ZARİYAT SÛRESİ

Zariyat Sûresi Mekke'de nazil olmuştur ve altmış âyettir.

Bu mübarek surenin esrarlı bir havası vardır. Onu okuyup kendisini ona verenleri, yeryüzünün basitliklerinden ayırarak semanın yüceliklerine yöneltmekte ve ruhlarda derin izler bırakmaktadır.

Bu esrarlı hava daha surenin başında hissedilmekte, Allahü teâlâ,

-Esip savuranlara,

-Ağır yük taşıyanlara,

-Kolayca akıp gidenlere ve,

-işi taksim edenlere yemin ederek söze başlamakta ve vaadolunan herşeyin gerçekleşeceğini beyan etmektedir.

Allahü teâlâ yine, yörüngeler sahibi göğe yemin ederek, insanların bir takım çelişkiler içinde bulunduklarını bildirmekte ve hakkın dışında yalan haber uyduran kâhinlere ve benzerlerine: "Kahrolsun yalancılar. Onlar, koyu cehalet içine batmış gafillerdir.." buyunnaktadır.

Allah’tan korkan müttakilerin, cennetlerde ve pınar başlarında olacakları beyan edilmekte ve müttakilerin mallarında yoksullar ve muhtaçlar için bir hak olduğu açıklanmaktadır.

Sûre-i celilede Hazret-i İbrahim'e gelen misafirler ve Hazret-i İbrahim'in onlara olan ikramı beyan edilerek Hazret-i Mûsa ile Firavun'un kıssasına kısaca temas edilmekte ve Firavununbaşına gelen felaket bu surede bir kere daha gözler önüne serilmektedir.

Ad ve Semud kavimlerinin başlarına gelen felaketler haber verilmektedir.

Allahü teâlâ, cinleri ve insanları ancak kendisine ibadet etsinler diye yarattığını haber vermekte, nzkı verenin kendisi olduğunu, kuvvet ve kudret sahibi olarak da ancak kendisinin var olduğunu beyan etmektedir.

Böylece sûre-i celile genel havasıyla, insanların kalblerini herşeyden çekip kurtararak Allah’a yöneltmekte ve onun dikkatlerini Allah'ın yüceliğini gösteren semalara yöneltmektedir.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Esip savuranlara,

2

Ağır yük taşıyanlara,

3

Kolayca akıp gidenlere,

4

Bak. Âyet 6.

5

Bak. Âyet 6.

6

İşi taksim edenlere yemin olsun ki, size ancak doğru şeyler vaadedilmiştir. Ve hesap günü de mutlaka gerçekleşecektir.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh)den "Esip savuranların" ne olduğu sorulmuş Hazret-i Ali de onun "Esen rüzgar" olduğunu söylemiş. Yine. ondan "Kolayca akıp gidenler" sorulmuş, onların, "Gemiler" olduğunu söylemiş "İşi taksim edenler" sorulmuş onların da "Allah'ın emirlerini yaratıklarına tevzi eden melekler olduklarını söylemiştir. Bu izaha göre Allahü teâlâ, insanlara vaadedilen kıyametin kopması, ölülerin diriltilip hesaba çekilmesi gibi hadiselerin doğru olduğuna ve cezalandırma gününün mutlaka gerçekleşeceğine dair, esen rüzgarlara, yağmur taşıyan bulutlara, denizlerde seyreden gemilere ve Allah'ın emirlerini yerine getiren meleklere yemin etmektedir.

Aynı izahları Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)ın da yaptığı Rivâyet edilmektedir.

7

Bak. Âyet 8.

8

Yörüngeler sahibi semaya yemin olsun ki, sizler, çelişkili bir iddia içindesiniz.

Âyette geçen ve "Yörüngeler" diye tercüme edilen "Hubuk" kelimesinin, yollar, süsler, güzellikler vb. manalara geldiği rivâyet edilmektedir.

Allahü teâlâ, göğe yemin ettikten sonra insanların çelişkili bir iddia içinde olduklarını beyan etmiştir. Bundan maksat, insanların Kur'an hakkındaki ihtilaflarıdır. Bazıları Kur’an’ın hükümlerini aynen kabul ederken diğerleri kabul etmemektedirler.

9

Bu tutarsız sözlerden çevirileri çevirilmiş olur.

Bu Kur"ana iman etmekten geri duran kimse bundan alıkonur. Böylece ondan istifade etmekten mahrum olur. Kur'ana iman etme temayülünde olan ise ondan alıkonmaz ve onun hikmetlerinden istifade eder.

10

Kahrolsun yalancılar.

Yalancılar" diye tercüme edilen "Harrasûn" kelimesi hakkında çeşitli izahlar yapılmıştır.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre bundan maksat, şüpheci olanlardır.

Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre bundan maksat, yalan ve asılsız şeyleri uyduran kahinlerdir. Onlar "Öldükten sonra dirilmeyeceğiz." derler fakat buna dair kesin bir bilgileri yoktur.

Diğer bazı âlimlere göre ise bu ifadede anlatılmak istenen insanlar, Resûlüllah’a karşı yalan uyduranlardır. Zira bunlardan bazıları Resûlüllah'ın sihirbaz, getirdiği şeylerin de sihir olduğunu söylemişler, diğerleri ise, Resûlüllah'ın şair, söylediği şeylerin de şiir olduğunu iddia etmişlerdir. Başka bir gurup ise, Resûlüllah'ın kahin, getirdiği şeylerin de kahinlerin verdiği haberlerden olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise Resûlüllah'ın getirdiği şeylerin, daha önce geçmiş ümmetlere ait efsaneler olduğunu iddia etmişlerdir.

Taberi, "Harrasûn" kelimesiyle kasdedilenlerin, yalanlarla ve asılsız tahminlerle kahinlik yapan kimseler olduklarını söylemiştir.

11

Onlar, sapıklık içine batmış cahillerdir.

Onlar, sapıklık bataklığında ısrar eden ve haktan haberi olmayan gafillerdir. Allah'ın kendilerine ne indirdiği ve neleri emrettiğini bilmeyen gaflet erbabıdır.

12

O gün onlar, ateşin üzerinde imtihan edileceklerdir.

Öldükten sonra dirilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkâr eden bu yalancılar: "Hesaba çekilme ve cezalandırma günü ne zamandır?" diye sorarlar. Allah'ın, kullarına amellerinin karşılığını vereceği o gün ne zaman gerçekleşecektir?" diye sorarlar.

13

Hesap günü, onların ateşe ateşe atılıp yakılacakları gündür.

* Âyette geçen "Ateşin üzerinde imtihan edilecekleri" ifadesinden maksat, "Ateşte yakılarak azap göreceklerdir." demektir. Abdullah b. Abbas âyeti bu şekilde izah etmiştir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Mücahid ve İkrime' ye göre ise bu ifadeden maksat, altının, ateşin üzerinde eritilerek ölçülmesi gibi bunların da ateşin üzerinde ölçülmeleridir.

Süfyan es-Sevri, İbn-i Zeyd ve Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat: "Onlar, ateşin üzerinde pişirileceklerdir." demektir.

Dehhak'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bundan maksat, "Onlar, ateşin üzerinde yakılacaklardır." demektir.

14

Onlara: "Azabınızı tadın, tadın. Dünyada acele istediğiniz işte budur."

Ahirette yalancılara şöyle denir: "Dünyada iken derhal gelmesini istediğiniz bu azabı artık tadın." "Yalanlamanızın cezasını görün. Ve cehennem ateşinde yanın." denir.

15

Bak. Âyet 16.

16

Şüphesiz müttakiler, rablerinin kendilerine lütfettiği mükafatları olarak cennetlerde ve pınar başlarında olacaklardır. Çünkü onlar daha önce iyilikte bulunan kimselerdi.

* Taberi bu âyetleri şöyle izah etmiştir: "Şüphesiz ki dünyada iken Allah'ın emirlerini tutup yasaklarında kaçınarak ondan korkan insanlar, âhirette cennetlerin içinde ve pınarların başında olacaklardır. Çünkü onlar dünyada iken, rablerinin kendilerine göndermiş olduğu emirlere sarılmışlardı. Rablerinin emirleri gelmeden önce de iyilikte bulunan kimselerdi.

Görüldüğü gibi Taberi burada, Allah tarafından kullara verilen şeyleri "Dünyadaki emir ve yasaklar" olarak izah etmiştir.

Diğer bazı müfessirler bu görüşe katılmamakta bu, nimetlerin ahirette verilen nimetler olduğunu söylemektedirler. Meal bu son görüşe göre hazırlanmıştır..

17

Onlar geceleri çok az uyurlar.

* Bu Âyet-i kerime, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan biri: Mealde verildiği gibidir. Bu görüş, Hasan-ı Basri, Ahmed b. Kays. Ma'mer ve Katade'den nakledilmektedir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu izah tarzına göre, ahirette cennetlerin içinde ve pınarların başında bulunan takva sahipleri, dünyada iken gecenin az bir bölümünde uyurken çoğunu da ibadetle geçiren kimselerdir. Bu itibarla ilahi methe ve ikrama layık olmuşlardır.

Diğer bir kısım alimler ise Âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Bu takva sahipleri gecenin az bir bölümünde uyumazlar, o bölümünü ibadetle geçirirler." Bu az bölümden maksat ise akşam namazı ile yatsı namazının arası veya sahur vakti yahut gecenin herhangi bir bölümüdür. Bu görüş, Enes b. Malik, Muhammed b. Ali, Katade, İbn-i Abbas, Ebû Âliye, Rebi' b. Enes, Mutarrif ve Mücahid'den nakledilmektedir.

Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu Âyetin ifade ettiği mana şudur: "Takva sahipleri yatsı namazını mutlaka kılarlar. Böylece gecenin bir bölümünü asla uyku ile geçirmezler.

Dehhak'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise Âyetin manası şöyledir: "Kendilerine ilahi emirler gelmeden önce iyilikte bulunan insanlar pek az idiler ve gecenin bir bölümünde uyumazlardı." Bu izah tarzına göre Âyet iki cümleden müteşekkildir.

18

Seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.

Âyette zikredilen, "seher vakitlerinde istiğfar" ifadesinden maksat, Dehhak, Mücahid ve Abdullah b. Ömer'e göre "Namaz kılarlar" demektir. Allahü teâlâ bir kısım müslümanların Resûlüllah ile birlikte gecenin üçte ikisini, bazan yarısını bazan da üçte birini ibadetle geçirdiklerini Müzzemmil suresinde zikretmiş ve mü’minlere, bunu yapmaya mecbur olmadıklarını beyan etmiştir. Bu da mü’minlerin, seher vakitlerinde namaz kıldıklarını göstermektedir.

Hasan-ı Basri ve İbn-i Zeyd'e göre "Seher vaktinde istiğfar etme"den maksat, takva sahibi kulların, Allah’tan, günahlarının affını seher vaktinde istemeleridir. Hazret-i Yakub'un oğullarının babalarından kendileri için af dilemesini istedikleri zaman Hazret-i Yakub'un heman af dilemediği ve onlara "Yakında sizin için af dileyeceğim," dediği bu yakın zamandan da seher vaktini kasdettiği rivâyet edilmektedir.

Bir kısım âlimler, seher vaktinde cennet kapılarının açılacağını söylemişlerdir.

İbn-i Zeyd, gecenin son altıda birinin seher vakti olduğunu söylemiştir.

19

Onların mallarında, dilenenin ve yoksulun hakkı vardır.

Gecenin az bir bölümünde uyuyan, seher vakitlerinde affedilmelerini dileyen bu takva sahiplerinin mallarında, dilenen insanların ve yoksulların hakları vardır. Takva sahipleri onların bu haklarını verirler.

Zeyd b. Eşlem, bu âyette zikredilen "Mal"dan maksadın, zekatın dışındaki mal olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin izahı şöyledir: "Takva sahibi insanlar, zekatlarına ilaveten dilenene ve yoksula, mallarından infak ederler."

Âyetteki "Dilenen" ifadesinden maksat, insanlardan, kendisine yardım edilmesini isteyen kimsedir. Dilenen insan boş çevirilmemelidir. Bu hususta Hazret-i Hüseyin (radıyallahü anh) Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir:

"Dilenci ata binerek gelmiş olsa bile (Dilendiği kimsede) hakkı vardır. Ebû Davud K. ez-Zekat, bab: 33, Hadis No: 1665 /Ahmed b. Hanbel, Müsned.

"Yoksul" ifadesinden neyin kasdedildiği hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Said b. el-Müseyyeb ve Nafi'ye göre "Yoksul" ifadesinden maksat, Beytül Mal'dan pay alamayan, geçimini sağlayacak bir mesleği olmayan ve kazancı olmayandır.

Dehhak'a göre ise "Yoksul" elindeki malım kaybeden kimsedir. Allahü teâlâ böyle bir kimseye yardım edilmesini emretmiştir.

Katade ve Zührî'ye göre ise "Yoksul"dan maksat, insanlardan dilenmeyen iffetli fakir kimselerdir.

Zührî, buradaki Yoksul'u şu hadiste zikredilen "Miskin"den saymıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:

"Miskin, insanları (dilenmek için) dolaşan, bir lokma veya iki lokma bir hurma veya iki hurma ile geri dönen değildir. Fakat miskin, kendine yetecek bir şey bulamayan, fakir olduğu anlaşilamayarak kendisine sadaka verilmeyen ve insanlardan dilenmeye kalkışmayan kimsedir. Buhari, K.ez-Zekât, bab: 53 Ebû Davud, K.ez-Zekat, bab: 24, Hadis no: 1631.

İbrahim en-Nehaî ve Said b. Cübeyr'e göre ise buradaki yoksul'dan maksat, ganimetten pay alamayandır.

Hasan b. Muhammed diyor ki: "Resûlüllah bir müfreze gönderdi. Onlar ganimet getinnişlerdi. Resûlüllah’ın yanına, ganimet taksim edilirken, orada bulunmayan insanlar geldi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Zeyd b. Eslem'e göre ise buradaki "yoksul" ifadesinden maksat, ekinleri veya meyveleri yahut hayvanları telef olan kimsedir. Bu gibi mallara sahibolanlar, bu tür felaketlere uğrayanlara yardım etmekle emrolunmuşlardir. İbn-i Zeyd, âyet-i kerime’yi bu şekilde izah ettikten sonra şu âyetlerin, bu izah tarzını desteklediğini söylemiştir. "Borçlu duruma düştük daha doğrusu mahrum kaldık. Vakıa Sûresi, âyet: 56."Bahçeyi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşırdık." "Daha doğrusu biz mahrum edilmişiz. Kalem Sûresi, âyet: 26-27.

Taberi diyor ki: "Burada zikredilen "yoksul" ifadesinden maksat, muhtaç olan ve rızıktan mahrum kılınandır. Bu yoksulluğu, mahsullerinin ve malının yok olmasıyla da olabilir, insanlardan dilenmeyip iffetli olmasından da olabilir.

20

Kesinlikle inananlar için yeryüzünde nice deliller vardır.

Ey insanlar, yeryüzünde gördüklerinin gerçek mahiyetini düşünen ve kesin bilgi sahibi olmak isteyen insanlar için nice ibret ve öğütler vardır.

Bu deliller, yaratıcının büyüklüğünü ve kudretinin, gözleri kamaştıracak kadar açık olduğunu gösterir. Allah, yeryüzünde, canlılar, bitkiler, dağlar, ovalar, çöller, nehirler ve daha bir çok şeyler yaratmıştır. Ayrıca insanların aynı tür varlıklar olmalarına rağmen dillerinin, renklerinin, iradelerinin, güçlerinin, anlayış kabileyetlerinin, hareket tarzlarının, ahlaklarının farklı olması, bazılarının mü’min diğerlerinin de kâfir olması, bunları birbirinden farklı yapan Allah'ın kudretini göstermektedir.

21

Kendi nefsinizde de görmez misiniz?

Ey insanlar, bizzat kendinizin yaratılışında da nice öğüt ve ibretler vardır, hiç bakıp gönnez misiniz?ğını gösteren bir delildir. İbn-i Zeyd ise bunu şöyle izah etmiştir: Allahü teâlânın, insanın vücutlunda çeşitli eklemleri ve organları yaratmasında, onun büyüklüğünü ve kudretini gösteren büyük deliller vardır. Ve bizim, Allah’a kulluk etmek için yaratıldığımızı göstermektedir.

22

Rızıklarınız da vaadolunduğunuz şeyler de semadadır.

"Rızıklarınız semadadır" ifadesinden maksat, Dehhak, Said b. Cübeyr, Mücahid ve Süfyan es-Sevrî'ye göre yağmur ve kardır. Zira bunlar vasıtasıyla yeryüzü sulanır ve orada çeşitli rızıklar biter. Bu itibarla rızkın sebebinin gökte olduğu zikredilmiştir.

Bazı müfessirlere göre ise rızkın gökte olmasından maksat, rızkın, Allah tarafından verilmesidir.

"Vaadolunduğunuz şey de semadadır." ifadesinden maksat, Mücahid'e göre "Hayır ve şer"dir. Taberi bu görüştedir.

Dehhak'a göre ise "Vaadolunduğunuz şey'den maksat" cennet ve cehennemdir.

23

Göğün ve yerin rabbine yemin olsun ki bu vaadolunduğunuz şey, konuşmanız kadar gerçektir.

Ey insanlar, göklerin ve yerin rabbi olan Allah’a yemin olsun ki rızıklarınız ve vaadolunduğunuz şeyin gökte olduğuna dair verdiğim haber gerçektir. Sizin konuşmanızın bir gerçek oluşu gibidir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, bizzat kendi şahsına yemin etmiştir. Bu hususta Hasan-ı Basrî diyor ki: "Bana, Resukılkıhın şöyle dediği ulaşmıştır."

Rableri, inanmaları için bizzat şahsına yemin etmesine rağmen yine inanmayanları Allah kahretsin!

24

Ey Rasûlüm, İbrahim'in, ikam edilen misafirlerinin haberi sana ulaştı mı?

25

O melekler İbrahim'in yanına girerek "Selam" demişlerdir. İbrahim de onlara: "Selam size, siz, tanınmayan bir kavimsiniz." demişti.

Allahü teâlâ bu âyetlerde ve bundan sonra gelen âyetlerde Hazret-i Lût'un kavmini helak etmek için gelen ve Hazret-i İbrahim'e de bir oğlu olacağını müjdeleyen melekleri ve tebliğ ettikleri ilahi emirleri ebyan etmektedir.

Allahü teâlâ bu âyetlerde Kureyş kavmini uyarmakta ve Hazret-i Muhammed'e uymadıkları takdirde onların da burada zikredilen kavimlerin akıbetlerine uğrayacaklarına işaret etmektedir.

Melekler gelince Hazret-i İbrahim'e selam vennişler, Hazret-i İbrahim onların selamını aldıktan sonra kendilerinin, tanınmayan kişiler olduklarını söylemiş ve onlara ikramlarda bulunmuştur.

26

Bak. Âyet 27.

27

Hemen gizlice ailesine giderek semiz bir danayı kızartıp getirmiş, önlerine sürmüş ve "Yemez misiniz?" demişti.

Bu âyetler, Hazret-i İbrahim'in, misafirlerine nâzik davrandığını bildirmekte ve bizlere misafir ağırlama âdabını öğretmektedir. Zira Hazret-i İbrahim, misafirlerine sormadan hemen gidip en değerli mallarından bir buzağıyı kızartıp getirmiş ve onlara ikram etmiş ve nâzikçe "Yemez misiniz?" diye buyur etmiştir.

28

(Yemediklerini görünce) İbrahim'in içine bir korku düştü. "Korkma" dediler Ve onu, ilerde büyük ilim sahibi olacak bir erkek çocuk ile müjdelediler.

Hazret-i İbrahim, misafirlerine, kızartılmış buzağıyı getirince, yeme ve içmeleri olmayan melekler ondan yemediler. Hazret-i İbrahim onların melek olduklarını bilemediği için, ikramım yemediklerinden dolayı içinden bir korkuya kapıldı. Melekler Hazret-i İbrahim'in korktuğunu anlayınca ona: "Korkma" dediler. Ve geliş sebeplerini anlattılar. Geliş sebeplerinin, Hazret-i İbrahim'e, âlim olacak bir oğul müjdelemek bir de Lût kavmini helak etmek olduğunu söylediler.

Mücahid, bu oğulun, Hazret-i Hacer'den olan Hazret-i İsmail olduğunu söylemiş ise de tercih edilen görüşe göre bu oğul, Hazret-i Sare'den doğan Hazret-i İshak'tır.

29

Karısı bu müjdeyi duyunca feryad ederek geldi ve ellerini yüzüne vurarak "Ben yaşlı ve kısır; bir kadınım." dedi.

Hazret-i İbrahim, hanımı Sareye meleklerin, çocuk doğuracağını söylediklerini anlatınca Sâre dehşete kapılmış ve feryad ederek ellerini yüzüne kapatmıştır. Ve "Benim nasıl çocuğum olur? Ben hem ihtiyarım hem de kısırım." demiştir.

Hazret-i İbrahîm'in karısının, ellerini yüzüne nasıl vurduğu hususunda farklı Rivâyetler vardır Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir Rivâyete göre, ellerini açarak yüzüne vurmuştur.

Mücahid, Süddi, ibn-i Sabit ve Süfyan es-Sevri'ye göre ise Hz- ibrahim'in Hanımı elini alnına vurmuştur.

30

Melekler de "Rabbin böyle buyurdu. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi bilendir." dediler.

Melekler, İbrahim'in, şaşkına dönen hanımına "Senin rabbin, bizim sana bildirdiğimizi emretti. O, yaratıklarını sevk ve idarede hüküm ve hikmet sahibidir, onların menfaatlerini kendilerinden daha iyi bilendir. Senin çocuk doğurmanı takdir etmesi senin için daha faydalı olacaktır." dediler.

31

İbrahim: "Ey elciler, asıl meseleniz nedir?" dedi.

İbrahim, tekrar meleklere yönelerek "Sizin asıl geliş sebebiniz nedir?" diye sordu.

32

Bak. Âyet 34.

34

Melekler şöyle cevap verdiler: "Biz, suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik ki, rabbin katında, haddi aşanlar için tayin edilmiş, çamurdan yapılma taşları onların üzerine yağdıralım."

Melekler, İbrahim'e, geliş sebeplerini anlatarak şöyle dediler: "Biz., Allah’ı inkâr ederek suç işleyen bir kavmin üzerine, rabbin katında, haddi aşanlar için özel bir şekilde balçıktan yapılmış taşları yağdırmak için geldik. Yani her taşın üzerinde, isabet edeceği kişinin ismi yazılıdır.

Ankebut suresinde, Hazret-i İbrahim'in meleklerle tekrar şunları konuştuğu zikredilmektedir. "Meleklerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman "Biz bu ülkenin halkım helak edeceğiz çünkü buranın halkı zalimdir." dediler." "İbrahim: "Orada Lût da var" deyince melekler şöyle dediler: "Biz orada kimin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Lût'u da ailesini de mutlaka kurtaracağız. Yalnız helak edilenlerdenolan karısı hariç. Ankebut Sûresi, âyet: 31-32.

35

Nihâyet o ülkede bulunan mü’minleri çıkardık.

36

Zaten biz orada bir tek ailenin dışında müslüman bulamadık.

Lût kavminin yaşadığı Sodom şehrinden, mü’min olan insanların tümünü çıkardık. Zira biz o yerde Lût ailesinin dışında müslüman bir ev bulamamıştık.

37

Can yakıcı azaptan korkanlar için, o ülkede bir ibret bıraktık.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Lût kavminin yaşadığı ülkeyi âleme ibret yaptığını beyan etmektedir. Allahü teâlâ bu günahkâr kavmi helak ettikten sonra yerlerini, kokuşmuş bir göl haline getirmiştir. Bu göl halen mevcuttur ve adına da "Lût gölü" denmektedir.

38

Mûsa'nın kıssasında da bir öğüt vardır. Hani bir zaman biz onu apaçık delillerle Firavuna göndermiştik.

39

Firavun da erkanıyla birlikte Mûsa'ya iman etmekten yüzçevirmiş "O, bir sihirbazdır veya delidir." demişti.

40

Bunun üzerine biz de Firavun ve ordusunu kıskıvrak yakalayıverdik ve Firavun kendini kınatmış bir haldeyken onları denize attık.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, Hazret-i Mûsa ile Firavun'un kıssasını şöyle beyan etmektedir: İmran oğlu Firavun'un kıssamda da nice ibretler vardır. Bir zaman biz onu Mısır Firavun'una, konuştuklarının hak olduğunu gösteren apaçık delillerle gönderdik. Fakat Firavun, erkaniyla birlikte Mûsa'nın davetini kabul etmekten yüzçevirdi ve Mûsa için şöyle dedi: "O, ya insanların gözünü boyayan bir sihirbazdır veya aklını kaybetmiş bir delidir." Bunun üzerine biz de Firavun ve ordusunu kıskıvrak yakalayıverdik. Firavunu kınanmış bir şekilde ve kavmiyle birlikte denize döküp boğduk.

41

Bak. Âyet 42.

42

Âd kavminin kıssasında da bir öğüt vardır. Hani bir zaman biz onların üzerine hayırsız bir rüzgar göndermiştik. O rüzgar, önüne gelen herşeyi çürümüş gibi yapıyordu.

Âd kavminin kıssasında da nice ibret ve deliller vardır. Onlar, Peygamberlerinin davetini kabul etmeyince biz onların üzerine uğursuz bir rüzgar salıvererek onları helak ettik. O rüzgar, dokunduğu herşeyi ağaç çürüğü gibi yapıyordu.

Âd kavmini helak eden rüzgara "Kısır" anlamına gelen "Akim" sıfatı verilmiştr. Zira bu rüzgar ne yağmurun yağacağım müjdeleyen ne de bitkileri aşılayan bir rüzgardır.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde:

"Ben, (doğudan esen) meltem rüzganyla yardım olundum. Âd kavmi ise (batıdan esen) Debur rüzganyla helak olmuştur. Buhari, K.el-Megazi, lxıh: 29 / Müslim. K.el-istiska, htıh: 17, Hadis no: 900. buyurmaktadır.

43

Semud kavminin kıssasında da sizin için bir ibret vardır. Onlara: "Belli bir zamana kadar yaşayın." denilmişti.

44

Onlar da rablerinin emrine karşı gelmişlerdi. Bunun üzerine onları, bakıp dururlarken yıldırım çarpıvermişti.

45

Ne ayağa kalkacak güçleri kalmış ne de yardım görebilmişlerdi.

Ey insanlar, Semud kavminin kıssasında da sizin için öğüt ve ibretler vardır. Rableri onlara: "Belli bir zamana kadar yaşayın." demişti. Onlara üç gün mühlet verilmişti. Onlar, rablerinin emrine karşı geldiler. Bunun üzerine verilen üç günlük mühlet bitince onları yıldırım çarpıverdi. Onlar ise bakıp duruyorlardı. Kendilerine gelen azabı uzaklaştırmaya güçleri yetmedi. Başka herhangi bir kimsenin yardımı da söz konusu olmadı.

Semud kavmi, kendilerine peygamber olarak gönderilen salih peygamberin uyanlarına aldırış etmeyip Allah'ın, kendilerine mucize olarak verdiği deveyi kesince Allahü teâlâ onlara üç gün mühlet vermiş ve yaptıklarından vazgeçmelerini emretmiştir. Semud kavmi azgınlığına devam edince, dördüncü günü çığlıkla gelen bir azap onları yakalayıvermiş onlar da oldukları yerde diz üstü çöke kalmışlardır. Allah'ın azabına karşı herhangi bir şey yapmaktan âciz kalmışlardır.

İşte bu âyet-i kerimelerde bu kavmin durumu bize açıkça beyan edilmektedir.

46

Onlardan önce Nuh kavmini de helak etmiştik. Çünkü onlar da doğru yoldan ayrılmış bir topluluktu.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Allah’a ortak koşan ilk kavim olan Nuh kavmini helak ettiğini bize beyan etmektedir. Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde bu kavmin kıssası anlatılmaktadır. Bu surede ise bu kavmin helak edildiği haber verilmekte fakat nasıl helak edildikleri hususuna değinilmemektedir.

47

Biz, semayı bir kuvvetle bina ettik. Biz onu genişletmekteyiz.

48

Biz, yeryüzünü yaşamaya uygun bir şekilde döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz.

Biz göğü, güç ve kuvvetimizle yükselttik. Şüphesiz ki bizler o göğü genişletenleriz. O. yarattıklarımızı ve yaratacaklarımızı içine alacaktır. Biz, yeryüzünü de yaratıklar için bir döşek gibi yaydık. Biz, bu yaratıklar için ne güzel beşik yapanlarız.

49

Düşünüp ibret alasınız diye biz herşeyi çift çift yarattık.

Âyette zikredilen "çift" "çift" ifadesinden maksat İbn-i Zeyd'e göre canlılar ve bitkiler gibi varlıkların erkek ve dişili olmalarıdır. Allahü teâlâ, dünyanın sonuna kadar, cinslerini devam ettinnek için bunları erkekli dişili olarak çift çift yaratmıştır. Bizlere de burada bu nimeti hatırlatmaktadır.

Mücahid'e göre ise buradaki çift çift ifadesinden maksat: "Her şeyin bir karşıtının bulunmasıdır. İman, inkâr, saadet, şakavet, hidâyet, dalalet, dünya, âhiret, gündüz, gece, yer gök, insan, cin gibi...

Taberi bu görüşü tercih etmiş ve tercih sebebi olarak da özetle şunları söylemiştir: "Bir enisi erkekli dişili olarak yarattığını zikretmektense, birbirine muhalif farklı cinsleri yarattığını söylemesi, Allah'ın kudretini daha bariz bir şekilde ortaya koyar.

50

Ey insanlar," Allah’a koşun. Şüphesiz ben, Allah tarafından sizlere gönderilen apaçık bir uyarıcıyım.

51

Allah ile beraber başkasını ilâh edinmeyin. Şüphesiz ben, Allah tarafından size gönderilen apaçık bir uyarıcıyım."

Ey Rasûlüm, sen insanlara de ki; "Ey insanlar, siz, Allah’a iman edip, onun emirlerini tutarak azabından kaçıp rahmetine sığının. Ben, Allah tarafından sizleri uyaran biriyim. Ona iman edip emirlerini tutmadığınız takdirde, geçmişteki İnkârcı kavimlerin başına gelenlerin sizin de başınıza geleceğini haber veriyorum. Sizler, Allah ile birlikte başka ilâh edinip Allah’a kulluk ettiğiniz gibi ona da kulluk etmeyin. Zira, Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ki ben sizi, Allah tarafından apaçık uyaran biriyim. Eğer yalnızca ona kulluk etmez siniz, diğer kavimlere olduğu gibi sizi de ilahi azap yakalayiverir.

52

Evet işte böyle. Onlardan önceki ümmetlere hiçbir peygamber gelmemiştir ki, ona "Sihirbaz" veya "deli" dememiş olsunlar.

Kureyş kabilesi, Muhammed'i yalanlayıp onu şair, sihirbaz vedeli olduğunu söyledikleri gibi onlardan önce gelen bütün kavimler de peygamberlerinin sihirbaz veya deli olduğunu söylemişlerdir. Nuh kavmi, Âd kavmi, Semud kavmi ve Firavun bu kavimlerdendir.

53

Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi etmişlerdir? Hayır, onlar azgın bir kavimdi.

Muhammed'i yalanlayan, onun bir sihirbaz veya deli olduğunu söyleyen Kureyş müşrikleri, peygamberi yalanlamayı, kendilerinden önceki müşriklerden vasiyet olarak mı alıp öğrenmişlerdir? Onlar kendilerine böyle bir vasiyette mi bulunmuşlardır? Hayır, önceki müşrikler sonradan gelen müşriklere böyle bir vasiyette bulunmamışlardır. Fakat müşrikler, rablerinin emirlerine boyun eğmeyen azgın bir kavimdendirler. Bu itibarla peygamberlerini yalanlarlar.

54

Ey Rasûlüm, sen onlardan yüzçevir. Artık sen kınanacak değilsin.

Ey Rasûlüm, Allah’a ortak koşan müşriklerden yüzçevir. Allah'ın onlar hakkında nasıl davranacağına dair emir gelinceye kadar onların inkârlarına aldırış etme. Sen, bu yüzçevirmenle, "Tebliğinde gevşek davranıyorsun." diye rabbin tarafından kınanmazsın. Çünkü sen, sana gönderdiğimiz emirleri tebliğ ettin.

Katade diyor ki: "Bu âyet-i kerime inince Resûlüllah’ın sahabilerinin gücüne gitmiş, onlar, artık vahyin kesildiğini ve Allah'ın azabının yaklaştığını sanmışlar, bunun üzerine, bundan sonra gelen âyet nazil olmuş ve sahabiler rahatlamışlardır.

55

Sen hatırlat. Çünkü hatırlatma, mü’minlere mutlaka fayda verir.

Ey Rasûlüm, sen, kendilerine peygamber olarak gönderildiğin isanlara, gerçekleri hatırlatmaya ve öğütte bulunmaya devam et. Hatırlatma ve öğüt mü’minlere fayda verir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerle Resûlüllah’ın, kâfirlerden yüzçevirmesini istemekte ve mü’minlere ise öğütte bulunmasını emretmektedir. Bu da Resûlüllah’ın ve onun izinde giden davetçilerin, bütün insanları aynı kefeye koymamaları gerektiğini öğretmektedir.

56

Ben, cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.

Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmiştir: "Ben cinleri ve insanları isteyerek veya istemeyerek ancak bana kul olduklarını kabul etmeleri için yarattım." Taberi âyetin bu şekildeki izahını tercihe şayan gördükten sonra özetle şunları zikretmiştir. "Allah, cinleri ve insanları, emirlerine boyun eğmeleri için yarattığı halde bunların bir kısmı bu yaratılış gayelerine nasıl ters davranabilirler ve İnkâra düşebilirler?" Aslında bunlar, Allah'ın kaza ve kaderine ister istemez boyun eğerler. Bu itibarla, yaratılış gayeleri tahukku eder. Bunların inkârları ise sadece Allah'ın emrettiği şeyleri yapmamaları şeklinde ortaya çıkar. Bu da kul olmalarını bertaraf etmez.

Rebi' b. Enes ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." Bunu biraz daha genişçe açıklayan Süddî, ibadetin faydalı olanı olduğu gibi faydasız olanı da bulunmaktadır. Müşriklerin, "Göklerin ve yerin yaratıcısı ancak Allah’tır." şeklindeki sözleri bu çeşit ibadetlere bir örnektir." demiştir. Yani, bütün cinler ve insanlar, Allah’a ibadet ederler. Bazılarının ibadetleri kendilerine fayda verir. Bazılarınınki ise inançsızlıklarından dolayı fayda vermez.

İbn-i Cüreyc, bu âyetten maksadın, "Ben cinleri ve insanları ancak beni tanımaları için yarattım." demek olduğunu zikretmiştir.

İbn-i Zeyd ise bu âyetin manasının "Ben, cinlerin ve insanların mü’minlerini ancak bana kulluk etsinler diye, kâfirlerini ise "Bana isyan etsinler diye yarttım." manasına geldiğini söylemiştir.

57

Ben onlardan ne bir rızık diliyorum, ne de beni doyurmalarını istiyorum.

58

Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de biz mü’minlere uyarıda bulunmakta ve buyurmaktadır ki: "Ben, cin ve insanlardan ne yarattıklarımı rızıklandırmalarını ne de beni yedirip doyurmalarını istiyorum. Çünkü rızıkları veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak benim. Bu itibarla ben, kullan sadece bana ibadet etmeleri için yarattım. İtaat edenin mükafaatını isyan ednin ise cezasını veririm. Ben, cine insanları, kendilerine muhtaç olduğum için yaratmadım. Zira onları rızıklaniran benim. Ben, güç ve kuvvet sahibiyim.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Allahü teâlânın, bir kudsi hadiste şöyle buyurduğunu söylüyor:

"Ey Âdemoğlu, sen kendini bana ibadete ver ki gönlünü zenginlikle doldurayım ve fakirliğini gidereyim. Eğer böyle yapmazsan, ellerini işle doldururum, fakirliğini de (ihtiyacını) gidermem. Tirmizî, K.el-Kıyame, bab: 3, Hadis no: 2466 / İbn-i Mace, K.ez-Zühd, bab: 21 Hadis no: 4107.

Halid'in oğulları "Habbe ve Seva" diyorlar ki:

"Biz, Resûlüllah’ın yanına gittik. O, bir şey yapıyordu. Biz ona yardım ettik. Resûlüllah şöyle buyurdu: "Başlarınız hareket ettiği sürece (sağ oldukça) rızıktan ümit kesmeyin. Zira insanı annesi kızıl bir et olarak doğurur. Onun üzerinde herhangi bir kabuk yoktur ve Allah onu rızıklandınr. İbn-i Mace, K.ez-Zühd, bab: 14, Hadis no: 4165 / Ahmed b. Hanbel, C.3, S.46.

59

Şüphesiz ki zulmedenlerin geçmişteki benzerleri gibi azaptan paylan vardır. Onu benden acele istemesinler.

60

Vaadolundukları günün azabından vay o kafirlerin haline.

Allahü teâlâ bu âyetlerde, yaptıkları zulmün, derhal karşılığını gönneyen zalimleri uyarıyor, onların da daha önceki zalimler gibi azaba uğratılacaklarını bildiriyor. Ve bu azabı acele istememelerini emrediyor. Zira o azap mutlaka gerçekleşecektir. Ayrıca kâfirlerin. Allah'ın azabının geleceği günde perişan olacaklarını, kendilerinin cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı veyl deresine atılacakların bildiriyor ki yaptıklarından vazgeçsinler.

0 ﴿