman'ı kuşatan insanlar şu cevabı verdiler: "Öldürün bu Yahudiyi, öldürün Osman'ı" Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 46, bab: 1, Hadis no: 3256 Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edince Abdullah b. Selam Resûlüllah’a bazı sorular sormuş, Resûlüllah sorulanın cevaplandınnca Abdullah: "Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Sen de Âllahın peygamberisin." diyerek kelime-i şehadet getirmiş ve iman etmiştir. Sonra da Resûlüllah’a şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Resulü, Yahudiler, insanı şaşırtan bir topluluktur. Benim müslüman olduğumu öğrenmelerinden önce sen onlara beni sor." Bundan sonra Yahudiler, Resûlüllah’a gelmişler, Resûlüllah onlara "İçinizde Abdullah b. Selam nasıl bir adamdır?" diye sormuş onlar "En hayırlımız ve en hayırlımızın oğlu, en üstünümüz ve en üstünümüzün oğludur." demişlerdir. Bunun Üzerine Resûlüllah: "Abdullah b. Selam'ın müslüman olmasına ne dersiniz?" demiş onlar da "Allah korusun." cevabım vermişlerdir. Resûlüllah aynı soruyu tekrar sormuş onlar da aynı cevabı vermişlerdir. Bunun üzerine Abdullah b. Selam ortaya çıkmış ve "Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur. Ve Muhammed Allah'ın peygamberidir." demiştir. Bunun üzerine Yahudiler "Bu en şerlimizdir ve en şerlimizin oğludur." dediler ve onu kötülemeye başladılar. Abdullah: "Ey Allah'ın Resulü, işte ben onların böyle yapacaklarından korkuyordum." dedi. Buhari, K.Menakıbulensar, bab: 51. 11Kâfirler, mü’minler için şöyle derler: "Eğer Muhammed'in getirdiği şeylerde bir hayır olsaydı onlara önce biz iman ederdik de önümüze geçemezlerdi." Kâfirler, bununla hidâyete ermedikleri için: "Bu, eski bir yalandır." diyeceklerdir. Kureyş müşriklerinden ve İsrailoğullarından Muhammed'e iman etmeyenler, ona iman eden mü’minlere şöyle demişlerdir: "Muhammed'e, getirdiği şeylerden dolayı iman etmekte bir fayda olsaydı sizler bizden önce onu tasdik etmiş olamazdınız. Biz onu sizden daha önce tasdik etmiş olurduk. Onlar, Muhammed'e ve Muhammed'in getirdiklerine inanarak doğru yola erişmedikleri için Muhammed'in getirdiği Kur'ana "Bu Kur'an, öncekilerin uydurdukları efsanelerdir." derler. Müşriklerin bu iddiaları başka bir âyet-i kerime’de şöyle ifade edilmiştir: "Kur'an, öncekilerin efsaneleridir. Muhammed onu başkalarına yazdırmış da, sabah akşam kendisine tekrarlanıp okunuyor." dediler. Furkan Sûresi, âyet: 5 12Kur'andan önce de, Mûsa'nın kitabı Tevrat, bir rehber ve rahmet olarak gönderilmiştir. İşte bu Kur'an da zulmedenleri uyarmak ve iyilikte bulunanları müjdelemek için Arap diliyle gönderilmiş, öncekileri tasdik eden bir kitaptır. Bu Kur'andan önce de Mûsa'ya Tevratı indirdik. O Tevrat İsrailoğulları için bir önder ve bir rahmetti. Bu Kur’an’ı da Arapça bir dil ile daha önce indirilen kitapları tasdik eden bir kitap olarak indirdik ki Kur'an, zalimleri uyarsın, zulümlerinden vazgeçsinler. İyilikte bulunanları da güzel mükafaatlarla müjdelesin. 13"Rabbimiz sadece Allah’tır." deyip de dosdoğru yolda yürüyenler için şüphesiz korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. 14İşte onlar, cennetliklerdir. Yaptıklarının mükafaatı olarak orada ebediyyen kalacaklardır. "Rabbimiz, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır." deyip de sonra söyledikleri bu söze bağlı kalanlar, doğru yoldan ayrılmayanlar, imanlarına şirki katmayanlar ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmeyenler için kıyamet gününün dehşetinden dolayı bir korku yoktur. Onlar, geçmişteki yaptıklarından dolayı da üzülmeyeceklerdir. İşte bunlar, cennetliklerdir ve dünyada iken yaptıkları salih amellerin karşılığı olarak orada ebediyyen kalacaklardır. 15Biz insana, anne ve babasına iyilikte bulunmasını emrettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun, ana karnında taşınma ve sütten kesilme müddeti otuz aydır. O, kemale erip kırkına basınca şöyic der: "Rabbim, bana ve anne babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmeyi, razı olacağın salih ameller işlemeyi banailham et. Zürriyetimi de ıslah et. Sana tevbe ettim ve ben müslümanlardanım." Allahü teâlâ, bundan önceki âyetlerde kendisini birlemeyi, ona ibadette samimi olmayı ve doğruluktan ayrılmamayı emrettikten sonra bu âyet-i kerime’de de anneye babaya itaat etmeyi emretmiştir. Bu da, anne babaya itaatin, çok önemli bir vazife olduğunu göstermektedir. Âyet-i kerime’de, annenin çocuğu kamında taşırken ve doğururken çeşitli sıkıntılar çektiği zikredildikten sonra, çocuğun sütten kesilmesinin otuz ayda gerçekleşeceği beyan edilmiştir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) bu âyetle, Bakara süresindeki "Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler." Bakara Sûresi, âyet: 233âyetini göz önünde bulundurarak kadının hamilelik müddetinin en az altı ay olabileceğine hüküm vermiş ve altı ay içinde doğum yapan evli kadından zina cezasını düşürmüştür. Âyet-i kerime’de, insanın kemale ermesinden söz edilmektedir. Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre, insanın kemale ermesi otuz üç yaşına ermesiyle gerçekleşir. Taberi de "Kemale erme" ifadesinden sonra "Kırk yaşın" zikredilmesi sebebiyle bu görüşün daha uygun olduğunu sylemiştir. Şa'bî ise, buradaki "Kemale enne" ifadesinden maksadın, kişinin yükümlülüğünün başladığı ergenlik çağı olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerime’de, kırk yaşına basan kişinin artık olgunluk çağına ereceği, şehvani arzuların baskılarından kurtularak akl-ı selim ile düşüneceği, rabbine şükretme ve salih amel işleme yollarını araştıracağı, yaptığı günahlardan tevbe edeceği ifade edilmektedir. Taberi bu âyet-i kerime’nin, Hazret-i Ebubekir es-Sıddiyk baklanda nazil olduğunu zikretmiştir. 16Bunlar, en güzel amellerini kabul ettiğimiz ve günahlarından vazgeçtiğimiz cennetliklerdendir. İşte bu, dünyada vaadedildikleri doğru vaaddir. İşte bu şefaatlara sahibolan kişilerin, dünyada iken yaptıkları amellerin en güzellerini kabul eder mükafaatlarıni ona göre veririz. Ve yaptıkları kötülükleri bağışlayıp onlardan dolayı kendilerini cezalandırmayız. Bunlara, cennetliklere davrandığımız gibi davranırız. Bu, Allah'ın onlara, dünyada iken vaadedilen doğru bir vaaddir. *Muhammed b. Hatib diyor ki: "Hazret-i Ali Basralılara galip geldiğinde onun yanında Hazret-i Osman'ın aleyhinde konuşuluyordu. Bu konuşanlardan biri: "Aramızda doğru hüküm verecek biri var.. Meseleyi ona arzedelim." dedi. Meseleyi Hazret-i Ali'ye arzettiler. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Osman (radıyallahü anh) Allah'ın, hakkında şöyle buyurduğu kimselerdendir: "Bunlar, en güzel amellerini kabul ettiğimiz ve günahlarından vazgeçtiğimiz cennetliklerdendir. İşte bu, dünyada vaadedildikleri doğru vaaddir." Mücahid diyor ki: "Ebubekir (radıyallahü anh) Ömer (radıyallahü anh)i çağırdı ve ona: "Ben sana bir vasiyette bulunacağım. Sen onu muhafaza et." dedi ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah'ın, gecede yerine getirilecek bir kısım hakları vardır ki onları gündüzün kabul etmez. Ve gündüzün yerine getirilecek bir kısım hakları vardır ki onları geceleyin kabul etmez. Hiçbir kimsenin, farzları eda etmeden nafileyi yapmaya hakkı yoktur. Kıyamet gününde terazisi ağır gelen kimsenin terazisinin ağır gelme sebebi, dünyada iken hakka uyması ye hakka uymanın zorluğuna katlanmasıdır. Kendisine haktan, hayırdan başka bir şey konmayan terazinin ağır gelmesi muhakkaktır. Kıyamet gününde terasizi hafif gelenlerin terazilerinin hafif olma sebebi ise, onların dünyada iken batıla uymaları ve batılın kendilerine kolay gelmesidir. Kendisine batıldan başka bir şey konulmayan bir terazinin hafif gelmesi muhakkaktır. Görmez misin ki Allah, cennetlikleri en güzel amelleriyle zikrediyor. Öyle ki bir insan "Benim amelim nerde bunların ameline ulaşacak?" der. Bunun sebebi ise Allah'ın, onların en kötü amellerini affetmesi ve onları ortaya çıkarmamasıdır. Yine görmez misin ki Allah, cehennemlikleri en kötü amelleriyle anıyor. Öyle ki insan, "Benim amelim bunların amelinden daha hayırlıdır." der. Bunun sebebi ise, Allah'ın, onların en güzel amellerini reddetmesidir. Yine görmez misin ki Allah zorluk ifade eden âyetlerini kolaylık ifade eden âyetleriyîe kolaylık ifade eden âyetlerini de zorluk ifade eden âyetleriyle birlikte birlikte indirmiştir ki, mü’min hem ümit hem de korku içinde bulunsun. Böylece kendisini eliyle tehlikeye atmasın ve Allah’tan, hak dışında bir tememnide bulunmasın. 17Bak. Âyet 18. 18Fakat o kimse ki, anne ve babasına: "Öf size, benden önce birçok nesiller gelip geçti (Hiçbiri dirilmedi) Şimdi bana tekrar dirilip kabirden çıkacağımı mı vaadediyorsunuz?" der. Anne ve babası ise Allah’tan ona yardım dilerler: "Yazık sana, iman et. Allah'ın, tekrar dirilme hususundaki vaadi mutlaka gerçekleşecektir." derler. O da: "Bu söyledikleriniz eskilerin masallarından başka bir şey değildir." der. Evet, işte böyle olanlar, kendilerinden önce gelmiş geçmiş insan ve cinden ümmetlerle beraber azabı hak eden kimselerdir. Şüphesiz onlar, hüsrana uğrayanlardır. Kendisini, iman etmeye, öldükten sonra dirilip hesaba çekileceğini kabul etmeye davet eden baba ve annesine karşı, bezginliğini ifade ederek: "Öf size, öldükten sonra tekrar dirileceğimi mi bana vaadediyorsunuz'? Halbuki benden önce nice ümmetler gelip geçti. Onlar tekrar dirilmediler." diyen kişiye babası ve annesi, Allah’tan yardım ve inÂyet dilerler ve İslamı kabul etmesini isterler ve ona derler ki: "Vay senin haline, Allah’a iman et. Şüphesiz ki Allah'ın, öldükten sonra insanları diriltme vaadi haktır." Baba ve annesini dinlemeyen bu isyankâr kişi ise şöyle der: "Sizin bu söyledikleriniz geçmişlerin efsanelerinden başka bir şey değildir. "İşte böyle insanlar için Allah'ın azap sözü hak olmuştur. Bu insanlar, kendilerinden önce geçen cin ve iasanlardan meydana gelen kâfir ümmetlerle birlikte Allah'ın azabını tadacaklardır. Şüphesiz ki onlar, hüsrana uğrayanlardır. Hasan-ı Basrî, bu âyette zikredilen kişiden maksadın. Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan, anne ve babasına kötülük eden, günah işleyen her kâfir kişi olduğunu söylemektedir. Bu âyet-i kerime’nin, Hazret-i Ebubekir'in oğlu Abdurrahman'ın hakkında, müslüman olmadan önce nazil olduğunu söyleyenler olmuşsa da Hazret-i Âişe bunun doğru olmadığını söylemiştir. Yusuf b. Mâhek diyor ki; "Muaviye, Mervan b. Hakemi Hicaz'a vali tayin etmişti. Mervan bir hutbe okudu ve hutbesinde Muaviye'nin oğlu Yezid hakkında konuştu. Babası Mu-aviye'den sonra halife olarak Yezid'e biat edilmesini telkin ediyordu. Bunun üzerine Hazret-i Ebibekir'in oğlu Abdurrahman, Mervan'ın bu sözlerine karşı çıktı ve ona birşeyler söyledi. Bunun üzerine Mervan: "Onu yakalayın." dedi. Abdurrahman Hazret-i Âişe'nin evine sığındı. Onu oradan çıkarmaya güçleri yetmedi. Bunun üzerine Mervan şöyle dedi: "Allah, bunun hakkında "Fakat o kimse ki anne ve babasına "Öf size, benden önce birçok nesiller gelip geçti (hiçbiri dirilmedi) şimdi bana, tekrar dirilip kabirden çıkacağımı mı vaadediyorsünuz?" âyetini indirdi. Hazret-i Âişe, perdenin arkasından şu cevabı verdi: "Allah, Kur'anda benim suçsuz olduğumu bildiren âyetlerden başka, bizim hukkımzıda birşey indirmemiştir. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 46, bab: 1 19Herkese, işledikleri amellere uygun dereceler vardır. Bu, Allah'ın, amellerinin karşılığını ta memen vermesi içindir. Onlar hiçbir haksızlığa uğramazlar. Allah’a ve âhiret gününe iman eden, baba ve annelerine iyilikte bulunan kimselerin de Allah’ı ve âhiret günün inkâr eden kimselerin de işledikleri amellerin kıyamet gününde Allah katında dereceleri vardır. Mü’minlerin dereceleri müsbettir. Kâfirlerin derecesi ise menfidir. Allah, herkesin işlediği amele bir derece vermiştir ki yapılan amellerin karşılığını tam vermiş olsun. Mü’minlere cennette, kâfirlere de cehennemde, amellerinin derecelerine göre yer versin. Onların hiçbirine asla zulmedilmez. 20Kâfirler, cehennem ateşine arzedildikleri gün, onlara şöyle denilecektir: "Sizler dünya hayatında bütün güzel şeylerinizi harcayıp bitirdiniz ve onlarla zevk ve sefa içinde yaşadınız. Ama bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığı olarak hor ve hakir kılan azabı tadın." Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, dünyada iken zevk-ü sefa içerisinde yaşayan, hakka boyun eğmeyi gururlarına yediremeyen ve fısk-u fücura düşen insanların, âhirette bu tür nimetlerden paylan olmayacağını ve kendilerini hor ve hakir kılan cehennem azabına sürükleneceklerini beyan etmektedir. Halife Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir gün Şam'a gitmiş ve orada kendisine daha önce hiç görmediği bir yemek ikram etmişler. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: "Bize böyle bir yemek ikram ediliyor. Bizden önce arpa ekmeği ile bile karınlarını doyuramadan ölen fakir müslümanlara ne verildi?" diye sordu." Halid b. Velid de: "Onlara cennet verildi." diye cevap verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer'in gözleri doldu ve şöye'dedi: "Yemin olsun ki, bizim payımız gelip geçici nimetler ise, onlar da cenneti kazanmışlarsa onlarla bizim aramazida çok büyük faiklar vardır." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün fakir müslümanların bir arada bulunduktan ashab-ı Suffe'nin yanına vardı. Onların, elbiselerini, yama bulamadıkları için postlarla yamadıklarını gördü ve onlara "Siz bu gün mü daha iyisiniz yoksa sabahleyin bir elbise öğleden sonra başka bir elbise giyeceğiniz ve bir yemekte bir kap, öteki yemekte başka bir kapla yemek yediğiniz ve evlerinize, Kabe'ye perde asıldığı gibi perde asıldığı gün mü daha iyi olacaksınız?" diye sordu. Ashab-ı Sufle: "Biz o gün daha iyi oluruz." dediler. Resûlüllah da buyurdu ki: "Bilakis siz, bugün daha iyisiniz." İbn-i Zeyd, bu âyet-i kerime’yi okuduktan sonra şu âyetleri okumuş: "Kim dünya hayatını ve onun ziynetlerini isterse, biz onlara dünyada yaptıklarının tam karşılığım veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez. Hud Sûresi, âyet: 15 "Kim, âhiret menfaatini isterse, onun mükafaatını artırırız. Kim de dünya menfaatini isterse ona dünyada istediğinin bir kısmını veririz. Âhirette ise, hiçbir nasibi yoktur. Şura Sûresi, âyet: 20 Kim, geçici dünya hayatını isterse, bunlardan istediğimize dilediğimiz kadar veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Oraya perişan bir halde, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak girer. İsra Sûresi, Âyet: 18 ve şöyleder: "İşte dünya hayatındayken bütün güzel şeylerini harcayıp bitirenler bunlardır. 21Ey Rasûlüm, Âd'ın kardeşi Hud'u hatırla. Kendisinden önce ve sonra nice uyarıcı peygamberler gelip geçmiş olan Hud, bir zaman " Ah-kaf da oturan kavmini şöyle uyarmıştı. "Sadece Allah’a ibadet edin. Ben, sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime ile kavminin kendisine karşı çıkması üzerine Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i teselli ediyor ve "Ahkaf" bölgesinde yaşayan Âd kavmine gönderilen Hazret-i Hud'un da kavmini Allah'ı birlemeye davet ettiği zaman kavminin onu yalanladığını beyan ediyor. "Ahkaf'in kelime manası "Uzun bir şekilde yığılmış olan kum yğmi" demektir. Âyette zikredilen "Ahkaf'dan nerenin kasdedikliği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre "Ahkaf, Yemen'de Umman ile Hadramut arasında bir yerdir. İbn-i İshak da bu görüştedir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe ve Dehhak'a göre ise, Şam topraklarında bir dağın adıdır. Katade'ye göre ise Ahkaf, Yemen'de "Şahr" bölgesinde, deniz kenarında bulunan kumluk bir yerdir. Mücahid ise Ahkaf'ın, yeryüzü manasına geldiğini söylemiştir. Taberi, Ahkaf in, "Uzunca yığılan kum yığını" demek olduğunu, bunun Şam'da da Yemen'de Şuhr'da da olabileceğini ifade etmiş ve bunun yerini bilmenin farz olmadığını, bilmemenin de herhangi bir sorumluluk getirmediğini söylemiştir. 22Kavmi ise şöyle dedi: "Sen bize, ilahlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer sözünde doğru olan kimselerdensen, vaadettiğin şeyi getir. Hud, kavmine "Ancak Allah’a ibadet edin. Ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." deyince kavmi ona şu cevabı vermiştir. "Ey Hud, sen bize, il ahi arımıza ibadeti bırakıp senin davet ettiğine ibadet etmemiz için mi geldin? Eğer sen konuştuklarında doğru olan bir kimse isen bu ilahlara tapmamız yüzünden azaba uğrayacağımız vaadini gerçekleştir ve o azabı bize getir. 23Hud da onlara şöyle dedi: "Azabınızın ne zaman ineceğine dair bilgi sadece Allah katındadır. Ben size, benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Ne var ki ben sizi, cahillik yapan bir kavim olarak görüyorum." Hud, kendisiyle alay eden kavmine şu cevabı verdi: "Allah'ı inkâr etmeniz yüzünden uğrayacağınızı söylediğim azabın gelme vaktini ancak Allah bilir. Bu hususta ben, Allah'ın bana bildirdiğinden başka birşey bilmem. Ben, ancak Allah tarafından size gönderilmiş bir peygamberim. Onun bana, gönderdiği şeyleri size tebliğ ederim. Fakat ben sizin, cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum, İnkârınız yüzünden ne gibi zararlara uğrayacağınızı takdir edemiyorsunuz. Ve Allah'ın azabının acele gelmesini istiyorsunuz. 24Bak. Âyet 25. 25Onlar, o azabın bir bulut şeklinde vadilerine doğru yayıldığını görünce: "Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur." dediler. Bunun üzerine Hud, onlara şöyle dedi: "Hayır, o, hemen inmesini istediğiniz şeydir. O, bir rüzgardır. Onun içinde, rabbinin emriyle herşeyi yerle bir edecek can yakıcı bir azap vardır." Bunun üzerine bir anda onlar o hale geldiler ki, evlerinden başka hiçbir şey görülmez oldu. İşte biz, suçlu kavmi böyle cezalandırırız. Âllah teala, Âd kavmini helak etmek için yaşamış oldukları vadinin üzerine azabını bulut şeklinde göndermiştir. Bunu gören Âd kavmi, kurak bir mevsim yaşadıkları için "Bu bize yağmur yağdıracak birbulultur." demişler ve kendi kendilerine sevinmişlerdir. Hud (aleyhisselam) ise onlara "Bu, sizin acele olarak istediğiniz azaptır. Bu, içinde can yakıcı azap taşıyan bir fırtınadır." dedi. Bu fırtına, rabbinin emriyle herşeyi harap etmektedir. Böylece Hud kavmi tamamen helak olup gitti. Evlerinden başka ortada hiçbir şey kalmadı. Evet, Allah, zalim kavmi işte böyle cezalandırır. Resûlüllah'ın zevcesi Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Ben, Resûlüllah’ın, küçük dili görünecek şekilde güldüğünü asla görmedim. O, sadece gülümserdi. Bir bulut veya bir rüzgar göründüğünde, yüzünden üzgün olduğu anlaşılırdı. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, insanlar bulutu gördükleri zaman ondan yağmur yağacak ümidiyle seviniyorlar. Fakat bakıyorum ki sen, onu gördüğün zaman, yüzünden onu hoşlcarşılamadığın anlaşılıyor." Dedi ki: "Ey Âişe, o bulutun içinde bir azap olmadığına ben nasıl emin olayım? Bir kavme rüzgarla azp edilmiştir. Bir kavim de azabı görünce, "İşte bu, bize yağmur yağdıracak bir buluttur." demiştir. Buhari, K.Tefsiri el-Kur’an, Sûre: 46, bab: 2 26Şüphesiz biz, Âd kavmine, sizlere vermediğimiz imkanlar vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalbler bahsetmiştik. Ne yazık ki, verdiğimiz kulaklar, gözler ve kalbler onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay edip durdukları azap da onları kıskıvrak kuşatıverdi. Ey Kureyş kâfirleri, inkârları yüzünden helak ettiğimiz Âd kavmine size dünyada vermediğimiz nimetler venniştik. Onlar hem mal bakımından güçlü hem de bedenen güçlüydüler. Biz onlara, rablerinin gönderdiği âyetleri dinleyecek kulakler, delillerini görecek gözler, indirdiği kitapları anlayacak kalbler vermiştik. Fakat ne kulakları ne gözleri ne de kalbleri onlara bir fayda sağladı. Zira onlar, âzâlarını kendilerine faydalı olacak yerlerde değil, kendilerini azaba sürükleyecek yollarda kullandılar. Çünkü onlar, Allah’ın delilleri olan peygamberleri inkâr ediyorlardı. Neticede alaya aldıkları azap kendilerini çepeçevre kuşatıverdi. Sizler de Allah’ı inkâr edip peygamberlerini yalanlayarak onların durumuna düşmeyin. Azap gelmeden önce, yaptıklarınızdan vazgeçin. 27Şüphesiz biz, sizin çevrenizde yaşayan bir çok ülkeleri helak etmiştik. İnkârlarından dönerler diye âyetlerimizi çeşitli üsluplarda açıklamıştık. Ey Kureyş kâfirleri, sizin çevrenizde bulunan Âd kavminin yaşadığı Ah-kaf bölgesini, Semud kavminin yaşadığı "Hicr" bölgesini, Sebe' kavminin yaşadığı ve Me'rib şeddinin yıkıldığı yeri ve Lût kavminin yere battığı Sodom şehrini helak ettik. Biz onlara, çeşitli âyetlerimizi açıklamışık ki İnkârcılıklarından vazgeçsinler. Fakat onlar, inkârlarında ısrar ettiler. Biz de onları tamamen yok ettik. Bize karşı onların hiçbir yardımcısı da bulunmadı. 28O zaman Allah’a yaklaştırsın diye, Allah’tan başka edindikleri ilahların kendilerine yardım etmesi gerekmez miydi? Aksine, onlardan uzaklaşıp kayboldular. İşte bu, onların yalanlan ve uydurdukları iftiralarıdır. Bizim azabımız gelip kendilerine çatınca, kendilerini Allah’a yaklaştırsın diye Allah'ın dışında taptıkları putları, bu helak edilen kavimlere yardım etmeli değiller miydi? Bilakis o putlar, kendilerine tapanlardan uzaklaşarak ortadan kayboldular. Çünkü onlara tapanlar ilahî azapla helak oldular. Putlar ise taş, maden gibi cansız varlıklardı. Allah'ın azabından etkilenmeleri söz konusu olmadı. Puta tapanların: "Bunlar sizi Allah’a yaklaştıracaklar." şeklindeki sözleri, kendilerinin yalanlan ve uydurdukları iftiralardan başka bir şey değildir. 29Ey Rasûlüm, bir zaman Kur’an’ı dinleyecek bir cin taifesini sana yöneltmiştik. Kur’an’ın okunuşunda hazır bulununca, birbirlerine: "Susun dinleyin." dediler. Okuma bitince de kavimlerine uyarıcılar olarak dündüler. Âyet-i kerime’de, cinlerin Resûlüllah’a yöneldikleri, ondan Kur'an dinledikleri, Resûlüllah'ın, Kur'an okumayı bitirmesinden sonra da dönüp kavimlerine gittikleri ve onları uyardıkları beyan edilmektedir. Ancak Resûlüllah’ın, cinlerin geleceklerinden haberi bulunup bulunmadığı, cinlerle görüşürken yanında sahabilerden herhangi birinin bulunup bulunmadığı, cinlerle sadece Mekke'de "Nahle" veya "Hücun" denen yerde mi yoksa hem Mekke hem de Medine'de mi karşılaştığı, kendisine gelen cinlerin sayısının yedi veya dokuz yahut on beş veya üçyüz ya da on iki bin mi olduğu hakkında . farklı Rivâyetler zikredilmiştir. Bu Rivâyetlere bakarak, Resûlüllah’ın, cinlerle çeşitli yerlerde, muhtelif zamanlarda, farklı görünümler içerisinde karşılaşıp görüştüğünü söylemek en uygun olan yorumdur. 1- Resûlüllah’ın, cinlerin gelmesinden, daha önceden haberi olup olmadığı ve cinlerin, kendisini dinlerken onları görüp görmediği meselesi: a- Abdullah b. Abbas, Resûlüllah’ın, cinlere bilerek Kur'an okumadığını ve onları görmediğini söylemiş ve şunları Rivâyet etmiştir: "Resûlüllah, sahabilerinden bir toplulukla birlikte Ukaz panayırına gitmek üzere yola çıkmıştır. Bu sırada şeytanların, gökten haber almalarına engel olunmuş, onların üzerine gökten ateş parçalan gönderilmiş ve onları kavimlerinin yanına geri çevirmiştir. Kavimleri onlara: "Ne oluyor size?" diye sormuşlar onlar da şöyle demişlerdir: "Bizim, gökten haber almamıza engel olundu. Bizim üzerimize ateş parçalan gönderildi." Kavimleri onlara: "Sizin gökten haber almanıza engel olan mutlaka yeni bir şey olmuştur. Siz, yeryüzünün doğu ve batılarını tarayın. Sizin, gökten haber almanıza mani olan şeyin ne olduğunu araştırın." demişlerdir. Bunun üzerine, "Tihame" bölgesine doğru yönelin cinler, "ukaz" panayırına gitmek üzere "Nahle" denilen yerde bulunan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e yöneldiler. Resûlüllah, sahabilerine sabah namazını kıldırıyordu. Cinler Kur’an’ı işitince onu dinlediler ve kendi kendilerine: "Vallahi sizin, gökten haber almanıza engel olan işte budur." dediler. İşte cinler oradan dönüp kavimlerine gittiklerinde şu Âyetin beyan ettiği sözleri söylediler: "Ey Rasûlüm, de ki: "Bana şu vahyedildi. Cinlerden bir topluluk Kur'an okumamı dinlemiş ve şöyle demişler: "Gerçekten biz, hayrete düşüren hidâyeti gösteren bir Kur'an işitik ve ona iman ettik. Artık rabbimiz olan Allah’a hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız. Cin Sûresi,'âyet: 1-2. Bunun üzerine Allahü teâlâ peygamberine "Kul ûhiye" suresini (Cin suresini) indirdi. Böylece Resûlüllah’a, cinlerin konuştukları şeyler Allahü teâlâ tarafından vahiyle bildirildi. Buhari, K.el-Ezan, bab: 105, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 72, bab: 1 / Müslim, K.es-Salnlı. b- Abdullah b. Mes'ud ise Resûlüllah’ın, cinler tarafından davet edildiğini, ve onlara Kur'an okuduğunu söylemiş ve şunları Rivâyet etmiştir: Alkame diyor ki: "Ben, İbn-i Mes'ud'a şunu sordum "Sizden herhangi biliniz, Resûlüllah ile birlikte cinlerin gecesinde hazır bulundu mu?" Abdullah b. Mes'ud da dedi ki: "Hayır. Fakat, bir gece biz Resûlüllah ile birlikte bulunuyorduk. Onu kaybettik. Vadileri ve yollan aradık, Dedik ki: O, kaçırıldı veya suikasda uğradı. Biz o gece, bir topluluğun geçireceği en kötü geceyi geçirdik. Nihâyet sabah oldu. Bir de ne görelim, Resûlüllah Hira tarafından geliyor. Dedik ki: "Ey Allah’ın Resulü, biz seni kaybettik ve aradık, fakat bulamadık, biz bu geceyi bir topluluğun geçirdiği en kötü gece olarak geçirdik." Resûlüllah şöyle buyurdu: "Bana cinlerin davetçisi geldi. Ben onunla birlikte gittim. Onlara Kur'an okudum." Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Biz Resûlüllah ile beraber aynı yere gittik. O bize, cinlerin ve ateşlerinin kalıntılarını gösterdi. Cinler, Resûlüllahtan yiyecek istemişler, Resûlüllah da onlara: "Üzerine Allah'ın ismi anılan ve elinize geçen her kemik, en etli haliyle birlikte sizin yemeğinizdir. Her hayvan dışkısı da sizin hayvanlarınızın yemeğidir." demiştir. Sonra Resûlüllah sahabilere: "Siz bu iki şey ile taharet etmeyin. Çünkü bunlar, kardeşlerinizin yemeğidir Müslim, K.es-Salah, bab: 50, Hadis no: 150/Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 46, buyurmuştur. Bu iki ravÂyetten anlaşıldığı gibi Resûlüllah bir kere cinlerden habersiz olarak Kur'an okumuş ve onlar da kendisini dinlemişlerdir. Diğer bir defa da cinler Resûlüllahi davet etmişler o da onlara Kur'an okumuştur. 2- Resûlüllah cinlerle görüşürken yanında sahabilerden herhangi birinin bulunup bulunmadığı meselesi: a- Abdullah b. Mes'ud'dan rivâyet edilen ve bundan önce -b- şıkkında zikredilen hadis, Resûlüllah’ın, cinlerle görüşürken yanında sahabilerden herhangi birinin bulunmadığını ifade etmektedir. b- Yine Abdullah b. Mes'ud'dan Rivâyete dilen şu hadis-i şerif ise Abdullah b. Mes'ud'un, Resûlüllah’ın cinlerle görüştüğü gece onunla beraber olduğunu ifade etmektedir. Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Cin gecesinde Resûlüllah bana dedi ki: "Mataranda ne var?" Dedim ki: "Hurmasuyu." Resûlüllah: "Güzel hurma, temiz su." dedi. Ebû Davud, K.et-Taharel, bab: 42, Hadis no: 84 /Tirmizî, K.et-Tüharel, bab: 65, Hadis no: 8 Diğer bir Rivâyette ise Abdullah b. Mes'ud şöyle diyor: "Biz, birgün Resûlüllah’ın bazı sahabileriyle birlikte Mekke'de bulunuyorduk. Resûlüllah, "Sizden biriniz kalkıp benimle gelsin. Fakat kalbinde zerre kadar aldatma hissi taşıyan benimle gelmesin." dedi. Ben kalkıp gittim. İçinde su bulunduğunu zannederek mataramı da aldım. Resûlüllah ile beraber çıkıp gittik. Mekke'nin üst tarafına varınca orada bir araya toplanmış karaltılar gönlüm. Resûlüllah yere bir çizgi çizdi. Sonra bana: "Ben gelinceye kadar burada ayakta bekle." dedi. Ben orada ayakta durdum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise yürüyüp gitti. O karaltıların, Resûlüllah’ın üzerine tırmandıklarını gördüm. Resûlüllah onlarla gece boyunca sohbet etti. Şafak vakti benim yanıma geldi ve bana: "Ey İbn-i Mes'ud, hâlâ ayakta mısın? dedi. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, sen bana, "Ben senin yanına gelinceye kadar ayakta dur." dememiş miydin?" Sonra Resûlüllah "Yanında abdest suyu var mı?" diye sordu. Ben de "Evet" dedim. Matarayı açtım bir de ne göreyim, hurma suyu. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü vallahi ben matarayı aldığımda onun içindekinin su olduğunu sanarak almıştım. Halbuki o, hurma suyu imiş." Bunun üzerine Resûlüllah: "Güzel hurma, temiz su." dedi. Ondan abdest aldı. Kalkıp namaz kılmaya başlayınca o gördüğüm karaltılardan iki kişi gelip ona: "Ey Allah'ın Resulü, namazımızda bize imamlık yapmanı istiyoruz." dediler. Resûlüllah o iki kimseyi arkasında saf tutturdu sonra bize namaz kıldırdı. Namaz bitince dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bunlar kimdir?" Resûlüllah: "Bunlar, Nusaybin cinleridir. Bunlar, aralarında çıkan bazı anlaşmazlıklarda bana başvurmak için gelmişler. Benden yiyecek istediler. Ben de onlara yiyecek verdim." dedi. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, senin yanında onlara yiyecek olarak vereceğin bir şey var mıydı?" Resûlüllah: "Ben onlara çöpleri yiyecek olarak verdim. Onların buldukları hayvan tersleri onlar için arpaya dönüşecek ve buldukları kemikler de etlere bürünmüş olacaktır." İşte Resûlüllah bu sırada hayvan pislikleriyle ve kemiklerle taharet yapılmasını yasaklamıştır. Ahmed b. Manbel, Müsned, C.î, S.458-459. 3- Resûlüllah’ın cinlerle nerelerde görüştüğü meselesine gelince: Tirmizi'nin şeyhi "Kevkeb ed-Dürrî" adlı kitabın sahibi şöyle diyor: "Resûlüllah cinlerle altı kere görüşmüştür. Birincisi, sahabenin "Kaçırıldı." veya "Suikaste uğradı" diye endişe ettikleri zamanda Mekke'de olmuştur. Bu görüşmede Abdullah b. Mes'ud, Resûlüllah ile beraber bulunmamıştır. Nitekim Müslim ve Tirmizî'nin rivâyetleri bunu göstermektedir. İkinci görüşmesi ise yine Mekke'de ve "Hücun" denilen dağda olmuştur. Üçüncü görüşmesi, Mekke'nin üst tarafındaki dağlarda gerçekleşmiştir. Dördüncüsü, Medine'de "Bakî el-Garkad" mevkiinde olmuştur. Beşincisi, Zübeyr b. el-Avvam'ın bulunduğu, Medine'nin dışında bir yerde gerçekleşmiştir. Altıncısı ise Bilal b. Hâris'in de bulunduğu, Resûlüllah’ın bir yolculuğu esnasında gerçekleşmiştir." Resûlüllah’ın, Nusaybin cinlerinin heyetiyle görüştüğü şu hadis-i şerifte zikredilmiştir: Ebû Hureyre (radıyallahü anh)dan rivâyet ediliyor ki: O, Resûlüllah’ın abdest alması ve taharette bulunması için yanında bulunduğu zaman matara ile su taşırmış. Bir gün, Ebû Hureyre, Resûlüllah’ın arkasından giderken Resûlüllah "Bu kim?" diye sornıuş Ebû Hureyre ise: "Ben Ebû Hureyre'yim." demiştir. Resûlüllah ona: "Sen bana. taharet için taşlar topla fakat kemik ve hayvan tersi getirme," demiştir. Ebü Hureyre diyor ki: "Ben eteğime taş toplayarak Resûlüllah’a götürdüm. Taşları yanına bırakıp oradan ayrıldım. Resûlüllah, işini bitirdikten sonra onunla beraber yürüdüm. Ve dedim ki: "Kemik ve hayvan terslerinde ne var ki?" Resûlüllah: "Onlar cinlerin yemeğidir. Buna Nusaybin cinlerinin heyeti geldi. Onlar ne güzel cinlerdi. Onlar benden yiyecek istediler, ben de onlar için Allah’a yalvardım. Buldukları herhangi bir kemik veya hayvan tersinin onlar için yiyecek kılınmasını istedim. Buhari, K.Menakıb el-Ensar, bab: 32. Abdül Aziz b. Ömer diyor ki: "Resûlüllah ile "Nahle" mevkiinde görüşen cinler "Ninova" cinleridir. Onunla Mekke'de görüşen cinler ise "Nusaybin" cinleridir." 4- Cinlerin sayısı meselesi: Abdullah b. Mes'ud, Resûlüllah ile görüşen cinlerin sayısının yedi olduğunu ve bunların Nusaybin cinleri olduğunu söylemiş, Zır b. Hubeyş ise bunların sayılarının dokuz olduğunu, içlerinden birinin adının ise "Zevbea" olduğunu söylemiştir. Bu Rivâyet, Abdullah b. Mes'ud'dan da nakledilmiştir.' Evet, bütün bu Rivâyetler, Resûlüllah’ın cinlerle bir kereden fazla görüştüğünü ifade etmektedir. 30Kavimlerine şöyle dediler: "Ey kavmimiz, gerçekten biz, Mûsa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdik eden, hakkı ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik. Cinler, Muhammed'in okuduğu Kur’an’ı dinleyip kavimlerine döndükten sonra onlara şöyle dediler: "Ey kavmimiz, biz, Mûsa'nın kitabı Tevrat'tan sonra indirilen bir kitap dinledik. Bu kitap, Allah'ın, daha önce indirdiği kitapları tasdik ediyor. İnsani arı hakka, Alalım razı olacağı yöne ve dosdoğru bir yol olan Islama iletiyor."Cinler Kur'an'ın, Tevrattan sonra indiğini zikretmişler, Hazret-i İsa'ya indirilen İncili zikretmemişlerdir. Zira İncil, Tevratın hükümlerini tamamlayan mahiyettedir. Bu itibarla İncil zikredilmemiştir. 31Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisi peygambere uyun ve ona iman edin ki, Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı bir azaptan korusun. Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisi olan Muhammed'in çağırısını kabul edin. Ona ve Allah katından getirdiği şeylere iman edin ki, rabbiniz günahlarınızı affetsin. Ve sizi can yakıcı bir azap olan cehennem azabından kurtarsın. 32Allah'ın davetlisine uymayan kimse yeryüzünde Allah’ı âciz bırakamaz. Onun, Allah’tan başka dostları da yoktur. İşte böyle olanlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. Ey kavim, kim Allah’a davet eden peygamberlerin davetine uymazsa, Allah’ı birleyip salih amel işlemezse şunu iyi bilsin ki o, rabbini yeryüzünde âciz bırakıp onun cezalandırmasından kurtulamaz. Ve onun, rabbinden başka kendisine yardım edecek hiçbir dostu da yoktur. İşte Allah'ın davetçisinin davetini kabul etmeyen, Allah’ı birleyip ve salih amel işlemeyen kimseler, apaçık bir sapıklık içindedirler. 33Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmada hiçbir güçlük çekmeyen Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye kadir olduğunu görmüyorlar mı? Evet, elbette o, herşeye kadirdir. Allah'ın, öldükten sonra canlıları tekrar dirilteceğini inkâr eden şu kâfirler görmezler mi ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratırken herhangi bir zorluk çekmeyen Allah, ölüleri diriltmeye de elbette ki kadirdir. Onları, yok olduktan sonra diriltip kabirlerinden tekrar çıkaracaktır. Evet, gökleri ve yeri yaratıp yorgunluk hissetmeyen Allah, herşeye kadirdir. Hiçbir şey onu âciz bırakamaz. 34Kâfirler ateşe arzedildikleri zaman, onlara: "Bu gerçek değil miymiş?" denilir. Onlar da: "Rabbimize yemin ederiz ki, gerçekmiş." derler. Bunun üzerine Allah da onlara: "O halde inkâr etmenize karşılık azabı tadın." der. Öldükten sonra dirilmeyi ve insanların amellerine göre cezalandırılıp veya mükafaatlandınlacaklarını yalanlayan bu kâfirlere, kıyamet gününde cehennem azabı gösterilince şöyle denilecektir: "Dünyada iken yalanlamış olduğunuz bu azap gerçek değil miymiş?" Onlar ise, evet, rabbimize yemin olsun ki bu gerçekmiş." derler. Fakat bu sözleri onlara hiçbir fayda sağlamaz ve Allah onlara: "Dünyada iken yaptığınız İnkârlara karşılık, tadın bu azabı." der. 35Ey Rasûlüm, sen de, "Azim ve sebat" sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret. Kafiler için acele azap isteme. Onlar, kendilerine vaadolunan günün dehşetini gördükleri zaman, dünyada sadece gündüzün bir anı kadar kaldıklarını sanacaklar. Bu apaçık bir tebliğdir. Dinden ayrılan bir topluluktan başka kim helak edilir? Ey Rasûlüm, seni yalayanlayan ve sana eziyet eden kafir ve müşriklere karşı senden önce geçen azimet sahib Peygamberlerin sabrettiği gibi senden önce geçen azimet sahibi Peygamberlerin suberettiği gibi sen de sabret. Rabbinden sana karşı çıkanların derhal cezalandırılmasını isteme. Zira onlar, sonunda mutlaka cezalandırılmaklardır. Ve onlar, kendilerine vaadedilen azabı gördükleri gün, dünyada geçirdikleri zevkü sefalı hayatlarını çok küçümseyecekler, dünyada sanki gündüzün bir anı kadar bir zaman kaldıklarını zannedeceklerdir. Zira onların karşılaştıkları dehşet, kendilerine dünyadaki hayatlarını unutturacaktır. Bu Kur'an, o kafirler için açık bir tebliğ ve öğüttür. Allah, ancak hak yoklan ayrılan bir kavmi helak eder. Zira Allah adalet edenlerin en adilidir. Hiç kimseyi suçsuz yere cezalandırmaz. Âyet-i kerime’de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in "Ulül Azim" Peygamberler gib sabretmesi emredilmektedir. Bu Peygamberlerden maksat, Hazret-i Nuh, Hazret-i İbrahim, Hazret-i Mûsa, Hazret-i İsa Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gibi Allah yolunda imtihan edilen ve her ürlü çileye rağmen gayretleri daha da artan Peygamberlerdir. İbn-i Zeyd bütün Peygamberlerin "Ülül Azim" olduklarını zira Allah'ın, böyle olanları Peygamber seçtiğini söylemiştir. Buna göre bütün Peygamberler "Ülül Azim" dir. Yani kendilerine yüklenen vazifeleri ifa etmekte tamamen kararlı ve ciddidirler. |
﴾ 0 ﴿