MEARİC SÛRESİ

Mearic sûresi kırk dört âyettir, Mekke'de nazil olmuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Bak. Âyet 3.

2

Bak. Âyet 3.

3

“Birisi kâfirlere inecek azabın daha ne zaman gerçekleşeceğini sordu. Dereceler sahibi Allah nezdinden, onlara inecek azabı hiçbir kuvvet önlemeyecektir.”

Abdullah b. Abbas bu âyetleri şöyle izah etmiştir: "Kâfirler, Allah'ın azabının ne zaman geleceğini sormuşlardır. Allah da onlara, o azabın mutlaka gerçekleşeceğini bildirmiştir.

Mücahid diyor ki: "Kâfirlerden bazıları, dünyada iken, Allah'ın azabının gelmesini istemişlerdir. Bu istekleri şu âyette zikredilmiştir."Yine bir zaman onlar: "Ey Allah’ım, eğer bu Kur'an nezdinden indirilmiş hak bir kitapsa gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakıcı bir azap ver." demişlerdi. Enfal Sûresi, 8/32 Bu azap âhirette gerçekleşecektir.

Katade ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Bir kısım insanlar, azabın kimlere geleceğini sormuşlar, Allah da azabın kâfirlere geleceğini ve o kâfirlere gelen azabı kimsenin savamayacağını beyan etmiştir."

İbn-i Zeyd ise kelimesini hemze yerine elif ile şeklinde okuyan kıraata dayanarak âyetlerin manalarının şöyle olduğunu söylemiştir: Cehenem vadilerinden biri olan vadisi kâfirlerin uğratılacakları azap verici bir şey akıtacaktır.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Dereceler sahibi" diye tercüme edilen (sıfatı Abdullah b. Abbas, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre Allah’a ait bir sıfattır' Manası "Lütuf, nimetler ve üstünlük sahibi olan Allah." demektir. Mücahid'e göre ise bu sıfat, göğün sıfatıdır. Yani gök, çeşitli derecelere sahiptir." demektir.

4

“Melekler ve ruh (Cebrâil) ona (Allah'ın emrinin indiği yer) elli bin dünya senesinin karşılığı olan bir günde çıkarlar.”

Âyette zikredilen "Ruh" kelimeside maksat, Cebrâil veya insanların ruhları yahut da insanlara benzeyen özel bir kısım varlıklardır. Ebû Salih bu son görşütedir. "Ona" zamirinden maksat ise Allahü teâlâdır. Bu âyet çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Mücahid'e göre bu âyet "Yeryüzünün en alt tabakası ile yüce arşın arasında bulunan mesafeyi beyan etmektedir. Ve âyetin izahı şöyledir: "Melekler ve ruh, aralarında elli bin yıllık mesafe bulunan yerin en altından, arş'ta Allah'ın nezdine bir günde giderler."

Abdullah b. Abbas, İkrime, Katade ve Dehhak'a göre ise be âyet, kıyamet gününü beyan etmekte ve kıyamet gününün elli bin yıla denk bir gün olduğunu açıklamaktadır. Ve âyetin izahı şöyledir: "Melekler ve ruh, Allah'ın yaratıkları arasında verdiği hükmü bitirdiği gün onun huzurunu varacaklardır. O günün süresi ise elli bin yıla denktir.

Ebû Said el-Hudri diyor ki:

"Resûlüllah’a, miktarı elli bin sene olan gün ne de uzun bir gündür." diye sordular. Resûlüllah da şöyle buyurdu: "Hayatım kudret elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki o gün mü’minler için hafiflettirilecek öyle ki o gün mü’mine, dünyada iken kıldığı bir vakit farz namazından daha hafif olacaktır." Ahmed b. Hanbel, Müsnetüd, c.3, S.75

Mücahid ve İkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu günden maksat, dünyanın ömrüdür. Yani dünyanın ömrü, yaratılışından sonuna kadar elli bin senedir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşte ise kendisinden, diğer bir âyette zikredilen ve bin yıla eşit olduğu beyan edilen bir günün ne demek olduğu sorulmuş o da soran kimseye "Miktarı elli bin gün olduğu zikredilen günün ne demek olduğunu sormuştur. Soran kişi "Ben sana bunu öğrenmek için sordum." deyince Abdullah b. Abbas: "Bu ikisi de Allah’ın Kur'anda zikrettiği iki gündür. Bunların ne demek olduğunu Allah daha iyi bilir." demiş ve fikir yürütmekten kaçınmıştır.

5

“Ey Rasûlüm, sen güzelce sabret.”

Ey Rasûlüm, müşriklerin sana olan eziyetlerine karşı sızlanmadan sabret. Onlardan gördüğün kötülükler seni rabbinin, tebliğ etmeni emrettiği şeylerden alıkoymasın. Abese Sûresi, 80/34-37

İbn-i Zeyd bu âyet-i kerime’nin Resûlüllah’a, kâfirlere karşı savaşmasını ve onlara karş; sert davranmasını emreden âyetlerden önce indiğini, bu sebeple neshedilmiş olduğunu söylemiştir. Taberi ise Resûlüllahım Peygamber olarak gönderilmesinden itibaren ölümüne kadar kafirlerden eziyet çektiğini, zaman zaman onların eziyetlerine katlandığını bu itibarla âyet-i kerime’nin neshedildiğini söylemenin doğru olmadığını söylemektedir.

6

“Kâfirler kıyamet gününü uzak görüyorlar.”

7

“Biz ise onu çok yakın görüyoruz.”

8

“O gün gök, erimiş maden gibi olacaktır.

9

“Dağlar da atılmış renkli yün gibi olacaktır.”

10

“O gün dost dostun halini soramaz.”

Bu müşrikler kıyamet gününü ve o gün görecekleri azabı uzak görüyorlar. Zira onlar, öldükten sonra dirilmeyi ve ceza göreceklerini kabul etmiyorlar.! Biz ise kıyamet gününü ve o gün verilecek cezayı çok yakın görüyoruz. Zira her gelici olan şey yakındır. O gün gök, eritilmiş bir maden ve bulanık bir zeytini yağı gibi olacaktır. Dağlar ise yün gibi atılmış olacaktır. O gün herkes kendi derdine düştüğünden yakın dostlar birbirlerinin hallerini soramayacaklardır.

11

Bak. Âyet 14.

12

Bak. Âyet 14.

13

Bak. Âyet 14.

14

“O gün onlar birbirlerine gönderilirler. Suçlu, oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini korumuş olan sülalesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini feda edip o günün azabından kurtulmak ister.”

O gün onlar birbirlerine gösterilirler." ifadesinden zikredilen insanlardan kimin kasdedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre, o gün birbirlerine gösterilecek olan insanlar, akrabalardır. Allah, herkese akrabasını gösterip tanıtacak sonra da herkes kendi derdine düşeceğinden en yakın akrabalarından bile kaçacaktır. Bu husus diğer âyetlerde de şöyle ifade ediliyor: "O gün insan, anne ve babasından, karısından ve çocuklarından kaçar." "O gün herkesin kendine yetecek kadar derdi vardır.

Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Zira bu âyet, dostların birbirlerinin hallerini soramayacaklarını beyan eden âyetten sonra gelmiştir. Bu sebeple zamirin onlara ait olması tercihe şayandır.

Mücahid ise burada, birbirlerine gösterilecek olanlardan maksadın cennetlik olan mü’minlerle cehennemlik olan kâfirler olduklarını söylemiştir.

İbn-i Zeyd ise âyette birbirlerine gösterilecekleri zikredilen insanların, önder olan kâfirlerle onlara uyan kâfirler olacaklarını söylemiştir. Zira bunlar birbirlerini tanımayacak ve karşılıklı olarak tartışmaya girişeceklerdir.

Allahü teâlâ bu âyetlerde âhiretin ne kadar dehşetli olduğunu, o günün şiddetinden kurtulmak için insanın herşeyini feda etmek istediğini ancak bunun da kabul edilmeyeceğini beyan etmektedir. Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde buna benzer âyetler bulunmaktadır. Onlardan bazıları şunlardır: "Ey insanlar, rabbinizden korkun. Ne babanın evladına ne de evladın babasına hiçbir yardımda bulunamayacağı günden sakının. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın." Lokman Sûresi, 31/33 "Ey insanlar, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın sizi dünya hayatı aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan, sakın sizi Allah'ın affına güvendirerek aldatmasın." Fatır Sûresi, 35/180 "Sur'a üfürüldüğü zaman aralarında soy bağı kalmaz. Ve birbirlerine de bir şey soramazlar." Mü’minûn Sûresi, 23/101

15

Bak. Âyet 18.

16

Bak. Âyet 18.

17

Bak. Âyet 18.

18

“Fakat bu asla olmaz. Muhakkak ki cehennem, derileri kavurup soyan alevli bir ateştir. O, sırtını dönüp yüzçevireni ve servet toplayıp yığanı kendisine çağırır.”

Âyette geçen ve "Deriler" diye tercüme edilen kelimesi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas ve Mücahid'e göre kelimesinden maksat, baş ve başın derisi demektir. Ebû Salih'e göre "Baldır eti" demektir. Bu kelime, Hasan-ı Basri'ye göre "Baş" Katade'ye göre, insanın değerli uzuvları ve bütün her tarafı demektir. Dehhak'a göre ise "Et ve deri" demektir. İbn-i Zeyd'e göre insan vücudunun büyük uzuvları demektir. Taberi, Allahü teâlânın, cehennem ateşinin insanın kafa derisini ve vücudunun her tarafını pişirerek kopardığını bizlere beyan ettiğini söylemiştir.

Âyet-i kerime, cehennem ateşinin, sırtını dönüp yüzçevireni kendisine ça-ğirdğını zikretmiştir. Sırtını dönüp yüzçevirenden maksat, Allah’a itaate sırt çeviren, Allah'ın kitabına ve peygamberlerine iman etmekten yüzçeviren demektir. Yani, cehennem, kâfirleri kendisine çağıracak, onun, mü’minlerin üzerinde ise bir otoritesi olmayacaktır. Âyette geçen "Servet toplayıp yığan"dan maksat, zekatını vermeyen ve harcaması farz olan yerlere inalını harcamayan, böylece, Allah'ın, malında farz kılmış olduğu hakkı yerine getirmeyerek mal biriktiren demektir.

Abdullah b. Ukeym, para kesesinin ağzını bağlamaz ve "O cehennem, sırtını dönüp yüz çevireni ve servet toplayıp yığanı kendisine çağırır." âyetini okurdu.

19

“Gerçekten insan sabırsız ve hırslı yaratılmıştır.”

Âyet-i kerime’de zikredilen insandan maksat, "Kâfir ve müşrikler"dir. "Sabırsız ve hırslı" diye tercüme edilen ifadesi, Said b. Cübeyr'e ve Dehhak'a göre "Çok cimri ve çok sızlanan" İkrime'ye göre "Velveleci" Şu'be'ye göre "Hırslı" İbn-i Zeyd'e ve Katade'ye göre "Çok sızlanan" şekillerinde izah edilmiş, Abdullah b. Abbas ise daha sonra gelen iki âyetin, bu âyetteki kelimesini izah ettiğini söylemiştir.

20

“Basma bir felaket geldiği zaman feryad eder.”

21

“Kendisine bir hayır dokunduğu zaman da çok cimrileşir.”

Böyle bir insanın malı azalır ve fakir düşerse pek sızlanır, buna karşı sabretmez. Buna mukabil malı artar, zenginleşirse, Allah'ın kendisine verdiği nimetlere karşı cimri kesilir de onu. Allah'ın emrettiği yerlere harcamaz.

22

Bak. Âyet 23.

23

“Ancak şunlar müstesnadır. Namaz kılıp namazlarına devam ederler.”

İnsanlar pek sabırsız, çok hırslı, çok cimri ve çok şikâyetçi olan varlıklardır. Ancak şunları yapan insanlar bu sıfatlardan uzaktırlar: Allah'ın kendisine farz kıldığı namazı eda edip ona kesintisiz olarak devam edenler. Burada zikredilen namazdan maksat, farz kılınan beş vakit namazdır. Bu namazı kılan mü’minlerden maksat ise İbrahim en-Nehai ve Katade'ye göre, beş vakit namazını kılan her mü’mindir. İbn-i Zeyd'e göre ise bunlar, Resûlüllah ile birlikte namaz kılmaya devam eden mü’minlerdir. Ukbe b. Âmir'e göre ise bunlar, namaz kılarken sağlarına sollarına bakmayan kimselerdir.

24

Bak. Âyet 25.

25

“Mallarında isteyenin ve yoksulun belli bir hakkı olduğunu kabul edenler,”

Âyette, mü’minlerin mallarında isteyenin ve yoksulun belli bir hakkı olduğu zikredilmektedir. Katade ve Said b. Cübeyr, bu haktan maksadın, Allah'ın farz kıldığı zekat olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas ve Mücahid'e göre ise burada zikredilen "Hak"tan maksat, zekatın dışındaki bir haktır. Abdullah b. Abbas bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Bu hak, zekatın dışında bir haktır. Bu hak, akrabana verdiğin, misafire ikram ettiğin şey, âciz ve zayıf bir kimseyi taşıman yahut bir yoksula yardım etmendir."

Abdullah b. Ömer, Şa'bi ve İbrahim en-Nehai'ye göre ise bu hak, zekatı kapsadğı gibi zekat dışı hakları da kapsamaktadır. Abdullah b. Ömer'e "Bu haktan maksat, zekat mıdır?" diye sorulunca o soran kişiye: "Şüphesiz ki senin üzerinde zekatın dışında da hak vardır." demiştir.

Âyette zikredilen "İsteyen"den maksat, "El açıp dilenen" demektir. "Yoksul"dan maksat ise çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Said b. el-Müseyyeb, Ata, Mücahid ve İbrahim en-Nehai'ye göre burada zikredilen "Yoksul, yani mahrum'dan maksat, Beytül Maldan payı olmayan, çalışıp kazanamayan ve kendisini geçindirecek bir sanatı da bulunmayandır. Buna "Muhalif" de denir.

İbrahim en-Nehai ve Hasan b. Muhammed el-Hanefiyye'ye göre burada zikredilen "Mahrum"dan maksat, savaşa katılmayan bu itibarla da ganimetten payı olmayan ve ganimetler taksim edilirken orada bulunan kimsedir. Bu gibi insanlara, ganimetten mahrum olduklarından dolayı belli miktarda bazı şeyler verilir. Âyet-i kerime bunları zikretmektedir.

İkrime'ye göre âyette zikredilen "Yoksul "dan maksat, malı artmayan demektir. Ebû Kılabe ve İbn-i Zeyd'e göre "Yoksul"dan maksat, malı âfetlerle telef olan demektir. Katade ise "Yoksul"dan maksadın, iffetinden dolayı el açıp istemeyen kimse" olduğunu söylemiştir. Şa'bî: "Doğrusu ben yoksulun kim olduğunu anlamaktan âciz kaldım." demiştir.

Taberi, yoksul kelimesinin bütün cihetlerden yoksul olan kimseyi kapsadığını, her ne yönden olursa olsun yoksul düşen kimsenin, mal sahiplerinin mallarında hakkı olduğunu söylemiştir.

26

“Hesap gününe iman edenler.”

27

“Rablerinin azabından korkanlar

28

Şüphesiz rablerinin azabından kimse emin olamaz.”

29

Bak. Âyet 31.

30

Bak. Âyet 31.

31

“Mahrem yerlerini eşleri ve cariyeleri dışında herkesten korur yanlar, onlar ise kınanmazlar. Bunun dışına taşanlar ise haddi aşanlardır.”

32

“Emanetlerine ve sözlerine riâyet edenler.”

33

“Şahitliklerini dosdoğru yapanlar.”

34

Bak. Âyet 35.

35

“Namazlarına devam edenler. Evet işte onlar, cennetlerde ağırlanacak kimselerdir.”

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde de kendisine bir kötülük geldiğinde çokça sızlanan ve kendisine Allah'ın nimeti eriştiğinde de çokça cimri kesilen insanlardan olmayanları zikretmeye devam etmiştir. Bunlar ise şunlardır: Öldükten sonra dirildiklerinde yaptıklarının karşılığı verilecek olan bir günün geleceğine iman edenler, dünyada iken rablerinin âhirette, emrine karşı gelenler için hazırladığı azabından korkanlar, bu sebeple onun koyduğu farzlara titizlik gösterip beyan ettiği sınırı aşmayanlar, avret mahallerini eşleri ve cariyeleri dışındaki kimselerden koruyup zinaya düşmeyenler, avret mahallerini ancak eşleri ve cariyelerine karşı koruma zorunluğu hissetmeyenler kınanmazlar. Zira bu kimseler onlar için helaldir. Fakat eşi ve cariyesinin dışına taşanlar, Allah'ın beyan ettiği helalların sınırını aşan kimselerdir. Bunlar bu halleriyle harama düştükleri için cezalandırılacaklardır.

Yine, başına gelen kötülüklerden dolayı sızlanmayıp kendilerine bir hayır dokunduğu zaman da cimrileşmeyen insanlardan bir kısmı da şunlardır: Yerine getirmesi icabeden farzlar gibi Allah'ın onlara verdiği emanetlere ve kulların kendilerine teslim ettiği emanetlere ayrıca Allah’a ve kullarına vermiş oldukları ahitlere riâyet edenler, bir husus için şahitlik yapmaya çağırıldıklarında o şahitliği dosdoğru yapanlar, onu değiştirip bozmayanlar, namazlarının vakitlerini ve farzlarını muhafaza edenler, işte bunlar cennetlere konacaklar ve Allah tarafından orada ikram göreceklerdir.

36

“Ey Rasûlüm, ne oluyor bu kâfirlere ki sana doğru koşuşuyorlar?

Abdullah b. Abbas bu âyetleri şu şekilde izah etmiştir: "Ne oluyor bu kâfirlere ki sağdan soldan guruplar halinde seni dikkatle izliyorlar? Ne Allah'ın kitabını ne de Peygamberini arzuluyorlar.

37

(Sonra da) sağdan ve soldan guruplar halinde dağılıp gidiyorlar.”

Âyette geçen ve "Guruplar" diye tercüme edilen kelimesi Abdullah b. Abbas'a göre, insanlardan oluşan bir topluluk, Mücahid'e göte, birbirinden uzak meclisler, Katade'ye göre fırkalar, Dehhak'a göre insanların oluşturduğu halka ve arkadaş gurupları, Hasan-ı Basri'ye göre, çevreye dağılmış insanlar demektir. Ebû Hureyre ve Cabir b. Semüre'den Rivâyet edilen bir hadiste Peygamber efendimiz de kelimesini ayrı ayrı guruplar manasında kullanmıştır. Cabir b. Semüre diyor ki:

"Sahabiler mescidin içinde öbek öbek oturmuş konuşurken Resûlüllah mescide girdi ve onlara: "Ne oluyor da sizi böyle bölük bölük görüyorum?" Müslim, K.es-Salah, bab: 119, Hadis im: 430 / Ebû Davııd, K.el-Edeb, bab: 16, Hadis no: 4823 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, S.101 buyurdu.

38

“Onlardan her biri, Naim cennetine girmeyi mi umuyor?”

39

“Hayır, giremeyeceklerdir. Gerçekten biz onları, kendilerinin de bildiği bir şeyden yarattık.”

Ey Rasûlüm, sana doğru bakıp duran bu kâfirlerden her biri, nimetlerle dolu olan cennete gireceğini mi ümit ediyor? Hayır, durum bu kâfirlerin ümit ettikleri gibi değildir. Zira biz onlardan her birini bildikleri bir damla murdar sudan yarattık. Onlar bu halleriyle cenneti hak etmiş olamazlar. Cennete girmek ancak onları bu gibi bir damla sudan yaratan Allah’a itaat etmekle hak edilmiş olur. Onlar cennete girmeyi nasıl arzuluyorlar? Zira onlar, isyankâr kâfirlerdir.

40

Bak. Âyet 41.

41

“Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim ki biz onların yerine daha hayırlılarını getirmeye kadiriz ve kimse önümüze geçemez.”

42

“Ey Rasûlüm, sen onları kendi hallerine bırak. Varsınlar kendilerine vaadedilen gün gelinceye kadar (bâtıl inançlara) dalsınlar ve oyalanıp dursunlar.”

Allahü teâlâ bu âyetlerde, dilerse isyankâr kâfirleri tümünü helak edip oların yerine itaatkâr mü’minleri getirebileceğini, bunu yaparken de onun elinden hiçbir kimsenin kurtulamayacağını beyan ediyor ve bu beyanından önce de "Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim ki." diyerek bizzat kendisine yemin ediyor. Doğunun ve batının birer tane olmalarına rağmen âyette "Doğular ve batılar" diye ifade edilmesinin hikmetini Abdullah b. Abbas şöyle izah etmiştir. "Güneş her yıl üç yüz altmış ayrı yerden doğar. Yılın sonunda ilk doğduğu yere istemeyerek döner ve şöyle der: "Rabbim, sen beni, kullarının üzerine doğdurma. Zira ben, onların sana isyan ettiklerini görüyorum."

Ey Rasûlüm, sen sana doğru koşuşan, sağından ve solundan dağılıp fırkalar oluşturan o müşrikleri bırak ki vaadedildikleri kıyamet günüyle karşı karşıya gelinceye kadar batıl inançlarına dalıp dursunlar. Ve geçici dünyada oynayıp eğlensinler.

43

Bak. Âyet 44.

44

“O gün kâfirler, gözleri açılmaz bir halde, kendilerini zillet bürümüş olarak sanki dikili bir şeye koşuyorlarmış gibi süratle kabirlerinden çıkarlar. İşte vaadolundukları gün bu gündür.”

Vaadedildikleri o gün gelince sanki dikilen bir sancağın altına veya putlara koşuyormuşcasına kabirlerinden hızlı bir şekilde çıkıp mahşer yerine gideceklerdir. O gün onların gözleri korkudan baygın hale gelmiş olacak, kendilerini zillet kaplayacaktır. İşte onların vaadedildikleri kıyamet günü böyle bir gündür.

0 ﴿