HAKKA SÛRESİ

Hakka sûresi elli iki âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Bu mübarek Sûre, bir gün mutlaka gerçekleşecek olan kıyameti haber vererek başlıyor.

Semud ve Âd kavimlerinin, bir gün mutlaka gerçekleşecek olan kıyameti yalanladıkları için Allahü teâlâ tarafından korkunç azaplarla cezalandırıldıkları haber veriliyor. Korkunç çığlık ve aralıksız esen uğultulu soğuk rüzgarın bu kavimleri helak ettiği ve onlardan kurtulan olmadığı beyan ediliyor.

Firavun'un ve ondan önceki kavimlerin de hep aynı hatayı işledikleri ve bu yüzden de helak edildikleri haber veriliyor.

Sûre-i celilede kıyametin dehşetli sahneleri ve o zorlu günden sonra hesap verme anı tasvir ediliyor. Amelleri salih olanların cennete konulup nimetlere erdirileceği, inkârcıların ise cehenneme atılacakları ve orada işkencelere tabi olacakları ifade buyuruluyor.

Sûre-i celilede bundan sonra Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in hak peygamber olduğunu yeminle beyan ediyor ve Kur'an'ın kendisi tarafından indirildiğini haber veriyor. Kur'an'ın kâfirler için de bir pişmanlık kaynağı olduğu beyan ediliyor ve sûre-i celile, "Öyle ise ey Peygamber, yüce rabbinin adını tesbih et." âyetiyle sona eriyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Bak. Âyet 3.

2

Bak. Âyet 3.

3

“Mutlaka gerçekleşecek olan kıyamet, nedir o mutlaka gerçekleşecek olan kıyamet? Mutlaka gerçekleşecek olan kıyametin mahiyetini sen nereden bileceksin?”

Bir kısım işlerin gerçekleşeceği ve dünyada işlenen amellerin karşılıklarının verileceği kıyamet günü. Nedir o, içinde olayların gerçekleşeceği kıyamet günü? Ey Rasûlüm, mutlaka gerçekleşecek olan o kıyamet gününün ne olduğunu Sana bildirecek olan nedir?

Âyette zikredilen ve "Gerçekleşecek olan" diye tercüme edilen kelimesi, kıyametin isimlerinden biridir. Kıyamete isimleri verilmektedir. Bunların ne anlama geldiklerini şöylece izah etmek mümkündür:

Mutlaka gerçekleşecek olan veya içinde bir takım hadiselerin mutlaka gerçekleşeceği yahut amellerin cezalarının mutlaka tahakkuk edeceği gün demektir.

Dehşeti ve sıkıntısı insanların kalblerinin kapısını çalan gün demektir.

Mutlaka meydana gelecek olan çığlık demektir. Her felaketi bastıran demektir. Çığlık koparan demektir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "el-Hakka kıymetin isimlerinden biridir. Allah, kıyamet gününün dehşetini bu şekilde beyan etmiş ve kullarını bundan sakindirmiştır.

Katade diyor ki: "Kıyamete el-Hâkka, denmesinin sebebi, o günün, her amel işleyenin amelini ortaya çıkarmasındandır.

4

“Semud ve Âd kavimleri, dehşetlerle dolu o korkunç kıyamet gününü yalanladılar.”

Salih Peygamberin kavmi Semud ve Hud peygamberin kavmi Âd, dehşeti insanların kalbini ürperten kıyamet gününü yalanladılar.

5

“Bu yüzden Semud kavini, korkunç bir hadise ile helak oldular.”

Âyette, "Korkunç bir hadise" diye tercüme edilen "Taği-ye" kelimesinden maksat, Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre, tuğyan ve isyan demektir. Buna göre âyetin manası: "Semud kavmi, inkârları ve işledikleri günahları yüzünden helak oldu." demektir.

Katade'ye göre ise "Tâğiye" kelimesinden maksat, "Haddi aşan bir çığlık" demektir. Bu çığlık normal işitme haddini aştığı için böyle isimlendirilmiştir. Allahü teâlâ, onların üzerine, çığlıkla gelen bir afet göndemıiş ve onları helak etmiştir.

Taberi bu son görüşü tercih etmiş ve buna delil olarak da daha sonra zikredilen, Ad kavminin rüzgârla helak oluşunun ildirilmesini göstermiş ve demiştir ki: "Görülüyor ki âyetler, kavimlerin ne sebeple helak olduklarını değil nasıl helak olduklarını bildinnektedir."

6

“Âd kavmi ise, uğultu çıkaran çok soğuk ve azgın bir rüzgarla yok edildi.”

Âd kavmini helak eden rüzgâra "Azgın" denmesinin sebebini Abdullah b. Abbas ve Hazret-i Ali şöyle izah etmişlerdir: Hazret-i Ali diyor ki: "Hiçbir damla su inmez ki o, meleğin elinde bulunan ölçü ile inmiş olmasın. Ancak Nuh tufanı olduğu gün suya, meleğin kontrolü dışında inme izni verilmiştir. Bu sebeple sular taşıp dağlan aşmıştır. İşte Allahü teâlânın, "Biz, tufan kopup sular taştığı zaman sizi gemide taşıdık." Hakka Sûresi, 6 âyeti bunu ifade etmektedir. Yine: Hiçbir rüzgâr esmez ki meleğin elinde bulunan ölçü ile esmiş bulunmasın. Ancak Âd kavminin helak olma gününde rüzgâra, meleğin kontrolü dışında esme izni verildi. Ve rüzgâr, haddi aşan bir şekilde esti. İşte Allahü teâlânın: "Âd kavmi ise uğultu çıkaran çok soğuk ve azgın bir rüzgârla yok edildi." âyeti de bunu ifade etmektedir. Yani rüzgâr, kendisini idare eden meleğe isyan etmiştir.

Abdullah b. Abbas diğer bir görüşünde bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Âd kavmi, helak eden, soğuk, merhametsiz, uğursuz ve hiç kesilmeden esen bir rüzgarla helak edilmiştir."

7

“Allah (onların köklerini kesmek için) o kasırgayı, yedi gece, sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden sökülmüş kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün.”

8

“Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü?”

Âyet-i kerime’de geçen ve "Aralıksız" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Mücahid, İkrime ve Katade tarafından bu şekilde izah edilmiştir. Taberi de bu izahı tercih etmiştir Süfyan es-Sevri ise bunu "Köklerini kesen" diye izah etmiştir.

Allahü teâlâ bu âyetlerde, Âd kavmini, rüzgârla nasıl helak ettiğini beyan etmektedir. Peygamber efendimiz de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Bana saba rüzgârı ile yardım edildi. Âd kavmi ise batı riizgan ile helak edildi." Buhari K, el- sliska, Kıh: 26/Müslim, K. el- istiska, bab: 17

9

“Firavun da ondan önce gelmiş geçmiş milletler de, altı üstüne çevirilmiş kavimler de, hep aynı hatayı işleyegeldiler.”

10

“Rabblerinin Peygamberine karşı isyan ettiler. Bunun üzerine Allah da, onları son derece şiddetli bir azapla yaka layı verdi.”

Fravun, ondan önce geçen Nuh, Âd, Semud kavimleri ve memleketlerinin üstü altına getirilen Lût kavmi, bu yalanlama suçunu ve günahları işlemişlerdi. Onların hepsi de rablerinin, kendilerine gönderdiği peygamberine karşı olmuşlardı. Bunun üzerine rableri de onları, şiddetli bir yakalayişla yakalayıverdi ve onları helak etti.

Firavun'un, ondan önce geçen kavimlerin ve üstlerinin altlarına çevirildiği bildirilen kavimlerin işledikleri hatadan maksat, Allah'ın indirdiği emirleri yalanlamaları, ona isyan etmeleri ve şirke düşmeleri gibi durumlardır.

11

Bak. Âyet 12.

12

“Ey insanlar, sizlere bir ibret olsun ve duyabilen kulaklar iyice anlasın diye biz, tufan kopup sular kabardığı zaman, sizi gemide taşıdık.”

Ey insanlar, Nuh tufanı esnasında sular çoğalıp belli sınırları aşınca biz sizlerin atalarınızı ve onların sulbünde de sizleri, suyun üzerinde akıp giden gemiye yükletip taşıttık ki bu gemiyi sizin için bir öğüt ve bir ibret yapalım ve işiten kulaklar da bu hadiseyi işitip kalblerinde muhafaza etsinler.

Katade diyor ki: "Burada ifade edilen "Suların kabarmasından maksat Nuh zamanında kopan tufandır. Bu tufan koptuğunda sular, herşeyin on beş arşın üzerine çıkmıştır.

Nuh'un gemisi, Kur’an’ın nüzulundan sonra dünyaya gelen insanları taşımamıştır. Buna rağmen, bizim Nuh'un gemisiyle taşındığımızı zikretmektedir. Bunun sebebi, sulblerinde bulunduğumuz atalarımızın, Nuh'un gemisinde taşınmış olmalarıdır.

13

“Sur'a bir defa üfürüldüğü zaman.”

14

“Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp tek bir çarpışla darmadağın edildiği zaman.”

15

“Evet, işte o gün, mutlaka gerçekleşecek olan kıyamet kopacaktır.”

16

“Gök varılacaktır. O gün gök, zayıf bir hale gelecektir.”

İsrâfîl, dünyanın sona ermesi için birinci sura üfürdüğü zaman yeryüzü ve dağlar, yerlerinden oynayıp, tek bir sarsıntı ile sarsılıp darmadağın olduktan sonra işte o gün kopacak olan kıyamet kopacak, zayıflamış olan gök yarılacaktır.

17

“Melekler göğün etrafındadırlar. O gün Rabbinin arşını o meleklerin de üstünde sekiz melek yüklenir.”

Âyette geçen "Melekler göğün etrafındadırlar" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas'a göre "Gök yanıldığında meleklerin göğün çevresinde bulunmalarıdır. Dehhak bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Kıyamet gelince Allah, dünya semasına ve orada bulunanlara emredecek, orada bulunan melekler inip yeryüzünü ve orada bulunanları kuş atacaklardır. Sonra Allahü teâlâ, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci göklere ve orada bulunanlara emredecek onlar da inip birinci göğün sakinlerinin arkasında saf tutacaklardır. Sonra yüce melik sol tarafında cehennem olduğu halde inecek, yeryüzü halkı bunu görünce korkup kaçacaklardır. Kaçan kimseler yeryüzünün herhangi bir yerine varınca orayı yedi kat meleğin çember içine aldığını görecekler, tekrar dönüp, geldikleri yere gideceklerdir.

Dehhak diyor ki: "İşte Allahü teâlâ şu âyetlerde bu durumu beyan etmektedir: "Ey kavmim, sizin için insanların birbirlerini çağıracakları o kıyamet gününden korkuyorum." "O gün, arkanızı dönüp kaçacaksınız. Fakat hiç kimse sizi, Allah'ın azabından korumayacaktır. Allah, kimi doğru yoldan saptırırsa artık onu hidâyete erdirecek hiçbir kimse yoktur." Mü’min Sûresi, 40/32-33 "Rabbin ve saf saf olan melekler, karşına geldiği zaman", "İşte o gün, cehennem getirilecek, yine o gün insan, herşeyi anlayacaktır. Fakat bit anlamanın ona ne faydası olacak?" Fecr Sûresi, 89/22-23 "Melekler göğün etrafmdadırlar. O gün rabbinin arşını o meleklerin de üstünde sekiz melek yüklenir." Hâkka Sûresi, 69/17

Âyette "O gün rabbinin arşını o meleklerin de üstünde sekiz melek yüklenir" buyurulmaktadır. Abdullah b. Abbas ve Delıhak'a göre, burada zikredilen sekiz melekten maksat, sekiz sıra melek demektir. Bunların sayılarını Allah bilir.

İbn-i Zeyd diyor ki: "Burada zikredilen melekler, arşı taşıyacak kadar güçlü kuvvetli olan sekiz tane melektir. Arşı yüklenen meleklerin halen dört olduğu âhirette ise sekiz olacağı, Resûlüllah'tan rivâyet edilmişin Peygamber efendimiz, arşı yüklenen meleklerin büyüklüğünü beyan ederek şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın meleklerinden, arşı yüklenen melekler hakkında size konuşmam için bana izin verildi. Şüphesiz ki onlardan birinin kulağının yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz yıllık mesafe kadardır." Ebû Davud", K. es-Sünne, bab: 18, Hadis no: 4727 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.l, S.92, 94

18

“O gün hesap vermek üzere huzura çağırılırsınız. Hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.”

Ey insanlar, kıyamet gününde sizler, rabinizin huzuruna çağırılırsınız. Sizin yaptıklarınızdan hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. Çünkü o, sizi, ilmiyle kuşatmıştır.

Ebû Mûsa el-Eş'ari, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"İnsanlar kıyamet gününde üç kere huzura çağınlacaklar. İkisi, tartışmalar ve özür beyan etmelerle geçecek üçüncünde ise amel defteri çıkıp herkesin eline gelecek. Amel defterini bazıları sağ taraflarından bazıları da sol taraflarından alacaklardır." İbn-i Mace, K. ez-Zühd, bab: 33, Hadis no: 4277 /Tirmizi, K. el-Kıyame, bab: 4, Hadis no: 242 S

19

Bak. Âyet 20.

20

“O gün amel defteri sağ tarafından verilen, (etrafındakilere) şöyle der: "İşte kitabım, alın okuyun. Ben (dünyadayken) hesaba çekileceğimi biliyordum."”

Amel defterleri sağ taraflarından verilen insanlar, hesaplarının ağır geldiğini öğrenince sevinirler ve bu sevinçlerinden dolayı, karşılaştıkları herkese "işte benim amel defterim, alın okuyun. Ben rabbimin huzurunda hesaba çekileceğimi biliyordum." derler.

21

Bak. Âyet 23.

22

Bak. Âyet 23.

23

“Artık. o, razı olduğu bir hayat içindedir. Meyveleri sarkmış yüce cennettedir.”

24

“(O gün, cennetliklere şöyle denir) "Geçmişteki günlerde işlediğiniz iyi amellerin mükafaatı olarak afiyetle yeyin, için."”

Artık, amel defteri sağ tarafından verilen o insan, meyveleri, onları toplamak isteyenlere yaklaştırılmış yüce cennette, tam razı olacağı bir hayat içinde yaşayacak ve onun gibilere Allah şöyle diyecektir: "Siz bu cennetin yemeklerinden yeyin, içeceklerinden için, bunlar size afiyet olsun. Yeyip içtiğinizden dolayı hiçbir sıkıntı çekmeyeceksiniz. Herhangi bir beşeri ihtiyacınız da olmayacaktır. Bu nimetler size, fani dünyadaki günlerde yaptığınız amellere karşılıktır.

Cennet meyvelerinin, onları toplayanlara yakın oluşu hususunda Bera b. Âzib diyor ki: "Kişi yattığı yerden bile o meyveleri koparabilecektir."

25

“O gün, amel defteri sol tarafından verilen ise şöyle der: "Bana keşke amel defterim verilmeseydi."”

26

“Hesabımın ne olduğunu bilmeyedim.”

27

“Keşke ölümüm, sonum olsaydı (da tekrar dirilmeseydim)”

28

“Malım bana hiçbir fayda vermedi.”

29

“Gücüm de kalmadı."

Kiyametgününde arasat meydanında kendisine amel defteri sol tarafından verilen kişi, sonunun kötü olacağını anlayınca şöyle diyecektir: "Keşke amel defterim bana hiç verilmeseydi. Hesabımın ne olduğunu bilmiş olmasaydım. Keşke ölümüm sonum olsaydı da bir daha dirilip hesaba çekilmemiş olsaydım. Dünyada iken kazandığım malım bana hiçbir fayda sağlamadı. O beni, Allah'ın azabından uzaklaştıramadı. Nüfuzum, mevki ve makamımda yok olup gitti. Elimde beni savunmaya yarayacak hiçbir delilim kalmadı."

*Katade diyor ki: "Böyle bir insan için dünyada en sevmediği şey ölüm olduğu halde âhirette ölüp bir daha da dirilmemeyi isteyecektir. Fakat bu da mümkün olamayacaktır.

Âyette "Güç" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas, İkrime, Mücahid ve Dehhak'a göre, "Delil" demektir. İbn-i Zeyd'e göre ise "Mülk ve saltanat" demektir.

30

“O gün, cehennem zebanilerine şöyle denilir: "Alın, bağlayın onu.”

31

“Sonra, alev alev yanan ceheneme atın.”

32

“Sonra da onu, yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurun.”

Allah, cehennem zebanileri olan meleklerine söyle diyecektir: "Amel defteri, sol tarafından verilen bu kişiyi yakalayın. Boynuna halkalar takın, sonra onu cehenneme atın. Daha sonra da onu, yetmiş arşın uzunluğunda olan bir zincire dizin."

Âyet-i kerime’de, cehennemlik insanın vurulacağı zincirin yetmiş arşın boyunda olduğu zikredilmektedir. Bu arşının, dünya arşını gibi olmadığı, uzunluğunun ne kadar olacağını ancak Allah'ın bileceği ifade edilmiştir. Cehennemlik olan kul bu zincir ile cehenneme atılacaktır.

Dehhak ve Nevf el-Bekali, bu zincirin, cehennemlik kişinin ağzından sokulup arkasından çıkarılmak suretiyle zincire dizileceğim söylemişlerdir.

Abdullah b. Amr b. el-Ass, bu zincirin uzunluğu hakkında Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir:

"Resûlüllah, kafatası gibi bir şeye işaret ederek "Şâyet bunun gibi bir parça, beş yüz yıllık mesafede bulunan gökyüzünden yere gönderilecek olsa gece olmadan buraya ulaşır. Fakat bu (cehenneme asılan) zincirin başından aşağıya doğru atılacak olsa onun dibine varmadan önce gece gündüz, kırk yıl aşağı doğru inmeye devam eder." buyurmuştur. Tirmizi, K.el-Cehennem, bab: 6, Hadis no: 2588 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.197

33

“Çünkü o, yüce olan Allah’a inanmazdı.”

34

“Yoksulu yedirmeyi teşvik etmezdi.”

35

“O yüzden bugün onun, burada samimi hiçbir dostu yoktur.”

36

“Onun irinden başka yiyeceği de yoktur.”

37

“Onu ise ancak, günahkârlar yer.”

Ey zebaniler, siz onu böylece cezalandırın, Çünkü o, dünyada iken yüce olan Allah’a iman etmez ve onu birlemezdi. Dünyada iken kendisi yoksulları do-yunnadiği gibi başkalarını da bu yoksulları doyurmaya teşvik etmezdi. Bu kıyamet gününde ise, onun için burada samimi bir dost yoktur. Onun için bir yiyecek de yoktur. Ancak cehennemliklerden akan kan ve irinler ve pislikler vardır. Bunları, ancak Allah’ı inkâr etme gibi günahları işleyenler yiyeceklerdir.

38

Bak. Âyet 40.

39

Bak. Âyet 40.

40

“Gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim ki, muhakkak Kur'an, şerefli bir Peygamberin tebliğ ettiği bir kelamdır.”

41

“O, bir şairin sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz. (Ne de iman etmez adamlarmışsınız)”

42

“Kur'an, bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz. (Ne düşünmez adanılarmışsınız)”

43

“O, âlemlerin rabbi Allah tarafından indirilmiştir.”

Ey Allah’ı ve Peygamberi yalanlayan kâfirler topluluğu, mesele, sizin iddia ettiğiniz gibi değildir. Sizin gördüğünüz şeylere de görmediğiniz şeylere de yemin ederim ki bu Kur'an, şerefli bir Peygamber olan Muhammed'in söyleyip tebliğ ettiği bir kitaptır. Kur'an, sizin iddia ettiğiniz gibi bir şair sözü değildir.

Ey Kureyş müşrikleri, Kur'ana ne de az iman ediyorsunuz? Kur'an bir kahinin sözü de değildir. Zira Muhammed, kahin değildir. Ne de az düşünüp öğüt alıyorsunuz. Kur'an, âlemlerin rabbi tarafından Muhammed'e indirilmiştir.

44

Bak. Âyet 47.

45

Bak. Âyet 47.

46

Bak. Âyet 47.

47

“Eğer Muhammed, kendinden bazı sözler uydurup da, bizim söylediğimizi iddia etseydi elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da can damarını keserdik. Hiç biriniz de buna mani olamazdı.”

Şâyet Muhammed, bir kısım batıl sözler uydurup yalan yere bize isnad edecek olsaydı biz onu şiddetli bir şekilde yakalar ve kalb damarını koparırdık. Sizden herhangi biriniz de bizim onu cezalandırmamıza engel olamazdınız.

Mealde "Can daman" diye tercüme edilen "Vetin" kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Said b." Cübeyr, Dehhak ve İbn-i Zeyd tarafından "Kalbin asılı olduğu damar" şeklinde izah edilmiştir.

48

“Muhakkak ki Kur'an, Allah’tan korkanlar için bir hikmet ve bir öğüttür.”

49

“Şüphesiz, İçinizden onu yalanlayanların olduğunu da biliyoruz.”

50

“Doğrusu Kur'an, kâfirler için bir pişmanlık vesilesidir.”

51

“O, şüphe götürmez mutlak gerçektir.”

52

“Öyle ise ey Peygamber yüce rabbinin adını tesbih et.”

Şüphesiz ki Kur'an, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçman takva sahipleri için öğüt ve ibret kaynağıdır. Ey insanlar, biz sizin içinizden Kur’an’ı yalanlayanları da çok iyi bilmekteyiz. Şüphesiz ki Kur'an, kıyamet gününde kâfirler için bir pişmanlık vasıtası olacaktır. İyi bilin ki Kur'an, şüphe götürmeyen kesin bir gerçektir. Muhammed'in uydurduğu bir kitap değildir. O halde Ey Rasûlüm, yüce olan rabbinin ismini an, onu, kendisine yakışmayan sıfatlardan tenzih ve takdis et.

0 ﴿