7

“Allah'ın, (fethedilen) şehir halkından ganimet olarak peygamberine verdiği mallar, Allah’a, Peygambere yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlar içindir. Böylece mallar, içinizdeki zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey olmasın Peygamber size ne verdiyse onu alın. Sîze neyi yasakladıysa ondan kaçının. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, cezası pek şiddetli olandır.”

*Bu âyette, fethedilen şehirden, Allah'ın Resulüne verdiği ganimetten bahsedilmektedir. Âlimler, bu ganimetten neyin kasdedildiği hakkında çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.

Bir kısım âlimler, âyette geçen ve "Ganimet" diye tercüme edilen "Fey" kelimesinden maksadın "Cizye ve haraç" olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Malik b. Evs b. el-Hadesan diyor ki: "Ömer b. el-Hattab (radıyallahü anh) şu âyeti okudu. "Zekat, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekatı toplayan memurlara, kalbleri İslama ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolüa kalanlara verilir. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." Tevbe Sûresi, 9/60 ve dedi ki: "İşte zekat bunlar içindir. Hazret-i Ömer daha sonra: "Eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşılaştığı o gün, kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız, bilin ki savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın, peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah herşeye kadirdir." Enfal Sûresi, 8/41 âyetini okudu ye "Bu âyette bunların hakkını bildirmektedir." dedi. Daha sonra bu surenin sekiz, dokuz ve onuncu âyetlerini okudu ve sonra şöyle dedi: "Bu âyet-i kerime bütün müslümanları kapsamaktadır. Burada zikredilen ganimette payı olmayan hiçbir kimse yoktur. Yemin olsun ki eğer yaşayacak olursam bu ganimeti elde etmek için alnı terlemeyen çobana dahi, develerini sürerken payı kendisine ulaşacaktır." Ma'merde bu görüştedir.

Diğer bir kısım âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müslümanların savaşarak fethettikleri ülkelerden elde ettikleri harp ganimeti olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, Yezid b. Rûman'dan nakledilmiştir.

Bazı âlimler de bu Âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müslümanların at ve deve koşturarak savaş yoluyla aldıkları ganimet malları olduğunu söylemişler ve bunu izah ederken de şöyle demişlerdir: "Önceleri ganimet, bu ve bundan sonraki âyetlerde zikredilen kimselere aitti. Savaşa girenlere ondan bir pay veriliyordu. Sonra bu hüküm Enfal suresinin kırk ikinci âyetiyle neshedildi. Ganimetlerin sadece beşte birinin, burada zikredilen âyetlerde belirtilen kimselere verileceği, geriye kalan beşte dördünün ise bizzat savaşanlara taksim edileceği bildirildi. Böylece düşmandan zorla elde edilen ganimet beş kısma ayrılır oldu. Beşte dördü bizzat savaşanlara taksim ediliyor, geriye kalan beşte biri de beş kısma taksim ediliyordu. Biri Allah’a ve Resulüne, biri, Resûlüllah hayattayken mevcut olan akrabalarına, biri yetimlere, biri miskinlere, biri de yolda kalmışlara taksim ediliyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edince Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Resûlüllah ile akrabalarına ait olan iki payı, Allah yolunda, Resûlüllah'ın sadakası olarak ayırmışlardır.

Başka bir kısım âlimler ise âyette zikredilen "Fey" kelimesinden maksadın, müslümanlarla sulh yapan düşmanın, vermeyi taahhüt ettiği mal olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre bu âyet-i kerime bundan önceki âyette zikredilen ganimetin nasıl taksim edileceğini göstennektedir.

Taberi de diyor ki: "Bu âyette zikredilen ganimet, bundan önceki âyette zikredilen ganimetten farklı bir ganimettir. Zira bundan önceki âyette zikredilen ganimetler, Allah'ın, sadece peygamberine tahsis ettiği ganimetlerdir.

Bu hususta Malik b. Evs el-Hadesan, Ömer b. el-Hattab'dan şu hadiseyi nakletmektedir. Malik b. Evs diyor ki:

"Ömer b. el-Huttab (radıyallahü anh) beni çağırmıştı. O antla içeriye kapıcısı Yerfâ girdi ve dedi ki: "Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi Vakkas içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" Ömer: "Evet içeri al." dedi. Biraz sonra Yeıfâ tekrar geldi ve: "Abbas ve Ali de içeri girmek için izin istiyorlar ne dersiniz?" dedi. Ömer (radıyallahü anh) "Onlar da girsinler." dedi. Bunlar da içeri girince Abbas şöyle dedi: "Ey mü’minlerin emiri, benimle şunun (Ali'nin) arasında hüküm ver." Bunlar, Nadr oğullarının mallarından, Allah'ın, Resulüne ganimet olarak vermiş olduğu mal hakkında kavga etmişlerdi. Ali ve Abbas birbirlerine ağır sözler söylediler. Orada bulunanlar: "Ey mü’minlerin em iri sen bunların arasında hüküm ver ve birbirlerinden kurtar." dediler. Hazret-i Ömer: "Sakin olun. Sizi, gökler ve yer izniyle ayakta duran Allah hakkı için şahitliğe çağırıyorum. Sizler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in, bizzat kendisini kastederek: "Biz peygamberler, miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız şeyler sadakadır." buyurduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar da "Evet böyle söyledi." dediler. Bunun üzerine Ömer, Ali ve Abbas'a yönelerek: "Allah hakkı için söyleyin bana, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in böyle söylediğini siz de biliyor musunuz?" dedi. Onlar da "Evet." dediler. Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Şimdi ben bu meseleyi size anlatayım. Allahü teâlâ bu ganimette Resûlüllahı, hiçbir kimseye vermediği bir hakka sahip kıldı. Zikri yüce olan Allah şöyle buyurdu: "Allah'ın, Resulüne ganimet olarak verdiği (kafirlerden geri kalan) mallar için siz ne at ne de deve koşturdunuz. Fakat Allah, peygamberini, kullarından dilediğine galip getirir. Allah, herşeye kadirdir." Haşr Sûresi, 59/6 Evet bu ganimet sadece Resûlüllah’a aitti. Allah’a yemin olsun ki o bu malı, siz olmadan elinde bulundurmalı ye bunu sizden ayrı olarak sadece kendisi kullanmadı. Bilakis onu size verdi ve aranızda bölüştürdü. Nihâyet o mallardan bunlar kaldı. Resûlüllah bu maldan ailesinin yıllık nafakasını harcıyor, geriye kalanını, Allah'ın malının konduğu yere (Beytülmala) koyuyordu. Resûlüllah hayatı boyunca böyle yaptı. Sonra vefat etti. Ebubekir gelince: "Ben Resûlüllah’ın Halifesiyim." dedi ve bu malı o aldı. O malı, Resûlüllah’ın kullandığı gibi kullandı." Ömer, Ali ve Abbas'a dönerek: "Sizler o zaman Ebubekir'in bu mal hakkında sizin söylediğiniz gibi olduğunu anlatıyordunuz. Allah biliyor ki o, bu mal hakkında doğru söylemişti. İyilikte bulunmuştu, olgun davranmıştı ve hakka uymuştu. Sonra Aziz ve Celil olan Allah, Ebubekir'i vefat ettirdi. Dedim ki: "Ben Resûlüllah’ın ve Ebubekir'in Halifesiyim. Emirliğimin ilk iki yılında bu mallar hususunda Resûlüllah’ın ve Ebubekir'in davrandığı gibi davrandım. Allah da biliyor ki benim bu mallar hakkındaki sözüm hakti. İyilikte bulundum, olgun davrandım, hakka uydum. Sonra siz ikiniz, sözünüz bir, işiniz bir olarak bana geldiniz. Önce Abbas sen geldin. Ben sana dedim ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Biz peygamberler miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız şeyler sadakadır." Sonra kanaatim değişti. Bu malı size vermek istedim ve dedim ki: "Dilerseniz bu malı size verebilirim. Ancak şu şartla ki, bu mal hakkında Allah'ın Resulünün, Ebubekir'in ve halife olduktan sonra benim davrandığım gibi davranacağınıza dair Allah’a ahd edip söz vereceksiniz. Aksi takdirde bu hususta bana bir şey söylemeyin. Siz bana demiştiniz ki: "Bu şartla o malı bize ver." Ben de onu size vermiştim. Şimdi sizler benden bunun dışında başka bir hüküm mü istiyorsunuz? Gökler ve yer, izniyle ayakta duran Allah’a yemin olsun ki kıyamet kopuncaya kadar ben bu mal hakkında bundan başka bir hüküm vermem. Eğer siz o malı idare etmekten âciz iseniz onu bana verin, ben onu idare ederim." Buhari, K.el-Megnzi, bab: 14

Bu hadis-i şerif göstermektedir ki, âyette zikredilen mal, bundan önce zikredilen maldan başka bir maldır. Zira önceki âyette zikredilen mal, sadece Resûlüllah’a aittir. Burada zikredilen mal ise çeşitli zümrelere ait olan maldır.

Âyette zikredilen "Akrabalar"dan maksat, Resûlüllah’ın, Haşimoğullarından ve Muttalib oğullarından olan akrabalarıdır. "Yetimler"den maksat, müslümanların, yetim kalan ve malları olmayan çocuklarıdır. "Yolda kalan"dan maksat, Allah’a isyan etme dışında herhangi bir yolculuk için yola çıkıp ve yolda malı tükenen kimsedir.

Âyet-i kerime’de "Peygamber size neyi verdiyse onu alın. Neyi de yasakladıysa ondan kaçının." buyurulmaktadır. Taberi âyetin bu kısmım şöyle izah etmektedir: "Peygamber size, Allah'ın kendisine, fethedilen yerlerden verdiği ganimetlerden neyi verirse onu alın. Ganimetlerden bir şeyi saklama gibi bir şeyi de yasaklarsa ondan kaçının."

Abdullah b. Mes'ud bu âyet-i kerime’yi genel bir şekilde izah etmiş ve Resûlüllah’ın emrettiği herşeye bağlı kalınmasını, yasakladığı her şeyden de kaçınılmasını ifade ettiğini şu olayı anlatarak beyan etmiştir. Alkame diyor ki:

"Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: "Allah, vücutlara "Ben" yapan ve yaptıran, vücutlarından tüy alan kadınlara, güzelleştirmek için dişlerini törpületen ve Allah'ın yarattığı vücudunu değiştiren kadınlara lanet eder." İbn-i Mes'ud'un bu sözü Esedoğullarından, Ümm-i Yakup denen bir kadına ulaştı. Kadın gelip İbn-i Mes'ud'a şöyle dedi: "Bana şu ve şu şekilde olanlara lanet okuduğun haberi geldi." İbn-i Mes'ud: "Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem)in lanetlediği ve Allah'ın kitabında lanetlediği mevcut olan kimseleri niçin lanetlemiyeyim ki?" dedi. Kadın "Ben Kur’an’ın iki kapağı arasını okudum. Senin söylediğini orada bulamadım." dedi. İbn-i Mes'ud, "Allah’a yemin olsun ki sen onu iyi okumuş olsaydın bunu bulmuş olacaktın. Sen "... Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının..." âyetini okumadın mı?" dedi. Kadın: "Evet okudum." dedi. İbn-i Mes'ud "İşte Resûlüllah bunları yasakladı. " dedi. Kadın: "Ben senin ailenin, bunları yaptığını görüyorum." dedi. İbn-i Mes'ud: "Git de bak." dedi. Kadın gidip baktı. Aradıklarından bir şey bulamadı. İbn-i Mes'ud bunun üzerine şöyle dedi: "Eğer benim ailem öyle olsaydı, bizleri nikah birleştirmezdi." Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 59, bab: 4

7 ﴿