KAF SÛRESİKaf Sûresi, kırkbeş âyettir. 38. âyeti Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur. Bu sûre-i celile de diğer Mekkî Sûreler gibi inanç konusunu işlemekte, Öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyen İnkârcıların şaşkınlık ve ahmaklıklarına temas edilmektedir. Allah'ın varlık ve birliğine iman için, göklere, yere ve bütün mevcudata bakılması ve onlardan ibret alınmasını öğütleyen surede: "Biz bütün bunları, Allah’a yönelen her kulun kalb gözünü açmak ve ibret almasını sağlamak için yaptık. Kaf Sûresi, Âyet: 8. buyurulmaktadır. Daha önce gönderilen peygamberleri inkâr eden kavimlerin, bu inkârları sebebiyle helak olup gittikleri ve böylece hak ettikleri cezayı buldukları haber verilmektedir. İnsanın, sıkı bir şekilde ilahi kontrolün altında bulunduğu beyan edilmekkte ve bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu beyan eden Allahü teâlâ, ayrıca kullarının bütün yaptıklarını, melekleri vasıtasıyla tesbit ettirdiğini beyan etmektedir. Sur'a üfürülüp bütün insanların mahşer yerine toplanacağı ve suçluların cehenneme atılacakları beyan edilmekte ve cehennemin "Bana atılacak daha başka günahkâr yok mu?" diye günahkârları cezalandırmak için iştiyakla bekleyeceği beyan edilmektedir. Buna mukabil Allah’tan korkan, onun emir ve yasaklarına uyanların ise cennete konulacaktan müjdesi verilmektedir. O gün onlara şöyle denilecektir: "Selametle girin cennete. Bu, ebedilik günüdür. Kuf Sûresi, âyet: 34. Sûre-i celilede Allah'ın, gökleri ve yeri altı günde yarattığı, diriltmenin de öldürmenin de Allah’a ait olduğu, dönüşün de yine ona olacağı beyan edilmekte ve sûre-i celile: "Ey Rasûlüm, biz onların söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onlara karşı bir zorba değilsin. Sen sadece azabımdan korkan kimseye Kur’an’la öğüt ver Kuf Sûresi, âyet: 45. âyetiyle sona ermektedir. Surenin Fazileti Sahih olan görüşe göre bu Sûre "Mufassal" diye adlandırılan surelerin ilkidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sureyi bayram ve cuma gibi büyük toplantı günlerinde okurdu. Zira bu Sûre insanın ilk yaratılışından, Öldükten sonra diriltilmesinden, mahşerde toplanacağından, hesaba çekileceğinden, sonunda da ceza veya mükafaat göreceğinden bahsetmektedir. Bu surede yine cennet cehennem ve kıyamet sahneleri zikredilmektedir. Hazret-i Ömer, Ebû Vâkid el-Leysî'ye, Resûlüllah'ın, kurban ve ramazan bayramı namazlarında ne okuduğunu sormuş Ebû Vâkid de Resûlüllah'ın bu iki bayramda "Kaf vel-Kur'anil Mecid" ile "İktarebetüssaatü" ve "İnşakkal Kamer" surelerini okuduğunu söylemiştir. Müslim, K.es-Salat el-îydeyn, bab: 14, Hadis no: 891. Ümmü Hişam, Bint-i Hâris'e diyor ki: "İki veya birbuçuk yıl, bizimle Resûlüllah'ın tandırı bir idi. Ben, Kaf suresini Resûlüllah'ın lisanından ezberledim, Resûlüllah, her cuma günü insanlara hube okurken bu sureyi okuyordu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.6, S.436. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Kaf. Şanlı ve şerefli Kur'ana yemin olsun ki (Biz seni insanlara uyarıcı olarak gönderdik de onlar inanmadılar.) Mukattaa harfleri hakkında Bakara suresinin başında gerekli izahat verilmiştir. Burada ise Kaf kelimesi hakkında özellikle şu görüşler zikredilmiştir. Abdullah b. Abbas, Kaf, Nun vb. harflerin, Allahü teâlânın isimlerinden olduklarını ve bu isimleriyle yemin ettiğini söylemişlerdir. Katade ise Kaf kelimesinin, Kur’an’ın isimlerinden biri olduğunu söylemiştir. Diğer bir kısım âlimler ise "Kafin, yeryüzünü kuşatan bir dağ olduğunu söylemişlerdir. Âyetin devamında: "Şanlı ve şerefli Kur'ana yemin ederim ki... " buyurulmaktadır. Burada ifade edilen yeminin cevabı, âyet-i kerime’de zikredilmemiştir. Bu itibarla müfessirler çeşitle cevaplar takdir etmişlerdir. Basra âlimleri, bunun cevabının: "Şüphesiz biz yerin, onlardan neyi eksilttiğini bilmekteyiz. Nezdimizde herşeyi koruyan bir kitap vardır. Kaf Sûresi, âyet: 4. âyeti olduğunu söylemişlerdir. Kufeli âlimler ise bu yeminin cevabının: "İş olup bitti." şeklinde olduğunu söylemişler bazı âlimler ise: "Toprak olduktan sonra mutlaka dirileceksiniz." ifadesi olduğunu söylemişlerdir. Mealde zikredilen cevap da bu görüşlerden biridir. Buradaki yeminin cevabının, bundan sonra gelen ikinci âyet olduğunu söyleyenler de vardır. 2Bak. Âyet 3. 3Bilakis, içlerinden bîrinin kendilerine uyarıcı olarak gelmesine şaştılar. Kâfirler şöyle dediler: "Bu, hayret edilecek bir şey, ölüp toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Bu dönüş çok uzaktır." Ey Rasûlüm, kavminden müşrik olanların seni yalanlamaları, senin doğru söylediğini ve hak peygamber olduğunu bilmediklerinden değil, kendilerinden olan bir insanın, Allah tarafından uyarıcı olarak gönderilmiş olmasına şaşmalarındandir. Onlar, Allah'ın elçisinin ancak bir melek olacağını zannetmektedirler. Sen onlara peygamber olarak gelince, onlardan kâfir olanlar: "İçimizden bir insanın peygamber olarak gönderilmesi, şaşılacak bir şeydir." dediler. Peygamber onlara, öldükten sonra dirileceklerini ve yalanlamalarının sonucunu göreceklerini bildirince de şu cevabı verdiler. "Bizler ölüp toprak olduktan sonra mı tekrar dirileceğiz? Ve halimizin ne olduğunu bilmiş olacağız? Doğrusu tekrar dünyaya dönmek çok uzak bir ihtimaldir. Hatta imkansızdır. Zira bizler çürüyüp toprağa karışırız. Artık bundan sonra nasıl diriliriz ki?" 4Şüphesiz biz, yerin onlardan neyi eksilttiğini bilmekteyiz. Nezdimizde herşeyi koruyan bir kitap vardır. Evet bizler, yeryüzünün, onların vücutlarındaki et ve kemiklerden neyi yeyip eksilttiğini bilmekteyiz. Bizim katımızda, onların vücutlarından eksilen et, kemik, saç gibi şeylerin yazılıp tesbit edildiği bir kitap vardır. Bu kitap asla değişmez. Biz onları yeniden diriltip eski haline getireeğiz.. 5Doğrusu onlar, hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Onlar bir karışıklık içindedirler. "Biz ölüp toprak olduktan sonra tekrar dirilecek miyiz?" diyen müşrikler, gerçeği ifade etmemişler, bilakis kendilerine gelen hak kitap Kur’an’ı yalanlamışlardır. Bu itibarla onlar, hak ile batılı seçemeyecek kamıakanşık bir durum içindedirler. 6Onlar, üstlerindeki göğe hiç bakmazlar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl süsledik. Onun hiçbir ayıp ve kusuru yoktur. 7Yeri de yaydık. Üzerine ağırlıklı dağlar oturttuk. Orada her sınıftan güzel güzel bitkiler bitirdik. 8Biz bütün bunları, Alla ha yönelen her kulun kalb gözünü açmak ve ibret almasını sağlamak için yaptık. Allahü teâlâ bu ve bundan sonra gelen Âyet-i kerimelerde, kullarını, yüce kudretini görmeye ve onun karşısında boyun eğip kendisine kulluk etmeye davet ediyor ve buyuruyor ki: "Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan ve bizim, ölüleri tekrar diriltmeye kadir olduğumuzu inkâr eden kâfirler, hiç üstlerinde bulunan göklere bakmazlar mı? Biz onu nasıl bir tavan gibi yaptık ve onu yıldızlarla süsledik. Onda hiçbir delik ve yarık yoktur. Yeryüzünü nasıl düzgün hale koyduk, oraya salsıimayan dağlar yerleştirdik Ve orada her sınıftan güzel bitkiler bitirdik. Ey insanlar, biz bunları, Allah’a yönelen her kula, kudretimizi göstermek ve azametimizi hatırlatmak için yaptık. 9Bak. Âyet 11. 10Bak. Âyet 11. 11Gökten de bereketli bir su indirdik. Kullara rızık olsun diye onunla bahçeler, hasat edilen taneli ekinler, tomurcukları birbirine binmiş yüksek hurma ağaçları bitirdik. Onunla ölü bir toprağa can verdik. İşte dirilip kabirlerden çıkma da böyledir. Biz, gökten de bereketli bir yağmur indirdik. O yağmurla bahçelerin ağaçlarım, ekinlerin tanelerini, salkımları üst üste yığılı hurma ağaçları bitirdik. Bütün bu bitkileri, kullara rızık olsun diye var ettik. Onlar, bunların bir kısmını yemek diğer bir kısmını da meyve olarak kullanırlar. Onlardan daha başka faydalar da elde ederler. Biz, gökten yağdırdığımız o yağmurla, adeta ölü hale gelen kuru bir beldeye hayat veririz. İşte yeryüzünden çeşitli bitki ve mahsulleri çıkardığımız gibi kıyamet gününde ölüleri de kabirlerinden böylece çıkaracağız. 12Bak. Âyet 14. 13Bak. Âyet 14. 14Bunlardan önce Nuh kavmi, Ashab-ı Ress, Semud kavmi, Âd kavmi, Firavun, İhvan-ı Lût, Ashab-ı Eyke ve Tubba' kavmi de yalanlamışlardı. Evet hepsi de peygamberleri yalanlayıp vaadettiğim azabı hak etti. Allahü teâlâ bu âyetlerde de Kureyş'ten ve diğer kavimlerden olan kâfir ve müşrikleri, kendileri gibi olan diğer kavimleri helak etmesiyle uyarmakta ve bunları, geçmiş kâfirlerin durumuna düşmemeye davet etmektedir. . Nuh kavmi, Semud kavmi, Âd kavmi, Firavun ve Lût kavminin durumları daha önceki surelerde etraflıca izah edilmiştir. Ashab-ı Ress'de Furkan suresinin otuz sekinizinci âyetinde izah edilmiştir. İkrime, Dehhak ve Mücahid'e göre "Ress" kelimesi, "Kuyu" anlamına gelmektedir. Peygamberlerini kuyuya gömerek öldürenlere "Ashab-ı Ress' denilmiştir. Katade'ye göre ise Ashab-ı Ress ile Ashab-ı Eyke, Allah'ın, kendilerine bir peygamber gönderdiği iki ayrı kavimdir. Allah bu kavimlerden her birini belli bir azap ile helak etmiştir. Tubba' kavmi hakkında ise Duhan suresinin otuz yedinci âyetinde açıklamalar yapılmıştır. Abdullah b. Selam'dan rivâyet edilen bir görüşe göre "Tubba" Yemen'de yaşamış olan bir şahsın adıdır. Bu zat, çevresindeki insanlara galip gelmiş, onların içinden seçkin gençleri alıp kendisine yakın insanlar haline getirmiş sonra da onların dinine tabi olmuştur. Kavmi onun hakkında şöyle demiştir: "Bu adam sizin dininizi bıraktı gençlerle biatlaştı." Bu durumu şüyu bulunca Tubba' gençlere meseleyi anlattı. Onlar da: "Bizimle bu insanlar arasında şu ateşi hakem seçeriz. Zira o, yalancıyı yakar, doğru söyleyene dokunmaz." dediler. Ateş tutuşturuldu. Gençler, kitaplarım boyunlarına asarak ateşe doğru yürüdüler. Alev onların yüzüne çarptı onlar da geri döndüler. Bunun üzerine Tubba' "Ateşe mutlaka gireceksiniz" dedi. Gençler de ateşin içine girdiler. Ateş geri çekildi. Öyle ki ateş bıçakla kesilmiş gibi parçalara ayrıldı. Bunun üzerine Tübba' bu defa kavmine: "Siz de girin ateşe." dedi. Onlar da ateşe girerken alev yüzlerine çarptı, geri döndüler. Tübba' onlara: "Ateşe mutlaka gireceksiniz." dedi. Onlar da ateşe girince ateş onlara yol açtı. Fakat tam ortasına geldiklerinde onları çepeçevre kuşattı ve yaktı. İşte bunun üzerine Tübba' gerçekten müslüman oldu. O, salih bir kişiydi. Tübba' kavmi hakkında başka Rivâyetler de vardır. 15Biz, ilk yaratmadan âciz mi kaldık? Hayır, onlar yeniden yaratılmaktan şüphe ediyorlar. Ey, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Kureyş müşrikleri, yaratıkları ilk olarak yaratmaktan âciz mi kaldık ki, onlar yok olduktan sonra onları tekrar yaratmaktan da âciz kalmış olalım. Doğrusu onlar, bizim ilk yaratmadan âciz olduğumuzu sanmıyorlar, fakat onlar, ölüp toprak olduktan sonra kendilerini tekrar yaratacağımıza dair şüphe içindedirler. 16Şüphesiz insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız. Şüphesiz ki insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini de biliriz. Onun sırlan ve kalbinde olanlar bizden gizli değildir. Zira biz insana şah damarından daha yakınız. Âyette geçen "Biz ona şah damarından daha yakınız." ifadesinden maksat: "Biz ona, kendisinden daha fazla sahibiz." veya "Biz ona gelen vesveseleri kendisinden daha iyi biliriz." demektir. 17Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı melek, yaptıklarım kaydetmektedir. 18İnsan hiçbir süz söylemez ki yanında onu gözetleyici hazır bir melek bulunmasın. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, insanın sağında ve solunda birer melek vazifelendirildiğini, bunların, insanın yaptığı şeyleri kaydettiklerini bildirmektedir. Bunlardan sağ tarafta olanın iyi amelleri kaydettiği, sol tarafta olanın ise kötü amelleri kaydettiği rivâyet edilmektedir. Bunlardan, sağ tarafta bulunan meleğin, sol tarafta bulunanın âmiri olduğu, kul günah işleyince sağ taraftaki sol taraftakine: "Hemen yazma belki tevbe eder." diye emrettiği ve günahları hemen yazdırmadığı Rivâyet edilmektedir. Hasan-ı Basrî ve Katade, bu meleklerin, insanın konuştuğu her şeyi yazdığını söylemişler, Abdullah b. Abbas ise bunların, sadece sevap ve günah olan şeyleri yazıp, mubah olan şeyleri ise yazmadıklarını söylemiştir. İkrime de bu görüştedir. Peygamber efendimiz, kulun konuştuğu sözlerin bu melekleri tarafından yazıldığını beyan ederek şöyle buyurmaktadır. "Şüphesiz ki kul, Allah'ın razı olacağı bir sözü söyler, onun nasıl bir söz olduğunun farkında değildir. Fakat Allah o sözle onun derecesini yükseltir. Yine kul, Allah’ı gazaplandıracak bir söz söyler onun dane olduğunun farkında değildir. Allah o sözle de onu cehenneme sürükler. Buhari, K.er-Rikak, bab: 23 / Müslim, K.ez-Zühd, bab: 49, Hadis no: 2988 19Ölüm sarhoşluğu, gerçeği ortaya koyar. Ey insanoğlu, işte bu, senin ötedenberi kaçındığın şeydir. Bu âyet-i kerime, iki şekilde izah edilmiştir. Birinci izaha göre âyetin manası şöyledir: "Ey insanoğlu, ölüm sarhoşluğu ve şiddeti senin gözünün önüne, âhirette var olan gerçekleri getirir. Sen onları görür ve anlarsın." Bu izah tarzına göre insana ölüm sarhoşluğu esnasında âhiret âlemi gözükür. İkinci izah şekli ise şöyledir: "Ölüm sarhoşluğu, mutlaka gerçekleşecek olan ölümü getirir. Ey insan, sen ise devamlı olarak bundan kaçınırsın. 20Sur'a üfürülür. İşte bu, vaadolunan gündür. "Sur"un ne demek olduğu ve ona kaç defa üfürüleceği hususunda Zümer suresinin altmış sekizinci âyetinde açıklamalar yapılmıştır. 21Herkes (mahşer yerine) kendisini bir sevkeden bir de şahitle beraber gelecektir. "Sur"a üflendiği gün hekes, beraberinde, kendisini sevkeden bir melek ve dünyada iken işlediği amellerine şahit olacak bir şahit ile Allah'ın huzuruna varacaktır. Âyette zikredilen "Sevkedici"den maksat "İnsanı kıyamet gününde mahşer yerine sevkeden melektir." Yine âyette zikredilen "Şahif'den maksat ise, Mücahid, Katade, İbn-i Zeyd ve Osman b. Affan (radıyallahü anhüm)a göre, kulun dünyadayken işlediği amellere şahitlik edecek başka bir melektir. Abdullah b. Abbas ve Dehhak'a göre ise "Şahif'den maksat, insanın yaptığı amellere şahitlik edecek, insanın dili, elleri, ayakları gibi organlarıdır. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır: "Kıyamet günü onların dilleri, elleri ve ayaklan yaptıklarına şahitlik edecektir. Nur Sûresi, âyet: 24. 22(Ey insan) "Şüphesiz sen dünyada bundan gafildin. İşte biz senden perdeni kaldırdık. Artık bugün güzün keskindir. Bu âyet-i kerime’de hitabın kime yapıldığı hususu ihtilaflıdır. Zeyd b. Eşlem ve oğlu, buradaki hitabın Resûlüllah’a yapıldığını söylemişlerdir. Buna göre âyetin manası şöyledir: Ey Rasûlüm, sen, cahiliye döneminde kavminle birlikte bu dinden gafildin. Biz, senin gözünden cahiliye perdesini kaldırdık. îman kalbine yerleşti. Böylece gözün, hakkı gören keskin bir göz oldu." Ali b. Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği bir görüşe göre ise buradaki hitap, kâfire yapılmış bir hitaptır. Buna göre âyetih izahı şöyledir: "Kıyamet gününde kâfire şöyle denecektir: "Ey kâfir, sen dünyada iken kıyametten gafildin. Yeniden dirildikten sonra biz senden gaflet perdesini kaldırdık. Artık senin gözün keskindir, herşeyi bizzat gözünle görmektesin," Salih b. Kayşan, Dehhak ve Mücahid de bu görüştedirler. Hüseyin b. Abdullah'a göre ise buradaki hitap, mü’min olsun kâfir olsun bütün insanlara yapılmıştır. Kıyamet gününde insanlara, dünyada iken gafil oldukları, kıyamette ise herşeyi görür oldukları bildirilecektir. Taberi bu görüşü tercin etmektedir. Meal de bu görüşe göre hazırlanmıştır. 23Yanında bulunan arkadaşı: "İşte elimde bulunan hazırdır." der. İnsanı, kıyamette mahşer yerine sevkeden melek şöyle der: "Rabbim, işte benim elimde bulunan budur. Muhafaza edilmiştir ve hazır durumdadır." Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, insanı mahşer yerine götüren meleğin, mahşer yerine varınca Allahü teâlâya: "Ey rabbim, işte bana teslim edilen insan, ben bunu muhafaza ederek getirdim." diyeceğini beyan etmektedir. Başka bir izah şekline göre ise, insanı sevkeden meleğe, amelleri teslim edilecek ve o amellerini gösterirken: "Ey rabbim, işte elimde bulunan bu kişinin amelleri hazırdır ve muhafaza edilmiştir." diyecektir. 24Bak. Âyet 25. 25"Ey iki melek, inatçı, iyiliği merr eden, azgın ve şüpheci her kafiri cehenneme atın. 26O Allahla beraber başka ilâh edindi. O halde onu şiddetli bir azaba atın." (denilir) Âyette zikredilen "İki melek"ten maksat, insanı mahşere sevkeden melekle, insanın yaptıklarına şahitlik edecek olan melektir. Allahü teâlâ bu iki meleğe, cehennemlikleri cehenneme atma vazifesini de verecektir. Bazı âlimlere göre burada hitap her ne kadar iki şahsa ise de maksat tek şahıstır. O da insanı mahşer yerine sevkeden melektir. Allah ona, cehennemlik olanı cehenneme atmasını emredecektir. Zira Arapçada bir kişiye konuşurken iki kişiye konuşurmuş ifadesini kullanmak yaygın olan bir ifade tarzıdır. Âyette zikredilen "İnatçı kimse", hakkın karşısında inat eden kimsedir. İyiliğe engel olan kimse, malında bulunan, Allah'ın ve kulların hakkım vermeyen kimsedir. Azgın kimse, eliyle ve diliyle insanlara saldırandır. Şüpheci olan kimse ise, Allah'ın birliği ve kudreti hakkında şüpheye düşendir. Allahü teâlâ, işte bu çeşit insanların, melekler tarafından cezalandırılmalarını emredecektir. 27(Dünyada) arkadaşı (olan şeytan) şöyle der: "Ey rabbimiz, onu ben azdırmadım. Aksine o derin bir sapıklık içindeydi." İnatçı, hayra engel olan, saldırgan ve şüpheci olan kâfir insanların, dünyada iken dost edindikleri yandaşları şeytan, âhirette onlardan uzak duracak ve Allah’a şöyle diyecektir: "Rabbimiz, ben onu azdırıp İnkârcılığa düşürmedim. O, kendisi doğru yoldan uzaktı. O, derin bir sapıklık içindeydi. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır: "Allah'ın emri yerine gelince şeytan şöyle der: "Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu. Ben de size vaadde bulunmuştum. Fakat vaadimi bozdum. Benim, sizin üzerinizde bir nüfuzum yoktur. Fakat sizi sapıklığa çağırdım. Siz de bana uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni. Daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı reddediyorum." Elbette zalimlere can yakıcı bir azap İbrahim Sûresi, âyet: 14. vardır. 28Allah şöyle der: "Huzurumda çekişmeyin. Ben size daha önce azap vaadimi bildirmiştim. Allah, kâfirlere ve onların dost edindikleri şeytanlara şöyle diyecektir. Bugün benim huzurumda çekişmeyin. Siz dünyada iken, peygamberlerim vasıtasıyla, beni inkâr edenlerin ve bana isyan edenlerin cezalandırılacağını sizlere bildirmiştim. 29Benim nezdimde söz değiştirilmez. Ben hiçbir zaman kullanma zulmetmem. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kıyamet gününde birbirlerini suçlayacak olan müşriklerle onların şeytanlarına nasıl cevap vereceğini bildirerek buyuruyor ki: "Dünyada iken size söylediğim" Ben cehennemi bütün cin ve insanlarla dolduracağım. Hud Sûresi, âyet: 119. sözü ve hakkınızda verdiğim karar artık değişmez. Ben, vereceğim hükmü verdim. Ben, yaratıklarımdan hiçbir kimseyi başkasının suçundan dolayı cezalandırarak zulmetmem. Herkesi kendi yaptığına göre cezalandırırım. 30O gün cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz. O da: "Daha var mı?" diyecektir. Bu âyet iki şekilde izah edilmiştir, Birirfci izah şekli şöyledir: "Biz, kıyamet gününde cehenneme: "Artık doldun mu?" diye soracağız. O da: "Daha yer kaldı mı?" diyecektir. Yani, yer kalmadığını söyleyecektir, zira Allahü teâlâ, cehennemi cin ve insanlarla dolduracağını söylemiştir. Cehennem boş kalınca da kendi ayağını oraya koyarak cehennemi dolduracak ve ona: "Artık doldun mu?" diye soracak o da "Artık yer kalmadı." diyecektir. Abdullah b. Abbas, âyeti bu şekilde izah etmiştir. Dehhak ve Mücahid de aynı görüştedirler. Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Cehennemlikler cehenneme atılır. Cehennem ise "Daha var mı?" der. Nihâyet Allah, ayağını ona koyar o da "Yeter, yeter" der. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 50, bab: 1. Âyetin ikinci izah şekli ise şöyledir: "Kıyamet gününde biz cehenneme "Doldun mu?" diye soracağız o da "Daha var mı?" diyecek ve dolmadığını ifade edecektir. Bu izaha göre cehennem bu sözü, Allahü teâlânın, ayağını onun içine koymasından önce söyleyecektir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) Resûlüllah’ın, bu hususta şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Cennetle cehennem birbirleriyle cedelleştiler. Cehennem şöyle dedi: "Kibirlendiler ve zorbalar bana ayrıldı." Cennet ise "(Halinden şikâyet ederek) Niçin bana, insanların âcizlerinden ve zayıflarından başkası girmiyor?" dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ cennete: "Sen benim rahmet imsin. Ben, seninle kullarımdan dilediğime merhamet ederim." Cehenneme de "Sen azapsın. Ben seninle kullarımdan dilediğime azap ederim." dedi. Bunların herbirisinin kendisim dolduracak kadar mensubu vardır. Ancak Allah ayağını Cehenneme koymadıkça o dolmayacaktır. Koyduktan sonra ise "Yeter, yeter" diyecek ve dolacak ve bü-zülecektir. Allahü teâlâ, yaratıklarından hiçbir kimseye zulmetmeyecektir. (Yani; sırf cehennemi doldurmak için oraya girmeyi hak etmeyenleri oraya koymayacaktır) Cennet dolmaymca da Allahü teâlâ, onun için yeni yaratıklar var edecektir Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 50, bab: 1. 31Cennet, Allah’tan korkanlara uzakta kalmayacak bir durumda yaklaştırılır. Kıyamet gününde, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkan insanlara cennet yaklaştırılacak ve uzakta bırakılmayacaktır. 32Bak. Âyet 33. 33İşte sizlere vaadolunan cennet budur. Bu vaad, Allah’a yönelen, Allah'ın koyduğu emirleri yerine getiren, görmediği halde rahman olan Allah’tan korkan ve kıyamet günü onun huzuruna tevbekâr bir kalb ile gelen herkes içindir. Âyet-i kerime’de geçen ve "Allah’a yönelen" diye tercüme edilen "Ev-vab" kelimesi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre bunun manaşı: "Allah’ı çokça tesbih eden" demektir. Hakem b. Uteybe'ye göre ise "Yalnız başına kaldığında Allah’ı zikreden" demektir. Mücahid ve Şa'bî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bunun manası: Tevbe edinceye kadar günahlarını hatırından çıkarmayan" demektir. Katade'ye göre: "Allah’a itaat eden ve çokça namaz kılan" demektir. İbn-i Zeyd'e göre de "Çokça tevbe eden ve Allah’a itaata yönelen" demektir, taberi bu kelimeyi izah ederken: "Günah işlemekten vazgeçip Allah’a itaate yönelen ve günahlarından tevbe eden." demiştir. "Allah'ın koyduğu emirleri yerine getiren" diye tercüme edilen "Hafız" kelimesi de çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bunun manası "Tevbe edinceye kadar günahlarını hatırından çıkarmayan" demektir. Bazılarına göre de "Allah'ın kendisine farz kıldığı ve emanet ettiği vazifeleri yerine getiren"dir. Diğer bazılarına göre ise "Kulu rabbine yaklaştıracak herşeyi muhafaza edendir." Taberi de bu görüştedir. 34Onlara şöyle denilir: "Selametle girin cennete. Bu, ebedilik günüdür." Allah’tan korkan bu gibi takva sahiplerine: "Siz cennete, üzüntü, Öfke ve azap gibi şeylerden beri olarak güven içinde girin. İşte bugün ebedilik günüdür. Cennetlikler cennette ebedi olarak kalacaklardır." 35Orada arzu ettikleri herşeyi bulurlar. Nezdimizden daha fazlası da vardır. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, cennetliklerin, cennette arzuladıkları her güzel ve temiz şeyi bulabileceklerini beyan etmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allahü teâlânın, bir hadis-i kudsîde şöyle buyurduğunu beyan etmektedir: "Ben, salih kullarıma öyle nimetler hazırladım ki onları ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş ne de bir beşerin hatırından geçmiştir. Dilerseniz şu âyeti okuyun. Buhari, K.Bed'ül halk, bab: 8. "Hiçbir kimse onlar için, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak saklanmış sevindirici şeylerin ne olduğunu bilemez." Secde Sûresi, âyet: 17. Allahü teâlâ, âyet-i kerime’nin devamında, cennetliklere istedikleri her nimetin verilmesiyle birlikte kendi nezdinden daha fazla bir şeye de erişeceklerini beyan etmiştir. Müfessirler, erişilecek bu fazla şeyin, bizzat Allah'ı görme hadisesi olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Süheyb-i Rûmî (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Cennetlikler cennete girdikleri zaman Allahü teâlâ onlara "Size daha fazla bir şey vermemi istiyor musunuz?" diyecek onlar ise "Sen bizim yüzümüzü beyazlaştırmadın mı? Bizleri cennete koymadın mı? Cehennem ateşinden kurtarmadın mı? (Bunlardan daha fazla ne olacaktır?) diyeceklerdir. Bunun üzerine Allah, kendisini örten perdeyi açacak, cennetliklere, Allah’a bakmaktan daha sevimli bir şey olmayacaktır. Müslim, K.el-fman, bab: 297, Hadis no: 181. Sonra Resûlüllah şu âyeti okumuştur: İyilik edenlere en güzel mükafaat ve daha fazlası vardır... Yunus Sûresi, âyet: 26. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyorki: "Bazı insanlar "Ey Allah'ın Resulü, biz, kıyamet gününde rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. Resûlüllah da şöyle buyurdu: "siz, ayın on dördünde ayı görmede sıkıntı çeker misiniz?" "Hayır ey Allah'ın Resulü" dediler. Resûlüllah: "Bulutsuz bir günde güneşi görmede sıkıntı çeker misiniz?" buyurdu. "Hayır, ey Allah'ın Resulü." dediler. Resûlüllah: "İşte siz rabbinizi böylece göreceksiniz." buyurdu Müslim, K.el-İman, bab: 299, Hadis no: 182 Bir kısım âlimler, cennetliklere, arzudalıkları nimetlere ilaveten ikram edilecek fazlalıktan maksadın, "Güzel bir kadın" olduğunu söylemişlerdir. Ebû Said el-Hudrî diyor ki: "Resûlüllah şöyle buyurdu: "Kişi cennete sırtını çevirmeden yetmiş yıl yaslanarak oturur sonra ona hanımı gelir omuzuna vurur. Adam kadının yüzünde kendisini aynadan daha net bir şekilde görür. Kadının, üzerine takındığı en âdi inci, doğu ile batının arasını aydınlatır. Kadın adama selam verir. Adam selamını alır ve ona kim olduğunu sorar. Kadın, "Ben, fazlalık olarak verilen nimetlerdenim." der. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, S.75 36Biz bu İnkârcılardan önce, kendilerinden kat kat kuvvetli ve diyar diyar dolaşan nice nesiller helak etmişizdir. Hiç kurtuluş var mıdır? Bu Kureyş müşriklerinden önce, bunlardan daha güçlü ve kuvvetli, yeryüzünü gezip dolaşan ve orayı delik deşik eden ve orada fesat çıkaran nice kavimleri helak ettik. Onlar için hiçbir kurtuluş oldu mu? 37Şüphesiz ki bunda (hassas bir) Mty olan veya hadiseleri can kulağıyla dinleyip ona şahit olan için bir ibret vardır. Şüphesiz ki Kureyş müşriklerinden önce helak ettiğimiz kâfirlerde, onları düşünüp ibret alacak aklı olan kimselere ibret vardır. Yine onların hadiselerine kulak verip ciddiyetle dinleyenlere ve onların geride bıraktıkları eserleri görüp izleyenlere bir çok öğüt ve* ibretler vardır. Âyette geçen "Hadiselere şahit olan" ifadesi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Dehhak'a göre bundan maksat, "Kalbi uyanık" demektir. Katade'ye göre ise bundan maksat, "Ehl-i Kitaptır" Zira onlar, kitaplarında okudukları Hazret-i Muhammed'in sıfatlarının şahitleridir. Ebû Salih'e göre ise bundan maksat, mü’mindir. Zira o, Kur’an’ı işitir ve onun hak kitap olduğuna dair şahittir. 38Şüphesiz ki biz, gökleri, yeri ve aralarında bulunanları altı günde yarattık ve hiçbir yorgunluk da duymadık. Katade diyor ki: "Allah, Yahudileri, Hıristiyanları ve kendisine karşı iftiraya girişenleri yalanladı. Zira onlar, (Yahudiler) Allah'ın, gökleri altı günde yaratıp yedinci günde istirahat ettiğini söylerler. Onlara göre bu yedinci gün de cumartesi günüdür. Onlar bu günü, "İstirahat günü" diye adlandırırlar. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, gökleri ve yeri altı günde yarattığını ve bundan dolayı asla yorulmadığını bildirerek bu tür iddiaların batıl olduğunu beyan etmiştir. 39Ey Peygamber, sen onların söylediklerine karşı sabırlı ol. Rabbini güneş doğmadan ve batmadan önce hamd ile tesbih et. Ey Rasûlüm, sen, Yahudilerin, Allah hakkında yapmış oldukları iftiralara sabret. Rabbini överek, güneş doğmadan ve batmadan önce tesbih et. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, güneş doğmadan ve batmadan önce, kendisinin övülerek tesbih edilmesini emretmektedir. Bu vakitlerde yapılması emredilen tesbih'ten maksat, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre, namaz kılmaktır. Bunlara göre âyetin izahı şöyledir: Ey Rasûlüm, sen, müşriklerin, Allah hakkında uydurdukları iftiralara karşı sabret. Güneş doğmadan önce, rabbine hamdederek sabah namazım kıl. Güneş batmadan önce de ikindi namazını kıl. Cerir b. Abdullah diyor ki: "Biz bir gece Resûlüllah ile beraber oturuyorduk. Resûlüllah, on dördünde olan aya baktı ve şöyle buyurdu: "Sizler yakında, bunu gördüğünüz gibi rabbinizi göreceksiniz ve onu görmekte güçlük çekmeyeceksiniz. Sizler, güneş doğmadan ve güneş batmadan önceki namazları geçirmemeye gücünüz yettiği müddetçe onları geçirmeyin, kılın. Resûlüllah sonra: "Rabbini güneş doğmadan ve batmadan önce hamd ile tesbih et." âyetini okudu. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 50, bab: I. 40Gecenin bir bölümünde ve namazlardan sonra da onu layık olmadiği şeylerden tenzih et. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Resûlüllah’a: "Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından kendisini tesbih etmesini emretmektedir. Gecenin bir bölümünde yapılması emredilen tesbih'ten neyin kasdedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. İbn-i Zeyd'e göre, gecenin bir bölümündeki tesbihten maksat, yatsı namazıdır. Mücahid'e göre ise geceleyin kılınan herhangi bir namazdır, taberi, Âyetin genel ifadesine bakarak Mücahid'in görüşünün daha uygun olduğunu söylemiş ve bu ifadeden maksadın sadece yatsı namazı olmayıp hem akşam hem de yatsı namazı olduğunu söylemenin daha isabetli olacağını bildirmiştir. "Secdelerin peşinden Allah’ı tesbih etme" ifadesinden neyin kasdedildiği hakkında da farklı görüşler zikredilmiştir. Hazret-i Ali, Hazret-i Hüseyin, Ebû Hureyre, İbn-i Abbas, Şa'bî, Mücahid, Katade, Evzai ve Abdullah b. Muhacir'e göre "Secdeden sonra tesbih"ten maksat, akşam namazının farzından sonra kılınan iki rekat sünnettir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Kim on iki rekat sünnete devam edecek olursa Allah onun için cennette bir ev yapacaktır. Bunlar öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat, yatsinadn sonra iki rekat .ve sabah namazından önce iki rekattır. Tirmizî, K.es-Salah, bab: 306, Hadis no: 414.. Mücahid'in Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise, secdelerden sonra yapılması emredilen tesbihten maksat, namazdan sonra tesbih çekmektir. 41Çağıranın yakın bir yerden (tekrar dirilmeye) çağırdığı gündeki sese kulak ver. Katade, Kâ'bul Ahbar'ın bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah ettiğini rivâyet etmektedir. Allahü teâlâ bir meleğe, Kudüs'teki "Hacer-i Muallak"ın üzerine çıkarak şöyle nida etmesini emredecektir: "Ey çürümüş kemikler ve çözülmüş eklemler, Allah, aranızda kesin hüküm verilmesi için bir araya gelmenizi emrediyor." Bu izaha göre insanları tekrar dirilmeye çağıracak olan; bir melektir. Çağıracağı yakın yer ise Kudüs'teki Hacer-i Muallak (Havada boşlukta duran taş)dır. 42O gün varlıklar gerçekten (ikinci) sur'a üfleme çığlığını işiteceklerdir. İşte o gün, kabirlerden çıkış günüdür. İşte o gün yaratıklar, kabirlerden dirilme çığlığını gerçek olarak işitecekler ve Allah'ın, kabirlerden kalkma emrine uyarak kabirlerinden dışarı çıkacaklardır. 43Şüphesiz, dirilten de öldüren de biziz biz. Dönüş de ancak bizedir. 44O gün yer yarılır ve insanlar kabirlerinden süratle çıkarlar. İşte bu, bize güre çok kolay olan bir toplamadır. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde insanları, öldükten sonra tekrar dirilteceğini, diriltme işinin Allah için zor bir şey olmadığını, yeryüzü yarılır yarılmaz insanların, kabirlerinden çıkarak mahşere koşacaklarını beyan etmektedir. 45Ey Rasûlüm, biz onların söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onlara karşı bir zorba değilsin. Sen sadece azabımdan korkan kimseye Kur’an’la öğüt ver. Ey Rasûlüm, biz, müşriklerin sana neler söylediğini çok iyi biliyoruz. Sen onların söylediklerine aldırma. Sen onlara karşı bir zorba değilsin. Sen onlara Kur’an’la öğüt vererek rabbinin sana verdiği peygamberliği tebliğ et. Bu tebliğin, Allah'ın cezalandırmasından korkan kimselere olsun. Zira öğüt alacak olanlar bunlardır. |
﴾ 0 ﴿