MÜCADELE SÛRESİ

Mücadele sûresi, yirmi iki âyettir ve Medine'de nazil olmuştur. Bu sûre-i celilede de bazı hukuki meseleler beyan edilmekte ve cahiliye döneminde yaşanan bazı adetler kaldırılmaktadır.

Hanımına zıhar yapan, yani "Sen bana anamın sırtı gibisin." şeklinde bazı ifadeler kullanarak onu kendisine haram kılan kişinin bu davranışı yasaklanmaktadır. Böyle yapan bir kişiye de ceza uygulanacağı beyan edilmekledir. Bu ceza, hanımına böyle yapan kişinin bir köle azad etmesi veya iki ay oruç tutması, bunlara gücü yetmiyorsa altmış fakiri doyurması cezasıdır.

Sûre-i celilede devamla, Allah ve Resulüne karşı gelenlerin, daha önce böyle yapan kişilerin olduğu gibi rezil olacakları beyan edilmektedir.

Ayrıca Resûlüllah ile konuşmanın adabı beyan edilmekte ve onunla gizlice konuşmadan önce, yapılacak hatalar için sahabenin sadaka vermesi gerektiği açıklanmaktadır.

Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmin, babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabları dahi olsa, Allah’a ve Peygamberine düşman olanlara sevgi besleyemeyeceği beyan edilmekte ve Allahü tealanın bunları kendi katından bir ruh ile destekleyeceği açıklanmaktadır.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

“Ey Rasûlüm, Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikâyette bulunan o kadının sözünü içilmiştir. Zaten Allah, İkinizin arasında geçen münakaşayı işitiyordu. Şüphesiz ki Allah, herşeyi işitendir, görendir.”

Bu ve bundan sonra gelen âyet-i kerimeler, İslam hukukunda "Zıhar" diye adlandırılan bir meseleyi izah etmektedir. Cahiliye döneminde bir erkek, hanımına, "Sen bana anamın sırtı gibisin." derse hanımı kendisine haram olmuş sayılırdı. İslam gelince kadının böyle bir sebeple erkeğe haram olmasını reddetti. Ancak bunu yapan kişilere de aşağıda sırasıyla zikredilen cezaları koydu.

İslam geldikten sonra ilk zıhar yapan ve hanımına "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyen şahıs Evs b. Samit'tir. Hanımı ise, tercih edilen görüşe göre Havle Bint-i Sa'labe'dir. Bu hanımın adının Huveyle Bint-i Sa'lebe veya Huveyle Bint-i Huveylid yahut Huveyle Bint-i ed-Düleyc yahut Huveyle Bint-i es-Samit olduğunu söyleyen Rivâyetlerde vardır. Bu âyetlerin nüzul sebebi hakkında işte bu olay zikredilmiş ve bu hususu beyan eden çeşitli hadisler Rivâyet edilmiştir.

Urve b. Zübeyr, Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ)nın şöyle dediğini rivâyet ediyor:

"Bütün seslen duyan Allah’a hamdolsun. Kocası hakkında tartışma yapan o kadın, peygambere gelmişti. Ben, evin bir tarafında bulunuyordum. O, kocasından şikâyet ediyordu. Ben onun ne söylediğini anlayamıyordum. Onun bu şikâyeti üzerine Allahü teâlâ: "Ey Rasûlüm, Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikâyette bulunan o kadının sözünü işitmiştir.." âyetini indirdi. İbn-i Mace, K.el-Mukaddime, bab: 13, Hadis no: 188 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.6, S.4

Havle Bint-i Sa'lebe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Vallahi, Allah, Mücadele suresinin ilk kısmını benim ve Evs b.-Sabit'in hakkında indirdi. Ben onun evindeydim (onunla evliydim) O, yaşlanmış ve ahlakı titizlenmiş ve hırçınlaşmıştı. Bir gün yanıma geldi. Bir hususta ona itiraz ettim. Bunun üzerine öfkelendi ve "Sen bana anamın sırtı gibisin." dedi. Ondan sonra çıkıp gitti. Kavmine ait olan toplantı yerine gidip bir müddet oturdu. Sonra çıkıp tekrar yanıma geldi. Baktım ki o, yatağıma girmek arzusunda. Dedim ki: "Havle'nin canı, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki söylediğin sözleri söylemenden sonra, Allah ve Resulü, hakkımızda Allah'ın hükmünü verinceye kadar benimle haşhaşa kalamazsın." Fakat o buna rağmen üzerime atıldı. Ben ise ona karşı direndim ve bir kadının, yaşlı ve zayıf bir erkeğe galip gelmesi şeklinde ona gelip geldim. Onu üzerimden uzaklaştırdım. Sonra bazı komşularıma gittim. Onlardan emanet bir elbise aldım.- Sonra çıkıp Resûlüllah’ın yanına gittim. Önüne oturdum. Evs b. Samit'ten gördüklerimi ona anlattım. Onun kötü ahlakından çektiklerimi Resûlüllah’a şikâyet ettim. Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Ey Huveyle, amcan oğlu yaşlı biridir. Onun hakkında Allah’tan kork."

Havle diyor ki: "Allah’a yemin olsun ki hakkımda âyet ininceye kadar oradan ayrılmadım. O anda Resûlüllahı, vahyin gelişindeki hal kapladı. Sonra bu hal ondan gitti ve Resûlüllah bana: "Ey Huveyle, Allah senin ve adamın hakkında âyet indirdi." buyurdu ve "Allah işitti." suresini "Can yakıcı bir azap vardır." kısmına kadar okudu. Ve bana dedi ki: "Kocana söyle de bir köle azad etsin." Dedim ki: "Ey Allah’ın Resulü, Allah’a yemin olsun ki, onun azadedeceği bir kölesi yoktur." Resûlüllah buyurdu ki: "O halde iki ay peşpeşe oruç tutsun." Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah’a yemin olsun ki o yaşlı biri, oruç tutmaya gücü yoktur." Resûlüllah: "O halde altmış yoksula bir vesk (ölçü) hurma yedirsin." dedi. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'a yemin olsun ki onda bu da yoktur." Resûlüllah buyurdu Ki: "Biz ona bir zenbil hurma yardımında bulunuruz." Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben de ona bir zenbil hurma yardımında bulunurum." Resûlüllah buyurdu ki: "İsabet oldu iyi ettin. Git onun yerine hurmaları tasadduk et ve amcanın oğluna iyi davran." Havle diyor ki: "Ben onların yerine getirdim. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.G, S.410, 411 / Ebû Davud, K.et-Talâk. bab: 17, Hadis no: 2214

Taberi bu olayı "Farklı Rivâyetlerle, Ebû Âliye, Katade, Abdullah b. Abbas, Muhammed b. Ka'b el-Kurezi, İkrime, Mücahid ve Urve b. Zübeyr'den Rivâyet etmiştir.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: ,

"Herşeyi işiten Allahü teâlâ yüceler yücesidir. Şüphesiz ki ben, Sa'lebe'nin kızı Havie'nin konuştuklarını duyuyor fakat bir kısmını anlayamiyordum. O, kocasını Resûlüllah’a şikâyet ediyor ve şöyle diyordu: "Ey Allah'ın Resulü, o benim gençliğimi tüketti. Ben ona çok çocuk verdim. Yaşım ilerleyip çocuktan kesilince bana zmar yaptı. "Ey Allah’ım, şikâyetimi sana yapıyorum."

Hazret-i Âişe diyor ki: "Kadın bu halde devam etti. Nihâyet Cebrâil şu âyeti indirdi. "Ey Rasûlüm, Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikâyette bulunan o kadının sözünü işitmiştir... İbn-i Macc, K-oi-Takık, bab: 25, Hadis no: 2063

Sahabilerden, karısına zıhar yapıp da bundan dönmek için keffaret olarak verecek bir şey bulamayan ve Resûlüllah’a gelen sahabilerden birisi de Seleme b. es-Sahr el-Ensari'dir. Selem diyo ki:

"Ben, kadılarla münasebet bakımından başka erkeklerde bulunmayan bir güce sahiptim. Ramazan ayı gelince geceleyin hanımıma yaklaşırım, kedimi ondan çekip alamam da bu işi gündüze kadar devam ettiririm korkusuyla Ramazanın sonuna kadar karıma zıhar yaptım. Bir gece karını bana hizmet ederken onun vücudunun bir yeri açıldı. Ben de gördüm. Bunun üzerine kendimi tutamadım ve işi bitirdim. Sabah olunca kavmime gittim ve onlara durumu anlattım ve dedim ki: "Beni Resûlüllah’a götürün ona durumumu anlatayım." Onlar da "Hayır vallahi biz bu işi yapmayız. Hakkımızda âyet ineceğinden veYa Resûlallah’ın bize, utancı bizden sonra da devam edecek bir söz söyleyeceğinden korkarız. Fakat sen git neyi uyg'un görüyorsan onu yap." dediler. Bunun üzerine çıkıp Resûlüllah’a gittim ve durumu anlattım. Resûlüllah bana: "Bunu sen yaptın ha?" dedi. Ben de: "Evet ben yaptım." Resûlüllah tekrar: ;ı Bunu sen yaptın ha?" dedi bende: " Evet ben yaptım" İşte buradayım hakkımda Allah'ın ükmünü icra et. Ben ona sabredeceğim." dedim. Resûlüllah: "Bir köle azad et." dedi. Ben elimi enseme vurdum ve dedim ki: "Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki o köleden başka bir şeyim yok." Bunun üzerine Resûlüllah: "İki ay oruç tut." dedi. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, benim başıma gelen ancak oruçluyken geldi." Resûlüllah: "Altmış yoksul doyur." dedi. Dedim ki: "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki bu geceyi aç olarak geçirdik. Akşam yemeğimiz yoktu." Bunun üzerine Resûlüllah, "Züreyk oğullarının zekat işine bakan memura git ve ona söyle sana bunu versin. Sen de ondan bir vesk (yaklaşık 200 kg.) kadarını fakirlere yedir. Geri kalanından da sen ve ailen faydalanın." buyurdu. Bundan sonra kavmime döndüm ve onlara dedim ki: "Sizde sıkıntı ve hoş olmayan düşünceler gördüm. Resûlüllahtan ise bolluk ve bereket gördüm. Zekatınızı bana vermenizi emretti. Onu verin bana." Onlar da zekatlarını bana Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 58, bab: I, Hadis no: 3299 / Ebû Davud, K.et-Talâk, bab: 17, 8 Hadis no: 2213 verdiler.

2

“Ey iman edenler, sizden karılarını annelerine benzetip "Zıhar" yapanlar bilsinler ki, karıları onların anneleri değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğuranlardır. Muhakkak ki zıhar yapanlar, asılsız ve çirkin bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Alalı çok affedendir, bağışlayandır.”

Allah teata bu âyet-i kerime’de "Zıhar" yapmakla, kadınların kocalarına haram olmayacaklarını beyan ediyor. Bir erkeğin karısına, "Sen bana, anamın sırtı gibisin." demekle karısının, kendisine anne olamayacağını bildiriyor. Ayrıca bu tür sözlerin çirkin ve uydurma sözler olduğunu, bu itibarla böyle sözlerin söylenmemesi gerektiğini bizlere öğretiyor.

3

“Karılarına "Zıhar" yapıp sonra söylediklerinden dönenlerin, kanlarıyla temasta bulunmadan evvel bir köle azad etmeleri gerekir. İşte böylece size bu hususta öğüt verilmektedir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

Hanımlama "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyerek zıhar yapan sonra da sözünden dönüp hanımıyla evliliğini devam ettirmek isteyenlerin, hanımlarına dönmeden önce bir köle azad etmeleri gerekir. İşte sizlere böylece öğüt verilir ki Allah'ın koyduğu sınırları koruyasıniz, zıhar yapmaktan ve batıl sözler söylemekten kaçmasınız. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır ve sizlere yaptıklarınızın karşılığını verecektir.

Âyet-i kerime’de zikredilen ve "Söylediklerinden dönenler." diye tercüme edilen ifadesi, âlimler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Katade, bu ifadeden maksadın, hanımını kendisine "Zıhar" ile haram yapanın, onunla cima etmek istemesi manasına geldiğini söylemiştir. Buna göre zıhar yapan bir erkek, hanımıyla cinsi münasebette bulunmadan önce, âyette zikredilen keffareti yerine getirmek zorundadır.

Ebû Aliyye'ye göre ise bu ifadeden maksat, erkeğin, zıhar yaptığı karısını nikahı altında tutması ve ondan ayrılmamak istemesidir. Cima teşebbüsünde bulunup bulunmaması önemli değildir.

İmam Şafii'ye göre bu ifadeden maksat, zıhar yapan kişinin, zıhar yaptıktan sonra karısını boşayabileceği kadar yanında bulundurduğu halde onu boşamamasıdır. Onu boşamaması ise ona dönmesi demektir.

İmam Ahmed'e göre, zıhar yapanın, söylediğinden dönmesi demek, zıhar yaptığı hanımıyla cima yapması veya cima yapmaya teşebbüs etmesi demektir. Bunu yapan erkeğin keffaret ödemeden karısı kendisine helal olmaz.

İmam Malik'e göre ise, zıhar yapanın söylediğinden dönmesinden maksat, cima etme teşebbüsünde bulunması veya hanımını nikâhı altında tutması veya fiilen cimada bulunmasıdır.

Bu Hanife'ye göre ise bu ifadeden maksat, İslam'ın, cahiliye âdeti olan zi-harı kaldırmasından sonra kocaların tekrar cahiliye dönemindeki bu adete dönmeleri ve zıhar yapmalarıdır. Buna göre bir kişi hanımına "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyerek zıhar yaparsa karısı kendisine haram olur. Bu haram olma halini o kişiden ancak âyetlerde belirtilen keffareti ödemesi kaldırır.

4

“Azad edecek köle bulamayanın ise karısıyla temasta bulunmadan önce aralıksız iki ay oruç tutması gerekir. Buna gücü yetmeyenin, altmış yoksulu doyurması gerekir. Bu açıklama, Allah’a ve Resulüne hakkıyla iman etmeniz içindir. İşte bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. İnkâr edenler için can yakıcı bir azap vardır.”

*Bu âyet-i kerime’de, zıhar yapan erkeğin, hanımını tekrar kendisine helal kılması için yerine getirmesi istenen keffaretten ikinci ve üçüncü olarak yerine getinnesi gereken şeyler zikrediliyor. Zıhar yapan kişinin, köle azadetmesi icabeder. Şâyet köle azadedemezse peşpeşe iki ay oruç tutması gerekir. Buna da gücü yetmezse altmış fakiri doyurur. Böylece zıhann keffaretini ödemiş olur. Zıhar için keffaret olacak iki aylık orucun, ara vermeden peşpeşe tutulması gerekir. Şâyet zıhar yapan kişi bu oruca özürsüz olarak ara verecek olursa yeni baştan tutması gerekir. Ancak özürden dolayı orucuna ara verecek olursa, bir kısım âlimlere göre, geride kalan orucunu tamamlar, yeni baştan başlamaz. Said b. el-Müseyyeb, Ata ve Şa'bi bu görüştedirler. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. İbrahim en-Nehai ise, özürlü veya özürsüz olarak bu keffaret orucuna ara veren kimsenin, orucu tekrar yeni baştan tutması gerektiğini söylemiştir.

5

“Allah’a ve Resulüne karşı gelmekte ısrar edenler, kendilerden öncekiler nasıl rezil olduysa, öyle rezil oldular. Şüphesiz biz, apaçık âyetler indirdik. Kâfirler için alçaltın bir azap vardır.”

Allah'ın koyduğu sınırları aşarak ve onun farz kıldığı hükümlere uymayarak Allah’a ve Resulüne karş gelenler, kendilerinden önceki ümmetlerin böyle yapanlan rezil edildiği gibi rezil edilirler. Şüphesiz ki biz, Allah'ın koyduğu sınırların hak ve gerçek olduğunu açıklayan âyet ve deliller gönderdik. Bu âyetleri inkâr eden kâfirler için hor ve hakir kılıcı bir azap vardır ki o da cehennemdir.

Bazı âlimlere göre bu âyette ifade edilen rezil ve rüsvay edilme cezası, Resûlüllah’a karşı gelen müşrikler için Hendek savaşında gerçekleşmiştir.

6

“Allah onların hepsini dirilttiği gün, dünyada yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, onların yaptıklarını sayıp tesbit etmiştir. Onlar ise, bunu unutmuşlardır. Allah herşeye şahittir.”

Allah, kıyamet gününde, önceki ümmetlerden ve bu ümmetten olan kâfirleri diriltip bir araya toplayacak, onların, dünyadayken yaptıklar lamellerini kendilerine gösterecektir. Zira Allah, onların yaptıkları amelleri tesbit ettirmiştir. Onlar ise yaptıkları amelleri unutmuşlardır. Allah herşeye şahittir. Hiçbir şey onun kontrolünden çıkamaz.

7

“Allah'ın, göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini görmez misin? Üç kişi aralarında fısıltı ile konuşurken dördüncüleri mutlaka Allah’tır. Beş kişi olsalar altıncıları mutlaka O'dur. Bunlardan az olsunlar veya çok olsunlar, nerede olurlarsa olsunlar, Allah mutlaka onlarla beraberdir. Sonra yaptıklarım kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir”.

*Allahü teâlâ bu Âyet-i kerimesinde, kullarını denetlediğini, her türlü konuşmalarını işittiğini ve bulundukları yerleri gördüğünü beyan ederek, kulun devamlı olarak murakaba altında bulunduğunu bildirmektedir. Böylece kul, rabbinden gafil olmasın.

8

“Aralarında fısıltı ile konuşmaları yasaklanmış olanları görmez mi-sın? Ki onlar, tekrar yasaklandıkları şeye dönüyorlar. Günah işlemek düşmanlık etmek, peygambere karşı gelmek hususunda fısıltı halinde konuşuyorlar. Sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selamlamadığı bir şeyle selamlıyorlar. İçlerinden de "Bu söylediklerimizden ötürü Allah bizi azaplandirsa ya. diyorlar. Onlara cehennem yeter. Onlar oraya gireceklerdir. O ne kötü bir dönüş yeridir.”

Ey Rasûlüm, aralarında fısıltı halinde konuşmaları yasaklanan Yahudi ve münafıkları görmez misin? Bunlar, yasaklandıktan işe tekrar dönüyorlar. Allah’ın onlara yasakladığı hayasız sözleri, düşmanlıkla ilgili kelimeleri, peygambere karşı gelmeyi ifade eden sözleri fısıldasınlar. Sana geldiklerinde de, Allah'ın seni selamladığı "Selamün aleyküm" sözü yerine "Essamü aleyke" "Ölüm üzerine olsun" sözü ile selam verirler. İçlerinden de "Eğer bu hak peygamberce ima ile söylediğimiz sözden dolayı Allah bizi cezalandırsa ya." derler. Ey Rasûlüm, bu sözleri söyleyenler için cehennem yeterlidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orası ne kötü varılacak bir yerdir.

Âyet-i kerime’de, çeşitli günahları fısıldaşarak konuşanlardan ve Resûlüllah’a selam verirken ima ile konuşup hakaret edenlerden haber verilmektedir.

Mücahid, Katade, İbn-i Zeyd ve Mukatil'e göre bunlar, Yahudilerdir. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Yahudilerden bir topluluk Resûlüllah'ın yanına geldi ve "Essamü Aleyküm" "Ölüm üzerinize olsun." dediler. Ben de ne demek istediklerini anladım ve onlara. "Ve aleykümüssamü ve Lanetü" "Olum ve lanet de sizin üzerinize olsun." dedim. Bunun üzerine Resûlüllah "Yavaş ol ey Âişe, Allah herşeyde yumuşak davranmayı sever." dedi. Dedim ki "Ey Allah'ın Resulü, söylediklerini işitmedin mi?" Resûlüllah buyurdu ki: "Ben de onlara "Sizin üzerinize de olsun" diye cevap verdim. Buhari, K.el-Edeb, bab: 35 /Müslim, K.es-Selam, tuıh: 10, HN: 2165

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diğer bir Rivâyette şöyle buyuruyor: "Yahudiler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e geldiler ve ona "Essamü aleyküm" Ölüm üzerinize olsun" dediler. Ben de onlara "Sizin üzerinize olsun, Allah size lanet etsin ve gazabına uğratsın." dedim. Bunun üzerine Resûlüllah "Yavaş ol ya Âişe, yumuşak davran, sert çıkmak ve kaba konuşmaktan kaçın." dedi. Ben de dedim ki: "Ne söylediklerini işitmedin mi?" Resûlüllah da: "Sen de benim onlara ne karşılık verdiğimi işitmedin mi? Benim onlar hakkındaki isteğim kabul edilir. Fakat onların, benim üzerimdeki istekleri kabul edilmez." dedi.

A'meş'den gelen Rivâyette bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebinin bu hadise olduğu zikredilmiştir. Bkz. Müslim, K.es-Selam, bab: 11, Hadis no: 2165

Enes b. Malik diyor ki:

"Bir Yahudi, Resûlüllah’ın yanından geçti ve ona: "

"Ölüm üzerine "Ve aleyke" "Senin üzerine olsun." buyurdu ve sonra dedi ki: "Bunun ne dediğini anladınız mı? Bu, "Ölüm üzerine olsun." dedi. Dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, bunu öldürmeyelim mi?" Resûlüllah: "Hayır, ehl-i kitaptan birisi size selam verdiğinde siz de onlara "Sizin üzerinize olsun" deyin." buyurdu. Buhari, K.el-Mürteddîn, bab: 4

Abdullah b. Abbas, âyet-i kerime’de zikredilen insanların, münafıklar olduklarını söylemiştir.

9

“Ey iman edenler, aranızda fısıltı ile konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık yapmayı ve peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın. İyilik ve takva hakkında fısıldasın. Huzurunda toplanacağınız Allah’tan korkun.”

10

“Fısıltı ile konuşmak, mü’minlerin üzülmesi için ancak şeytanın bir vesvesesidir. Allah'ın izni olmadan o mü’minlere hiçbir zarar veremez. Mü’minler sadece Allah’a güvensinler.”

Müfessirler, âyet-i kerime’de, şeytandan olduğu belirtilen fısıldamanın nasıl bir fısıldama olduğu hususunda çeşitli izahlar yapmışlardır.

Katade'ye göre buradaki fisi id aşmadan maksat, münafıkların birbirleriyle yaptıkları fısüdaşmalardır. Zira münafıklar, birbirleriyle fısıldaşiyorlar bu da mü’minleri öfkelendiriyor ve onların ağrına gidiyordu. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu Âyet-i kerime’yi indirdi. Münafıkları bu huylarından dolayı kınadı. Taberi de bundan önceki âyetle bağlantı kurarak bu görüşü tercih etmiştir.

İbn-i Zeyd'e göre ise, buradaki fısıldaşmadan maksat, herhangi bir insanın, Resûlüllahtan bir ihtiyacını gizlice istemesidir. Bazı insanlar gelip, Resûlüllahtan, bir ihtiyacının giderilmesini gizlice istiyordu. Resûlüllah bu hususu kimseye yasaklamamıştı. O gün bütün insanlar, Medine'ye karşı savaş halindeydiler. Resûlüllah’a böyle bir fısıltı yapıldığını gören müslümanlara, şeytan, Medine'ye saldın yapılacağına dair vesvese veriyordu. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirdi ve şeytanın vesveselerine karşı dikkatleri çekti.

Atiyye'ye göre ise, burada zikredilen şeytanın vesvesesi olan fısıltıdan maksat, kişiyi üzen rüyalarıdır.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) fısıldaşma hakkında şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar üç kişi olduklarında üçüncüyü bırakıp ikisi birbirleriyle fısıldaşmasınlar. Zira bu, o tek bırakılan kişiyi üzer. Müslim, K.es-Selam, bab: 38, Hadis no; 2183

Ancak insanların üç kişiden fazla olmaları halinde fısıldaşmalarının caiz olduğu şu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:

"Sizler üç kişi olduğunuz zaman diğer insanlar yanınıza gelip de kalabalıklaşıncaya kadar iki kişi diğerinin dışında fısıldaşmasınlar. Zira bu durumun o kişiyi üzeceğinden korkulur. Buhari, K. el-İsti'zan, bab: 47 /Müslim, K.es-Selam, bab: 37, Hadis no: 2184

11

“Ey iman edenler, toplantı yerlerinde size "Yer açın" denince yer açın ki Allah da size genişlik versin "Kalkın" denince de hemen kalkın ki, Allah sizden, samimiyetle iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yüceltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

Ey, Allah ve peygamberini tasdik eden mü’minler, sizlere, bulunduğunuz sohbet meclislerinde veya savaş için saf olduğunuz meclislerde "Gelenlere yer verin" denildiği zaman onlara yer verin ki Allah da cennette sizin yerinizi genişletsin. Sizlere, düşmanla savaşmak veya namaz kılmak yahut hayırlı bir amel işlemek için "Kalkın bu işe grisin" dendiği zaman yahut "Kalkın Resûlüllah’ın yanına gidin" dendiği zaman kalkın ve söyleneni yapın. Böylece Allah sizden iman edenlerin derecelerini ve ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Toplantı yerleri"nden maksat, Mücahid, Katade, Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre özellikle Resûlüllah’ın bulunduğu meclislerdir. Zira sahabiler Resûlüllah’a çok yakın olmayı arzuladıklarından, sonradan meclise gelenlere yer verme hususundan cimri davranıyorlardı. Bunun üzerine âyet-i kerime nazil oldu ve meclise gelenlere yer verilmesini ve oradan kalkarak başkalarına yer vermeleri istenenlerin bu emri yerine getirmelerini emretti.

Abdullah b. Abbas ve Hasan-i Basrî'den nakledilen diğer bir görüşe göre âyette zikredilen "Toplantı yerlerinden maksat, savaş alanlarındaki içtima yerleridir.

Âyet-i kerime’de, toplanan mü’minlerin diğer kardeşlerine yer vermeleri ve bunlara "Kalkıp savaşa gidin." dendiğinde kalkıp gitmemeleri emredilmektedir. Taberi âyet-i kerime’nin genel ifadesinin, zikredilen her iki tür meclisi de kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir. "Kalkın" ifadesinden de, "Düşmanla savaşmaya kalkın" veya "Namaz kılmaya kalkın" yahut "Hayırlı bir iş işlemeye kalkın" ya da "Resûlüllah’ın yanından kalkıp gidin." şeklindeki bütün izahlara uygun olduğunu söylemiştir.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde:

"Sizden biriniz, kardeşini oturduğu yerden kaldırıp da onun yerine oturmasın. Tirmizî, K. el-Edeb, bab: 9, Hadis no: 2749, 2750 buyurmuştur.

Abdullah b. Ömer diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kişinin, kardeşini oturduğu yerden kaldırıp da oraya oturmasını yasakladı." İbn-i Cüreyc diyor ki: "Ben, hadisi Rivâyet eden Nafıa dedim ki: "Bu, Cuma günü müdür?" Nafi dedi ki: "Cuma da böyledir Cumanın dışında da böyledir. Buhari, K.el-Cuma, bab: 20

Diğer bir Rivâyette şöyle buyurulmuştur:

"Bir kimse başka birini kaldırıp da onun yerine oturmasın. Fakat birbirinize yer verin. Gelenlere yer açın. Ahmed b. Hanbel, Müsned,C.2.S.17

Meclise sonradan gelen bir kişi için ayağa kalkma hususunda üç görüş zikredilmektedir. Bir kısım âlimler bunun caiz olduğunu söylemişler ve delil olarak şu hadis-i şerifi zikretmişlerdir. Ebû Said el-Hudri diyor ki:

"Yahudilerden (Hendek savaşında müşriklerle anlaşarak Resûlüllah’a ihanet eden) Kureyza oğulları (aynı savaşta yaralanmış olan) Sa'd b. Muaz'ın hakemliğini kabul ettiler. Bunun üzerine Resûlüllah Sa'd b. Muaz'a bir kimse gönderip çağırdı. Sa'd (Bir merkebe binmiş olarak) geldi. Sa'd, Resûlüllah'ın mescidine yaklaşınca Resûlüllah Ensar'a "Efendinize veya hayırlınızı ayağa kalkın." buyurdu. Sa'd Resûlüllah'ın yanına oturdu. Resûlüllah ona "Şunlar senin hakemliğini kabul ettiler." dedi. Sa'd "Ben onların, seninle savaşanlarını öldürmene, aile ve çocuklarını da esir etmene hükmediyorum." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Sen, Allah'ın hükmüyle hüküm verdin." dedi. Buhari K.el-İstizan, bab: 26 / Müslim, K.el-Cihad ve Siyer, bab: 46, Hadis no: 1768, Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 13, Hadis no: 2755

Diğer bir kısım âlimler ise dışarıdan meclise gelen bir kişiye karşı ayağa kalkmanın caiz olmadığını söylemişler ve bu hususta şu hadis-i şerifleri Rivâyet etmişlerdir: "Peygamber efendimiz buyurmaktadır ki:

"Kim, insanların kendi önünden kalkıp dikilmelerini sevecek olursa cehennem ateşinde yerini hazırlasın. Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 165, Hadis no: 5229/Tirmizi, K.el-Edeb, bab: 13, Hadis no: 2755

Ebû Ümame el-Bahili diyor ki:

"Bir gün Resûlüllah, âsâsma basarak yanımıza geldi. Biz ona ayağa kalktık ve o bize şöyle buyurdu: "Acemlerin birbirlerine tazim etmek için ayağa kalktıkları gibi ayağa kalkmayın. Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 165, Hadis no: 5230 / İbn-i Mace, K.ed-Duab, 2, Hadis no: 3836

Enes b. Malik diyor ki:

"Sahabilere, Resûlüllahtan daha sevimli hiçbir kimse yoktu. Onlar Resûlüllahı gördüklerinde ayağa kalkmıyorlardı. Çünkü onlar, Resûlüllah’ın bundan hoşlanmadığını biliyorlardı. Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 13, Hadis no: 2754

Diğer bir kısım âlimler ise yolculuktan gelen kimse için veya hüküm ve-reeceği yerde hakim için ayağa kalkmanın caiz olduğunu söylemişler Sa'd b. Muaz olayını da buna örnek vermişlerdir. Buna mukabil her gelene ayağa kalkmanın Acemlerin âdetlerinden olduğunu söylemişler ve son olarak zikredilen hadis-i şerifi de buna delil göstermîşlerdir.

12

“Ey iman edenler, peygamberle gizli konuşmak istediğiniz zaman konuşmadan önce sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer sadaka verecek bir şey bulamazsanız şüphesiz ki Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.”

Allahü teâlâ bu âyet-î kerimede mü’min kullarına, Resûlüllah ile gizli bir şey konuşmak istemeleri halinde böyle bir konuşmaya layık olmaları için daha önceden bir sadaka verip kendilerni arındı mı al arını emretmiştir. Buna gücü yetmeyen fakirlerden ise bu yükümlülüğü kaldırmıştır. Ancak bu âyet-i kerime nazil olmuş ve mü’minlerin, Resûlüllah ile gizli konuşmadan evvel sadaka verme mecburiyetini kaldırmıştır. Böylece ikinci âyet birinci âyeti neshetmiştir. Bu âyet neshedilmeden önce Resûlüllah ile fisıldaşarak konuşmak için önce sadaka verenin, sadece Hazret-i Ali olduğu Rivâyet edimiştir.

Mücahid diyor ki: "Ali (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Allah'ın kitabında öyle bir âyet vardır ki onunla, benden önce hiç kimse amel etmedi. Benden sonra da amel etmeyecektir. Benim yanımda bir dinar vardı onu on dirheme bozdurdum. Resûlüllah ile her gizli konuştuğumda bir dirhem sadaka veriyordum. O sırada bu âyet neshedildi. Böylece bu âyetle ne benden önce amel eden oldu ne de benden sonra amel olacaktır.

Katade bu âyetin izahında diyor ki: "İnsanlar Reşulullaha durmadan soru sordular. Öyle ki onun etrafını sorularla kuşattılar. Bunun üzerine Allahü teâlâ mü’minlere bu âyetle öğüt verdi. Fakat insanların, Resûlüllahtan bir şey istemeye ihtiyaçtan oluyordu. Bu âyetin hükmüne göre de sadaka vermeden, Resûlüllahtan ihtiyaçlarını isteyemiyorlardı. Bu durum onlara ağır geldi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, "Eğer sadaka verecek bir şey bulamazsanız, Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir." ruhsatını indirdi."

Ali b. Alkame, Ali b. Ebi Talib'in şunları söylediğini rivâyet ediyor:

"Ey iman edenler, peygamberle gizli konuşmak istediğiniz zaman konuşmazdan önce sadaka verin..." âyeti inince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana dedi ki: "Bu sadakanın bir dinar olmasına ne dersin" Dedim ki: "İnsanların buna gücü yetmez." Dedi ki: "O halde ne kadar olmalı?" Dedim ki: "Bir aıpa ağırlığı kadar altın olsun." Resûlüllah buyurdu ki: "Şüphesiz ki sen, mali bakımdan mütevazı bir kimsesin." Hazret-i Ali diyor ki: "Bunun üzerine bundan sonra gelen âyet nazil oldu ve Allah benim sebebimle bu ümmetten yükü hafifletti. Tirmizî, K Tefsir el-Kur'an, Sûre: 5 8, bab: 2, Hadis no; 3300

13

“Peygamberle gizli konuşmadan önce sadaka vermekten mi çekindiniz? Bunu yapmadığınız halde Alla sizi affetti. Öyle ise namazınızı kılın, zekatınızı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

Ey mü’minler, Allah'ın peygamberiyle gizlice konuşmadan önce sadakalar verdiğiniz takdirde fakirleşeceğinizden mi korktunuz? Madem ki siz bunu yapmadınız buna rağmen Allah sizin tevbelerinizi kabul etmek lütfunda bulundu. O halde Allah’ın, sizin üzerinizden hiç düşürmediği namazı kılın ve zekatı verin. Emir ve yasaklarda Allah’a ve Resulüne itaat edin. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Daha önce de belirtildiği gibi, İkrime, Hasan-ı Basrî, Katade, Mukatil b. Hayyan, Mücahid ve diğer âlimler, bu âyetin, bundan önceki âyeti neshettiğini söylemişlerdir.

14

“Allah'ın gazap ettiği kimseleri kendilerine dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizden ne de onlardandır. Onlar, bile bile yalan yere yemin ederler.”

Ey Rasûlüm, Allah'ın, gazabına uğrattığı Yahudi kavmini kendilerine dost edinen münafıkları görmez misin? Bu münafıklar ne sizin dininizden ne de Yahudilerin dinindendir. Bunlar ortada sağa sola yalpa yapan kimselerdir. Bunlar, "Biz şehadet ederiz ki sen muhakkak Allah'ın Resulüsün." sözlerinde bile bile yalan söylerler.

15

“Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. Onların yaptıkları ne kötü şeydir.”

16

“Onlar yeminlerini kendilerine siper yaplılar. İnsanları Allah'ın yolundan uzaklaştırdılar. Onlar için alçaltıcı bir azap verdi.”

Allah, Yahudileri dost edinen münafıklar için âhirette şiddetli bir azap hazırlamıştır. Münafıkların, müslümanları aldatıp Yahudilere karşı, samimi olmaları ne kötü bir iştir. Münafıklar müslümanlara karşı mü’min olduklarına dair yemin eder ve bu yeminlerini kendilerine siper edinirler. Canlarını ve mallarını kurtarırlar. Böylece haklarında Allah'ın hükmünün icra edilmesine engel olur ve mü’minleri bunu yapmaktan alıkoymuş olurlar. Fakat âhirette bunu yapamayacaklardır. Onlar için hor ve hakir düşüren bir azap vardır.

Münafıklar, müslüman olduklarını ortaya koyan bir tavır takındıkları zaman müslümanlar tarafından sıkıştırılıyorlardı. Bunun için müslüman olduklarına dair çeşitli yeminler ediyorlardı. Böylece islamın, kâfirler hakkındaki hükümlerinin kendilerine uygulanmasına engel oluyorlardı. İslamın, ehl-i kitap olmayan kâfirler hakkındaki hükmü ölümdür. Kitap ehli olanlar için ise halifenin kararına göre öldürülmeleri veya cizye vererek müslümanların himayesinde yaşamalarıdır. İşte münafıklar, iman ettiklerine dair yeminler ederek bu tür cezalardan kurtulmuş oluyorlardı.

17

“Onların malları ve evlatları Allah katında kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar cehennemliktirler. Orada ebediyyen kalacaklardır.”

Kıyamet gününde, Yahudileri dost edinen münafıkların, Allah'ın azabına karşı ne malları kendilerine fayda verecektir ne de evlatları. Onlar mallarını fidye olarak verip kendilerini azaptan kurtaramayacaklar, evlatları da kendilerine herhangi bir yardımda bulunamayacaklardır. İşte onlar cehennemliktirler. Orada devamlı olarak kalacaklardır.

18

“Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün dünyada size yemin ettikleri gibi ona da yemin edecekler ve kendilerine bir fayda getireceğini sanacaklardır. İyi bilinmelidir ki onlar yalancıların ta kendileridir.”

Allah'ın, bu münafıkların hepsini dirilttiği gün de, dünyada iken mü’min olduklarına dair size yemin ettikleri gibi âhirette de Allah’a yemin edip kendilerini mazur göstermeye çalışacaklardır. Onlar yalan yeminleriyle ve inanmış gibi görünmeleriyle hak üzere olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yeminlerinde yakmaların ta kendileridir.

Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Resûlüllah bir gün müslümanlardan bir kaç kişiyle beraber evlerinden birinin gölgesinde oturuyordu. Gölge çekilmek üzereydi. O sırada şöyle buyurdu: "Şimdi size, şeytan gözüyle bakan bir adam gelecektir. Onunla konuşmayın." Çok geçmeden adam çıkageldi. Rasufullah ona baktı. Bir de ne gösün mavi gözlü birisi Resûlüllah adama: "Sen, falan ve filan, neden bana sövüyorsunuz?" dedi. Adam oradan ayrılıp gitti, arkadaşlarını alarak tekrar geri geldi. Resûlüllah’ın huzurunda böyle bir şey yapmadıklarına dair yemin ettiler ve Resûlüllahtan özür dilediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.l, S.267, 350

19

“Şeytan onları kaplamış ve Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilinmelidir ki şeytanın taraftarları mutlaka hüsrandadırlar.”

Şeytan bu münafıklara galip gelmiş ve onlar kaplamıştır. Onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın askerleridir. İyi bilin ki şeytanın askerleri hüsrana uğrayacaklardır.

20

“Allah’a ve peygamberine karşı gelenler, işte onlar, en alçak kimselerle beraberdirler.”

21

“Allah: "Ben ve peygamberim, mutlaka üstün geleceğiz." diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah, herşeyden kuvvetli ve herşeye galiptir.”

Şüphesiz ki Allah'ın koyduğu sınırlarda ve farz kıldığı emirlerde Allah’a ve Resulüne karşı gelenler, işte onlar, en zelil olanlarla beraberdirler. Zira Allah, levh-i mahfuzda: "Ben ve peygamberim, bize karşı genlere mutlaka galip geleceğiz." diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah, emirlerine uymayanlara karşı çok kuvvetlidir ve galiptir. Onun cezalandırmasına karşı kimse kimseye yardımcı olamaz.

22

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmin, babalan, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve peygamberine düşman olanlara sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah, bunların kalblerine imanı yerleştirmiş ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Allah onları, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak ve onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdırlar. İyi bilinmelidir ki kurtuluşa erenler ancak Allah'ın taraftarı olanlardır.”

Bu âyet-i kerime, İslamtla dostluğun ve kardeşliğin dini esaslar üzere kıırukiuğunu, bu itibarla İslama ters düşen kişinin dostluk ve kardeşlik bağını kopardığını, bu itibarla kişinin öz babası, oğlu, kardeşi ve akrabası da olsa artık onlara karşı sevgi besleyemeyeceğini beyan etmektedir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Ey mü’minler, eğer İnkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." "Ey Rasûlüm, de ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, Allah’tan, peygamberinden ve Allah yolunda cihad etmekten sizin için daha fazla sevgili ise Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar güruhunu hidâyete erdirme Tevbe Sûresi, 9/23-24

Bu âyet-i kerime’nin, Bedir savaşında babası Abdullah b. el-Cerrah'ı öldüren Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, kardeşi Ubeyd b. Umeyr'i öldüren Mus'ab b. Umeyr, Ubte'yi öldüren Hamza, Şeybe'yi öldüren Ali, Velid b. Utbe'yi öldüren Ubeyde b. el-Haris ve yakın bir akrabasını öldüren Hazret-i Ömer ve oğlu Abdurrahman'i öldürmeye kalkan Hazret-i Ebubekir hakkında nazil olduğu Rivâyet edilmektedir.

Görüldüğü gibi sahabe-i kiram, dinlerine karşı çıkan kimseleri, akrabaları dahi olsa affetmiyor gerektiğinde onları öldürebiliyorlardı. Zira iman ve İslam her türlü değerin üzerindeydi. Kıyamete kadar da öyle olmaya devam edecektir.

0 ﴿