TAHRİM SÛRESİTahrim sûresi on iki âyettir ve Medine'de nazil olmuştur. Bu sûre-i celile de, bütün davranışlarıyla bize örnek olan Resûlüllah'ın hayatından, yaşanmış ve neticede bir hükme bağlanmış bazı meseleleri beyan etmektedir. Resûlüllah efendimiz, hanımlarından birinin arzusu istikametinde, diğer hammıyla münasebetini kesme kararı alıyor. Fakat Allahü teâlâ bu davranışı tasvip etmiyor. Böylece, hayatımızda çokça rastlayacağımız bu gibi durumlarda nasıl davranmamız gerektiği bize öğretilmiş oluyor. Eşler arasındaki aile münasebetlerinin nasıl olması gerektiği, yine Resûlüllah’ın yaşadığı bir olayla bize intikal ediyor ve eşlerin, birbirlerinin sırlarım iyi saklamaları, onları üçüncü kişilere nakletmemeleri gerektiği beyan ediliyor. Beşeri hayatın en önemli kurumu olan aile, kan ile kocanın beraberliği ile kuruluyor. Bu kurumun sağlam yürüyebilmesi için bu iki asıl unsurun yani kan ile kocanın birbirlerine saygılı davanmaları ve karşılıklı olarak aile sırlanın muhafaza etmeleri gerektiği haber veriliyor. Sûre-i celilede devramla, mü’minlerin, yapmış olduklan hatalardan dolayı rablerine, yapmış olduklan o hatayı bir daha yapmama kararlılığı ile tevbe etmeleri emrediliyor. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in, kâfirlere karşı cihad etmesi emrediliyor. Sûre-i celilede Allahü teâlâ devamla, iki salih peygamber olan Nuh ve Lût (aleyhisselam)ı kanlarını, kâfirlerin kâfirliğine, Firavun'un karısını da müslümanlara misal olarak gösteriyor. Yine namus timsali Hazret-i Meryem'i, namuslarını koruyanlara misal olarak gösteren şu âyet-i kerime ile sûre-i celile sona eriyor. "(Allah, iman edenlere) namusunu koruyan İmran'ın kızı Meryem'i de misal gösterdi. Biz ona ruhumuzdan üfledik. O, rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve itaatkâr olanlardandı." Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1“Ey Peygamber, eşlerinin rızasını kazanmak için Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok affeden ve çok merhamet edendir.” Ey Peygamber, Allah'ın sana helal kılmış olduğu bir şeyi sadece hanımlarının rızası için neden kendine haram kılıyorsun? Ey Rasûlüm, Allah, tevbe eden kullarının günahlarını affedendir. Bu sebeple senin de, helal olan bir şeyi kendine haram kılmam affetmiştir. Allah, tevbe eden kullarının tevbesini kabul eden ve onları, suçlarından dolayı cezai and ırmay arak onlara merhamet edendir. Âyet-i kerime’de zikredilen ve Resûlüllah’ın, kendisine haram kıldığı beyan edilen şeyden maksat, bir kısım âlimlere göre, cariyesi Mâriye el-Kipti-ye'dir. Diğer bazılarına göre ise bal şerbetidir. Bu surenin baş tarafında bulunan âyetlerin nüzul sebebi hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir. Bunlardan biri şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cariyesi Mâriye el-Kıptiyye'ye yaklaşmayı kendisne haram kılmış ve bunun için de yemin etmiştir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu surenin baş tarafında bulunan âyetleri indirmiş, Resûlüllah’a, helal olan cariyesini kendisine haram kılmasından dolayı sitem etmiştir. Böylece bu haram olma durumunu herhangi bir müeyyideye tabi tutmadan kaldımııştır. Yeminini bozması için de yemin keffareti vermesini emretmiştir. Zeyd b. Eşlem, Mesruk, Abdurrahman b. Zeyd, Dehhak ve Âmir eş-Şa'bi bu görüştedirler. Bu olay şöyle cereyan etmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cariyesi ve oğlu İbrahim'in annesi olan Mâriye el-Kıptiyye ile, hanımı Hafsa'nın evinde bir araya gelmiş bunu gören Hafsa ise onları kıskanmış ve Resûlüllah’a sitem etmiştir. Resûlüllah da cariyesi Mâriyeyi kendisine haram kılmıştır. Bunun zürerine Hefsa: " Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın sana helal kıldığı bir şeyi nasıl haram kılarsın?" demiş, Resûlüllah Mâriye'ye bir daha yaklaşmayacağına dair Hafsa'nın yanında Allah’a yemin etmiştir. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ bu surenin baş tarafında bulunan âyetleri indirmiş, Resûlüllah’ın haram kılmasını geçersiz saymış, yemin için de keffaret vermesini emretmiştir. Halbuki Resûlüllah, Hafsa'ya bu meseleyi gizli tutmasını söylemişti. Fakat Hafsa meseleyi Âişe'ye anlatmış, bunun üzerine de âyetler inmiş ve meseleyi açıklığa kavuşturmuştur. Bu âyetlerin nüzul sebebi hakkında ikinci görüşte de birinci görüşte zikredilen olay gösterilmiş ancak bu görüştekiler, Resûlüllah’ın Mâriye'yi kendisine sadece haram kıldığını fakat buna dair yemin etmediğini söylemişlerdir. Bunlar, Allahü teâlânın, Resûlüllah’ın bir şeyi kendisine haram kılmasını yemin kabul ettiğini bu itibarla Resûlüllah’a, yemini bozması için yemin keffareti vermesini emrettiğini söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas, Katade ve Hasan-ı Basri bu görüştedirler. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah, Peygamberine ve mü’minlere emretti ki, onlar, helal kıldığı bir şeyi kendilerine haram kılacak olurlarsa on fakiri doyuracak, yahut giydirecek veya bir köle azad ederek yemin keffareti versinler. Ve kendilerine haram kıldıkları şeyin haramlığını ortadan kaldırmış olsunlar. Ancak kadını boşama meselesi bunun dışındadır. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bir gün Resûlüllah’ın zevcesi Hafsa babasının evine gitti. Orada babasıyla sohbet etti. O sırada Resûlüllah da cariyesini çağırttı ve onunla beraber Hafsa'nın evinde kaldı. Aslında o gün sıra Âişe'nindi. O ara Hafsa evine geldi ve Resûlüllah ile cariyesini evinde buldu. Ve Resûlüllah’a sitem etti. Resûlüllah da ona: "Ben sana bir sır vereceğim. Bunu kimseye söyleme." dedi. Hufsa: "Nedir o?" dedi. Resûlüllah ona: "Şahit ol, ben senin hatırın için bu cariyeyi kendime haram kıldım." dedi. Hafsa da Âişe'ye giderek Resûlüllah’ın bu sırrını ona söyledi. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu. Âyetlerin nüzul sebebi hakkında zikredilen ve daha sahih hadislerce de kuvvetlendirilen diğer bir görüş ise şudur: Resûlüllah, hanımlarından Zeyneb Bint-i Cahş'ın evinde, diğer bir Rivâyette Hafsa'nın evinde bal şerbeti içmiştir. Zeyneb'i kıskanan Âişe ve Hafsa, diğer bir Rivâyette Hafsa'yı kıskanan Âişe ve Şevde, Resûlüllah yanlarına geldiği zaman ona ağzının, meşe ağacından akan reçinenin kokması gibi koktuğunu söylemişler, Resûlüllah ise bal içtiğini söylemiş ve bir daha da içmeyeceğine dair yemin etmiştir. Bu durumu da diğer hanımlarına söylememesini tenbih etmiştir. Fakat hanımlarından biri, bu durumu açığa vurunca bu âyetler nazil olmuş ve Resûlüllah’ın, kendisine helal olan şeyleri haram kılmamasını ve yemini için de keffaret vermesini emretmiştir. Resûlüllah’ın, bal şerbetini, hanımlarından Zeyneb Bint-i Cahş'ın yanında içtiğini beyan eden bir hadiste Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb Bint-i Cahş'ın yanında bal şerbeti içer ve onun yarında dururdu. Bir gün Hafsa ile ben şöyle anlaştık: Resûlüllah hangimize gelecek olursa "Sen reçine yemişsin. Sende reçine kokusu hissediyorum." diyelim. Resûlüllah bunlardan birinin yanına varınca o Resûlüllah’a bu sözü söylemiş, Resûlüllah da "Hayır, Zeyneb Bint-i Cahş'ın yanında bal şerbeti içtim. Onu bir daha içmeyeceğim. Buna dair yemin ettim. Sen bunu kimseye söyleme." demiştir. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 1 Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ömer b. el-Hattab'a. bir âyetin izahını sormak için bir yıl bekledim. Onun heybetinden çekinerek soramıyordum. Nihâyet Hacca gitti. Ben de onunla beraber Hacca gittim. Hacdan dönerken yolda Ömer bir ihtiyacı için çalıların arasına gitti. Onu bekledim. İşini bitirince onunla beraber yürüdüm ve ona dedim ki: "Ey mü’minlerin emin, Resûlüllah’ın hanımlarından, ona karşı iş birliği yapmak isteyen iki hanımı kimdir?" Ömer: "Onlar Hafsa ve Âişe'dir." dedi. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 2 Resûlüllah’ın, bal şerbetini, Zeyneb Bint-i Cahş'ın yanında değil de Hafsa'nın yanında içtiğini beyan eden bir Rivâyette de Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Resûlüllah balı ve tatlıyı severdi. İkindi namazından geldikten sonra hanımlarının yanına gider ve onlarla ilgilenirdi. Bir gün Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdi. Orada her zamankinden daha çok kaldı. Ben ise bunu kıskandım ve sebebini sordum. Bana denildi ki: "Hafsa'nın akrabalarından bir kadın ona bir küçük tulum bal hediye etmiş o da bu baldan Resûlüllah’a şerbet sunmuş. Dedim ki: "Vallahi biz bunun için bir tuzak kuracağız. Sevde'ye dedim ki: "Resûlüllah senin yanına geldiğinde sana yaklaşınca de ki: "Sen reçine yemişsin." O sana diyecektir ki: "Hayır." Sen ona de ki: "Peki senden gelen bu koku nedir?" O, sana "Hafsa bana bal şerbeti içirdi." diyecektir. Sen de ona de ki: "Onun balını yapan anlar Urfut ağacından çiçek almışlar." Ben de böyle söyleyeceğim." Safiye'ye de dedim ki: "Ey Safiye sen de böyle söyle. Âişe diyor ki: "Şevde dedi ki: "Allah’a yemin olsun ki aradan çok vakit geçmeden Resûlüllah, kapıya geldi. Senden korktuğum için Resûlüllahı, bana dediğin gibi karşılamak istedim." Resûlüllah Sevde'ye yaklaşınca o Resûlüllah’a: "Ey Allah'ın Resulü, sen reçine yemişsin." dedi. Resûlüllah: "Hayır." dedi. Şevde ise: "O halde senden gelen bu koku ne?" dedi. Resûlüllah: "Hafsa bana bal şerbeti içirdi." dedi. Şevde "O balın anları urfut ağacından çiçek almış." dedi. Âişe diyor ki: "Resûlüllah bana gelince ben de ona aynı şeyi söyledim. Safıye'ye gidince o da aynı şeyi söyledi. Re-sufullah tekrar Hafsa'ya gidince, Hafsa: "Ey Allah'ın Resulü, ben sana bunu içirmeyeyimmi?" dedi. Resûlüllah: "Hayır. Benim ona ihtiyacım yoktur." dedi. Âişe diyor ki: "Şevde şöyle diyordu. "Allah’a yemin olsun ki biz Resûlüllahı o baldan mahrum ettik." Ben de ona dedim ki: "Sus konuşma." Buhari, K. et-Talâk, bab: 8 Olay hakkında Rivâyet edilen bu iki hadis gözönüne alındığında olayın tekrar ettiğini söylemek daha isabetli olur. Ancak, âyetlerin nüzul sebebi olarak birinci Rivâyeti almak daha uygundur. Taberi ise özetle şöyle demiştir: "Âyet-i kerime Resûlüllah’ın, kendisine helal olan birşeyi haram kıldığını ve bundan vazgeçmesi gerektiğini beyan etmiş haram kıldığı şeyin ne olduğu hakkında herhangi bir izahta bulunmamıştır. Bu itibarla Resûlüllah'ın, kendisine haram kıldığı şey, cariyesi de olabilir, herhangi bir içecek de olabilir, bunlardan başka bir şey de olabilir. Resûlüllah kendisine o şeyi haram kılarken bir de yemin etmiştir. Bu sebeple Allahü teâlâ ona "Helal olan bir şeyi kendisine haram kıldığından dolayı sitem etmiş ve yemini için de keffaret vererek onu bozabileceğini beyan etmiştir. Görüldüğü gibi bir kısım âlimler bu âyet-i kerimeleri izah ederlerken Resûlüllah’ın, birşeyi kendisine haram kıldığını ve bu haram kılmasının da yemin sayıldığını, bu itibarla keffaretle yeminini bozmak için kendisine izin verildiğini söylemişlerdir. Diğer bir kısım âlimler ise Resûlüllah’ın helal olan herhangi bir şeyi kendisine haram kılmadığını sadece kendisine helal olan bir şeyden elini çekeceğine dair yemin ettiğini söylemişlerdir. Bunlara göre Allahü teâlâ Resûlüllah'ın bu yeminini, helal olan bir şeyi kendisine haram kılıyormuş gibi saymış ve bundan dolayı ona sitem etmiştir. Ayrıca keffaretle yeminini bozabileceğini de bildirmiştir. Taberi ise, Resûlüllah'ın, hem helal olan bir şeyi kendisine haram kıldığını hem de ona dair yemin ettiğini söylemiş ve yukarıda zikredilen izahı yapmıştır. 2“Şüphesiz ki Allah, yeminlerinizi, keffaret vermek suretiyle bozmamzı size meşru kıldı. Allah sizin dostunuzdur. O, herşeyî bilendir. Hüküm ve hikmet sahibidir.” Allahü teâlâ, yeminlerini bozmak isteyenlerin verecekleri keffaretleri başka bir âyette şöyle beyan etmiştir: "Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat bile bile yaptığınız yeminlerinizden sizi sorumlu tutar. Bu (bozulan) yeminin keffareti ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut da bir köle azad etmektir. Bunlan bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Yapıp ta bozduğunuz yeminlerinizin keffareti iştç budur. Yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar ki, şükredesiniz." Makle Sûresi. 5/89 Mukatil diyor ki: "Bu âyetin nazil olmasından sonra Resûlüllah bir cariye azadederek Mariye'yi kendisine helal kılmıştır. Hasan-ı Basri ise Resûlüllah’ın geçmiş ve gelecek günahları affedildiğinden, bu âyet-i kerime’nin nazil olmasıyla, yemininden dolayı bir keffaret vermediğini, bu âyetin mü’minler için hüküm koyduğunu söylemiştir. 3“Hani, Peygamber, hanımlarından birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat hanımı bu sözü açığa vurunca, Allah da, Peygamberine sırrın ifşa edildiğini bildirmişti. Peygamber de ifşa edilen sırların bir kısmını ifşa eden hanımına bildirmişti.. Bir kısmını da bildirmekten vazgeçmişti. Peygamber bu sırların açığa vurulduğunu hanımına bildirdiğinde, hanımı: "Bunu sana kim haber verdi?" dedi. Peygamber de "Her şeyi bilen ve herşeyden haberdar olan Allah bildirdi." dedi.” Abdullah b. Abas, Katade, Zeyd b. Eşlem, Abdurrahhman b. Zeyd, Şa'bi ve Dehhak'a göre âyette zikredilen "Peygamberin zevcelerinden biri"nden maksat, riz. Ömer'in kızı Hafsa, ona gizlice söylediği söz de "Cariyesini kendisine haram kılması ve buna dair yemin ederek "Bunu kimseye söyleme" demesiydi. Hafsa bu, sırrı açığa vurmuş, bunun üzerine Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e Hafsa'nın bu sırrı başkasına söylediğini bildirmiş Resûlüllah da bunu Hafsa'ya söylemiştir. Hafsa, Resûlüllah’ın kendisine bunu söylemesi üzerine "Bunu sana kim söyledi?" demiş Resûlüllah da "Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bildirdi." buyurmuştur. Âyet-i kerime’de, Resûlüllah’ın, sırrını ifşa eden hanımına, Allah'ın kendisine bildirdiği hususlardan bir kısımım söylediği bir kısmını da söylemediği zikredilmektedir. Bu da Resûlüllah’ın üstün ahlakını göstermektedir. O, sırrını ifşa eden hanımını fazlaca mahcup etmekten kaçınmıştır. 4“(Ey Peygamberin hanımları) Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz eğilmiş olan küllileriniz gerçeğe yönelmiş olur. Şâyet peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız, bilin ki Allah, onun dostudur. Bundan başka Cibril, salih mü’minler ve melekler de yardımcisıdır.” Ey Hafsa ve Âişe, eğer yaptıklarınızdan vazgeçerseniz sizin için daha hayırlıdır. Zira kalbleriniz haktan kaymıştı ve Resûlüllah’ın, kendisine haram kılmak istemediği bir şeyi haram kılmasını istiyordunuz. Ey Âişe ve Hafsa, eğer ikiniz de Resûlüllah’ın aleyhine birbirinizle yardımlaşacaksanız şunu bilin ki Cebrâil, mü’minlerin salihlerinden olan kimseler ve diğer melekler onun yardımcısıdır. Sonunda siz zararlı çıkarsınız. Âyette zikredilen "İki kadın"dan maksat, Abdullah b. Abbas'ın, Hazret-i Ömer'den öğrendiğine göre Hazret-i Âişe ve Hazret-i Hafsa'dır. Bu husus yukanda zikredilen bir hadiste de beyan edilmiştir. Bkz. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 2, 3 Bu iki kadının kalblerinin eğilmesinden maksat, Resûlüllah’ın sevmediği bir şeyi istemeleridir. Resûlüllah’ın yardımcıları olduğu beyan edilen salih mü’minlerden maksat, Mücahid ve Dehhak'a göre Hazret-i Ebubekir ve Ömer'dir. Katade ve Süfyan es-Sevri'ye göre ise diğer peygamberlerdir. Taberi, mü’minlerin salih olanlarından maksadın, bütün salih mü’minler olduğunu söylemiştir. 5“Ey Peygamberin hanımları, eğer Peygamber sizi boşarsa, yerine rabbi ona sizden daha hayırlı, Allah'ın emirlerine boyun eğen, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.” Enes (radıyallahü anh) diyor ki: "Ömer (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in hanımlarının hepsi onu kıskanmada sanki ittifak içindeydiler. Bir gün onlara dedim ki: "Eğer o sizi boşarşa yerinize rabbi ona sizden daha hayırlılarım verir." Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Buhari, K. Tefsir el-Kur an, Sûre: 66, bab: 3 Hazret-i Ömer diyor ki: "Biz, cahiliye döneminde kadınlara değer vermezdik. Nihâyet Allahü teâlâ, onların haklarında indirmiş olduğu âyetleri indirdi. Onların haklarını belimi. Ben, bir mesele hakkında düşünüyordum. Bir de baktım ki kanm "Şöyle şöyle yapsan." diyor. Dedim ki: "Bu meseleden sana ne? Benim yapmak istediğim bir iş seni ne ilgilendirir?" O bana dedi ki: "Ey Hattab'ın oğlu, şaşarım sana, sana karışmamı istemiyorsun. Halbuki senin kızın, Resûlüllah’ın işine karışıyor. Öyle ki Resûlüllah’ın gün boyu ona kızgın gezdiği oluyor." Ravi diyor ki: "Ömer cübbesini sırtına aldı ve doğruca Hafsa'nın yanına gitti ve ona: "Kızım sen Resûlüllah’ın işine karışıyormuşsun. Öyle ki işine karıştığın gün devamlı kızgın oluyormuş?" Hafsa: "Vallahi biz onun işine karışıyoruz." dedi. Bende dedim ki: "Bak, ben seni Allah'ın cezalandırmasından, Allah'ın Resulünün gazabından sakındırıyorum. Kızım, Resûlüllah’ın, güzelliğini takdir ettiği şu kadını (Âişe'yi) sevmesi seni aldatmasın." Ömer diyor ki: "Sonra oradan çıktım. Akrabam olması dolayısıyla Ümmü Seleme'ye gittim. Ona da konuştum. Ümmü Seleme: "Şaşıyorum sana ey Hattab'ın oğlu, herşeye karışıyorsun. Resûlüllah ile hanımlarının arasına da girmek istiyorsun." dedi. Vallahi Ümmü Seleme'nin bu sözleri bana öyle tesir etti ki cesaretimi kırdı. Onun yanından da çıktım benim En-sar'dan arkadaşlarım vardı. Ben Resûlüllah’ın yanında ulunamadığım zamanlarda Ensar'dan olan arkadaşlarından biri bana haberleri getiriyordu. O gelmediği zaman da ben ona haberleri götürüyordum. Biz o zaman, Gassan krallarının birinin saldırısından korkuyorduk. Zira onun, üzerimize geleceği bize bildirilmişti. Zihnimizi tamamen o meşgul ediyordu. Bir gün baktım ki Ensardan olan arkadaşını kapıyı vurdu. O bana: "Aç aç" dedi. Ben de "Gassanlı mı geldi?" dedim. Arkadaşım "Ondan daha kötüsü oldu. Resûlüllah hanımlarından uzaklaştı." dedi. Ben de dedim ki: "Hafsa ile Âişe'nin burnu yere sürüldü." Elbisemi giydim, dışarı çıktım. Resûlüllah’ın yanına vardım. Onun, merdivenle çıkılan damın üstündeki odada kaldığını gördüm. Resûlüllah’ın siyah kölesi de merdivenin başında duruyordu. Ona dedim ki: "Resûlüllah’a de ki: "Ömer b. el-Hattab geldi." Resûlüllah bana izin verdi. Ben daha önce olanları ona anlattım. Ümmü Seleme'nin sözlerine gelince Resûlüllah gülümsedi. O anda kuru bir hasır üzerinde oturuyordu. Hasırın üzerinde hiçbir sergi yoktu. Başının altında içi hurma lifleriyle dolu deriden bir yastık bulunuyordu. Ayak ucunda Selem ağacının yaprakları sağa sola dağılmıştı. Başucunda asılı bir posteki bulunuyordu. Ben, Resûlüllah’ın yanlarında hasırın izlerini gördüm ve bunun üzerine ağladım. Resûlüllah: "Niçin ağlıyorsun?" dedi. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Kisra ve Kayzer, içinde bulundukları o durumda yaşıyorlar da sen Allah'ın peygamberi olduğun halde bu durumdasın." Resûlüllah buyurdu ki: "Sen, dünyanın onların, âhiretin de bizim olmasını istemez misin?" Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 2 Abdullah b. Abbas, Katade ve Dehhak, âyet-i kerime’nin: "Oruç tutan." diye tercüme edilen "Saihat" kelimesini bu şekilde izah etmişlerdir. Zeyd b. Eşlem ise bundan maksadın, "Hicret eden kadınlar." demek olduğunu söylemiştir. 6“Ey iman edenler, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin başında sert ve şiddetli, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerine getiren melekler vardır.” Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de mü’minlere, kendilerini ve ailelerini cehennem ateşinden korumalarını emretmiştir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) demiştir ki: "Kişinin, aile efradını cehennem ateşinden koruması onları eğitmesi ve yetişti rmesiyle olur." Abdullah b. Abbas ise "Kişi Allah’a itaat ederek, ona karşı gelmekten kaçınarak ve aile efradına Allah anmalarını emrederek kendisini ve ailesini cehennem azabından korumuş olur." demiştir. Mücahid, bu âyetin manasının: "Siz Allah’tan korkun, aile efradınıza da Allah’tan korkmalarını emredin. Böylece cehennem azabından korunmuş olursunuz." demek olduğunu söylemiştir. Katade diyor ki: "Kişinin, aile efradını cehennem azabından koruması, onlara, Alarm itaat etmelerini emretmesi ve karşı gelmelerini yasaklamasıyla olur. Kişi, aile efradını Allah'ın emirlerine göre sevk ve idare eder ve onların, Allah'ın emirlerini yerine getirmelerine yardımcı olur. Onlarda, Allah’a karşı gelen bir durum görürse onları azarlar ve durumlarını düzeltir. Böylece de onları azaptan kurtarmış olur. Âyette zikredilen, cehennemin yakıtı olan taşlardan maksat, Abdullah b. Mes'ud, Mücahid ve Süddi'ye göre "Kibrit taşı" diye adlandırılan taş cinsidir. Diğer bir kısım âlimlere göre ise bunlardan maksat, putlardır. Âyette, ateşin başında bulundukları zikredilen meleklerden maksat, cehennem zebanileridir. Bunlar, cehennemliklere karşı çok sert ve çok dehşetlidirler. Onlara asla merhamet etmezler. 7“Kıyamet günü, inkâr edenlere şöyle denilir: "Ey kâfirler, bugün mazeret göstermeyin. Sizler ancak dünyada yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz.” Kur'an-ı Kerimde kâfilere çok az hitabedilmiştir. Bu âyet de onlardan biridir. Kâfirlere bu hitap âhirette yöneltilecek ve mazeretlerinin kabul edilmeyeceği kendilerine bildirilecektir. 8“Ey îman edenler, Allah’a nasuh bir tevbe ile (günah işlemeye bir daha dönmeyecek bir tevbe ile) tevbe edin. Belki rabbiniz kötülüklerinizi siler. Peygamberi ve beraberindeki mü’minleri utandırmayacağı günde sizi, altından ırmaklar akan cennetlere koyar.O gün onların nuru önlerinde ve sağ taraflarında yürürken "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz ki sen herşeye kadirsin." derler.” Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de mü’minlere, günahlarını affetmesi ve âhirette cennetlerine koyması için kendisine samimi bir şekilde tevbe etmelerini emretmektedir. Hazret-i Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Dehhak'a göre âyet-i kerime’de zikredilen "Nasuh tevbe"den maksat, kulun işlediği günah için tevbe etmesi ve bir daha ona dönmemesidir. Katade ve İbn-i Zeyd'e göre ise "Nasuh tevbe"den maksat, samimiyetle yapılan tevbedir. Âyet-i kerime’de, Allah'ın, kıyamet gününde peygamberini ve onunla birlikte iman edenleri rüsvay etmeyeceğini, onların nurlarının ise önlerini ve sağ taraflarını aydınlattığını ve onların, rablerinden, nurlarının sonuna kadar devam etmesini isteyeceklerini bildinnektedir. Mücahid, Dehhak ve Hasan-i Basri diyorlar ki: "Kıyamet gününde mü’minler, münafıkların nurlarının söndüğünü görünce rablerinden, kendi nurlarının devam etmesini isteyeceklerdir. Âyet-i kerime bu hususu beyan etmektedir. Mü’minlerin âhirette, abdest aldıkları organları parlayacak ve onları ay-danl ataç aktır. 9“Ey Peygamber, kafirlere ve münafıklara karşı cihad et. Onlara sert davran. Onların sığınacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.” Ey Peygamber, kâfirlere karşı silahla, münafıklara karşı da cezaları uygulama ile ve korkutmalarla cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların âhirette varıp kalacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir yerdir. 10“Allah, kâfirlere, Nuh ve Lût'un karılarını misal gösterdi. Onlar, salih kullarımızdan olan iki kulumuzun nikahı altında idiler. Kocalarına karşı hainlik ettiler. Bu iki peygamberin, Allah tarafından karılarının başına inen azaba karşı onlara bir faydaları olmadı. Onlara: "Diğer inkâr edelerle beraber siz de cehenneme girin." dendi.” Abdullah b. Abbas'a göre kocalarına ihanet ettikleri beyan edilen Hazret-i Nuh ve Hazret-i Lût'un karılarının ihanetleri dini meselelerdedir. Başka hususta değildir. Zira hiçbir peygamberin hanımı ahlaksızlığa düşmemiştir. Burada Hazret-i Nııhun karısının ihaneti onun kâfir olması ve Nuh'u delilikle suçlamasıdır. Lutun kanının ihaneti Lût'un gizlediği misafirleri, Lutilik yapan ahlaksızlara bildirmesidir. İkrime bu iki kadının ihanetinin, Allah’a ortak koşmaları olduğunu, Dehhak bunların ihanetinin, Allah’ı inkâr etmeleri olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre Hazret-i Nuh'un karısının ihaneti, Nuh'un sırlarını öğrenip iman edenleri zorbalara haber vermesidir. Hazret-i Lût'un karısının ihaneti ise, Lût'un misafir ettiği herhangi bir kişiyi, o çirkin işi, yani erkeğin erkekle cinsi temasta bulunması işini yapan insanlara bildirmesidir. Âyet-i kerime’de bu kadınların kocalarının Peygamber oluşunu o kadınların diğer kâfirlerle birlikte Allah tarafından cezalandırılmalarına mani olmadığı beyan edilmektedir. Bu da kâfirlerin hiçbir kurtuluş yollarının olmadığını göstermektedir. 11“Allah, İman edenlere Firavun'un karısını misal gösterdi. O şöyle demişti: "Rabbim, cennette benim için katında bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun kötü amelinden kurtar. Beni şu zalim kavimden kurtar."” *Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, varlığına ve birliğine iman eden mü’minlere Firavun'un karısı Âsiye'yi misal vermiştir. Âsiye Allah’a iman etmiş, onun birliğini tasdik etmiştir. Onun, bir kâfir olan Firavun'un nikahında bulunması Allah’a ve Peygamberi Mûsa'ya iman etmesine engel olmamış ve böylece iman etmesinden dolayı övgüye layık olmuştur. Zira Allahü teâlânın, yaratıklan hakkındaki hükmü, hiçbir kimsenin başka birinin günahını yüklenmeyeceği, herkesin ancak kazandığı ile başbaşa kalacağı şeklindedir. Firavun'un karısı olan Âsiye iman edince rabbine şöyle yalvarmıştı: "Rabbim, cennette benim için nezdinde bir ev yap. Beni Firavun'un işkencelerinden ve onun ameli olan İnkârcılıktan kurtar. Ve beni, Allah’ı inkâr eden zalim bir kavmin İnkârcılığından ve uğratılacakları azaptan kuıtar. Allah, Âsiye'nin duasını kabul etmiş ve ona cennette bir ev yapmıştır. Taberi, Seîman'ın şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Firavun'un karısı güneş altında bırakılarak ona işkence ediliyordu. Fakat Firavun oradan ayrılınca onu melekler kanatlan altında gölgelendiriyorlardı. Ve Âsiye cennetteki evini görüyordu." Kasım b. Ebi Bizze diyor ki: "Firavun'un hanımı: "Kim galip geldi?" diye soruyordu. Ona: "Mûsa ve Harun galip geldi." denilince "Ben, Mûsa ve Harun'un rabbine iman ettim." dedi. Firavun ona adamlarını gönderdi ve dedi ki: "Bulabileceğiniz en büyük kayayı getirin. Eğer o bu sözünde devam edecek olursa o kayayı onun üzerine bırakın. Şâyet sözünden dönerse o benim karımdır." Firavun'un adamları onun yanına varınca kadın gözlerini göğe çevirdi. Orada, rabbinin kendisine yaptığı evi gördü. İmanında ısrar etti, Allah da onun ruhunu aldı. Firavun'un adamları kayayı ruhsuz cesedin üzerine attılar. 12“(Allah, iman edenlere) namusunu koruyan İmran'ın kızı Meryem'i de misal gösterdi. Biz ona ruhumuzdan üfledik. O, rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve itaatkâr olanlardandı.” Allah, iman edenlere de İmran'ın kızı Meryem'i misal vermiştir. Meryem, iffetli ve namusunu koruyan biriydi. Allah, elçisi Cebrâil vasıtasıyla, Meryem'in entarisinin cebinden ona üfledi. Bunun üzerine Meryem, İsa'ya hamile kaldı. Meryem, rabbinin "Ol" sözüyle var olan oğlu İsa'ya ve hak kitaplar olan Tevrat ve İncil'e iman etti. O, Allah’a itaat eden kullardandı. Âyette geçen ve "Numune" diye tercüme edilen "Fere" kelimesinden maksat, Taberi'ye göre "Cep" veya herhangi bir "Yırtık" demektir. Cebrâil Meryem'e gelip ona rabbinin bir çocuk vaadettiğini ve çocuğunun olması için entarisinin cebinden lifleyeceğini söyleyince Meryem cebini ve kendisini Cebrâil'den korudu. Fakat onun iradesi dışında Allah'ın emri yerine gedi. Ve Meryem, Hazret-i İsa'ya hamile kaldı. Âyette geçen ve "Rabbinin sözleri" diye tercüme edilen "Kelimat" Taberiye göre Hazret-i İsa'dır. Ona "Söz" denilmesinin sebebi, onun, babası olmadan Allah'ın sözüyle meydana gelmesindendir. Peygamber efendimiz, Hazret-i Meryem'in üstünlüğünü beyan eden bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Erkeklerden bir çoğu kemale (en üstün mertebeye) ulaşmıştır. Kadınlardan ise sadece Firavun'un karısı Âsiye ve İmran'ın kızı Meryem bu üstün mertebeye ulaşmışlardır. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirid'in diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir." Buhari, K. el-Enbiya, bab: 32 / Müslim, K. Fadail es-Suhahe, bab: 70, Hadis no: 2431 |
﴾ 0 ﴿