FETİH SÛRESİ

Fetih sûresi, yirmi dokuz âyettir ve Medine'de nazil olmuştur.

Bu sûre-i celile, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e müjde ile başlıyor ve buyuruluyor ki: "Ey Rasûlüm, biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Felih Sûresi, Âyet: 1 Bu fetih müjdesi Resûlüllah’a, Hudeybiye musalahasını yaptıktan sonra Medine'ye dönerken veriliyor ve yapılan anlaşmanın sonunda fetih ve zaferin muhakkak olduğu beyan ediliyor.

Allahü teâlâ bu surede mü’minlere, gökten askerleriyle yardım edeceğini haber veriyor ve buyuruyor ki: "Göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır. Felih Sûresi, Âyet: 4 Allah’ın bu askerleri, kendi yolunda çarpışan mü’min kullarına yardım edecektir.

Sûre-i celilede, mü’minler Resûlüllah’a biat etmeye çağırılıyor ve bu biatin aynı zamanda Allah’a biat demek olacağı beyan ediliyor ve buyuruluyor ki.: "Muhakkak sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir.. Felih Sûresi, Âyet: 10

Sûre-i celilede bundan sonra, Resûlüllah ile birlikte savaşa çıkmayan Bedevilerin durumu beyan ediliyor ve onların, zihinlerinde Allah’a karşı beslendikleri kötü zanlan ortaya çıkarılıyor.

Yine sûre-i celilede, özürleri sebebiyle savaşa katılamayanların durumu anlatılıyor ve bu özürlerinden dolayı affedildikleri haber veriliyor.

Allahü teâlâ, Hudeybiyede bir ağacın altında, sahabenin Resûlüllah’a yaptıkları biattan ve onu yapanlardan razı ıolduğunu haber vererek buyuruyor ki: "Şüphesiz Allah, o ağacın altında sana biat eden mü’minlerden razı oldu. Fetih Sûresi, Âyet: 18

Sûre-i celile, Muhammed ümmetinin üstün vasıflarını beyan ederek sona eriyor.

Surenin Fazileti

Ömer b. el-Hattab'dan şu hadis Rivâyet edilmektedir: Eşlem diyor ki:

"Resûlüllah, bir yolculuğu sırasında yürürken, geceleyin Ömer de onunla birlikte yürüyordu. Ömer b. el-Hattab ondan bir şey sordu. Resûlüllah ona cevap vermedi. Tekrar sordu Resûlüllah yine cevap vermedi. Tekrar sordu Resûlüllah yine cevap vermedi. Bunun üzerine Ömer kendi kendine şöyle dedi: "Ey Ömer, annen seni kaybetsin. Resûlüllah’a üç kere ısrar ettin o hiç birinde sana cevap vermedi." Ömer b. el-Hattab diyor ki: "Sonra devemi sürdüm insanların önüne geçtim. Hakkımda âyet ineceğinden korktum. Çok geçmedi ki bir kişinin beni çağırdığını duydum. Korktum ki hakkında bir âyet indi. sonra Resûlüllah'ın yanına vardım ve ona selam verdim. Resûlüllah bana şöyle dedi: "Bu gece bana bir Sûre indirildi. O benim için, güneşin, üzerine doğduğu her şeyden daha sevimlidir. Sonra Resûlüllah Fetih suresini okudu. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 48, bab: 1.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Ey Rasûlüm, biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.

2

Bak. Âyet 3.

3

Allah, bu fethi sana, geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak, üzerine olan nimetini tamamlamak, seni dosdoğru bir yola iletmek ve seni şanlı bir zaferle muzaffer kılmak için ihsan etti.

Ey Rasûlüm, şüphesiz ki biz sana, kavminin kâfirlerinden, sana karşı gelen ve sana düşmanlık besleyenlere karşı ye dinleyen ve kendisine ulaşan için apaçık olan bir hüküm verdik. Senin onlara galip gelmene ve onlara karşı muzaffer olmana karar verdik. Böylece rabbinin senin lehine vermiş olduğu ve sana fetih bahşetmesinden dolayı rabbine şükredesin, ona hamdedesin ve onu tesbih edesin ve ondan, günahlarının affını düeyesin. O da senin şükretmene ve. af dilemene karşılık Mekke'nin fethinden önce ve sonra işlediğin günahları affetsin. Seni düşmanlarına galip getirerek, ünyada şanınf yükselterek ve günahlarını affederek sana bahşettiği nimetlerini tamamlasın. Seni, dosdoğru bir yol olan İslam dinine iletsin. Ve sana, diğer düşmanlarına karşı da şanlı bir zafer versin.

Taberi, bu âyet-i kerimeleri izah ederken Nasr suresini göz önünde bulundurarak izah ettiğini söylemekte ve Resûlüllah'ın affedilme sebebinin, fetihten sonra onun Allah’tan af dilemesi ve verdiği nimetlere şükretmesi olduğunu söylemektedir.

Burada zikredilen "Fetih"ten maksat, Mekke'nin fethi olmayıp onun fethine zemin hazırlayan Hudeybiye musalahasıdır.

Resûlüllah, hicretin altıncı yılında Zilkade ayında Umre yapmak üzere Medine'den hareket edip Mekke'nin yakınlarında bulunan Hudeybiye'ye kadar gitmiştir. Resûlüllah'ın geldiğini haber alan Mekkeli müşrikler, küçük düşeceklerini ileri sürerek onun ve arkadaşlarının Kâbeyi ziyaret edip Umre yapmalarına engel olmuşlar ve Resûlüllah ile on yıllık bir banş antlaşması yapmayı teklif etmişler ve bir yıl sonra da Umre yapılmasına müsaade edeceklerini vaadetmişlerdir. Resûlüllah, dış görünüşüyle çok ağır şartlar taşıyan bu banş teklifini, gelecekte müslümanların lehine olacağı için kabul etmiş ve Hudeybiye musalahasını imzalamıştır. Böylece Umre için götürdükleri kurbanlarını Hudeybiye'de keserek anlaşma gereği geri dönmüşlerdir. İşte Hudeybiye'den Medine'ye dönerken bu Sûre nazil olmuş ve Hudeybiye anlaşmasını bir fetih olarak vasıflandırmıştır.

Bera b. Âzib (radıyallahü anh) diyor ki:

"Siz bu fethi, Mekke'nin fethi olarak mı kabul ediyorsunuz? Evet, Mekke'nin fethi bir fetihtir fakat bizler, Hudeybiye günü yapılan "Bey'at-ı Rıdvan"ı fetih kabul ediyorduk. Buhari, K.el-Megazi, bab: 35

Abdullah b. Mes'ud ve Cabir b. Abdullah da âyette zikredilen "Fetih"ten maksaın Hudeybiye musalahası olduğunu söylemişlerdir.

Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in geçmiş ve gelecek günahlarını affettiği beyan edilmektedir. Buna rağmen Resûlüllah bütün ibadetlerini diğer mü’minlerden daha fazla olarak eda etmiş ve böylece rabbine şükrünü ifa etmiştir.

Muğire b. Şube diyor ki:

"Resûlüllah ayağa kalkıp namaz kılardı. Öyle ki ayaklan şişerdi. Bir gün ona denildi ki: "Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir. (Neden bu kadar çok namaz kılıyorsun?) Resûlüllah şöyle cevap vermiştir: "Ben, şükreden bir kul olmayayım mı?" Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 48, bab: 2

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleri namaz kılardı. Öyle ki ayakları yarılırdı." Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bunu neden yapıyorsun? Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir." Resûlüllah şu cevabı verdi: "Ben, şükreden bir kul olmayı istemiyeyim mi? Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre, 48, bab: 2

4

İmanlarına iman katmak için, mü’minlerin kalblerine huzur ve sükunet indiren O'dur. Göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır. Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah’a ve Resulüne iman eden mü’minlerin kalblerine sükunet ve güveni sindiren Allah’tır. Böylece daha önce iman ettikleri farzların yanında yeni farz kılınan hükümlere de iman etsinler. Böylece imanları artmış olsun.

*Abdullah b. Abbas diyor ki: "Burada mü’minlerin kalbine indirildiği beyan edilen sükunetten maksat, Allah'ın rahmetidir. "İmanlarına iman katmak, "tan maksat ise şudur: Allah (celle celalühü) peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şahadet getirme emriyle gönderdi. Mü’minler bunu kabul edince namaz farz kılındı. Ona da iman ettiler. Sonra buna ilaveten oruç farz kılındı ona da iman ettiler. Daha sonra buna ilave olarak zekât farz kılındı ona da iman ettiler. Daha sonra buna ilaveten Hac farz kılındı ona da iman ettiler. Sonra Allah onların dinlerini tamamladı ve buyurdu ki: "Bugün dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve din olarak size İslamı seçtim.. Mâicie Sûresi, âyet: 3

İşte Abdullah b. Abbas, mü’minlerin imanlarının artmasını bu şekilde izah etmiştir. Allahü teâlâ, âyet-i kerime’de, göklerin ve yerin askerlerinin kendisine ait olduğunu beyan etmektedir. Böylece Hudeybiye sulhünden sonra kalblerine sükunet indirilen mü’minlerin maneviyatlarını yükseltmektedir. Zira Allahü teâlâ tek bir melekle, kâfirlerin tümünü yok ettirebilir.

5

Allah, bu fethi sana, îman eden erkeklerle kadınları, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere koymak ve yaptıkları kötülükleri silmek için ihsan etti. İşte bu, Allah nezdinde büyük bir kurtuluştur.

Ey Rasûlüm, Allah sana apaçık bir zafer ihsan etti ki sen rabbine, bu zafere karşılık şükredesin ve ona hamdedesin. O da senin bu şükür ve hamdine karşılık geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiş olsun. Yine Allah sana bu apaçık fethi ihsan etti ki, mü’min erkek ve kadınlar, rablerinin kendilerine lütfettiği bu fethe ve müşriklere galip gelmeye karşılık rablerine şükredip hamdetsinler. Rableri de onları altından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennetlere koysun. Salih amellerine karşılık kötü amellerini affetsin. İşte Allah'ın mü’minlere vaadettiği bu nimetlere erişmek, Allah katında en büyük kurtuluştur.

*Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında Enes b. Mâlik'ten şunlar Rivâyet edilmektedir. Enes diyor ki: "Şüphesiz ki biz sana apaçık bir fetih verdik." âyetindeki fetihten maksat, Hudeybiye musalahasıdır. Bu âyet inince Resûlüllah'ın sahabileri kendisine şöyle dediler: "Fethin sana ihsan edilmesi ve geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlanması sana mübarek olsun. Ya bizim için ne var?" Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Allah bu fethi sana, iman eden erkeklerle kadınları içinde ebedi kalacakları, altından rımaklar akan cennetlere koymak ve yaptıkları kötülükleri silmek için ihsan etti." âyetini indirdi.

6

Ayrıca Allah bu fethi sana, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklerle müşrik kadınları azaba uğratmak için ihsan etti. Onların, mü’minler hakkında temenni ettikleri kötülükler kendi başlarına gelsin. Allah, onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. O ne kötü varılacak bir yerdir.

Ey Muhmammed, Allah sana apaçık bir fethi ihsan etti ki bu fetih sayesinde seni affetsin, mü’min erkek ve mü’min kadınfan cennetlere koysun. Münafık erkek ve münafık kadınlara azap etsin. Zira Allah, sana fethi ihsan ederek münafıkları ve müşrikleri susturmuş olur. Sizin mağlup olacağınız şeklindeki beklentilerini ortadan kaldırmıştır. Âhirette de onları, içinde ebedi olarak kalacakları cehenneme koyacaktır. Onları felaketler beklemektedir. Allah onlara gazap etmiş ve lanetine uğratmıştır. Onlar için cehennemi hazırlamıştır. Cehennem ne kötü varılacak bir yerdir.

Ey Rasûlüm, Allah sana apaçık bir fethi ihsan etti ki bu fetih sayesinde seni affetsin, mü’min erkek ve mü’min kadınları cennetlere koysun. Münafık erkek ve münafık kadınlara ve Allah’a karşı kötü zan besleyen müşrik erkek ve müşrik kadınlara azap etsin. Zira Allah, sana fethi ihsan ederek münafıkları ve müşrikleri susturmuş olur. Sizin mağlup olacağınız şeklindeki beklentilerini ortadan kaldırmıştır. Âhirette de onları, içinde ebedi olarak kalacakları cehenneme koyacaktır. Onları felaketler beklemektedir. Allah onlara gazap etmiş ve lanetine uğratmıştır. Onlar için cehennemi hazırlamıştır. Cehennem ne kötü varılacak bir yerdir.

7

Göklerin ve yerin askerleri ancak Allah’ındır. Allah, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Göklerin ve yerin askerleri Allah’a aittir. Allah'ın düşmanlarına karşı bunlar, hazır beklemektedirler. Allah bu askerlere, düşmanlarını helak etmeyi emrettiği zaman onun emrine itaat ederek o emri yerine getirirler. Allah herşeye galiptir. Hiçbir şey ona galip gelemez. Yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir.

8

Ey Rasûlüm, biz seni, bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

Ey Rasûlüm, şüphesiz ki biz seni, senin davet ettiğin şeyleri kabul ettiklerine dair ümmetine bir şahit ve onları cennetle müjdeleyen, davet ettiğin şeyleri kabul etmedikleri takdirde ise onları cehennem azabı ile uyaran bir peygamber olarak gönderdik.

Abdullah b. Amr b. el-As diyor ki:

"Kur'anda Resûlüllah’ın sıfatını belirten bu âyetin Tevrat'taki benzeri şöyledir: Ey Peygamber, şüphesiz ki biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı ve okur yazarlığı olmayanlara bir sığınak olarak gönderdik. Sen benim kulum ve peygamberimsin. Seni, "Tevekkül eden" diye isilendirdim. Sen katı kalbli, kaba, çarşılarda bağırıp çağıran biri değilsin. Sen, kötülüğü kötülükle önleyen değil fakat affeden ve hoş görülü olan birisin. Allah, seninle bu çarpık ümmeti "Lailahe İllallah" diyerek düzeltmedikçe ve bu kelimeyi tevhid ile kör olan gözleri, sağır olan kulakları ve perdeli olan kalpleri açmadıkça senin ruhunu almayacaktır. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 48, bab: 3

9

Böylece ey insanlar, siz de, Allah ve Resulüne iman edesiniz, Allah'ın dinine yardımda bul imasınız, ona tazim edesiniz ve onu, layık olmadığı şeylerden sabah akşam tenzih edesiniz.

Böylece ümmetin, Allah’a ve peygamberine iman etsinler. Allah'ın dinine, onun düşmanlarına karşı savaşarak yardım etsinler. Allah’a tazim etsinler ve sabah akşam onu, layık olmadığı sıfatlardan uzaklaştirsınlar.

10

Ey Rasûlüm, şüphesiz ki, sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah'ın kudreti, onların kuvvetinin üstündedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a olan ahdini yerine getirirse, Allah ona büyük bir mükafaat verecektir.

Ey Rasûlüm, Hudeybiye'de düşmana karşı savaşacaklarına ve düşmanın önünden kaçmayacaklarına dair sana biat eden arkadaşların şüphesiz ki Allah’a biat etmişlerdir. Zira Allah onlara bu biatlan karşılığında cenneti garanti etmiştir. Onlar, Allah'ın peygamberine yardım etmek üzere biat ettiler. Allah dilerse, onların biati olmadan da peygamberine yardım eder. Zira Allah'ın gücü ve kuvveti onların güç ve güç ve kuvvetinden daha üstündür, fakat Allah onların biati ile kendileriningerçek mü’min olduklarını ortaya çıkarmış oldu. Ey Rasûlüm, artık bundan sonra kim, sana yaptığı biati bozacak olursa kendi aleyhine bozmuş olur. Çünkü o, kendisini, Allah'ın, biat edenlere vaadettiği cennetten mahrum eder. Peygambere de Allah'ın yardımı yeterlidir. Kim de düşmanlarla karşı karşıya geliğinde sabır ve metanet göstereceğine ve Allah'ın peygamberine yardım edeceğine dair Allah’a verdiği sözü yerine getirecek olursa Allah ona, büyük bir mükafaat olan cenneti verecektir.

Hudeybiye Mûsalahası

Hudeybiye, Mekke yakınlarında bulunan bir vadinin adıdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hicretin altıncı yılında, ashabiyla birlikte, Kabe'yi tavaf edip Umre yapmak için gittiğinde bu vadide konakladı ve kendisini Mekke'ye sokmak istemeyen müşriklerle bir antlaşma yaptı. İşte bu çok mühim olay şöyle cereyan etmiştir:

Misver b. Mahreme ile Mervan'dan, birbirlerinin sözlerini tasdik ederek şöyle dedikleri Rivâyet edilmiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye seferinde Medine'den çıkmıştı. Yolun bir kısmına vardıklarında yanındakilere:

-Halid b. Velid bir takım Kureyş süvarisi ile gözcü olarak Gamim, mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafını tutunuz." buyurdu. Ravi diyor ki: "Vallahi Halid, peygamberle maiyetinin hareketini anlamadı. Nihâyet Halid, ordumuzun kaldırdığı kara tozu gördü de hayvanına ayağı ile vurup koşturarak Resul-i Ekrem'in geldiğini Kureyş'e bildirmek üzere süratle gitti. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) de ordusuyla yürüdü. Nihâyet seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş'in karargâhı üzerine inilirdi. Burada Resûlüllah’ın bindiği Kasvâ adlı deve çöktü, insanlar:

-Kasvânın huyu tuttu, Kasvâ'nın huyu tuttu." demeye başladılar. Hayvanı sevk ettilerse de çökmekte ısrar etti. Yine insanlar:

-Kasvânm huyu tuttu. Kasvânın huyu tuttu." dediler. Bunun üzerine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem):

-Kasvânın huyu tutmaz. Onun çökmek huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Mekke'ye girmekten fili men eden kudretullah şimdi de Kasvâyı menetti." buyurdu. Bundan sonra Resûlüllah:

-Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Kureyş, Allah'ın harem dalihinde muhterem kıldığı şeylere saygı kasdederek benden ne kadar zor istekte bulunursa ben onu muhakkak onlara vereceğim." buyurdu. Sonra Kasvâyı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvi demiştir ki: "Bu defa Resûlüllah Kureyş tarafından dönerek nihÂyet suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin sonuna indi. Bu, az suyu, halk, birer parça almış ve halkın orada durabilmesi için su bırakmayıp kuyunun suyunu tamamen çekmişlerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e susuzluktan şikâyet olundu. Bunun üzerine Resûlüllah, ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmaya başladı. Suyun bu feveranı, Resûlüllah'ın arkadaşları dönünceye kadar onları suya kandırmak için devam etti. Onlar, kuyunun kenarında oturarak su kaplarını doldurdu.

Resûlüllah ile maiyeti bu halde iken Huzaa kabilesinden Büdeyl b. Verka, kendi kabilesi Huzaa'dan birkaç kişi ile birlikte çıkageldi. Mekke ve havalisindeki Tihame kabileleri arasında Huzaalılar, ötedenberi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in sırdaşı idiler. Müslüman olsun müşrik olsun bütün Hazaalılar Mekke'de olup biten herşeyi Resul-i Ekrem'den saklamazlar, gizlice bildirirlerdi. Büdeyl gelince Resul-i Ekrem'e:

-Haaberiniz olsun, Kureyş'in Kâ'b b. Lüey ile Âmir b. Lüey kabileleri, Hudeybiye surlarının en zengin menbaalarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri, kadınları ve çocukları da yanlarında bulunuyor. MÂişetleri yolundadır. Şimdi ben onları bu halde bıraktım geliyorum. Onlar muhakkak size karşı harp edeçekler. Ve sizi Beyt-i Şerife girmekten men edecekler." dedi. Resûlüllah da şöyle buyurdu:

-Fakat biz, hiçbir kimse ile harbetmek için gelmedik. Biz yalnız Umre yapmak niyetiyle geldik. Bununla beraber Bedir, Hendek harbi, Kureyş'in maddi ve manevi bütün kuvvetlerini zaafa ve onları hayli zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse ben onlarla aramızda bir mütareke müddeti tayin edeyim. Şu şartla ki bu müddet zarfında ben onlarla harp etmeyeyim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasım serbest bıraksınlar, karışmasınlar. Eğer ben, galip gelirsem, Kureyş müşrikleri de halkın girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse kendi arzularıyla girebilirler. Şâyet ben, müşriklerin sandıkları gibi galip gelmezsem, bu ihtimale göre de müşrikler benimle harp etmek külfetinden kurtulur rahata ererler.

Eğer Mekkeliler böyle bir mütarekeyi kabul etmez ve diğer Araplarla beni, kendi halimize bırakmayıp müdahale etmek isterse, hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar Mekkelilere karşı cihad edeceğim, bu muhakkaktır. Şu da kafidir ki, o zaman Allah, Kur'an-ı mübindeki yardım vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Büdeyl b. Verka Resûlüllah’a:

-Şimdi bu sözlerinizi ben herhanlde Kureyş'e tebliğ ederim." dedi. Ve ra-vinin beyanına göre, gidip Kureyş'in karargâhına vardı ve:

-Şimdi ben, yanınıza şu adamın (Hazret-i Muhammed'in) yanından geliyorum. Şöyle bir söz söylediğini işittim. İnerseniz anlatayım." dedi. İkrime b. Ebi Cehl ve Hakem b. Ebil As gibi Kureyş'in beyinsizleri:

-Senin bize bir şey haber vermene ihtiyacımız yoktur." diye karşıladılar. Fakat içlerinden sağlam görüşlü birisi:

-Haydi işittiğin söz ne ise söyle bakalım." dedi. Büdeyl:

-Onun şöyle şöyle dediğini işittim." diyerek Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)in sözlerini birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ud ayağa kalkıp Kureyş'e karşı bir hutbe irad ederek:

-Ey kavim, siz benim babam yerinde değil misiniz? diye sordu. Kureyşliler.

-Evet, diye tasdik ettiler. Bunun üzerine:

-Ben de sizin oğlunuz mesabesinde değil miyim? dedi. Onlar:

-Evet diye tasdik ettiler. Sonra Urve:

-Beni bir şüphe ile itham eder misiniz? diye sordu. Buna da: -Hayır diye cevap verdiler. Bu defa Urve:

-Ukaz halkının tamamını yardıma davet ettiğimi ve onların imtina etmeleri üzerine kendim çoluk çocuğumla ve bana itaat eden etrafımla size yardıma koştuğumu pekala bilirsiniz değil mi? dedi. Onlar da:

-Evet biliriz diye tasdik ettiler. Bu teminatı aldıktan sonra Urve:

-Bu adam (Resûlüllah) size doğru bir teklifte bulunuyor. Onu kabul ediniz ve beni bırakınız ona gideyim. Dedi. Mekkeliler:

-Haydi git diye izin verdiler. Urve geldi ve Resûlüllah’a durumu anlatmaya başladı. Resûlüllah da Urve'ye Büdeyl'e söylediği sözlere benzer bir surette fikir beyan etti. Bu arada Resul-i Ekrem'in "Bir mütareke kabul etmezlerse Kureyş ile ölünceye kadar harp edeceğim." buyurması üzerine Urve:

-Ey Rasûlüm, sen, kavminin kökünü kazıyacak olursan bana söyler misin? Senden evvel Araptan kendi kavmini toptan helak eden bir kimse işittin mi- Ya mesele diğer şekilde zuhur ederse? Ya siz yenilirseniz? Vallahi ben aranızda ileri gelen bazı kimseler görüyorum. Bu muhakkak olmakla beraber yine ben bir takım kabilelerden toplanmış karışık bazı kimseler de görüyorum ki, bunlar harp sırasında kaçıp seni yalnız bırakabilecek kabiliyettedirler." dedi. Ebubekir (radıyallahü anh) Urve'nin, Peygamberin arkadaşlarını harptan kaçabilecekleri şeklinde göstermesi üzerine Urve'ye:

-Haydi sen, "Lafın kıçını yala. Biz mi Resûlüllahı yalnız bırakıp firar edeceğiz? Hâşâ" diye fena halde çıkıştı. Urve:

-Bu da kimdir? diye sordu. Ashab: -Ebubekir, dediler. Urve:

-Ah Ebubekir, hayatım kudret elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde şu ana kadar karşılığını ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı elbette ben de sana cevap verirdim." diye mukabele etti.

Râvi diyor ki: Urve, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)e söz söylemeye devam etti ve konuşurken Arap âdeti üzere her söz söyledikçe eliyle Resûlüllah’ın sakalını okşayarak saygıda bulunuyordu. Halbuki bu sırada Muğire b. Şube ki, Urve'nin kardeşinin oğludur, başında miğfer ve yalın kılıç bir halde Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)in yanında durup onu muhafaza ediyordu. Ve Urve her ne zaman Resul-i Ekrem'in sakalını okşamaya yeltenirse, Muğire, kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:

"-Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in sakalından elini çek. İhtarında bulunuyordu. Muğire'nin bu ihtarları üzerine Urve başını kaldırarak:

-Bu da kimdir? diye sordu. Ashab:

-Muğire b. Şube'dir. dediler. Bunun üzerine Urve:

-Ey hain, ben hâlâ senin cahiliyyetteki öldürdüğün adamların diyetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim? dedi. Muğire müslüman olmazdan evvel cahiliyette, Mâlik oğullarından bazı kimselerle yol arkadaşlığı etmiş ve yolda bunları öldürüp mallarım almış, sonra Medine'ye gelip müslüman olmuştu. Resul-i Ekrem'e bu malları arzettiğinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

-Müslümanlığın bizce kabuldür. Fakat bu mallar haksız olarak elde edilmiştir. Biz bunlardan hiçbir şeye el sürmeyiz." buyurmuştur.

Sonra Urve, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)in ashabını iki gözüyle tedkike başladı. Ve arkadaşlarına:

-Bu ne saygıdır. Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey emredince ashabı derhal emrini yerine getirmeye çalışıyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun fazlasını almak için nerdeyse birbirlerini öldürüyorlar. Peygamber söz söylerken de huzurundaki bütün ashab, seslerini alçaltarak cevap veriyorlar. Ona tazim için yüzüne de dikkatle bakamıyorlar." dedi. Daha sonra Urve, Kureyşin yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi:

-Ey ahali, vallahi ben, vaktiyle birçok kralların huzuruna sefir olarak çıktım: Mesela, Rum meliki Kayzer'in, Fars meliki Kırsa'nın, Habeş meliki Necaşi'nin divanlarına elçi olarak girdim. Vallahi bunlardan hiçbir kralın arkadaşlarını, Muhammed'in ashabının Muhammed'e saygı gösterdikleri derecede krallarına saygıda bulunur görmedim. Muhammed'in ashabı, onun tükürüğü ile dahi te-berrük ediyorlar. O, bir şey emredince ashabı derhal emrini yerine getirmeye koşuyorlar. O abdest aldığı zaman da abdest suyunun fazlasını almak için nerdeyse birbirlerini öldürüyorlar. O, söz söylerken ashabı hafif bir sesle tasdik ve cevap veriyorlar. Muhammed'in ashabı, saygı için onun yüzüne dikkatle bakamıyorlar.

Şimdi Muhammed size güzel ibr anlaşma teklifinde bulundu. Bunu kabul ediniz." dedi.

Bunun üzerine Kinane oğullarından birisi Kureyş'e hitaben:

-Beni bırakınız, bir kere de Muhammed'in yanına ben gideyim." dedi. Onlar da:

-Pekala git. Dediler. Bu Kulnaneli zat, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına doğru gelirken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

-Bu gelen, filan kimsedir. O, bir kabiledendir ki onlar Hac ve Umre kurbanlarına saygı gösterirler. Gerdanlıklı develeri bu zatın gözü önüne salıveriniz." buyurdu. Ashab bütün kurbanlık develeri onun yolunun üzerine salıverdiler. Ve ashab yüksek sesle "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" diyerek Kinaneliyi karşıladılar. Kinaneli zat, kurban develerini ve halkın telbiye ile karşılayışını görünce hayret ederek:

-Sübhanallah, bunlan Beyt-i Şerifi ziyaretten men etmek, bunlara karşı layık olmayan bir muameledir." dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de:

-Ben bunların Umre için kesecekleri kurban develerini kıladelenmiş (gerdanlık takılmış) ve belli edilmiş bir halde gördüm. Doğrusu bunlan Kabe'yi ziyaretten men etmeyi muvafık görmem." dedi.

Sonra Kureyşüler arasında Mikrez b. Hafs denilen birisi kalkıp:

-Bana müsaade ediniz de Muhammed'e bir de ben gideyim." dedi. Onlar da:

-Haydi git, dediler. Mikrez, Resul-i Ekrem ile ashabına doğru gelirken, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem):

-Şu gelen Mikrez'dir. Facir bir kimsedir, buyurdu. Mikrez, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüşmeye başladı ve Resul-i Ekrem'e durumu anlatmak üzereyken Süheyl b. Amr çıkageldi. Süheyl gelince Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ümitlenerek ashaba karşı:

-Artık işiniz bir dereceye kadar kolaylaştı, buyurdu. Süheyl b. Amr gelince Resul-i Ekrem'e:

-Haydi hokka, kalem ve kağıt getir, sizinle aramızda, bir antlaşma yaz. dedi. Bunun üzerine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) kâtibi Ali b. Ebi Talib'i çağırdı ve buyurdu ki: "Bismillahirrahmanirrahim." diye yaz. Bunun üzerine Süheyl Resul-i Ekrem'e:

-İyi amma ben, rahman kelimesinin mahiyeti nedir bilmiyorum. Fakat vaktiyle senin de yazdırdığın gibi "Bismike Allahümme" "Allah’ım senin isminle" diye yaz dedi. Müslümanlar da hep bir ağızdan:

-Vallahi biz onu yazmayız. Ancak "Bismillahirralımanirrahim." yazılmasını isteriz." demişlerdi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali'ye hitaben:

-Haydi "Bismike Allahümme." diye yaz. buyurdu. Sonra da: "Bu yazı Muhammed Resûlüllah’ın içindekileri kabul ve imza tetiği antlaşmadır." diye yazmasını emretti. Süheyl buna da itiraz ederek:

-Vallahi biz, senin Resûlüllah olduğunu bilmiş ve tasik etmiş olsak seni Kabe'yi ziyaretten men etmez ve sana karşı savaşa kalkışmazdık. Şimdi sen, "Muhammed b. Abdullah" diye yaz, dedi. Bu teklif üzerine Resul-i Ekrem: "Vallahi, siz beni yalanlasanız da ben Allah'ın peygamberiyim." dedi ve:

-Haydi Resûlüllah lafzını sil de "Muhammed b. Abdulah." yaz diy emretti. Ali b. Ebi Talib:

-Vallahi ben senin mübarek Resûlüllah unvanını katiyyen silemem." dedi. Bunun üzerine, Resul-i Ekrem yazıyı elinealıp "Muhammed b. Abdullah" diye yazdırdı.

Bu hadisin ravilerinden olan Zührî demiştir ki: "Resûlüllah’ın gerek besmelenin gerek anltaşmanın unvanının yazılış şekli hakkında Süheyl b. Amr'ın tekliflerine muvafakat buyurmaları, Resul-i Ekrem'in evvelce: "Kureyş, Allah'ın haremi dahilinde muhterem kıldığı şeylere saygı kasdederek benden ne kadar müşkül talepte bulunursa bulunsun ben onu muhakkak onlara vereceğim." şeklindeki kararının tecellesidir.

(Antlaşmanın unvanı: "Ya rab, senin isminle başlarım. Bu yazı Muhammed b. Abdullahın içindekileri imza ettiği bir musalahanamedir." şeklinde kararlaştırılıp yazıldıktan sonra Resul-i Ekrem antlaşma şartlarını teklif ederek Süheyl b. Amr'a: )

-Siz bizimle Beyt-i Şerifin arasını serbest bırakınız da biz de Beyti tavaf edelim, buyurdu. Süheyl bu teklife de itaraz ederek:

-Vallahi sizinle Beytin arasını boş bırakamayız. Çünkü Arap milleti "Cebren ve kahren istila olunduk." diye hakkımızda dedikodu eder. Şu kadar ki, bu serbest bırakma keyfiyeti gelecek seneden itibaren başlasın." dedi. Ve bu suretle kabul olunarak Hazret-i Ali yazdı. Süheyl b. Amr da şöyle bir madde teklif etti:

-Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu bize geri vereceksin," dedi. Bu teklife müslümanlar hayret ederek:

-Sübhanallah. İslam camiasına iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl iade olunur? dediler. Onlar bu halde iken süneyi b. Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayaklan bağlı olara seke seke geldi. Ebû Cendel müslüman olmuştu. Ve bu yüzden Mekke'de hapsolunmuştu. Bu sırada Mekke'de hapis bulunduğu yerden birçok zorlularla kaçmış ve türlü güçlüklerle buraya gelip nihÂyet kendisini müslümanlar araşma atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:

-İşte Ey Rasûlüm, sana karşı imza edeceğim antlaşmanın birinci maddesine tevfikan bunu bana vermelisin." dedi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem):

-Biz antlaşmayı henüz imza etmedik bile." buyurdu. Süheyl:

-Öyleyse vallahi ben de seninle hiçbir madde üzerinde anlaşma yapmam. dedi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem):

-Haydi bunu bana bağışlayıp imza et." buyurdu. Süheyl:

-Ben bunu sana asla bırakamam." dîye reddetti. Resul-i Ekrem:

-Hayır bu işi hatırım için yap." buyurdu. Süheyl ısrar edip:

-Asla yapamam." dedi. Kureyş heyetinden Mikrez b. Hafs da Resul-i Ekrem'e hitaben:

-Haydi bunu sana bağışladık." dedi. Fakat imzaya yetkili olan Süheyl bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Ebû Cendel babasının bu katı tutumundan ümitsizliğe kapılarak şöyle dedi:

-Ey cemaat-i müslümin, müslüman olarak geldiğim halde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim uğradığım bu felaketi görmüyor musunuz? diye haykırdı. Hakikaten Ebû Cendel, Allah yolunda Kureyş'in en şiddtetli işkencelerine maruz kalmıştı.

İbn-i İshak, hadise şu Rivâyeti ilave etmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

-Ey Ebû Cendel sabret, Allah’tan ümidini kesme. Biz müslümanlar mağdur ve mağlup olmayız. Allahü teâlâ yakında sana da kurtuluş yolunu bahşedecektir.

Bu durumdan müteessir olan Ömer b. el-Hattab şöyle demiştir: "unun üzerine ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e varıp:

-Sen, Allah'ın hak peygamberi değil misin? dedim. Resûlüllah: -Evet, hak peygamberiyim." buyurdu. Ben:

-Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız bâtıl üzere bulunmuyorlar mı? dedim. Resul-i Ekrem:

-Evet öyledir." buyurdu. Ben:

-O halde dinimiz uğrunda bu zilleti niçin kabul edelim? dedim. Resul-i Ekrem:

-Şüphesiz ki ben Allah'ın peygamberiyim ve ben, bu antlaşmayı kabul etmekle Allah’a isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcimdır." buyurdu. Ben yine:

-Vaktiyle sen bize "Yakında Beyt-i şerife varıp Beyti tavaf edeceğiz." diye haber vermez mi idin? dedim. Resûlüllah:

-Evet vermiştim, fakat bu sene varıp tavaf edeceğiz." diye haber verdim mi?- buyurdu. Ben de:

-Hayır, dedim. Resul-i Ekrem:

-Herhalde sen yakın bir zamanda Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin, buyurdu.

Ömer b. el-Hattab demiştir ki: "Bunu müteakiben ben, Ebubekir'e vardım ve:

-Ey Ebubekir, bu Allah'ın hak peygamberi değil midir? dedim. O da: -Evet öyledir, diye cevap verdi. Tekrar ben:

-Biz müslümanlar hak, düşmanlarımız bâtıl üzere bul ummuyorlar mı? dedim. Ebubekir: "Evet öyledir." dedi. Ben de dedim ki:

-Öyle ise niçin biz dinimiz uğrunda zilleti kabul edelim? Ebubekir:

-Behey adam. Muhammed, Allah'ın peygamberidir. O, rabbine âsi değildir. Allah onun yardımcısıdir. Sen hemen onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir." dedi. Ben tekrar:

-O bize, Medine'de: "Beyt-i şerife varacağız, tavaf edeceğiz," demedi mi? diye sordum. Ebubekir:

-Evet öyledir. Fakat sana bu sene varıp tavaf edersin." diye mi haber verdi?" dedi. Ben de:

-Hayır, dedim. Ebubekir:

-Dur bakalım. Yakın bir zamanda sen Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin, dedi.

Ömer (radıyallahü anh): "Bu itizarlarımdan dolayı keffaret ödeyerek daha sonra birçok salih amelde bulundum." demiştir.

Râvi diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) antlaşmanın yazım ve imzasını bitirdikten sonra ashaba:

-Haydi artık kalkınız. Kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz." buyurdu. Râvi diyor ki: "Vallahi ashaptan bir kişi olsun kalkmayınca Resûlüllah, hanımlarından Ümmü Seleme'nin yanına girdi. Ve: "Şu halkı görüyor musun? Onlara emrediyorum da emirlerimi yerine getirmiyorlar." diye halktan gördüğü kayıtsızlığı ona anlam, Ümmü Seleme:

-Ey Allah'ın Peygamberi, emrini yerine getirtmek istiyor musun? O halde şimdi dışarı çık. Sonra tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni tıraş edinceye kadar ashaptan hiçbirisine bir kelime bile söyleme. Dedi. Bunun üzerine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiçbirisi ile görüşmeyerek kurbanlık develerini kesti. Ve berberi, Huzaah Hıraş b. Ümeyye'yi çağırıp tıraş oldu. Ashap, Resul-i Ekrem'i bu halde görünce onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler. Birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Aceleden birbirlerini öldüreyazdılar.

Resul-i Ekrem tıraş olduktan sonra huzuruna müslüman kadınlar geldi. Bu hususta nasıl hareket edileceğini öğreten Allahü teâlâ şöyle buyurdu: "Ey iman edenler, mü’min olduklarını söyleyen kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Onların imanlarını Allah daha iyi bilir, mü’min olduklarını öğrendiğiniz zaman da, onları kâfirlere iade etmeyin. Çünkü ne mü’min kadınlar kâfirlere helaldir, ne de kâfir erkekler mü’min kadınlara helaldir. Kâfir kocalarının sizlere muhacir olarak gelen mü’min kadınlara vermiş oldukları mehirleri geri iade edin. Bu muhacir kadınlara mehirlerini verdiğiniz takdirde kendileriyle evlenmenizde bir mahzur yoktur. Kâfir kadınları nikahınız altında tutmayın. Siz, kâfir kadınlara verdiğiniz mehiri istemeyin. Kâfir erkekler de size gelen muhacir kadınların mehirlerini istemesinler. İşte Allah'ın sizin hakkınızda hükmü budur. O, aranızda hükmeder. Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Mümtahine Sûresi, âyet: Bu âyetin nüzulü üzerine Ömer, hâlâ müşrike olan iki karısını boşadı. Bunlardan biri, Muaviye b. Ebi Süfyan ile diğeri de Safvan b. Ümeyye ile evlendi.

Sonra Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye döndü. Onun Medine'ye dönüşünden sonra Kureyşlilerden Ebû Basîr müslüman olarak Medine'ye geldi. Kureyş de onu geri istemek üzere iki kişi gönderdi. Bunlar Resul-i Ekrem'e: "Bize karşı imza ettiğin antlaşmayı hatırlatırız." dediler. Resul-i Ekrem de antlaşma mucibince Ebû Basîr'i bu iki kişiye iade etti. Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihâyet Zülhuleyfe'ye vardılar. Dağarcıklarındaki hurmadan bir miktarını yemek için oraya indiler. Ebû Basîr, bu iki kişiden birisi olan Huneys'e:

-Ya filan, vallahi şu kılıcını ben, emin ol ki çok güzel görüyorum." dedi. Kılıcın sahibi olan diğeri de kılıcı kınından çekerek:

-Evet vallahi bu kılıç çok iyidir. Ben onu defalarca tecrübe ettim. dedi. Ebû Basîr de:

-Müsaade et de bakayım." dedi ve bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen Huneys'e vurdu. Huneys nihÂyet öldü. Diğer arkadaşı, bir Rivâyette Hunesy'in kölesi Kevser kaçarak tâ Medine'ye vardı. Mescide koştu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onun telaşla koşup geldiğini görünce:

-Muhakkak şu adam bir korku görüp geçirmiştir." buyurdu. Kevser, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)e yaklaşınca Resul-i Ekrem'e:

-Vallahi, efendim öldürüldü. Engel olmazsanız muhakkak ben de öldürüleceğim." dedi. Bu sırada Ebû Basîr de geldi ve:

-Ya Resûlallah, vallahi sana Allah ahdini ifa ettirdi. Beni müşriklere iade ettin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashaba hitaben:

-Anası helak olası Ebû Basîr'e hayret olunur. Bu adam harp gelberisidir. Eğer bunun fikrine yardım eden bulunsa o fırın karıştırır gibi harbi ateşleyecek sulh bozulacak." Ebû Basîr Resul-i Ekrem'in bu sözlerini işitince, kendisini müşriklere hemen iade edeceğini anladı. Resûlüllah’ın huzurundan çıktı. Ve deniz sahiline kadar kaçtı." İS" mevkiinde karar kıldı.

Râvi diyor ki: "Süheyl'in oğlu Ebi Cendel de yetmiş süvari müslüman ile birlikte müşrikler arasından kaçarak Ebû Basîr'e iltihak etti. Şimdi artık müslüman olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebû Basîr'e katılmaya başladı. Nihâyet Ebû Basîr'in etrafında mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Ku-reyş'in Şam'a bir ticaret kafilesinin gittiğini duyunca hemen onları çevirirlerdi. Kendilerini öldürüp mallarını alırlardı.

Kureyş, kendisini tehdit eden bu vaziyet üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e Ebû Süfyanı hususi bir yetki ile gönderdi. Şimdi Kureyş Resul-i Ekrem'den Allah rızası için ve aradaki akrabalığa hürmeten Ebû Basir cemaatinin talanına mani olmasını ricaya başlamıştı. "Artık bundan böyle Mekke'den Medine'ye kim gelirse emindir iade edilmeyecektir." diye haber göndermişlerdi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bâsir cemaatine mektup gönderdi. Medine'ye gelmelerini bildirdi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Sizi, onlara muzaffer kıldıktan sonar Mekke'nin göbeğinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çektiren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görür." "Onlar, inkâr edenler, sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve beraberinizde kurbana tahsis ettiğiniz hayvanları yerine kavuşmaktan alıkoyanlardır. Eğer o kâfirler arasında bilmediğiniz mü’min erkekler ve mü’min kadınlar bulunup da farkında olmayarak, onları tepeleyip vebal altında kalma ihtimaliniz olmasaydı, savaşmanıza izin verirdik. Bütün bu nimetleri Allah size, dilediklerini rahmetine kavuşturmak için vermiştir. Eğer mü’minlerle kâfirler birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri can yakıcı bir azaba uğratırdık." "İnkâr edenler, kalblerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirirken, Allah da peygamberinin ve mü’minlerin kalblerine huzur ve sükunet indirdi. Onları takvayı gerektiren sözden ayırmadı. Bunlar ise, buna hakkıyla layık ve ehil kimselerdi. Allah, herşeyi çok iyi bilir. Fetih Sûresi, âyet: 24-26 âyetlerini indirdi. Buhari, K. eş-Şürut, bab: 15.

11

Savaşa katılmayan bazı Bedeviler sana: "Savaşa katılmaktan bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Allah’tan, bizim bağışlamamızı dile" diyeceklerdir. Onlar dilleriyle kainlerinde bulunmayan şeyi söylerler. Sen onlara şöyle de: "Allah size bir zarar veya fayda vermek isterse, Allah’a karşı size kim ne yapabilecektir? Doğrusu Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır."

Ey Rasûlüm, Umre yapmak için Mekke'ye yaptığın yolculukta sana katılmayıp geride kalan bazı Bedevileri, geri döndüğünde kınayınca, onlar senin kınamana karşı şöyle diyeceklerdir: "Seninle beraber gelmeye, mallarımızı ve ailemizi düzeltmekle meşgul olmamız engel oldu. Rabbimizden bizim, geri kalışımızdan dolayı işlediğimiz hatalarımızı affetmesini dile." Bedeviler bu sözlerinde yalancıdırlar. Onlar, kalblerinde olmayan şeyleri dilleriyle söylüyorlar. Aslında yaptıklarına pişman olmadıkları halde senin, kendileri için af dilemeni istiyorlar. Sen bu Bedevilere de ki: "Ben sizin, Allah’tan affınızı dilesem bile Allah sizi, mallarınızı ve ailelerinizi helak etmeyi dileyecek olursa veya mallarınızı artırarak ve ailenizi düzelterek size bir fayda sağlayacak olsa Allah'ın bu dilediğini geri çevirecek kim olabilir? Bu münafıkların zannettiği gibi Allah onların kalblerinde olanları bilmekten gafil değil bilakis onların yaptıklarından haberdardır. Yaratıklarının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli değildir. O, bunları zaptettirmektedir ve âhirette kullarına, amellerine göre ceza ve mükafaat verecektir.

Peygamber efendimiz Mekke'ye giderek Umre yapmak istediği Hudeybiye yılında, Kureyşliler'in kötü davranacaklarından çekinerek Medine'nin çevresinde bulunan Bedevileri de Umre yapmaya davet etmiştir. Tâ ki Kureyşliler yanlış bir kanaata sahip olmasınlar ve kendileriyle savaşa gelinmediğini bilsinler. Hatta Resûlüllah bu maksatla, beraberinde kurbanlıklar da götürmüştür. Fakat Bedeviler, Resûlüllah ile birlikte Umre yapmayı reddetmişler ve ona katılmamışlardır. İşte âyet-i kerime bu hususları beyan etmektedir.

12

Daha doğrusu siz, peygamber ve mü’minlerin bir daha ebediyyen ailelerine dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu düşünce kalbinize güzel gösterilmişti. Kötü zanda bulunmuştunuz. Bu yüzden siz, helak edilmeye layık bir kavim oldunuz.

Ey, "Malımız ve ailemiz seninle savaşa gitmemize engel oldu." diyen Bedeviler, aslında sizin savaşa çıkmanıza mani olan, mallarınız ve aileleriniz değildi. Gerçekte engel olan şey sizin, "Resûlüllah’ın ve sahabilerinin, düşmanları tarafından imha edilerek tekrar ailelerine dönemeyecekleri" şeklindeki tahmininizdi. Şeytan, bu tahmininizi size yaldızlı göstermişti. Allah'ın, peygamberine ve mü’minlere yardım etmeyeceği zarımda bulunmuştunuz. İşte bu, kötü bir tahmindi. Bu sebeple sizler, helak olmayı hak eden, fasit ve kendilerinden hayır beklenmeyen bir kavim oldunuz.

13

Kim Allah’a ve Resulüne iman etmezse, şüphesiz ki biz, kâfirler için alev alev yanan bir cehennem hazırladık.

Ey münafık Bedeviler, gerek sizden gerek sizin dışınızdan kim, Allah’a iman etmez, Allah'ın peygamberinin getirdiklerini tasdik etmezse bilsin ki biz, o gibi insanlar için kıyamet gününde, alev alev yanan cehennem ateşi hazırlamişızdır.

14

Göklerin ve yerin mülkü sadece Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok affaden ve merhamet edendir.

Ey münafıklar, göklerin ve yerin mülkiyeti sadece Allah’a aittir. Size azap etmeyi dilediği takdirde kimse buna mani olamaz. Münafıklığınızdan vazgeçtiğinizde, sizi affetmesine de kimse mani olamaz. Allah, çok affeden ve çok merhamet sahibi olandır.

Âyet-i kerime, Hudeybiye seferinden geri kalan münafık Bedevileri, yaptıklarından vazgeçmeye ve onları tevbe etmeye üavet etmektedir.

15

Siz ganimetleri almaya gittiğiniz vakit, savaşa katılmayıp geride kalanlar "Bırakın da biz de size tabi olalım." diyeceklerdir. Onlar bu sözleriyle Allah’ın kelamını değiştirmek isterler. Ey Rasûlüm, sen onlara: "Elbette bize tabi olamayacaksınız. Çünkü Allah, daha önce sizin için böyle buyurmuştur." de. Bunun üzerine onlar da: "Hayır, siz bizi çekemiyorsunuz." diyeceklerdir. Doğrusu onlar, pek az anlarlar.

Ey Rasûlüm, sen ve ashabın, Beytullahı ziyaret edip Umre yapmak için yola çıktığınızda sizin, müşrikler tarafından öldürüleceğinizi ve sağ salim ailenize dönemeyeceğinizi zannederek sizin yolculuğunuza katılmayan münafıklar, sizler, Allah'ın, Hudeybiye seferinde bulunanlara vaadettiği Hayber ganimetini almaya giderken bu defa "Bize müsaade edin de sizinle beraber gelelim." derler. Onlar bu sözleriyle Allah'ın, sadece Hudeybiye sulhüne katılanlara vaadettiği ganimetten pay almayı ve Allah'ın bu vaadini değiştirmeyi isterler. Sen onlara de ki: "Biz, Hayber'e giderken siz bize asla tabi olmayacaksınız. Çünkü Allah, biz Hudeybiye'den dönerken daha sizin yanınıza varmadan önce Hayber ganimetinin sadece bize ait olduğunu bildirdi."

Bunu duyan münafıklar "Hayır, siz bizi kıskanıyorsunuz." diyeceklerdir. Doğrusu onlar, pek az anlayışlıdırlar. Zira onlar, anlayışlı olsalardı Hudeybiye seferinden geri kaldıkları halde Hayber ganimetinden pay istemekten utanırlardı.

Peygamber efendimiz, Umre yapmak üzere Beytullaha giderken, Mekkeli müşriklerin saldırılarına karşı tedbir almak için Medine ve çevresinde bulunan bütün müslümanların, kendisiyle birlikte bu Umre yolculuğuna katılmalarını istemiştir. Fakat Bedevilerden münafık olanlar, Resûlüllah’ın ve sahabilerinin yok edileceklerini ve bir daha geri dönme imkanı bulamayacaklarını zannederek, Resûlüllah’ın kafilesine katılmamışlardır. Resûlüllah, Hudeybiye sulhunu yapıp geri dönünce Allahü teâlâ ona Hayber'i fethedeceklerini ve Hayber ganimetlerinin Hudeybiye sulhüne katılanlara ait olacağını bildirmiştir. Bunun üzerine Resûlüllah’a daha önce katılmayan münafıklar bu defa Hayber seferine katılmak istemişler fakat âyet-i kerime inmiş ve onların Hayber seferine katılmayacaklarını beyan etmiştir.

Âyet-i kerime’de "Onlar, Allah'ın kelamını değiştirmek isterler." ifadesi geçmektedir. Mücahid, Katade ve Cüveybir'e göre bu ifadeden maksat, Allahü teâlânın, Hudeybiye'ye katılan mü’minlere Hayber ganimetini vaadettiğini bildiren kelamıdır. Münafıklar bu ifadeyi değiştirerek kendilerinin de Hayber ganimetlerinden pay almak istemişlerdir.

İbn-i Zeyd ise demiştir ki: Sefere katılmayan münafıkların, değiştinnek istedikleri ilahi kelamdan maksat şu âyet-i kerimedir: "Eğer Allah, bu cihattan sonra tekrar seni geri kalan bu topluluğa döndürür de, onlar da seninle cihada çıkmak için izin isterlerse onlara şöyle de: "Benimle beraber bir daha asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber savaşamayacaksınız. Çünkü ilk defasında savaşa çıkmayıp oturmayı istediniz; Şimdi de geriye kalanlarlar beraber oturun. Tevbe Sûresi, 3yet 83.

Taberi,

birinci görüşü tercih etmiş, ikinci görüşte zikredilen âyet-i kerime’nin Tebük seferine katılmak istemeyen münafıklar hakkında nazil olduğunu, Tebük seferinin ise Mekke'nin fethinden sonra gerçekleştiğini söylemiştir.

16

Ey Rasûlüm, savaşa katılmayıp geride kalan Bedevilere sen şöyle de: "Yakında güçlü kuvvetli bir kavimle savaşa çağırılacaksınız. Onlarla ya savaşacaksınız veya ınüslüman olacaklar. Eğer bu davete uyarsanız Allah, size güzel bir mükafaat verecektir. Şâyet daha önce yüzçevirdiğiniz gibi yine de yüz çevirecek olursanız sizi, can yakıcı ağır bir azapta cezalandıracaktır."

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hudeybiye seferine katılmayan münâfıklara hitab ediyor ve onlara, yakın bir zamanda kuvvetli bir düşmanla savaşa çağırılacaklarını, bu çağırıya uydukları takdirde Allah’ın vaadettiği güzel bir mükafaat olan ceneti kazanacaklarını, uymadıkları takdirde ise azaba uğratılacaklarını beyan etmektedir.

Bedevilerden münafık olanların, kendileri ile savaşmaya davet edilecekleri bu güçlü ve kuvvetli kavmin hangi kavim olduğu hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.

Atâ b. Ebi Rebah'ın Abdullah b. Abbas'tan naklettiği bir görüşe göre bu kavimden maksat, Farslardır. Ata, Mücahid ve bir Rivâyete göre İkrime de bu görüştedirler.

Abdurrahman b. Ebi Leylâ ve Hasan-ı Basri'den nakledilen bir görüşe göre ise bu kavimden maksat, Farslar ve Rumhırdır.

Said b. Cübeyr, Katade ve İkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu kavimden maksat, Huneyn savaşında müslümanlara karşı savaşan Hevazin, Sakiyf ve Gatafan oğullarıdır.

Zührî, Cübeyr, bir Rivâyete göre Sadi b. Cübeyr ve İkrime'ye göre bu kavimden maksat, yalancı peygamberlik iddia eden Müseylimetül Kezzab'a uyan Hanif oğullarıdır.

Kâ'bul Ahbar'a göre ise bu kavimden maksat. Rumlardır.

Taberi, âyet-i kerime’nin bu kavimlerden herhangi birini açıkça zikretmediğini, bu itibarla âyeti bunlardan herhangi birine tahsis etmenin isabetli olmayacağını söylemiş, âyetni bunlardan herhangi birini kasdedebileceği gibi bunların dışında başka bir kavmi de kasdetmiş olabileceğini söylemiştir.

17

(Savaşa katılmayıp geride kalan) köre bir günah yoktur. Topala da bir günah yoktur. Hastaya da bir günah yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennelere koyar. Kim de yüzçevirirse, Allah onu, can yakıcı bir azaba çarptırır.

Ey insanlar, içinizden kör olanın, mü’minlerle birlikte cihada gitmemesinde bir günah yoktur. Topal olan için de bir günah yoktur. Hasta olan için de bir günah yoktur. Kim, Allah’a ve peygamberine, kâfirlere karşı savaşma emirlerinde itaat eder de mü’minlerle beraber olursa Allah onu kıyamette, altından intaklar akan cennetlere koyacaktır. Kim de kâfirlerle savaşmaya davet edildiği zaman savaştan geri durarak Allah’a ve Resulüne itaatten yüzçevirecek olursa Allah onu, kıyamet gününde can yakıcı bir azapla cezalandıracaktır.

18

Bak. Âyet 19.

19

Şüphesiz Allah, o ağacın altında sana biat ederken mü’minlerden razı oldu. Kalblerinde olanı bildi ve onlara huzur ve sükunet bahşetti. Onları yakın bir fethi ve elde edecekleri birçok ganimetlerle mükafaatlandırdı. Allah herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ey Rasûlüm, Allah, Hudeybiye sulhünden önce, ağacm altında Ku-reyşle savaşacaklarına, seni bırakıp kaçmayacaklarına dair sana biat eden mü’minlerden, sana biat ettikleri sırada razı oldu. Allah, onların kalblerindeki samimiyeti ve vefakarlığı ve sabn bildi. Onlara sükunet ve vakar bahşetti. Dinlerinde sabit kaldılar. Haktan ayrılmadılar. Yine Allah onlara, Mekke'nin fethinden önce Hayber'in fethini, mükafaat olarak nasibetti. Onlara, Hayber'den ve ondan sonraki fetihlerden alacakları birçok ganimetleri lütfetti. Allah, düşmanlarından intikam almakta herşeye galiptir. Yaratıklarını sevk ve idare etmekte hüküm ve hikmet sahibidir.

Âyet-i kerime, Hudeybiye sulhünden önce, Resûlüllah’ın, sahabilerden Kureyş'e karşı savaşacaklarına dair almış olduğu "Rıdvan bey'atım" beyan etmektedir.

İbn-i İshak bu biata sebep olarak şunları zikretmiştir:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş'in ileri gelenlerine, kendisinin Mekke'ye gidiş sebebini bildirmesi için Hazret-i Ömer'i çağırmış ve onu elçi olarak göndermek istemiştir. Hazret-i Ömer ise "Ben Kureyşlilerden çekmiyorum. Zira Mekke'de beni Kureyş'e karşı koruyacak kabilem Adiy oğullarından kimse bulunmamaktadır. Ku-reyşliler, benim kendilerine karşı olan düşmanlığımı ve sertliğimi çok iyi bilmektedirler. Falcat istersen ben sana, Kureyşlilerin benden daha fazla takdir ettikleri birisini göstereyim. Bu, Osman b. Affan'dır. Sen onu Ebû Süfyan'a ve Kureyş'in diğer ileri gelenlerine gönder. O senin, savaş için gelmediğini, Kabe'nin kutsallığını takdir ederek onu ziyarete geldiğini söylesin." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Osman'ı gönderdi. Hazret-i Osman Mekke'ye vardı. Eban b. Said ile görüştü. Eban kendi bineğinden inip onu bindirdi ve kendisi de bindi. Resûlüllah’ın mektubunu tebliğ edinceye kadar Osman'ı himayesine aldı. Osman (radıyallahü anh) Ebû Süfyan ve Kureyş'in ileri gelenleriyle görüştü ve onlara, Resûlüllah’ın isteklerini bildirdi. Hazret-i Osman Resûlüllah’ın mektubunu bitirince Kureyşliler ona: "Eğer Kâbeyi tavaf etmek istersen et." dediler. Hazret-i Osman, "Resûlüllah onu tavaf etmeden önce ben tavaf etmem." dedi.

Kureyşliler Hazret-i Osman'ı geri göndermeyip yanlarında alıkoydular. Resûlüllah’a ve müslümanlara, Hazret-i Osman'ın öldürüldüğü şeklinde bir haber geldi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Biz bu kavimle vuruşmadan önce geri dönmeyecegiz." dedi. Ve insanları ağacın altında biat etmeye çağırdı. Bütün müslümanlar, Kureyşle vuruşacaklarına ve savaştan kaçmayacaklarına, gerekirse canlarım feda edeceklerine dair biat ettiler. Sadece Ced b. Kays biat etmemiştir.

Cabir b. Abdullah diyor ki: "Ben, Ced b. Kays'in, insanların gözünden saklanmak için devesinin koltuğuna yapışık bir şekilde durduğunu gördüm," Sonra Resûlüllah’a Hazret-i Osman hakkında söylenenlerin doğru olmadığı haberi geldi. Bu ağaç altında Resûlüllah’a biat edenlerin sayısının bin dört yüz ile bin beş yüz kişi arasında olduğu Rivâyet edilmektedir.

20

Allah, size, elde edeceğiniz daha birçok nimetler vaadetmiştir. Şimdi ise mü’minlere bir delil olsun, sîzi de doğru yola sevketsin diye bu ganimetleri (Hayber ganimetini) hemen vermiş ve insanların elini sizden çektirmiştir.

Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, mü’minlere bir kısım ganimetleri derhal verdiği, diğer bir kısım ganimetleri ise daha sonra vereceği beyan edilmektedir. Derhal verilen ganimetlerden maksat, Mücahid'e göre Hudeybiye sulhünden sonra müslümanların elde ettikleri Hayber ganimetleridir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise, derhal verilen ganimetlerden maksat, Hudeybiye sulhunun bizzat kendisidir. Bu sulh mü’minler için bir ganimet mahiyetindedir.

Âyette, daha sonra verileceği ifade edilen ganimetten maksat ise Mücahid'e göre mü’minlerin, Hayber ganimetinden sonra, kıyamete kadar, kâfirlerden alacakları ganimetlerdir. Huneyn savaşında alınan ganimetler Fars ve Rumlardan alınan ganimetler, Allah'ın vaadettiği bu ganimetlerdendir.

İbn-i Zeyd'e göre ise bu ganimetlerden maksat, Hayber'de elde edilen ganimetlerdir.

Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, mü’minlerden insanların ellerini çektirdiği beyan edilmektedir. Bu insanlardan maksat, Katade'ye göre Yahudilerdir. Zira mü’minler, Hudeybiye sulhunun yapıldığı yıldaki Umreyi yapmak için yola çıktıklarında Allah mü’minlerin Medine'de kalan aile ve çocuklarını, orada yaşayan Yahudilerin şerrinden korumuştur. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

Diğer bir görüşe göre ise, Allah'ın mü’minleri şerlerinden koruduğu insanlardan maksat, Mekke müşrikleridir. Zira Allah, mü’minleri onların şerlerinden korumuştur.

21

Ayrıca, henüz gücünüzün yetmediği, fakat Allah'ın ilmî ile kuşattığı ganimetler de vardır. Allah, herşeye kadirdir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, âyetin indiği zamanda henüz müslümanların güçlerinin yetmediği fakat bilahare fethederek ganimetlerini elde edecekleri ülkelerden bahsetmektedir. Bu ülkelerden maksat, Abdullah b. Abbas, İbn-i Ebi Leyla ve Hasan-ı Basrî'ye göre Farslar ve Rumlardır. Mücahid'e göre ise kıyamete kadar fethedilecek ülkelerdir. Delıhak, İbn-i Zeyd ve İbn-i İshak'a göre ise, Hayber'dir. Katade'ye göre de Mekke'dir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Zira mü’minlerin, bu âyet indiğinde fethetmeye güç yetiremedikleri şehir Mekke idi.

22

Eğer kâfirler sizinle savaşacak olsalar, elbette arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirler.

Ey Rıdvan biatına katılan mü’minler, Mekke'de yaşayan kâfirler sulh yapmayıp sizinle savaşmaya girişecek olsalardı elbette ki mağlup olacak ve gerisin geri kaçacaklardı. Zira Allah, sizinle beraberdir. Onların ise ne bir dost ne de bir yardımcıları vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, ağacın altında Resûlüllah’a biat eden mü’minlerin maneviyatını takviye etmekte ve onlara yardım edeceğini bildirmektedir.

23

Allah’ı ti öteden beri devam edegelen kanunu budur. Allah'ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın.

Allah'ın, devamlı olarak süregelen kanunu, kâfirlere karşı dostları olan mü’minlere yardım etmektir. Allah'ın bu kanunu asla değişmeyecektir. Zira iyilikte bulunana iyiliğinin karşılığını vermek, kötü amel işleyenleri cezalandırmak, Allah'ın adaletinin gereğidir.

Bu âyet-i kerime Hudeybiye sulhu sırasında müşriklerin Resûlüllah’a yapmak istedikleri bir saldırıyı beyan etmektedir.

24

Sizi, onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin göbeğinde onların etlerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çektiren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.

Enes b. Mâlik bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında şöyle diyor:

"Mekkelilerden seksen kişi, Resûlüllahı ve sahabilerini gafil avlamak maksadıyla Ten'im dağından aşağı silahlarını kuşanmış olarak, Resûlüllah’a doğru iniyorlardı. Resûlüllah bunları, çatışma olmadan yakaladı. Fakat bunları öl-dünneyip affetti. Bunun üzerine Allahü teâlâ "Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin göbeğinde onların ellerini sizden sizin ellerinizi de onlardan çektiren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir." âyetini indirdi. Müslim,K.el-Cihad, bab: 133, Hadis no: 1808 /Ebû Davud,K.el-Cih;td, bab: 120, Hadis no: 2688.

Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında başka Rivâyetler zikredilmiş , ise de bunların en sahihinin yukarıda anlatılan sebep olduğu nakledilmektedir.

25

Onlar, inkâr edenler, sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve beraberinizde kurbana tahsis ettiğiniz hayvanları yerine kavuşmaktan alıkoyanlardır. Eğer o kâfirler arasında, bilmediğiniz mü’min erkekler ve mü’min kadınlar bulunup da farkında olmayarak, onları tepeleyip vebal altında kalma ihtimaliniz olmasaydı, savaşmanıza izin verirdik. Bütün bu nimetleri Allah size, dilediklerini rahmetine kavuşturmak için vermiştir. Eğer mü’minlerle kâfirler, birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri can yakıcı bir azaba uğratırdık.

Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de, Resûlüllah’ın Umre yapmak için kurbanlıklarla birlikte Kâbeyi ziyarete vardığında onun Kâbeye girmesine engelolan ve kurbanlarının Harem bölgesinde kesilmesine mani olan Mekkeli müşriklerin kâfir olduklarını bildiriyor ve Hudeybilye şulhü yerine bunlarla savaşmaya izin verilmemesinin hikmetini beyan ediyor. Bu da, Mekkeli müşriklerin içinde, korkularından imanlarını açığa vuramayan veya imanlarını açığa vurdukları haldö Mekkeli müşriklerin hicret etmelerine engel oldukları bir kısım mü’minlerin bulunmasıdır. Zira Medine'den gelen Resûlüllah’a ve sahabilere, Mekke müşrikleriyle savaşmaya izin verilecek olsaydı bunların içinde bulunan mü’minler, müslümanlar tarafından ezilmişolurlardı. İşte bu sebeple Allah, müşriklerle Hudeybiye sulhunun yapılmasına izin verdi ve bu sulh yukarıda zikredildiği şekilde yapıldı.

26

İnkâr edenler, kalblerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirirken, Allah da peygamberinin ve mü’minlerin kalblerine huzur ve sükunet indirdi. Onları, takvaya götüren sözden ayırmadı. Onlar ise buna hakkıyla layık ve ehil kimselerdi. Allah, herşeyi çok iyi bilendir.

Âyet-i kerime’de, kâfirlerin kalblerine cahiliye taassubunun yerleştiği mektedir. Kâfirlerin cahiliye taassupları, Resûlüllah’ın Mekke'ye girmesine engel olmalarıyla ve Hudeybiye sulhunun metni yazılırken "Rahman ve Rahim" kelimelerine itiraz etmeleriyle ve: "Bu, Allah'ın peygamberi Muhammed tarafından yapılan bir anlaşmadır." cümlesindeki "Allah'ın peygamberi" kelimesine itiraz etmeleriyle ve: "Bu Allah'ın peygamberi Muhammed tarafından yapılan bir anlaşmadır." cümlesindeki "Allah'ın peygamberi" kelimesine itiraz ile ortaya çıkmıştır. Zira onları bu tür davranışlara sevkeden tek sebep, taassuplarıdır. İşte âyet-i kerime, müşriklerin böyle bir taassup içinde bulunurken Allah'ın, mü’minlerin kalbine sükunet ve vakar verdiğini ve onları takvaya ulaştıran "Lailahe İllallah" kelimesinden ayırmadığını beyan etmektedir, mü’minler, kâfirlerin taassuplaları karşısında vakarlarını muhafaza etmişler ve dinlerinden taviz vermemişlerdir.

Âyet-i kerime’de mü’minlerin "Takvaya götüren sözden" ayrılmadıkları zikredilmektedir. Takvaya götüren sözden maksat, Hazret-i Ali, Abdullah b. Abbas, Amr b. Meymun, Mücahid, Katade, İbn-i Zeyd, Dehhak, İkrime, ve Ata göre "Lailahe İllallah" kelimesidir. Mü’minler bunu söyleyerek kendilerini cehennem azabından kurtamış olurlar.

Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Takvaya götüren söz"den maksat, İhlastır, Zühri'ye göre ise bu kelimeden maksat, "Bismillahirrahmanirrahim"dir.

Diğer bir görüşe göre ise "Takvaya götüren söz"den maksat, "Lailahe İllallahu Vahdehulaşerikeleh. Lehul Mülkü ve Lehul Hamdü ve Huve Ala Külli Şey'in kadir." Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O tektir, onun hiçbir ortağı yoktur. Mülk sadece ona aittir. Övülme sadece ona mahsustur. O, herşeye gücü yetendir." sözüdür.

27

Şüphesiz ki Allah, peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Ey mü’minler, elbette ki sizler, Allah dilerse güven içinde saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harama gireceksiniz. Allah, sizin bilmediklerinizi bildi ve Mescid-i Harama girmeden önce yakın bir fetih ihsan etti.

Şüphesiz ki Allah, peygamberi Muhammed'e, sahabileri ile birlikte Mescid-i Harama güven içinde girip orayı ziyaret edeceklerine dair gösterdiği rüyayı doğru çıkardı. Siz mü’minler, eğer Allah dilerse güven içinde, bir kısmınız başını tıraş etmiş diğer bir kısmınız da saçını kısaltmış vaziyette, müşriklerden korkmayarak Mescid-i Harama gireceksiniz. Allah sizin bilmediğiniz şeyleri bildi. Bu sebeple sizi Mekke'ye hemen girdirmeyip oraya girişinizi erteledi. Ve Mekke'nin fethinden önce size yakın bir fetih ihsan etti.

*Âyet-i kerime’de Hudeybiye sulhünün yapılıp Mekke'ye girilmeyişindeki hikmetin, Allah tarafından bilindiği, mü’minlerin ise bu hususu bilemedikleri beyan edilmektedir.

Taberi, burada Allah’ın, bilip de mü’minlerin bilmediği şeyin, Mekkede müşriklerin arasında gizlenen veya hicretlerine engel olunan mü’min erkek ve kadınların bulunması ve mü’minlerin Mekke'ye zorla girmeleri halinde bunları da müşriklerle beraber öldürmüş olabilecekleri meselesi olduğunu söylemektedir.

Âyet-i kerime’de, Allah’ın, mü’minlere, Mekke'nin fethinden önce yakın bir fetih ihsan ettiği zikredilmektedir. Mücahid, Zühri ve İbn-i İshak'a göre bu yakın fetihten maksat, Resûlüllah’ın, Kureyşli müşriklerle yapmış olduğu Hudeybiye musalahasıdır. Zira sulh yapılınca adeta çevrede bulunan şehirler fethedilmişcesine oralara bir güven hasıl oldu. İnsanlar birbirleriyle rahatça fikir teatisinde bulunabildiler. Böylece İslamı tebliğ etmek de kolaylaştı. Öyle ki Hudeybiye sulhünün devam ettiği iki yıl içinde, o zamana kadar müslüman olan insanların sayısı kadar insan İslamiyeti kabul etti. Bu sebeple Hudeybiye sulhüne "Yakın fetih" adı verildi.

İbn-i Zeyd'e göre ise Âyette zikredilen yakın fetihten maksat, Hudeybiye sulhünden döndükten sonra gerçekleştirilen Hayber fethidir. Allah, bu fetihten elde edilen ganimetleri Hudeybiye sulhünde bulunan müslümanlara nasip etmiştir. Sadece Ebû Dücane Hayber'de bulunmadığı için bu ganimetten pay almamıştır.

Taberi, Âyet-i kerime’nin genel ifadesine bakarak, Mekke fethinden önce ihsan edilen fethin, hem Hudeybiye sulhü hem de Hayber fethi olduğunu söylemektedir.

28

Dinini bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hidâyet ve hak bir din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.

Peygamberi Muhammed'i doğru yola götüren açık seçik hükümlerle ve hak din olan İslam ile gönderen Allah’tır. Allah, peygamberini böylece gönderdi ki Hak din olan İslam ile bütün dinleri iptal etsin. Ve böylece yeryüzünde İslamdan başka din kalmasın. Allah'ın İslam dinini diğerlerine galip getireceğine dair şahit olması yeter. Başka şahitlere ihtiyacı yoktur.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hudeybiye sulhu yapılırken müşriklere ılımlı davranıldığmdan dolayı üzülen mü’minleri teselli etmekte ve onların dinleri olan İslamın, bütün dinlere galip geleceğine, bizzat Allah'ın kendisinin şahit olduğunu bildirmektedir ki mü’minler, Mekke'nin ve onun gibi olan birçok yerin daha sonraki tarihlerde mutlaka fethedileceğini bilmiş olsunlar ve maneviyatları güçlensin.

29

Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Onun yanında bulunan mü’minler kâfirlere karşı çok sert, kendi aralarında son derece merhametlidirler. Onların rüku ve secde ettiklerini görürsün. Onlar Allah'ın lütuf ve rızasını dilerler. Onların yüzlerinde secde izlerinden nişanları vardır. İşte bu onların Tevratta anlatılan vasıflarıdır. İncildeki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, derken kuvvetlenmiş, kalınlaşmış, sapı üzerine dosdoğru dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, çiftçilerin hoşuna gider. İşte Allah, kâfirleri öfkelendirmek için, (mü’minleri böyle çoğaltıp geliştirir.) Allah onlardan iman edip de salih amel işleyenlere mağfiret ve büyük bir mükafaat vaadetmiştir.

Allahü teâlâ bu âyette Resûlüllahı ve mü’minleri vasıflandırarak buyuruyor ki: "Muhammed Allah'ın peygamberidir. Onun dinine tabi olan sahabileri ise kafirlere arşı pek sert, birbirlerine karşı çok merhametlidirler. Zira onların kızmaları da merhametleri de Allah rızası içindir.

Evet, mü’minler, kâfirlere karşı katı kalplidirler. Bu hususta başka bir âyette şöyle buyurulmaktadır: "Ey iman edenler, çevrenizde bulunan kâfirlerle savaşın, sizde bir sertlik bulsunlar." Tevbe Sûresi, âyet: 123.

Mü’minler kendi aralarında ise şefkatli ve merhametli davranırlar. Bu hususta peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:

"Sen, mü’minlerinbirbirlerine merhamet etmelerinde, birbirlerini sevmelerinde ve birbirlerine karşı şefkatli davranmalarında tek bir vücut gibi olduklarını görürsün. Vücudun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları uykusuz kalarak, ateş ve acıyı paylaşarak rahatsız olan organa ortak olurlar. Buhari, K.el-Edeb, bab: 27 /Müslim, K.el-Birr, bab: 66, Hadis no: 2586.

Allahü teâlâ, Resûlüllah ile beraber olan mü’minlerin sıfatlarını beyan etmeye devamla buyuruyor ki: "Ey Rasûlüm, en, o mü’minlerin namazlarında rüku ve secde ettiklerini görürsün. Onlar, kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametli olmaları ve rüku ve secdeleriyle sadece Allah'ın lütfunu ve rızasını dilerler. Gösteriş yapmak istemezler. Onların yüzlerinde secde izlerinden nişanlan vardır.

Müfessirler mü’minlerin, secde etmelerinden dolayı yüzlerinde görülen bu . nişanların ne olduğu hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

Abdullah b. Abbas, Halid el-Hanefi, Atiyye, Mukatil ve Hasan-ı Basrî'den nakledilen bir görüşe göre, namazlarında secde eden mü’minlerin yüzlerindeki alamet, kıyamet gününde ortaya çıkacak bir parlaklık ve bir nurdur. Allah, kıyamet gününde mü’minlerin yüzüne böyle bir alamet verecek ve onlar bu alametleriyle tanınacaklardır.

Mücahid'den ve Abdullah b. Abbas, Halid el-Hanefi, Atiyye, Mukatil ve Hasan-ı Basrî'den nakledilen bir görüşe göre, namazlarında secde eden mü’min- * lerin yüzlerindeki alamet, kıyamet gününde ortaya çıkacak bir parlaklık ve bir nurdur. Allah, kıyamet gününde mü’minlerin yüzüne böyle bir alamet verecek ve onlar bu alametleriyle tanınacaklardır.

Mücahid'den ve Abdullah b. Abbas'ın diğer bir Rivâyetinden nakledilen başka bir görüşe göre ise, mü’minlerin yüzlerinde görülen secde alameti İslami bir sima taşımaları, mütevazı ve huşu içinde olmalarıdır.

Hasan-ı Basrî ve İbn-i Atiyye'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise secde edenlerin yüzlerinde görülen alametten maksat, namaz kılanların yüzlerinde görülen yorgunluk, sararma vb. alametlerdir.

Said b. Cübeyr ve İkrime'den nakledilen başka bir görüşe göre ise secde edenlerin yüzlerinde görülen alametlerden maksat, yerden insanların yüzlerine yapışan topraklar ve çiğlerden oluşan ıslaklık vb. şeylerdir.

Taberi, bu görüşleri naklettikten sonra özetle şöyle demektedir: "Allahü teâlâ, sıfatlanın zikrettiği bu mü’minlerin yüzlerinde secde izlerinden alametler olduğunu beyan etmiş ve bu alametlerin dünya ve âhiret gibi herhangi vakitle mukayyet olduğunu veya herhangi bir şekille şekillendiğini bildirmemiştir Madem ki durum böyledir, o halde bu alamet mü’minlerin yüzlerinde her zaman mevcuttur. Dünyada mü’minleri tanıtan bu alamet, İslamın izleridir. Bunlar da. İslamın, mü’mine bahşettiği, huşu, takva, mütebessim bir sima vb. alametlerdir. Âhirette ise, ümmini tanıtan bu alametler, secde izleri, alnında parlayan abdest izleri vb. alametlerdir. Allahü teâlâ, Resûlüllah’a iman eden mü’minlerin bu şekilde sıfatlanmalarının Hazret-i Mûsa'ya verilen Tevratta bulunduğunu, Hazret-i İsa'ya verilen İncil'de ise Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e imane den mü’minlerin şu şekilde nitelendirildiklerini beyan ediyor ve buyuruyor ki: "Onlar, filizini yanp çıkarmış, derken kuvvetlenmiş, kalınlaşmış, sapı üzerine dosdoğru dikilmiş bir ekine benzerler."

Allahü teâlâ, mü’minleri, önce filiz halinde olup daha sonra yetişen ekinlere benzetmiştir. Zira mü’minler İslamın geldiği ilk zamanlarda sayıları ve güçleri az olarak bu filizlere benzemekteydiler. Daha sonra ise, filizlerin çoğalıp güçlenmesi gibi mü’minler de çoğalıp güçlenmişler ve mükemmel hale gelmişlerdir.

Yetişen ekinlerin, ziraatçilerin hoşuna gitmesi gibi, mü’minlerin çoğalması da iman edenlerin hoşuna gitmiştir. Allah, Hazret-i Muhammed'e tabi olan mü’minleri, bu şekilde kuvvetlendimıiştir ki, kendisini inkâr eden kâfirleri öfkelendirip kederlendirsin. Onlar böylece hüzün içerisinde kalsınlar. Allah, ekin filizlerine benzeyen bu mü’minlerden, hakkıyla iman edip salih amel işleyenlere, kusurlarını affetmeyi ve onları cennete koymayı vaadetmiştir.

0 ﴿