HUCURAT SÛRESİHucurat Sûresi, Medine'den nazil olmuştur ve on sekiz âyettir. Bu seri-e celile, âyet sayısı bakımından kısa fakat ihtiva ettiği hükümler ve koyduğu esaslar bakımından büyük hususiyetler taşıyan bir suredir. İnançta, ferdi ve içtimai hayatta, İslamin eseslarının neler olduğu ve o esaslara nasıl sarılmamız gerektiği beyan edilmekte ve İslam cemiyetinin çatısı ve hayat biçimi ortaya konmaktadır. Surenin başında bulunan âyet-i kerime’nin beyanına göre mü’minler, dinlerinin hükümlerinden başka hiçbir hükmü, hiçbir çözüm tarzını kabullenemezler. Onların dışına asla çıkamazlar. Mü’minler için bu temel esas, kabulü ve uyulması zorunlu bir esastır. Bu hususta buyurulmaktadır ki: "Ey iman edenler, Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah herşeyi hakkıyla işiten ve bilendir. Hucurat Sûresi, âyet: 1 Demek ki mü’min, Allah ve Resulünün hükmü ortadayken artık onların önüne geçip onları yok sayarak başka hükümler, başka çözüm şekilleri arayamaz. Hayatını, Allah ve Resulünün hükümlerine göre şekillendirmek zorundadır. Sûre-i celilede mü’minlerin, Resûlüllah efendimize karşı nasıl davranacakları, ona karşı nasıl saygılı olacakları çok açık bir biçimde beyan edilmektedir. Tabi ki bu âyetler, onun zamanındaki ashabına hitabettiği gibi günümüzdeki mü’minlere de hitab etmektedir. Mü’minler, Peygamberlerinin gıyabında da ona saygı duyacaklardır. Sûre-i celilede, birbirleriyle çatışan iki müslüman topluluğun arasındaki ihtilafın nasıl halledileceği beyan ediliyor, mü’minlerin, aynı imanı taşımaları sebebiyle kardeş oldukları bildirilerek onların birbirleriyle alay etmeyip birbirlerine lakap takmamaları emrediliyor. Yine mü’minlerin birbirleri hakkında tecessüs içinde olmamaları ve zatının bir çoğundan kaçınmaları emrediliyor. İnsanlığın hayati için elzem olan birçok hüküm ve emirleri beyan eden sûre-i celile, her mü’min tarafından lafız ve manasıyla birlikte ezbere bilinmeli ve hükümleri mutlaka yerine getirilmelidir. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Ey iman edenler, Allah'ın ve Resulünün ününe geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, herşeyi hakkıyla işitendir, bilendir. Ey, Allah'ın birliğine ve Muhammed'in peygamberliğine iman edenler, gerek dini gerek dünyevî işlerinizde Allah'ın ve Resulünün hükümlerine başvurmadan önce karar vermeyin. Aksi takdirde Allah'ın ve Resulünün hükümlerine ters karar venniş olabilirsiniz. Allah'ın ve Resulünün izin vermediği bir hususta herhangi bir söz söylemek veya bir iş yapmaktan çekinin ve Allah’tan korkun. Zira Allah, söylediklerinizi çok iyi işiten ve yaptıklarınızı çok iyi bilendir. Âyet-i kerime’de, mü’minlerin, Allah'ın ve Resulünün önüne geçmemeleri emredilmektedir. Abdullah b. Abbas'a göre bu ifadeden makat, Allah'ın kitabına ve Resûlüllah’ın sünnetine muhalif olan bir şey söylememektir. Allah'ın kelamı yanında herhangi bir şey konuşmamaktır. Mücahid'e göre ise, Allah'ın ve Resulünün önüne geçmemekten maksat, Allahü teâlânın bir mesele hakkında peygamberinin lisanıyla hüküm vermesinden önce fetva vermemektir. Katade ise diyor ki: "Bir kısım insanlar, "Keşke benim hakkımda şöyle şöyle hükümler inse." "Keşke şunlar ve şunlar meşru olsa." diyorlardı. Allahü teâlâ bunu hoş görmedi, kendisinin ve peygamberinin önüne geçmelerini yasakladı. Hasan-i Basrî ise bu ifadeyi izah ederken şöyle demiştir: "Bir kısım insanlar, kurban bayramında, Resûlüllah bayram namazını kıldırmadan önce kurban kesmişler Resûlüllah da onlara tekrar kurban kesmelerini emretmiştir. İşte bu âyet-i kerime bu hususa işaret etmektedir. Dehhak ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: Âyet- ikerime, mü’minlerin gerek savaşlarında gerekse diğer işlerinde Allah'ın ve Resulünün emri olmadan karar vermemelerini emretmektedir. 2Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi peygamberle de yüksek sesle konuşmayın. Yoksa amelleriniz boşa gider de, farkında bile olmazsınız. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime ile, mü’minlere peygamberle konuşma âdabını öğretmekte ve onun huzurunda konuşurken selerini kısarak konuşmalarını emretmektedir. Bu âyet inmeden önce mü’minler, Resûlüllah’ın huzurunda yüksek sesle konuşuyorlar ve Resûlüllah’a, birbirlerine konuştukları gibi konuşuyorlardı. Allahü teâlâ bu âyetle mü’minlerin, peygambere karşı edepli ve saygılı olmalarını emretti. Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında İbn-i Ebi Müleyke şu hadis-i şerifi Rivâyet etmiştir: "Resûlüllah’a, Temim oğullarının heyeti geldiğinde Ebubekir ve Ömer, Resûlüllah’ın yanında konuşurken seslerini yükselttiler. Birisi, (Ömer) Resûlüllahtan, Temim oğullarına Akra b. Hâbis'i emir tayin etmesini istedi. Bunun üzerine Ebubekir Ömer'e "Sen, bana karşı gelmekten başka birşey istemiyorsun." dedi. Ömer ise, "Ben sana muhalefet etmek istemedim." dedi. Böyle konuşurlarken sesleri yükseldi. Şunun üzerine Allahü teâlâ: "Ey iman edenler, seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi peygamberle de yüksek sesle konuşmayın. Yoksa amelleriniz boşa gider de farkında bile olamazsınız." âyetini indirdi. Abdullah b. Zübeyr diyor ki: "Bu âyet indikten sonra Ömer, Resûlüllahı dinlemeden önce ona bir şey konuşmazdı. Enes b. Mâlik diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ara Sabit b. Kays'ı göremez oldu. Sahabilerden biri: "Ey Allah'ın Resulü, ben ondan sana malumat getiririm." dedi. Gidip Sabit'i buldu. Onu evinde oturup, başını yeri eğmiş bir halde gördü. Ve ona: "Sana ne oldu?" diye sordu. Sabit: "Çok kötü bir şey oldu." diye cevap verdi. Zira o, Resûlüllahin yanında sesini yükselterek konuşuyordu. Bu yüzden amelinin boşa (Metin Buhari'den alınmıştır.) gittiğini ve kendisinin cehennemlik olduğunu sanıyordu. Bu kişi Resûlüllah’a geldi ve Sâbit'in söylediklerini ona bildirdi. Enes'in oğlu Mûsa diyor ki: "O adam, tekrar Sabit'e büyük bir müjde ile döndü. Zira Resûlüllah o adama demişti ki: "Git Sâbit'e de ki: "Sen cehennem ehli değilsin. Sen cennet ehlisin. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 49, bab: 1 Enes (radıyallahü anh) diyor ki: "Biz, onun, aramızda gezdiğini görüyorduk ve onun cennetlik olduğunu biliyorduk. Yemame savaşında (Resûlüllah’ın vefatından sonra Hazret-i Ebubekir'in halifeliği zamanında, zekat vermek istemeyenlerle yapılan savaşta) bizde bazı bozgunlar oldu. Bu sırada Sabit b. Kays geldi. O, kefenini giymiş buhur kokusunu sürmüştü. Bize şöyle demişti. "Arkadaşlarınızı ne kötü huylara alıştırıyorsunuz." Sabit, daha sonra savaştı ve öldürüldü. Allah ondan razı olsun. Ahmed b. Hanbel, Müsned,C.3, S.137 3Peygamberin huzurunda seslerini kısanlar, işte onlar, Allah'ın, kalblerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için affedilme ve büyük nıükafaat vardır. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, bundan önceki âyetin emrine uyarak Resûlüllah’ın yanında seslerini kısanların imtihanı başardıklarını, takvaya eriştiklerini, böylece geçmişteki günahlarının bağışlandığını ve kendilerine, büyük bir mükafaat olan cennetin verileceğini beyan etmiştir. 4Ey Rasûlüm, sana odaların arkasından seslenenlerin çoğu akılları ermeyen kimselerdir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Resûlüllah’ın hanımlarının bulunduğu odaların arkasından "Ey Muhammed", diye ona seslenen Bedevileri kınamaktadır, bu âyet-i kerime’nin, yukarıda zikredilen Akra b. Habis et-Teymî hakkında nazil otluğu Rivâyet edilmektedir. Akra diyor ki: "Hücrelerin (otluların) arkasından Resûlüllahı çağırdı. "Ey Allah'ın Resulü." dedim. Resûlüllah cevap vermedi. Bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, iyi bil ki, bana hamdetmek iyi beni kınamak ise kötü bir şeydir." Bunun üzerine Resûlüllah: "Senin o dediğin Allah’tır." diye cevap verdi. Ahmed b. Hanbel, Müsned,C.3, S.137Ve işte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. 5Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. Şüphesiz Allah, çok affeden ve çok bağışlayandır. Ey Rasûlüm, seni odaların arkasından çağıran bu insanlar, senin, kendi yanlarına çıkmana katlar sabretmiş olsalardı, Allah katında onlar için daha hayırlı olurdu. Zira Allah onlara, sana saygı göstermelerini emretti. Onlar, seni odaların arkasından çağırmumakla bu emre uymuş olurlardı. Allah, böyle yapan insanların, bu davranışlarından vazgeçmeleri halinde onları affedendir ve bu suçlarına karşılık onları cezalandırmayarak onlara merhamet edendir. 6Ey iman edenler, eğer yoldan çıkmış bir kimse size haber getirirse, onun doğruluk derecesini araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme eziyet edersiniz de yaptığınıza pişman olursunuz. Allah telala bu âyet-i kerime’de, herhangi bir fâsıktn bildirmiş olduğu haberde, ihtiyatlı olmayı, haberin doğru olup olmadığını araştırmayı emretmektedir. Böylece, yalan veya yanlış olma ihtimali bulunan haberlerden uzak durulmuş olur ve sağlam haberlere dayanılarak karar verilir. Bu âyet-i kerime’nin, Resûlüllah’ın, Mustalik oğullarının zekatını getirmeye gönderdiği Velid b. Ukbe b. Ebi Muyat hakkında nazil olduğu Rivâyet edilmektedir. Velid, Mustalik oğullarından zekatı getirmeye gidince onlar, Resûlüllah'ın elçisini karşılamak için hazırlanmışlar Velid de kendisinin öldürüleceğini sanarak korkup geri dönmüş ve Resûlüllah’a Mustalik oğullarının zekat vermediklerini, kendisini öldürmek istediklerini söylemiştir. Daha sonra Resûlüllah da bir müfreze göndermiş ve Velid'in bildirdiği haberin doğru olmadığı anlaşılmış ve bunun üzerine de bu âyet-i kerime nazil olmuştur. Huzaa oğullarından Haris b. Dırar diyor ki: "(Bu kişi, Resûlüllah’ın hanımı Meymune'nin babasıdır) Ben Resûlüllah’a geldim. O beni İslama davet etti. Ben onun davetini kabul edip İslama girdim. Beni zekat vermeye davet etti. Ben de kabul ettim ve dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, kavmime döneyim, onları İslamı kabul etmeye ve zekat vermeye davet edeyim, davetimi kabul edenlerin zekatını toplayayım. Topladığım zekatları sana getirmesi için şu zamanlarda bana bir elçi gönder." Haris, davetini kabul edenlerden zekatı toplamış ve Resûlüllah’ın, elçi göndererek zekatları aldırma vakti gelmiştir. Fakat Resûlüllah’ın elçisi zekatları almak için gelmemiştir. Bunun üzerine Haris, Allah'ı ve Resulünü gazaplandıracak bir şey yaptığını sanmıştır. Haris, kavminin ileri gelenlerini toplayarak onlara şöyle demiştir: "Resûlüllah yanımda bulunan zekatları almak üzere bana elçi göndermek için belli bir vakit tayin etmişti. Resûlüllah verdiği sözden caymaz. Sanırım ki Resûlüllah’ın elçisine engel olan sebep onu, herhangi bir şeyden dolayı kızdırmamızdır. Hep beraber Resûlüllah’a gidelim." Diğer taraftan Resûlüllah Hâris'in toplamış olduğu zekatı almak üzere ona elçi olarak Velid b. Ukbe'yi göndermişti. Velid, yürüyüp yolun bir kısmını gittikten sonra korkarak geri dönmüş ve tekrar Resûlüllah’a gelmişti ve ona: "Ey Allah'ın Resulü, Haris bana zekat verilmesine mani oldu ve beni öldünnek istedi." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah, Hâris'e bir müfreze göndermeye karar verdi. Müfreze, Medine'den ayrılırken Medine'ye gelmekte olan Haris ve arkadaşlarıyla karşılaştı. Müfrezedekiler: "İşte bu Haris." dediler. Haris onlara yaklaşınca: "Siz kime gönderildiniz?" dedi. Müfrezedkiler ise: "Sana gönderildik." dediler. Hâris: "Niçin?" dedi. Onlar: "Resûlüllah sana, Velid b. Ukbe'yi gönderdi. Velid, senin ona zekat vermeye engel olduğunu ve onu öldürmek istediğini sanmış." dediler. Haris: "Muhammed'i hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki ben onu ne gördüm ne de o bana geldi." dedi. Haris Resûlüllah’ın yanına yarınca Resûlüllah şöyle buyurdu: "Zekatı vermeye engel oldun, elçimi de öldünnek istedin ha?" Haris: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki ben, onu ne gördüm ne de o bana geldi. Benim yola çıkmama sebep ise, senin elçinin bana gelmemesi ve Allah’ı ve Resulünü gazaplandiracak bir şey yaptığımdan dolayı elçinin geri kaldığı korkusudur." Bunun üzerine bu âyet ve bundan sonra gelen iki âyet nazil oldu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, S.279 Taberi bu olayı çeşitli şekillerde Rivâyet etmiştir. Fakat Ahmed b. Hanbel'in rivâyeti tercih edilerek alınmıştır. 7Bak. Âyet 8. 8Bilin ki Allah'ın Resulü aranızda bulunmaktadır. Eğer o birçok işlerde size uysaydı mutlaka zor duruma düşerdiniz. Ama Allah size imanı sevdirmiş, onu kalblerinize nakşetmiş ve size İnkârı, yoldan çıkmayı ve günahı çirkin göstermiştir. Allah'ın lütuf ve nimetiyle doğru yolda olanlar işte bunlardır. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Ey, Allah’a ve peygambere iman eden mü’minler, bilin ki Allah'ın Resulü, sizin içinizde bulunmaktadır. Asılsız ve yalan sözleri söylemekten kaçının. Zira Allah sizin haberlerinizi ona bildirmekte ve ona doğru yolu göstermektedir. Şâyet Resûlüllah birçok hususta sizin görüşünüzle amel edecek olsa onun size uymasıyla sıkıntı ve zorluklara düşerdiniz. Zira o da sizin gibi hata ederdi. Mesela, Velid b. Ukbe'nin, Mustalik oğulları hakkındaki görüşü, onu hataya düşürebilirdi. Zira Velid, onların dinden çıktığını söylüyor, onlara karşı savaş yapılmasını istiyordu. Fakat Allah, sizleri, kendisine ve peygambere iman etmeyi sevdirdi. Onu kalbinizde güzel bir şey yaptı. Böylece, Allah'ın Resulü size değil siz ona uyar oldunuz. O da sizi sıkıntı ve meşakkatlerden kurtardı. Allah sizlere, İnkârcılığı, yalan söyleme gibi yoldan çıkmayı, Allah'ın yasakladığı şeyleri işleme gibi günahları ise size çirkin gösterdi. Böylece iman ve itaatten ayrılmaz oldunuz. İşte hak yolda olanlar, Allah'ın, kendilerine imanı sevdirdiği, İnkârı fısk'ı ve isyanı kötü gösterdiği kimselerdir. Allah'ın bu kullarına böyle yapması onun sadece bir lütfudur. Bu, onun tarafından bir nimettir. Allah, sizlerden kimin iyilikte bulunup kimin kötülükte bulunduğunu ve kimin nimetlerine ve lütfuna layık olduğunu çok iyi bilendir. Yarattıklarını sevk ve idare etmekte hikmet sahibidir. Katade bu âyet-i kerime’yi okuduktan sonra, kendisini dinleyenlere şöyle demiştir: "Âyet-i kerime’nin zikrettiği bu insanlar, Resûlüllah’ın sahabileridir. Şâyet Resûlüllah onların görüşlerine göre hareket edecek olsaydı birçok hususta sıkıntı ve zorluklara düşeceklerdi. Sizlerse, Allah’a yemin olsun ki, görüşleri daha basit, akılları daha şaşkın insanlarsınız. Herkes görüşüne kuşku ile baksın. Allah'ın kitabına samimi bir şekilde sarılsın. Zira Allah'ın kitabı, onunla amel eden ve onunla yetinenler için bir güvencedir. Allah'ın kitabının dışındaki şeyler ise aldatıcı şeylerdir. 9Eğer mü’minlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri, diğerine saldırmaya devam ederse, saldıran taraf Allah'ın hükmüne dönünceye kadar onlarla savaşın. Eğer Allah'ın hükmüne dönerse aralarını adaletle bulup barıştırın. Her zaman âdil davranın. Şüphesiz ki Allah âdil olanları sever. Ey iman edenler, mü’minlerden iki gurup birbiriyle savaşacak olursa, onları, Allah'ın kitabındaki hükme çağırarak aralarını bulun. Şâyet o guruplardan biri, Allah'ın kitabındaki hükmü kabul etmeyerek azgınlığa düşerse, Allah'ın hükmünü kabul etmeyene karşı, onun emrine boyun eğinceye kadar savaşın. Sizin, o gurupla savaşmanızdan sonra Allah'ın kitabındaki hükmüne dönüp de boyun eğecek olursa siz bu iki gurubun arasında, Allah'ın kitabındaki hükmü uygulayarak adaletli davranın. Ve onları barıştırın." Abdullah b. Abbas, bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Allah, peygamberine ve mü’minlere iman eden iki gurubun birbirleriyle savaşmaları halinde onları Allah'ın hükmüne davet etmelerini ve onlara adaletli davranmalarını emretmiştir. Şâyet her ikisi de Allah'ın kitabındaki hükme boyun eğmeye karşı çıkacak olursa işte o, azgın bir guruptur. Mü’minlerin emirinin, Allah'ın hükmüne boyun eğdirinceye kadar onlarla cihad etmesi ve onlarla savaşması gerekir. Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında şu olay zikredilmiştir: Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah’a "Sen, Abdullah b. Übey' Abdullah b. Übey, Medine'de münafıkların reisi durumundaydı gitsen nasıl olur?" denildi. Bunun üzerine Resûlüllah, merkebine binip hareket etti. Müslümanlar da onunla hareket edip yürüyemey başladılar. Üzerinde yürüdükleri arazi çorak bir yerdi. Resûlüllah, Abdullah b. Übey'in yanına varınca o, Resûlüllah’a "Benden uzak dur. Allah’a yemin olsun ki senin merkebinin pisliği beni rahatsız etti." dedi. Bunun üzerine Ensar'dan bir kişi "Allah’a yemin olsun ki Resûlüllah’ın merkebinin kokusu senin kokundan daha güzeldir." dedi. Abdullah b. Übey'in kavminden bir kişi de bu söze kızdı. Bu iki kişi birbirlerine sövdüler. Bunun üzerine bu iki kişiden herbirinin taraftarları da hiddetlendiler. Birbirlerini hurma dallarıyla, elleriyle ve takunyalarla dövmeye başladılar. Bize ulaştığına göre "Eğer mü’minlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını bulup barıştırın." âyetini işte bunlar hakkında nazil olmuştur Buhari,K.es-Sulh, bab: 1 /Müslim, K.el-Cihad, bab: 117, Hadis no: 1799 Süddî bu âyet-i kerime’nin, karısıyla geçimsizliğe düşen bir adam ile karısının taraftarları arasında çıkan anlaşmazlık üzerine nazil olduğunu söylemiş, Mücahid, Evs ile Hazreç arasındaki bir anlaşmazlık üzerine indiğini söylemiş Katade ise bu âyetin, Ensar'dan, birbirlerinde alacakları bulunan ve anlaşmazlığa düşen iki kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Ancak birinci sebep, sahih hadis kitaplarında nakledildiğine göre tercihe şayandır. 10Mü’minler, ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını bulup barıştırın. Allah’tan korkun ki, merhamet edilesiniz. Ey iman edenler, iyi bilin ki mü’minler ancak din kardeşidirler. Onlar birbirleriyle savaştıkları zaman, onları Allah'ın hükmüne davet ederek aralarını bulun. Birbirleriyle savaşanların arasını bulma vazifenizi ve diğer yükümlülüklerinizi yerine getirerek Allah’tan korkun ki o da size merhamet etsin ve geçmişte işlediğiniz günahlarınızı affetsin. *Âyet-i kerime’de, mümilerin ancak kardeş oldukları bildirilmektedir. Peygamber efendimiz bu kardeşliğin nasıl olduğunu ve neler icabettirdiğini çeşitli hadis-i şeriflerinde beyan etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır. Abdullah bin Ömer, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyete diyor: "Müslüman müslümanın kardeşidir. O, kardeşine zulmetmez onu sahipsiz bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacına koşacak olursa Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderecek olursa Allah da onun kıyamet gününün sıkıntılarından bir sıkıntısını gidenniş olur. Kim bir müslümanın kusurunu örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter. Buhari, K.el-Mezalim, bab: 3 /Müslim, K.el-Birr, bab: 58, Hadis no: 2580. Ebû Hureyre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Kim bir mü’minden, dünya sıkıntılarından bir sıkıntı giderecek olursa Allah da onun kıyamet günün sıkıntılarından birini giderir. Kim, darda kalana kolaylık gösterecek olursa Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir Kim bir müslümanın ayıbını örtecek olursa Allah da onun ayıplarını dünya ve âhirette örter. Kul, mü’min kardeşinin yardımında bulunduğu müddetçe Allah da ona yardım eder. Kim ilim talebi için bir yol tutacak olursa Allah onun bu yolunu cennete doğru kolaylaştırır. Herhangi bir kavim, Allah'ın evlerinden (mescitlerden) birinde toplanıp Allah'ın kitabını okur ve birbirlerine öğretirlerse onların üzerine mutlaka huzur iner, onları rahmet kaplar. Onların çevresini melekler kuşatır. Allah onları katında bulunanlara bildirir. Herkimi işlediği amal yavaşlatacak olursa onun soyu onu hızlandıramaz. (Kim eksik amel işlerse onun soyu onun amelini tamamlayamaz) Müslim, K.ez-Zikr, bab: 38, Hadis no: 2699. Ebû Mûsa (radıyallahü anh) Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Bir mü’min diğer bir mü’min için birbirine kaynamış binaya benzerler." Resûlüllah bunu söylerken parmaklarını birbirine geçirdi ve mü’minlerin birbirlerine nasıl kenetlendiklerini gösterdi. Buhari, K.el-Mezaliin, bab: 5. Numan b. Beşir, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Mü’minler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine karşı şefkatli davranmada bir vücut gibidirler. Vücudun organlarından biri rahatsız olduğunda diğer organlar, uykuyu kaybetmede ve acıyı paylaşmada ona ortak olurlar. Müslim, K.ül-Birr, bab: 66, Hadis no: 2586 / uhmol b. Hanbel, Müsned. C.4, S.26S. Sehl b. Sa'd es-Sâidî, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Mü’minlerin içinde bir mü’min, bir vücut ile ondaki başa benzer. Vücut, baş ağrısından acı duyduğu gibi mü’min de iman ehlinin ızdırabından acı duyar. 11Ey iman edenler, bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki de alay edilen kavim alay edenden duba hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki alay edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın. Birbirinize lakaplar takmayın. İman ettikten sonra bir mü’minin fâsıklıkla anılması ne kötü şeydir. Kim bundan tevbe etmezse işte onlar, zalimlerin ta kendileridir. Ey, Allah’ı ve Resulünü tasdik eden mü’minler, mü’min bir kavim, diğer bir mü’min kavimle alay etmesin. Belki de alay edilen kavim, alay edenlerden daha hayırlıdır. Mü’min kadınlar da diğer mü’min kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilen kadınlar, alay edenlerden daha hayırlıdır. Ey iman edenler, birbirinizi ayıplamayın, birbirinize dil uzatmayın. Birbirinizi, sevmediğiniz lakap ve sıfatlarla çağırmayın. Bunları yaptığınız takdirde, Allah'ın emirlerinden ayrılan fâsıklar olursunuz. İman ettikten sonra "Fâsıklık" sıfatını almak ne kötü bir şeydir kim bunları yaptıktan sonra tevbe etmeyecek olursa, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir. Âyet-i kerime, genel bir ifade kullanarak alaya almanın her çeşidini yasaklamıştır. Bu itibarla, bir mü’minin başka bir mü’mini, fakirliğinden veya acizliğinden yahut işlediği bir hatasından dolayı alaya alması caiz değildir. Âyet-i kerime’de, mü’minlerin birbirlerini ayıplamaları, birbirlerine dil uzatmaları yasaklandığı gibi birbirlerini, asıl isimlerini bırakıp, sevilmeyen lakaplarla çağırmaları yasaklanmaktadır. Zira, bu tür şeyleri yapmak, mü’minler arasında sevgi ve saygıyı zedeler. Ve İslam kardeşliğini sarsmış olur. Bu sebeple bu tür davranışlara düşen mü’minlerin fa"sık olacakları, fâsıkhğın ise mü’minlere yakışmayan bir sıfat olduğu beyan edilmektedir. Ebû Cübeyre b. ed-Dehhak diyor ki: "Bu âyet, biz Seleme oğulları hakkında nazil olmuştur. Resûlüllah, bize geldiğinde bizden her birimizin iki veya üç ismi vardı. Resûlüllah herhangi birimizi "Ey falan" diye çağırdığında ona "Dur Ya Resûlallah, o bu isme kızıyor." diyorlardı. İşte bunun üzerine bu Âyet-i kerime nazil oldu. Ve mü’minlerin, birbirlerini, kızacakları lakaplarla çağırmalarını yasakladı. Ebû Duvud, K.el-Edeb, bab: 71, Hadis no: 4962 / Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 49, Hadis no; 3268 12Ey iman edenler, zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannin bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri daima kabul edendir, çok merhametlidir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de mü’minlere, kötü zamla bulunmayı, tecessüsü ve gıybet yapmayı yasakamaktadır. Âyet-i kerime’de, bütün zanlardan değil bunların birçoğundan kaçınılması emredilmektedir. Bundan da, kötü zanda bulunmanın yasak olduğu, mü’minler için iyi zanda bulunmanın ise hayırlı bir şey olduğu anlaşılmaktadır. İyi zanda bulunmanın hayırlı bir şey olduğu hususunda başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır. "İftirayı işittiğiniz zaman, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların birbirlerine hüsnü zanda bulunup da "Bu apaçık bir iftiradır." demeleri gerekmez miydi? Nur Sûresi, âyet: 12. Âyette, kaçınılması emredilen kötü zandan maksat, kişinin aile efradını veya akrabalarını yahut da herhangi bir insanı itham etmesidir. Peygamber efendimiz bu konuyla ilgili olarak bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Zandan kaçının, zira sözlerin en yalanı zandır. Tecessüsde bulunmayın. Konuşulanları dinleme merakına kapılmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Siz, Allah'ın kulları olarak kardeşler olun. Kişi mü’min kardeşinin sözlüsünü, kardeşi onunla evleninceye veya onu bırakıncaya kadar istemesin. Buhari, K.en-Nikah, bab: 45 /Müslim, K.el-Birr, bab: 28, Hadis no: 2563.Tecessüste bulunmaktan maksat ise, kişinin, başkalarının kusurlarını araştırması ve onun gizliliklerini öğrenmeye çalışmasıdır. Peygamber efendimiz, müslümanların kusurunu örteni övmüş ayıplarını araştıranı ise eleştirmiştir. Bir hadis-i şerifinde: "... Kim bir müslümanın bir ayıbını örtecek olursa Allah da kıyamette onun ayıbını örter. Buhari, K.el-Mezalim, hab: 3 / Müslim, K.el-Birr, bab: 58, Hadis no: 2580 buyurmuştur. Diğer bir hadis-i şerifinde ise şöyle buyurmuştur: "Şâyet sen insanların kusurunu araştıracak olursan ya onları ifsat etmiş olursun veya ifsad etmeye yaklaştırırsın. Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 39, Hadis no: 4888. Diğer bir hadis-i şerifinde ise: "İdareci, insanlar hakkında şüpheci bir tavır takınırsa onları ifsad eder. Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 39, Hadis no: 4889. buyurmuştur. Âyet-i kerime’nin son bölümünde gıybet etmek yasaklanmakta ve gıybet edenler ölü insanın etini yiyenlere benzetilmektedir. Resûlüllahtan, gıybetin ne olduğu sorulmuş o da: "Kardeşini, sevmediği bir şey ile anmandır." buyurmuştur. Bunun üzerine: "Şâyet söylediklerim o kardeşimde varsa?" diye sorulmuş Resûlüllah da şu cevabı vermiştin "Eğer söylediklerin, kardeşinde varsa işte sen onun gıybetini yapmış olursun. Şâyet, söylediklerin onda yoksa sen ona iftirada bulunmuş olursun. Müslim, K.el-Birr, bab: 70, Hadis no: 2589 / Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 35, Hadis no: 2874. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Ben Resûlüllah’a "Safiye'nin şöyle şöyle olması yeter." dedim. (Hazret-i Âişe bu sözüyle Hazret-i Safiye'nin kısa boylu olduğunu söylemek istemiştir) Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Öyle bir söz söyledin ki denizin suyuna karışsa orayı bulundınrdı. Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 35, Hadis no: 4875 /Tirmizî, K. .el-Kıya met, h: ılv 51, Hadis no: 2502 Enes b. Mâlik diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben, Miraç için yukarı çıkarıldığım da, bakırdım tırnaklan bulunan ve o tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırma layan bir kavmin yanından geçtim." Ey Cebrâil, bunlar kimdir?" diye sordum Cebrâil "Bunlar, insanların etlerini yiyen ve ırzlarına dil uzatanlardır." dedi. Ebû Davud, K.el Kdeb, bab: 35, Hadis no: 4878 Ebû Berze el-Eslemî diyor ki: "Resûlüllah şöyle buyurdu: "Ey, dilleriyle iman eden fakat kalblerine iman girmeyen topluluk, müslümanların gıybetini yapmayın. Onların kusurlarını araştırmayın. Zira onların kusurlarını kim araştırırsa Allah da onun kusurunu araştırır. Allah da kimin kusurunu araştırırsa onu evinin ortasında rezil eder. Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 35, Hadis no: 4810. Cabir b. Abdullah diyor ki: "Bir gün biz, Resûlüllah ile biraber idik. Kokmuş bir leşten kokular geldi. Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Bu koku nedir biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin kokusudur. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, S.351. 13Ey insanlar muhakkak ki sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık, birbirinizle tanışasınız diye sîzi milletlere ve kabilelere ayırdık. Elbette ki Allah nezdinde en şerefli olanınız, ondan en çok korkanmızdır. Şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi bilendir, her şeyden haberdardır. Ey insanlar, şüphesiz ki biz sizi, atanız Âdem ve anneniz Havva'dan meydana getirdik. Onlardan sonra da erkek ve kadının suyundan diğer bütün insanları meydana getirdik. Sizleri aynı soydan yarattık. Bir kısmınızın soyu diğerine uzaktır. Bunlar milletlerdir. Diğer bir kısmınızın soyu ise başka bir kısmınıza yakındır. Bunlar da kabilelerdir. Bizim, sizleri milletlere ve kabilelere ayırmamızın hikmeti, birbirinizle kolayca tanışmanızı sağlamak isteyişimizdendir. Birbirinize üstünlük taslamanız ve birbirinizi ezmeniz için değildir. Zira sizin, Allah katında en üstün olanınız, ondan en çok karkanınızdır, şu veya bu soydan olmanı?, yahut da mal mülk ve sayıca çok olmanız değildir. *Bu âyet-i kerime, insanlığın, tek anne ve babadan meydana gelen soy kardeşler olduğunu bildirmekte ve hiçbir milletin diğerine karşı soyca üstünlük taslamasına hakkı olmadığını beyan etmekte ve insanların üstünlüklerinin, ancak kendilerini yaratan rablerinin emir ve yasaklarına uyarak ondan korkmalarıyla gerçekleştiğini bildirmektedir. İşte bu itibarla İslam ırkçılığı, kavmiyetçiliği reddetmektedir. Bu hususta peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Aziz ve Celil olan Allah, sizlerin cahiliye kibirlenmelerinizi ve atalarınızla övünmenizi gidermiştir. İnsanlar ya takva sahibi bir mü’min veya isyankar bir fâcirdir. Sizler, Âdem'in oğullarısınız, Âdem ise topraktandır. Artık bir kısım adamlar, kavimleriyle övünmeyi bıraksınlar. Zira onlar cehennemin kömürlerinden başka bir şey değildirler. Yoksa onlar Allah katında, burnu ile pislikleri yuvarlayan pislik böceklerinden daha âdi olurlar." Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 110, Hadis no: 5116 /Tirmizî, K.el-Menakıb, bab: 75, Hadis no: 3955, 3956 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.361. Haksızlıkta kavmine destek olan kişi hakkında şöyle buyurulmuştur: "Kim haksız yere kavmine yardım edecek olursa o kimse kuyuya düşüp ölen bir deveye benzer ki onu kuyruğundan tutarak çıkarmak isterler. Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 112, Hadis no: 5117. Vasile b. el-Eska, peygamber efendimize: "Ey Allah'ın Resulü, ırkçılık nedir?" diye sorduğunda Resûlüllah: "Haksızlıkta kavmine yardımcı olmandır." cevabını vermiştir. Ebû Davud, K-el-Eıbb, bab: 112, Hadis no: 5119 /İbn-i Mâve, K. el-Fiten, bab: 7,Hadis no: 3949. Peygamber efendimiz, ırkçılık uğrunda savaşan veya o uğurda ölen kimse hakkında şöyle buyumıuştur: "Kim, emre itaatten çıkar, cemaattan ayrılır ve ölecek olursa o kimse cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim, kavmi için gazaplanarak veya kavmiyetçiliğe davet ederek yahut kavmiyetçiliğe yardımda bulunarak kör sancak altında savaşır da öldürülecek olursa o kimse cahiliye ölümüyle öldürülmüş olur. Müslim, K.el-lnıara, bab: 53, Hadis no: 1848. Peygamber efendimiz diğe bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: "Soylarınız, sizden birinize sövmek için sebep değildir. Şüphesiz ki sizler, Âdem'in çocuklarısınız. Ölçek eksik kaldı onu dol duramadınız. (Herkesin bir kusuru vardır, eksiksiz insan yoktur) Bir kimsenin diğerine üstünlüğü ancak dindarlıkla veya salih amel işlemesiyledir. Kişinin, hayasız, âdi, cimri ve korkak olması, aşağılık olarak ona yeter. Ahmed b. Hanbel, C.4, S.I45, 158. 14Ey Rasûlüm, Bedeviler "İman ettik" derler. Sen onlara şöyle de: "Hayır, iman etmediniz. Siz ancak "Müslüman olduk." deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemiştir. Eğer Allah ve Resulüne itaat ederseniz, Allah, amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok affdendir, çok merhamet edendir. Bedeviler: "Biz, Allah’ı ve Resulünü tasdik ettik. Bizler mü’miniz." dediler. Ey Rasûlüm, sen onlara de ki: "Sizler iman etmediniz. Sizler mü’min değilsiniz. Bu itibarla "İman ettik" demeyin. "Teslim olduk" deyin, zira iman gerçekten kalbinize girmemiştir. Henüz onun ne demek olduğunu kavramış değilsiniz. Sizler, Allah'ın ve Resulünün emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak Allah’a ve Resulüne itaat edecek olursanız, Allah, amellerinizin mükafaatmdan hiçbir şey eksiltmez. Zira Allah, yaptıklarından vazgeçip kendisine itaat edeni affedendir ve ona merhametli davranandır. O halde ona tevbe ediniz ki sizi affedip size merhametli olsun." *Bu âyet-i kerime’nin, Esedoğulları Bedevileri hakkında nazil olduğu Rivâyet edilmektedir. Bu Bedeviler hakkında: "Hayır, iman etmediniz. Siz ancak "Müslüman olduk." deyin buyurulmasının sebebi, Zührî ve ibn-i Zeyd'e göre, Bedevilerin, dilleriyle "İman ettik" demelerine rağmen amelleriyle iman etmediklerini göstermeleridir." Bu izaha göre imandan maksat, kişinin, inandığını dille söylemesi, İslamdan maksat ise yaptığı amellerle iman ettiğini ispat etmesidir. Bedeviler bu tür amelleri yapmadıklarından dolayı âyet-i kerime’nin muhatabı olmuşlardır. Katade ve Said b. Cübeyr'e göre ise Bedevilere böyle söylenmesinin sebebi, onların, iman etmelerini Resûlüllah’ın başına kakmalarıdır. Katade diyor ki: "Yemin olsun ki bu âyet bütün Bedevileri kapsamaktadır. Zira Bedevilerden, Allah’a ve âhiret gününe iman edenler de vardır. Fakat bu âyet-i kerime, Bedevilerden bir kabile hakkında nazil olmuştur. O kabile, müslüman oluşlarını Resûlüllah’ın başına kakıyor ve şöyle diyorlardı: "Biz, savaşsız müslüman olduk. Falan ve falan oğulları gibi savaşmadık." Bunun üzerine Allahü teâlâ buyurdu ki: "Siz, iman ettik" demeyin. Korkudan "Teslim olduk." deyin. 15Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah’a ve Resulüne iman ederler sonra imanlarında şüpheye düşmezler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. İşte hakkıyla iman edenler bunlardır. Ey, dilleriyle "İman ettik" diyen fakat kalblerine imanın gerçeği girmeyen Bedeviler, mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah’ı ve Resulünü tasdik ederler. Sonra Allah'ın birliği ve Resulünün peygamberliği hakkında asla şüpheye düşmezler. Allah’ı ve Resulünü razı edecek ameller işlerler. Müşriklere karşı, mallarını harcayarak ve canlarını feda ederek cihad ederler. Allah'ın sözü yücelsin, kâfirlerin sözü ise alçalsin. İşte bunları yapanlar "Biz mü’minleriz." diyen sözlerinde doğru olanlardır. Kılıç korkusuyla "İman ettik" diyenler değil. 16Ey Rasûlüm, de ki: "Allah’a dininizi siz mi öğreteceksiniz?" Halbuki Allah, göklerde ve yerde bulunanı bilir. Allah, herşeyi bilendir. Ey Rasûlüm, de ki: "Ey Bedeviler, Allah’a nasıl itaat edeceğinizi ona siz mi öğreteceksiniz? Halbuki Allah, göklerde ve yerde bulunan herşeyi bilir. Hiçbir şey ona gizli değildir. O halde siz Allah’a, dinin ve itaatin ne olduğunu nasıl öğreteceksiniz? Allah, geçmiş ve gelecek olan herşeyi bilendir. O halde kalbinizde bulunanların aksini Allah’a karşı söylemekten kaçının. Aksi takdirde gazabına ve cezasına uğratılırsınız. 17Ey Rasûlüm, onlar, müslüman olmalarını senin başına kakıyorlar. De ki: "Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Eğer imanınızda sadık kimselerseniz, imana kavuşturduğu için, asıl sizi Allah minnet altında bırakır. Ey Rasûlüm, o Bedeviler, müslüman olmalarını senin başına kakarlar. "Biz seninle savaşmadan iman ettik. Başkaları gibi savaştıktan sonra iman etmedik." derler. Sen onlara de ki: "Müslüman oluşunuzu benim başıma kakmayın. Eğer "İman ettik." sözünüzde samimi iseniz bilin ki sizi Allah hidâyete erdirdiği için mü’min oluşunuzdan dolayı o sizi minnet altında bırakır. *Said b. Cübeyr, bu âyet-i kerime’nin, Esedoğullarından olan Bedeviler hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Zira onlar, Resûlüllah’a gelerek "Biz savaşmadan iman ettik." diyorlar ve böylece müslüman oluşlarını onun başına kakıyorlardı. 18Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir. Ey Bedeviler, sizlerden kimin doğru kimin yalancı olduğu, kimin İslama isteyerek girip kimin de Peygamberin korkusuyla müslüman loduğu Allah’a gizli değildir. Zira Allah, göklerin ve yerin gaybım bilir. O, gizli ve aşikâr, itaat veya isyan olan bütün amallerinizi görendir. O, sizleri, amellerinize göre cezalandıracak ve mükafaatlandıracaktır. |
﴾ 0 ﴿