TALÂK SÛRESİ

Talâk sûresi on iki âyettir ve Medine'de nazil olmuştur.

Bu sûre-i celilede, medeni hayatımızla ilgili çok önemli hususlar beyan edilmektedir. Sûre-i celilenin de adını aldığı TALÂK yani boşama meselesi ve karı koca arasındaki diğer meseleler açıklanmaktadır.

Boşamanın nasıl yapılacağı ve boşama sonunda ortaya çıkan çeşitli meselelerin nasıl çözümleneceği beyan edilmektedir ki bunlar, boşanmış kadının id-det beklemesi, boşandığı kocasından çocuğu doğacaksa iddetinin nasıl olacağı, doğuma kadar nafakasının nasıl ve kimler tarafından karşılanacağı beyan edilmektedir gibi meselelerdir ve bunların hükümleri beyan edilmektedir.

Ayrıca kocası ölen bir kadının ne kadar süre iddet bekleyeceği, âdetten kesilen kadınların iddetlerinin nasıl olacağı ve diğer hususlar açıklanmaktadır.

İman edip salih ameller işleyenlerin, karanlıklardan aydınlığa çıkacakları beyan edilmekte ve sûre-i celile, gökleri ve yeri yaratanın Allahü teâlâ olduğunu beyan eden şu âyetle sona ermektedir. "Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah’tır. Allah'ın herşeye kadir olduğunu ve ilminin herşeyi kuşattığım bilmeniz için Allah'ın emirleri, göklerle yer arasında inip dunu aktadır."

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

“Ey Peygamber, kadınları boşamak istediğiniz zaman iddetleri içinde boşayın ve iddeti hesaplayın. Rabbiniz olan Allah’tan korkun. Apaçık bir edepsizlikte bulunmadıkça onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'ın koyduğu sınırları aşarsa, şüphesiz ki kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, belki de Allah, boşanmadan sonra yeni bir durum meydana getirir.”

Âyet-i kerime’de "Kadınları iddetler içinde boşayın." ifadesi zikredilmektedir. Bu ifadeden maksat, kadınları adet halinde bulunmadıkları bir zamanda ve kendileriyle cinsi münasebette bulunmadan boşamaktır. Buna göre kadınları adet halindeyken boşamak veya adetten temizlendikten sonra kendileriyle cinsi münasebette bulunduktan sonra boşamak sünnete uygun olmayan bir boşama şeklidir.

* Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Mücahid, Katade, Hasan-ı Basri, İbn-i Tavus, İbn-i Şirin, İkrime, Dehhak ve diğer âlimler Âyetin bu ifadesini bu şekilde izah etmişlerdir. Bu hususta Abdullah b. Ömerden şu hadisler Rivâyet edilmiştir.

Abdullah b. Ömer, hanımı adetli iken onu boşamış, bunu da babası Ömere anlatmış, o da meseleyi Resûlüllah’a arzetmiştir. Resûlüllah buna çok kızmış ve şöyle buyurmuştur: "Onu geri alsın. Temizlenip âdet görmesi ve tekrar temizlenmesine kadar onu nikâhı altında tutsun. Şâyet onu tekrar boşama durumu söz konusu olursa onu, kendisine dokunmadan ve temiz olarak boşasin. İşte Allah'ın emrettiği iddet budur." Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 65, bab: 1

Ancak kişi, hanımını iddetli iken boşayacak olursa bu da geçirlidir. Fakat sünnete uygun birboşama şekli değildir. Enes b. Şirin diyor ki:

"Ben Abdullah b. Ömerden işittim. O, hanımını hayızh iken boşamış, babası Ömer, meseleyi Resûlüllah’a anlatmış Resûlüllah da ona "Hanımını geri alsın." demiştir. Ben Abdullah b. Ömere dedim ki: "Bu, boşama sayılır mı?" O da şu cevabı verdi. "Ya hangisi sayılır? Şâyet boşayan kişi, kadını tekrar geri almaktan âciz kalsa veya ahmakça davransa boşama hükmü düşecek midir?" Buhari, K. et-Talâk, bab: 2 / Müslim, K. el-Talâk, bab: 9-10-11, Hadis no: 1471

Said b. Cübeyr de Abdulah b. Ömer'in şöyle dediğini rivâyet ediyor:

"Bu benim için bir talâk sayılmıştır." Buhari, K.el-Talâk, bab: 2 Cüz: 28, Sûre: 65

Fıkıh âlimleri bu âyeti delil göstererek boşamayı üç kısma ayırmışlardır.

a-) Sünnet olan boşama: Bu boşama, yukarıda beyan edildiği gibi kadın âdetinden temizlenmişken ve kendisiyle cinsi münasebette bulunmadan boşamak veya hamileliği açıkça ortaya çıktıktan sonra boşamaktır.

b-) Bid'at olan boşama: Bu boşama, kadın adetli iken boşamak veya âdetten temizlendiği halde kendisiyle cinsi münasebette bulunduktan sonra boşamaktır.

c-) Mubah olan boşama: Bu boşama da akıl baliğ olmamış çocuğun, âdetten kesilmiş olan kadının ve henüz kendileriyle zifafa girilmemiş kadınların boşanmasıdtr. Bunların boşanması için belli bir zaman söz konusu değildir.

Âyet-i kerime’de: "İddeti hesaplayın." buyurulmaktadır. Bundan maksat, kadınların boşanma olayında beklemek zorunda oldukları müddetlerin hesabını iyi yapmaktır. Zira bu süreden daha kısa bir zamanda boşandıklarını kabul ederek başkalarıyla evlenmeleri kadınlara helal değildir. Çünkü eski kocalarından hamile olmaları muhtemeldir. Keza belirtilen bu süreyi uzatmak da kadınların evlenmelerini erteleyeceğinden onlara zarar verir. Bu sebeple caiz değildir.

Âyetin devamında "Apaçık bir edepsizlikte bulunmadıkça onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasmlar." buyurulmaktadır. Bunun manası şudur: "Boşanan kadın iddet süresi içinde bir edepsizlik yapmadıkça boşayan kocanın onun nafakasından ve meskeninden sorumludur. Koca bu karısını boşamadan evvelki evinden çıkaramaz ve onun nafakasını vermekle yükümlüdür. Kadın da eski kocasından ilişkisi kesilmediği için onun izni olmadan evden dışarı çıkamaz.

Âyette, boşanan kadınların, iddet beklerken kocalarının tahsis ettikleri evlerinden çıkarılamayacakları, kendileri de o evlerden çıkmayacakları zikredilirken: "Onlar apaçık bir edepsizlikte bulunmadıkça" ifadesi geçmektedir. Bundan maksadın ne olduğu çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Katade, Hasan-ı Basri, Şa'bi, İbn-i Zeyd vb. âlimlere göre buradaki "Edepsizlik" ifadesinden maksat, zinadır. Bu izaha göre boşanmakta olan kadın, kendisine tahsis edilen evden çıkarılamaz ve çıkamaz. Ancak zina etmesi halinde kendisine zina cezası tatbik edilmek üzere evden çıkarılabilir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Edepsizlikken maksat, kadının herhangi bir günah işlemesidir. Günahkâr olan bir kadın böyle bir evde kalma hakkını kaybeder.

Katade'ye göre ise burada zikredilen "Edepsizlik"ten maksat, kadının, kocasına karşı geçimsiz olması ve bu geçimsizliği yüzünden kocası tarafından bo-şanmasıdır. Böyle bir kadınln, iddet bekleme sırasında boşamada bulunan kocanın kendisine ev tahsisi hakkından makrum olur.

Süddi ve Abdullah b. Ömer'den nakledilen başka bir görüşe göre ise buradaki "Edepsizlikken maksat, kadının iddet beklediği evden izinsiz çıkmasıdır. Bu takdirde kadın o evde kalma hakkını kaybeder.

Taberi, âyette zikredilen "Edepsizlik"in, kadının işlediği her türlü günahı içine aldığını, bu itibarla zina etmesinde de hırsızlık yapmasında da, kocasının akrabalarına kötü davranmasında da, iddet beklediği evden izinsiz çıkmasında da bu edepsizliği işlemiş olacağını bu itibarla o evde oturma hakkını kaybedeceğini söylemiştir.

Âyet-i kerime’nin sonunda "Bilemezsin belki de Allah, boşanmadan sonra yeni bir durum meydana getirir." buyurulmaktadır. Bundan maksat, karisini üç talâk ile boşamayan kocanın, karısı iddet beklerken onu tekrar geri almasıdır. îş-te boşanmadan sonra meydana çıkacak olan yeni durum budur. Katade, Dehhak, Süddi, İbn-i Zeyd ve Süfyan es-Sevri âyetin bu kısmını bu şekilde izah etmişlerdir.

Bir kısım âlimler bu âyete dayanarak üç talâkla boşanmış olan kadının ve kocası ölmüş olan kadının iddet süresince mesken ve nafaka hakkı olmayacağını söylemişlerdir. Zira Allah'ın bunlar için kocaları bakımından yeni bir durum ortaya çıkarmayacağı muhakkaktır. Bu mesele ilerde gelecek olan âyetlerde daha geniş olarak anlatılacaktır.

2

“Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca onları güzelce nikahınız altında tutun veya onlardan güzellikle ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi, yaptıklarınıza şahit tutun. Şahitliği de Allah için yapın. Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir. Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir kurtuluş yolu gösterir.”

Boşanan kadınlar iddet beklerken sürelerinin bitme anına yaklaşınca Allah’ın size vacip kıldığı nafaka, barınma, elbise ve hoş sohbette bulunma gibi haklarını onlara vererek onları tekrar nikâhınız altında tutun. Şahitlerden sorulduğunda şahitliği doğru olarak yapsınlar, İşte size emrettiğimiz, boşanma ile ilgili bu hükümler, Allah’a ve âhiret gününe iman edenler için bir öğüttür. Kim Allah’tan korkacak olursa Allah onun için bir çıkar yol gösterir.

*Süddi diyor ki: "Bu âyetin hükmü, bir veya iki talâkla boşanmış kadınlar için söz konusudur. Karısını bu şekilde boşamiş olamkoca onu iyilikle tutmakta veya boşamakta serbesttir.

Dehhak diyor ki: "Kadının iddeti bitmeden önce kocanın ona iyilikle dönmesi, onu tekrar kabul etmesi ve onunla hoş sohbette bulunmasıdır. İyilikle ayrılmasından maksat ise, kadını iddeti bitinceye kadar bekletmesi, iddeti bittikten sonra, mehirinden geri kalan bir şey varsa onu ödemesi, bir de maddi imkânına göre boşanma bedeli "Mut'a" vermesidir."

Âyet-i kerime’de: "İçinizden adalet sahibi iki kişiyi, yaptıklarınıza şahit tutun." buyuruluyor. Burada ifade edilen adalet sahibinden maksat, dindarlıklarına ve emanetlere sadık olmalarına güvenilen kimselerdir. Yapılan işlerden maksat ise Süddi'ye- göre hem boşanma hem de kadım tekrar geri alma işidir. Abdullah b. Abbas da aynı şeyi söylemektedir. Buna göre hanımını bir veya iki talâkla boşayan kişi, iddeti bitmeden onu tekrar geri almak isterse veya iddetini tamamlatarak onu boşamak isterse buna dair iki kişiyi şahit tutması lazımdır.

Ata diyor ki: "Evlenmede de boşanmada da, tam olarak boşanmayan hanımı geri almakta da âdikolan iki şahit gerekir.

Âyet-i kerime’de: "Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir kurtuluş yolu gösterir." buyurulmaktadır. Abdullah b. Abbas'a göre Allah'ın, kuluna göstereceği bu kurtuluş yolundan maksat, Allah'ın, kulunu dünya ve âhiret sıkıntılarından kurtarmasıdır. Rebi' b. Huseyme göre ise Allah'ın, insanı dünyada iken şüpheli şeylerden kurtarması, ölüm anında da sıkıntılardan kurtarmasıdır.

Abdullah b. Mes'ud ve Mesruk'a göre ise bu kurtuluş yolundan maksat, bütün, herşeyin Allah tarafından olduğunu bilmesidir. Allah birşeyi dilerse verir dilemezse vermez.

Dehhak ve İkrime ise bu ifadeden maksadın şöyle olduğunu söylemişlerdir: Kim Allah’tan korkarak hanımını Allah'ın emrine uygun şekilde boşayacak olursa yani bütün talakları birden kullanmayacak olursa Allah o kula hanımını tekrar geri alma yolunu gösterir. Böylece bir çıkar yol bulmuş olur.

Süddi de bu ifadeden maksadın, kadım sünnete uygun olarak boşamak ve yine sünnete uygun olarak geri almak olduğunu söylemiştir.

Bu âyetin son bölümünün ve bundan sonra gelen âyetin nüzul sebebinin, Avf b. Malik el-Eşcai'nin oğlunun düşmana esir düşmesi, babasının üzülerek Resûlüllah’a şikâyetçi olması ve Resûlüllah’ın ona sabretmesini ve Allah'ın göstereceği çıkar yolu beklemesini söylemesi sonuda ise çocuğun düşmandan kurtulup yine o düşmana ait büyük bir sürü ile geri dönmesi hadisesi olduğu zikredilmiştir.

3

“Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter. Allah, emrini mutlaka yerine getirir. Allah, herşey için bir ölçü koymuştur.”

Kim Allah’tan korkarsa Allah onu, hiç ümit etmediği ve beklemediği bir yerden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederek işini ona havale edecek olursa o ona yeter. Allah, emrini mutlaka yerine getirir. Kul ona ister tevekkül etsin ister etmesin. Tevekkül eden affa nail olur ve mükafaatını alır. Tevekkül etmeyen bunlardan mahrum kalır. Allah, boşanma, iddet vb. herşey için bir ölçü ve bir sınır tayin etmiştir. O sınırın bir başı ve bir sonu vardır.

*Âyet-i kerime’de, Allah’a tevekkül eden kimse için Allah'ın yeterli olduğu, başka güçlere ihtiyaç bulunmadığı beyan edilmektedir Bu hususta Abdullah b. Abbas, Resûlüllah’ın kendisine şunları öğrettiğini rivâyet ediyor:

"Ey genç ben sana bazı şeyler öğreteceğim (bunları iyi dinle) Sen Allah’ı koru, Allah da seni korur. Sen Allah’ı koru, onu yanında bulursun. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Yardım istediğinde Allah’tan yardım iste. İyi bil ki bütün ümmet sana bir fayda sağlamak için bir araya gelecek olsa ancak Allah'ın senin için yazdığı kadar fayda verir yine bütün ümmet sana bir zarar vermek için bir araya gelcek ols ancak Allah'ın senin için yazdığı kadar zarar verebilir. Artık kalemler kaldırılmış, defterler kurutulmuştur, (kapatılmıştır)” Tirmizi, K. el-Kıyamet, bab: 59. Hadis no: 2516 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, S.293

4

“Âdetten kesilen kadınlarınızın idelerinden şüphe ederseniz bilin ki onların iddeti üç aydır. Hiç âdet görmeyenler de böyledir. Hamile kadınların iddeti ise doğum yapmalarıyla tamamlanmış olur. Kim Allah’tan korkarsa Allah ona işlerinde kolaylık verir.”

*Âyet-i kerime’nin başında "Âdetten kesilen kadınların iddetlerinden şüphe ederseniz bilin ki onlarnı iddeti üç aydır." buyurulmaktadır. Buradaki "Şüphe etme" ifadesinden maksadın ne olduğu çeşitli sekilerde izah edilmiştir.

Mücahid, Zühri ve İbn-i Zeyd'den nakledilen bir görüşe göre buradaki şüphe, yaşlı kadının, âdetten tam olarak kesilip kesilmediği hususudur. Kadın, yaşlılığından dolayı âdetten kesildikten sonra tekrar onda kan görülecek olur da şüphe hasıl olursa bu kan, hastalıktan gelen bir kan kabul edilir. Böyle bir kadın üç âdet görme yerine üç ay iddet bekler. Genç yaşta âdetten kesilen kadın ise hamile olup olmadığı ortaya çıkıncaya kadar beklemek zorundadır. Onun iddeti budur.

Übey b. Ka'b'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki şüphe, âdetten kesilen kadının iddetinin hükmünün ne olacağı hakkındadır. Zira bu âyet gelmeden önce, akıl baliğ olmayan küçük çocukların, âdetten kesilen kadınların ve hamile olan kadınların iddetlerinin neye göre hesaplanacağı bilinmemekte idi. Âyet-i kerime geldi ve âdet görmeyen bu kadınların iddetlerinin aylarla hesap edileceğini beyan etti ve bunun üç ay olduğunu bildirdi. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Katade'ye göre ise burada hakkında şüphe edilen kadın, âdetleri düzenli olmayan kadınlar. Bir ayda bir kaç kere âdet gören veya bir kaç ayda bir âdet gören kadının iddeti üç aydır. Âdeti muntazam olmadığından iddette âdete itibar edilmez. Âyet-i kerime’de geçen "Âdetten kesilen" ifadesi bu görüşün tercihe şayan bir görüş olmadığını göstermektedir.

Âyet-i kerime’de: "Hiç âdet görmeyenler de böyledir." buyurulmaktadır. Bundan maksat, küçük yaşta evlenen ve zifafa girdikten sonra boşanan kadınlardır. Bunlar âdet görmedikleri için iddetleri aylarla ölçülür. Bu da üç aydır. Nitekim Süddi, Katade ve Dehhak bu kısmı aynı şekilde izah etmişlerdir.

Âyet-i kerime’de: "Hamile olan kadınların iddeti ise doğum yapmalanyla tamamlanmış olur." buyurulmaktadır. Bütün âlimler, hamile bir kadının boşanması halinde iddetinin doğum yapmasıyla sona ereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak hamile olan kadının kocası vefat edecek olur ise âlimlerin çoğunluğuna göre bunun iddeti de doğum yapmasıyla sona erer. Dört ay on gün beklemesi şart değildir.

Bu hususta Sübey'a Bint-i Haris diyor ki:

"O, Bedir savaşına katılan Sa'd b. Havle'nin nikâhı altında imiş. Veda haccı sırasında o hamile iken kocası ölmüş, kocasının ölümünden fazla zaman geçmeden doğum yapmış. Nifasından temizlenince evlenme teklifinde bulunanlara karşı kendisini hazırlamış ve teklifte bulunanlarla görüşmeyi kabul etmiştir. Bunun üzerine Abdüddar oğullarından Ebussenabil b. Ba'kek isimli kişi Sübey'a ya şöyle demiştir: "Evlenme teklifinde bulunanlara karşı süslendiğini ve evlenmek istediğini görüyorum. Allah’a yemin olsun ki sen dört ay on gün geçmeden evlenemezsin." Sübey'a diyor ki: "O bana bunları söyleyince akşamleyin giyinip Resûlüllah’a gittim. Ondan bu meseleyi sordum. O bana, doğumu yaptıktan sonra evlenmemin helal olduğunu, uygun görürsem evlenebileceğimi bildirdi." Buhari, K. Megazi, bab: 10/ Müslim, K. el-Talâk, bnh: 56, Hadis no: 1484, Ebû Davuıl, K.ct-Talâk, bab: 47, Hadis no: 2306

Abdullah b. Mes'ud, Şa'bi, Übey b. Kâ'b, Süddi ve daha başkaları bu âyet-i kerime’yi bu şekilde izah etmişler, bu surenin Bakara suresinden daha sonra indiğini ve orada zikredilen dört ay on gün iddet beklemenin, kocası ölen ve hamile olmayan kadınlar için söz konusu olduğunu söylemişlerdir.

Hazret-i Ali ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise kocası ölen hamile kadın, dört ay on günlük süre ile doğum süresinden hangisi daha uzun ise onu beklemek zorundadır. Yani kocası öldükten sonra dört ay on günden daha erken bir sürede doğum yapacak olursa dört ay on günü tamamlar. Ölümden sonra dört ay on gün içinde doğum yapmazsa doğum yapıncaya kadar bekler. Hazret-i Ali ve Abdullah b. Abbas her iki âyetle de amel etmek için böyle bir neticeye varmışlardır. Ancak hadisler bu görüşe desteklememektedir.

Taberi de iddetin doğumla tamamlanacağını söyleyen

birinci görüşü tercih etmiş ve âyetin genel ifadesinin, hem boşanan hamile kadın için, hem de kocası ölen hamile kadın için geçerli olduğunu söylemiştir.

Taberi de iddetin doğumla tamamlanacağını söyleyen

birinci görüşü tercih etmiş ve âyetin genel ifadesinin, hem boşanan hamile kadın için, hem de kocası ölen hamile kadın için geçerli olduğunu söylemiştir.

5

“Bu hükümler, Allah'ın size indirdiği birer emridir. Kim Allah’tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve mükafaatını büyütür.”

Boşamaya, tam olarak boşanmayan kadını geri almaya ve iddet beklemeye ait olan bu hükümler, Allah'ın size indirdiği emirleridir. Allah bunları size, amel etmeniz için indirmiştir. Kim Allah'ın yasaklarından kaçınıp emirlerini yerine getirerek ondan korkacak olursa Allah onun günahlarını ve kötü amellerini örter. Böyle yapmasından dolayı da ona büyük bir mükafaat verir ki o da cennettir.

6

“İddet bekleyen kadınlarınızı, imkanlarınız ölçüsünde evinizin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıştırmak için zarar vermeyin. Eğer hamile iseler doğum yapmalarına kadar nafakalarını verin. O kadınlar eğer çocuklarınızı emzirirlerse ücretlerini de verin. Meselelerinizi aranızda güzellikle halledin. Eğer halledemezseniz, çocuğu, babası hesabına başka bir kadın emzirecektir.”

*Âyet-i kerime’de: "İddet bekleyen kadınlarınızın, imkânlarınız ölçüsünde evinizin bir bölümünde oturtun." buyurulmaktadır.

Ebû Hanife bu âyet-i kerimeye dayanarak demiştir ki: "Bir kadın hangi şekilde boşanırsa boşansın onun, iddet süresince mesken ve nafaka hakkı vardır. Kocası, gücünün yettiği ölçüde onu bir yerde barındırmak ve onu geçindinnek zorundadır."

İmam Şafii ve İmam Malik'e göre ise bir daha geri dönülmeyecek şekilde boşanan bir kadının, iddet bekleme süresinde, kendisini boşayan kocasının üzerinde sadece mesken hakkı vardır. Nafaka hakkı yoktur. Böyle bir kadın ancak hamile olursa doğum yapıncaya kadar kocasından nafaka alma hakkına sahiptir.

Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü "Hamile oldukları takdirde onlara nafaka verin." ifadesi, hamile olmayan ve kesin olarak boşanan kadınların böyle bir hakka sahip olmadıklarını ifade etmektedir.

Hasan-ı Basri ve Hammad'a göre ise bir daha geri alınamayacak şekilde boşanan kadını iddet bekleme süresinde kocasından ne nafaka alma hakkına sahiptir ne de mesken hakkına.

Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu ha-dis-i şerifi zikretmektedirler. Fatıma Bint-i Kays diyor ki:

"Kocam beni üç talâk ile boşadı. Neticede Resûlüllah benim mesken ve nafaka hakkımın olmadığına hükmetti." Müslim, K. et-Talâk, bab: 37, 42, 47, 51, Hadis no: 1480 Ancak bu hadisin diğer Rivâyetlerinde Resûlüllah bu kadına, sadece nafaka hakkının olmadığını bildirmiştir. Bkz. Müslim, K.ct-Talâk, bab: 36, 38, Hadis no: 1480

Esved b. Yezid diyor ki:

"Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: "Biz, Allah'ın kitabını ve peygamberimizin sünnetim birkadının sözüyle terkedemeyiz. Bilemiyoruz belki de bu kadın, kendisi için mesken ve nafaka hakkını bellememiş veya unutmuştur. Bu hususta Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor ki: "Onlar apaçık bir hayasızlık yapmadıkça siz o boşanan kadınları evlerinizden çıkarmayın. Onlar da çıkmasmlar." Müslim, K. et-Talâk, bab: 46, Hadis no: 1480

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) da Fatıma Bint-i Kays'ın bu Rivâyetini muteber saymamış ve demiştir ki: "Resûlüllah’ın, onu kocasının evinden çıkarıp Abdullah b. Ümm-i Mektum'un evinde iddet beklemesini emretmesinin sebebi, kadının orada daha güvencede olmasındandır." Bkz. Müslim, K. et-Talâk, bab: 40, 44, 52, Hadis no: 1481.1482 Nitekim Fatıma Bint-i Kays diğer bir Rivâyette de şöyle demiştir: "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, kocam beni üç talâk ile boşadı. Evime zorla girilmesinden korkuyorum." Bunun üzerine Resûlüllah bana emretti ben de evimi değiştirdim." Müslim, K. et-Tal;tk, bab: 53, Hadis no: 1482

Âyet-i kerime’nin devamında "Onları sıkıştırmak için zarar vermeyin." buyurulmaktadır. Mücahid, Süddi, Süfyan es-Sevri ve Mukatil, âyetin bu bölümünün manasının "Boşadığınız kadınları bunaltıp tahsis ettiğiniz meskenlerden çıkarmak veya haklarından vaz geçirmek için onlara eziyet etmeyin." demek olduğunu söylemişlerdir. Ebudderda ise bu ifadenin manasının, kadını boşayıp da iddetinin bitmesine iki gün kala tekrar onu geri alarak onları sıkıntıya düşürmeyin ve onlara zarar vermeyin." anlamına geldiğini söylemiştir.

Yine âyet-i kerime’nin devamında "Eğer hamile iseler doğum yapmalarına kadar nafakalarını verin." buyurulmaktadır. Abdullah b. Abbas burada zikredilen kadınlardan maksadın, hamile iken kesin olarak boşanan kadınlar olduğunu söylemiştir. Bunların, doğum yapıncaya kadar hem mesken hem de nafaka hakları vardır. Fakat kesin olarak boşanan kadınlar hamile değil iseler bunların, iddet bekledikleri sürece sadece mesken hakları vardır. Abdullah b. Abbas, kocası ölen kadını da kesin olarak boşanan kadın gibi mütaalaa etmiş, onun da hamile olması halinde hem nafaka hem de mesken hakkı olduğunu, nafakasının, karnındaki çocuğa düşecek mirastan verileceğini, çocuğun mirastan payı yoksa kadının nafakasının ve meskeninin, ölen kocasının mirasçılan tarafından karşılanacağın söylemiştir. Kocası ölen kadın hamile olmazsa onun da sadece iddet süresinde mesken hakkı olduğu bildirilmiştir.

Hazret-i Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Ali b. Hüseyin ve İbrahim en-Nehai'ye göre ise bu âyet-i kerime’nin hükmü, kocalarından boşanan bütün kadınları kapsamaktadır. Kadının kesin olarak boşanmış olması veya geriye döndürülecek şekilde boşanmış olması, hamile olması veya olmaması farksızdır. Bunlara göre kocasından boşanan kadının mesken ve nafaka hakkı vardır. Âyette hamilelik halinin özellikle zikredilmesi, hamilelik süresi uzun olacağından "Bu durumda kadınlara nafaka verilmez." düşüncesini bertaraf etmek içindir. Daha önce de zikredikliği gibi Ebû Hanife de bu görüştedir. Hazret-i Ömer'e: "Fatıma Bint-i Kays'ın kocasından üç talâk ile kesin bir şekilde boşandığından dolayı Resûlüllah’ın ona nafaka takdir etmediği." hadisi zikredilince Hazret-i Ömer: "Dinimizde bir kadının sözüne dayanarak hükme varamayız." demiştir.

Taberi bu âyette zikredilen kadınlardan maksadın,- kesin olarak boşanan kadınlar olduğunu söyleyen

birinci görüşün doğru olduğunu söylemiş buna delil olarak da âyet-i kerime’nin özellikle hamileleri zikretmesinin bir fark arzedeceğini beyan etmiştir. Zira her boşanan kadın için mesken ve nafaka söz konusu olursa hamile olanlara nafaka verilmesinin ayrıca zikredilmesinin bir manası kalmaz. Taberi bu görüşüne delil olarak bir de daha önce zikredilen Fatıma Bint-i Kays'ın kendisine nafaka takdir edilmediğini beyan eden hadisi delil göstermiştir."

Âyet-i kerime’de yine: "O kadınlar eğer çocuklarını emzirirlerse ücretlerini de verin." buyurulmaktadır. De'hhak diyor ki: "Boşanan kadın çocuğu emzirip emzirmemekte serbesttir. Şâyet emzirecek olursa ücret almaya hak kazanır. Fakat boşanan bu kadın, çocuğu emzinneye zorlanamaz. Ancak çocuk ondan başkasını emmeyi kabul etmezse işte o zaman kadın, ücret hakkı mahfuz kalmak şartıyla çocuğu emzirmeye zorlanır. Katade diyor ki: "Çocuğun ücretle emzirilmesi söz konusu olduğunda onu emzinneye annesi başkalarından daha layıktır." Süddi de diyor ki: "Çocuğun emzirilmesi karşılığında verilen ücret, herkesin maddi durumuna göre tain edilecek, tarafların da razı olacakları bir ücrettir."

Âyet-i kerime, "Eğer anlaşamazsanız çocuğu babası hesabına başka bir kadın emzirecektir." ifadesiyle sona ermektedir. Bu ifadeden maksat, erkekle boşanan kadın, çocuğun emzirilmesi hususunda ittifak edemezler kadın da onu emzirmemekte diretecek olursa, erkeğin bu kadını, çocuğu emzirmeye zorlamaya hakkı yoktur. Erkek, çocuğu için bir sütannesi tutacaktır."

7

“Varlıklı kimse nafakasını, varlığı ölçüsünde versin. Rızkı dar olan da Allah'ın kendisine verdiği kadar versin. Allah kişiyi ancak verdiği şeyle mükellef tutar. Allah güçlükten sonra kolaylık getirecektir.”

Karısını kesin olarak boşayan kimse, mali imkanı iyi ise boşadığı kadına, çocuğunu emzirme ücreti olarak kadına ve emzirilen çocuğuna iyi olan maddi imkanı nisbetinde harcamada bulunsun. Mali imkanları dar olanlar da Allah'ın kendilerine verdiği kadanyla harcasınlar. Allah, nafaka vermekle yükümlü olan hiçbir kimseyi kendisine verdiği kadanndan fazlasıyla mükellef kılmaz. Maddi imkanları dar olan fakirler, zenginler kadar nafaka vermekle yükümlü tutulmazlar. Allah, maddi imkanı dar olanın zor durumunu kolaylaştıracak ve ona imkan verecektir.

*Âyet-i kerime’de: "Allah kişiyi ancak verdiği şeyle mükellef tutar." buyurulmaktadır. Süddi'ye göre bu ifadeden maksat zenginin fakir gibi mükellef olmamasıdır. Süfyan es-Sevri'ye göre ise bu ifadeden maksat, "Allah kişiyi ancak gücünün yettiği ile mükellef tutar." demektir. Hüşeym'e göre ise bu ifadeden maksat, "Allah kişiyi ancak farz kıldığı kadarıyla mükellef tutar." demektir. İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifadeden maksat, "Allah kişiyi ancak ona verdiği mal kadarıyla mükellef tutar. Sadaka verme gücünde olmayanı sadaka vermekle, zekat verme gücünde olmayanı zekat vermekle mükellef tutmaz." demektir.

Âyet-i kerime’nin sonunda "Allah, güçlükten sonra kolaylık getirecektir." buyurulmaktadır. Bu hususta Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir: "Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki:

"Önceki zamanlarda bir erkek ve karısı (varmış) ve bunlar (geçimleri için) bir maddi imkan elde edemiyorlarmış. Bir gün erkek bir yolculuktan çok aç bir vaziyette dönmüş. Hanımının yanına gelince "Yiyecek bir şey var mı?" diye sormuş, karısı "Evet, müjde sana Allah'ın rızkı geldi." demiş. Adam kadına acele ettirerek "Vay haline eğer yanında bir şey varsa getir." demiş, kadın da: "Biraz sabret biz Allah'ın rahmetini bekliyoruz." demiştir. Adam bir hayli bekledikten sonra "Vay haline kalk sağı solu araştır. Eğer bir şey varsa getir. Çünkü ben bittim, tükendim." demiş, kadın: "Evet, şimdi tandır ekmeği pışınr, acele etme " demiş. Adam: Biraz susmuş ve tekrar kadına bir şeyler söylemeye hazırlanırken kadın kendi kendine şöyle demiş: "Kalkıp tandırıma bir baksarn Kalkmış tandıra bakmış bir de ne görsün tandır koyunun yanlarıyla dolu El değirmeni de un öğütüyor. Kadın el değirmeninin yanına vardı unları silkeleyip topladı Tandırda bulunan koyun yanlanın çıkardı... Peygamber efendimiz buyuruyor ki: "Canım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki eğer o kadın değirmenin ununu silkelemeden alacak olsaydı o değirmen kıyamete kadar o kadın için un öğütecekti." Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.421

8

“Nice ülkeler vardır ki onlar, rablerinin ve onun peygamberlerinin emirlerine karşı geldikleri için biz onları çok şiddetli bir hesaba çekmiş ve onları görülmemiş bir azaba uğratmışızdır.”

Nice ülkelerin insanları vardır ki onlar rablerinin ve onun gönderdiği peygamberlerin emirlerine karşı isyan etmişler, onları reddedip inkâra düşmüşler biz de onları kendilerine verdiğimiz nimetlerden dolayı inceden inceye hesaba çekmiş onlara verdiğimiz şeylere şükretmemelerini affetmemi sizdir. Böylece biz onlun, korkunç bir azap olan cehennem azabına uğratmısızdır.

*Ömer b. Süleyman bu âyet-i kerime’nin, boşama meselesinde Allah'ın emrine uymayan ve helak edilen bir kavmi beyan ettiğini böylece bu ümmeti de onlar gibi olmamaları için uyardığını söylemiştir.

İbn-i Zeyd ise bu âyette zikredilen "Emirlere karşı gelme." ifadesinden maksadın, günah işlemek ve İnkârcılık olduğunu söylemiştir. Allahü teâlâ bu âyette rablerinin ve peygamberlerinin emirlerini kabul etmeyen ve İnkâra düşen kavimleri nasıl cezalandıracağını haber vermektedir.

9

“Onlar yaptıklarının cezasını tattılar. İşlerinin akıbeti hüsran oldu.”

İşte rablerinin ve onun gönderdiği peygamberlerinin emrine karşı gelen bu gibi ülkelerin insanları, işledikleri günah ve isyanın cezasını tatmış oldular. Onların yaptıkları amellerinin sonucu da" hüsrandı, zarara uğratılmaktı. Çünkü onlar, dünyanın gelip geçici geçimliğini âhiretin bol ve sürekli olan nimetlerine tercih etmişlerdir.

10

“Allah onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey iman eden akıl sahipleri Allah’tan korkun. Allah size bir zikir (Kur'an) indirmiştir.”

Allah kendi emrine ve Peygamberlerinin emirlerine karşı gelip İnkâra düşen bu gibi insanlara kıyamet gününde dehşetli bir azap hazırlamıştır. O da cehennemin ateşidir. O halde ey iman eden akil sahipleri, siz, Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Allah sizlere öğüt veren Kur’an’ı indirdi. Ondan öğüt alıp sizden öncekilerin durumuna düşmeyin.

*Âyet-i kerime’de geçen "Zikir" kelimesi, İbn-i Zeyd'e göre "Kur'an" demektir. Bu husus başka âyetlerde de ifade edilmiş ve şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz ki zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz. Onun koruyucusu da şüphesiz ki biziz." Hicr Sûresi, 15/9 "Şüphesiz ki zikir (Kur'an) kendilerine gelince onu ilk inkâr edenler (mutlaka cezalandırılacaklardır). Şüphesiz o, aziz bir kitaptır." Fussilet Sûresi, 41/41

Taberi ise âyette geçen "Zikir" kelimesinden maksadın "Peygamber" demek olduğunu, bundan sonra gelen âyetin birinci kelimesinin de bunu böyle açıkladığını söylemiştir.

11

“İman edip salih ameller işleyenleri, karanlıklardan nura çıkarmak için Allah size, apaçık âyetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir. Kim, Allah’a iman eder salih amel işlerse, Allah onu, içinde ebedi kalacağı, altından ırmaklar akan cennetlerine koyar ve ona güzel rızıklar verir.”

Ey insanlar, Allah, kendisine iman eden ve emrettikleriyle amel eden kullarını, inkârın karanlıklarından imanın aydınlığına çıkarması için sizlere Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir peygamber gönderdi. Ona uyun ki inkârın karanlıklarından kurtulup imanın aydınlığına kavuşmuş olasınız. Kim, Allah’a iman eder ve onun emirlerini yerine getirerek salih ameller işleyecek olursa Allah onu, içinde ebedi olarak kalacağı, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah o cennetlerde oraya girenlerin rızıklarını bol verecek ve onlara güzel muamelede bulunacaktır.

12

“Yedi göğü ve yerden de bir o kadar yaratan Allah’tır. Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve ilminin herşeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın emirleri, göklerle yer arasında inip durmaktadır.”

*Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yarattığı zikredilmektedir. Âyetin zahirine bakıldığında yerlerin de gökler gibi yedi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yedi göğün ne demek olduğunu, ve o kadar da yedi yerin ne manaya geldiğini izah etmek pek güçtür. Bu hususta eski yeni çeşitli yorumlar yapılmıştır.

Taberi'nin zikrettiği görüşleri şu şekilde özetlemek mümkündür: Bu görüşlerden biri Taberi'nin Katade'den maktu bir şekilde, Tirmizi'nin ise Ebû Hureyre'den muttasıl bir şekilde Rivâyet ettiği ve yerin de gökler gibi yedi kat olduğunu bildiren şu hadis-i şeriftir: "Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki:

"Bir gün Resûlüllah sahabileriyle birlikte otururken üzerlerine bir bulut gelmiş. Bunun üzerine Resûlüllah: "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demişler. Resûlüllah da buyurmuştur ki: "Bu, buluttur. Şunlar da yeryüzünün köşeleridir. Allah tebareke ve teala, bu bulutu kendisine şükretmeyen ve kendisine dua etmeyen bir kavme gönderiyor." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerine devamla şöyle demiştir: "Üzerinizde ne olduğunu biliyor musunuz?" Onlar da: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demişler. Resûlüllah: "Üzerinizde bulunan göktür. O, muhafaza edilmiş bir tavan ve akması önlenmiş bir su dalgasıdır." buyurmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra: "Sizinle gök arasında ne kadar mesafe vardır?" diye sormuş onlar da: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demişler, Resûlüllah ise: "Sizinle onun arasında beş yüz yıllık mesafe bulunmaktadır." buyurmuştur. Daha sonra da "Bu göğün üzerinde ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demişler, Resûlüllah da buyumıuştur ki: "Bunun üzerinde iki gök daha vardır. Bunlardan her birinin arasındaki mesafe beş yüzyıllık mesafedir." Böylece Resûlüllah, her biri arasında yeryüzü ile dünya seması arasındaki mesafe kadar bir uzaklık bulunan yedi kat göğü saymıştır. Sonra: "Onun üzerinde ne var?" diye sormuş sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." diye cevap vermişler, Resûlüllah ise "Onun üzerinde Arş bulunmaktadır. Onunla yedi gök arasındaki mesafe iki gök katının arasındaki mesafe kadardır." buyurmuştur. Resûlüllah daha sonra "Altınızda ne bulunduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş sahabiler de "Allah ve Resulü daha iyi bilir." diye cevap vermişler. Resûlüllah "O, yeryüzüdür." buyurmuştur. Sonra Resûlüllah: "Yeryüzünün altında ne bulunduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." diye cevap vermişler, Resûlüllah da; "Onun altında başka bir yer daha vardır. Onların arasındaki mesafe beş yüz yıllık bir mesafedir." buyurmuştur. Sonra Resûlüllah onların her ikisinin arasında beş yüz yıllık bir mesafe bulunan yedi kat yeri saymıştır, sonra Resûlüllah şöyle buyurmuştur: "Muhammed'in hayatı kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şâyet sizler bir adamı ip ile en altta olan yer tabakasından aşağı sarkıtacak olsanız o, Allah’a (onun kudret ve ilmine) ulaşır." Resûlüllah daha sonra da "Herşeyden önce var olan O'dur. Herşeyden sonra kalacak olan da O'dur. Zahir olan da, (üstte olan da) O'dur. Bâtın olan da (altta olan ciu) O'dur. O, herşeyi bilendir." âyetini okumuştur. Tirmizi, K. Tesfir el-Kur'an, Sûre: 57, hab: 1, llutlis no: 3298

Taberi'nin, Katade'den naklettiği başka bir izahta da şöyle denmektedir: Katade diyor ki: "Göklerle yer arasında dört melek karşılaşmış ve birbirlerine nereden geldiklerini sormuşlardır. Meleklerden biri "Beni rabbim, yedinci gökten gönderdi. Ben, rabbimden orada ayrıldım geldim." Diğeri: "Beni rabbim yedinci yerden gönderdi. Ben rabbimden orada ayrıldım." demiş üçüncü: "Beni rabbim doğudan gönderdi, rabbimden orada ayrıldım geldim." Dördüncüsü : "Beni rabbim batıdan gönderdi. Ben. ondan orada ayrıldım geldim." demiştir. Katade bu âyetin izahında şunları da söylemiştir: "Allah, yedi gök yedi de yer yaratmıştır. Göklerin her birinde ve yerlerinden her birinde yaratıklar yaratmış, onlara emirlerini göndermiştir. Onların üzerinde onun hükmü geçerlidir.

Rebi' b. Enes diyor ki: "Birinci gök, dökülmesine engel olunmuş su dalgalarından ibarettir. İkinci gök kayadır. Üçüncü gök demirdir. Dördüncü gök buhardır. Beşinci gök gümüştür. Altıncı gök altındır. Yedinci gök yakuttur.

Mücahid diyor ki: "Bu yeryüzü yedi yere nisbetle, çöle kurduğun bir otağ (büyük çadır) gibidir. Bu gök de, diğer göklere nisbetle yeryüzünde bir çöle attığın bir halka gibidir."

Abdullah b. Abbas'a "Yedi göğü ve bir o kadar yeri yaratan Allah’tır." âyeti sorulduğunda o, "Ben bunun tefsirini size yapacak olursam sizler İnkâra düşersiniz. İnkâra düşmeniz bu izahlarımı yalanlamanızla olur." demiştir.

0 ﴿