VAKIA SÛRESİ

Vakıa suresinin 81. ve 82. Âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur ve doksan altı âyettir.

Bu mübarek Sûre, gerçekleşmesi mutlak olan bir vakıayı haber vererek başlıyor. Gerçekleşecek olan o büyük olay, kıyamet olayıdır. Sûre-i Celile, kıyametin nasıl meydana geleceğini, bir kısım insanların dünyada işlemiş oldukları salih amellerle yüksek derecelere ereceklerini, bir kısım insanların da işledikleri günahlar sebebiyle azaltılacaklarım haber vermektedir. Amel defterleri sağ taraflarından verilenlerin mutlu insanlar, sol taraflarından verilenlerin de bedbaht insanlar olacakları beyan edilmektedir.

Sûre-i celilede, dünyadaki salih amelleri sebebiyle âhirette nimetlere erişecek olanların mutlu hayatları ve görülmedik nimetlerle taltif edilecekleri uzun uzun anlatılmakta ve yine, dünyada kötü amel işleyenlerin işledikleri günahları sebebiyle cezaya müstahak olacakları ve çok kötü muameleye tabi tutalarak azap çekecekleri beyan edilmektedir. Onların, cehennemde karınlarını zakkum ağacından yiyerek dolduracakları haber verilmektedir.

Sûre-i celilede devamla, mahlukâtın var edilişi, bitki ve insanların türeyip üremelerinin hep Allah'ın takdiriyle meydana geldiği beyan edilmekte, insanların bu dünyada faydalandıkları bütün nimetlerin yine Allah'ın bir lütfü olarak biz kullara sunulduğu haber verilmektedir.

Sûre-i edilenin son kısmında, Allahü teâlâ, yıldızların mevkilerine yemin ederek, Kur'an-ı Kerimi kendisinin indirdiğini ve onun Levh-i Mahfuzda korunmuş olduğunu ve ona, tertemiz olanlardan başkasının el süremeyeceğini beyan etmektedir.

Sûre-i celile, inkârcıların ahvalinin ne olacağım, bu kötü durumdan kurtulmanın tek çaresinin de Allah’a teslim olmak olduğunu beyan eden şu âyetlerle sona ermektedir. "Eğer ölen kimse, Allah'ın rahmetine yaklaştırılanlardan ise, onun için huzur, güzel rızık ve naim cennetleri vardır." "Eğer amel defteri sağ tarafından verilenlerden ise ona "Selam olsun sana, sen, amel defteri sağ tarafından verilenlerdensin." denir. "Eğer yalanlayan sapıklardan ise onun için kaynar su ile ağırlanmak ve cehenneme atılmak vardır." "İşte kesin gerçek budur." "Öyle ise yüce rabbinin ismini tesbih et.” Vakıa Sûresi, 56/88-96

Vakıa Sûresinin Fazileti

Abdullah b. Abbas diyor ki;

"Birgün Ebubekir (radıyallahü anh) "Ey Allah'ın Resulü, başına ak düştü." (İhtiyarladın) dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Beni, Hud, Vâkıa Mürselat, Amme Yetesâelûn ve İzeşşemsu Kuvviret ihtiyarlattı." buyurdu. Tirmizî, K. Tefsirel-Kur'an, Sûre: 56, bab: 6. Hadis no: 3297

Cabir b. Semüre şöyle demiştir:

"Resûlüllah namazlarını, bugün sizin kılmış olduğunuz şekilde kılıyor fakat o, hafifletiyordu. Onun namazı sizin namazlarınızdan daha hafifti. O sabah namazında Vakıa ve benzeri sureleri okuyordu. Ahmed b. Hanbel, Müsned.C.5, S.104

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

“Mutlaka kopacak olan kıyamet gerçekleştiği zaman.”

2

“Onun gerçekleşmesini yalanlayacak hiçbir kimse yoktur.”

Sur'a üflendiği zaman kıyamet kopunca artık onu geri çevirecek hiçbir kimse yoktur. Onu gören herkes onun meydana geldiğine inanmak zorunda kalacak ve onu yalanlama imkânı bulamayacaktır.

3

“O, bir kısım insanları alçaltacak bir kısım insanları da yükseltecektir.”

Kıyametin kopması, dünyada üstünlük taslayanlara boyun eğdirip cehennem ateşine sevkedecek ve orada ezilenleri ise yükseltip Allah'ın rahmetine ve cennetine sevkedecektir.

Bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah edenler de olmuştur: "Kıyametin kopması sesini alçaltacak ve koptuğunu yakında bulunanlara duyuracak, sesini yükseltecek ve koptuğunu uzakta olanlara duyuracaktır. Böylece kıyametin kopmasını duyma bakımından yakında ve uzakta olanlar arasında fark kalmayacaktır.

4

“Yer, şiddetle "sarsıldığı zaman,

5

Bak. Âyet 6.

6

“Dağlar ufalanıp uçuşan tozlar haline geldiği zaman.”

Bu âyet-i kerimeler, kıyametin ahvalini bildirmekte ve dağların adeta un haline getirilip savurulacaklarını haber vermektedir.

Âyet-i kerime’de "Tozlar" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr ve Mücahid'e göre "Bir delikten oda içine giren güneş ışınlan içerisinde görülen zerreciklerdir." Hazret-i Ali'ye göre bu, hayvanların yürürken çıkardıkları toz demektir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu, "Kıvılcım" demektir. Katade'ye göre ise "Çer çöp" demektir. Bu izahlara göre kıyamet gününde dağlar, güneş ışınlan i-çindeki zerreler veya yükselen tozlar yahut çıkan kıvılcımlar ya da rüzgarın sağa sola savurduğu çer çöp gibi olacaklardır.

7

“Ve sizler üç sınıfa ayrıldığınız zaman.”

Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de insanların kıyamette üç sınıfa ayrılacaklarını beyan etmektedir. Gelecek Âyetlerde de belirtileceği gibi bunlardan birincisi, amel defterleri sağlarından verilenlerdir. Bunlar cennetliklerdir. İkincisi ise amel defterleri sollarından verilenlerdir. Bunlar da cehennemliklerdir. Üçüncü sınıf ise Allah'ın en öne geçirdiği bir guruptur. Bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerden daha üstündürler. Bunların içinde peygamberler, siddıyklar ve şehitler bulunacaktır.

8

“Amel defterleri sağlarından verilenler. Ne mutlu insanlardır amel defterleri sağlarından verilenler.”

Amel defterleri sağ taraflarından verilen bu topluluk, sağ taraftan cennete götürüleceklerdir.

9

“Amel defterleri sollarından verilenler. Ne bedbaht insanlardır amel defterleri sollarından verilenler.”

Amel defterleri sol taraflarından verilen bu zümre de sol taraftan cehennem ateşine götürüleceklerdir.

Muaz b. Cebel diyor ki:

"Resûlüllah bu iki âyeti okudu ve iki avucuna bir şeyler doldurdu ve sağ elini göstererek şöyle buyurdu; "İşte bunlar cennettedir. Artık endişem yoktur." Sonra (sol elini göstererek) işte bunlar da cehennemliktir. Artık endişem yoktur." buyurdu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5t S.239

10

“(Dünyada) hayır için önde gidenler (âhirette de) öndedirler.”

Âyet-i kerime’de zikredilen "Önde gidenler"den maksat, İbn-i Sîrîn'e göre, iki kıbleye karşı (Önce Kudüs'e karşı, kıble değiştirildikten sonra da Mekke'ye karşı) namaz kılanlardır.

Osman b. Ebi Sevda'ya göre ise "Önde gidenler"den maksat, camilere önce gidenler ve Allah yolunda cihada önce koşanlardır.

Muhammed b. Kâ'b ve Yakub b. Mücahid'e göre ise "Önde gidenler"den maksat, peygamberlerdir. Süddi'ye göre ise "A'la-i İlliyyîn"e yükseltilecek olanlardır.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre ise bunlar, Hazret-i Mûsa'ya iman etmeye koşan, Yûşâ b. Nun, Hazret-i İsa'ya iman etmeye koşan Âl-i Yâsîn, Hazret-i Muhammed'e iman etmeye koşan Hazret-i Ali'dir.

Hasan-ı Basrî ve Katade ise âyette zikredilen "Önüe gidenler" den maksat, her ümmetin hayira önce koşanlarıdır.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Resûlüllah şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allah'ın var ettiği gölgeye koşacak olanlar kimlerdir biliyor musunuz?" Sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler. Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerine hak verildiğinde kabul ederler. Kendilerinden hak istendiğinde onu da verirler. İnsanlara kendi haklarında verdikleri karar gibi hüküm verirler. Ahmed b. Ikınbel, Müsnetl, C.6, S.67-69 8/131-132.

11

“İşte onlar, Allah’a yaklaştırılanlardır.”

12

“Onlar, naim cennetlerindedirler.

Allah, işte bu hayırda yarışanları kıyamet gününde nimetlerle dolu cennetine koyarak kendisine yaklaştıracaktır.”

13

Bak. Âyet 14.

14

“Onların çoğu evvelkilerden birazı da sonrakilerdendir.”

Hayır için önde giden bu kimseler, öncekilerden büyük bir topluluktan, sonrakilerden de az bir cemaatten oluşacaktır.

Âyette zikredilen "Evvelkiler" ve "Sonrakiler" ifadelerinden kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.

Mücahid ve Hasan-ı Basrî'ye göre "Evvelkiler"den maksat, "Geçmiş ümmetler" "Sonrakilerden maksat ise "Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in ümmetidir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Buna göre hayıra koşuşan ve bu sebeple Allah’a yaklaştırılıp naim cennetlerine konacak insanların çoğu, geçmiş ümmetlerden, azı ise Muhammed ümmetinden olacaktır.

İbn-i Sîrîn'e ve Hasan-ı Basrî'den nakledilen ikinci bir görüşe göre burada zikredilen "Evvelkiler" ve "Sonrakiler"den maksat, Muhammed ümmetinin önce geçenleriyle sonra gelenleridir.

15

Bak. Âyet 16.

16

“Onlar, kıymetli şeylerle işlenmiş tahtlara karşılıklı yaslanırlar.”

"Kıymetli şeylerle işlenmiş" diye tercüme edilen (......) kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Mücahid, İkrime, Said b. Cübeyr, Zeyd b. Eşlem, Katade ve Dehhak'a göre "Altın ve benzeri mücevheratla örülmüş" demektir.

Süddi de "Altın ve inci ile örülmüş" demek, olduğunu, İkrime ise "İnci ve yakutlarla örülü" demek olduğunu söylemişlerdir. Bu izaha göre, hayırda önde gidenler âhirette altın ve çeşitli mücevheratlardan örülmüş tahtlar üzerinde karşı karşıya oturacaklardır.

Ali b. Ebi Talha'nın Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise en maksat "Sıra sıra dizilmiş" demektir.

Bu izaha göre ise hayırda önde gidenler, âhirette sıra sıra dizilmiş tahtlar üzerinde karşı karşıya oturacaklardır.

17

Bak. Âyet 21.

18

Bak. Âyet 21.

19

Bak. Âyet 21.

20

Bak. Âyet 21.

21

“Ölümsüz gençler onların etrafında, bardaklar, ibrikler, baş ağrısı yapmayan ve aklı gidermeyen, cennette akan şaraplardan doldurulmuş kaseler, beğendikleri meyveler ve arzuladıkları kuş elleriyle dolaşırlar.”

Allahü teâlâ bu âyetlerde, naim cennetlerinde kendisine yaklaştırdığı ha-yıra koşan insanlara cennette nasıl ikramlarda bulunacağını beyan ediyor, onların tatlı sular içeceklerini, sevdikleri meyveleri yiyeceklerini ve arzuladıkları kuş etleri yiyeceklerini ve bunları kendilerine sunacak özel hizmetçiler bulunacağını beyan ediyor.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Ölümsüz gençler" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Mücahid'e göre aynı yaşta olan, hiç değişmeyen ve ölmeyen gençler demektir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

Diğer bir kısım âlimlere göre ise bu ifadeden maksat, "Kulakları küpeli, kollan bilezikli gençler" demektir.

22

Bak. Âyet 24.

23

Bak. Âyet 24.

24

“Ayrıca onlar için cennette, işledikleri amellerin mükâfaatı olarak sedef içinde (el değmemiş) inciler misali iri gözlü huriler vardır.”

Cennette, bu dünyadayken hayıra koşanlara, gözlerinin beyazı çok beyaz, siyahi da çok siyah olan güzel gözlü huriler vardır. Bu huriler, tenlerinin beyazlığı ve güzelliği bakımından sedefin içindeki inciye benzerler. Bu nimetler onlara, dünyada yaptıkları amellerin karşılığı olarak verilmiştir.

Âyette zikredilen "Huri" kelimesi, bazı müfessirlere göre, gözünün siyahı çok siyah, beyazı da çok beyaz ve büyük gözlü olan manasınadır.

Bazı müfessirlere göre ise huri kelimesi, "Dünyada yaşamış olan saliha kadınlardır."

Mücahid, "Hurilerin" "Zağferan" denen kokulu ottan yaratıldıklarını söylemiştir. Yine Mücahid, hurilere bu adın verilmesinin sebebinin, kendilerine bakanları hayrete düşürüp şaşkına çevirmeleri olduğunu söylemiştir.

25

Bak. Âyet 26.

26

“Onlar orada ne boş bir söznede insanı günaha sokacak bir şey işitirler. İşittikleri, söz sadece, karşılıklı "Selam" "Selam"dır.”

Dünyadayken hayira koşanlar, cennette ne boş ne de çirkin bir söz işitirler. Onlar orada sadece birbirlerini selamlama sözlerini işitirler.

Allahü teâlâ bundan önceki âyetlerde, hayır işlemeye koşuşanlara âhirette ne tür nimetler vereceğini beyan etmiş bundan sonra gelen âyetlerde ise amel defterleri sağlarından verilenlere âhirette verilecek nimetleri zikretmiştir.

27

“Amel defterteri sağlarından verilenler, ne mutlu insanlardır amel defterleri sağlarından verilenler.

28

“Onlar, dikensiz sedir ağaçları. “

29

“Meyveleri birbiri üzerine yığılmış muz ağaçları,”

30

“Uzanmış gölgeler”

31

“Çağlayan sular."

32

Bak. Âyet 34.

33

Bak. Âyet 34.

34

“Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve kabartılmış yüksek döşekler üzerindedirler.”

"Amel defterleri sağlarından verilenler" diye tercüme edilen den maksat, bazı âlimlere göre mealde zikredildiği gibidir.

Bazılarına göre ise sağ taraftan cennete götürülenlerdir.

Hazret-i Ali'den nakledilen bir görüşe göre ise bunlar, mü’minlerin çocuklarıdır.

Âyette zikredilen ve "Dikensiz" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, İkrime, Katade, Ebû el-Ahves ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre "Dikeni koparılmış" demektir. Mücahid, Dehhak ve Said b. Cübeyr'e göre ise: "Meyvelerinin büyüklüğünden dallan eğilmiş Buhari, K.Tefsirel-Kur'an, Sûre: 56, Bab: 1 demektir. Bkz. Tirmizî, K.Tefsir et-Kur'an, Sûre: 56, bab: 2, Hadis no: 3293

Âyet-i kerime’de, cennetteki gölgelerin uzun olacağı zikredilmektedir. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) Resûlüllahin bu hususta şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"Cennette öyle ağaçlar vardır ki, binekli bir insan onun gölgesinde yüzde bitip tükenmeyen ve engellenmeyen meyvelerin bulunduğu zikredilmektedir. Cennetteki meyveler, dünyadaki meyvelerde olduğu gibi bitip tükenmeyecekler, yaz ve kış meyveleri devamlı olarak bulunacaktır. Meyvelerin toplanmasında da, diken, uzaklık vb. engeller bulunmayacaktır.

Âyet-i kerime’de, "Ashabul Yemine"e yüksek döşekler serileceği zikredilmektedir. Ebû Said el-Hudri, Resûlüllah’ın bit âyet hakkında şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir:

"Döşeklerin yüksekliği yerle gök arası kadardır. Gökle yer arasıdaki mesafe ise beş yüz yıllık mesafe kadardır. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 56, bab: 3

35

“Biz, cennetteki kadınları yeniden yarattık.”

36

Bak. Âyet 38.

37

Bak. Âyet 38.

38

“Ve onları, amel defterleri sağlarından verilenler için bakireler, kocalarına sevimliler ve birbirlerinin akranları kıldık.

Âyet-i kerime’de, cennetteki kadınların yeniden yaratıldıkları zikredilmektedir.

Ebû Ubeyde bu kadınların, daha önce zikredilen huriler olduklarını söylemiş Ahfeş ise bunların, daha önce zikredilen huriler olmadıklarını söylemiştir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kadınları yeniden yaratacağını bildirmektedir. Resûlüllah’ın, bu âyet-i kerime’nin izahında şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir:

Allah'ın yeniden yaratacağı bu kadınlardan bazrlan da dünyada iken gözleri zayıflamış ve çapaklanmış ihtiyar kadınlardır. Tirmizî. K.Tefsir el-Ktıı'un, Sûre: 56, bab: 5, Hadis no: 3296 Bu kadınların, aynı zamanda bakire olacakları da bildirilmektedir.

Ümmü Seleme'nin: "Biz, cennetteki kadınları yeniden yarattık ve onları, amel defterleri sağlarından verilenler için bakireler, kocalarına sevimliler ve birbirlerinin akranları kıldık." âyetlerinin izahını Resûlüllahtan sorduğu, Resûlüllah’ın da ona şu cevabı verdiği rivâyet edilmektedir. "Bunlar, dünyada iken gözleri çapaklanmış, saçları ağarmış ihtiyar kadınlardır. Allah bunları, dünyada yaşlandıkları halde âhirette bakire kızlar olarak yaratacaktır."

Âyet-i kerime’de, cennetteki kadınların, kocalarına sevimli oldukları zikredilmektedir. Bu sıfat kelimesi ile ifade edilmektedir. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak ve Ümmü Seleme'den, bu kelimeyi bu şekilde izah ettikleri Rivâyet edilmiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu kelimenin manası "Kocalarına âşık olan, onları arzulayan, onlara yumuşak davranan." demektir. İkrime'ye göre bu kelimenin manası "Kocalarına naz ve cilve yapan" Zeyd b. Eşlem ve oğluna göre ise "Tatlı dilli olan" Said'b. Cübeyr, Hasan-ı Basri ve Abdullah b. Ubeydııllah'a göre ise bunun manası "Kocalarına karşı istekli kadınlar" demektir. Temim b. Hazlem'e göre ise bu kelimenin manası "Kocalarına iyi kadınlık yapan ve itaatkâr olan iyi kadınlar" demektir.

Âyet-i kerime’de, cennetteki kadınların aynı yaşta olacakları zikredilmektedir. Abdullah b. Abbas, cennetteki kadınların yaşlarının otuz üç olacağını söylemiştir.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) Resûlüllah’ın, cennetteki huriler hakkında şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir.

"Cennette hurilerin toplandıkları bir yer vardır. Onlar seslerini yükseltirler. Yaratıklar, onların sesi gibi bir ses işitmemiştir. Onlar şöyle derler: "Biz, ebedi kalanlarız, yok olmayacağız. Biz, yumuşağız, sert olmayız. Biz, razı olanlarız, kızmayız. Ne mutlu o kimselere ki onlar bizim içindir biz de onlar içiniz. Tirmizi, K.el-Cennet, bab: 24, Hadis no: 2564

39

Bak. Âyet 40.

40

“Amel defterleri sağlarından verilenlerin bir kısmı evvelkilerden bir kısmı da sonrakilerdendir.”

Kendilerine zikredilen bu nimetlerin verileceği insanlar, öncekilerden bir topluluk ve sonra gelenlerden bir topluluktur.

Hasan-ı Basrî buradaki, evvelkilerden maksadın, geçmiş ümmetler olduğunu, "Sonrakilerden" maksadın ise Muhammed ümmeti olduğunu söylemiş,' Abdullah b. Abbas ise buradaki evvelkilerin de sonrakilerin her ikisinin de Muhammed ümmetinden olacağını Rivâyet etmiştir.

Peygamber efendimiz, Muhammed ümmetinin, cennet ehlinin en kalabalık ümmeti olacağını beyan eden hadis-i şerifler irad buyurmuştur.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"Bir gün Resûlüllah bize bir hutbe okudu. O, sırtını deriden yapılma bir çadıra yaslamıştı. Şöyle buyurdu: "Dikkat edin. Cennete ancak müsüman olan bir kişi girebilir. Ey Allah'ım, tebliğ ettim mi? Ey Allah’ım sen şahit ol. Sizler cennetliklerin dörtte biri olmayı ister misiniz?" diye sordu. Yine "Evet Ya Resûlallah" dedik. Resûlüllah tekrar: "Ben umarım ki sizler, cennetliklerin yarısı olursunuz. Geçmiş ümmetlere göre sizler, beyaz bir öküzün tüyleri içinde beyaz bir tüy gibisiniz. Müslim, K,el-İman, balı: 378, Hadis No: 221 buyurdu.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"Bir gece Resûlüllah’ın yanında uzunca konuştuk. Sabahleyin tekrar ona gittik. Sonra o bize şöyle buyurdu: "Bu gece peygamberler ümmetleriyle birlikte bana gösterildi. Bazı peygamberler yanlarında üç kişi ile bazıları bir toplulukla bazıları tek bir kişiyle bazıları da yanlarında hiçbir kimse olmadığı halde gelip geçtiler. Nihâyet yanımdan Mûsa geçti. Onunla birlikte, İsrailoğullarından birbirlerine kenetlenmiş bir topluluk vardı. Onlar benim hoşuma gitti. "Bunlar kimdir?" diye sordum. Bana: "Bu kardeşin Mûsa'dır, yanındakiler de İsrailoğulları." dediler. Dedim ki: "Benim ümmetim nerede?" Bana: "Sağ tarafına bak." denildi. Bir de baktım ne göreyim, insanların yüzlerinden tepeler görünmez olmuş. Sonra bana "Sol tarafına bak." denildi. Soluma baktım bir de ne göreyim insanların yüzleri ufukları kaplamış. Sonra bana: "Memnun oldun mu?" denildi. Ben de: "Memnun oldum rabbim, memnun oldum ey rabbim." dedim. Sonra bana: "Bu adamlarla birlikte yetmiş bin kişi hesap sorulmadan cennete girecektir." denildi. Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Resûlüllah devamla şöyle buyurdu: "Babam anam size feda olsun. Bu yetmiş bin kişinin içinde olabilirseniz olun. Bunlar erişemezseniz tepelerin adamlarından olun. (Bu tepeleri dolduran adamlara olun) Bunlara da yetişemezseniz ufukların adamlarından olun. Zira ben bunların dışında, birbirine giren insanlar gördüm." Bunun üzerine Ukkaşe b. Mihsan ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü, Allah’a dua et beni de onlardan eylesin." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Bu hususta Ukkaşe seni geçti." buyurdu.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Sonra biz kendi aramızda konuştuk ve "Acaba bu yetmiş bin kişi kimler olabilir?" dedik. Ve biz, bunların, İslam geldikten sonra doğan ve hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmadan ölenlerdir." dedik. Böyle söylediğimiz Resûlüllah aulaşmış. Resûlüllah şöyle buyurdu: "Onlar, (hayvanları) dağlama yapmayan, muska yapılmasını istemeyenler, bazı şeylerden uğur beklemeyen ve sadece rablerine tevekkül edenlerdir. Ahmed b. Hanbel, C.1, S.401-420. Bu hadîs-i şerifler, Buhari ve Müslim'de daha kısa bir şekilde, Abdullah b. Abbas'tan rivâyet edilmişlerdir. Bkz. Buhari, K.et-Tıb, bab: 17

41

“Amel defterleri ollarından verilenler, ne bedbaht insanlardır, amel defterleri sollarından verilenler.”

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, peygamberi Hazret-i Muharnmed'e sol taraftan alınıp cehennem ateşine sevkedilecek olan ashab-ı şimalin haline şaşılacağını bildiriyor. Bundan sonra gelen âyet-i kerime’de ise onlara ne türlü azaplar yapılacağını beyan ediyor.

42

“Onlar, vücudun delikciklerinden işleyen alevli bir ateş ve kaynar su içindedirler."

43

“Kapkara bir dumanın gölgesi altındadırlar.”

44

“O gölge onlara ne bir serinlik verir, ne de bir fayda…”

Evet, cehennemin gölgesi, dünyadaki diğer eşyaların gölgesi gibi insanlara serinlik vermez. Bilakis iyice yakar. Zira o gölge, cehennemin ateşinden çıkan siyah dumanın gölgesidir. O gölgeden hiçbir fayda yoktur. Çünkü o, altında gölgelenecek olanlara eziyet verecektir.

45

“Çünkü dünyada onlar, refah içinde yüzerlerdi.”

46

“Büyük günahı işlemede ısrar ediyorlardı.”

Çünkü, sol taraftan cehenneme sevkedilecek olan bu insanlar, dünyada iken kendilerine bol nimetler verilen kimselerdi. Buna rağmen onlar, en büyük günah olan, Allah’a ortak koşma günahını işlemeye devam ediyorlardı. O günahtan ne vaz geçiyor ne de tevbe ediyorlardı.

47

"Ölüp toprak ve kemik olduğumuz bir zaman mı, biz mi tekrar dirileceğiz?”derlerdi.

48

“Önceki atalarımız da mı?"

49

Bak. Âyet 50.

50

“Ey Peygamber, sen onlara şöyle de: "Şüphesiz ki öncekiler de sonrakiler de belli bir günün, belli bir vaktinde mutlaka toplanacaklardır.”

Amel defterleri sol taraflarından verilecek olan bu insanlar dünyada iken, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederek şöyle derlerdi: "Bizler ölüp toprak ve kemik olduktan sonra mı? Bizler mi diriltilecek misiz? Bizim önceki atalarımız ne olacak? Ey Rasûlüm, sen, amel defterleri sol taraflarından verilecek olan bu insanlara de ki: "Sizden önce gelen atalarınız da onlardan sonra gelen sizler de belli bir günde belli bir alana toplanacaksınız. İşte o gün, kıyamet günüdür.

51

“Sonra siz, ey doğru yoldan sapan ve hakkı yalanlayanlar."

52

“Siz, cehennemde mutlaka "Zakkum" ağacından yiyeceksiniz.”

53

“Karınlarınızı onunla dolduracaksınız."

54

Bak. Âyet 55.

55

“Üzerine de susuz devenin içişi gibi kaynar su içeceksiniz.”

56

“İşte hesap günü onlara verilecek ziyafet budur.”

Sonra sizler, ey hidâyetten sapan, Allah'ın beyan ettiği ceza ve vaadleri yalanlayan sapıklar, sizler, cehennemde zakkum ağacından yiyecek, karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Bundan dolayı da şiddetli bir susuzluk hissedeceksiniz. Üzerine kaynar suları, susuzluk hastalığına yakalanan devenin içmesi gibi içeceksiniz. İşte bu gibi insanların cezalandırılma günü olan kıyamet günündeki ağırlanmaları böyle olacaktır.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Susuz deve" diye tercüme edilen kelimesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, bu kelimeden maksadın mealde verildiği gibi "Susuz deve" olduğunu söylemiş, İkrime, Dehhak ve Katade ise bundan maksadın "Susuzluk hastalığına yakalanmış, bu sebeple suya kanmayan deve" olduğunu söylemişlerdir.

Süfyan es-Sevri, bundan maksadın, "İshale yakalanan deve" olduğunu söylemiştir. Diğer bir kısım âlimler ise bu kelimenin "kum" manasına geldiğini söylemişlerdir. Bunlara göre âyetin manası şöyledir: "Hakkı yalanlayan sapıklar, cehennemdeki zakkum ağacından yeyip onunla karınlarını doldurduktan sonra, üzerine kaynar sulan kumların içmesi gibi içeceklerdir."

57

“Sizi biz yarattık, hala inanmıyor musunuz?”

Ey Kureyş kâfirleri, ey öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlar, sizleri hiç yokken yaratan biziz. Sizi böylece yaratanın, sizi öldükten sonra tekrar dirilteceğini bildirmesini tasdik etmez misiniz?

58

Bak. Âyet 59.

59

“Söyleyin bakalım, rahimlere döktüğünüz meniyi siz mi yaratıp insan haline getiriyorsunuz? Yoksa yaratan biz miyiz?”

Ey öldükten sonra Allah'ın sizi tekrar diriltme kudretini yalanlayan kafirler, söyleyin bakalım, hanımlarınızın rahmine döktüğünüz menileri siz mi yaratıp insan haline getiriyorsunuz? Yoksa onları yaratanlar biz miyiz? Onları siz yaratmadığınıza göre bizim kudretimizi nasıl inkâra kalkışırsınız?

60

Bak. Âyet 61.

61

“Aranızda ölümü tayin ve takdir eden biziz. Sizi benzerlerinizle değiştirsek ve bilmediğiniz bir şekilde tekrar yaratsak önümüze hiçbir kuvvet geçemez.”

Ey insanlar, sizin hakkınızda ölümü takdir eden, bazınızı erken öldürüp diğerlerinizi belli bir süreye kadar bekleten biziz. Sizleri helak edip yerinize benzerlerini getirmemiz ve sizleri, bu şeklinizden çıkarıp bilemeyeceğiniz başka bir şekilde yaratmamız halinde hiç kimse bizim önümüze geçerek bizi âciz bırakamaz ve bizim elimizden kaçıp kurtulamaz.

62

“İlk yaratılışınızı şüphesiz çok iyi biliyorsunuz. O halde tekrar dirilmeyi düşünsenize.”

Âyette geçen "ilk yaratılışınız." ifadesinden maksat, Mücahid'e göre, insanın daha önce hiç ortada yokken var edilmesidir.

Allahü teâlâ insanı yokken var etmiş sonra ona görecek gözler, işitecek kulaklar, düşünecek akıl vermiştir. İnsan, önceki halini düşünerek, öldükten sonra tekrar diriltileceğim de kabul etmelidir.

Katade'ye göre ilk yaratılışdan maksat, Hazret-i Âdem'in yaratılışıdır. Allah, Hazret-i Âdem'i topraktan yarattığını insanlara bildirmiştir. Bunu bilen insanların diriltilerek topraktan çıkarılacaklarını idrak etmeleri gerekir.

63

Bak. Âyet 64.

64

“Söyleyin bakalım, ektiğinizi siz mi bitiriyorsunuz? Yoksa bitiren biz miyiz?”

Ey insanlar, söyleyin bakalım, yere ektiğiniz şeyleri bitirip meydana çıkaran siz misiniz? Yoksa onları bitiren biz miyiz? Onları bitiren kudretimizin, sizi de tekrar dirilteceğini niçin kabul etmezsiniz?

Ebû Hureyre, Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: Sizden biriniz (Ektiği ve diktiği şeyler için) "Yetiştirdim" demesin. "Onu ektim" desin. Ebû Hureyre bu hadis-i şerifi Rivâyet ettikten sonra "Söyleyin bakalım, ektiğinizi siz mi bitiriyorsunuz yoksa bitiren biz miyiz?" âyetini duymadınız mı?" demiştir. Teberi, C.27.S.114

65

“İstersek biz onu, daha olgunlaşmadan çer çöp haline getiriveririz de hayrette kalarak şöyle dersiniz:

“Eğer biz dilersek, bitirmiş olduğunuz o ekinleri kırıp dökeriz de sizler aranızda onları konuşup durursunuz.”

Âyette geçen ve "şaşar kalırsınız" diye tercüme edilen ifadesi Abdullah b. Abbas ve Mücahid tarafından "Ekinlerinizin başına gelen felaketten dolayı şaşar kalırsınız." şeklinde izah edilmiştir. Taberi de bu görüşü tercih emiştir. İkrime ise bunu, "Birbirinizi kınamaya devam ederdiniz." şeklinde izah etmiştir. Hasan-ı Basri ve Katade, "Birbirinizi kınamaya devam ederseniz." şeklinde izah etmişlerdir. Onlara göre âyetin manası şöyledir: "Sizler, Allah’a karşı isyan etmeniz yüzünden onun cezasını hak etmeniz ve bu sebeple ekinlerinizin zarara uğratılması nedeniyle, yaptıklarınıza pişman olmaya devam edip durursunuz.

İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifade şu manaya gelmektedir. "Ekinlerinizin uğratıldığı bu felaketi yadırgarsınız ve bunu kendi aranızda konuşup durursunuz."

66

Bak. Âyet 67.

67

"Borçlu duruma düştük. Daha doğrusu mahrum kaldık."

“Sizler kendi kendinize şöyle dersiniz. "Bizler, cezalandırıldık. Daha doğrusu bizler şanssız kişileriz."

Birinci âyetin mealinde "Şüphesiz ki biz, borçlu duruma düştük" diye tercüm edilen cümlesinin manası, İkrime ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre şöyledir: "Şüphesiz ki bizler, kandırılmış kimselermişiz, bizi çok şımartmışlar." veya "Bize zarar vermek için üzerimize çok gelinmiş kimselemıişiz."

Katade'ye göre ise bu ifadenin manası şudur: "Şüphesiz ki bizler azaba uğratılanlarız." Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre de bu âyetin manası, şöyledir: "Şüphesiz ki bizler sere sürüklenmişleriz."

İkinci âyette geçen ifadesinden maksat, "Bizim ekinlerimizin yok olmasının sebebi, bizim azaba uğratilmamız değil şanssız oluşumuzdandır." demektir.

Mücuhid ve Katade ise bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: "Bizim ekinlerimizin helak oluş sebebi, bizim azaba uğrutilmumız değil şanssız oluşumuzdandır." demektir.

Mücahid ve Katade ise bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: "Bizim ekinlerimizin helak oluş sebebi, bizim azaba uğratıimamiz değil, yaptıklarımızın karşılığını aynen görmemizdir."

68

Bak. Âyet 69.

69

“Söyleyin bakalım, içtiğiniz suyu buluttan siz mi indirdiniz yoksa indiren biz miyiz?”

70

“İsteseydik onu acı ve tuzlu yapardık. Hâlâ şükretmez misiniz?”

Ey insanlar söyleyin bakalım, içmiş olduğunuz suyu, üzerinizdeki bulutlardan yeryüzüne indiren siz misiniz? Yoksa onu biz mi indiriyoruz? Eğer dilersek buluttan size indirmiş olduğumuz o suyu çok tuzlu hale getiririz de ondan hiçbir şekilde faydalanamaz olursunuz. Ne yemenize içmenize ne de mahsullerinize faydalı olur. Size tatlı su veren rabbinizin bu nimetine karşı artık ona şükretmez misiniz?

71

Bak. Âyet 72.

72

“Söyleyin bakalım, tutuşturduğunuz ateşin ağacını siz mi var ettiniz yoksa var eden biz miyiz?”

73

“Biz o ateşi hatirhıtıcı ve yolcular için bir menfaat kaynağı kıldık.”

Allahü teâlâ, son âyette, dünyada yaktığımız ateşin bizler için hatırlatıcı olduğunu beyan etmektedir.

Mücahid ve Katade'ye göre bu ifadeden maksat, dünyadaki bu ateşin, âhiretteki cehennem ateşini hatırlatmasıdır. Bu hususta Ebû Hureyre, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir.

"Şüphesiz ki sizin bu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş derece hafifletilmişidir. Cehennem ateşi iki kere denize sokulduktan sonra bu hale getirilmiştir. Şâyet böyle olmayacak olsaydı Allah o ateşten hiç kimseyi faydalandırmazdı. Ahmed b. Hanbul, Müsned. C.2, S.244 diğer bir Rivâyette de peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizin bu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır." Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu ateş yeterlidir." Resûlüllah: "Cehennem ateşi dünya ateşinden altmış dokuz derece üstün kılınmıştır. Onun herbir derecesi dünya ateşinin sıcaklği kadardır." buyurdu Buhari, K.Bed'ül-Halk, bab: 10/ Müslim, K.el-Cennet, bab: 30, Hadis no: 2843

Âyette geçen ve "Yolcular" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade ve Dehhak'a göre "Yolcular" demektir. Mücahid ve diğer bazı âlimlere göre ise bu ifadeden maksat, "Faydalananlar" demektir. İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifadeden maksat, "Aç olanlar" demektir. Taberi

birinci görüşü tercih etmiştir. Ahmed b. Hanbel, Müsned.C.5,

74

“Öyleyse yüce rabbinin ismini tenzih et.”

Ey Rasûlüm, o halde yüce rabbinin ismini an. Onu, kendisine layık olmayan şeylerden tenzih et.

75

“Yıldızların mevkiine yemin ederim ki,”

Suul b. Cübeyr bu âyetin başında bulunan hl harfinin pekiştirme edatı olarak zaid olduğunu söylemiş ve âyetin manasının, "Yıldızların mevkiine yemin olsun ki" şeklinde olduğunu zikretmiştir. Diğer bir kısım âlimler ise bu zaid olmadığını söylemişler ve âyetin manasının "Hayır, durum sizin söylediğiniz gibi değildir." Yıldızların mevkilerine yemin olsun ki "şeklinde olduğunu söylemişlerdir.

"Yıldızlar" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve İkrime'ye göre, Kur'andir. Bunlara göre âyetin manası şöyledir: "Kısım kısım indirilen Kur’an’ın indirildiği yerlere yemin olsun ki" Kur'an Kadir gecesinde yüce göklerden dünya semasına toptan indirilmiş ilaha sonra ise parça parça yeryüzüne indirilmiştir. Abdullah b. Abbas bu sözünden sonra bu âyeti okumuştur.

Katade ve Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat; "Yıldızların akıp gittiği yerlerdir." Yine Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Yıldızların, yörüngelerinde devam ederken geçtikleri noktalardır."

Hasan-ı Basrî'ye göre ise bu ifadeden maksat, "Kıyamet gününde yıldızların dağılıp gittikleri yerlerdir." Taberi "Yıldızların akıp gittikleri ve kayboldukları yerlerdir." diyen görüşü tercih etmiştir.

76

“Eğer bilirseniz bu büyük bir yemindir.”

Şüphesiz ki benim yaptığım bu yemin, büyük bir yemindir. Siz bunun büyüklüğünü bir idrak edebilseniz.

77

“Muhakkak ki indirdiğimiz bu kitap Kur'an-ı Kerimdir."

78

“O, Levh-i Mahfuzda korunmuştur."

79

“Ona, tertemiz olanlardan başkası el süremez.”

80

“O, âlemlerin rabbi olan Allah tarafından indirilmiştir.”

Yıldızların mevkilerine yemin olsun ki bu indirdiğimiz, yüce Kur'and ir. O, Allah'ın katında bulunan ve hiçbir şeyin dokunmadığı bir kitapta korunmuştur Ona ancak, Allah'ın, maddi ve manevi murdarlıklardan alındırdığı kimseler dokunabilir. Bu Kur'an, âlemlerin rabbi tarafından korunmuş olan kitaptan alınarak yeryüzüne indirilmiştir.

Âyet-i kerime’de "Ona, tertemiz olanlardan başkası el süremez" buyurulmaktadır. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak ve Cabir b. Zeyd'e göre âyette zikredilen "O" zamirinden maksat, Allah katında korunmuş olan kitaptır. Yani Levh-i Mahiuz'dur. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Levh-i Mahfuza, tertemiz olan yaratıklar dışında hiçbir şey dokunamaz. Öyle ki ona toz dahi konamaz. Bu hususta Dehhak diyor ki: "Kâfirler, Kur’an’ı Hazret-i Muhammed'e şeytanın indirdiğini zannetmişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Kur’an’ı Hazret-i Muhammed'e şeytanların indiremeyeceklerini, onların buna layık olmadıklarını ve onların, Kur'an'ın indiği Levh-i Mahfuzdan uzak olduklarını bildirmiştir." Dehhak daha sonra şu âyetleri okumuştur. "Kur’an’ı şeytanlar indirmedi." "Bu onlara yaraşmaz zaten güç de yetiremezler." "Hem de onlar, vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır. Şura Sûresi, 210-212

Bu izaha göre "Tertemiz varlıklardan kimlerin kastedildiği hakkında çe- görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Saki b. Cübeyr, Cabir b. Zeyd, İkrime, Mücahid ve Ebul Âliye'ye göre burada ifade edilen "Tertemiz olanlar"dan maksat meleklerdir. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allahü teâlâ kitap indirmeyi dilediğimle onu, elçileri olan melekler kopya ederler. Onun indireceği kitaba, tertemiz olanlardan yani meleklerden başkası dokunamaz.

İkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Tertemiz olanlar" ifadesinden maksat, Tevrat'ı ve İncil'i taşıyanlardır."

Ebul Âliye ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bunlar, peygamberler ve melekler gibi günahlardan arınmış kimselerdir. Bu âyetin tefsirinde İbn-i Zeyd diyor ki: "Tertemiz olanlar, melekler ve peygamberlerdir. Zira Kur’an’ı Allah katından indiren melekler tertemiz ve kendilerine kitap indirilen peygamberler de tertemizdir. Mesela Kur’an’ı indiren Cebrâil de tertemizdir. Kur'an kendisine gelen Hazret-i Muhammed ve diğer peygamberler de tertemizdir. İbn-i Zeyd bu izahtan sonra şu âyetleri okumuştur. "Kur'an çok şerefili yüceltilmiş, tertemiz sahifelerdedir." "Şerefli, itaatkâr elçi meleklerin elleriyle yazılmıştır. Abese Sûresi, 80/ 13, 16

Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin manası şöyledir: "Kuı'ana, O, Allah katındayken ancak tertemiz olanlar dokunur. Yani yeryüzüne indikten sonra, necis olan müşrikler, mecusiler ve münafıklar da dokunur."

Taberi âyet-i kerime’nin, korunan kitaba, tertemiz olanların dışında hiçbir kimsenin dokunamayacağını bildirdiğini söylemiş ve bu tertemiz olanların genel bir ifade ile bildirilmeleri sebebiyle, melekler, peygamberler ve günahlardan arınmış olan herkesi kapsayacağını söylemiştir.

Fena bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Kur’an’ın tadını ve zevkini ancak ona iman edenler alır ve ondan ancak bunlar faydalanabilir."

Diğer bir kısım âlimler: "Ona tertemiz olanlardan başka el süremez." âyetinde zikredilen, "O" zamirinden maksadın, Leyh-i Mahfuz olmayıp Kur'an-ı Kerim olduğunu, buna göre de âyetin manasının şöyle olduğunu söylemişlerdir. "Kur'ana ancak cünüplükten, abdestsizlik gibi manevi pisliklerden temizlenmiş olanlar el sürebilir." Bu hususta Abdullah b. Ömer diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) düşmanın, Kur'ana bir kötülük yapacağından korkulduğu içn onunla düşman memleketlerine gitmeyi yasaklamıştır. Müslim, K.ul-înıara, hub: 92-93, Hadis no: 1S69

Resûlüllah, Amr b. Hazme yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur: "Kur'ana, temiz olanlardan başkası dokunmasın. Muavvatta, K.el-Kur’an bab: 1

81

“Şimdi siz bu sözü hor mu görüyorsunuz?”

Abdullah b. Abbas ve Dehhak bu Âyet-i kerime’yi şöyle izah etmişlerdir: “Ey insanlar, şimdi bu Kur’an’ı sizler yalanlıyor musunuz?"

Mücahid ise şöyle izah etmiştir: "Şimdi sizler Kur’an’ı yalanlayanlara karşı yumuşak mı davranıyorsunuz? Onlara yağcılık mı yapıyorsunuz?

82

“Kur’an’ı yalanlamakla rızkınızın şükrünü mü eda ediyorsunuz?”

Bu âyet-i kerime, "Yıldızlar sayesinde bize yağmur yağdırıldı." diyen müşriklere cevap vermekte, onlara: "Size yağmur yağdıran Allaa şükretmeniz yerine o yağmurun Allah tarafından yağdırıldiğını yalanlamaya mı kalkışıyorsunuz?" diye sormaktır.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in bu âyeti okuduktan sonra şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor.

"Sizleler şükrünüzün yerine yalanlamada mı bulunuyorsunuz? Şu ve şu gezegen şu ve şu yıldız sayesinde bize yağmur yağdı." diyorsunuz, Ahmed b. Hanbel, Müsned. CM, S.108

Zeyd b. Halid el-Cüheni (radıyallahü anh) diyor ki:

"Resûlüllah, Hudeybiye musalahası sırasında gece yağan bir yağmurdan soma bize sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirince cemaate döndü ve şöyle buyurdu: "Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?" İnsanlar: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler.. Bunun üzerine buyurdu ki: "Rabbiniz şöyle dedi: "Kullarımdan bazıları bana iman etmiş olarak bazıları da kâfir olarak sabahladılar. "Bize, Allah'ın lütfü ve rahmetiyle yağmur yağdı." diyenler bana iman etmiş olan ve yağmuru yıldızların yağdırdığını inkâr edenlerdir. "Şu ve şu yıldız sebebiyle bize yağmur yağdı." diyenler ise beni inkâr eden ve yıldızlara iman edenlerdir. Buhari, K.el-l-zıın, bab: 156 / Müslim, K. el-İman, bab: 125, Hadis no: 71

Ebû Hureyre ve Abdullah b. Abbas da bunlara benzer hadis-i şerifler Rivâyet etmişlerdir.

83

“Can boğaza gelip dayandığı zaman.”

84

“Ki o zaman, siz can çekişen kimseye bakar durursunuz.”

85

“Biz ona, sizden daha yakımzdır. Fakat siz, göremezsiniz.”

Ey insanlar, ruhlarınız bedenlerinizden çıkarken gelip boğazınıza dayandığı zaman, ölmekte olan kişinin yanında bulunan sizler, o kişiye bakar durursunuz. O anda kişinin canını almakla görevlendirdiğimiz meleklerimiz o kimseye sizden daha yakındır. Fakat sizler bunu göremezsiniz. Sizler, ölmemek için diretebiliyorsanız, çıkmakta olan o canı geri çevirsenize. İşte bunu asla yapamazsınız.

86

Bak. Âyet 87.

87

“Eğer cezalandırılmayacaksanız ve şâyet sözünüzde sadıksanız, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize.”

Âyet-i kerime’de geçen ve "Cezalandırılmayacaksanız" diye tercüme edilen ifadesi Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve ibn-i Zeyd tarafından "Eğer hesaba çekilmeyecekseniz." şeklinde izah edilmiş, Hasan-ı Basrî tarafından "Kıyamet gününde diriltilmeyeceksiniz." Diğer bir kısım âlimler tarafından ise "Yaptığınız ameller sebebiyle cezalandırılmayacaksınız." şeklinde izah edilmiştir.

Taberi ise bu ifadenin "Hesaba çekilmeyecek ve amellerinize göre cezalandırılmayacaksınız." şeklindeki izahı tercih etmiştir.

88

Bak. Âyet 89.

89

“Eğer ölen kimse Allah'ın rahmetine yaklaştırılanlardan ise, onun için huzur, güzel rızık ve Naim cenneti vardır.”

Âyet-i kerime’de geçen ve "Huzur" olarak tercüme edilen kelimesi bazı kıraat âlimleri taralından şeklinde de okunmuştur. Bu kelimeye her iki kıraata göre değişik manalar verildiği gibi bundan sonra zikredilen ve "Güzel rızık" diye tercüme edilen kelimesine de çeşitli manalar verilmiştir. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.

Abdullah b. Abbas'a göre kelimesinden maksat, "Rahat etmek" kelimesinden maksat ise "İstirahat etmek"tir.

Mücahid'e göre kelimesinden maksat "Rahat etmek" kelimesinden makat ise "Rızık"tır. Katade'ye göre kelimesinden maksat" Rahmet" kelimesinden maksat ise meşhur "Reyhan" oludur. Dehhak'a göre kelimesinden maksat "Af ve merhameftir. kelimesinden maksat ise "İstirahaf'tır.

Hasan-ı Basii ve Ebul Âliye'ye göre bu kelime ötreli olarak şeklinde okunduğu zaman "İnsanın ruhu" manasına gelir kelimesi de "Bilinen kokulu ot" manasına gelir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Şâyet can vermekte olan kişi, Allah’a yaklaştırılan müslümanlardan ise onun ruhu reyhan otunun kendisine koklatilmasıyla vücudundan ayrılır. Bu kelimesini "Reyhan otu" diye izah edenler bunun, o anda cennetten geleceğini söylemişlerdir.

Ebû Hureyre (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"Mü’min can verirken rahmet melekleri ona beyaz bir ipekle gelirler ve onun ruhuna "Sen razı olarak senden de razı olunmuş olarak Allah'ın rahmetine, güzel kokuya ve gazaplı olmayan rabbinin huzuran çık." derler. Bunun üzerine mü’minin ruhu, misk'in en güzel kokusu gibi kokar vaziyette bedenden ayrılır. Öyle ki melekler, onu birbirlerine verirler. Nihâyet onu göğün kapısına getirirler ve (Orada bulunanlara) "Yeryüzünden size gelen bu koku ne güzeldir." derler. Onu, mü’minlerin ruhlarının arasına götürürler. Mü’minlerin ruhlarının onu karşılamalarından dolayı sevinmeleri, sizden birinizin, kaybettiği bir adamını bulduğu zamanki sevincinden daha fazladır. Mümilerin ruhları o gelen ruha "Falan ne yaptı?" diye sorarlar. Yine onlar "Bırakın bunu, çünkü bu, dünyanın üzüntüleri Cindeydi. Eğer gelen ruh, dünyada kalan ve kendilerinden ahvali sorulan kişi için "O buraya gelmedi mi?" diyecek olursa, onlar o ruh için "O, sığınacağı anası olan uçununa götürülmüştür." derler.

Kâfir can verirken ise, onun yanına, azap melekleri, bir paçavra ile gelirler ve onun ruhuna "Sen kızgın bir şekilde ve sana da kızılmış olarak Aziz ve Celil olan Allah'ın azabına çık." derler. Onun ruhu, en pis kokan leş gibi kokar vaziyette bedenden ayrılır. Azap melekleri o ruhu alır, yeryüzünün kapılarına katlar götürürler ve "Bu koku ne kötü bir kokudur." derler ve onu kafirlerin ruhlarının içine koyarlar." Nosci, K.el-Cenaiz. bab: 9

90

Bak. Âyet 91.

91

“Eğer amel defteri sağ tarafından verilenlerden ise, amel defteri sağ tarafından verilenlerden "Selam sana" diye müjdelenir.”

Eğer can vermekte olan kişi, amel deften sağ tarafından verilen ve sağ taraftan cennete götürülecek kişilerden ise melekler ona "Sana selam olsun. Haydi geçmiş olsun. Sen, amel defteri sağından verilenlerdensin.." diyerek müjdeleyeceklerdir.

*Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Rabbimiz Allah’tır" deyip sonra doğru yoida devam edenlere melekler inerler ve şöyle derler: "Korkmayın üzülmeyin vaadolunduğunuz cennetle müjdelenin. Biz, dünya hayatında ila, âhirette de sizin dostunuzuz. Âhirette sizin için affeden ve merhamet eden Allah tarafından bir ikram olarak, canınızın çektiği herşey vardır. Orada istediğiniz herşeyi bulursunuz. Fussilet Sûresi, 41/30-32

İkrime bu âyeti mealde verildiği şekilde izah etmiştir.

Katade ve İbn-i Zeyd de bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmişlerdir: "Sen, Allah'ın azabından kurtul, selamete kavuş. Allah'ın meleklerinden sana selam olsun."

Buhari bu Âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: "Senin, amel defteri sağdan verilenlerden olduğun artık kesindir.

Taberi ise bu âyeti "Sen, Allah'ın azabından ve hoşlanmayacağın şeylerden kurtulmuş oldun. Çünkü sen, amel defteri sağdan verilenlerdensin." şeklinde izah eden görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir.

92

Bak. Âyet 94.

93

Bak. Âyet 94.

94

“Eğer yalanlayan sapıklardan ise, onun için kaynar su ile ağırlanmak ve cehenneme atılmak vardı.”

Eğer can vermekte olan kişi Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve hak yoklan sapanlardan ise o, kaynar sularla ağırlanacak, içeceği ondan ibaret olacaktır ve cehenneme konacaktır.

95

“İşte kesin gerçek budur.”

İşte Allah’a yaklaştırılanlara, amel defterleri sağ taraflarından verilenlere ve hakkı yalanlayan sapıklara ait olan bütün bu haberler, kesin bir gerçektir.

Katade diyor ki: "Mü’minler bu haberlerin kesin birer gerçek olduğunu dünyada anlarken kafirler bunu âhirette anlayacaklardır. Böylece Allahü teâlâ, yaratıklarından hiçbirini kesin bilgiye sahip kılmadan bırakmayacaktır.

96

“Öyle ise, yüce rabbinin ismini tesbih et.”

*Ukbe b. Âmir diyor ki:

"Öyleyse yüce rabbinin ismini tesbih et." Âyeti nazil olunca Resûlüllah: "Siz bunu rüfcuunuza koyun. (Yani) deyin." Buyurdu. Yüceler yücesi rabbinin ismini tesbih et." A'la Sûresi, 87/1 Âyeti inince de "Siz bunu secdenize koyun. Yani Buhari, kitabının en son hadisi olarak şu hadis-i şerifi zikretmiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"İki kelime vardır ki bunlar, rahmana Ebû Davud, K. es-Sıhh, Mv. 151 , Hadis no: S69/İbn-i Mâce, K. es-Salah, bab: 20, Hadis no: S87 sevimli dile hafif ve terazide ağır gelirler. "Allah’a hamdederek onu tesbih ederim. Yüce olan Allah’ı tenzih ederim." kelimeleridir. Buhari. K.el-Tevhid, bab: 58

0 ﴿