MUNAFİKUN SÛRESİ

Münafıkun sûresi Medine'de nazil olmuştur ve on bir âyettir.

Münafıkun sûre-i celilesi, inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünen münafık kişilerin, Resûlüllah’a gelip ona, Allah'ın Resulü olduğunu söylediklerini takat bu davranışlarıyla yalancı olduklarını ortaya koyduklarını beyan ederek başlıyor.

Bu şekilde davranan münafıkların, yeminlerini kendilerine siper ettikleri, bu halleriyle insanları, Allah'ın yolunda alıkoymaya çalıştıktan, bunun ise çok kötü bir şey olduğu açıklanıyor. Ve bunlara itibar edilmemesi emrediliyor.

Münafıkların hallerini beyana devam eden surede, onların daha bir çok sahte ve olumsuz davranışlarına işaret buyuruluyor ve Beni Müstalik gazvesinden Medine'ye döndüklerinde mü’minleri mağlup ederek omdan çıkaracaklarını söyledikleri haber veriliyor.

Sûre-i celilede münafıkların çirkin davranışlarına işaret buyurulduktan sonra mü’minlere hitaben şöyle buyuruluyor: "Ey iman edeler, mallarınız ve çocuklarınız sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle olursa işte onlar hüsrana uğrayanlardır." "Sizden birine ölüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yokla harcasam ve salih kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan harcayın." "Allah, eceli gelen canı hiçbir zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

Surenin Nüzul Sebebi

Bu sürenin nüzul sebebi hakkında Zeyd b. Erkam (radıyallahü anh) diyor ki:

"Ben bir gazvede Bu gazve, "Beni muslalik" gazvesi idi bulunuyordum. Orada amcam da vardı. Ben, Abdullah b. Übey b. Setul'ün şöyle dediğini işittim. "Resûlüllah'ın yanında bulunanlara bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler. Eğer Medine'ye dönersek yemin olsun ki en şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır." Ben bunu amcama anlattım. Amcam da Resûlüllah’a anlattı. Resûlüllah adam gönderip Abdullah b. Übey ve arkadaşlarını yanına çağırdı. Onlar, böyle bir şey söylemediklerine dair yemin ettiler. Resûlüllah onlara inandı ve beni yalanladı. Bunun üzerine bana, daha önce hiç görmediğim kadar ağır bir üzüntü geldi. Evimde oturup beklemeye başladım. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Münafıklar sana geldiği zaman.." âyetinden itibaren "En şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır." Âyetine kadar olan âyetleri indirdi. Resûlüllah beni çağırdı ve âyetleri bana okudu. Sonra "Allah seni tasdik etti." buyurdu. Buhari, K. Tefsir el-Kur';ın, Sûre: 63, hab: 2

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

“Ey Rasûlüm, münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz şehadet ederiz ki sen mutlaka Alalım Resulüsün." derler. Allah da bilir ki elbette sen onun peygamberisin. Ve Allah şehadet eder ki münafıklar muhakkak yalancıdırlar.”

Ey Rasûlüm, münafıklar sana geldikleri zaman, kalblerinde olmadığı halde dilleriyle "Biz şehadet ederiz ki sen muhakkak Allah'ın Resulüsün." derler. Senin, Allah'ın Resulü olduğunu elbette ki Allah bilmektedir. Allah şehadet eder ki münafıklar: "Şüphesiz ki sen Allah'ın peygamberisin." sözlerinde yalancıdırlar. Çünkü onlar bu söylediklerine kendileri de inanmıyorlardı.

2

“Onlar, yeminlerini kendilerine siper edindiler. İnsanları Allah'ın yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları ne kötü bir şeydir.”

Münafıklar yeminlerini kendilerine siper edinip arkasına sığındılar. Onunla münafıklıklarını gideırneye çalıştılar. Hem kendilerini hem de diğer insanları Allah'ın şeriatından alıkoydular. Onların bu yaptıkları işler ne kötüdür.

3

“Bunun sebebi şudur: Onlar iman ettiler sonra kâfir oldular. Böylece kalbleri mühürlendi, anlamaz oldular.”

Onlar daha önce iman edip Allah'ın Resulünü tasdik etmelerine rağmen daha sonra şüpheye düştüler. Ve peygamberleri yalanlamaya kalkıştılar. Böylece kâfir oldular. Allah da onların kalblerini inkâr mühürü ile mühürledi. Artık onlar hakkı batıldan seçemez hale geldiler. Dilleriyle "Lailahe İllallah Muhammedün Resûlüllah" dedikleri halde kalbleriyle bunu inkâr ettiler.

4

“Münafıkları gördüğün aman onların cüsseleri hoşuna gider. Konuştuklar zaman da sözlerini dinlersin. Aslında onlar bir yere dayalı ağaçlar gibidirler. Onlar, her gürültünün kendi aleyhlerine olduğunu sanarlar. İşte düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl da haktan döndürülüyorlar.”

Ey Rasûlüm, sen bu münafıkları gördüğün zaman, yaratılışlarının düzgünlüğünden ve görünüşlerinin güzelliğinden dolayı bedenleri senin hoşuna gider. Konuştukları zaman da mutedil insanlar gibi konuştukları için sözlerini dinlersin. Fakat aslında onlar göründükleri gibi değillerdir. Onlar adeta bir yere dayatılmış odunlar gibidirler. Ne anlayışları vardır ne de bilgileri. Onlar adeta akılsız birer hayalettirler. Bu münafıklar hainliklerinden ve kötü zanlar beslemelerinden dolayı her çıkan gürültünün kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Çünkü onlar, kendilerini rüsvay edecek âyetlerin ineceğinen ve öldürülmelerini mü’minlere helal kılacak hükümlerin gelmesinden korkarlar. Ey Rasûlüm, işte düşmanlar onlardır. Sen onlardan sakın. Zira sizinle beraber olduklarında dilleriyle sizinle beraber iseler de kalbleriyle düşmanların yanındadırlar. Onlar sizin aleyhinizde düşmanlarınızın casuslarıdırlar. Allah onları rezil ve rüsvay etsin. Onlar haktan nasıl da döndürülüyorlar.

5

“Onlara: "Gelin de Allah'ın peygamberi sizin affınızı dilesin." dendiği zaman (alay ederek) başlarını sallarlar ve sen onların, büyüklenerek yüz çevirdiklerini görürsün.”

O münafıklara: "Gelin de Peygamber sizin için Allah’tan af dilesin." denildiği zaman onlar, peygamberi ve onun af dilemesini alaya alarak başlarını sallarlar ve görürsün ki onlar, davet edildikleri affa karşı böbürlenerek yüz çevirip giderler.

*Beşir b. Müslim diyor ki: "Abdullah b. Übey b. Selule bu âyetlerin indirildiği bildirilmiş ve Resûlüllah’a giderek af dilemesi istenmiş, Abdullah başını sallayarak şöyle demiştir. "Bana iman etmemi emrettiğiniz iman ettim. Malımın zekatını vermemi emrettiğiniz verdim. Artık Muhammed'e secde etmemden başka bir şey kalmadı."

6

“Sen onlar için af dilesen de dilemesen de farketmez. Allah onları bağışlamayacaktır. Şüphesiz ki Allah, doğru yoldan çıkanları hidâyete erdirmez.”

Ey Rasûlüm, sen o münafıklar için af dilsen de dilemesen de farketmez. Zira Allah onları asla bağışlamayucaktır. Bilakis onları yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır. Şüphesiz ki Allah, itaatından ayrılan bir kavmi iman;etmeye muvaffak kılmaz.

7

“Onlar: "Resûlüllah’ın beraberinde bulunan mü’minlere bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler." diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bu gerçeği) anlamazlar.”

Münafıklar o kimselerdir ki kendi arkadaşlarına şöyle derler: "Resûlüllah’ın yanında bulunan ve hicret eden sahabilerine mallarınızı harcayarak ona yardımda bulunmayın ki etrafındakiler dağhıp gitsinler. "Halbuki göklerin ve yerin hazineleri sadece Allah’a aittir. Hiçbir kimse, Allah'ın dilemesi olmadıkça bir şeyi başkasına veremez. Fakat münafıklar bunun böyle olduğunu anlamazlar ve bu sebeple bu tür sözleri söylerler.

8

“Münafıklar: "Eğer Medine'ye dönersek yemin olsun ki, en şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır." dediler. Oysa şeref Allah’a, Peygamberine ve mü’minlere aittir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.”

Münafıklar: "Bu gazveden Medine'ye dönecek olursak yemin olsun ki en şerefli olan bizler, en zelil olan mü’minleri oradan çıkaracağız." dediler. Halbuki izzet ve şeref ancak Allah'ın, Peygamberinin ve Allah’a iman eden mü’minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.

Surenin girişinde belirtildiği gibi, buraya kadar zikredilen âyet-i kerimeler, Abdullah b. Übey b. Selul isimli münafık ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Âyetlerde, mü’minlere dil uzattıktan belirtilen kişiler bunlardır. Mü’minler aleyhinde söylenen sözler de bunlara aittir.

Cabir b. Abdullah, münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selul'ün bu sözleri söylemesinin sebebini şöyle anlatmaktadır. Cabir diyor ki:

"Biz, bir gazvede Resûlüllah ile beraberdik. Muhacirlerden bir adam En-sardan birinin arkasına bir tekme vurdu. Ensardan olan kişi "Ey Ensar neredesiniz?" diye yardım istedi. Muhacirlerden olan bir kişi de: "Ey muhacirler neredesiniz?" diye yardım istedi. Resûlüllah bunları duydu ve dedi ki: "Nedir bu cahiliyet çağırıları?" Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, muhacirlerden biri Ensardan birinin arkasına vurdu." Bunun üzerine Resûlüllah: "Burakın bu çeşitli davaları, bu davalar kokmuş davalardır." buyurdu. Abdullah b. Übey b. Selul bunu işitti ve: "Bunu yaptılar ha?" Allah’a yemin olsun ki eğer Medine'ye dönecek olursak en şerefli olanlar en zelil olanları oradan çıkaracaktır." dedi. Übey'in bu sözleri Resûlüllah’a ulaştı. Bunun üzerine Ömer ayağa kalktı ve: "Ey Allah'ın Resulü, bırak beni de şu münafikın boynunu vurayım." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bırak onun yakasını." İnsanlar: "Muhammed, arkadaşlarını öldürüyor." demesinler." Cabir diyor ki: "Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman Ensar, muhacirlerden daha çok idiler. Fakat daha sonra muhacirler Ensardan daha fazla oldular. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 63, bab: 5, 7

Taberi bu olayla ilgili olarak çeşitli Rivâyetler zikretmiştir. Bu Rivâyetlerden biri de özetle şudur: Resûlüllah, Haris b. Ebi Dırar'ın komutasında (bu kişi, Resûlüllah’ın daha sonra evleneceği hanımı Cüveyriye'nin babasıdır) Mustalik oğullarının, kendisine karşı savaşmak üzere hazırlandıkları haberini aldı. Ve onlara karşı koymak için yola çıktı. Nihâyet sahildeki Kudeyt nahiyesinde bulunan "Müreysi" isimli suyun başında onlarla karşılaştı. İki taraf birbiriyle çarpıştı. Allah, mustalik oğullarıın mağlup etti. Onlardan öldürülenler öldürüldü. Allah onların çocukiannı, kadınlarını ve mallarını Resûlüllah’a ganimet olarak nasietti. Öldürülenler içinde Kelb oğullarından Hişam b. Dababe de vardı. Bu adamı, Ensardan olan Ubade b. es-Samit'in kavminden biri öldürmüştü. Zira onu düşman zannetmişti. İnsanlar suyun başına gelip oradan su alırlarken Hz Ömer'in atının yularını tutan ve işçisi olan Ğifar oğullarından Cehcah b. Said ile Avf oğullarından antlaşmalı dostları olan Cüheyne kabilesinden Sinan, su için kavga ettiler. Cüheyne oğullarından olan adam: "Ey Ensar topluluğu yetişin." Cehcah da: "Ey muhacirler topluluğu yetişin." diye bağırdılar. Abdullah b. Übey b. Selul öfkelendi. Yanında kavminden bir takım insanlar bulunuyordu. Onların içinde henüz genç yaşta taze biri olan Zeyd b. Erkam da bulunuyordu. Abdullah b. Übey şöyle dedi: "Bunu yaptılar ha?" Bizim memleketimizde bize düşmanlık yaptılar ve artık ileri gittiler. Vallahi bizim düşmanlarımız olan Kureyş başıboşları ile bizim halimiz, "Besle köpeği yesin seni." Atasözünün anlattığı duruma benzemektedir, amma, vallahi eğer Medine'ye dönersek en aziz olan en zelil olanı elbette ki oradan çıkaracaktır." Abdullah b. Übey kavmine dönerek şöyle devam etti: "Gördünüz mü işte kendinize böyle yaptınız. Onları memleketinize soktunuz, mallarınızı onlarla bölüştünüz. Vallahi şimdi elinizde bulunan mallarınızı tutup onlara vermeyecek olsanız sizin memleketinizi bırakıp başka yere gitmek zorunda kalacaklardır."

Abdullah b. Übey'in bu konuştuklarınızı Zeyd b. Erkam da işitmişti. Zeyd, çatışmanın bittiği bir sırada gelip durumu Resûlüllah’a anlattı. Resûlüllah’ın yanında Ömer b. el-Hattab da bulunuyordu. Ömer: "Ey Allah'ın Resulü, Abbad b. Bişr'e emret de bu adamı öldürsün." dedi. Resûlüllah: "Nasıl olur ey Ömer, o vakit insanlar, "Muhammed, sahabilerini öldürüyor." diye söz ederler. Hayır bu olmaz. Fakat şimdi hemen söyle ordu hareket etsin." Halbuki o saatlerde yola çıkmak Resûlüllah’ın âdeti değildi. Buemir üzerine ordu hareket etti. Abdullah b. Übey, Zeyd b. Erkam'in Resûlüllah’a bunlan anlattığını duyunca hemen Resûlüllah’ın huzuruna vardı. "Vallahi ben ne öyle bir şey söyledim ne de konuştum." diye yemin etti. Abdullah b. Übey, kavmi içinde itibar gören bir kimseydi, kavminin ileri gelenlerindendi. Ensardan, Abdullah b. Übey'in arkadaşlarından orada bulunanlar ondan çekinerek ve onu müdafaa edere şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü, belki de çocuk, sözlerinde bir vehime kapılmıştır. Adamın söylediğini ezberleyememiş ve uydurmuş olmalıdır."

Resûlüllah tek başına yürüdüğü bir sırada ona Üseyd b. Hudayr geldi. Ve onu, peygambere yakışır bir şekilde selamladı. Ve sonra ona: "Ey Allah'ın Resulü, alışılmamış bir saatte yola çıktınız. Siz bu saatte yola çıkmazdınız." dedi. Resûlüllah: "Duymadınız mı arkadaşınız ne söylemiş?" buyurdu. Üseyd: "Hangi arkadaşımız Ya Resûlallah?" dedi. Resûlüllah: "Abdullah b. Übey." dedi. Üseyd de: "Ne demiş?" diye sordu. Resûlüllah: "O, Medine'ye dönerse en aziz olanın en zelil olanı oradan çıkaracağını söylemiş, buyurdu. Bunun üzerine Üseyd: "Ey Allah'ın Resulü, dilersen sen onu Medine'den çıkarırsın. Vallahi en zelil olan o, en aziz olan da sensin." dedi. Sonra Üseyd sözlerine devamla şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, onun söylediklerine aldımıa, ona yumuşak davran. Vallahi Allah seni gönderdiği zaman kavmi ona krallık tacı giydirmek üzere boncuklar dizip taç hazırlıyordu. Abdullah b. Übey, senin, onun iktidarını gaspettiğini zannediyordu." dedi.

Resûlüllah o gün ve o gece ve ertesi gün kuşluk vaktine kadar ordusuyla birlikte dünyadan yürüdü. Nihâyet güneşin sıcaklığının insanlara dokunduğu bir ana geldiler. Resûlüllah, sahabileriyle birlikte orada konakladı. İnsanlar yere düşer düşmez uyuyup kaldılar. Resûlüllah’ın böyle yapması, insanların, Abdullah b. Übey b. Selul'ün sözleriyle meşgul olmalarını ıönlemek içindi. Sonra Resûlüllah tekrar Hicaz yolunu tutarak hareket etti. "Naki" ismindeki bir suyun yanında konakladı. Oradan da hareket edince şiddetli bir rüzgar esmeye başladı. Ondan rahatsız olan insanlar korkmaya başladılar. Resûlüllah: "Korkmayın, kâfirlerin büyüklerinden biri öldü." buyurdu. Medine'ye geldiklerinde Rifaa b. Zeyd b. Tabut'un o gün öldüğünü öğrendiler. Bu kişi Yahudilerin büyükleri ve münafıkların sığınağı idi. İşte o gün Abdullah b. Übey ve onunla beraber olan münafıklan anlatan bu Sûre nazil oldu. Bu Sûre nazil olunca Resûlüllah, Zeyd b. Erkam'ın kulağını tuttu ve ona: "Allah bunun kulağını doğruladı. (Bunun duyduklarının doğru olduğunu beyan etti) dedi.

Abdullah b. Übey'in oğlu Habbab (Resûlüllah bunun adını da Abdullah koymuştu) babasının durumunu öğrendi. Bu genç samimi bir mü’mindi. Resûlüllah’a geldi ve "Ey Allah'ın Resulü, İşittiğimize göre Abdullah b. Übey'in size ulaşan sözünden dolayı siz onu öldürmek istiyormuşsunuz. Şâyet bunu yapacaksanız bana emredin onun başını ben size getireyim. Allah’a yemin olsun ki bütün Hazreçliler bilirler ki içlerinde babasına benden daha iyi davranan ve hünnetkâr olan biri yoktur. Korkanm ki başka birine emredersin babımı o öldürür, benim de nefsim kabarır, babamı öldürenin insanlar içerisinde gezip dolaşmasına tahammül edemem. Böylece bir mü’mini, bir kâfire karşılık öldürmüş olurum ve cehennem ateşine girerim." dedi. Resûlüllah: "Hayır, biz ona yumuşak davranacağız. Beraberimizde bulunduğu müddetçe ona iyilikle muamele ederiz." buyurdu. İşte o günden sona Abdullah b. Übey ne yaparsa kavmi ona sitem ederdi, onu azarladı ve onu tehdit ederdi. Resûlüllah bunları işitikçe Hazret-i Ömer'e "Ey Ömer, görüyor musun nasıl oldu? Senin dediğin zaman ben onu öldürtecek olsaydım onun için nice burunlar titrerdi. (Onun öldürülmesine kızarlardı) fakat bugün onun öldürülmesini emretsem derhal onu öldürürler." Bunun üzerine Hazret-i Ömer şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki ben çok iyi anladım ki Resûlüllah’ın emri benim sözümden çok hayırlı ve çok faydalıdır.

İkrime diyor ki: "Abdullah b. Übey b. Selul'ün, Habbab isimli bir oğlu vardı. Resûlüllah onun adını değiştirerek "Abdullah" koymuştu. Abdullah, Resûlüllah’a gelerek "Ey Allah'ın Resulü, babam Allah’a ve Resulüne eziyet ediyor, izin ver de onu öldüreyim." dedi. Resûlüllah da ona "Abdullah sen babanı öldürme." dedi. Abdullah tekrar geldi ve "Ey Allah'ın Resulü, babam Allah’a ve Resulüne eziyet ediyor. İzin ver de onu öldüreyim." dedi. Resûlüllah yine: "Babanı öldürme." dedi. Bunun üzerine Abdullah "Ey Allah'ın Resulü, sen abdest al, o sudan ona içireyim. Umulur ki Allah, kalbini yumuşatmış olur." Resûlüllah abdest aldı. Ondan artan suyu Abdullaha verdi. Abdullah onu götürüp babasına içirdi. Sonra ona: "Biliyor musun ben sana ne içirdim?" dedi. Babası "Biliyorum. Annenin sidiğini içirdin." dedi. Abdullah "Hayır vallahi ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in abdest suyundan artanı içirdim." dedi.

9

“Ey iman edeler, inallarınız ve çocuklarınız, sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır.”

Dehhak, buradaki "Allah’ı anmak" ifadesinden maksadın, beş vakit namaz olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerime, mü’minlerin, mal ve evlatlarıyla meşgul olarak Allah’ı anmaktan geri kalmamalarını aksi takdirde gelip geçici mal ve evlatlara aldanırlar-sa hüsrana uğrayacaklarını beyan etmektedir.

10

“Sizden birine ülüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yolda harcasam ve salîh kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan harcayın.”

Ey, Allah’a ve Peygamberine iman eden mü’minler, ölüm gelip size çatmadan önce hayattayken bizim size vermiş olduğumuz rızıklardan bizim yolumuzda harcayın. Aksi takdirde, bu harcamayı yapmadan ölüp giderseniz her biriniz şöyle diyecektir: "Rabbim, keşke benim ecelimi belli bir zamana kadar ertelesen de ben de mallarımı hayır yolda harcayıp salih kullardan olsam."

Dehhak diyor ki: "Âyette geçen "Malımı hak yolda harcasam." ifadesinden maksat, kişinin, zekatını vermiş olmayı istemesidir. "Salih kullardan olsam" ifadesinden maksat da "Hac farizasını yerine getirsem." demektir.

Abdullah b. Abbas dedi ki:

"Kimin, kendisin rafabinin beytini Hac etmeye götürecek kadar malı olur veya zekat verecek kadar malı bulunur da bunları yapmayacak olursa, ölümü anında tekrar dünyaya dönmeyi ister." Bunun üzerine bir adam "Ey İbn-i Abbas, Allah’tan kork, ölüm anında dünyaya dönmeyi ancak kâfirler isterler." dedi. Abdullah b. Abbas: "Ben bu hususta sana Kur'andan âyetler okuyacağım." dedi ve "Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. "Sizden birine ölüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yolda harcasam ve salih kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan harcayın." "Allah, eceli gelen canı hiçbir zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." âyetlerini okudu. Adam, Abdullah b. Abbas'a "Ne kadar mal zekat vermeyi gerektirir?" dedi. Abdullah b. Abbas "Malı iki yüz dirhem veya daha fazla olursa." dedi. Adam: "Haccetmek ne zaman farz olur?" dedi. Abdullah b. Abbas: "Azık ve deve bulunursa." cevabını verdi. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 64, Hadis no: 3316

11

“Allah, eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

Allah, eceli gelen hiçbir kimsenin ömrünü uzatarak onu ertelemze. Bilakis eceli geleni öldürür. Allah, kullarının yaptıklarından haberdardır. Hiçbir şey ona gizli değildir. Onları, yaptıklarına göre cezalandırır veya mükafaatlandırır.

0 ﴿