NECM SÛRESİ

Necm sûresi altmış iki âyettir. Otuz ikinci âyeti Medine'de, diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.

Bu mübarek Sûre de diğer Mekki Sûreler gibi esas olarak inanç mevzuunu, vahiy meselesini, Allah'ın birliği ve âhiret konusunu işlemektedir. İslam inancının sağlamlığı, Resûlüllah’a gelen vahyin, hiç şüphesiz olarak Allah’tan geldiği ve şirkin sakatlığı, temelsiz ve dayanaksız olduğu beyan edilmektedir.

Bu sûre-i celilede, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in, vahyi, Cebrâil (aleyhisselam)ı görerek ondan aldığı beyan edilmekte ve buyurulmaktadır ki: "Şimdi siz onun gözleriyle gördüğü şey hakkında münakaşa mı ediyorsunuz?" "Muhakkak ki Muhammed onu (Cebrâili) bir kere daha Sidretül Münteha denilen yerde gördü. Necin Sûresi, âyet: 12-14

Sûre-i celilede, daha sonra, müşriklerin uydurdukları tanrılarının bir vehim ve hayal eseri olduğu beyan edilmekte ve meleklerin, Allah'ın kızları olduğu şeklendeki sakat inançları reddedilmektedir.

Sûre-i celilede devamla, bu dünyada sapık bir inanca sahip olan kimselerin, âhircite hesap verecekleri haber verilmektedir.

Sûre-i celilede, daha önce geçmiş olup Allah’ı inkâr eden kavimlerin uğradıkları felaketlere dikkat çekilmekte ve "Kıyamet yaklaştı." "Kıyameti Allah’tan başka kimse açığa çıkaramaz." "Siz bu kelama şaşıyor musunuz?" "Gülüyor da ağlamıyor musunuz?" "Gaflet içinde oyalanıyor musunuz?" "Artık Allah’a secde edin ve sadece ona kulluk yapın. Necm Sûresi, âyet: 57-62 âyetleriyle sûre-i celile sona ermektedir.

Sûre-i Celilenin Fazileti

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"İçinde secde âyeti bulunan ilk indirilen Sûre Necm süresidir. Resûlüllah bunu okuyup secde etti. Onunla birlikte arkasında bulunan herkes secde etti. Ancak bir kimse secde etmedi. Bu kişi yerden bir avuç toprak alıp alnına koydu ve böylece secde etmiş oldu. Ben, daha sonra bu kişinin kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm. Bu kişi, Ümeyye b. Halef idi. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 53, bab: 4

Diğer bir Rivâyette bu kişinin, Utbe b. Rebia olduğu zikredilmektedir.

Rahman ve rahim olan Allah’ın ismiyle.

1

Bak. Âyet 2.

2

Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Muhammed) ne sapmış ne de azmıştır.

Şâ'bî diyor ki: "Yaratıcı olan Allah, yarattığı şeylerden dilediğine yemin eder. Fakat yaratılan kul, yaratıcı olan Allah’tan başkasna yemin edemez."

Âyet-i kerime’de geçen "Batmakta olan yıldıza yemin olsun ki" ifadesi, "Akıp gitmekte olan yıldıza yemin olsun ki." şeklinde de izah edilmiştir.

Mücahid, Süfyan es-Sevrî ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen "Yıldız"dan maksat, "Süreyya yıldızı"dır. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Batıp kaybolduğu vakitte Süreyya yıldızına yemin olsun ki." Taberi de "Necm" kelimesinden ilk anlaşılan mananın "Yıldız" olduğu gerekçesiyle bu görüşü tercih etmiştir.

A'meş'in Mücahid'den naklettiği diğer bir görüşe göre ise âyetteki "Necm" kelimesinden maksat "Kur'an" heva kelimesinden maksat ise Kur'an'ın inmesidir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "İndiği zaman Kur'ana yemin olsun ki."

Katacle diyor ki: "Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki arkadaşınız ne sapmış ne de azmıştır." âyeti indikten sonra Ebû Leheb'in oğlu Utbe: "Ben, yıldızın rabbini inkâr ediyorum." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Seni, Allah'ın bir köpeğinin yemesinden korkmuyor musun?" dedi. Bundan sonra Utbe ticaret için Yemen'e gitti. Yolda bir yerde konakladıklarında bir arslan kükremesi işitti ve arkadaşlarına: "Bu beni mutlaka yiyecek." dedi. Arkadaşları onu ortalarına aldılar fakat biraz sonra onları bir uyku bastı ve uyudular. Arslan gelip Utbe'yi kaptı götürdü. Diğerleri ancak arkadaşları Utbe'nin feryadına uyanabildiler. Böylece Resûlüllah’ın, Utbe hakkındaki duası tahakkuk etti ve Utbe arslan tarafından yendi.

Âyet-i kerime’de "Arkadaşınız ne sapmış ne de azmıştır." buyurulmaktadır. Allahü teâlâ bizlere, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in haktan ayrılmadığını, doğru yolda olduğunu, azgınlığa sapmayıp itidalini muhafaza ettiğini beyan etmektedir.

3

O, kendi arzu ve nevasından konuşmaz.

4

Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.

Muhammed bu Kur’an’ı kendi neva ve hevesinden söylemez. Bu Kur'an ancak ona Allah'ın gönderdiği bir vahiydir.

Abdullah b. amr diyor ki:

"Ben, Resûlüllahtan duyduğum herşeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyşliler bunu bana yasakladılar ve dediler ki: "Sen, duyduğun herşeyi neden yazıyorsun? Resûlüllah da bir beşerdir. Kızgınlık zamanında da konuşur sakin zamanında da konuşur." Bunun üzerine ben yazmaktan vazgeçtim ve meseleyi Resûlüllah’a anlattım. Resûlüllah parmağıyla ağzım işaret ederek şöyle buyurdu: "Yaz, nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz. Ebû Davud, K.el-İlm, bab: 3, Hadis no: 3646 / Ahmed b. Hanbel, Müsned.C.2, S.162.

Hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi Resûlüllah’ın peygamber olarak konuştukları vahiyden başka bir şey değildir. Bunlar, Allah'ın gönderdiği Kur'an-ı Kerim veya ona vahyettiği hadis-i şeriflerdir.

5

Bak. Âyet 7.

6

Bak. Âyet 7.

7

Ona bu vahyi son derece kuvvetli vcüstün akıla sahip bir melek öğretti. O melek yüksek ufukta iken doğrulup (asıl suretine girdi)

Vahyedilen bu Kur’an’ı Muhammed'e, çok kuvvetli olan Cebrâil öğretti. O Cebrâil güçlü bir akıla sahiptir."

Bu ifade "O Cebrâil, güzel bir yaratılışa, sıhhatli bir vücuda sahiptir." şeklinde de izah edilmiştir. O Cebrâil yüksek ufuklarda iken doğrulmuştur.

Taberi diyor ki: "Resûlüllah Miraca çıktığında Cebrâil ile birlikte güneşin doğduğu yüksek yerde doğruldular. Yani yukarı doğru yükseldiler ve dik bir şekilde gittiler.

8

Sonra yaklaştı ve yere sarktı.

Hasan-ı Basri ve Katade bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Cebrâil Muhammed'e yaklaştı ve yeryüzüne doğru sarktı,"

Abdullah b. Abbas ve Enes b. Malik ise bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmişlerdir: "Allah, Muhammed'e (zamandan ve mekenden münezzeh olarak) yaklaştı ve ona doğru meyletti." Enes b. Malik bu hususta Resûlüllah’ın İsra ve Miracını bildiren uzun bir hadisini rivâyet etmektedir. Bu hadisin bir bölümünde de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah ile konuşmasından dolayı üstün kılınan Mûsa, yedinci gökte idi. Mûsa şöyle dedi: "Ey rabbim, kimsenin benim üzerime çıkacağım sanmıyordum." Sonra Resûlüllah, Mûsa'dan yukarıya, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği yerlere çıkarıldı. Nihâyet Sidretül Münteha'ya vardı. İzzet sahibi olan Cebbar rab ona yaklaştı ve ona meyletti. Öyle ki onların arası iki yay mesafesi kadar veya daha yakın bir mesafe kaldı..." Buhari, K.ct-Tevhid, bab: 37

9

Derken araları iki yay aralığı kadar kısaldı veya daha az...

Burada "Aralarında iki yay aralığı kadar bir mesafe kaldı." ifadesinden maksat, bir yayın iki ucunun birbirine uzaklığı kadar bir mesafe kalmasıdır. Veya iki arşın kadar bir mesafe kalmasıdır yahut, yay ile kirişi arasındaki mesafe kadar bir mesafe demektir.

Bu âyette, birbirlerine iyice yaklaştıkları ifade edilenlerden maksat, Abdullah b. Mes'ud ve Hazret-i Âişe'ye göre Cebrâil ile Hazret-i Muhammed'dir.

Zir b. Hubeyş, Abdullah b. Mes'ud'un bu âyet-i kerime’yi izah ederken şöyle dediğini rivâyet etmektedir:

"Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'i gördü ve Cebrâil'in altı yüz kanadı vardı. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 53, bab: 1

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) da bu âyet-i kerime’yi izah ederken Resûlüllah’ın Cebrâil'i bizzat kendi şekliyle gördüğünü ve bu yüzden insanların arasına saklanıp tekrar ortaya çıktığını, çtkıncada onu tekrar gördüğünü, bu halin üç kere tekrar ettiğini rivâyet etmiştir. Ebû Zer el-Ğifari ve Ebû Hureyre, Resûlüllah’a yaklaşanın Cebrâil olduğunu söylemişlerdir.

Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise, aralarında iki yayın uzaklığı kadar bir mesafe kalanlardan maksat, Allahü teâlâ ile Cebrâildir. Muhammed b. Kâ'b el-Kurezi ve Enes b. Malik'e göre burada, aralarında çok yakın bir mesafe kalanlardan maksat, Allahü teâlâ ile Hazret-i Muhammed'dir.

10

Allah, kulu Muhammed'e vahyedeceğini vahyetti.

Katade, İkrime ve İbn-i Abbas, bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmişlerdir: "Allah, kulu Muhammed'e vahyedeceği şeyi vahyetti. Yani namazın farz olduğunu bildirdi.

Hasan-i Basrî, Reb'i b. Enes ve İbn-i Zeyd ise bu âyet-i kerime’yi şöyle izalı etmişlerdir: "Cebrâil, Allah'ın kulu Muhammed'e, Allah'ın vahyettîği emirleri bildirdi."

Taberi, âyet-i kerime’nin, Cebrâil'den bahsetmesi sebebiyle bu görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir.

11

Onun gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı.

İkrime, İbn-i Abbas, Ebû Salih ve Reb'i b. Enes bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmişlerdir; "Muhammed'in kalbi gördüğünü yalanlamadı. Yani, Muhammed rabbini bizzat gözüyle görmedi. Allah onun kalbine nur verdi o da kalbinin nuruyla rabbini gördü.

Abdullah b. Mes'ud ve Katade'ye göre ise bu Âyeti kerime, Resûlüllah’ın, Cebrâili kalbiyle gördüğünü beyan etmektedir. Abdullah b. Mes'ud bu âyeti izah ederken şöyle demiştir:

"Resûlüllah Cebrâili ipekten bir elbise içinde gördü. O, gökle yer arasını doldurmuştu. Tirmizi, K.Tefsir el-Kur'anf Sûre: 53, Hadis no: 3283

Allahü teâlânın, gözle görüleceği hususunda üç görüş zikredilmektedir:

Birinci görüşe göre: Allahü teâlâyı gözler dünyada görmeyecek âhirette görecektir. Daha sonra da zikredileceği gibi Hazret-i Âişe: "Gözler onu göremez o ise bütün gözleri görür." (En'am 103) âyetini delil göstererek bu görüşü beyan etmiştir. Mesruk diyor ki:

"Ben, Âişe (radıyallahü anhâ)aya dedim ki: "Ey anneciğim, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) rabbini gördü mü?" Âişe şöyle dedi: "Söylediğin söz tüylerimi ürpertti. Sen şu üç şeyi bilmezmisin ki, kim bunların meydana geldiğini sana söylerse yalan söylemiştir. Kim sana "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) rabbini gördü." derse şüphesiz ki o yalan söylemiştir." Hazret-i Âişe bu sözlerden sonra şu âyetleri okudu. "Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür En'am Sûresi, âyet: 103

"Allah bir insanla ancak vahiyle veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyedir. Şuara Sûresi, Âyet: 51

Hazret-i Âişe sözlerine devamla şöyle buyurdu: "Yine kim sana yarın ne olacağını bildiğini söylerse şüphesiz ki o yalan söylemiş olur." Sonra şu âyeti okudu: "Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Lokman Sûresi, âyet: 34

Yine kim sana: "Resûlüllah bir şey gizledi." derse şüphesiz ki o yalan söylemiştir." demiş ve şu âyeti okumuştur: "Ey Peygamber, rabbinden sana idirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah’ın peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz ki Allah, kâfiler toluluğunu hidâyete erdimez Maide Sûresi, âyet: 67

Hazret-i Âişe sözlerine devamla şöyle demiştir: "Resûlüllah rabbini görmedi. Fakat o, Cebrâil (aleyhisselam)ı kendi asli suretinde iki kere gördü. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 53, bab: l

İkinci görüşe göre: Allahü teâlâ hem dünyada hem de âhirette görülecektir. Allahü teâlâyı dünyada görme Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için gerçekleşmiştir. Ancak Resûlüllah’ın, Allahü teâlâyı görmesi bizzat gözüyle mi yoksa kalbiyle mi gerçekleştiği meselesi ihtilaf konusu olmuşsa da kalbiyle bir veya iki defa gördüğü görüşü tercih edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Ebû Salih, Süddi, İkrime bu görüştedirler.

İkrime diyor ki:

"Abdullah b. Abbas dedi ki: "Muhammed rabbini gördü ben de ona dedim ki: "Allah "Gözler onu göremez o ise bütün gözleri görür. En'am Sûresi, âyet: 103 buyurmamış mıdır? Abdullah b. Abbas ise şöyle cevap verdi: "Vay senin haline, bu durum, Allah'ın, nuruyla göründüğü zamandır. Görülen onun nurudur. Allah'ın nuru Muhammed'e iki kere gösterildi. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'art, Sûre: 53, bab: 7, Hadis no: 3279.

Abdullah b. Şekik diyor ki:

"Ben, Ebû Zer'e dedim ki: "Şâyet Resûlüllah’ın zamanına yetişmiş olsaydım ben ona bir şey sorardım." Ebû Zer: "Ondan neyi sorardın?" dedi. Abdullah da: "Ey Allah'ın Resulü, sen rabbini gördün mü?" diye sorardım." dedi. Ebû Zer dedi ki: "Ben onu sordum o da: "Ben nur olarak gördüm." dedi Müslim, K.el-İman, bab: 292, Hadis no: 178

Diğer bir Rivâyette:

"O nurdur o bana nasıl gösterilecek Müslim, K. el-İman, bab: 292, Hadis no: 178/Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 53 Hadis No 3282 diye cevap verdiği bildirilmektedir. Yani, benim, onun zatını görmeme nuru engel oldu.

Görüldüğü gibi bu Rivâyetler, Resûlüllah’ın dünyada iken Allah’ı kalb gözüyle gördüğünü beyan etmektedirler.

Şa'bî diyor ki:

"Abdullah b. Abbas Arafat'ta Kâ'b ile karşılaştı ve ondan bazı şeyler sordu. Bunun üzerine Kâ'b "Allahu Ekber" diye seslendi. Öyle ki yankısı dağlardan geldi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas dedi ki: "Biz, Haşimoğullarıyız." Kâ'b ise "Allah, görünmesiyle konuşmasını Muhammed ile Mûsa arasında taksim etti- Mûsa ile iki kere konuştu. Muhammed de onu iki kere gördü Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 53 Hadis No 3278 dedi.

Üçüncü görüşe göre ise: Allahü teâlâ ne dünyada ne de âhirette görülecektir. Bu görüş Mutezile'ye aittir. Allahü teâlânın âhirette görüleceğini beyen etlen sağlam nasslara ters düşmaktedir. Bu sebeple nazar-ı itibara alınacak bir görüş değildir. Allahü teâlânın âhirette görüleceğini beyan eden âyetlerden bazıları şunlardır: "O gün rablerine bakan pırıl pırıl parlayan yüzlerde vardır. Kıyamet sûresi Âyet, 22-23 ayir fiün yalancıların önüne, rablerine karşı perde çekilmiştir. Mutaffifin sûresi, Âyet- 15

Şu sahabiler de Allahü teâlânın, âhirette görüleceğini beyan eden sahih hadisler Rivâyet etmişlerdir. Bunlar Ebû Said el-Hudrî, Ebû Hureyre, Enas b. Mâlik, Süheyb-i Rûmî ve Bilal-i Habeşî (radıyallahü anhüm)dür.

12

Şimdi siz, onun, gözleriyle gördüğü şey hakkında münakaşa mı ediyorsunuz?

Ey müşrikler, şimdi siz, Allah'ın, Muhammed'e gösterdiği şeyler hakkında onunla münakaşaya mı girişiyorsunuz?

Müşrikler, Resûlüllah’ın, İsra ve Miraç esnasında Allah'ın ona gösterdiği şeylere inanmamışlar ve bu hususta Resûlüllah ile tartışmaya girişmişlerdir. İşte bu âyet-i kerime, müşriklere cevap vermekte ve onları, Resûlüllah’ın gördüğünü söylediği şeylere inanmaya davet etmektedir.

13

Bak. Âyet 14.

14

Muhakkak ki Muhammed onu (Cebrâili) bir kere daha "Sidretül Münteha") denilen yerde gördü.

Hazret-i Âişe, Abdullah b. Mes'ud, Mücahid ve Rebi' b. Enes bu âyeti, mealde zikredildiği gibi yorumlamışlar, Hazret-i Muhammed'in, Cebrâili asıl şeklinde ve Sidretül Münteha denilen yerde bir defa daha gördüğünü bildirdiğini söylemişlerdir. Bu hususta Mesruk diyor ki:

"Ben, Âişe'nin yanında bir şeye yaslanmış oturuyordum. Âişe bana (Kızımın ismini bana nisbet ederek) Ey Âişe'nin babası, kim üç şey hakkında konuşacak olursa o, Allah’a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur." dedi. Ben, yaslandığım yerden doğruldum ve dedim ki: "Ey mü’minlerin annesi, bana fırsat ver, acele etme. Aziz ve celil olan Allah: "Yemin olsun ki Muhammed onu apaçık gördü. Tekvir Sûresi, âyet: 23

"Muhakkak ki Muhammed onu bir kere daha Sidretül Münteha denilen yerde gördü." buyurmuyor mu? Âişe şöyle dedi: "Ben bu ümmetin, Resûlüllahtan bu âyetin manasını soran ilk kişisiyim. Resûlüllah buyurmuştu ki: "O görülen Cebrâildi. Ben Cebrâili bu iki kerenin dışında, yaratıldığı asıl şekliyle görmedim. Ben onun gökten indiğini gördüm. Öyle ki onun azametli yaratılışı gökle yer arasını doldurdu." Âişe sözlerine devamla şöyle dedi: "Sen Allah'ın: "Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür. O, herşeyin inceliklerini bilendir, her şeyden haberdardır. Rn'am Sûresi, âyet: 103 buyurduğunu işitmedin mi? Yine sen, Allahü teâlânın: "Allah bir insanla ancak vahiyle veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de izniyle, ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz o, yüceler yücesidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Şûra Sûresi, âyet: 51 buyurduğunu işitmedin mi? Yine kim, Resûlüllah'ın, Allah'ın kitabından bir şeyi gizlediğini zannedecek olursa şüphesiz ki o, Allah’a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur. Zira Allah: "Ey Peygamber, rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah'ın peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz ki Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez Maide Sûresi, âyet: 67 buyurmuştur." Keza kim, yarın olacak bir şeyi bilip haber vereceğini zannedecek olursa o da Allah’a karşı iftirada bulunmuş olur. Zira Allahü teâlâ: "Ey Rasûlüm, de ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar, ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. Nemi Sûresi, âyet: 5 buyurmaktadır Müslim, K.el-İman, bab: 2S7, Hadis no: 177

Abdullah b. Abbas ve İkrime ise bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmişlerdir. Şüphesiz ki Muhammed, rabbini "Sidretül Münteha" denilen yerde kaîb gözüyle görmüştür. Âyet-i kerime’de geçen "Sidretül Münteha" ifadesi "Sidre" ve "Münteha" kelimelerinden meydana gelmektedir. "Sidre" bir ağaç adıdır. "Münteha" ise "Son noktada bulunan" demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) miraca çıktığında yedinci kat gökten sonra "Sidre" denilen ağacın bulunduğu bu son noktaya vannış ve orada Allah’tan emirler almıştır. Sidre ağacının bulunduğu bu yere "Son nokta" denilmesinin sebebi hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir.

Kâ'bül Ahbar: "Bu yere bu ismin verilmesinin sebebi, yaratıkların bilgilerinin burada sona ermesidir.. Bu noktadan sonra gayb âlemi ve ona ait bilgiler başlamaktadır." demiştir.

Abdullah b. Mes'ud ise: "Buraya son nokta denilmesinin sebebi, Resûlüllah'ın sünnetine bağlı olanların varacakları son nokta olmasıdır." demiştir.

Taberi, âyet-i kerime’nin bu noktaya "Son nokta" dediğini, bunun sebebini ise belirtmediğini bu itibarla zikredilen bu sebeplerden herhangi birisinin söz konusu olabileceği gibi hepsinin de söz konusu olabileceğini söylemiştir.

Sidre ağacının şekli hakkında çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Mâlik b. Sâ'saa, Resûlüllah’ın, miraca çıktığını anlatan hadisini rivâyet ederken bu hadisin bir bölümünde, Resûlüllah’ın, yedinci göğe çıkıp Hazret-i İbrahim ile görüştükten sonra şunları söylediğini rivâyet etmiştir.

"... Sonra önüme son noktada bulunan sidre ağacı dikildi. Onun "Nebk" isimli meyveleri "Hecer" bölgesinin testileri gibiydiler. Onun yapraklan ise filin kulakları kadardı. Cebrâil: "İşte bu, son noktada bulunan sidre ağaçdır. "Sidretül müntehadir." dedi. Onun kökünden dört nehir akmaktaydı. İki nehir içeriye doğru ikisi de dışarıya doğru akıyordu. Dedim ki: "Ey Cebrâil, bu nehirler nedir? Cebrâil: "İçeriye akan bu iki nehir, cennete ait nehirlerdir. Dışarıya akan ikisi ise Nil ile Fırat'tır. Buhari, K.Menakıbu'l Ensar, bab: 42 dedi.

Bu hadis-i şerifin başka bir Rivâyette devamı şöyledir:

Allah'ın emriyle o ağacı kaplayan şeyler kaplayınca o ağaç, yakut veya zümrüte dönüştü. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, S.128

15

Cennetül Me'va da Sidretül Münteha'nın yanındadır.

Abdullah b. Abbas: "Cennetül Me'va, arş'ın sağında bulunmaktadır ve şehitlerin menzilidir." demiştir. Katade de aynı görüştedir.

16

O zaman Sidreyi neler kaplamıştı neler.

Müntehada bulunan sidre ağacını nelerin kapladığı hakkında farklı görüşler beyan edilmiştir:

Abdullah b. Mes'ud, Mesruk, Dehhak, İbn-i Abbas, Mücahid, İbrahim en-Nehaî, İbn-i Zeyd, Sidreyi kaplayan şeylerin, altından kelebekler olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Rebi' b. Enes ve Ebul Âliye'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise Sidre ağacını, Allah'ın nuru ve melekler kaplamıştır.

17

Muhammed'in gözü ne kaydı ne de sınırını aştı.

Muhammed'in gözü o gördüğü şeylerden ne sağa kaydı ne de sola. Ne de onun görme alanı olarak sınırlanan noktaları aştı.

18

Şüphesiz Muhammed, orada, rabbinin delillerinden en büyüğünü gördü.

Resûlüllah’ın görmüş olduğu Allah'ın en büyük delillerinden maksat, Abdullah b. Mes'ud'a göre, ufukları kaplayan yeşil bir cennet perdesidir. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 53, bab: 1

İbn-i Zeyd'e göre ise bu en büyük delil, Cebrâilin asıl şeklidir. Resûlüllah orada Cebrâili asıl şekliyle görmüştür.

19

Bak. Âyet 20.

20

Şimdi siz ilâh olarak Lafı, Uzza'yı ve diğer üçüncüleri olan Menafi mı görüyorsunuz?

21

Erkekler sizin de kızlar Allah'ın mı?

Ey müşrikler, sizler, Lat, Uzza ve onların üçüncü olan Menat'ın, Allah'ın kızları ve ilahlarınız olduklarını mı sanıyorsunuz? Sizler kendiniz için erkek evlatlar seçiyor, Allah’a da sevmediğiniz kızları mı isnad ediyorsunuz? Sizin bu taksimatınız haksız bir taksimattır."

Bu âyetlerin izahında "Ğaranik" hadisesinden bahsedilmektedir. Gerçekte aslı olmayan bu hadisenin izahı için Hac suresinin 52. âyetinin açıklamalarına bakınız.

Taberi, Lat kelimesinin "Allah" lafzının müennesi "Uzza" kelimesinin de Allahü teâlânın "Aziz" sıfatının müennesi olduğunu ve müşriklerin, putlarına, Allah'ın isimleriyle isim takmaya çalıştıklarım söylemiştir.

Katade'ye göre "Lat putu" Taif bölgesinde bulunan bir puttur. İbn-i Zeyd'e göre ise "Nahle" bölgesinde bulunan ve Kureyş tarafından kendisine ibadet edilen "Ev" şeklinde bir puttur.

Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Ebû Salih, "Lafın, aslında, Hacılara un çorbası yapan bir kişinin adı olduğunu ve o kimse öldükten sonra müşriklerin, onun kabrini putlaştirdıklarıni söylemişlerdir.

"Uzza" putu ise Mücahid'e göre küçük ağaçlardan ibarettir. Said b. Cübeyr'e göre, Sakiyf kabilesinin yaptığı ve Taif te bulunan bir evdir. Katade'ye göre ise "Batn-i Lane" de bulunan bir puttur.

"Menat" putu "Müşellel" denen bir yerin "Kudeyt" diye adlandırılan bir bölümünde bulunmaktaydı. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Hacca gidenler "Müşellel'de bulunan "Menat" putundan itibaren tehlil okumaya başlayınca ortak Safa ile Merve arasında sa'y yapmazlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Şüphesiz ki Safa ile Merve, Allah'ın alameti erindendir. Kim Hac için Kâbeyi ziyaret eder veya Umre yaparsa Safa ile Merve'yi tavaf etmesine bir mahzur yoktur. Bir kimse kendi isteğiyle fazladan hayır yaparsa, muhakkak ki Allah, şükrün karşılığım veren ve herşeyi bilendir." Bakara Sûresi, âyet: 153 âyetini indirdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müslümanlar Safa ile Merve arasında sa'y yapmaya başladılar. Buhari, K. Tefsirel-Kur'an, Sûre: 53, bab: 3

Diğer bir Rivâyette Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) şöyle diyor:

"Ensar'dan, Menat putunun olduğu yerden itibaren tehlil'e başlayan bazı adamlar: "Ey Allah'ın Resulü, biz Menat'a saygıda bulunmak için Safa ile Merve arasında sa'y etmiyorduk." dediler. Menat, Mekke ile Medine arasında bulunan bir putun adıdır. Buhari, K. Tefsirel-Kur'an, Sûre: 53 Lat, Menat ve Uzza putlarının, taştan yapıldıkları, Kâbenîn içine konularak orada kendilerine tapıldıkları da Rivâyet edilmektedir.

22

Öyleyse bu, insafsızca bir taksimdir.

Mücahid bu âyet-i kerime’yi: "Bu, sakat bir taksimdir." şeklinde, Katade: "İnsafsız bir taksimdir." şeklinde, Süfyan es-Sevrî "Eksik bir taksimdir." şeklinde izah etmişler, İbn-i Zeyd ise "Bu, gerçeğe ters bir taksimdir." şeklinde izah etmiş ve şöyle demiştir; "Müşrikler, Allahü teâlâya kızlar isnad etmişlerdir. Meleklerin, Allah'ın kızları olduklarını söylemişler ve onlara tapınışlardır." İbn-i Zeyd ise bu âyetleri okumuştur: "Yoksa Allah, yarattığı varlıklardan kızları kendisine aldı da size de oğulları mı seçip verdi? Zuhruf Sûresi, Âyet: 16

"Onlar Allah’a kızlar isnad ederler. Allah bundan münezzehtir. Kendilerine ise sevdiklerini (erkek çocukları) isnad ederler. Sûresi, âyet: 57

23

Taptığınız bu putlar, sizin ve atalarınızın uydurduğu boş isimlerden başka bir şey değildir. Allah onların hak olduğu hususunda hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna, nefislerinin arzularına uyarlar. Oysa onlara rablerinden şüphesiz bir hidâyet rehberi gelmiştir.

Sizin, "Lat", "Menat", "Uzza" diye taktığınız bu adlar, sizin ve atalarınızın takmış olduğu adlardır. Allah bu adlan takmanıza dair size bir müsaade vermemiş ve buna dair herhangi bir delil indirmemiştir. Müşrikler putlara bu adlan takarken ne Allah tarafından gönderilen bir vahye dayanmışla ne de peygamberin bildirdiği bir habere. Onlar sadece zanlarına, heva ve heveslerine uyarak bu adları vermişlerdir. Halbuki Allah’tan onlara, bu taptıklan putların gerçek mahiyeti hakkında açık bilgi gelmiştir. Bu putların, ibadete layık olmadıkları, Muhammed'e gönderilen vahiy ile bildirilmiştir.

24

Yoksa insanın her temenni ettiği yerine gelecek midir?

25

Âhiret de dünya da Allah’ındır.

Yoksa Muhammed bir insan olarak peygamber olmayı temenni etmiş de Allah da ona peygamberlik mi venfıiştir? Peygamberliği elde etmek temenni ile olmaz. Âhiret yurdunda olan şeyler de sadece Allah’a aittir. O, onlardan, yarattıklarından dilediğine dilediği kadarını verir ve dilediğini de mahrum eder.

26

Göklerde nice melekler vardır ki, Allah, dilediğine ve razı olduğuna izin vermedikçe şefaatleri hiçbir fayda vermez.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime ile, puta tapanlan ve "Biz bunlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." diyen müşrikleri kınamaktadır. Kendisine çok yakın olan meleklerin dahi, izni olmadan şefaatçi olamayacaklarını, bu itibarla ona ortak koşulan putların, kendilerine tapanlara herhangi bir fayda sağlayamayacaklarını beyan etmektedir.

27

Ahirete iman etmeyenler, melekleri dişi olarak isimlendirirler.

28

Oysa onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyarlar. Halbuki kuru zan ise hak'tan hiçbir şey ifade etmez.

29

Ey Rasûlüm, zikrimiz Kur'andan yüzçeviren ve dünya hayatından başka hiçbir şey istemeyen kimseden sen de yüzçevir.

Öldükten sonra dirileceklerine iman etmeyen kâfir ve müşrikler, Allah'ın kızları olduklarını iddia ederek onlara dişilerin isimlerini verirler. Halbuki onların, melekleri bu şekilde adlandırmalarına dair kesinlik ifade eden hiçbir bilgileri yoktur. Onlar bu sözlerini sadece tahminlere dayanarak söylerler. Tahminler de gerçek adına hiçbir şey ifade etmezler ve gerçeğin yerini almazlar. O halde Ey Rasûlüm, sen, bizi anmaktan yüzçeviren, bize iman edip bizi birlemeyen bizden sadece dünya hayatını isteyen, ahirete dair hiçbir şey yapmayan kimseleri bırak, onlardan uzak dur.

30

İşte onların bilgileri ancak bu kadardır. Rabbin, yolundan sapanları daha iyi bilir. O, hidâyete erenleri de çok iyi bilir.

İşte meleklerin, Allah'ın kızları olduklarını, iddia ederek onları, dişilerin isimleriyle isimlendirenlerin bilgileri bu kadardır. İlim zannettikleri bu kuruntularıyla Allah’a ortak koşar ve onu inkâr etme durumuna düşerler. Ey Rasûlüm, şüphesiz ki senin rabbin, ezeli ilmi ile, kimin sapıklığa düşeceğini çok iyi bilir. Kimin de doğru yola erip İslam nimetine kavuşacağını da çok iyi bilir.

31

Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah’ındır. O, kötü amellerde bulunanları cezalandıracak, iyi amellerde bulunanları da daha güzeliyle mükafaatlandıracaktır.

Göklerde ve yerde bulunan herşeyin mülkiyeti ancak Allah’a aittir. O, yolundan sapanı da çok iyi bilmektedir, hidâyette olanı da. Böylece kötülük yapanları, yaptıklarıyla cezalandırır. İyilik yapanları da en güzel amelleriyle mükâfaatlandırır. Kendisine isyan edenleri cehennem ateşine koyar. İman edip itaat edenleri ise cennetiyle mükâfaatlandırır.

32

O iyi amellerde bulunanlar, küçük kusurları hariç, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz rabbin, bağışlaması bol olandır. Sizi topraktan yarattığı zaman ve sizler annelerinizin karnında bir cenin iken sizin ne durumda olduğunuzu o çok iyi bilir. Kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takva üzere olduğunu da o çok iyi bilir.

İyilikte bulunanlar o kimselerdir ki, küçük kusurları hariç, Allah'ın haram kıldığı, ona ortak koşma gibi büyük günahlardan ve zina gibi hayasızlıklardan kaçınırlar. Ey Rasûlüm, şüphesiz ki rabbin, büyük günah işlemeyen ve hayasızlık yapmayan günahkârların kusurlarını çokça affedendir. O, sizin atanız Âdem'i topraktan yaratırken ve onun soyundan gelen sizlerin de annenizin rahminde cenin halinde bulunurken çok iyi bilendir. Siz, kendinizi temize çıkarmayın. Zira Allah, kendi cezalandırmasından korkarak emirlerini tutup yasaklarından kaçman takva sahiplerini de çok iyi bilendir.

Âyet-i kerime’de, iyilikte bulunanların sıfatları beyan ediliyor. Bunların, büyük günah işlemekten ve hayasızlıktan kaçınanlar fakat "Lemem" diye adlandırılan küçük günahları işleyebilen kimseler olduklarını beyan ediyor.

Burada zikredilen "Büyük günahlardan maksat, Allah’a ortak koşmak, anaya babaya kötü davranmak, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, yalan söylemek (yalan yere şahitlik yapmak da buna dahildir) namuslu kadınlara zina iftirasında bulunmak, yalan yere yemin etmek, sihir yapmak, savaştan kaçmak ve komşusunun hanımıyla zina etmek gibi günahlardır. Bu hususta daha geniş bilgi için Nisa suresinin otuz birinci âyetinin izahına bakılabilir.

Burada zikredilen "Hayasızlıktan maksat ise, Allah'ın, onu işleyenlere dünyevi eczalar tayin ettiği zina ve benzeri haramlardır.

"Lemem" ise farklı sekilerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Abdurahman b. Zeyd ve Zeyd b. Eslem'e göre âyette zikredilen "Lemem"den maksat, kâfirlerin, müslüman olmadan evvel işledikleri büyük günahlar ve hayasızlıklardır. Bunlar müslüman olduktan sonra Allah bunların geçmişteki bu tür günahlarını affetmiş olur.

Bu izah tarzına göre bu âyet-i kerime’den, insanların, herhangi bir küçük günah işlemlerine ruhsat verildiği manası çıkmaktadır.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Mesruk ve Şa'bî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Lemem"den maksat, küçük günahlardır. Bu hususta Ebû Hureyre (radıyallahü anh)nin, Lemem'in ne demek olduğunu açıklarken şunları söylediği rivâyet edilmektedir. "Lemem, öpmek, sıkmak, bakmak ve dokunmaktır. Sünnet yerleri birbirine dokununca gusletmek gerekir. İşte bu da zinadır." Yine bu hususta Abdullah" b. Abbas, Lemem'i izah ederken şöyle demiştir. "Ebû Hureyre'nin Resûlüllahtan rivâyet ettiği şu hadisin beyân ettiği şeyden "Lemem"e daha çok benzeyen bir şey görmedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"Allah, Âdemoğluna zinadan payını yazmıştır. Âdemoğlu o payına mutlaka ulaşır. Gözün zinası bakmaktır, dilin zinası konuşmaktır. İnsanın nefsi ise zina etmeyi temenni eder ve arzular. İnsanın edep yeri de bütün bunları ya doğrular veya yalanlar. Buhari, K.el-îsti'zan, bab: 12 / Müslim, K.el-Kader, bab: 20, Hadis no: 2657

Görüldüğü gibi Abdullah b. Abbas, gözle namahreme bakmayı, dil ile edebe aykırı laflar söylemeyi ve nefsin, hayasızlık yapmayı arzulamasını "Lemem" olarak izah etmiş ve bunları küçük günahlardan saymıştır. Zinayı ise bunların dışında, büyük günahlardan kabul etmiştir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ebû Hureyre, Hasan-ı Basri ve Ebû Salih'ten nakledilen diğer bir görüşe göre, âyette zikredilen "Lemem"den maksat, zina, hırsızlık ve içki içme gibi günahları işledikten sonra onlardan tevbe etmektir. Bu izaha göre "Lemem" içine düştükten sonra tevbe edilen günahlardır.

Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir:

"Ey Allah’ım, eğer sen günahlarımızı affedersen çokça affedersin. Senin hangi kulun günaha düşmemiştir ki?" Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 53, Hadis no: 3284

Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas, İkrime, Katade ve Dehhak'tan nakledilen başka bir görüşe göre ise "Lemem"den maksat, dünya ve âhirette cezalandırılmaları beyan edilen günahlardan daha hafif olan günahlardır.

Taberi bu görüşü tercih etmiş ve şu âyet-i kerime’nin buna izah ettiğini söylemiştir. "Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız kusurlarınızı örter sizi güzel bir makama koyarız. Nisa Sûresi, âyet: 31

33

Bak. Âyet 34.

34

Ey Rasûlüm, haktan yüzçevireni, mâlından Allah yolunda biraz harcayıp daha sonra harcamamakta direneni gördün mü?

Ey Rasûlüm, Allah’a iman etmekten yüzçeviren, onun dinine sırtını dönen, arkadaşına malından bir kısmını verip daha sonra onu kesen kişiyi gördün mü?

Mücahid, bu âyet-i kerime’nin, Velid b. Muğire hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Velid b. Muğire müslüman olup Resûlüllah’a tabi olmuş bunun üzerine bir kısım müşrikler ona, atalarının dinini terkettiği için ayıplamışlar o da onlara, Allah’ın azabından korkarak iman ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine Velid'i kınayanlardan biri, Velid'in, dinden çıkarak malından kendisine birşeyler vermesi halinde âhirette göreceği azab yükleneceğini ona garanti etmiştir. Bunun üzerine Velid, vermeyi taahhüt ettiği malından bir kısmını vermiş daha sonra cimrileşerek diğer kısmını vermemiştir. İşte âyet-i kerime, dininden dönen ve kendisine, göreceği azabı yüklenmeyi garanti eden arkadaşına az bir şey veren daha sonra da vermeyi taahhüt ettiği malları vermeyen Velid b. Muğire'yi anlatmaktadır.

35

O kimse gaybın ilmine sahip de gerçeği mi görüyor?

Şahsen göreceği azabı, bir kısım mallar vererek başkasına yüklemeyi garanti eden bu kişinin yanında gayb'dan bir bilgi mi var da kendi günahlarının azabını yüklenmeyi garanti eden kişinin âhirette bunu yapabileceğini görüyor?

36

Yoksa Mûsa'nın sabitelerinde olanlar bildirilmedi mî?

Yoksa, günahlarından dolayı âhirette göreceği azabı başkasına yüklemeyi garanti eden o kimseye, İmran oğlu Mûsa'nın sahifelerindeki bilgiler indirilmedi mi?

37

Yine vazifesini yerine getiren İbrahim'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?

Yine ona, vazifesini hakkıyla ifa eden İbrahim'in sahifelerinde olan bilgiler bildirilmedi mi?

Âyet-i kerime’de, Hazret-i İbrahim'in, kendisine yüklenen vazifeyi ifa eden vefakar bir kimse olduğu zikredilmektedir.

Hazret-i İbrahim'in hangi vazifesini ifa etliğinden dolayı böyle isimlendirildiği, farklı şekillerde izah edilmiştir:

Abdullah b. Abbas.-Hazret-i İbrahim'in,"Hiçbir günahkâr kimse bir başkasının günahını yüklenmez." âyetini tebliğ elliği için böyle sıfatlandırdığını söylemiştir. Zira Hazret-i İbrahim gelmeden önce, birbirlerine yakın olan insanlar birbirlerinin suçlarından dolayı cezalandırılmamış. Hazret-i İbrahim gelince, hiçbir kimsenin, bir başkasının suçundan dolayı cezalandırılmayacağı emrini tebliğ etmiştir.

İkrime ise Hazret-i İbrahim'in, bu âyetten itibaren on âyetin hükmünü ümmetine tebliğ elliği için kendisine bu sıfatın verildiğini söylemiştir.

Katade, Said b. Cübeyr, Süfyan es-Sevrî, İbrahim en-Nehaî ve İbn-i Zeyd'e göre ise Hazret-i İbrahim'e böyle bir sıfatın verilmesinin sebebi, Allah’a itaatini tam olarak yerine getirmesinden ve gönderdiği hükümleri yarattıklarına tam olarak tebliğ etmesindendir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre ise Hazret-i İbrahim'e "Vefakâr" denilmesinin sebebi, rüyasında oğlunu boğazlamasının emredildiğini görünce o emri yerine getirmeye karar verip işe girişmesindendir.

Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe güre ise Hazret-i İbrahim'e "Vefakâr ve vazifelerini yerine getiren" denilmesinin sebebi, rabbine karşı İslam şeriatının bütün hükümlerini yerine getirmesindendir. Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "İslam otuz kısımdan ibarettir. Bu din uğrunda imtihan edilip onu tam olarak ayakta tutabilen sadece İbrahim olmuştur. Bu sebeple Allahü teâlâ onun için: "Vefakâr ve vazifesini yerine getiren İbrahim." ifadesini kullanmıştır. Ve Allahü teâlâ, onun, cehenemden beri olduğunu beyan etmiştir.

Ebû Ümame el-Bahilî'ye göre ise Hazret-i İbrahim'e böyle denilmesinin sebebi, günlük amellerini hakkıyla yerine getirmesi ve gündüzleri dört rekat namaz kılmasıdır.

Enes b. Mâlik ise Hazret-i İbrahim'e bu sıfatın verilmesinin sebebinin, Hazret-i İbrahim'in, sabah akşam şu âyeti okuması olduğunu söylemiştir. "O halde akşama girerken de sabaha ererken de Allah'ı tenzih edin. (Namaz kılın)" Rum .Sûresi, Âyet: 17

Taberi, bu görüşlerden tercihe şayan olanının, Hazret-i İbrahim'in, bütün İslami hükümleri ve Allah'ın kendisine emrettiği şeyleri yerine getirdiği için kendisine "Vefakâr" denildiği şeklindeki görüş olduğunu beyan etmiştir. Zira ona göre âyet genel mana ifade etmektir. Bu sebeple belli bir olaya tahsis edilmesi doğru olmaz.

38

Hiçbir günahkar kimse bir başkasının günahını yüklenmez.

Mûsa ve İbrahim'in kitabındaki bilgilerden bir kısmı da şudur: "Hiçbir günahkar kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Her günahkar kendi günahının cezasını çeker.

Velid b. Muğire gibileri, günahlarını başkalarına yükleyeceklerini sanmasınlar.

39

İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.

Yine bildirilmemiş midir ki, kişi ancak kendi çalıştığının karşılığım görür. Hayır işlemişse mü kafa atını, şer işlemişse cezasını görecektir.

40

İnsanın yaptığı amelin karşılığı mutlaka görülür.

Her amel işleyen, kıyamet gününde, yaptığı amelin karşılığını mutlaka görür. Yaptığı amel hayır ise sevabını, şer ise cezasını bulur. Kimse kimsenin günahından dolayı cezalandırılmaz.

41

Sonra yaptıklarının karşılığı ona tamamen verilecektir.

42

Sonunda mutlaka rabbine varılacaktır.

43

Şüphesiz ki güldüren de ağlatan da O'dur.

44

Öldüren de dirilten de O'dur.

Allah, ahirette, kullarına vaadettiği mükafaatı tam olarak verir. Ey Rasûlüm, bütün yaratıkların varacakları son merci rabbindir. Onların amellerinin karşılığını verecek olan da O'dur. Cennetlikleri cennette güldürecek olan da, cehennemlikleri cehennemde ağlatacak olan da O'dur. Yarattıktan sonra canlıları öldüren de O'dur. Nutfeye hayat vererek onu canlı hale getiren, insanları, öldükten sonra tekrar diriltecek olan da O'dur.

45

Bak. Âyet 46.

46

Rahme dökülen meniden iki çifti, erkeği ve dişiyi yaratan O'dur.

47

Öldükten sonra dirilten de O'dur.

Varlıkları erkekli dişili olarak, rahme dökülen meniden çift çift yaratan da O'dur. Bunlar öldükten sonra tekrar diriltecek olan da O'dur.

48

Zengin eden de O'dur. İnsanlara, muhtaç oldukları şeyleri veren de O'dtır.

Bu âyet-i kerime’yi miifessirler çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.

Ebû Salih: "Zengin eden de O'dur küle veren de O'dur." şeklinde izah etmiş, Mücahid, Hasan-ı Basrî ve Katade ise: "Zengin eden de O'dur, hizmet ettiren de." şeklinde izah etmişlerdir.

Abdullah b. Abbas ve Mücahid: "Zengin eden de O'dur, razı eden de." şeklinde açıklamışlar, Mutemir'in babası Süleyman da: "Zengin kılan da O'dur, yaratıkları kendisine muhtaç kılan da O'dur." diye izah etmiş İbn-i Zeyd ise: "Yaratıklarından dilediğini zengin eden de O'dur, dilediğini fakir kılan da O'dur." şeklinde açıklamış ve şu Âyeti okumuştur. "Göklerin ve yerin anahtarları onundur. O, dilediğinin rızkını genişletir dilediğinin rızkım daraltır. Şüphesiz ki o, herşeyi yok iyi Şura Surçsi, fiyel: 12 bilendir."

49

"Şi'râ" yıldızının rabbi de O'dur.

Araplar, "Sirius" diye adlandırılan bu parlak yıldıza tapıyorlardı. Bu sebeple âyet-i kerime, Şi'ra'nın rabbinin de Allahü teâlâ olduğunu açıklamakta ve onu bırakıp Allahü teâlâya kulluk etmelerini emretmektedir.

50

İlk Âd'ı helak eden de O'dur.

Âyette zikredilen "ilk Âd"dan maksat, İrem oğlu Âd'dır. Allahü teâlâ bunları, uğultu çıkararak esen ve herşeyi kasıp kavuran bir rüzgarla helak etmiştir. Diğer âyetlerde de bu hususta şöyle buyurulmaktadır: "Âd kavmi ise, uğultu çıkaran çok soğuk ve azgın bir rüzgarla helak edildi." "Allah (onların köklerini kesmek için) o kasırgayı yedi gece sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden sökülmüş kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün." "Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü? Hakka sûresi, Âyet: 6-8

İrem'in soyundan gelen Âd kavmine "Birinci Âd" denmesinin sebebi, ilk azaba uğrayanların bunlardan olmasındandır. Bunlar helak edildiği zaman ikinci Ad kavmi Mekke civarında yaşıyordu. Bunlar da birbirlerine zulmettiler ve birbirlerini öldürerek helak oldular.

51

Semud'u yok edip geride hiçbir kimse bırakmayan da O'dur.

52

Ad ve Semud kavimlerinden önce Nuh kavmini helak eden de O'dur. Onlar daha zalim ve daha azgın idiler.

Semuci kavmini helak eden de Allah’tır. O onları öyle helak etmiştir ki geride hiçbir kimse bırakmamıştır. Onların üzerine bir çığlık göndermiş ve onları, ağılcının ağılını çevirdiği kuru çalı çırpı gibi kırıp mahvetmiştir. Bu iki kavimden önce Nuh kavmini helak eden de Allah’tır. Onlar, kendilerine daha fazla zulmeden ve rablerini daha fazla inkâr eden kimselerdi. Zira Nuh onları dokuzyüz elli sene hak dine çağırmış fakat onlar İnkârcılıklarında ısrar etmişlerdi.

53

Lût kavminin altı üstüne gelen memleketini yere gömen de O'dur.

Lût kavminin ülkesi olan Sodom'un da üstünü altına getirerek yerin dibine sokan Allah’tır.

Allahü teâlânın, Cebrâil'e emrederek bu ülkeyi göklere doğru kaldırttığı sonra da ters yüz ettirerek yere bıraktırdığı Rivâyet edilmiştir.

54

Onları o kuşatan azap kuşatmıştı.

O ülkeyi öyle kızgın taşlarla kapladı ki o taşları onların üzerine yağmur gibi yağdırdı. Bu husus başka âyetlerde de şöyle beyan edilmektedir. "Azap emrimiz gelince yaşadıkları ülkenin üstünü altına çevirdik. Üzerine, rabbin tarafından işaretlenmiş kızgın taşları sağanak halinde yağdırdık. Bu azap, zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir. Hud Sûresi, Âyet: 82-83

55

O halde ey insan, rabbinin hangi nimetlerinden şüphe edebilirsin?

O halde ey Âdemoğlu, rabbinin sana lütfettiği nimetlerden hangisi hakkında şek ve şüphe edebilir ve tartışmaya girişirsin?

56

Bu peygamber de önceki uyarıcılardan biridir.

Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bu izahlardan biri, Katade ve Ebû Cafer'den nakledilen izah şeklidir. Meal buna göre hazırlanmıştır. Ebû Malik'ten nakledilen diğer bir izah şekline göre ise âyetin manası şöyledir: "Ey insanlar, sizleri uyardığım bu tür hadiseler sizden önceki ümmetleri de uyardığım hadiselerdir. İbrahim ve Mûsa'nın sahifelerinde de aynı uyanlar mevcuttur.

Taberi âyetin bu şekilde izahını tercih etmiştir. Zira işaret zamiri daha önceki âyetlerde zikredilen olayları göstermektedir.

57

Kıyamet yaklaştı.

58

Kıyameti Allah'tan başka kimse açığa çıkaramaz.

Ey insanlar, kıyametin kopması artık yaklaşmıştır. Fakat onu Allah’tan başka onaya çıkaracak hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Onun kopma zamanını Allah’tan başka hiçbir kimse bilemez.

59

Siz bu kelama şaşıyor musunuz?

60

Gülüyor da ağlamıyorsunuz?

Ey insanlar, siz bu Kur'an'ın, Muhammed'in üzerine inmesine şaşıyor musunuz?. Onu alaya alarak gülüp eğleniyorsunuz. Onun, isyankarları tehdit eden cezalardan dolayı ağlamıyorsunuz.

61

Gaflet içinde oyalanıyorsunuz.

Abdullah b. Abbas bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Sizler, Kur'an okunurken şarkı söyleyip eğleniyorsunuz."

Mücahid ise: "Sizler Kur’an’ı dinlerken yüzünüzü asıyorsunuz." şeklinde izah etmiştir.

62

Artık Allah’a secde edin ve sadece ona kulluk yapın.

Ey insanlar, namazlarınızda sadece Allah’a secde edin ve yalnızca ona kulluk edin. Zira kulluk yapılmaya layık olan sadece O'dur.

Abdullah (radıyallahü anh) diyor ki:

"Kendisinde secde âyeti bulunarak indirilen ilk Sûre Necm süresidir. Resûlüllah bu Sûre inince secdeye vardı. Bir kişi hariç onun arkasında bulunan herkes secdeye vardı. O kişi ise bir avuç toprak alıp alnına koydu. (Bu şekilde secde etti) Daha sonra ben onun kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm. O kişi, Ümeyye b. Halef'di Buhari, K Tefsir el- Kur'an Sûre 53, bab: 4

Diğer bir Rivâyette ise Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Necm suresini okuyunca Resûlüllah secde etti. Onunla birlikte bulunan müslümanlıır, müşrikler, cinler ve bütün insanlar secde ettiler.

0 ﴿