KALEM SÛRESİKalem sûresi, elli iki âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Bu mübarek Sûre de diğer Mekki Sûreler gibi insanların, iman edip rablerinin takdirlerine boyun eğmeleri gerektiğini ve herşeyin o yüce rabbin dilemesi ve takdiriyle meydana geldiğini beyan ile başlıyor. Allahü teâlâ, Kur'an-ı Kerimin birçok yerinde olduğu gibi bu surenin başında da söze yeminle başlıyor. Burada Cenab-ı Hak, yarattığı şeylerden, kalem ve onun yazdıklarına yemin ederek başlıyor ve Peygamber efendimize hitaben buyuruyor ki: "Ey Rasûlüm, kalem ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki sen deli değilsin." "Şüphesiz sana, arkası kesilmeyen bir mükafaat vardır ve muhakkak ki sen, büyük bir ahlak üzeresin." Sûre-i celilede bu âyetlerden sonra insanların bazı davranış biçimlerine işaretle o davranışlar mezmum sayılıyor ve buyuruluyor ki: "Ey Rasûlüm, çok yemin eden, alçak, çok kınayan, çokça koğuculuk eden, hayırı durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkâr, pek katı kalbli, bununla birlikte soysuz olan hiçbir kimseye malı ve çocukları var diye sakın itaat etme." Sûre-i celilede daha sonra, insanların hayatında her zaman vuku bulabilecek bir hususa işaretle, fakirlere daima yardımda bulunulması öğütleniyor. Kazandıkları mallar bakımından fakirleri hesabetmeyen, onlara bir şey vermek istemeyen kimsenin burnunun yere sürüleceği beyan edilerek bahçe sahiplerinin kıssası anlatılıyor. Fakirlere bahçelerinden bir şey vermek istemeyen cimri insanların bahçeleri bir gecede mahvoluyor. Allahü teâlâ bu kıssa ile mallarına bir zeval erişen insanların buna asla karşı koyamayacağı beyan edilmiş oluyor. Yine sûre-i celilede, balığın kamında yaşama durumuna düşen Yunus aleyhisselamın kıssasına kısaca temas ediliyor ve peygamberle birlikte insanlar sabırlı olmaya davet ediliyor. Sûre-i celile, nazar duası olarak okunan şu âyet-i kerimelerle sona eriyor: "Kâfirler Kur’an’ı işittikleri zaman neredeyse gözleriyle seni kaydırıp devirecekterdi. "O delidir." diyorlardı." "Oysa Kur'an, âlemlere gönderilen bir hikmet ve bir öğütten başka bir şey değildir." Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Bak. Âyet 2. 2“Nûn. Kaleme ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki Ey Rasûlüm, rabbinin nimeti sayesinde deli değilsin.” Surenin başında geçen "Nun" kelimesi, Mukatta'a harflerindendir. Bu harfler hakkında Bakara suresinin başında yeteri kadar izahat verilmiştir. Ancak Taberi buradaki Nun harfi hakkında da bazı açıklamalarda bulunmuştur. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür: Ebû Zıbyan'in, Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine ve Mücahid'e göre Nun kelimesinden maksat, yerküresinin, üzerinde bulunduğu büyük bir balıktır. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah önce kalemi yarattı. Kalem olacak her şeyi yazdı. Sonra su buharı yükseldi. Gökler de bu buhardan yaratıldı. Sonra Allah Nun'u yarattı. Yeryüzü bunun üzerine döşendi. Yeryüzü hareket edip sarsıldı. Dağlar yaratılıp yeryüzünün sarsıntısını durdurdu. Bu sebeple dağlar yeryüzüne karşı övünmektedirler." Abdullah b. Abbas bundan sonra: "Nun, kalem ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki... "âyetini okudu. Görüldüğü gibi Abdullah b. Abbas, kalemin yaratılmasından sonra Nun şeklinde bir şeyin yaratıldığını ve yeryüzünün, onun üzerine döşendiğini, sular buharlaşıp gökler yaratıldıktan sonra yeryüzünün, sarsılmasını önlemek için dağların yaratıldığını ifade etmektedir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen Rivâyetlerde balık kelimesi zikredilmemiş "Nun" kelimesi zikredilmiştir. Sadece Mücahid'in rivâyetinde Nun'un yerine balık kelimesi zikredilmiştir. Bu da, kalemden sonra yaratılan ve yerin, üzerine oturtulduğu zikredilen o maddenin, balık şeklinde yuvarlak bir madde olduğuna işaret etmektedir. Yeryüzünün canlı bir balık üzerinde durduğunu söylemek isabetli değildir. İkrime'nin, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre buradaki Nun kelimesinden maksat, "Rahman" kelimesinin nunudur. Buna göre"er" Rahman kelimesinin bir parçası diğer bir parçası "Nun" da başka bir parçasıdır. Sabit b. el-Bünani'nin Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre bu surenin başındaki "Nun" harfinden maksat, içine mürekkep konan divit demektir. Muaviye b. Ebi Kurre ise buradaki Nun kelimesinden maksadın nurdan bir levha olduğunu söylemiştir. Katade ve İbn-i Zeyd ise "Nun kelimesi bir yemindir. Allah bununla yemin etmiştir." demişlerdir. Diğer bir kısım âlimler "Buradaki Nun kelimesi surenin ismidir." demişlerdir. Başka bir kısım âlimler ise: "Buradaki nun kelimesi alfabe harflerinden bir harftir. Bazı Sûreler bu gibi harflerle başlatılmıştır." demişlerdir. Âyette zikredilen "Kalem" kelimesi bildiğimiz kalemdir. Ancak buradaki kalemden maksadın, Allahü teâlânin ilk defa yarattığı ve kendisine kıyamete kadar olacak şeyleri yazmayı emrettiği kalem olduğu söylenmiştir. Ubade b. es-Samit, oğluna vasiyet ederken şöyle demiştir: "Ey oğlum, Allah’tan kork ve bil ki sen, Allah’a iman etmedikçe, hayrıyla ve şerriyle kadere iman etmedikçe Allah’tan kormuş olamazsın. Şâyet bunun dışında bir düşünce üzere ölürsen cehennem ateşine girmiş olursun. Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu işittim: "Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Allah onu yaratınca "Yaz" dedi. O da "Neyi yazayım?" dedi. Allah: "Olanı ve nihÂyete kadar olacağı kapsayan kaderi yaz." buyurdu. Tirmizî, K.el-Kader, bab: 17, Hadis no: 2155/ Ebû Davul, K. es-Sünne; bab: 16, Halis no: 4700 Abdullah b. Abbas da, Allahü teâlânın, ilk yarattığı şeyin kalem olduğunu söylemiştir. Mücahid ise buradaki kalemden maksadın Kur’an’ı yazan kalem olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerime’de "Kalemle yazılana" yemin edilmektedir. Burada zikredilen, "Kalemle yazılan"dari maksat, her kalemle yazanın yazdığı şeyle veya meleklerin yazdıkları amel defterleri yahut kalemin yazdığı Kur'an-ı Kerimdir. Ya da kalemin yazdığı kaderdir. Allahü teâlâ, kaleme ve onunla yazılanlara yemin ederek Resûlüllah’ın, müşriklerin iddia ettikleri gibi deli olmadığını zira onun, rabbi olan Allah'ın lütfuna ve peygamberlik nimetine mazhar olduğunu beyan etmiştir. 3“Şüphesiz sana, arkası kesilmeyen bir mükafaat vardır.” Ey Rasûlüm, muhakkak ki sana, müşriklerin çeşitli eziyet ve işkencelerine karşı sabretmenden dolayı kesintiye uğramayan mükafaatlar vardır. 4“Muhakkak ki sen, büyük bir ahlak üzeresin.” Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddi, Dehhak, İbn-i Zeyd, Rebi' b. Enes ve Ebû Malik, buradaki "Ahlak" kelimesinden maksadın "Din" olduğunu söylemişler ve âyeti: "Şüphesiz ki sen büyük bir din üzeresin." şeklinde izah etmişlerdir. Atiyye ise buradaki "Ahlak" kelimesinden maksadın "edep" olduğunu söylemiş ve âyetin manasının: "Şüphesiz ki sen büyük bir edep üzeresin." şeklinde olduğunu söylemiştir. Peygamber efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: "Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. Ahmed b. Hanbel, Müsnecl. C.2, .S. 38 /Muvatta, K. Hüsnü’l- Hulk, bab: 8 Sa'd b. Hişam, Hazret-i Âişe'ye Resûlüllah’ın ahlakını sorduğunda şu cevabı vermiştir: "Sen Kur'an okumuyor musun?" Sa'd "Evet" demiştir. Bunun üzerine Hazret-i Âişe: "Şüphesiz ki Resûlüllah’ın ahlakı Kur'andı." diye cevap vermiştir. Müslim, K. el-Müsafirîn, bab: 139, Hadis no; 746 Enes b. Malik diyor ki: "Ben Resûlüllah’a on sene hizmet ettim. Vallahi o bana hiçbir zaman "Of demedi. O bana bir iş için: "Niçin bunu böyle yaptın?" Veya "Bunu neden yapmadın?" demedi. Müslim, K.el-Fadail, bab: 51, Hadis no: 2309 5Bak. Âyet 6. 6“Hanginizin aklını kaybetmiş olduğunu, yakında sen de göreceksin. Onlar da görecekler.” 7“Şüphesiz rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.” Ey Rasûlüm, sen de kavminin müşrikleri de, sizden hanginizde delilik bulunduğunu göreceksiniz. Şüphesiz ki rabbin, Kureyş müşrikleri gibi hak dinden sapanları da çok iyi bilir. Senin gibi ve sana uyanlar gibi hidâyet üzere olanları da çok iyi bilir. Âyet-i kerime’de, "Hanginizin aklını kaybetmiş olduğu" şeklinde tercüme edilen cümle, Mücahid tarafından "Hangi topluluğun içinde deli var? Muhammed'in topluluğu içinde mi yoksa ona karşı gelen müşrikler topluluğu içinde mi?" şeklinde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas tarafından ise "Hanginizde delilik var?" şeklinde izah edilmiş Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Katade tarafından ise "Hanginiz şeytana daha yakınsınız?" şeklinde izah edilmiştir. 8Bak. Âyet 9. 9“Ey Rasûlüm, yalancılara uyma. Onlar isterler ki, sen onlara yumuşak davranasın, onlar da sana yumuşak davransınlar.” Âyette zikredilen "Onlar isterler ki sen onlara yumuşak davranasın. Onlar da sana yumuşak davransınlar." ifadesi, Abdullah b. Abbas, Dehhak ve Süfyan es-Sevri tarafından, "Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar isterler ki sen, Allah’ı inkâr edesin, onlar da inkâr etsinler." şeklinde izah edilmişin. Mücahid, Katade ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Senin onlara taviz vermeni beklerler ki onlar da sana taviz versinler. Veya "Dinin aleyhine onlara yumuşak davranmanı isterler ki onlar da sana yumuşak davransınlar." şeklinde izah edilmiştir. Taberi de bu izah tarzım tercih etmiş ve Âyetin manasının şöyle olduğunu söylemiştir: "Ey Rasûlüm, müşrikler isterler ki, onların ilahlarına davet etmelerine uyasın da, dinin aleyhine onlara yumuşak davranasın. Onlar da sana, dinleri aleyhine yumuşak davransınlar ve seni rabbine ibadet etmen hussunda serbest bıraksınlar." Taberi bu izahı yaptıktan sonra şu âyetleri zikretmiştir: "Eğer seni, azimli ve sebatlı kilmasaydik, nerde ise onlara az da olsa meyledecektin." "Eğer onlara biraz olsun meyletseydin, dünya ve âhiretin azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra kendin için bize karşı bir yardımcı da bulamazdın." Isra Sûresi, 14/74-75 10Bak. Âyet 14. 11Bak. Âyet 14. 12Bak. Âyet 14. 13Bak. Âyet 14. 14“Ey Rasûlüm, çok yemin eden, alçak, çok kınayan, çokça koğuculuk eden, hayırı durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkâr, pek katı kalbi i, bunlarla birlikte soysuz olan hiçbir kimseye, mal ve çocukları var diye sakın itaat etme.” Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde, Resûlüllah’a şu kimseleri dinlememesini ve onlara, mal ve çocukları var diye itaat etmemesini emretmektedir. Onlar şunlardır: "Çok yemin eden alçak." Buradaki (Çok yemin eden"den maksat, "Yalan yere çokça yemin eden" demektir. "Alçak"tan maksat ise, Abdullah b. Abbas'a göre "Yalan söyleyerek kendisini alçak düşüren demektir. Mücahid'e göre, âciz, Katade'ye göre ise, "Çokça şer işleyen"dir. Çok kınayan, çokça koğuculuk eden: Buradaki "Çokça kınayan" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre "Çokça gıybet edip âdeta müslümanlarnı etini yiyen, İbn-i Zeyd'e göre ise "İnsanları dürtükleyen, çimdikleyen ve onları döven" demektir. "Çok koğuculuk eden" cümlesinden maksat ise, Katade'ye göre "İnsanların bazılarının sözlerini alıp diğerlerine götüren." Abdullah b. Abbas'a göre ise: "Yalan sözler gezdiren" dir. Kelbi, "Çok koğuculuk yapan" kişiden maksadın, Ahnes b. Şerik adındaki kişi olduğunu söylemiştir. Peygamber efendimiz, bir hadis-i şerifinde: "Koğuculuk yapan cennete giremez." buyurmuştur.” Buhari, K.el-Edeb, bab: 50/Müslim, K. el-Iman, bab: 169-170, Hadis no: 105 Peygamber efendimiz, kabir azabı çeken iki kimse için şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki bunlar azap görüyorlar. Bunlar, büyük bir günahtan dolyi azap görmüyorlar. Bunlardan biri kendisini idrardan sakındırmıyordu. Diğer ise koğuculuk yapıyordu." Buhari, K.el-Vudu' bab: 55/Muslim, K.el-İman, bab: 115, Hadis no: 292 "Hayırı durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkar." cümlesindeki "Hayın çokça engelleyen" ifadesinden maksat, "Cimri olan ve üzerine düşen hakları yerine getirmeyen." demektir. "Saldırgan"dan maksat, "İnsanların üzerine saldıran ve Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyerek haramlara düşen" demektir. "Çok günahkar"’dan maksat ise "Rabbine karşı günah işleyen ve haram yiyen" demektir. Pek katı kalbli, bunlarla birlikte soysuz olan: Cümlesindeki "Pek katı kalbli" diye tercüme edilen "Utullin" kelimesinden maksat, "Katı, sert, sıhhatli, dolgun vücutlu kimsenin kendisine dokunamadığı kişi" demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e kelimelerinin manaları sorulduğunda Resûlüllah: * "O, vücudu kuvvetli, sağlam, çok yiyen, çok içen, yiyecek içecek bulan, insanlara çokça zulmeden ve kamı geniş olan"dır." buyumıuştur. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, S.227 Vehb ez-Zimari diyor ki: "Gök ve yer şu adama ağlar ki, Allah onun vücudunu mükemmel yaratmış, kamını geniş yapmış ve ona dünya nimetlerinden ısınp yiyeceği nimetler venniş soma da o kişi, insanlara karşı zulmeder olmuştur. İşte bu demektir. Ubeyd b. Umeyr diyor ki: "çok yiyen, çok içen, çok kuvvetli olan kimsedir. Böyle kimselerin âirette bir arpa tanesinin ağırlığı kadar sevabı olmayacaktır. Mülkün sahibi olan Allah, bunlardan yetmiş bin tanesini bir defada cehenneme dolduracaktır. Abdullah b. Abbas'a göre katı bir şekilde münafık olandır. Mücahid'e göre şerri çok şiddetli olandır. İkrime'ye göre kâfir ve sinsi olan demektir. Hasan-ı Basri ve Katade'ye göre ise hayasız, edepsiz ve sinsi olan demektir. Âyette geçen ve "Soysuz" diye tercüme edilen kelimesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Said b. el-Müseyyeb, Said b. Cübeyr ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre bu kelimeden maksat, bir kavimden olmadığı halde o kavme yamanan ve o kavimden biriymiş gibi kabul edilen kimsedir. Dehhak ve İkrime'nin, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise kelimesinden maksat, koyunların boynunda görülen küe ve etten meydana gelmiş, sarkan küpe gibi et ben'i bulunan demektir. Buna göre âyette anlatlan bu kâfirin boynunda ya gerçekten bir et beni bulunmakta ve bununla tanınmaktaydı, yahut da, koyunların o et kiipeleryle tanındıkları gibi bu kâfir de kendisini tanıtan bazı amellere sahipti. Said b. Cübeyr'in, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise kelimesinden maksat, kendisinden şüphelenilen şerli bir kimsedir. Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat, "Çokça zulmeden" demektir. Şehr b. Havşeb'den nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat, kaba, sert, çok haram yeyip içen" demektir. Ebû Rezin'e göre kelimesinden maksat, kâfirlik alameti demektir. Mücahid diyor ki: "Koyunlar küpeleriyle tanındıkları gibi kâfirler de bu sıfatla tanınırlardı." İkrime'ye göre ise içten pazarlıklı demektir. Ebû Rezin'den nakledilen diğer bir görüşe göre' ise kelimesinden maksat, "Facir kimse" demektir. Buhari, Mücahid'in, Abdullah b. Abbas'tan âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Bu, Kureyşten bir adamdı. Bunun boynunda koyunların boynunda bulunan et küpesi gibi, etten bir ben vardı." Buhari, K/Tefsir el-Kur'an, Sûre: 68, bab: I Âyet-i kerime’nin "Mal ve çocukları var diye sakın ona itaat etme" bölümü, kıraat (okunuş) farklılıklarına göre çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Mealde bir kıraat şekli tercih edilmiş ve ona göre tercüme yapılmıştır. Diğer bir kıraat şekline göre, âyet başka iki şekilde daha izah edilmiştir. Bunlardan biri "Böyle olan kimse mal ve oğullar sahibi olduğu için mi kendinise âyetlerimiz okunduğunda, "Bunlar öncekilerin efsaneleridir." diyor." şeklindedir. Ve bu sıfatların sahibi olan kişi kınanmaktadır. Diğer izah şekli ise "Bu sıfatların sahibi olan kişi mal ve oğullar sahibi olduğu için mi sen ona itaat ediyorsun?" şeklindedir ve itaat eden kınanmaktadır. 15“Âyetlerimiz ona okunduğu zaman: "Bunlar eskilerin masallarıdır" der.” Bu gibi İnkârcılara, kitabımız Kur'an okunduğu zaman onlar âyetleri alaya alarak ve onları inkâr ederek "Bu, öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir." derler. 16“Biz yakında onun burnunu damgalayacağız (ezeceğiz).” Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bu âyetin manası şöyledir: "Biz yakında onun burnunu kılıçla keseceğiz de o yaşadığı müddetçe bu onda bir iz olarak kalacaktır." Bu görüşte olan Abdullah b. Abbas diyor ki: "Âyetin zikrettiği bu gibi insanlar, Bedir günü savaştılar, savaş anında burunları kesildi," Said b. Cübeyr'in Katade'den naklettiği başka bir görüşe göre bu âyetin manası: "Biz bu gibi insanlara, yaşadıkları müddetçe kendilerinden gitmeyen çirkin bir iz bırakacağız." demektir. Ma'mer'in Katade'den naklettiği başka bir görüşe göre bu âyetin manası: "Biz yakında onun burnuna işaret olacak bir damga basacağız." demektir. Bazı âlimler ise bu âyetin manasının "Biz yakında (yani âhirette) cehennemliklerin yüzüne cehennemlik alameti basacağız, yani yüzlerini karartacağız." demek olduğunu söylemişlerdir. Taberi âyetin manasının "Biz bunun durumunu yakında açığa çıkaracağız ki burnuna damga vurulanın tanınması gibi bunu tanımış olsunlar da kimseye gizli kalmasın." demek olduğunu söylemiştir. 17“Bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi bunları da imtihan ettik. Bir zaman bahçe sahipleri, sabahleyin erkenden bahçelerinin meyvelerinin devşireceklerine dair yemin etmişlerdi.” 18“Hiçbir istisnaya yer vermemişlerdi.” Biz, Kureyş müşriklerim, o meşhur bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi imtihan ettik. Bahçe sahipleri mahsullerini toplayacaklarına dair yemin etmişler, yeminlerine: "Eğer Allah dilerse" şeklinde hiçbir istisna da getirmemişlerdi. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde Kureyş müşriklerini kınamaktadır. Zira Allahü teâlâ âyette zikredilen o bahçe sahiplerine bolca nimetler verdiği gibi Kureyşlilere de katından büyük bir lütuf ve rahmet olmak üzere, Hazret-i Muhammed'i Peygamber olarak göndermiştir. Fakat Kureyşliler, bahçe sahiplerinin kendilerine verilen büyük nimetlere karşı nankörlük ettikleri gibi bunlar da Hazret-i Muhammed'i yalanlayarak ve ona karşı çıkarak bu emsalsiz nimeti tepmişlerdir. Böylece bahçe sahiplerinin geçirdikleri imtihan gibi bir imtihan geçinnişlerdir. Âyette zikredilen bu bahçe sahipleri İkrime'ye göre şunlardır: İkrime diyor ki: "Bunlar Habeşistanlı bir kısım insanlardı. Babalarının bir bahçesi vardı. O bahçenin ürünlerinden fakirlere yedirip onları doyuruyordu. Babalan ölünce oğulları şöyle dediler: "Babamız fakirleri yedirip doyururken ahmaklık ediyordu." Bunlar, sabahleyin erkenden mahsullerini toplayacaklarına dair yemin etmişler, yeminlerine hiçbiristisna get imlemişler ve fakirlere bir şey vermeyeceklerine dair karar almışlardı. Neticede Allahü teâlânin beyan ettiği akıbete uğradılar. Abdullah b. Abbas burada zikredilen bahçe sahiplerinin, kitap ehli isanlar olduklarını söylemiştir. 19Bak. Âyet 20. 20“Onlar daha uykudayken rabbin tarafından o bahçeyi bir bela sardı da simsiyah kesiliverdi.” Âyette zikredilen "Bela" dan maksat Allah tarafından gönderilen bir âfettir. "Simsiyah" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas'a göre "Karanlık gece gibi oldu." demektir. Süfyan es-Sevri ve Süddi'ye göre "Biçilmiş ekine döndü, kırılıp döküldü." demektir, Bazılarına göre de "Yanıpx simsiyah kesildi." demektir. Said b. Cübeyr ise kelimesinin, Ye-men'de San'a şehrine altı mil uzaklıkta bulunan verimsiz bir yerin adı olduğunu, bunların bahçelerinin de o toprağa benzer duruma geldiğinin haber verildiğini söylemiştir. 21Bak. Âyet 22. 22“Sabah erkenden birbirlerine: "Haydi devşirecekseniz mahsulünüzün başına erken gidin." diye seslendiler.” 23Bak. Âyet 24. 24“"Bugün hiçbir yoksul oraya girip yanınıza sokulmasın." diye aralarında fısıldaşarak bahçeye doğru yürüdüler.” Bu bahçe sahipleri, sabah olunca birbirlerine şöyle seslenmişlerdi: "Eğer mahsulünüzü toplayacaksanız onun başına gidin." Nihâyet kalkıp gittiler. Kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: "Bugün bahçede sizin yanınıza sakın kimse girmesin." 25“Onlar (fakirlere yardıma) engel oimaya güçlerinin yeteceğini zannederek gittiler.” Âyet-i kerime’de geçen ve "Yardıma engel olmaya" diye tercüme edilen ifadesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir; Abdullah b. Abbas'a göre, güçlü ve kuvvetli bir şekilde mahsullerini toplayabileceklerini zannederek" demektir. Katade, Hasan-ı Basri, İbn-i Zeyd ve Mücahid'e göre bu ifadeden maksat, "Ciddiyetle" demektir. Bunlara göre âyetin manası: "Bahçenin mahsullerini toplayacaklarına güçlerinin yeteceğini zannederek ciddi bir şekilde gittiler." demektir. İkrime ve Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Kurar vermiş olarak" demektir. Bunlara göre âyetin manası: "Bahçenin mahsulerini toplayacaklarına güçlerinin yeteceğini zannederek ve daha önceden karar venniş bir şekilde gittiler." demektir. Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "İhtiyaçları olarak" demektir. Buna göre âyetin manası: "Bahçe sahipleri fakirlere kin besleyerek ve mahsullerini toplayacaklarına güçlerinin yettiğini sanarak gittiler." demektir. Taberi âyetin: "Bahçe sahipleri daha önce vermiş oldukları karar üzere kasıtlı bir şekilde, kararlarını uygulayacaklarına güçlerinin yettiğini zannederek sabahleyin gittiler." şeklinde izah edilmesinin daha doğru olacağını söylemiştir. 26“Bahçeyi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşırdık."” 27“Daha doğrusu biz mahrum edilmişiz.” Bahçe sahipleri, bahçelerini yanmış, mahsulleri imha edilmiş bir şekilde görünce onun, kendi bahçeleri olup olmadığında şüphe etmişler, bir kısmı diğerine: "Galiba biz yolumuzu şaşırdık, başka bir bahçeye gittik." demişlerdir. Bahçelerini tanıyan diğer bir kısmı ise "Hayır bir yolumuzu şaşırmadık, bilakis bizler mahsullerden mahrum edildik ve cezalandırıldık." demişlerdir. 28“İçlerinden en insaflıları: "Ben size (tevbe edip) Allah’ı tesbih etmeniz gerekir dememiş miydim?" dedi.” Âyette zikredilen "Allah’ı tesbih"ten maksat, Mücahid"e göre "Eğer Allah dilerse" demektir. Buna göre âyetin manası: "Bahçe sahiplerinden en insaflı olanı diğerlerine demiştir ki: "Ben size dememiş miydim ki: "Bu bahçenin mahsulünü sabahleyin erkenden toplarız." derken: "Eğer dilerse bunu yaparız" deyin ve böylece Allah’ı anmış olun." 29“Onlar da: "Biz, rabbimizi, layık olmadığı sıfatlardan tenzih ederiz, şüphesiz biz zalimlermişiz." dediler.” 30“Birbirlerini kınamaya başladılar.” 31“Yazıklar olsun bize, şüphesiz biz, haddi aşanlarmışız.” 32“Umulur ki rabbimiz, bize bu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz, herşeyi yalnız rabbimizden dileriz." Dediler” Bahçe sahipleri: "Biz rabbimizi tesbih ve tenzih ederiz. Şüphesiz ki bizler yemin ederken "Eğer Allah dilerse" demeyerek ve bahçenin mahsullerinden fakirlere vermemeyi kararlaştırarak zalimlerden olmuşuz." dediler ve birbirlerine yönelerek, düştükleri kötü durumdan dolayı birbirlerini kınadılar. Neticede kendi kendilerine şöyle dediler: "Vay halimize, bizler azmışız, Allah'ın emrine karşı gelmişiz. Umulur ki bizim, yaptıklarımızdan tevbe ettikten sonra rabbimiz bize bu bahçemizden daha hayırlısını verir. Biz, rabbimizin bize bundan daha hayırlısını vermesini niyaz ederiz." 33“İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.” Ey insanlar, işte azabımız böyledir, biz, emrimize karşı gelenleri, bahçe sahiplerinin bahçelerine âfet göndererek onu imha ettiğimiz gibi cezalandırırız. Kıyamet gününde rablerini inkâr edenlerin ve ona karşı gelenlerin cezası ise daha büyüktür. Keşke müşrikler bunu bilseler. Yaptıklarından vaz geçer rablerine itaat ederler. 34“Şüphesiz Allah’tan korkanlar için rableri nezdinde "Naim" cennetleri vardır.” 35“Biz, nıüslümanları hiç suçlularla bir tutar mıyız?” Allah'ın emirlerini tutup yasakianndan kaçınarak ondan korkanlar için, katında naim cennetleri vardır. Ey insanlar, âhirette kendilerine nimet vermeme açısından emirlerime itaat edip bana kulluk eden müslümanlarla, emir ve yasaklanma karşı gelen ve çeşitli günahlar işleyen suçluları hiç bir tutar mıyız? 36“Ne oluyor size? Nasıl böyle hüküm verebiliyorsunuz?” 37Bak. Âyet 38. 38“Yoksa içinde, seçtiğinizin sizin olacağını beyan eden bir kitabınız mı var da onu okuyorsunuz?” 39“Yoksa karar verdiğiniz her şey sizin olacaktır." diye aranızda kıyamet gününe kadar devam edecek olan bir ahit mi var?” 40“Ey Rasûlüm, sor onlara, içlerinden hangisi buna kefil olabilir?” 41“Yoksa onların ortakları mı var? Eğer iddialarında samimi iseler onları da getirsinler.” Ey kavim ne oluyor size? Nasıl Allah'ın kullarından, kendine itaat edenle isyan edenin ayrılacağına dair hüküm veriyorsunuz? Siz bunların eşit olacaklarını sanmayın. Ey kavim, sizin, müslümanlarla suçluların eşit olacaklarına dair verdiğiniz hükme dayanak olacak, Allah tarafından gönderilmiş bir kitabınız mı var da ve oradan, dilediğiniz gibi hüküm verebileceğinizi çıkarıyorsunuz? Yahut sizler, dilediğiniz gibi hüküm verebileceğinize dair bizden kıyamet gününe kadar bozulmayacak ahitler mi aldınız da hüküm veriyorsunuz? Ey Rasûlüm, sen bu müşriklere sor, bunlardan hangisi bizden böyle bir ahit aldığına dair kefildir? Yoksa bunların iddia ettikleri sözlerde, kendileriyle yardımlaştıkları bir takım ortakları mı var da onlarla birlikte karar veriyorlar? Eğer bu iddialarında samimi iseler ortaklanın da getiriversinler. 42Bak. Âyet 43. 43“O gün baldır açılır, (kıyamet gününün dehşetinden paçalar sıvanır) Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler. Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbu ki onlar (dünyada) sağlam oldukları halde secdeye davet ediliyorlardı.” Âyet-i kerime’nin baş tarafında "O gün baldır açılır" ifadesi geçmektedir, bir kısım âlimler bu ifadenin mecâzi bir anlam taşıdığım söylemişler, diğer bir kısım âlimler ise bunu, zahiri manada almışlar ve bunu destekleyen hadis-i şeritler zikretmişlerdir. Bu ifadedin mecâzi bir anlam taşıdığını söyleyenler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır. İkrime'ye, Katade'ye, Said b. Cübeyr'e, Mücahid'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre "Baldırın açılması" ifadesinden maksat, sıkintıh bir günün, dehşetli bir olayın ortaya çıkmasıdır. Bu gün, bir savaş günü de olabilir. Zira böyle bir günde iş ciddiye alınır ve paçalar sıvanır. Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre "Baldırı açılması" ifadesinden maksat, dünyanın gitmesi, âhiretin ortaya çıkmasıdır. O gün ameller ortaya dökülür. Kapalı olan baldırlar açıldığı gibi sırlar da açığa çıkar. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gününün korkunçluğundan dolayı orada görülen sıkıntı ve darlıkların ortaya çıkmasıdır. Yine Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gününün en dehşetli anıdır. Ebû Mûsa el-Eş'ari'den nakledilen bir görüşe göre ise "Baldırın açılma-sı"ndan maksat, büyük bir nurun ortaya çıkmasıdır. İnsanlar bu nuru görünce Allah’a secde edeceklerdir. Rebi' b. Enes'e göre ise bu ifadeden maksat, perdenin kaldırılmasıdır. Yani, yaratıcı ile yaratan arasındaki perde kaldırılacaktır." demektir. "O gün baldır açılır." ifadesinin mecazi olmayıp gerçek manada kullanıldığını söyleyenlere gelince: Abdullah b. Mes'ud, Ebû Hureyre ve Ebû Said el-Hüdri, kıyamette Allahü teâlânin, baldırını açarak kendisini mü’minlere tanıtacağını, mü’minlerin de bunun karşısında Allah’a secde edeceklerini söylemişler ve bu hususta şu hadisleri Rivâyet emişlerdir. Ebû Said el-Hudri diyor ki: "Ben, Resûlüllah’ın şöyle dediğini işittim. Rabbimiz baldırını açacak, her mü’min erkek ve kadın ona secde edecektir. Ancak, dünyada iken gösteriş olsun ve desinler diye secde edenler o gün secde edemeyeceklerdir. Secde etmeye çalışacaklar fakat sırtlan tek bir parça haline gelecek ve secdeye eğilemeyeceklerdir. Buhari, K? Tefsir el-Kur'an, Sûre: 68, bab: 2 K. et-Tevhid, bab: 24 / Müslim, K.el-İman, bab: 302, Hadisim: 183 Bu hususta Ebû Hureyre Bkz. Darimi, K. er-Rikâk, bab: 82 ve Abdullah b. Abbas'tan da hadisler Rivâyet edilmiştir. Ebû Said el-Hudri'nin rivâyet ettiği hadis, Buhari'nin Kitap et-Tevhid'inde ve Müslim'in Kitap el-İman'mda daha uzun bir şekilde Rivâyet edilmiştir. Âyet-i kerime’nin devamında "Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler." buyurulmaktadır. Yani âhirette baldırın açılması, kullan Allah’a secde etmeye sevkedecektir. Fakat onlar, secde edemeyeceklerdir. Yine âyette "Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbu ki onlar dünyada sağlam olduklan halde secdeye davet ediliyorlardı." buyurulmaktadır. Kâfirlerin âhirette, dehşetten dolayı gözleri baygın hale gelecek, Allah'ın azabından dolayı onları zillet ve hakirlik kaplayacaktır. Bu onların, dünyada iken böbürlenmelerinin ve gururlanmalarının karşılığıdır. Onlar dünyada sağlam iken Allah’a secde etmeye davet ediliyorlar fakat secde etmiyorlardı. Âhirette secde etmek isteselerde secde edemez duruma geleceklerdir. Allah’ı gören mü’minler ona secde ederlerken kâfir ve münafıklar edilemeyecekler ve dimdik kalacaklardır. Said b. Cübeyr ve İbrahim et-Teymi, "Onlar dünyada secdeye davet ediliyorlardı." ifadesinden maksadın, "Ezan okunarak farz namazlarını kılmaya çağırılıyorlardı." olduğunu söylemişlerdir. 44“Ey Rasûlüm, Kur’an’ı yalanlayanları sen bana bırak. Biz onları nerede geldiğini bilmedikleri bir azaba yavaş yavaş yaklaştracağız.” 45“Ben onlara mühlet veriyorum, şüphesiz benim tuzağım çok kuvvetlidir.” Allahü teâlâ bu âyetlerde, Kur’an’ı yalanlayan kâfirleri tehdit etmekte, onları dünya nimetleriyle eğlendinnektedir. Kâfirler bu nimetleri kendi gayretleriyle elde ettikleri kanaatıyla her zaman öyle olacaklarını zannederler. Ancak bu onların, bir gafletidir. Adım cehennem ateşine yaklaştırıldıklarından haberleri yoktur. Allah onlara mühlet verir. Ama, yakaladığında da bir daha kurtulamazlar. 46“Ey Rasûlüm, yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da, ağır borç altında mı kalıyorlar?” 47“Yoksa, gaybın ilmi yanlarında da oradan mı çıkarıp yazıyorlar?” Ey Rasûlüm, sen Allah’a ortak koşan bu müşriklerden, hakka davetine ve öğüt vermene karşılık bir ücret mi alıyorsun da onlar, ağır borç altına giriyor ve davetini kabul etmiyorlar. Yoksa onların ellerinde, gayba ait bilgilerin yazıldığı Levh-i Mahfuz mu var da onlar oradan bir takım biigileri kopya ediyor ve onlarla sana karşı tartışıyorlar ve inkârcıların, iman edenlerden daha üstün olduklarını oradan mı öğreniyorlar? 48“Ey Rasûlüm, sen rabbinin hükmüne sabret. Balık tarafından yutulan Yunus'un durumuna düşme. O, kederli bir halde rabbine nida etmişti.” Ey Rasûlüm, getirdiğin Kur'ana karşı çıkan şu müşrikler hakkında rabbinin sana verdiği hükme sabret. Rabbinin sana emrettiğini devam ettir. Onların eziyet etmeleri seni tebliğinden alıkoymasın. Sakın sen, balık tarafından yutulan Yunus b. Metta gibi aceleci ve sabırsız olma. Onun gibi tebliği bırakma, aksi takdirde, onun uğratıldığı cezaya çarptırılırsın. O, kederli bir halde rabbine münacaatta bulunmuştu. Ve "Senden başka hiçbir ilâh yoktur, seni tenzih ve tesbih ederim, doğrusu ben, zalimlerden oldum." Enbiya Sûresi, 21/87 demişti. "Biz de duasını kabul edip onu sıkıntılardan kurtardık.." Enbiya Sûresi, 2188 49“Eğer ona rabbinin nimeti yetişmeseydi, kınanmış olarak çıplak bir yere atılmış olacaktı.” 50“Rabbi onu peygamber seçerek salih kullardan eyledi.” Eğer Yunus'a, rabbinin affetme ve merhamet etme nimeti ulaşmamış olsaydı, o balığın kanımdan kınanmış bir halde, çıplak bir araziye atılmış olurdu da kendisini muhafaza edecek bir şey bulamazdı. Fakat rabbin ona, merhamet etti ve onun için geniş yapraklı bir bitki bitirdi. Rabbi onu, peygamberliğe seçti ve onu, salih kullan olan Peygamberlerinden kıldı. 51“Kâfirler, Kur’an’ı işittikleri zaman neredeyse gözleriyle seni kaydırıp devireceklerdi. "O delidir," diyorlardı.” Ey Rasûlüm, kâfirler, Kur’an’ı işittiklerinde sana olan kinleri kabarıyor, şiddetli düşmanlıklarından dolayı nerdeyse seni gözleriyle delip geçmek istiyorlar. Onlar sana "Şüphesiz ki bu delidir." diyorlar. 52“Oysa Kur'an âlemlere gönderilen bir hikmet ve bir öğütten başka bir şey değildir.” Müfessirler bu âyet-i kerimeye ve bir kısım sahih hadislere dayanarak göz değmesinin gerçekten varolduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Abdullah b. Abbas, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir: Göz değmesi (nazar) haktır. Şâyet herhangi bir şey kaderin önüne geçmiş olabilseydi, göz (nazar) geçerdi. Göz değmesinden dolayı yıkanmanız istenirse yıkanın." Müslim, K.es-Sehmı, bab: 42, Hadis no: 2188 /Tirmizi, K.et-Tıb, bab: 19, Hadis no: 2062 yani, gözü değenin, bir kabın içine abdest alması ve abdest azalarından dökülen suyun kendi başına dökmesi istenirse bunu yapsın," Bu hususta Ebû Ümame b. Sehl diyor ki: "Amir b. Rebia, Sehl b. Huneyf yıkanırken yanından geçmiş ve şöyle demiştir: "Ben bu gün gibi bir gün (bu deri vücut) gibi bir deri) görmedim. Özel odasında oturan kızın derisi dahi böyle değildir Bunun üzerine yıkanmakta olan Sehl, hemen bayılıp yere düşmüştür. O, Resûlüllah’a getirilmiş ve "Sehl'e kavuş Ya Resûlallah, o bayılıp yere düştü." denmiştir. Resûlüllah: "Sehl hakkında kimi suçluyorsunuz?" diye sormuş orada bulunanlar: "Âmir b. Rebia'yı." diye cevap vermişler, Resûlüllah: "Sizden biriniz niçin kardeşini öldürmeye girişiyor? Şâyet o, kardeşinden beğendiği bir şey görecek olursa ona: "Mübarek olsun." diye dua etsin." Sonra Resûlüllah su getirilmesini emretti ve Âmir'in onunla abdest almasını istedi. Âmir yüzünü yıkadı, ellerini dirseklerine kadar yıkadı. Ayaklarını dizlerine kadar yıkadı. Etekliğinin içinden sağ uç tarafını da yıkadı. Resûlüllah Âmir'e, abdest azalarından dökülen suyu bizzat kendi başına dökmesini emretti." Zühri'nin rivâyetine göre başının arkasından dökmesini emretti." İbn-i Mace, K. et-Tıb, bab: 32, Hadis no: 3509 / Muvatta K.el-Ayn, bab: 2 Görüldüğü gibi gözü değen kişinin yıkanmasının nasıl olacağı anlaşılmış oldu. Taberi: "Kur'an, âlemlere gönderilen bir hikmet ve öğütten başka bir şey değildir." âyetinde geçen ve "Kur'an" diye tercüme edilen "Zikir" kelimesinden maksadın, Hazret-i Muhammed olduğunu ifade etmiş ve âyetin manasının "Oysa Muhammed, âlemlere gönderilen bir hatırlatıcıdan başkası değildir." şeklinde olduğunu söylemiştir. |
﴾ 0 ﴿