HAŞR SÛRESİHaşr sûresi, Medine'de nazil olmuştur ve yirmi dört âyettir. Bu sûre-i celile, göklerde ve yerde bulunan herşeyin, Allahü teâlâyı tesbih ettiğini beyan ederek başlıyor. Allahü teâlânın, Hendek savaşı sırasında, mü’minlere ihanet eden Yahudileri, bu yaptıklarının cezası olarak yurtlarından çıkardığı açıklanıyor. Fethedilen memleketlerden alınan ganimet mallarının kimlere taksim edileceği beyan ediliyor. Münafıkların iki yüzlülükleri, onların kalblerine mü’minlerin korkusunun salındığı, müstahkem kalelere çekilmiş olmalarının onlara bir fayda sağlamayacağı ifade buyuruluyor. Sûre-i edilenin sonunda, cennet ehli ile cehennem ehlinin eşit olmayacağı, cennet ehlinin mutlaka kurtuluşa ermiş olacağı haber veriliyor ve Sûre "O, yaratan, yoktan var eden, yarattıklarını şekillendiren Allah’tır. En güzel isimler onundur. Göklerde ve yerde bulunan herşey onu tenzih ve tesbih eder. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir." âyetiyle sona eriyor. Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle. 1“Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah'ı tesbih eder. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Allahü teâlâ bu âyetti kerime’de, göklerde ve yerde bulunan bütün varlıkların, kendisini layık olmayan şeylerden arındırdıklarını ve kendisini, layık olan sıfatlarla sıfatlandırdıklarını beyan etmektedir. Taberi, âyette geçen "Tesbih etme" ifadesini "Namaz kılmak ve secde etmek." olarak izah etmiştir. 2“Kitap ehlinden inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa siz, onların çıkacaklarını sanmıyordunuz. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'ın azabından koruyacağını sanmışlardı. Ama hiç beklemedikleri bir yerden Allah’ın azabı onları yakalayıverdi. Allah onların kalblerine şiddetli bir korku saldı da evlerini bizzat kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri bundan ibret alın.” Mücahid, Katade, Zühri ve İbn-i Zeyd vb. âlimler bu âyet-i kerime’de zikredilen ehl-i kitabın, Resûlüllah’a suikast teşebbüslerinden dolayı, onun tarafından Medine'den sürgün edilen ve gidip Hayber ve Şam'a yerleşen Nadr oğulları Yahudileri olduğunu söylemişlerdir. Bu olayın şöyle cerayan ettiği rivâyet edilmektedir: "Bi'r-i Maûne gazvesinde sahabe-i kiramdan yetmiş kişi şehid edilmiş, bunlardan sadece Amr b. Ümeyye ed-Damrî kaçıp kurtulmuştur. Amr Medine'ye dönerken yolda kendisiyle karşılaşan Âmir oğullarından iki kişiyi öldürmüştür. Öldürülen bu iki kişinin, kendilerine dokunulmayacağına dair Resûlüllah ile bir antlaşmaları varmış. Amr ise bu antlaşmayı bilmiyormuş. Medine'ye gelince bu durumu Resûlüllah’a bildirmiş O da: "Sen bu iki kişiyi öldürdün ben onların diyetlerini mutlaka ödeyeceğim." demiştir. Resûlüllah ile antlaşma yapmış olan Âmiroğulları, Nadr oğulları Yahudileriyle de daha önce antlaşma yapmışlarmış. Nadr oğulları Medine'nin doğusunda bir kaç mil uzakta yaşıyorlarmiş. Resûlüllah bunlara giderek, Âmiroğullarından öldürülen iki kişinin diyeti hususimde kendisine yardımcı olmalarım istemiştir. Zira Resûlüllah ile Nadr oğulları arasında bu tür hadiselerde birbirlerine yardım ettnek üzere bir antlaşma bulunuyormuş. Nadr oğulları Peygamberimize: "Ey Ebû Kasım, bizden istediğin yardım hususunda sana istediğini vereceğiz," dediler. Bu sırada Resûlüllah onların evlerinden birinin duvarının dibinde oturuyordu. Nadr oğulları bir suikast düzenleyerek birbirlerine şöyle demişlerdir: "Siz bu adamı bir daha bu şekilde bulamazsınız. Kim şu evin üzerine çıkıp ta onun üzerine taş düşürerek bizi ondan kurtanr?" Bu teklifi içlerinden Amr b. Cehhaş b. Ka'b kabul etmiş ve "Bu işe ben varım." demişti. Resûlüllah da içlerinde Hazret-i Ebubekir, Ömer ve Ali'nin de bulunduğu sahabilerden bir toplulukla orada otururken Amr taşı düşünmek üzere oraya çıkmış, o sırada Resûlüllah’a bu suikast planı hakkında vahiy gelmiştir. Bunun üzerine Resûlüllah oradan kalkıp hissetti nineden ayrılmış ve Medine'ye dönmüştür. Resûlüllah tekrar duvarın dibine geri dönmeyince sahabiler onu aramaya başlamışlar ve Medine'den gelen birine onu sormuşlar o da Resûlüllah, Medine'ye girerken gördüğünü söylemiştir. Sahabiler oradan aynlıp Medine'ye gelmişler. Resûlüllah onlara Yahudilerin hıyanetini bildirmiş ve bu Yahudilerle savaş yapmak için hazırlanmalarını emretmiştir. Sonra Resûlüllah Nadr oğulları üzerine yürümüş onlar da kalelerine sığınarak orada yaşamaya başlamışlardır. Resûlüllah onların hunnala-nm kesmeyi ve yakmayı emretmiştir. Nadr oğulları, bulunduklan kalelerden: "Ey Muhammed, sen yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı yasaklıyor ve bunu ayıplıyordun. Hurmaların kesilmesi ve yakılması nedir?" diye sesleniyorlardı. Avf oğullarından Abdullah b. Übey b. Selul, Vedia b. Malik, Süveyd ve Dâis, Nadr oğullarına bir kişi göndererek: "Yerinizden aynimayın, kendinizi koruyun. Zira biz sizleri asla yalnız bırakmayız ve onlara teslim etmeyiz. Savaşırsanız sizinle beraber savaşırız. Çıkıp giderseniz sizinle beraber gideriz." dediler. Nadr oğulları bu münafıklardan yardım beklediler fakat hiçbir yardım göremediler. İçlerine korku düştü. Bunun üzerine onlar Resûlüllah’a, silahlarını bırakarak, develerinin taşıyabileceği kadar eşyalarını beraberlerinde alıp götürmeleri ve can güvenliklerinin sağlanması şartıyla Medine'den çıkıp gitmeyi teklif ettiler. Resûlüllah onların bu tekliflerini kabul etti. Bunun üzerine Nadr oğulları, develerinin taşıyabileceği kadar eşya alarak Medine'den ayrıldılar. Giderken evlerini kendi elleriyle yıkıyorlar, develerini yyükleyebilecekleriniyükleyip götürüyorlardı. Onların bir kısmı Hayber'e, diğer bir kısmı da Şam'a gitmiştir. Geride bıraktıkları gayr-i menkuller, savaşmadan elde edildiği için, Allahü teâlânın emriyle Resûlüllah’a intikal etti. Resûlüllah bu malları dilediği kimselere vermekte serbestti. Nadr oğullarından sadece iki kişi müslüman olmuştu. Bunlardan biri, Resûlüllah’a suikast yapacak olan Amr'ın amcası Yâmin b. Amr, diğeri ise Ebû Said b. Vehb idi. Bunlar müslüman oldular ve kendi mallarının başında kaldılar. İşte bu sûre-i celile, bu kabile ve bu olay hakkında nazil olmuştur. 3“Eğer Allah onları sürüp çıkarmayı yazmamış olsaydı onlara dünyadayken azap ederdi. Onlar için ahirette cehennem azabı vardır.” Eğer Allah, levh-i mahfuzda, Nadr oğulları Yahudilerinin, Medine'den sürülüp çıkarılmalarını takdir etmemiş olsaydı onları dünyada iken mü’minlerin elleriyle öldürtür ve esir düşürürdü. Böylece daha dünyadayken onlara azabı tattınnış olurdu. Fakat Allah onların asıl azabını âhirete bıraktı ki, o da cehennem ateşidir. 4“Bunun sebebi, Allah’a ve Resulüne karşı gelmeleridir. Kim Allah’a karşı gelirse, şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.” Allah'ın, Yahudileri böyle sürgün ettirmesi ve âhirette de cehennem azabına koymasının sebebi, onların, Allah'ın ve Resulünün emirlerine karşı gelmeleridir. Kim, Allah'ın emirlerine karş gelirse bilsin ki Allah, cezalandırması çetin olandır. 5“(Ey mü’minler) kitap ehlinden inkâr edenlerin yurtlarındaki hurma ağaçlarını kesmeniz veya kökleri üzerinde dikili bırakmanız, Allah'ın izniyledir. Ve Allah'ın emrinden çıkanları rezil etmesi içindir.” Ey mü’minler, Medine'den sürgün edilen Nadr oğulları Yahudilerinin hurmalarından kestikleriniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıklarınız, Allah'ın em-riyledir. Bunu yapmanızdan dolayı üzerinize bir sorumluluk yoktur. Allah bunu, emrine karşı gelen Yahudileri rezil etmek için yaptırmıştır. Âyet-i kerime’de geçen ve "Hurma ağacı" diye tercüme edilen kelimesi, İkrime, Yezid b. Ruman, Katade, Zühri ve Abdullah b. Abbas'a göre, "Acve" diye adlandırılan hurma ağaçlarının dışındaki bütün hurma ağaçları için kullanılır. Mücahid, Amr b. Meymun ve İbn-i Zeyd'e göre ise kelimesi bütün hurma ağaçları için kullanılır ve Acve de buna dahildir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre özel bir renkte bulunan hurma ağaçlarıdır. Süfyan es-Sevri ise (......) kelimesinin, hurma ağaçlarının en güzeli için kulanıldığım söylemiştir. ' Yezid b. Ruman diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadr oğullarının hurma ağaçlarını kestirip yaktırınca onlar: "Ey Muhammed, sen, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı yasaklıyor ve ayıplıyordun. Şimdi sana ne oldu da hurmalarımızı kestirip yaktırıyorsun?" demişler, bunun üzerine Allahü teâlâ bu Âyet-i kerime’yi indirerek Resûlüllah’ın, bu işi Allah'ın izniyle yaptığını bildinniştir. Katade ve Mücahid ise diyorlar ki: "Müslümanların bir kısmı Nadr oğulkırının hurma ağaçlarını keserken diğerleri, bu işin bir fesat çıkarma olacağını düşünerek ağaçları kesmenin veya kesmeyip bırakmanın Allah’ın izniyle olduğunu bildirmiştir. Abdullah b. Ömer diyor ki: "Resûlüllah, Nadr oğullarının "Buveyre" denen yerdeki hurmalarını kestirip yaktırınca Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirmiştir Buhari, K.Tefsiri el- Kur’an,Sûre: 59,bab: 2/ Tirmizi,K.Tefsir el-Kur’an,Sûre: 59, bab: 1,Hadis no: 3302 6“Allah'ın, Resulüne ganimet olarak verdiği, kâfirlerden geri kalan mallar için, siz ne at ne deve koşturdunuz. Fakat Allah peygamberlerini Kullarından dildiğine galip getirir. Allah herşeye kadirdir.” Allah'ın peygamberine, Nadr oğullarının mallarından bıraktığı ganimetleri elde etmekte sizler yorulmadınız. Onlar için ne at koşturdunuz ne de deve. Bu itibarla bu mallar, Allah'ın Resulüne aittir. Allah, peygamberini, dilediğine galip getirir ve onların mallarını da ganimet olarak peygamberine bırakır, Allah herşeye kadirdir. 7“Allah'ın, (fethedilen) şehir halkından ganimet olarak peygamberine verdiği mallar, Allah’a, Peygambere yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlar içindir. Böylece mallar, içinizdeki zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey olmasın Peygamber size ne verdiyse onu alın. Sîze neyi yasakladıysa ondan kaçının. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, cezası pek şiddetli olandır.” *Bu âyette, fethedilen şehirden, Allah'ın Resulüne verdiği ganimetten bahsedilmektedir. Âlimler, bu ganimetten neyin kasdedildiği hakkında çeşitli izahlarda bulunmuşlardır. Bir kısım âlimler, âyette geçen ve "Ganimet" diye tercüme edilen "Fey" kelimesinden maksadın "Cizye ve haraç" olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Malik b. Evs b. el-Hadesan diyor ki: "Ömer b. el-Hattab (radıyallahü anh) şu âyeti okudu. "Zekat, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekatı toplayan memurlara, kalbleri İslama ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolüa kalanlara verilir. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." Tevbe Sûresi, 9/60 ve dedi ki: "İşte zekat bunlar içindir. Hazret-i Ömer daha sonra: "Eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşılaştığı o gün, kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız, bilin ki savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın, peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah herşeye kadirdir." Enfal Sûresi, 8/41 âyetini okudu ye "Bu âyette bunların hakkını bildirmektedir." dedi. Daha sonra bu surenin sekiz, dokuz ve onuncu âyetlerini okudu ve sonra şöyle dedi: "Bu âyet-i kerime bütün müslümanları kapsamaktadır. Burada zikredilen ganimette payı olmayan hiçbir kimse yoktur. Yemin olsun ki eğer yaşayacak olursam bu ganimeti elde etmek için alnı terlemeyen çobana dahi, develerini sürerken payı kendisine ulaşacaktır." Ma'merde bu görüştedir. Diğer bir kısım âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müslümanların savaşarak fethettikleri ülkelerden elde ettikleri harp ganimeti olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, Yezid b. Rûman'dan nakledilmiştir. Bazı âlimler de bu Âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müslümanların at ve deve koşturarak savaş yoluyla aldıkları ganimet malları olduğunu söylemişler ve bunu izah ederken de şöyle demişlerdir: "Önceleri ganimet, bu ve bundan sonraki âyetlerde zikredilen kimselere aitti. Savaşa girenlere ondan bir pay veriliyordu. Sonra bu hüküm Enfal suresinin kırk ikinci âyetiyle neshedildi. Ganimetlerin sadece beşte birinin, burada zikredilen âyetlerde belirtilen kimselere verileceği, geriye kalan beşte dördünün ise bizzat savaşanlara taksim edileceği bildirildi. Böylece düşmandan zorla elde edilen ganimet beş kısma ayrılır oldu. Beşte dördü bizzat savaşanlara taksim ediliyor, geriye kalan beşte biri de beş kısma taksim ediliyordu. Biri Allah’a ve Resulüne, biri, Resûlüllah hayattayken mevcut olan akrabalarına, biri yetimlere, biri miskinlere, biri de yolda kalmışlara taksim ediliyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edince Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Resûlüllah ile akrabalarına ait olan iki payı, Allah yolunda, Resûlüllah'ın sadakası olarak ayırmışlardır. Başka bir kısım âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müslümanlarla sulh yapan düşmanın, vermeyi taahhüt ettiği mal olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre bu âyet-i kerime bundan önceki âyette zikredilen ganimetin nasıl taksim edileceğini göstennektedir. Taberi de diyor ki: "Bu âyette zikredilen ganimet, bundan önceki âyette zikredilen ganimetten farklı bir ganimettir. Zira bundan önceki âyette zikredilen ganimetler, Allah'ın, sadece peygamberine tahsis ettiği ganimetlerdir. Bu hususta Malik b. Evs el-Hadesan, Ömer b. el-Hattab'dan şu hadiseyi nakletmektedir. Malik b. Evs diyor ki: "Ömer b. el-Huttab (radıyallahü anh) beni çağırmıştı. O antla içeriye kapıcısı Yerfâ girdi ve dedi ki: "Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi Vakkas içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" Ömer: "Evet içeri al." dedi. Biraz sonra Yeıfâ tekrar geldi ve: "Abbas ve Ali de içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" dedi. Ömer (radıyallahü anh) "Onlar da girsinler." dedi. Bunlar da içeri girince Abbas şöyle dedi: "Ey mü’minlerin emiri, benimle şunun (Ali'nin) arasında hüküm ver." Bunlar, Nadr oğullarının mallarından, Allah'ın, Resulüne ganimet olarak vermiş olduğu mal hakkında kavga etmişlerdi. Ali ve Abbas birbirlerine ağır sözler söylediler. Orada bulunanlar: "Ey mü’minlerin em iri sen bunların arasında hüküm ver ve birbirlerinden kurtar." dediler. Hazret-i Ömer: "Sakin olun. Sizi, gökler ve yer izniyle ayakta duran Allah hakkı için şahitliğe çağırıyorum. Sizler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in, bizzat kendisini kastederek: "Biz peygamberler, miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız şeyler sadakadır." buyurduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar da "Evet böyle söyledi." dediler. Bunun üzerine Ömer, Ali ve Abbas'a yönelerek: "Allah hakkı için söyleyin bana, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in böyle söylediğini siz de biliyor musunuz?" dedi. Onlar da "Evet." dediler. Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Şimdi ben bu meseleyi size anlatayım. Allahü teâlâ bu ganimette Resûlüllahı, hiçbir kimseye vermediği bir hakka sahip kıldı. Zikri yüce olan Allah şöyle buyurdu: "Allah'ın, Resulüne ganimet olarak verdiği (kafirlerden geri kalan) mallar için siz ne at ne de deve koşturdunuz. Fakat Allah, peygamberini, kullarından dilediğine galip getirir. Allah, herşeye kadirdir." Haşr Sûresi, 59/6 Evet bu ganimet sadece Resûlüllah’a aitti. Allah’a yemin olsun ki o bu malı, siz olmadan elinde bulundurmalı ye bunu sizden ayrı olarak sadece kendisi kullanmadı. Bilakis onu size verdi ve aranızda bölüştürdü. Nihâyet o mallardan bunlar kaldı. Resûlüllah bu maldan ailesinin yıllık nafakasını harcıyor, geriye kalanını, Allah'ın malının konduğu yere (Beytülmala) koyuyordu. Resûlüllah hayatı boyunca böyle yaptı. Sonra vefat etti. Ebubekir gelince: "Ben Resûlüllah’ın Halifesiyim." dedi ve bu malı o aldı. O malı, Resûlüllah’ın kullandığı gibi kullandı." Ömer, Ali ve Abbas'a dönerek: "Sizler o zaman Ebubekir'in bu mal hakkında sizin söylediğiniz gibi olduğunu anlatıyordunuz. Allah biliyor ki o, bu mal hakkında doğru söylemişti. İyilikte bulunmuştu, olgun davranmıştı ve hakka uymuştu. Sonra Aziz ve Celil olan Allah, Ebubekir'i vefat ettirdi. Dedim ki: "Ben Resûlüllah’ın ve Ebubekir'in Halifesiyim. Emirliğimin ilk iki yılında bu mallar hususunda Resûlüllah’ın ve Ebubekir'in davrandığı gibi davrandım. Allah da biliyor ki benim bu mallar hakkındaki sözüm hakti. İyilikte bulundum, olgun davrandım, hakka uydum. Sonra siz ikiniz, sözünüz bir, işiniz bir olarak bana geldiniz. Önce Abbas sen geldin. Ben sana dedim ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Biz peygamberler miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız şeyler sadakadır." Sonra kanaatim değişti. Bu malı size vermek istedim ve dedim ki: "Dilerseniz bu malı size verebilirim. Ancak şu şartla ki, bu mal hakkında Allah'ın Resulünün, Ebubekir'in ve halife olduktan sonra benim davrandığım gibi davranacağınıza dair Allah’a ahd edip söz vereceksiniz. Aksi takdirde bu hususta bana bir şey söylemeyin. Siz bana demiştiniz ki: "Bu şartla o malı bize ver." Ben de onu size vermiştim. Şimdi sizler benden bunun dışında başka bir hüküm mü istiyorsunuz? Gökler ve yer, izniyle ayakta duran Allah’a yemin olsun ki kıyamet kopuncaya kadar ben bu mal hakkında bundan başka bir hüküm vermem. Eğer siz o malı idare etmekten âciz iseniz onu bana verin, ben onu idare ederim." Buhari, K.el-Megnzi, bab: 14 Bu hadis-i şerif göstermektedir ki, âyette zikredilen mal, bundan önce zikredilen maldan başka bir maldır. Zira önceki âyette zikredilen mal, sadece Resûlüllah’a aittir. Burada zikredilen mal ise çeşitli zümrelere ait olan maldır. Âyette zikredilen "Akrabalar"dan maksat, Resûlüllah’ın, Haşimoğullarından ve Muttalib oğullarından olan akrabalarıdır. "Yetimler"den maksat, müslümanların, yetim kalan ve malları olmayan çocuklarıdır. "Yolda kalan"dan maksat, Allah’a isyan etme dışında herhangi bir yolculuk için yola çıkıp ve yolda malı tükenen kimsedir. Âyet-i kerime’de "Peygamber size neyi verdiyse onu alın. Neyi de yasakladıysa ondan kaçının." buyurulmaktadır. Taberi âyetin bu kısmım şöyle izah etmektedir: "Peygamber size, Allah'ın kendisine, fethedilen yerlerden verdiği ganimetlerden neyi verirse onu alın. Ganimetlerden bir şeyi saklama gibi bir şeyi de yasaklarsa ondan kaçının." Abdullah b. Mes'ud bu âyet-i kerime’yi genel bir şekilde izah etmiş ve Resûlüllah’ın emrettiği herşeye bağlı kalınmasını, yasakladığı her şeyden de kaçınılmasını ifade ettiğini şu olayı anlatarak beyan etmiştir. Alkame diyor ki: "Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: "Allah, vücutlara "Ben" yapan ve yaptıran, vücutlarından tüy alan kadınlara, güzelleştirmek için dişlerini törpületen ve Allah'ın yarattığı vücudunu değiştiren kadınlara lanet eder." İbn-i Mes'ud'un bu sözü Esedoğullarından, Ümm-i Yakup denen bir kadına ulaştı. Kadın gelip İbn-i Mes'ud'a şöyle dedi: "Bana şu ve şu şekilde olanlara lanet okuduğun haberi geldi." İbn-i Mes'ud: "Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem)in lanetlediği ve Allah'ın kitabında lanetlediği mevcut olan kimseleri niçin lanetlemiyeyim ki?" dedi. Kadın "Ben Kur’an’ın iki kapağı arasını okudum. Senin söylediğini orada bulamadım." dedi. İbn-i Mes'ud, "Allah’a yemin olsun ki sen onu iyi okumuş olsaydın bunu bulmuş olacaktın. Sen "... Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının..." âyetini okumadın mı?" dedi. Kadın: "Evet okudum." dedi. İbn-i Mes'ud "İşte Resûlüllah bunları yasakladı. " dedi. Kadın: "Ben senin ailenin, bunları yaptığını görüyorum." dedi. İbn-i Mes'ud: "Git de bak." dedi. Kadın gidip baktı. Aradıklarından bir şey bulamadı. İbn-i Mes'ud bunun üzerine şöyle dedi: "Eğer benim ailem öyle olsaydı, bizleri nikah birleştirmezdi." Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 59, bab: 4 8“Bu ganimet mallarında, bilhassa yurtlarından ve mallarından uzaklaştrılmış, Allah'ın lütuf ve rızasını isteyen, Allah’a ve Resulüne yardım eden fakir muhacirlerin hakkı vardır. İşte samimi olanlar onlardır.” Allah'ın, Resulüne ganimet olarak verdiği mallar, sadece zenginlerin ellerinde dönüp dolaşan bir maddi varlık olmasın diye, hicret edenlerin fakirleri için de verilir. Bu fakirler, Allah'ın lütfunu ve rızasını kazanma, Allah’a ve Resulüne yardım etme uğrunda yurtlarından çıkarıldılar. Mal ve mülklerinden uzaklaştırıldılar. İşte verdiği sözlerde doğru olanlar bunlardır. 9Daha önceden Medine'yi yurt edinip imanı kalblerine yerleştirenler, hicret edip kendilerine gelen mü’minleri severler. Onlara verilen ganimet mallarından dolayı içlerinde hiçbir çekemezlik duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin cimriliğinden korunmuş kimseler, işle onlar, kurtuluşa erenlerdir. Âyet-i kerime, Mekke'den ve diğer yerlerden hicret ederek kendilerine gelen müslümanları himaye eden Medineli Ensar'ı övmektedir. Ensar, gerek ganimet mallarının muhacirlere verilmesi hususunda gerekse kendi öz mallarından onlara vermeleri hususunda son derece cömert davranmışlar ve nefislerinin cimriliğini yenmişler, böylece Allahü teâlânın övgüsüne mazhar olmuşlardır. Âyet-i kerime’de, Medine'de bulunan Ensar'ın, hicret edip kendilerine gelen müslümanları sevdikleri ifade edilmektedir. Hicret eden sahabiler, kendilerine yardım eden Ensar'ın bu halini Resûlüllah’a şöyle bildirmişlerdir: Enes b. Malik diyor ki; "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelince diğer muhacirler onun yanına gelip şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü, biz, gelip yanlarına yerleştiğimiz bu kavimden, çok olan malından daha çok harcayan ve az olan malından daha güzel yardım eden bir kavim görmedik. Bunlar bizim masraflarımızı üstlendiler. Kolayca elde ettikleri mallara bizi ortak ettiler. Öyle ki bizler, onların, bütün sevapları tek başlarına alacaklarından korkar olduk." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Onlar için Allah’a dua ettiğiniz ve onları övdüğünüz müddetçe bundan (Size sevap kalmayacağından) korkmayın. Tirmizî, K.el-Kıyame, bab: 44, Hadis no: 24S7 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, S.200 Âyet-i kerime’de, Medineli Ensar'ın, Mekke ve diğer yerlerden hicret eden mü’minlere ganimet ve zekat mallarından verilmesinden dolayı içlerinde herhangi bir burukluk hissetmedikleri beyan edilmektedir. Peygamber efendimiz Nadr oğulları Yahudilerini sürgün ettikten sonra kendisine kalan ganimet malı arazilerini tamamen muhacirlere taksim etmiş, Ensardan ise sadece fakir olduklarını söyleyen iki kişiye vermiştir. Bunlar da Sehl b. Huneyt ve Ebû Dücane'dir. Âyet-i kerime’de, Ensar'ın şiddetli ihtiyaçlarına rağmen muhacir kardeşlerini kendilerine tercih ettikleri beyan edilmektedir. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki: "Bir adam Resûlüllah’a geldi ve ona "Ey Allah'ın Resulü, ben açlıktan bittim." dedi. Resûlüllah, hanımlarına bir adam gönderdi. Adam onlarda hiçbir yiyecek bulamadı. Bunun üzerine "Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Allah ona rahmetini versin." buyurdu. Bunun üzerine Ensar'dan bir kışı ayağa kalktı ve "Ben misafir ederim ya Resulallah." dedi ve adamı alıp evine götürdü. Hanımına "Bu, Resûlüllah’ın misafiridir, bundan hiçbir şey esirgeme." dedi. Hanımı: "Vallahi evde çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur." dedi. Adam: "Çocuklar akşam yemeğini istediklerinde onları uyut gel, lambayı söndür. Bu gece karnımızı dürelim." dedi. Hanımı bunları yaptı. Sonra ev sahibi hakkında sabahleyin Resûlüllah şöyle buyurdu: "Allah falan adama ve falan kadına hayret etti. (Onları takdir etti). "İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 59, bab: 6 Âyet-i kerime’de, nefsinin cimriliğinden korunmuş kimselerin kurtuluşa erecekleri beyan edilmektedir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, cimrilik hususunda şöyle uyurmaktadır: "Zulümden kaçının. Zira zulüm kıyamet gününde onu yapan için zulumat (dehşetler) getirecektir. Siz cimrilikten kaçının. Zira sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir. Cimrilik, onların, birbirlerinin kanlarını akıtmaya ve mahremiyetlerini çiğnemeye sürüklemiştir. Müslim, K.el-Birr, bab: 56, Hadis no: 2578/Ahmed b. Hanbel, Müsned,C2, S.160,191 Alimler, burada geçen cimriliği çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Abdullah b. Mes'ud burada ifade edilen cimrilikten maksadın, kişinin, insanların malını haksız yere yemesi olduğunu söylemiştir. Enes b. Malik'ten nakledilen bir Rivâyete göre ise, zekatını veren, misafire ikram eden, felaketler zamanında yardımda bulunan kimse cimriliği yenen kimsedir. İbn-i Zeyd ise, Allah’ın haram kıldığı herhangi bir şeye el uzatmayan ve Allah'ın emrettiği şeyleri yerine getirmeyi, cimriliği engellemeyen kimse nefsinin cimriliğinden kurtulmuştur. 10“Muhacirlerden ve Ensar'dan sonra gelen mü’minler şöyle dua ederler "Ey rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Mü’minlere karşı kalbimizde bir kin bırakma. Ey rabbimiz, şüphesiz ki sen, çok şefkatli ve merhametlisin." Bu âyette zikredilen ve "Medine'yi kendilerine yurt edinen Ensar'dan sonra geldikleri beyan edilen insanlardan" kimlerin kasdedildiğı hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Bir kısım âlimlere göre bunlar, Medine'ye hicret eden muhacirlerdir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Medine'yi kendilerine yurt edinen ve kalblerine imanı yerleştiren Ensar'dan sonra Medine'ye gelen muhacirler de şöyle dua ederler: "Ey rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Mü’minlere karşı kalbimizde bir kın bırakma. Ey rabbimiz şüphesiz sen çok şefkatli ve çok merhametlisin." Mücahid'e göre bu âyette zikredilen insanlardan maksat, daha sonra müslüman olan insanlardır. Bunların kendilerinden önce geçen müslümanları hayır ile anacakları zikredilmiştir. Katade'ye göre ise Allahü teâlâ, Resûlüllah’ın, muhacir ve Ensar'dan olan sahabilerini zikrettikten sonra bu âyette, onlardan sonra gelen müslümanları zikretmiş ve bu müslümanların, sahabileri hayırla anmalarını emretmiş, onları dil uzatmayı yasaklamıştır. İbn-i Ebi Leyla diyor ki: "İnsanlar üç zümre olarak değerlendirilmişlerdir. Önce hicret eden muhacirler. Onlardan sonra gelen ve onlara güzellikle uyan tabiler, bir de tabilerden sonra gelen müslümanlardır. İşte âyette bu son gurup zikredilmektedir. 11Bak. Âyet 12. 12“Görmez misin o münafıkları ki kitap ehlinden inkâr eden kardeşlerine şöyle derler: "Yemin olsun ki eğer yurdunuzdan çıkarılırsanız elbette ki sizinle beraber biz de çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla itaat etmeyiz. Savaşa tutulursanız mutlaka size yardım ederiz." Allah, onları yalancı olduklarına şahitlik eder.” Yemin olsun ki eğer kitap ehli olanlar yurtlarından çıkarilsalar, münafıklar onlarla beraber çıkmazlar. Eğer bir savaşa tutuşsalar onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile mutlaka geri dönüp kaçarlar. Sonra onlar yardım görmemiş olur. Ey Rasûlüm, münafıkların, kitap ehli olan Yahudi kardeşlerine söyledikleri şu sözleri işitip, kalb gözünle onların halini görmedin mi? Münafıklar şöyle demişlerdi: "Şâyet sizler evlerinizden, yurdunuzdan çıkarılıp sürgün edilecek olursanız biz de yerimizi yurdumuzu bırakıp sizinle beraber çıkıp gideriz. Sizi tek başınıza bırakmamazı isteyen hiçbir kimsenin sözüne itaat etmeyiz. Şâyet Muhammed ve arkadaşları size karşı savaşa girişecek olurlarsa size mutlaka yardım ederiz. Ey Rasûlüm, Allah şahitlik eder ki Abdullah b. Übey gibi münafıklar, Nadr oğulları Yahudilerine verdikleri bu sözlerinde yalancıdırlar. Şâyet Nadr oğulları yerlerinden kovulacak olurlarsa münafıklar onlarla beraber çıkmazlar. Şâyet Muhammed onlara karşı savaşacak olursa münafıklar onlara yardım etmezler. Münafıklar yardım etseler bile müslümanlara karşı direnemez gerisin geri dönüp kaçarlar. Böylece Allah, Resulüne karşı Nadr oğulları Yahudilerine yardım etmemiş olur. Âyet-i kerime’de zikredilen "Münafıklardan maksat, Abdullah b. Übey b. Selul ve arkadaşlarıdır. "Kitap ehli"nden maksat, ise Medine'den kovulan Nadr oğulları Yahudileridir. Resûlüllah’ın bu Yahudileri kuşatması sırasında münafıklar bunlara adam göndererek yerlerinden ayrılmamalarını, müstahkem mevkilerinde kalmalarını, onları kimseye teslim etmeyeceklerini, savaşırlarsa onlarla beraber savaşacaklarını, Medine'den çıkarılırsa onlarla beraber çıkıp gideceklerini söylemişlerdir. Bu vaadleri bekleyen Yahudiler, münafıklardan hiçbir destek görmemişlerdir. Allah bunların kalblerine korku salmış ve develerinin götürebileceği kadar mal alıp şehri terketmek istemişler Resûlüllah da onlara bu şanla müsaade vermiştir. 13“Ey mü’minler, kâfirlerin yüreklerine oturan korkunuz, Allah korkusundan daha şiddetlidir, lîu da onların, hakkı anlamayan bir kavim olmalarındandır.” 14“Onlar, sizinle toplu halde ancak surlarla çevrilmiş müstahkem yerlerden veya duvarların arkasından savaşabilirler. Onların kendi aralarındaki çekişmeleri pek çetindir. Sen onları birlik beraberlik içinde sanırsın. Halbuki onların kalbleri darmadağınıktır. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan bir kavimdir.” Ey mü’minler, Nadr oğulları Yahudilerinin sinesinde sizin korkunuz Allah’ın korkusundan daha şiddetlidir. Zira bu kavim, Allah'ın azametini anlamayan bir topluluktur. Bu sebeple Allah’a karşı gelmeyi hafif görür, onun azabından çok, sizin onları cezalandırmanızdan korkarlar. Bu Yahudiler ve münafıklar sizinle karşı karşıya gelip savaşmaya cesaret edemezler. Bunlar ancak kalelerle tahkim edilmiş kasabalarda veya duvar arkalarından savaşabilirler. Bunların birbirlerine karşı olan düşmanlıkları da pek beterdir. Ey Rasûlüm, sen, münafıklarla kitap ehlinin birlik ve beraberlik içinde olduklarını sanırsın. Halbuki onların kalbleri birbirinden nefret etmektedir. Bunun sebebi ise Yahudi ve münafıkların, kendileri için faydalı olanı zararlı olanlardan ayırmayı akıl edememeleridir. Zira bunların heva ve hevesleri birbirlerinden farklıdır. 15“O kâfirlerin durumu, kendilerinden az önceki kâfirlerin durumu gibidir Onlar yaptıklarının cezasını tatmışlardı. Âhirette de onlar için can yakıcı bir azap vardır.” Nadr oğullarından olan Yahudi kâfirlerin ve münafıkların, Allah'ın azabına uğramaları bakımından halleri kendilerinden önceki kâfirlerin halleri gibidir. Âyette zikredilen "Önceki kâfirler"den maksat, İbn-i Abbas'a göre, Kaynuka oğulları Yahudileridir. Zira bunlar, Nadr oğullarından önce sürgün edilmişlerdir. Mücahid'e göre ise bunlar, Bedir'de mağlup olan Kureyş müşrikleridir. Taberi âyet-i kerime’nin genel ifadesinin, zikredilen bu iki gurup kâfiri kapsadığı gibi bunların dışında olan ve Resûlüllah’a, Nadr oğullarından önce karşı gelen bütün kâfirleri kapsadığını söylemiştir. Evet, Nadr oğullarının ve münafıkların durumu, kendilerinden önce gelen bütün kâfirlerin durumu gibi olacaktır. O kâfirler nasıl ki yaptıklarının cezasını görmüşlerse bunlar da yaptıklarının cezasını görecekler, âhirette de kendileri için can yakıcı bir azap olacaktır. 16“Yine onların durumu, insana "İnkâr et." deyip insan da inkâr edince "Ben senden uzağım, âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım diyen şeytanın durumu gibidir.” Nadr oğulları Yahudilerine: "Yemin olsun ki eğer yurdunuzdan çıkarılırsanız elbette ki sizinle beraber biz de çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla itaat etmeyiz. Savaşa tutulursanız mutlaka size yardım ederiz." diyen sonra da sözlerinden dönen münafıkların durumu ve bu münafıkların yardım vaadleri-ne aldanarak gururlanan Nadr oğullarının durumu, şeytanın vesveselerine aldanan sonra da ondan hiçbir yardım göremeyen günahkar insanın durumuna benzer. Zira şeytan insana "İnkâr et" der. İnsan inkâr edince de âhirette ona "Ben senden beriyim. Zira ben, âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım." der. Âyette zikredilen "İnsan" Mücahid'e göre, bütün insanlardır. Bununla, şeytanın aldatmalarına kanan ve İnkâra düşaı herhangi bir insan misal verilmiştir. Hazret-i Ali, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Tavus ve Mukatil'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyette zikredilen insandan maksat, İsrailoğullarından bir rahiptir. Bu rahip şeytana aldanarak fuhuş işlemiş sonra da zina ettiği kadının gebeliği ile bu çirkin işinin ortaya çıkmasından korkarak kadını öldürmüştür. Kadının akrabaları da onu öldürmeye kalkışınca şeytan kendisine görünmüş ve kendisine secde etmesi halinde onu kurtaracağını vaadetmiştır. Rahip ona secde ettikten sonra da kadının akrabaları onu öldürmek için yakalayınca bu defa da "Ben senden beriyim. Çünkü ben, âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım." demiştir. 17“Nihâyet her ikisinin âkibeti de ebedi olarak içinde kalacakları ateşe girmektir. Zalimlerin cezası işte budur.” Şeytanın da, ona itaat ederek İnkâra düşen insanın da akıbetleri, devamlı olarak cehennemde kalmaktır. Nadr oğulları Yahudilerinin ve münafıkların cezası da budur. Zira her zalimin cezası böyledir. 18“Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın ne hazırlayıp gönderdiğine bir baksın. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Ey, Allah’ı birleyen ve peygamberini tasdik eden mü’minler, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Herkes kıyamet günü için nasıl ameller hazırladığına bir baksın. Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan sakının. Zira Allah, işlediğiniz amellerden haberdardır. Sizi amellerinize göre cezalandıracak veya mükafaatlandıracaktır. Bu âyet-i kerime’nin izahında, Cerir b. Abdullah diyor ki: "Bir gün öğlenden önce biz Resûlüllah’ın yanında bulunuyorduk. O sırada Resûlüllah’ın yanına yalınayak, çıplak, ortası yarık cübbelerini başlarına geçirmiş, kılıçlarını kuşanmış bir gurup geldi. Bunların hepsi Mudar kabilesindendi. Resûlüllah’ın yüzündeki ifade onlarda gördüğü fakirlikten dolayı değişti. İçeri girip dışarı çıktı. Sonra Bilal'e emretti. Bilal ezan okudu kamet getirdi. Resûlüllah namazı kıldırdı. Sonra bir hutbe irad ederek şu âyetleri okudu: "Ey insanlar, sizi tek bir candan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden de bir çok erkek ve kadın türetip yeryüzüne yayan rabbinizden korkun. Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde devamlı gözetleyicidir." Nisa Sûresi, 4/1 "Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarına ne hazırlayıp gönderdiğine bir baksın. Allah’tan korkun şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." Bunun üzerine insanlar, dinarından, dirheminden, elbisesinden, buğdayından, bir humıanın yarısı kadar da olsa hurmasından sadaka verdiler. Ensar'dan bir kişi de eliyle zorla taşıyabildiği, hatta taşımakta âciz kaldığı bir para kesesi getirdi. İnsanlar onu takibettiler. Öyle ki ben, yiyecek ve elbiselerden iki yığın gördüm. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in yüzünün de altın yaldızlı gümüş gibi parladığını gördüm. Sonra Resûlüllah şöyle buyurdu: "Kim İslamda güzel bir çığır açarsa ona hem o işi yapmanın mükafaatı hem de kendisinden sonra o işi yapanların mükafaatı vardır. Bundan dolayı kimsenin mükafaatı da eksilmez. Kim de İslamda kötü bir çığır açacak olursa ona hem o işi yapmanın günahı hem de kendisinden sonra o işi yapanların günahı vardır. Bu, onların günahlarından hiçbir şeyi eksiltmeyecektir." Müslim, K.ez-Zekât, bab: 69, Hadis no: 1017 / Nesai, K.ez-Zekat, hab: 64 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, 19“Allah'ın unutan, Allah'ın da kendilerini, kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte doğru yoldan çıkanlar bunlardır.” Ey iman edenler, Allah’ın farz kıldığı emirleri yerine getirmeyerek onları unutan kimselerden olmayın. Allah böyle insanlara hayırdan nasip almalarını unutturmuştur. İşte bunlar, Allah'ın itaatinden ayrılıp isyana düşen kimselerdir. 20“Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa erenler sadece cennetliklerdir.” Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Yoksa kötülükleri işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde tam eşit olarak, iman edip salih amel işleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanırlar? Ne kotu hüküm veriyorlar." Casiye Sûresi, 45/21 13- Sâd Sûresi, 38/28 "Yoksa biz, iman edip salih amel işleyenleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah’tan hakkıyla korkanları günahkarlar gibi mi tutacağız?" Sad Sûresi, 38/ 21“Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah'ın korkusundan o dağın huşu ile boyun eğdiğini ve parça parça olduğunu görürdün. Biz, bu misalleri insanlara, düşünmeleri için veriyoruz.” Ey Rasûlüm, eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirecek olsaydık Kur’an’ın emir ve yasaklarını yerine getirememe korkusundan o dağın boyun eğdiğini, hatta parça parça olduğunu görürdün. Kur'an, Âdemoğluna indirildi. O ise Kur’an’ı hafife alır, ondaki emir ve öğütlerden yüz çevirir oldu. İşte biz, insanlara, hissetme duygusuna sahip olmayan dağların, Allah'ın emirlerine nasil boyun eğdiklerini misal veririz ki düşünsünler ve hakka boyun eğsinler. 22“O, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, görülmeyeni de, görüleni de bilen Allah’tır. O, esirgeyen ve bağışlayandır.” 23“O, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hükümran, noksan sıfatlardan uzak, selamete erdiren, emniyete kavuşturan, gözetip koruyan, her şeye galip olan, istediğini zorla yaptıran, her şeyden yüce olan Allah’tır. Allah müşriklerin ortak koştuklarından münezzehtir.” 24“O, yaratan, yoktan var eden, yarattıklarını şekillendiren Allah’tır. En güzel isimler onundur. Göklerde ve yerde olan herşey onu tenzih ve tesbih eder. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Ma'kil b. Yesar diyor ki: "Resûlüllah bu âyetlerin fazileti hakkında şöyle buyurdu: "Kim sabahladığında üç kere: "Ben, kovulmuş olan şeytanın şerrinden, herşeyi işiten ve bilen Allah’a sığınırım." der de Haşr suresinin son üç âyetini okuyacak olursa Allah ona yetmiş bin meleği vekil kılar. Akşam oluncaya kadar o melekler onun için af dilerler. Şâyet o gün ölürse şehit olarak ölmüş olur. Kim akşamleyin bunu söyler ve bunları okursa bu dereceye ulaşmış olur." Tirmizî, K. Fadail el-Kuran, bab: 22, Hadis no: 2922 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, S.26 Âyet-i kerime’de, en güzel isimlerin Allah’a ait olduğu zikredilmektedir. Bu isimler, A'raf suresinin yüz sekseninci âyetinde zikredilmiştir. |
﴾ 0 ﴿