CİN SÛRESİYirmi sekiz âyettir. Mekke'de nazil olmuştur. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1-2”Ey Rasûlüm, de ki: "Bana şu vahyedildi: Cinlerden bir topluluk (Kur'an okumamı) dinlemiş ve şöyle demişler: "Gerçekten biz, hayrete düşüren ve hidâyeti gösteren bir Kur'an işittik ve ona iman ettik. Artık rabbimiz olan Allah’a hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız.” Ey Rasûlüm, de ki: "Allah bana şöye vahyetti: "Cinlerden bir topluluk Kur’an’ı dinlemiş ve kavimlerine döndüklerinde onlara: "Biz gerçekten hayret edilecek bir Kur'an işittik. O Kur'an, kendisine uyarılan hakka davet ediyor ve onlara doğru yolu gösteriyor. Bu sebeple biz ona iman ettik. Rabbimize hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız." Abdullah b. Abbas bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Resûlüllah cinleri ne görmüş ne de Kur’an’ı onlara bilerek okumuştur." Abdullah b. Abbas böyle söylemiş ve şunları nakletmiştir: Verka diyor ki: "Zevbea" diye adlandırılan cin'in topluluğu, onunla birlikte Mekke'ye, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e geldiler. Resûlüllah’ın Kur'an okumasını işittiler. Sonra ayrılıp gittiler. İşte şu âyet-i kerime bunu izah etmektedir: "Ey Rasûlüm, bir zaman Kur’an’ı dinleyecek bir cin taifesini sana yöneltmiştik. Kur’an’ın okunuşunda hazır bulununca birbirlerine "Susun dinleyin" dediler. Okuma bitince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler." Ahkaf Sûresi, 46/29 Mekke'ye gelen bu cinlerin sayısı dokuz idi. İçlerinde Zevbea da bulunuyordu. Dehhak da: "Ey Rasûlüm, de ki: Bana şu vahyedildi. Cinlerden bir topluluk Kur'an okumamı dinlemiş ve şöyle demişler..." âyetinin, "Ey Rasûlüm, bir zurnan Kur’an’ı dinleyecek bir cin taifesini sana yöneltmiştik.." âyetine işaret ettiğini söylemiş ve şöyle demiştir: "İsa ile Muhammed'in arasında gökler konulmamıştı. Allahü teâlâ Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i gönderince dünya göğü korunma altına alındı. Şeytanlar alevlerle kovuldu. Bunun üzerine İblis şöyle dedi: "Yeryüzünde yeni bir şey meydana geldi." Sonra cinlere emretti ve yeryüzünü tarayıp meydana gelen o şeyin haberini kendisine getirmelerini istedi. Cinlerden gönderdiği ilk topluluk, Yemen'deki Nusaybin cinleri idi. Bunlar cinlerin en şereflileri ve efendileriydi. İblis bunları Tihame'ye ve onun çevresinde bulunan Yemen diyarına gönderdi. O topluluk Uevam edip Mekke'ye iki günlük mesafede bulunan "Nahle" vadisine geldiler. Orada Resûlüllahı sabah namazını kılarken buldular. Onun Kur'an okuduğunu işittiler. Yanına varınca birbirlerine "Susun" dediler. Resûlüllah bunları ne gördü ne de hissetti. Ta ki Allahü teâlâ Resûlüllah’a: "Ey Rasûlüm, de ki: Bana şu vahyedildi. Cinlerden bir topluluk Kur'an okumamı dinlemiş ve şöyle demişler.." âyetini indirdi. Cinlerle ilgili daha geniş bilgi için Ahkaf suresinin yirmi dokuzuncu âyetinin izahına bakılabilir. 3“Doğrusu rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, ne eş edinmiştir ne de çocuk.” Âyet-i kerime’de geçen ve "Yücelik" diye tercüme edilen "Ced" kelimesi müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir: Abdullah b. Abbas, Südtli, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre "Ced" kelimesinin manası "Emir, saltanat ve kudret" demektir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Cinler dediler ki: Rabbîmizin emri, saltanatı ve kudreti her şeyin üstündedir, yücedir." İkrime, Mücahid ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre "Ced" kelimesinden maksat, "Azamet ve celal" demektir. Bu izaha göre âyetinmanası şöyledir: "Rabbimizin büyüklüğü ve celali pek yücedir." Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. Hasan-ı Basri'ye göre "Ced" kelimesinden maksat, "Zenginlik" Mücahid'e göre ise "Zikir" demektir. Bu izahlara göre âyetin manası: "Rabbimizin zenginliği veya zikri pek yücedir." demektir. Ebû Cafer buradaki "Ced" kelimesinin "Dede" manasına geldiğini ve bu sözün, cinlerin cahillerinin sözü olduğunu söylemişse de bu görüş reddedilmiştir. Taberi buradaki "Ced" kelimesinin, azamet, kudret ve saltanat manasına geldiğini söylemenin daha doğru olacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir: Ced kelimesi Arapça'da iki manada kullanılmaktadır. Bunlardan biri, babanın babası veya annenin babası demek olan "Dede" manasınadır. Âyette cinlerin, ced kelimesini "Dede" anlamında kullandıkları düşünülemez. Zira onlar âyetin devamında "O ne eş edinmiştir ne de çocuk." demektedirler. Bunu diyen cinlerin, "Rabbimizin dedesi", tabirini kullanarak şirk koşmaları düşünülemez. Ced kelimesinin ikinci manası ise, pay ve nasip demektir. İşte cinler bu kelimeyi bu manada kullanmışlardır. Cinler bu sözleriyle şunları kasdetmişlerdir: "Rabbimizin mülk, saltanat, kudret ve azamette olan payı pek yücedir. Artık onun ne eşi olabilir ne de çocuğu. Zira eş edinme, şehvani arzulan giderme acziyetinin bir neticesidir. Rabbimiz ise böyle bir acizlikten beridir, münezzehtir." 4“Doğrusu bizim beyinsizimiz, Allah hakkında gerçek dışı şeyler söylüyormuş.” 5“Halbu ki biz, insanların ve cinlerin, Allah hakkında yalan söyleyeceklerini sanmıyorduk.” Kur’an’ı dinleyen cinler, sözlerine devamla şöyle demişlerdir: "Doğrusu bizim içimizdeki beyinsiz İblis, Allah’a karşı haksız sözler söylüyormuş. Doğrusu bizler insanın ve cinlerin Allah’a karşı yalan bir şey söyleyeceklerini hiç zannetmiyorduk." Cinler, Kur’an’ı işitmezden önce kâfir ve müşriklerin, İblisin telkiniyle Allah hakkında söylediklerinin doğru olduğunu sanıyorlarmış. Fakat Kur'an'ı dinleyince onların yalancı olduklarını anlamış ve Allah’a karşı böyle bir cür'ette bulunmalarına hayret ederek bu sözleri söylemiş ve İblise "Beyinsiz" demişlerdir. 6“Gerçekten, insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sanırlardı da o cinlerin cür'et ve azgınlıklarını artırırlardı.” *Kur’an’ı dinleyen cinler, sözlerine devamla şöyle demişlerdir: "İnsanlardan bir kısım erkekler, yolculuk yaparlarken konakladıkları yerlerde cinlere sığınırlar ve böylece cinleri kendilerine karşı cesaretlendirirlerdi. Abdullah b. Abbas, Hasan-i Basri, İbrahim en-Nehai, Mücahid, Katade, Rebi' b. Enes ve İbn-i Zeyd bu âyeti izah ederlerken şöyle demişlerdir: Cahiliye döneminde insanlardan herhangi bir kişi yolculuğu esnasında belli bir vadide konaklayınca cinleri kasdederek: "Ben bu vadinin azizine (en güçlü zatına) sığınırım." diyorlardı. Böylece insanlar cinlerden cesaretlerini artırıyorlar cinlerde bunu söyleyen insanların günahlarını artınyorlardı. Âyet-i kerime’de zikredilen ve "Cür'et ve azgınlık" diye tercüme edilen kelimesi çeşitli manalarda yorumlanmış ve buna sebep olanın, insanlar mı yoksa cinler mi olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre (......) kelimesinin manası "Günah"tır. İbrahim en-Nehai ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre de (......) kelimesinin manası "Cür'et, cesaret" demektir. Mücahid'e göre bu kelimenin manası "Korkmak"tır. Buna göre Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre âyetin manası şöyledir: "İnsanlar, cinlerin azizlerine sığınarak onların daha fazla günah işlemelerine sebep olmuşlardır. Zira cinler, insanların bu sığınmasıyla şimararak. Allah'ın haram kıldığı şeyleri daha fazla işlemeye girişmişlerdir Taberi bu izah tarzını tercih etmiştir. İbrahim en-Nehai ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin manası şöyledir: "insanlar, cinlerin ulularına sığınarak aslında kendilerinden çekinen cinlerin cesaretlerini artırırlar. Böylece cinler insanları korkutmaya ve sindirmeye girişirler." Mücahid'e göre ise âyetin manası şöyledir: Kâfirler cinlere sığınarak azgınlıklarını daha da artırırlar. Allah’ı bırakıp cinlere sığındıkları için daha fazla günaha girerler. Rebi' b. Enes ve İbn-i Zeyd'e göre ise, insanlar cinlere sığınarak cinlerin kendilerini korkutmalarım daha da artırırlar. 7“Onlar da sizin gibi, Allah'ın, hiçbir kimseyi Peygamber olarak göndermeyeceğini zannetmişlerdi.” Taberi bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: Cinler birbirlerine şöyle demişlerdi: Gerçek şu ki sizin, Allah'ın herhangi bir kimseyi peygamber göndermeyeceğini zannettiğiniz gibi o insanlar da öyle zannetmişlerdir. Bazı müfessirler bu âyet-i kerime’yi, cinlerin sözünden saymayıp Allahü teâlânın, kullarına hitabı sayarak şöyle izah emişlerdir "Ey insanlar, sizin zannettiğiniz gibi o cinler de Allah'ın herhangi bir kimseyi Peygamber olarak göndermeyeceğini zannetmişlerdir. Veya: Ey cinler, sizin zannettiğiniz gibi insanlar da Allah'ın, herhangi bir kimseyi peygamber olarak göndermeyeceğini zannetmişlerdir." 8“Gerçekten biz göğü yokladık. Orayı kuvvetli bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk”. 9“Doğrusu biz daha önce gökte olup bitenlerin işitileceği bir yerde oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir ateş parçasıyla karşılaşıyor.” 10“Gerçekten bilmiyoruz, yeryüzündekilere bir kötülük mü istendi, yoksa rableri onların iyiliğini mi murat etti?” Cinler sözlerine devamla şöyle demişlerdir: Biz göklere tırmanıp oralara başvurduk. Onların sağlam bekçilerle yani meleklerle ve akıp giden ateşlerle, yani şeytanları takibeden yıldızlarla dolu olarak bulduk. Gerçek şu ki biz cinler topluluğu, daha önce gökte neler olup bittiğini işitmek için orada belli yerlere oturur bilgi almaya çalışırdık. Fakat şu anda kim dinlemeye kalkışacak olursa kendisini gözetleyen bir ateşle karşı karşıya kalmış olur. Doğrusu bizler bilmiyoruz ki, gökteki haberlerin dinlenilmesinin yasaklanmasiyla Allah, yeryüzü sakinlerine bir kötülük mü dilemiş oluyor yoksa rableri onları hakka iletmeyi mi diliyor? Onlara bir peygamber göndererek onları irşad mı etmek istiyor? Daha önce de izah edildiği gibi Hazret-i Muhammed, peygamber olarak gönderilmeden önce şeytanlar ve cinler göklere tırmanarak orada meleklerin konuşmalarından bazı şeyler alarak yeryüzüne getinneye çalışırlarmış. Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i gönderdikten sonra şeytanların ve cinlerin göğe çıkma yollarını kapatmış ve onların, konuşmaları çalmalarına engel olmuştur. İşte bu âyetlerde cinler bu hususlardan bahsetmektedirler. İbn-i Zeyd diyor ki: "Cinler göğü yoklayıp bu durumu tesbit edince İblise gitmiş ve ona: Bizim gökten bir şeyler işitmemize ne engel olabilir?" diye sormuşlar. İblis de onlara: "Gök ancak iki şeyden dolayı korunmaya alınır. Ya Allah'ın yeryüzüne aniden indirmeyi istediği bir azaptan dolayı veya göndereceği irşad eden ve düzelten bir peygamberden dolayı." demiştir. İbn-i Zeyd bunu zikrettikten sonra: "İşte Allahü teâlânın: "Gerçekten bilmiyoruz, yeryüzündekilere bir kötülük mü istendi yoksa rableri onların iyiliğini mi murad etti?" âyeti bunu beyan etmektedir." demiştir. 11“Şüphesiz, biz cinlerden, iyi olanlar da var daha aşağı mertebede olanlar da. Hepimiz ayrı yollar tutmuştuk.” 12“Gerçekten biz, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakamayacağımıza ve hiçbir zaman Allah'ın hakimiyetinden kurtulup kaçamayacağımıza kanaat getirdik.” 13“Doğrusu biz Kur’an’ı işitince ona iman ettik. Rabbine iman eden, ne sevabının noksanlaştırılacağından ne de haksızlığa uğratılacağından korkar.” 14“Şüphesiz biz de müslümanlar da vardır, haktan ayrılan zalimler de vardır. Müslüman olanlar doğru yolu arayıp bulmuşlardır.” 15“Haktan ayrılan zalimlere gelince, onlar cehennemin yakıtı olmuşlardır.” Şüphesiz ki biz cinlerden Allah’a itaat eden müslüman salih kullar olduğu gibi yine bizden salih olmayanlar da vardır. Biz, çeşitli meyil ve arzularda olan guruplardık. Yani bir kısmımız müslüman diğerlerimiz ise kâfirdi. Doğrusu bizler bildik ki Allah'ın bize bir kötülük dilemesi halinde biz onu yeryüzünde âciz bırakamayız. Bizi yakalamak istediğinde elinden kaçıp kurtularak onu âciz düşüremeyiz. Nerede olursak olalım Allah bizim üzerimizde mutlak kudret sahibidir. Doğrusu biz, kendine iman edenleri doğru yola ileten Kur’an’ı işitince onu tasdik ettik. Ve onun, Allah tarafından olduğunu kabul ettik. Kim rabbine iman ederse o kimse ne sevaplarının eksiltileceğinden korkar ne de başkalarının günahlarının kendisine yükletilerek haksızlık yapılacağından korkar. Şüphesiz ki içimizden Allah’a itaat ederek ona boyun eğip müslüman olanlar da vardır. Hak yoldan ayrılan zalimler de vardır. Kim müslüman olup Allah’a itaat ederek ona boyun eğecek olursa işle onlar, dinleri hususunda doğru yolu arayıp bulmuşlardır. İslamdan uzak kalan zalimler ise cehennemin yakıtıdırlar. Cehennem onlarla tutuşturulacaktır." Cinlerin konuşmaları burada sona ermiş bundan sonra gelen âyetlerde ise Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: 16“(Eğer insanlar ve cinler) doğru yolda devam etseydiler mutlaka onlara bol su verirdik. (Rızıklandınrdık.)” Bu âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir: Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Said b. Cübeyr bu âyeti, mealde zikredildiği şekilde izah etmişlerdir. Bunlara göre âyetin manası şöyledir: "Eğer hak yoldan ayrılan zalimler, doğru yolda bulunmuş olsalardı biz onları bol sularla sulardık ve onları güzel rızıklarla rızıklandırırdık. Böylece onları, verdiğimiz rızıklarla imtihan ederdik. Onlar, ezeli ilmimizde bildiğimiz akıbetlerine varırlardı. Kur'an-ı Kerimde, izah edilen bu manada bir çok âyetler bulunmaktadır. "Eğer onlar Tevrati, İncili, ve rableri tarafından kendilerine indirileni tatbik et-seydiler üstlerinden ve ayaklarının altından rızıklandınldıklan nimetleri yerlerdi. Onlardan bir kısmı mutedil bir ümmettir. Birçoklarının yaptıkları da ne kötü şeydir." Maide Sûresi, 5/66 "Eğer o memleketlerin halkı iman edip Allah’tan korksalardi yerden ve gökten onlara bereket kapılan açardık. Fakat onlar yalanladılar. Bunun üzerine biz de onları yaptıklarından dolayı azabımızla yakaladık." A'raf Sûresi, 796 Ebû Miclez ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Eğer bu haktan ayrılan zalimler, sapıklıklarında devam edecek olurlarsa onlara mühlet vermek için bol sular verir ve çok rızıklarla rızıklandınnz." Kur'an-ı Kerimde, izah edilen bu manada da âyetler vardır: "Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere vaadetmişti ki mutlaka kendilerinden öncekileri mirasçı kıldığı gibi kendilerini de yeryüzünde mirasçı kılacak, kendileri için razı olup seçtiği dinlerini iyice yerleştirecek ve kendilerini korkularından sonra emniyete kavuşturacaktır. Onlar bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse işte onlar, fasıkların ta kendileridir." "Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve peygambere itaat edin ki merhamet edilesiniz." Mü’minim Sûresi, 23/55-56 "Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara herşeyin kapısını açtık. Nihâyet kendilerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onları azabımızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler." En'am Sûresi, 6/44 17“Böylece onları bununla imtihan edelim. Kim rabbinîn zikrinden yüz çevirirse rabbi onu, gittikçe artan bir azaba uğratır. Böylece onlara bol nimetler veririz ki onları imtihan edelim. Kim, rabbinin zikri olan Kur'andan yüzçevirir ve onu dinlemezse rabbi onu, çetin bir azaba uğratır. Âyette, rablerinin zikrinden yüz çevirinlere verileceği beyan edelin azabın sıfatını beyan eden ve "Gittikçe artan" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas tarafından "Yukan doğru tırmandıran çetin bir azap" olarak izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas bunun, cehennemde bir dağ olduğunu ve cehennemlik olan kişinin bu dağa yukan tırmanmak zorunda kaldığım söylemiştir. Mücahid ise bu kelimeden maksadın çetin bir azap olduğunu, Katade de bunun, "Hiç rahat vermeyen bir azap" olduğunu, İbn-i Zeyd ise günahkarın üzerine yağan bir azap olduğunu söylemiştir. 18“Şüphesiz mescitler Allah’a mahsustur. O halde orada Allah ile beraber bir başkasını anmayın.” Ey Rasûlüm, de ki: "Bana vahyolundu ki mescitler Allah’a aittir. Oralarda Allah’tan başka hiçbir kimseye ibadet etmeyin. Oralarda ona ortak koşmayın. Sadece Allah’ı birleyin ve samimi olarak ona ibadet edin." Katade diyor ki: "Yahudi ve Hristiyanlar Havra ve kiliselerine girdiklerinde Allah’a ortak koşuyorlardı. Bunun üzerine Allah, Peygamberi Muhammed'e, camilerde sadece Allah’a kulluk edilmesini ve onun birlenmesini emretti. Said b. Cübeyr diyor ki: "Cinler Resûlüllah’a dediler ki: "Biz mescide nasıl gireceğiz? Senden uzağız. Seninle birlikte nasıl namaz kılacağız?" İşte bunun üzerine: "Şüphesiz mescitler Allah’a mahsustur. O halde orada Allah ile beraber bir başkasını anmayın." âyeti nazil oldu. Yani cinlerin, insanlara karışmadan namaz kılmaları emredilmiş oldu. Katade buradaki "Mescitler" ifadesinden maksadın, bütün mescitler olduğunu söylemiştir. 19“Allah'ın kulu Muhammed, namaza kalkıp Allah’a ibadet ettiği zaman, cinler üzerine üşüşüyor, neredeyse keçe gibi birbirlerine giriyorlardı.” Bu âyet-i kerime farklı şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas ve Dehhak'tan nakledilen bir görüşe göre bu âyetin manası şöyledir: "Ey Rasûlüm, de ki: "Bana vahyolunanlardan biri de şudur ki: Allah'ın kulu Muhammed, Kur’an’ı okuyarak Allah’a davet ettiğinde cinler Kur’an’ı dinleme arzusuyla birbirlerinin üzerine üşüştüler. Neredeyse Muhammed'in üzerine düşeceklerdi." Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen ikinci bir görüşe göre ise bu âyetteki ifadeler cinlerin sözleridir. Zira cinler, Resûlüllah’ın, sahabilerine namaz kıldırdığını görünce onların bu hallerine şaşmışlar ve bunu kavimlerine anlatmışlardır." Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Allah'ın kulu olan Muhammed, kalkıp namaz kıldırınca çevresinde bulunanlar ona uydular. Onlar neredeyse Muhammed'in üzerine düşüp keçeleşeceklerdi." Katade, İbn-i Zeyd ve Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Allahü teâlânın, kâfirlerin, Hazret-i Muhammed'e nasıl karşı çıktıklarını haber veren bir âyetidir ve manası şöyledir: "insanlar ve cinler, Allah'ın kulu Muhammed, onları, "Lailahe İllallah'a " davet edince bu daveti söndürmek için yek vücut oldular. Hepsi birden Muhammed'in karşısına dikildiler. Taberi bu son görüşü tercih etmiş ve gerekçe olarak da şunları zikretmiştir: Bundan önce zikredilen âyet, cinlerin sözü değil Allahü teâlânın beyanıdır. Bu âyeti" de bir önceki gibi saymak uygundur. Aynea bundan önceki âyettef insaniann mescitlerde sadece Allah’a kulluk etmeleri, ona ortak koşmamaları emredilmektedir. Bu âyetin de Resûlüllah’a tabi olanların çokluğunu beyan eder şekilde değil de insanların, onun davasına karşı çıkmakta ittifak ettiklerini beyan eder şekilde yorumlamak, Allah’a ortak koşmamayı emreden önceki âyete daha uygun düşer. 20“Ey Rasûlüm, de ki: "Ben sadece rabbime ibadet eder ve ona hiçbir şeyi ortak koşmam."” 21“De ki: "Ben size ne zarar verebilirim ne de fayda."” 22“De ki: "Kimse beni Allah'ın azabından kurtaramaz. Ondan başka sığınacak yer de bulamam."” Ey Rasûlüm, senin getirdiğin öğütleri reddeden müşriklere de ki: "Ben, rabbime ibadet ederim. Hiçbir kimseyi ona ortak koşmam." Yine de ki: "Ben size, ne dininiz ne de dünyanız hakkında bir zarar verme gücüne sahibim. Ben sizi kemale de erdiremem. Bunlar, herşeyin mülkü elinde olan Allah’a attir." Yine de ki: "Allah benim için bir şey dilediği zaman beni onun elinden hiçbir kimse kurtaramaz. Ona karşı bana hiçbir kimse yardım edemez. Ben de Allah’tan başka sığınacak hiçbir sığınak bulamam." 23“Ben ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye ve peygamberlikle ilgili hususları bildirmeye kadirim. Kim, Allah ve peygamberine karşı gelirse ona, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır.” Ey Rasûlüm, Arap müşriklerine de ki: "Ben size ne bir zarar verebilirim ne de sizi olgunluğa erdirebilirim. Ben size, ancak bana Allah tarafından verileni tebliğ eder ve onun peygamberliğini bildiririm. Kim, Allah'ın emir ve yasaklarına uymayarak ona karşı gelir peygamberini de yalanlayarak ona isyan edecek olursa şüphesiz ki onun için cehennem ateşi vardır. O, cehennem ateşine girecek ve orada ebedi olarak kalacaktır. 24“Kendilerine vaadolunan azabı görünce, kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısını daha az olduğunu öğreneceklerdir.” Müşrikler, kendilerine vaadedilen azabı ve kıyametin kopmasını bizzat gözleriyle görünce kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir. Yardımcıları daha zayıf ve daha az olanlar, Allah’ı birleyen mü’minler mi yoksa ona ortak koşan müşrikler mi olacaklardır? 25“Ey Rasûlüm, de ki: "Size vaadolunan azap yakın mıdır? Yoksa rabbinı ona uzun bir müddet mi tayin etmiştir bilemem?"” Ey Rasûlüm, kavminden, Allah’a ortak koşan müşriklere de ki: "Rabbinizin size vaadettiği azap ve kıyametin kopması yakın mıdır? Yoksa rabbim onun için uzun bir süre mi tayin emiştir bilemem. Rabbim gaybı bilendir. O, bildiği gaybı hiçbir kimseye göstermez. 26“O, gaybı bilendir. Kimseye gaybını göstermez.” 27“Ancak Peygamber olarak seçtiği kimse bunun dışındadır. Çünkü Allah, seçtiği peygamberin ününe ve ardına gözetleyici koyar.” Allah, sadece kendisinin bildiği gaybla ilgili ilmini, yaratıklarından hiçbir kimseye göstermez. Ancak seçtiği peygamberleri hariç. Allah bunları seçtiği gibi gaybla ilgili bazı bilgileri bunlara vahiy yoluyla bildirir, nitekim Muhammed'e, içinde gaybla ilgili haberler bulunan Kur’an’ı vermiştir. O bize, kıyamette ne olacağını bildirmektedir. Zira Allah, seçtiği peygamberin önüne ve arkasına, onu koruyan melekler gönderir. Böylece peygamberine vahiy ile bildirdiği gaybı, şeytanlar ve cinler çalamazlar ve cinler, bu gayb haberlerini getiren meleklerin şekline giremezler. Dehhak bu âyeti izah ederken diyor ki: "Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed'e bir melekle vahiy gönderdiğinde o melekle birlikte başka melekler de gönderirdi ki, onu, önünden arkasından korusunlar da şeytan bu meleğin şekline girmesin. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allahü teâlâ Hz Muhammed'e vahiy gönderirken onu önünden ve arkasından koruyan melekler de gönderirdi ki ona gönderilen meleğin vahiy getiren bir melek olduğunu anlamış olsun. Böylece Peygamber, bu meleklerin, rablerinin tebliğ ettiği peygamberlikle ilgili vahiyleri getirdiklerini bilmiş olsun. 28“Bu, elçilerin, rablerinin emirlerini tebliğ ettiklerini onun bilmesi içindir. Allah onların ne yaptıkların bütün incelikleriyle kuşatır. O, herşeyi bir bir saymıştır.” Bu âyet-i kerime çeşitli şeklilerde izah edilmiştir. Said b. Cübeyr ve Ma'mer, Katade'nin bu âyeti şu şekilde izah ettiğini söylemişlerdir: "Allah, gönderdiği elçilerini önünden ve arkasından koruyan melekler gönderir ki Muhammed, kendinden önceki Peygamberlerin de rablerinin emirlerini tebliğ ettiklerini, onların da melekler tarafından korunmuş olduklarını bilmiş olsun." Mücahid ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Allah, gönderdiği elçinin önünden ve arkasından onu koruyan melekler gönderir ki Peygamberi yalanlayan müşrikler bu peygamberler, rablerinin emirlerini tebliğ ettiklerini biimiş olsunlar. Said b. Cübeyr Abdullah b. Abbas'ın bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah ettiğini söylemiştir: "Allah, gönderdiği elçisini, Önünden ve arkasındankoruyan melekler gönderir ki Muhammed, meleklerin, rablerinin emirlerini tebliğ ettiklerini bilmiş olsun." Abdullah b. Abbas diyor ki: "Cebrâil (aleyhisselam) hiçbir vahiy getinnemiştir ki onunla birlikte dört muhafız melek bulunmuş olmasın." Taberi ise birinci görüşü tercih etmiştir. |
﴾ 0 ﴿