MUHAMMED SÛRESİMuhammed sûresi, otuz sekiz âyettir. 13. Âyeti Hicret sırasında yolda, diğer âyetleri ise Medine'de nazil olmuştur. Bu mübarek Sûre, Allah’ı inkâr eden ve insanları onun yolundan alıkoyanların amellerinin boşa çıkarıldığını iman edip salih ameller ileyenlerin ise günahlarının affedileceğini ve durumlarının düzeltileceğini beyan ederek başlıyor. Sûre-i celilede bundan sonra, savaşta kâfirlere karşı nasıl davranılacağı belirtiliyor ve onların boyunlarının vurulması, sindirilip perişan edildikten sonra esir alınmaları, çarpışma durduktan sonra da alınan esirlerin, istenirse fidye alınarak yahut da herhangi bir şey alınmadan serbest bırakılacağı ve savaşın sonuna kadar da bu taktiğin uygulanması gerektiği beyan ediliyor. Allahü teâlâ, dilerse düşmanlarından, savaş yapmadan da intikam alabileceğini fakat savaşı emretmekle mü’minleri imtihan ettiğini açıklıyor. Ve Allah yolunda öldürülenlerin amellerinin hiçbir zaman boşa gitmeyeceğini haber veriyor. Sûre-i celilede, mü’minlere, Allah'ın dinine yardım ederlerse Allah'ın da onlara yardım edeceği ve ayaklarını sabit kılacağı haber veriliyor. İnkâr edenlerin ise yüzüstü sürünecekleri ve amellerinin tamamen boşa çıkarılacağı, beyan ediliyor. Ve bu İnkârcıların, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş milletlerin akıbetlerine bakmaları, helak olup giden o İnkârcı milletlerin akıbetine uğramamaları için inkârlarından vazgeçmeleri tavsiye ediliyor. Bu surede, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicreti sırasında, müşriklerin yaptıklarına karşı teselli ediliyor ve buyuruluyor ki: "Ey Rasûlüm, gelmiş geçmiş nice ülkeler vardır ki, onların halkı, seni memleketinden çıkaran kimselerden daha güçlü ve daha kuvvetliydiler. Biz onlun helak ettik de hiç yardıma koşanları olmadı. Mü’min Sûresi, Âyet: 13 Sûre-i celilede, takva sahiplerine vaadedilen cennetin vasıflan açıklanmakta, bu cennette yaşayan takva sahipleriyle, cehennemde ebediyyen kalacak ve orada içecekleri kaynar sularla barsakları parçalanacak olan kâfirlerin, elbette bir olmayacakları haber verilmektedir. Sûre-i celilede, Kur'an-ı Kerimin emirlerine karşı kesin ve açık bir teslimiyet içinde bulunmayan mü’minlerin durumları beyan edilmektedir. Bu mü’minler "Keşke bir Sûre inse" diye temennide bulunuyorlar. Fakat içinde cihad emri bulunan bir Sûre inince Ue kalblerinde hastalık bulunan bu insanlar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e, ölüm baygınlığınıdaki insanların baktığı gibi bakıyorlar. Cihad, zorlu bir iş olduğu, onun uğrunda can ve mal vermek gerektiği için bu onlara ağır geliyor. Halbuki mü’mine yakışan şey, verdiği sözü mutlaka yerine getirmesi, Kur’an’ın emirlerine harfiyyen uymasıdır. İşte bize bu surede bunlar da beyan ediliyor. Sûre-i celilede, biz mü’minlere bir harp stratejisi de çiziliyor. Ve buyuruluyor ki; "Ey iman edenler, üstün olduğunuz halde, düşmanlarınız karşısında gevşek davranıp da barış istemek zorunda kalmayın. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizin mükafaatım asla eksiltmez. Mü’min Sûresi, âyet: 36 Düşmana karşı üstün olmak, ona üstün ve galip gelecek silahları hazırlamak esastır. Bu husus hiçbir zaman ihmal edilemez. Fakat düşman karşısında üstünlüğü elde etmişken gevşek davranmak, onu küçümsemek ve bazı hususları ihmal etmek gibi sebeplerle durumu aleyhe çevirip banş istemek zorunda kalmak ise çok büyük bir taktik hatasıdır. Bu hataya da asla düşmememiz emredilmektedir. Sûre-i celile, mü’minlerin, Allah yolunda harcamada bulunmaları gerektiğini, bunu yapmadıkları ve bazı emirlerden yüzçevirdikleri takdirde başlarına gelecek olanı beyan eden şu âyet-i kerime ile sona ennektedir: "İşte sizler, Allah yolunda mallarınızı harcamaya davet ediliyorsunuz. /Cma içinizden kimisi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse kendisine cimrilik etmiş olur. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Ama sizler muhtaçsınız. Eğer haktan yüzçevirirseniz, Allah, yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar. Mü’min Sûresi, âyet: 38 Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Allah, inkâr edenlere ve yolundan alıkoyanların amellerini boşa çıkarmıştır. Allah, kendisinin birliğini inkâr eden, kendisini bırakıp başkasına kulluk eden ve kendisine ibadet etmek isteyenleri yolundan alıkoyanların, dünyada iken yaptıkları amellerini boşa çıkarmıştır. Onlar, bu amellerinin karşılığında herhangi birmükafaat alamayacaklardır. Abdullah b. Abbas, bu âyet-i kerime’nin Mekkeliler hakkında nazil olduğunu ifade etmiş ve onların, akrabaları ziyaret, fakirlere yardım gibi amellerinin kendilerine hiçbir fayda vermeyeceğini söylemiştir. 2Allah, iman edip salilı ameller işleyenlerin ve rableri tarafından bir gerçek olarak Muhammed'e indirileni tasdik edenlerin günahlarını affetmiş ve durumlarını düzeltmiştir. Allah, kendisine iman etlen, emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak salih ameller işleyen ve Muhammed'e, rableri tarafından indirilen hak kitaba iman eden mü’minlerin günahlarını siler, onları bu günahlarından dolayı hesaba çekmez. Onların dünyada da âhirette de durumlarını düzeltir. Dünyada onları dostlarıyla birlikte bulundurur. Âhirelte ise ebedi olarak kalacakları cennetlere koyar. Abdullah b. Abbas, bu âyet-i kerime’nin Ensar hakkında nazil olduğunu söylemiştir. 3Bunun sebebi şudur: İnkâr edenler bâtıl'a uymuşlar, iman edenler ise rablerinden gelen "Hak"ka uymuşlardır. İşte Allah, insanlara durumlarını böyle açıklar. Kafirlerin yaptıkları amelleri boşa çıkarıp, mü’minlerin kusurlarını affetmemizin sebebi: Kâfirlerin bâtıl yola götüren şeytana uymaları, iman edenlerin ise rableri tarafından kendilerine peygamber olarak gönderilen Muhammed'e ve ona indirilen Kur'ana uymalarıdır. Allah insanlara işte böylece misaller verir ve durumlarını açığa kavuşturur. Ve akıbetlerinin ne olacağını onlara bildirir. 4(Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onları sipdirip perişan edince de esir alıp bağlayın. Sonra ya bir lütuf olarak karşılıksız serbest bırakın veya (teslim karşılığı) "Fidye" alın. Harp, ağırlığını kaybedip sona erinceye kadar, (kâfirlere karşı böyle davranın.) İşte kâfirler hakkında, Allah'ın hükmü budur. Eğer Allah dileseydi onlardan savaş yapmadan da intikamı alırdı. Fakat Allah (savaşı emretmekle) sizi birbirinizle imtihan ediyor. Allah kendi yolunda öldürülenlerin amellerini hiçbir zaman boşa çıkarmayacaktır. Ey iman edenler, Allah’ı ve peygamberini inkâr eden kâfirlerle savaş meydanında karşılaştığınız zaman onların boyunlarım vurun. Onlara tam galip gelip sindirdiğinizde de elinize esir düşenleri sıkıca bağlayın. Size karşı savaşma veya kaçıp kurtulma imkanı bulamasınlar. Bu esirleri ya bir lütuf olarak para almadan serbest bırakın veya serbest bırakma karşılığında fidye alarak onları teslim edin. Harp, ağırlığını ve dehşetini kaybedinceye kadar kâfirlere karşı böyle davranın. Eğer Allah dilerse sizler olmadan da kâfirlere galip gelir ve onlardan intikam alır. Fakat o size cihadı emretti ki sizi birbirinizle imtihan etsin. Kimlerin cihad ettiğini kimlerin de cihaddan geri durduğunu ortaya çıkarsın. İyi bilin ki Allah, kendi yolunda öldürülenlerin amellerini asla zayi etmeyecek ve onların karşılığını verecektir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, mü’minlere, savaş meydanında kâfirlerle savaşmalarını, onların boyunlarını vunnalarını ve onlara acımamalarını emretmektedir. Zira, böyle yapmadıkları takdirde kâfirler onların boyunlarını vurup onları ezeceklerdir. Âyet-i kerime’de yine, düşmana ağır kayıplar verdirildikten sonra düşmanın askerlerinin esir alınabileceği, esirlerin ise yerine göre karşılıksız yahut da fidye alınarak serbest bırakılabileceği ifade ediliyor. Âyet-i kerime’nin, esirler hakkındaki bu hükmünün neshedilip edilmediği hakkında ihtilaf vardır. İbn-i Cüreyc, Süddî, Katade, Dehhak ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre, âyet-i kerime’nin esirlerle ilgili bu hükmü "Mukaddes olan haram aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Tevbe Sûresi, âyet: 5 âyetiyle neshedilmiş, artık müşriklerden esir alınmayacağı, onların savaşçılarının öldürüleceği ifade edilmiştir. Abdullah b. Ömer, Atâ, Hasan-ı Basrî, Ömer b. Abdülaziz ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)dan nakledilen bazı görüş ve uygulamalara göre âyet-i kerime’nin, esirlerle ilgili olan bu bölümü neshedilmemiştir. Hükmü yürürlüktedir. Mü’minlerin emiri, düşmana ağır kayıplar verdirdikten sonra onun bazı askerlerini esir edebilir. Bu esirlerden dilediğini karşılıksız serbest bırakır dilediğini de fidye alarak serbest bırakabilir. Bu esirleri öldürüp öldüremeyeceği hususu ise ihtilaflıdır. Taberi, bu âyet-i kerime’nin neshedilmediğini, emirin, düşmanın ordusundan asker esir alabileceğini ve bu esirleri dilerse öldürebileceğini dilerse karşılık veya fidye alarak serbest bırakacağını söylemiştir. Zira Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşından sonra bazı düşman askerlerini esir almış, Nadr b. el-Hûris ve Ukbe b. Ebi Muayt gibi bazılarını da öldürmüştür. Hanif oğullarının heyetinden olan ve müslümanlara esir düşen Siimame b. Usal gibi bazılarını da fidye almadan serbest bırakmış diğer bir kısım esirleri ise fidye alarak serbest bırakmıştır. Bu âyette üç şıktan sadece ikisi zikredilmiştir. Öldürme zikredilmemişim Zira müşrik esirlerin öldürülebilecekleri başka âyetlerde zikredilmiştir. Âyet-i kerime’de "Harp, ağırlığını kaybedip sona erinceye kadar kâfirlere karşı böyle davranın." buyurulmaktadır. Burada ifade edilen "Harbin, ağırlığını kaybetmesinden maksat, müslümanlara karşı savaşan müşriklerin, Allah’a ortak koşmaktan vazgeçmeleri, iman ederek İslama boyun eğmeleridir. Müşriklerle ancak boyun eğdikleri ve iman ettikleri takdirde savaşılmaz. Mücahid, "Harp, ağırlığını kaybedinceye kadar" ifadesini "Hazret-i İsa'nın gökten inip İslamı hakim kılması zamanına kadar" şeklinde yorumlamıştır. Katade ise bu ifadeyi "Allah’a eş koşma ortadan kalkıncaya kadar onlara böyle davranın."şeklinde yorumlamıştır. Âyet-i kerime’nin son bölümünde "Allah, kendi yolunda öldürülenlerin amellerini hiçbir zaman boşa çıkarmayacaktır." buyurulmaktadır. Katade'ye göre bu âyet-i kerime Uhut savaşı bittikten sonra Resûlüllah Uhud vadisinde iken nazil olmuş. Öldürülen mü’minlerin üstün dereceler elde eliklerini beyan etmiştir. Uhud savaşında mü’minlerden bir kısmı öldürülmüş bir kısmı ise yaralanmıştır. İşte bunun üzerine müşrikler: "Ey Hübel putu, yücel." diye bağırmışlardır. Müslümanlar da onlara cevaben: "Allah daha yüce daha büyüktür." diye cevap vermişlerdir. Müşrikler tekrar: "Bir güne karşılık bir gün (Bedir'e karşı Uhud) savaş nöbetleşedir. Bizim "Uzza" putumuz da vardır. Sizin ise "Uzza"nız yoktur." diye bağırmışlardır. Bunun üzerine Resûlüllah: "Bizim dostumuz Allah’tır. Sizin ise hiçbir dostunuz yoktur. İki taraftan öldürülenler farklıdır. Bizden öldürülenler diridirler ve rableri tarafından rızıklandırılmaktadırlar. Sizden öldürülenler ise cehennem ateşi içinde azap görmektedirler." diye cevap verdi. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şehidliğin fazileti ile ilgili çeşitli hadis-i şerifler irad etmiştir. Bu husustaki hadis-i şeriflerinin birinde şöyle buyurmaktadır: "Şehidin Allah katında altı özelliği vardır. Kanının ilk damlası ile günahları affedilir. Cennetteki yerini görür. Kabir azabından kurtulmuş olur. Büyük korkudan (Kıyametin dehşetinden) emin olur. Başına vakar tacı giydirilir. Bu tacın yakutlarından her biri dünyadan ve ondaki şeylerden daha hayırlıdır. Şehit, yetmiş iki huri ile evlenir ve akrabalarından yetmiş kişiye şefaati kabul edilir." Tirmizî, K. Fedail, el-Cihad bab: 25, Hadis no: 1663 / İbn-i Mâce. K.el-Cihad, bab, 16, Hadis no: 2799 5Bak. Âyet 6. 6Allah Onları ilerde doğru yola erdirecek, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tarif ettiği cennete koyacaktır. Allah, kendi yolunda savaşanları, razı olacağı amellere muvaffak kılar. Dünya ve âhirette durumlarını düzeltir. Ve onları, tanıtmış olduğu cennetlerine koyar. Cennetliklerden herbiri cennetteki yerine gidince, orayı dünyadaki evi gibi tanıyacaktır. 7Ey iman edenler, eğer siz, Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar. Ey iman edenler, eğer siz, kafirlere karşı savaşarak, Allah'ın peygamberi olan Muhammed'e yardım eder ve böylece Allah'ın dinine yardım etmiş olursanız Allah da kâfirlere karşı size yardım eder ve sizi onlara galip getirir. Zira o, dinine yardım eden dostlarına çokça yardım edendir. Allah, sizin ayaklarınızı yerinde sağlamlaştırır. Düşmanlarınıza karşı size cesaret verir ve dönüp geri kaçmazsınız. 8İnkâr edenlere gelince: Yüzüstü sürünsün onlar. Allah, onların amellerini de boşa çıkarmıştır. 9Bunun sebebi: Onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmeyip çirkin bulmalarıdır. Dolayısıyla da Allah, onların amellerini heder etmiştir. Allah'ın varlığını ve birliğini inkâr eden kâfirler ise kahrolsun, rüsvay olsunlar. Allah onların amellerini iptal etmiştir. Çünkü onlar o amellerini şeytana itaat ederek işlemişlerdir. Kâfirlerin amellerinin boşa çıkarılmasının sebebi, Allah’ın Muhammed'e indirdiği Kur’an’ı kabul etmemeleri, ondan nefret etmeleri ve onu yalanlamalarıdır. Bu yüzden de Allah, onların dünyada iken yaptıkları amellerini iptal etmiştir. 10Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş ümmetlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları helak etmiştir. Kâfirler için de aynı akıbet vardır. Muhammed'i yalanlayan ve ona indirilen Kur’an’ı reddeden kâfirler, Şam ve Yemen gibi ülkelere yolculuk yapıp oralarda yaşamış olan "Semud" ve "Sebe'" kavimleri gibi İnkârcı kavimlerin akıbetlerinin ne olduğunu hiç görmezler mi? Allah onları, peygamberlerini inkâr etmeleri sebebiyle yok etmiştir. Onların durumuna düşen kâfirlere de aynen onların cezası vardır. O halde ey Kureyş müşrikleri, onlardan ibret alıp İnkârcılığınızdan ve ortak koşmaktan vazgeçin. 11Çünkü iman edenlerin dostu Allah’tır. Kâfirlerin ise, hiçbir dostu yoktur. Kâfirleri cezalandırmamızın, mü’minleri ise mükafaatlandırmamızın sebebi ise, bizim, mü’minlerin dostu olmamız kâfirlerin ise herhangi bir dostunun bulunmamasıdır. 12Şüphesiz ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkâr edenler ise, dünyada zevk ve sefa içinde yaşarlar ve hayvanlar gibi yerler. Onların varıp kalacakları yer ise cehennem ateşidir. Şüphesiz ki Allah, kendisine ve peygamberine iman eden ve salih amel işleyen mü’minleri, ağaçlarının altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Bu onun, mü’minlere iman etmelerine karşılık bir ikramıdır. Kâfirler ise dünyanın geçici nimet ve ziynetleriyle eğlenip dururlar. Hiçbir şeyi düşünmeden yeyip içerler. Böylece hayvanların derecesine düşerler. Fakat bunların, hayvanlardan farkı, varıp kalacakları yerin cehennem ateşi olmasıdır. 13Ey Rasûlüm, nice ülkeler vardı ki, seni içinden çıkardıkları ülkeden daha güçlü ve daha kuvvetliydiler. Biz onları, helak ettik de hiç yardıma koşanları olmadı. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah Mekke'den çıkıp Sevr dağındaki mağaraya gelince Mekke'ye doğru döndü ve şöyle dedi: "Sen bana, Allah'ın memleketlerinin en sevimli olanısın. Eğer müşrikler beni senden çıkarmamış olsalardı ben senden hiç çıkmazdım. Düşmanların en beteri, mukaddes topraklarında Allah’a karşı düşmanlık edendir. Veya katilden başkasını öldürendir. Yahut cahiliye intikamı ile bir kimseyi öldürendir." Bunun üzerine Allahü teâlâ, peygamberine bu âyeti indirdi. Görüldüğü gibi âyet-i kerime, Mekkelileri tehdit etmekte ve onların da, geçmiş ümmetlerdeki kâfirlerin akıbetlerine uğrayacaklarını haber vermektedir. 14Rabbinin gönderdiği apaçık bir "Delil"e dayananla, kötü ameli kendisine güzel gösterilen, bir olur mu? Bunlar, heva ve heveslerine uymuşlardır. Hiç rabbi tarafından açık bir delili olan, rabbinin birliğini bilip ona, bile bile kulluk eden, itaat ettiği takdirde cennetle mükafaatlandırılacağını, isyan ettiği takdirde ise cehennem azabına sürükleneceğini idrak eden bir insanla, şeytanın kendisine çirkin amellerini süslü gösterdiği insan bir olur mu? Şeytanın, amellerini kendilerine süslü gösterdiği kimseler, herhangi bir bilgiye değil sadece heva ve heveslerine ve şeytanın arzularına tabi olurlar. Elbette ki bunlar Allah tarafından gönderilmiş bir ilme tabi olan mü’minler gibi olamazlar. Âyet-i kerime’de zikredilen "Rabbinin gönderdiği delile dayanan" kimseden maksadın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu "Kötü ameli kendisine süslü gösterilen kimse"den maksadın ise Allah’a ortak koşan müşrikler olduğu Rivâyet edilmiştir. 15Takva sahiplerine vaadedilen cennetin vasfı şudur: Orada hiç bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren meşrubat nehirleri ve süzülmüş bal nehirleri vardır. Ayrıca onlar için orada her çeşit meyveler ve rableri tarafından mağfiret vardır. Şimdi cennette yaşayan bu müttakiler, cehennemde ebediyyen kalan, çok kaynar su içirilerek bağırsakları paramparça olan kimseler gibi midir? Dünyada iken, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkan takva sahiplerine, âhirette verileceği vaadedilen cennetin vasıfları şöyledir: O cennette, değişip bozulmayan su ırmaklan, herhangi bir hayviinın memesinden çıkmadığı için tadı bozulmayan süt ırmakları, sıkılarak yapılmadığı için içenlere zevk veren meşrubat ırmakları ve süzülmüş baldan ırmaklar vardır. Ayrıca cennetlikler için cennette hesaba çekilmeyeceklerdir. Hiç böyle olan bir takva sahibi kimse, ebedi olarak cehennem ateşinde kalan, kendilerine kaynar sular içirilen ve bu sularla barsaklan parçalanan kimse gibi olur mu? Kehf Sûresi, âyet: 29 "Cehennemliklerin içtikleri su, başka bir âyet-i kerime’de şöyle vasıflandırılmaktadır. "Zalimler, susuzluktan kavrulup yardım istediklerinde onlara, erimiş maden gibi bir su verilir ki yüzleri haşlar. O, ne kötü bir içecektir. 16Ey Rasûlüm, kâfirlerden bir cemaat seni dinlerler. Yanından ayrıldıkları zaman da, kendilerine ilim verilenlere: "Muhammed demin ne söylediydi?" derler. Allah, işle bunların kainlerini mühürlemiştir. Onlar heva ve heveslerine uymuşlardır. Münafıklar, Resûlüllah'ın yanına geliyor ve konuştuklarını gizliyormuş gibi davranıyor fakat onu hafife alarak dinlemiyorlardı. Onun yanından ayrıldıktan sonra da, onu dinleyen sahabilere: "Şimdi Muhammed ne konuştu?" diye soruyorlardı. Âyet-i kerime, münafıkların bu hallerini tasvir ediyor, onların kalblerinin Allah tarafından mühürlendiğini, kendilerine konuşulan sözleri anlamayacaklarını çünkü onların, heva ve heveslerine köle olduklarını beyan ediyor. 17Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidâyetini artırır ve onlara "Takva" bahşeder. Ey Rasûlüm, Allah'ın, hakka uymaya muvaffak kıldığı, iman etmeye kalblerini açtığı kimselere gelince, Allah onların, imanlarını ve hidâyetlerini ilaha da artırır. Ayrıca onlara, kendisinden korkmayı ilham eder. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allahü teâlâ, Kur’an’ı kerimi indirince mü’minler ona iman ettiler. Böylece Kur'an onlar için doğru yolu gösteren bir rehber oldu. Daha sonra Allah, Kur’an’ın hükümleri arasında nasih ve mensuh'u beyanedince de mü’minlerin doğru yolu görmeleri iyice kuvvetlendi. İşte Allah'ın, onların hidâyetlerini artırması budur." 18Onlar, kıyamet gününün, kendilerine ansızın gelip çatmasından başka bir şey mi beklerler? Bunun alametleri gelmiştir. Kıyamet ansızın kopunca ibret almaları neye yarar? Allah'ın âyetlerini yalanlayan kâfir ve münafıklar, kıyametin aniden kopup, kendilerinin diriltilmesinden başka neyi beklerler? Onlar, kıyamet kopuncaya kadar, yaptıktan fenalıklardan vazgeçmezler. Kıyametin alametleri ise gerçekleşmiştir. Muhammed'in, peygamber olarak gönderilmesi, kıyamet alametlerinden biridir. Kıyamet ani olarak kopunca, Allah'ın âyetlerin yalanlayan bu kâfirlerin, yaptıkları kötülükleri hatırlayıp onlardan ibret almaları kendilerine ne fayda sağlayacaktır? Onların o anda tevbe etmeleri, kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. 19Ey Rasûlüm, bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Hem kendi günahlarının hem de mü’min erkekler ve mü’min kadınların günahları için Allah’tan mağfiret dile. Allah, dolaştığınız yeri de, kalacağınız yeri de çok iyi bilir. Ey Rasûlüm, bil ki, Allah’tan başka kendisine hakkıyla ibadet edilecek hiçbir ilâh yoktur. Herşeyi yaratan ve herşeyin sahibi olan O'dur. Sen, rabbinden, geçmişteki günahlarının ve ona iman eden mü’minlerin günahlarının affını dile. Zira Allah, uyanıkken nerelerde ve nasıl hareket ettiğinizi de, yatıp dinlendiğiniz yeri de kaldığıniz yeri de orada işlediğiniz amelleri de bilir. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah bu âyet-i kerime’yi okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki ben, günde yetmiş kere Allah’tan mağfiret diliyorum. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 47, Hadis no: 3259 Abdullah b. Ömer, Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu Rivâyete diyor. "Ey insanlar, Allah’a tevbe edin. Zira ben, Allah’a günde yüz kere tevbe ediyorum. Müslim. K.ez-Zikr, bab: 42, Hadis no: 2702 Abdullah b. Sercis diyor ki: "Ben Resûlüllah’ın yanına vardım ve onunla birlikte onun yemeğinden yemek yedim. Sonra ona: "Ey Allah'ın Resulü, Allah seni affetsin." dedim. Bir adam: "Bu senin için af diledi ey Allah'ın Resulü." dedi. Resûlüllah: "Evet, bana da dilesin size de dilesin." dedi ve: "Hem kendi günahları hem de mü’min erkekler ve mü’min kadınların günahtan için Allah’tan mağfiret dile." âyetini okudu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5. S.82 Ebû Mûsa el-Eş'ari diyor ki: "Resûlüllah şöyle dua ederdi: "Ey rabbim, sen benim hatamı, cehaletimi, bütün işletimdeki ileri gitmemi ve senin benden daha iyi bildiğin kusurlarımı affet. Allah’ım, sen benim hatalarımı da, kasten yaptıklarımı da, cehaletimi de şakamı da affet. Bütün bunlar bende mevcuttu. Allah’ım, sen benim geçmişte yaptıklarımı da gelecekte yapacaklarımı da, gizlediklerimi de açığa vurduklarımı da affet. Yarattıklarından dilediğini öne geçirecek dilediğini de geride bırakacak olan sensin. Sen herşeye kadirsin. Buhari, K.ed-Davâl, bab: 62 / Müslim, K.ez-Zikr, bab: 70, Hadis no: 2719. 20Bak. Âyet 21. 21İman edenler: "Keşke bir Sûre indirilseydi." derler. İçinde ci-had emri geçen, hükmü açık, kesin bir Sûre indirilince de kalblerinde hastalık bulunanların sana ölüm baygınlığındaki kimsenin başıkı gibi baktıklarını görürsün. Aslında itaat etmek ve güzel süz söylemek onlar için daha iyidir. Onlar, iş ciddiye binince Allah’a verdikleri sözü hemen yerine getirselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah ve peygamberine iman edenler, "Allah tarafından bir Sûre indirirse de Allah'ın düşmanı olan kâfirlerle cihad etmemizi emretse" derler. Hükümleri açık seçik, emirleri kesin olan bir Sûre indirilip o anda müşriklerle savaşılması emredilince de, kalblerinde nifak ve şüphecilik hastalığı bulunan münafıklar bundan hoşlanmazlar. Onlar sana, kendilerini cihada göndermenden korktukları için ölüm baygınlığındaki kimsenin bakışı gibi bakarlar. Kalblerinde hastalık bulunan bu insanların, senin verdiğin emirlere itaat etmeleri ve güzel söz söylemeleri kendileri için elbette ki daha iyi olurdu. İş ciddiye binip kâfirlerle savaşma emredilince, daha önce "Kâfirlerle savaşırız." şeklinde Allah’a vermiş oldukları sözde durmaları kendileri için daha hayırlı olurdu. Taberi bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmiştir: İman eden mü’minler, Allah tarafından, cihadı emreden bir surenin indirilmesini ve böylece kâfirlerle cihad etmeyi dilerler. Bu hususta hükümleri değişmeyen bir Sûre indirilince, "İman ettik." diyenler, birbirlerinden ayrılırlar. Gerçek mü’minler bunu hoş karşılar, kalblerinde münafıklık hastalığı bulunan münafıklar ise korku içinde kalırlar. Öyle ki, sureyi okuyan Muhammed'e, âdeta ölüm baygınlığı içindeki kimsenin bakışı gibi bakarlar. İşte onların, korktukları başlarına gelsin. Halbuki bu münafıklar, Sûre inmeden önce: "Allah bize cihadı farz kılarsa biz onu dinler ve itaat ederiz." diyorlardı. İş ciddileşince, cihad etmeyi emreden surenin inmesi gerçekleşince de bocalamaya başladılar. Bu onların hoşlarına gitmedi. Onlar, Sûre inmeden önce Allah’a verdikleri söze bağlı kalmış olsalardı elbette ki kendileri için dünyada da âhirette de daha hayırlı olurdu. Katade diyor ki: "İçinde cihad zikredilen her Sûre muhkemdir ve neshedilmemiştir. Kur’an’ın, münafıklara en ağır gelen tarafı da burasıdır. 22Demek, idareyi elinize geçirdiğinizde yeryüzünde fesat çıkarmayı ve akrabalık bağlarını parçalamayı arzu ediyorsunuz? Taberi bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmektedir: Cihad âyeti inince, korkudan ölüm baygınlığı geçiren ey münafıklar, belki de sizler, Allah'ın indirdiği şeylerden yüzçevirir, kitabının hükümlerinden ayrılır ve Muhammed'in emirlerine sırt çevirirsiniz, yeryüzünde bozgunculuk çıkarırsınız. Orada İnkâra düşer haksız yere kan akıtırsınız. Ve cahiliye döneminde de olduğu gibi, akrabalık bağlarını koparırsınız. Halbuki Allah, İslamı göndererek sizleri birbirinize kaynaştırmış ve kalblerinizi birbirine ısındırmıştır. Taberi ayrıca bu âyet-i kerime’yi, mealde verildiği şekilde izah edenlerin bulunduğunu da söylemiştir. 23işte onlar, Allah'ın lanetlediği (rahmetinden kovduğu), kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir. İşte yeryzünde bozgunculuk çıkaran ve akrabalık bağını koparan bu insanlar, Allah'ın, lanetine uğratarak rahmetinden uzaklaştırdığı ve öğütlerine karşı kulaklarını sağırlaştirdığı, delillerine karşı gözlerini kör ettiği kemselerdir. Bunlar, çevrelerinde bulunan delilleri görüp ibret almazlar. Bu âyet-i kerime, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların ve akrabalık bağlarını koparanların, Allah'ın lanetine uğradıklarını, gözlerinin kör, kulaklarının sağır edildiğini beyan etmektedir. Bu da, bu günahların, büyük günahlardan olduğunu göstermektedir. Peygamber efendimiz, bozgunculuk çıkarma ve akrabalık bağını koparma günahları hakkında şöyle buyuruyor: "Hiçbir günah yoktur ki, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak ve akrabalık bağını koparmak kadar, Allah tarafından âhiretteki cezası ertelenmesine rağmen dünyadaki cezasının derhal verilmesine daha layık olsun. Ebû Davud, K. el-Edeb, bab: 43, Hadis No: 4902/Tirmizî, K. el-Kıyame, bab: 57, Hadis no: 2511 24Onlar, Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalblerinde kilitler mi var? Bu münafıklar, Allah'ın, Muhammed'e indirdiği Kur'anda kendilerine bildirmiş olduğu âyetleri hiç düşünüp ibret almazlar mı? Kendilerinin yanlış yolda olduklarını idrak etmezler mi? Yoksa onların kalbleri, Allah tarafından kilitlenmiş de kendilerine söylenenleri anlamaz mı olmuşlar? Halid b. Madan diyor ki: "İnsanın aslında dört gözü vardır. İki gözü, kafasında bulunan ve herkes tarafından görünen gözleridir. Bunlar, dünya mÂişetini sağlamak içindir. Diğer iki gözü ise kalbindedir. Bunlar da dini ve Allah'ın vaad ettiği gaip âlemi içindir. Allah bir kulu için hayır dilediği zaman, kalbinde bulunan o iki gözü görür hale getirir. Hayınn dışında başka bir şey dilediği zaman ise kalbindeki bu iki gözünü silme kör eder. İşte Allahü teâlânın "Yoksa kalblerinde kilitler mi var?" kelamı buna işaret etmektedir. 25Kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra tekrar eski inkârlarına dönenlerin yaptıklarını şeytan, kendilerine hoş göstermiştir. Ve hayallerle aldatmıştır. Doğru yol kendilerine açığa çıktıktan ve gerçeği gördükten sonra sapıklığı tercih ederek, gerisin geri dönerek dinden çıkıp tekrar kâfir olanlara, şeytan bu yaptıklarını süslü göstermiş ve onları sapıklığa sürüklemiştir. Allah da onlara, dünyada mühlet venniştir. Katade'ye göre bu âyette sıfatları zikredilen insanlardan maksat, ehl-i kitaptır. Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in peygamber olarak gönderileceğini bildikleri halde onu kabul etmemiş, inkâr etmişlerdir. Böylece İnkârcılığa düşmüşlerdir. Abdullah b. Abbas ve Dehhak'a göre ise burada ifade edilen "Dinden donen insanlardan maksat, münafıklardır. Taberi bu son görüşü tercih etmiş ve buna delil olarak bundan sonra gelen âyeti göstermiştir. 26Çünkü onlar, Allah'ın indirdiklerini beğenmeyenlere: "Biz sîze, ilerde bazı hususlarda itaat edeceğiz." dediler. Halbuki Allah, onların gizlediklerini biliyor. Şeytanın bunlara yaptıklarını süslü göstermesinin ve Allah'ın bunlara mühlet vermesinin sebebi, bu insanların Allah'ın, kâfirlerle savaşmayı emreden hükümlerini sevmeyen kimselere "Biz size, Allah'ın emirlerine karşı gelecek bazı hususlarda itaat edeceğiz." demeleridir. Allah, bu iki münafık güruhun da gizlediklerini çok iyi bilmektedir. Âyet-i kerime, cihad etmeyi sevmeyen münafıklara, diğer bir kısım münafıkların gelerek, cihad etmemekte onlarla beraber olacaklarını söylediklerini beyan ediyor ve bu davranışlarıyla şeytanın aldatmalarına kapıldıklarını bildiriyor. 27Ya melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura, canlarını alırken halleri nice olacak? Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de meleklerin, kâfir ve münafıkların canlarını dehşetli bir şekilde alacaklarını, öyle ki canlanın alırken yüzlerine ve arkalarına vuracaklarını beyan ediyor. Kur'an-i kerime’de bu âyet-i kerimeye benzeyen diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır. "Melekler "Tadın yakıcı azabı" diyerek kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken bir görseydin." Enfal Sûresi, âyet: 50 28Çünkü onlar, Allah’ı gazaplandıracak şeylere uydular ve onun rızasını karşılamadılar. Bunun üzerine Allah da onların amellerini boşa çıkarıverdi. Kâfir ve münafıkların, can verirken melekler tarafından dövülmelerinin sebebi, onların, Allah’ı gazaplandıran şeytana uymaları ve Allah'ın razı olacağı cihadı sevmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. Çünkü onlar, Allah’ı razı edecek ameller işlememişlerdir. 29Yoksa, kalblerinde hastalık olanlar, Allah'ın, kalblerindeki kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar? 30Ey Rasûlüm, eğer dileseydik o münafıkları sana gösterirdik. Sen de onları simalarından tanırdın. Şüphesiz sen, onları sözlerinin edasından tanırsın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilir. Yoksa münafıklar, Allah'ın kendilerini mü’minlere tanıtmayacağını mı sanıyorlar? Bilakis, Allahü teâlâ onların durumlarım ortaya koyacak ve onları rüsvay edecektir. Eğer Allah dilemiş olsaydı münafıkları Resûlüllah’a gösterirdi. O da onları tanımış olurdu. Fakat Allah, münafıkları, peygamberine, ağızlarından akan laflarıyla ve İslama ters olan davranışlarıyla tanıttı. Nitekim Allahü teâlâ Tevbe suresini indirmiş, münafıkların yaptıkları kötülükleri zikretmiş ve onları rüsvay etmiştir. Bu sebeple Tevbe suresine "Rüsvay eden Sûre" adı da verilmiştir. Tevbe suresinin bir âyetinde Allahü teâlâ peygamberine, münafıkların cenaze namazını kıldırmamasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "O münafıklardan biri ölürse, sakın cenaze namazını kılma. Kabrinin başında durma. Çünkü bunlar, Allah ve peygamberini inkâr etmişler ve dinden çıkmış olarak ölmüşlerdir. Tevbe Sûresi, âyet: 84 Diğer bir âyetinde ise, Resûlüllah’ın, münafıkları cihada götünnemesi emredilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: "Eğer Allah, bu cihaddan sonra tekrar seni, geri kalan bu topluluğa döndürür de, onlar da seninle cihada çıkmak için izin isterlerse, onlara şöyle de: "Benimle beraber bir daha çıkmayacaksınız. Düşmana karşı benimle beraber savaşmayacaksınız. Çünkü daha önce savaşa çıkmayıp oturmayı istediniz. O halde geriye kalanlarla beraber oturun. Tevbe Sûresi, Âyet; 83 31İçinizden mücahidleri ve sabredenleri belirtelim diye, sîzleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz. Ey mü’minler, biz sizleri, savaşmakla ve Allah'ın düşmanlarına karşı cihad etmekle imtihan ederiz ki, içinizden mücahid olanları ve düşmana karşı savaşmakta sabredenleri dostlarına tanıtalım. İçinizde, basiret sahibi olan mü’minler, bunları münafıklardan ayırdetmiş olsunlar. Sizlerin haberlerinizi de denetleriz ki doğru söyleyeninizi yalan söyleyeninizden ayırdetmiş olalım. Abdullah b. Abbas diyor ki: Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime ve buna benzeyen: "Şüphesiz ki biz sizi, biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz.. Bakara Sûresi, âyet: 155 âyetinde dünyanın imtihan yurdu oluğunu mü’minlerebildirmekte, onları, dünyadayken imtihan edeceğini haber vermekte ve onlara, sabretmelerini emretmektedir. Sonra Allahü teâlâ, mü’minlerin gönlünü hoşnut etmek için, peygamberlerini ve seçkin kullarını da bu dünyada imtihan ettiğini beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar, dokunmuştu ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyle ki, peygamber ve onumla beraber iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilin ki, Allah'ın yardımı çok yakındır. Bakara Sûresi, âyet: 214 32Şüphesiz inkâr edenler, insanları Allah'ın yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidâyet yolu belli olduktan sonra peygambere karşı gelenler, Allah’a hiçbir /arar veremeyeceklerdir. Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır. Allah'ın birliğini inkâr edenler ve peygamberleriyle göndermiş olduğu hak dinden insanları alıkoyanlar, Muhammed'in hak peygamber olduğu ortaya çıktıktan sonra ona karşı savaşanlar ve ona eziyet edenler, iyi bilsinler ki, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah, emrini mutlaka yerine getirir. Peygamberine yardım eder, onu muzaffer kılar. Ona karşı gelenlerin dünyada yapmış oldukları amellerini ise boşa çıkarır. Yaptıkları ameller âhirette kendilerine hiçibir fayda vermez olur. 33Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. Sakın amellerinizi heder etmeyin. Ey, Allah’a ve peygamberine iman edenler, emir ve yasaklarında Allah’a itaat edin ve peygambere itaat edin. Allah'ın ve peygamberin emir ve yasaklarına karşı gelerek işlediğiniz salih amelleri iptal ettirmeyin. Katade diyor ki: "Sizden kim, yapmış olduğu salih ameli, işleyeceği kötü bir amelle iptal ettirmemeye gücü yeterse iptal ettirmesin. Zira hayırlar serleri giderdiği gibi serler de hayırları giderir. Amellerin durumu neticelerine göredir. Abdullah b. Ömer'den nakledilen bir görüşe göre, mü’minlerin yaptıkları salih amellerin iptal edilmesi, dinden çıkmalarıyla olur. 34İnkâr edip insanları Allah'ın yolundan uzaklaştıranları ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla affetmeyecektir. Allah'ın birliğini inkâr eden, Allah’a ve peygamberine iman etmek isteyenleri yoldan çıkarıp iman etmelerine engel olan sonra da kâfir olarak ölenleri Allah asla affetmeyecektir. Allah, onları âhirette mutlaka cezalandıracak ve yaratıkları, huzurunda riisvay edecektir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kâfirlerin ilahi affa mazhar olamayacakların beyan etmektedir. 35Ey iman edenler, üstün olduğunuz halde düşmanlarınızın karşısında gevşek davranıp da barış istemek zorunda kalmayın. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizin mükafaatım asla eksiltmez. Ey iman edenler, sizler daha güçlü kuvvetli iken, müşriklerle cihad etmekte gevşemeyin. Onlarla savaşmaktan çekinmeyin. Onları banş yapmaya davet etmeyin. Zira Allah, sizinle beraberdir. O, düşmanlarınıza karşı size yardım eder ve yapmış olduğunuz amellerinizde size haksızlık yapmaz. Mükafaatlarınızı tam olarak verir. Katade bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: "Ey iman edenler, sizler Allah’a daha yakın iken düşmanlarınız ile savaşmakta gevşeyip onları barış yapmaya davet etmeyin" İbn-i Zeyd ise kâfirlerle cihad etmeyi ve savsamayı emreden âyet-i kerimeler indikten sonra "bu âyetin neshedildiğini, artık mü’minlerin kâfirlerle barış yapmalarına ihtiyaç kalmadığını söylemiştir. 36Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, Allah size mükafaatl arınızı eksiksiz verir. O, sizden, mallarınızın tamamını sarfetmenizi de istemez. 37Eğer Allah, mallarınızın tamamını isteyip sizi sıkiştırsaydi cimrileşirdiniz, Allah da kinlerinizi ortaya çıkarırdı. Taberi diyor ki: "Allahü teâlâ, mü’min kullarını, düşmanlarına karşı cihad etmeye, mallarını ve canlarını, küfür ehli ile savaşta harcamaya teşvik ederek buyuruyor ki: "Ey iman edenler, Allah'ın ve sizin düşmanlarınız olan kâfirlere karşı savaşın. Dünya sevginiz sizi savaştan alıkoymasın. Zira dünya hayatı ancak bir oyuncak ve bir eğlenceden ibarettir. Dünya hayatı sararıp solar , kırılıp dökülür. Onun vebali ise dünyada yaşayanın alnında bir ar ve boynunda bir yük olarak kalır. Dünya hayatının kula faydalı olacak yönü, ondan, Allah'ın yolunda ve Allah'ın rızasını talep için yapılan amellerdir. Eğer sizler dünyada iman ederek Allah'ın rızasını talep için amel eder, onun emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkacak olursanız işte dünyadan elinizde kalan bu olur. Zira Allah, bu amellerinizin mükafaatlarını eksiksiz verir. Hiçbir şeyin fayda vermediği bir günde sizler bu amellerinizden faydalanmış olursunuz. Rabbiniz sizden, kendisini birlemenizi, ona ortak koşmamanızı ve sadece ona itaat etmenizi ister. O, sizlerden, kazandığınız mallarınızı ona vermenizi istemez. Şâyet bunu isteyecek olsa sizi sıkıştırır ve yorar. Sizler de ona karşı cimri davranırsınız ve böylece Allah, kinlerinizi ortaya çıkarmış olur. 38İşte sizler, Allah yolunda mallarınızı harcamaya davet ediliyorsunuz. Ama içinizden kimisi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, kendine cimrilik etmiş olur. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, ama sizler muhtaçsınız. Eğer haktan yüzçevirirseniz, Allah, yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar. Ey mü’minler, sizler öyle kimselersiniz ki, Allah'ın düşmanlarına karşı ci-had etme yolunda mallarınızı harcamaya çağınlıyorsunuz, fakat içinizden bazılarınız bu hususta cimrilik ediyor. Cimrilik eden, kendi aleyhine cimrilik etmiş olur ve o kimsenin cimriliği kendi nefsinden kaynaklanmıştır. Şunu da iyi bilin ki Allah zengindir. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Sizler ise devamlı olarak ona muhtaç olan kullarısınız. Size, mallarınızı kendi yolunda harcamanızı emretmesi, onun karşılığında sizi mükafnallandırmak istemesindendir. Yoksa onlara ihtiyacı olduğundan değildir. Ey insanlar, şâyet sizler, Muhammed'in getirdiği dinden döner ve mürted olursanız, Allah sizi helak eder, yerinize şeriatını ayakta tutan başka bir kavim getirir. Sonra onlar da mallarını Allah yolunda harcamakta cimrilik yaparak sizin gibi olmazlar. Bilakis Allah'ın emirlerine uyarlar. Âyet-i kerime’de, insanların, mallarını Allah yolunda cihad etmeye harcamadıkları ve İslam dininden dönüp irtidat etmeleri halinde yerlerine, Allah'ın dinini ayakta tutan başka bir kavmin getirileceği beyan edilmektedir. Bu kavmin hangi milletten olacağı hakkında iki görüş zikredilmiştir. Bu görüşlerden birincisi, bu kavmin Forslardan olacağı şeklindedir. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah’ın sahabilerinden bazı kimseler şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın, biz dinden döndüğümüz takdirde yerimize getireceğini bildirdiği ve onların da bizim gibi olmayacaklarını haber verdiği insanlar kimlerdir?" Bu sırada Selman, Resûlüllah’ın yanında bulunuyordu. Resûlüllah Selman'ın dizine vurdu ve buyurdu ki: "Bu ve bunun arkadaşlarıdır. Ruhum, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, iman Süreyya yıldızına asılacak olsa Farsdan bir kısım kişiler ona ulaşacaklardır. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 47, bab: 3, Hadis no: 3261Diğer bir kısım âlimlere göre ise Allah'ın dinini ayakta tutacak olan bu kavim, Yemen'den çıkacaktır. Raşid b. Sa'd, Abdurrahman b. Cübeyr ve Şüreyh b. Ubeyd bu görüştedirler. |
﴾ 0 ﴿