MÜMTAHİNE SÛRESİMünıtuhine Sûresi Medine'de nazil olmuştur ve on üç âyettir. Bu sûre-i celile, Allah'ın ve mü’minlerin düşmanlarını dost edinmeyi yasaklayan âyeti kerime ile başlıyor ve peygamber ve mü’minlerin yurtlarından, Allah’a iman ettikleri için çıkarıldıklarım beyan ediyor. Hazret-i İbrahim ve yanında bulunanların, kâfirlere karşı tavırlarının bize örnek olduğu ifade ediliyor. Muhacir olarak müslümanların yanına gelen kadınların ne için hicret ettiklerinin araştırılması ve gerçekten iman etmiş olarak geldiklerinin anlaşılması halinde onların kâfirlere iade edilmemesi emrediliyor ve mü’min erkeklerin kâfir kadınlarla, kâfir erkeklerin de mü’min kadınlarla evlenemeyecekleri hükmü açıklanıyor. Kocalarından ayrılarak hicret eden kadınların, mü’min erkeklerle evlenmeleri halinde, kâfir kocalarının verdiği mehirin iade edilmesi emrediliyor. Bu muhacir kadınlarla, mehirlerini vermek suretiyle evlenmenin caiz olduğu beyan ediliyor. Mü’min kadınların Resûlüllah'a gelip, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, iftirada bulunmamak, iyilikler hususunda kendisine karşı gelmemek şartıyla biat ederlerse onların biatlarını kabul etmesi emrediliyor. Sûre-i celile "Ey iman edenler, Allah'ın gazabettiği bir kavmi dost edinmeyin." âyet-i kerimesiyle sona eriyor. Sûre-i Celilenin Nüzul Sebebi Bu surenin ilk âyetlerinin nüzul sebebi hakkında Hâtıb b. Ebi Beltea'nın kıssası zikredilmiştir. Hâtıb, muhacirlerden olup Bedir savaşına katılan sahabilerden biridir. Hâtıb Mekke'den hicret etmiş, çocukları ve malları ise orada kalmistir. Bu şahıs Kureşli değildi. Onlarla antlaşması bulunan bir kimseydi. Bu sebeple Mekke'de kalan ailesini koruyacak hiç kimsesi yoktu. Mekkeliler Hudeybiye musalahasını bozunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethetmeye karar verdi ve müslümanlara, savaşa hazırlanmalarını emretti. .Resûlüllah, diğer savaşlarda olduğu gibi bu harekatı da gizli tuttu. Hâtib, Mekke'de bulunan Kureyşlilerin, orada kalan aile efradına yardımlarını sağlamak maksadıyla, Resûlüllah’ın, onlara karşı savaşmak istediğini bildiren bir mektup yazdı ve bu mektubu Kureyşten olan bir kadnla Mekke'ye gönderdi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Peygamberine bu mektubun gönderilişini haber verdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de kadının arkasından adam göndererek mektubu yakalatıp geri getirtti. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, Zübeyr'i ve Mikdat'ı bir yere gönderdi.. Bize, "Yola çıkın." Ravdatu Hah" denen yere varınca orada hevdecinin içinde giden, kendisinde bir mektup bulunan bir kadına rastlayacaksınız. Mektubu alıp getirin." buyurdu. Biz de atlarımıza binip gittik. "Ravdatu Hah" denen yere varınca, hevdecinin içinde giden kadını gördük ve ona "Mektubu çıkar" dedik. O, "Bende mektup yok dedi. Biz de "Ya mektubu çıkarırsın yahut da elbiselerini soyunursun." dedik. Bunun üzerine ne kadın, saç örgüsünün içerisinden mektubu çıkarıp verdi. Biz de alıp Resûlüllah’a getirdik. Bir de ne görülsün, bu mektup, Hatıb b. Ebi Beltea tarafından, Mekke'de bulunan bir kısım müşriklere gönderilen bir mektup. Hfıtıb bu mektubunda onlara, Resûlüllah’ın bazı işlerini bildiriyor. Bunun üzerine Resûlüllah "Ey Hâtıb bu nedir?" diye sordu. Hâtib: "Ey Allah'ın Resulü, hakkımda acele davranma. Ben Kureyştendim. Fakat ben onların soyundan değildim. Seninle beraber bulunan muhacirlerden her birinin orada akrabaları var. Bunlar o akrabaları aracılığıyla Mekke'deki aile fertlerini ve mallarını koruyorlar. Benim onların arasında bir soy bağım olmadığı için onlardan bir destek sağlamak istedim ki onlar benim akrabalarımı korusunlar. Ben bu işi ne kâfirliğimden dolayı yaptım ne de dinimden döndüğümden dolayı." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah, sahabilere hitaben: "O size doğruyu söyledi." dedi. Ömer ise: "Ey Allah'ın Resulü, bırak beni de onun boynunu vurayım." dedi. Resûlüllah "O Bedir'de bulundu. Ne bileceksin belki de Allah, Bedir ehline baktı ve onlara "İstediğinizi yapın. Ben sizi affettim." dedi. İşte bunun üzerine "Ey iman edenler, benim düşmünımı da sizin düşmanınızı da dostlar edinmeyin." âyeti nazil oldu. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 60, bab: 1 / Tirmizî, K.Tefsir el-Kurtın, Sûre; 60, bab: 1, Hadis no: 33 Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1“Ey iman edenler, benim düşmanımı da sizin düşmanınızı da dostlar edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Peygamberi ve sizi, rabbiniz olan Allah’a iman ettiğiniz için yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda cihad için ve rızamı talep için yurdunuzdan çiktıysanız onları dost edinmeyin. Onlara olan sevginizi gizlersiniz. Oysa ben sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da çok iyi bilirim. İçinizden kim benim ve sizin düşmanlarınızı dost edinirse şüphesiz ki o, doğru yoldan sapmıştır.” "Ey iman edenler, benim de sizin de düşmanınız olan müşrikleri dost ve yardımcılar edinmeyin. Siz onlara dostluk gösteriyorsunuz. Halbuki onlar size gelen ve hak olan tevhid inancını, Kur’an’ı ve peygamberi inkâr ettiler. Sizler rabbinize iman ettiğiniz için, peygamberi ve sizleri yurtlarınızdan çıkarıp hicrete zorluyorlar. Şâyet sizler benim yolumda cihad etmek için hicret ettiyseniz ve benim rızamı kazanmak için yola çıktıysanız, benim de sizin de düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin. Ey mü’minler sizler, müşriklere gizlice sevgi besliyorsunuz. Ben ise sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da çok iyi bilirim. Artık bundan sonra sizden kim yine böyle yapacak olursa şüphesiz ki o, doğru yoldan sapmış ve haktin ayrılmış bir kimsedir." Bu hususta Allahü teâlâ şu âyetlerde de buyuruyor ki: "Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanlan dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz ki onlardan olur. Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidâyete erdirmez." "Kalblerinde hastalık bulunanların, onlara doğru koştuğunu görürsün." Bize kötülük isabet etmesinden korkünz." derler. Umulur ki Allah bir fetih ihsan eder veya katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar." "Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerle, kâfirlerden dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer iman ediyorsanız Allah’tan korkun." Makle Sûresi, 5/51-52-57 "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse ökçelerinizin üzerine geri mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerine geri dönerse Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükafaatlandıracaktir." Nisa Sûresi, 4/144 2“Eğer sizi ele geçirirlerse hemen size düşman kesilirler. Ellerini ve dillerini size kötülük yapmak için uzatırlar. İsterler ki keşke inkâr etseniz.” Ey iman edenler, kendilerine dostluk beslediğiniz kâfirler, sizi yakalayıp ellerine geçirecek olsalar size karşı düşman kesilirler. Sizi öldürmek için ellerini, kötülük yapmak için de dillerini uzatırlar. Sizin de rabbinizi inkâr edip onlar gibi kâfir olmanızı isterler. 3“Akraba ve çocuklarınız size kıyamet gününde hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün Allah sizinle onların arasını ayıracaktır. Allah, sizin yaptıklarınızı çok iyi görür.” Ey iman edenler, hısımlarınız, akrabalarınız ve çocuklarınız, kafir olmanıza ve Allah'ın düşmanlarını dostlar edinmenize sebep olmasınlar. Zira size kıyamet gününde ne akrabalarınız bir fayda sağlayacak ne de evlatlarınız. Allah o günde sizi birbirinizden ayıracaktır, itaat edenleri cennete, isyan edenleri ise cehenneme koyacaktır. Allah, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir. O, herkese hak ettiğini karşılığını verecektir. 4“Gerçekten İbrahim ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek vardır. Hani bir zaman onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: "Şüphesiz biz, sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Biz sizi asla kabul etmiyoruz. Yalnızca Allah’a iman etmenize kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır." Fakat İbrahim'in, babasına: "Mutlaka senin için Allah’tan mağfiret dileyeceğim. Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramam." sözü bunun dışındadır. Ey mü’minler siz şöyle deyin: "Ey rabbimiz biz sana güvendik, sana yöneldik. Kıyamet günü dönüşümüz yine sanadır." 5“Ey rabbimiz, kâfirlerin lehine olacak bir imtihanla bizleri imtihan etme, günahlarımızı bağışla. Ey rabbimiz şüphesiz ki sen, herşeye galipsin, hüküm ve hikmet sahibisin." Ey mü’minler, şüphesiz ki sizin için, Allah'ın düşmanlarını dost edinmeme bakımından İbrahim'de ve onunla birlikte olan mü’minlerde güzel bir örnek vardır. İbrahim ve onunla birlikte olanlar, Allah'ı inkâr eden ve tağutlara tapan kavimlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizlerden de Allah’tan başta taptığınız put ve ta-ğutlardan da beriyiz. Biz, sizin, Allahdan başkasna tapmanızı reddediyoruz. Bu batıl dininizi inkâr ediyoruz. Sizin yalnızca Allah’a iman edip onu birlemenize kadar bizimle sizin aranızda ebedi olarak düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır. Bu düşmanlık ve kini, yalnızca Allah’a kulluk etmeniz giderir. Ey mü’minler, kâfirlere karşı tavır almanızda, İbrahim ve onunla birlikte iman edenlerde sizin için güzel bir örnek vardır. Ancak İbrahim'in, babası hakkında söylediği şu sözler sizin için örnek değildir. "Mutlaka senin için Allah’tan mağfiret dileyeceğim. Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramam." İbrahim ve onunla beraber iman edenler, kavimlerinin İnkârcılıklarından dolayı onlardan uzaklaşınca, rablerine yönelerek şöyle demişlerdi: "Ey rabbimiz sana tevekkül ettik, tevbe ederek sana yöneldik, dirilip kabirlerimizden kalktığımız zaman yine sana döneceğiz. Ey rabbimiz, bizleri, kâfirlerin lehine olacak bir imthanla imtihan etme. Onları bize musallat ederek, kendilerinin hak yolda bizim ise batıl yokla olduğumuz zehabına kaptırma. Veya bize abazederek onların: "Eğer haklı olsalardı Allah onları cezalandırmazdı." demelerine imkan verme." Allahü teâlâ bu âyetlerde, kâfirlerden uzak durma, onlara düşmanlık besleme ve onları dost edinmeme hususunda mü’minlerin, Hazret-i İbrahim'i ve onunla birlikte iman edenleri örnek almalarını emrediyor. Zira Hazret-i İbrahim ve onunla birlikte iman edenler, kâfirlere karşı kesin bir tavır almışlar, onların taptıktan şeylerden beri olduklarını ve onlara düşman olduklarını kesin bir şekilde ortaya koymuşlar, iman ile inkâr arasını kesin bir sınır çizmişlerdir. Bütün mü’minlerin de böyle olmalan gerekmektedir. Allahü teâlâ, Hazret-i İbrahim'in, müşrik olan babası için af dilemesinin örnek alınmamasını eretmiştir. Zira Hazret-i İbrahim şu âyette de belirtildiği gibi babasına daha önce verdiği bir sözü yerine getirmek için böyle bir teşebbüste bulunmuş fakat babasının Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca ondan uzaklaşmış ve Allah’tan af dilemiştir. "İbrahim'in, babası için af dilemesi ise sadece ona verdiği sözü yerine getirmesi içindir. Fakat babasının, Allah'ın düşmanı olduğu ortaya çıkınca İbrahim ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim, çok niyaz eden ve çok halim selim bir insandı." Tevbe Sûresi, 9/114 Bazı müfessirler, dördüncü âyetin sonundaki: "Ey rabbimiz biz sana yöneldik.." kısmından itibaren beşinci âyetin sonuna kadar Hazret-i İbrahim'in duası olduğunu söylemişlerdir: Taberi de âyeti bu şekilde izah etmiştir. Bazı müfessirler ise bu dualarımı, bütün mü’minler için, yapmaları emredilen dualar olduğunu söylemişlerdir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. 6“Sizlerden, Allah’ı ve âhiret güün arzulayanlar için bunlarda mutlaka güzel bir misal vardır. Kim yüzçevirirse şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhfaç değildir, övülmeye layıktır.” Ey mü’minler, sizlerden, Allah'ın huzuruna çıkacağını, âhiret güünde kurtuluşa ereceğini ümit edenler için, İbrahim ve onunla birlikte olanlarda güzel bir numune vardır. Sizden kim, Allah'ın emrettiklerinden yüzçevirir ve Allah'ın düşmanlarını dost edinmeye girişirse bilsin ki Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah, onun iman ve itaatine muhtaç değildir. Yine bilsin ki Allah, nimetlerinin kıymetini bilen bütün yaratıkları tarafından övülendir. Böyle nankörlerin övmesine ihtiyacı yoktur. 7“Allah, sizinle düşmanlık ettiğiniz kimseler arasında belki de bir sevgi meydana getirir. Allah herşeye kadirdir. Allah, çok affeden ve çok acıyandır.” Ey mü’minler belki de Allah sizinle, kendilerine karşı çıktığınız müşrikler arasında bir sevgi meydana getirir de onlara iman etmeyi nasibeder. Böylece aranızdaki düşmanlık silinmiş olur. Zira Allah herşeye kadirdir, çok affeden ve çok merhamet edendir. O halde kâfirlerle dost olma işine girişmeyin, isterse onu yapacak olan Allah’tır. 8“Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz ki Allah, adaletli davrananları sever.” Ey iman edenler, din uğrunda size karşı savaşmayan ve sizleri yurdunuzdan çıkarmaya çalışmayan insanlara iyi davranmanız ve onlara karşı adaletli olmanız size yasaklanmamıştır. Şüphesiz ki Allah, adaletli davrananları sever. Müfessirler bu âyette, kendilerine iyilik yapılmasına ve adaletli davranılmasına izin verilenlerin kimler oldukları hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir: Mücahid'e göre bunlar, iman ettikleri halde Mekke'den hicret etmeyen mü’minlerdir. Allahü teâlâ mü’minlere, bunlar için af dilemelerini bunlara iyilikte bulunmalarının ve bunlara adaletli davranmalarının yasaklanmadığını beyan etmiştir. Abdullah b. Zübeyr'den nakledilen bir görüşe göre ise bunlar, Mekke müşrikleri haricindeki insanlardır. Bu hususta Abdullah b. Zübeyr diyor ki: . "Ebubekir'in kızı Esma'nın annesi olan Abdüluzza'nın kızı Katile (veya Kabile) isimli kadın henüz müşrik iken kızı Esma'ya, keler, çökelek ve yağ getirmişti. Esma, annesinin hediyelerini kabul etmemiş ve evine girmesini istememiştir, Âişe (radıyallahü anhâ) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e bu hususu sormuşv-e bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirmiştir. Âyet inince Resûlüllah Esma'ya, hediyeleri kabul etmesini ve annesinin, evine girmesine müsaade etmesini emretmiştir. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, S.4 İbn-i Zeyd ve Katade'ye göre ise âyette kendilerine iyi davranılması ve adaletli olunması emredilen bu insanlardan maksat, Mekke müşriklerinden, mü’minlere karşı savaşmamış ve onları yurtlarından çıkarmamış olan insanlardır. İbn-i Zeyd ve Katade'ye göre bu âyet-i kerime "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." Tevbe Sûresi, 9/5 âyet-i kerimesiyle neshedilmiştir. Taberi, burada zikredilen insanlardan maksadın herhangi bir dinden olan insanlar olabileceğini söylemiş, âyet-i kerime’nin, herhangi bir insanı özellikle kasdetmediğini beyan etmiştir. Taberi'ye göre bu âyetin neshedildiğini söylemenin de bir manası yoktur. Zira mü’min bir insanın, kendisine karşı savaşmayan ve kendisine karşı savaşanlara da yardım etmeyen bir kafire, ister akrabası olsun ister yabancı olsun, iyilikte bulunması ne haramdır ne de yasaklanmıştır. Nitekim, Abdullah b. Zübeyr'in rivâyet ettiği hadis de bu görüşü desteklemektedir. 9“Allah, ancak sizinle din hususunda savaşanları sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar, kim onları dot edinirse, işte onlar, zalimlerdir.” Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, müslümanlara karşı islamı reddetmek için savaşanlan müslümanları yurtlarından çıkaranları ve müsltimanlan yurtlarından çıkaran müşriklere yardım edenleri dost edinmeyi yasakladığını beyan ediyor. Bunları dost edinenlerin ise zalim olacaklarım bildiriyor. Bu hususta Maide suresinin elli birinci âyetinde şöyle buyurulmaktadır: "Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur’an’la uyar. Onlar için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki, Allah’tan korkarlar." 10“Ey iman edenler, mü’min kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Onların imanlarını Allah daha iyi bilir Mü’min olduklarını (iğrendiğiniz zaman da onları kâfirlere iade etmeyin. Çünkü ne mü’min kadınlar kâfirlere helaldir ne de kâfir erkekler mü’min erkeklere helaldir. Kâfir kocalarının (sizlere muhacir olarak gelen mü’min kadınlara) vermiş oldukları mehirlerî geri iade edin. Bu muhacir kadınlara, mehirlerini verdiğiniz takdirde kendileriyle evlenmenizde bir mahzur yoktur. Kâfir kadınları nikahınız altında tutmayın. Siz, (Kâfir kadınlara) verdiğiniz mehirleri geri isteyin. Kâfir erkekler de size gelen muhacir kadınlara verdikleri mehirleri geri islesinler. İşte Allah'ın sizin hakkınızda hükmü budur. O, aranızda hükmeder. Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Âyet-i kerime’de, kâfirlerin hakim olduğu bir beldede müslüman olup da mü’minlerin hakim olduğu beldeye gelen ve mü’min olduklarını söyleyen kadınların, gerçekten mü’min olup olmadıkların ıanlamak için imtihan edilmeleri emrediliyor. Abdullah b. Abbas'tan, Resûlüllah’ın, mü’min olduklarını söyleyen muhacir kadınları nasıl imtihan ettiği sorulmuş o da şöyle demiştir: "Resûlüllah kadınlardan, "Allah’a yemin olsun ki ben, kocama kızarak oradan çıkmadım. Allah’a yemin olsun ki ben, bir yeri sevmediğim için başka bir yere gideyim diye oradan çıkmadım. Allah’a yemin olsun ki ben, dünya malını elde etmek için çıkmadım. Allah’a yemin olsun ki ben oradan, ancak Allah’ı ve Resulünü sevdiğim için çıktım." demelerini isteyerek onlun emtihan ederdi. Zühri'nin ve Ureve b. Zübeyr'in Hazret-i Âişe'den naklettiklerine göre ise Resûlüllah, iman ettiklerini söyleyen ve kâfirlerden kaçıp mü’minlere sığınan kadınları bu surenin on ikinci âyetinde zikredilen ve "Kadınların biat şeklini" bildiren âyetle imtihan edermiş. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Mü’min olduklarını söyleyen kadınlar bu âyette zikredilen emirleri kabullenince Resûlüllah da onların Allah ve Resulünün sevgisi için hicret ettiklerini kabul ederdi ve onlra "Haydi gidin, sizin biatinizi kabul ettim." derdi. Mücahiü diyor ki: "O kadınları imtihan edin." ifadesinden maksat şudur: "Siz o kadınlara, niçin geldiklerini sorun. Şâyet onlar kocalarına kızdıklarından dolayı veya başka bir sebeple gelmişler ve mü’min olmamışlarsa siz onları tekrar kocalarına yollayın." Katade diyor ki: "Hicret edip gelen o kadınların imtihan edilmeleri şöyle olurdu: "Kadınlar, kocalarından kaçmak için gelmediklerine, sadece İslam ve müslümanları sevdiklerinden dolayı ve İslama olan hassasiyetlerinden dolayı geldiklerine dair Allah’a yemin ettirilirlerdi. Kadınlar bu yemini yapınca da onların iman etmiş oldukları kabul edilirdik İbn-i Zeyd diyor ki: "Müşriklerden bir kadın, kocasına kızdığı ve onunla münakaşa ettiği zaman kocasına şöyle derdi: "Allah’a yemin olsun ki ben, Muhammed'e ve onun arkadaşlarına hicret edeceğim." İşte bunun üzerine Allahü teâlâ bu Âyet-i kerime’yi indirdi ve hicret eden kadınların imtihan edilmelerini emretti. Eğer hicret eden o kadınların geliş sebepleri kocalarına kızmaları ise geri çevirilmeleri, bu sebep müslüman olmaları ise geri çevirilmemelerini emretti. Âyet-i kerime’nin devamında, "Onların mü’min olduklarını öğrendiğiniz zaman da onları kâfirlere iade etmeyin." buyuruluyor. Âyetin bu kısmını şu hadise açıklamıştır. Peygamber efendimiz, Hudeybiye müşahhasım yaparken müşrikler, antlaşmaya şu şartı koymuşlardı. Müşriklerin tarafından, müslümanlığı kabul ederek Medine'ye gidenler, müşriklere geri iade edilecek fakat müslümanlardan, dinden çıkıp Mekke'ye gidenler ise müslümanlara geri iade edilmeyecekti." Fakat bu ara, bir kısım kadınlar müslüman olarak Mekke'den Medine'ye hicret etmişlerdir. Müşrikler, yukarıda zikredilen anlaşmaya dayanarak bu kadınların geri iade edilmelerini istemişler işte bunun üzerine bu âyet inmiş ve mü’min kadınların iade edilmeyeceklerini, zira onların kâfirlere, kâfirlerin de onlara haram olduğunu beyan etmiştir. Bkz. Buhari, K. es-Şürüt, bab: 3 Hicret eden bu kadınlardan biri de Ümmü Gülsüm Bint-i Ukbe b. Ebi muayt'tır. Bu kadın hicret ettikten sonra kardeşleri Ammare ve Velid Resûlüllah’a gelerek kızkardeşlerinin kendilerine verilmesini ve geri gönderilmesini istemişler, bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirmiş böyle kadınlardı geri iade edilmelerini yasaklanıştır. Âyet-i kerime’de, müslüman erkeklerin müslüman kadınlara, müslüman kadınların da ancak müslüman erkeklere helal oldukları beyan edilmektedir. Bu âyet nazil olmadan önce müslüman kadınların, kâfir erkeklerle evlenmeleri yasaklanmamıştı. Bu sebeple Peygamber Efendimizin kızı Zeyneb, Müslüman olmasına rağmen kocası Ebul Ass b. Rebi ile beraber yaşıyordu. Ebul Ass Bedir'de esir düşünce hanımı Zeyneb, annesi Hatice validemizden miras kalan gerdanlığı, kocasını kurtarmak için fidye olarak göndermiştir. Resûlüllah gerdanlığı görünce kızının haline acımış ve müslümanlara, "Bunun esirini serbest bırakabiliyorsanız bırakın." demiştir. Müslümanlar onu bırakmışlar. Bunun üzerine Resûlüllah, Ebul Ass'a Mekke'ye gider gitmez, kızını kendisine göndermesi şartıyla kendisini serbest bırakacağını söylemiş, Ebul Assa da bunu kabul etmiş ve verdiği sözü yerine getirerek, Resûlüllah’ın kızı Zeyneb'i Zeyd b. Harise ile birlikte hicretin ikinci yılında Medine'ye göndermiş, Zeyneb, kocası Ebul Ass'ın müslüman olup, hicretin sekizinci yılında Medine'ye gelmesine kadar beklemiş, Resûlüllah da onu tekrar Ebul As'a vermişir. Bkz. Ebû Davud, K.et-Talâk, bab: 24, Hadis no: 2240/Tirmizî, K.en-Nikah, bab: 43, Hadis no: 1143 Bu âyet-i kerime nazil oldaktan sonra, artık müslüman kadınların, ister kitap ehli olsun ister müşrik olsun, müslüman olmayanlarla evlenemeyeceği kesinleşti. Müslüman erkeklerin ise, kitap ehli olmayan kâfir kadınlarla evlenemeyecekleri hükmü kondu. Nitekim bu âyetin devamında "Kâfir kadınları nikahınız altında tutmayın." buyurulmaktadır. Bu âyet-i kerime nazil olduktan sonra Hazret-i Ömer iki hanımını, Talha b. Ubeydullah da bir hanımını boşamışlardır. Bkz. Buhari, K.eç-Şurûl, bab: 3 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, S.331 Ancak müslüman erkeklerin kitap ehli olan Yahudi ve Hristiyan kadınlarla evlenebilecekleri şu âyette belirtilmiş ve sadece bunlar için bir ruhsat tanınmıştır. "Bugün size, temiz ve güzel olan şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yemekleri size helal olduğu gibi sizin yemekleriniz de onlara helaldir Hür ve iffetli mü’min kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden hür ve iffetli kadınlar, namuslu olmanız, zina yapmamanız, dost edinmemeniz ve kendilerine mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir. Kim dini inkâr ederse, şüphesiz onun, daha önceki amelleri boşa gider. Ve âhiret gününde o, hüsrana uğrayanlardandır." Maide Sûresi, 5/5 Âyet-i kerime’de, mü’min erkeklerin, bu âyet nazil olduktan sonra, ayrıldıkları kafir kadınlardan, evlenirken verdikleri mehirleri geri istemeleri emredilmiş diğer yandan kâfir erkeklerin de müslüman olup kendilerinden ayrılan hanımlarından, evlenirken verdikleri mehirleri geri istemeye hakları olduğu beyan edilmiştir. 11“Kadınlarınızdan bazılarının kaçması sebebiyle kâfirlere bir hakkınız geçecek olur da siz de onlardan bir şey elde ederseniz, karıları kaçan müslümanlara, harcadıkları kadar verin. İman ettiğiniz Allah’tan korkun.” Ey iman edenler, şâyet sizin kadınlarınızdan bazıları kâfirlere kaçar onlar da sizin, kadınlarınız için verdiğiniz mehirleri geri vermezlerse siz de gerek savaşarak gerekse onların kadınlarının size kaçması sebebiyle kâfirlerden bir şey elde edecek olursanız bu maldan, karıları kaçan müslümanların, karılarına verdikleri mehirleri geri verin. Bu emri yerine getirme hususunda, kendisine iman ettiğiniz Allah’tan korkun. Âyet-i kerime’de, mü’minlerin karılarının kaçtığı kâfilerden söz edilmektedir. Mücahid ve Katade'ye göre bu kâfirler, Resûlüllah ile Hudeybiye sulhünde bulunmayan kâfirlerdir. Zühri'ye göre ise bunlar, Resûlüllah ile musalaha yapan Kureyş müşrikleridir. Müslümanlar, müşriklerden kendilerine kaçan mü’min kadınların mehirlerini eski kocalarına iade ederken müşrikler aynı şeyi yapmamışlardır. Bu sebeple âyette, mü’minlerin kâfirlerden bir şey ekle etmeleri halinde, kaçan karılarının mehirlerini alamayan mü’minlere o şeylerden verilmesi emredilmiştir. Mü’minlerin, kâfirlerden ekle edecekleri mal, Zühri'ye göre, müslüman olup da mü’minlere kaçan ve evlenen kadınlardan dolayı eski kocalarına verilmesi gereken şeylerdir. Zira mü’minler bu mehiri, kaçan kadının eski müşrik kocasına verme yerine, karısı müşriklere kaçan ve bu kadının mehirini o müşriklerden alamayan mü’min kocaya verilir. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Mesruk ve İbrahim en-Nehai'ye göre, Zühri ve Katade'den de nakledilen ikinci bir görüşe göre mü’minlerin kâfirlerden elde ettikleri mallardan maksat, ganimet malları ve Resûlüllah’a mahsus olan "Fey" mallarıdır. Buna göre müslüman bir erkeğin kocasına ödemeyecek olurlarsa, müslümanlar, kâfirlerden aldıkları ganimet ve Fey mallarından, bu kadının me-hirini müslüman kocasına öderler. İbn-i Zeyd'e göre ise burada zikredilen ve müslümanların kâfirlerden elde ettikleri mallardan maksat, kâfirlerden kaçıp gelen müslüman kadınlardır. Buna göre herhangi bir müslümanin hanımı kâfirlere kaçar, kafirlerden de bir kadın müslüman olup gelecek olursa bu kadına, karısı kaçan müslümanla evlenmesi teklif edilir. Kabul ettiği takdirde başka birşey almasına gerek kalmza. Kabul etmezse gerek bu kadının evleneceği kocasından alacağı mehirderi, gerekse ganimet mallarından, karısı kaçan müslüman kocaya mehiri geri verilir. Taberi, karısı kaçtığı için mağdur olan müslüman erkeğe, kâfirlerden elde edilen ganimetten veya onlardan kaçan kadınla evlenen kişiden alınan mehirden, kaçan karısına harcadığı kadar verilmesi gerektiğini söylemenin daha doğru olduğunu belirtmiştir. 12“Ey Peygamber, mü’min kadınlar sana gelip, Allah’a hiçbir şeyi orlak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup ileri sürmemek ve iyilikler hususunda sana karşı gelmemek şartıyla biat ederlerse biatlarnı kabul et. Allah’tan onların affedilmelerini iste. Şüphesiz ki Allah, çok affeden ve çok acıyandır.” Bu âyet-i kerime kadınların biat şeklini beyan etmektedir. Peygamber efendimiz Hudeybiye sulhünden sonra müslümanlara sığınan kadınları, bu âyette zikredilen hususları kabul edip etmetfiklerimeselesiyle imtihan ediyor, bunlan kabul edenlerin biatlarını kabul ediyordu. Bu hususta Hazret-i Ali (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah kendisine hicret eden mü’min kadınları bu âyetle imtihan ediyor ve mü’min kadınlardan bu şartları kabul edenlere "Biatınizt kabul ettim." diyor ve bu biati böyle yapıyordu. Allah’a yemin olsun ki Resûlüllah’ın eli biat sırasında hiçbir kadının eline dokunmadı. Resûlüllah kadınlara sadece "Bu şanlarla sizin biatinizi kabul ettim." diyerek on-lamı biatlarını kabul ediyordu. Bkz. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sum: 60, bab: 2 Peygamber efendimiz Mekke'yi fethettikten sonra da kadınlardan biat alırken bu âyette zikredilen hususlan kabullenip kabullenmediklerini soruyor, kabul edenlerin biatini alıyordu. Âyet-i kerime’de: "Elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup ileri sürmemek." ifadesi geçmektedir. Abdullah b. Abbas'a göre bu ifadeden maksat, kadınların zina yoluyla başkalarından kazandıkları çocukları, yalan söyleyerek kocalarına isnad etmeleridir. Yine âyet-i kerime’de "İyililer hususunda sana karşı gelmemek şartıyla." buyurulmaktadır. Bundan maksat ise çeşitli şeklilerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Salim b. Ebil Ca'd ve Ebû "Salih'e göre, kadınların bağırıp çağırarak, feryad ederek ölüye ağlamalarıdır. Resûlüllah, kadınlardan biat alırken bu şekilde feryad ederek ölüye ağlamalarıdır. Resûlüllah, kadınlardan biat alırken bu şekilde feryad ederek ölüye ağlamamalarına dair de biat almıştır. Bu hususta şu haber naklediliyor. "Ümmü Atiyye diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizden biat akit ve bize bu âyet-i kerime’yi okudu. Ayrıca o bize, ölünün üzerine bağırıp çağırarak ağlamamızı yasakladı. Bunun üzerine bir kadın elini biattan çekti ve dedi ki: "Falanca kadın benim ölüme ağlayarak beni mutlu etmişti şimdi ben de ona karşılığını vermek istiyorum." Resûlüllah da onun biatini kabul etti." Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 60, bab: 3/ Müslim, K.el-Cenaiz, bab: 33, Hadis no: 936 Katade'ye göre ise "İyilikler hususunda Resûlüllah’a karşı gelmemek"ten maksat, kadınların, ölülerin üzerine bağırıp çağırarak ağlamamaları ve mahremleri olmayan erkeklerle konuşmamalarıdır. Bu hususta da bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: Abdullah b. Amr b. el-Ass diyor ki: "Rukiyye'nin kızı Ümeyme müslüman olduğuna dair biat etmek için Resûlüllah’a geldi. Resûlüllah ona şöyle buyurdu: "Ben senin, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmaman, hırsızlık yapmaman, zina etmemen, çocuğunu öldürmemen, ellerinle ayakların arasında bir iftira uydurup ileri sürmemen, ölünün üzerine bağırıp çağırarak ağlamaman ve cahiliye dönemindeki gibi açılıp saçılmaman şartıyla biatim kabul ediyorum." Dehhak'a göre ise "İyilikler hususunda Resûlüllah’a karşı gelmemek" ifadesinden maksat, âyette zikredilen ve biat için şart koşulan yasaklar hususunda Resûlüllah’a karşı gelmemeleridir. İbn-i Zeyd'e göre ise "İyilikler hususunda Resûlüllah’a karşı gelmemek." ifadesinden maksat, Resûlüllah'ın onlara emrettiği bütün iyiliklerde ona karşı gelmemeleridir. 13“Ey iman edenler! Allah'ın gazabettiği bir kavmi dost edinmeyin. Kafirlerin, kabirlerdeki ölülerden ümitlerini kestikleri gibi onlar da âhiretten ümetlerini kesmişlerdir.” Âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir: Abdullah b. Abbas, Katade ve Dehhak'a göre âyetin izahı şöyledir: Yaşayan kâfirler, öldükten sonra dirilmeye iman etmedikleri için, kendilerinden ölenlerin tekrar dirileceklerinden ümit kestikleri gibi Allah'ın gazabına uğrayan bu Yahudi ve diğer kâfirler de tekrar diriltileceklerinden ve âhirette kendilerine mükafaat verileceğinden ümit kesmişlerdir. Mücahid, İkrime, Kelbi ve İbn-i Zeyd'e göre ise bu âyetin izahı şöyledir: Allah'ın gazabına uğrayan kâfirlerden, ölüp kabirlerine gidenler, azabı yakında görecekleri için Allah'ın rahmetinden ve Allah'ın kendilerini affedeceğinden ümitlerini kestikleri gibi onlardan sağ olarak yaşayanlar da Allah'ın, âhirette kendilerine merhametli davranacağından ve kendilerini affedeceğinden ümitlerini kesmişlerdir. Zira bunlar, kitap ehli oldukları için kendilerine gelen peygamberin hak olduğunu bile bile onu yalanlamışlar ve ona karşı çıkmışlardır. Taberi de bu izahı tercih etmiştir. |
﴾ 0 ﴿