MÜDESSİR SÛRESİBu sûre-i celile elli altı âyettir. Mekke'de nazil olmuştur. Âlimlerin çoğunluğunun aksine, Cabir b. Abdullah'a göre, Kur'an-ı Ke-rim'in ilk'inen sûresi bu suredir. Cabir b. Abdullah diyor ki: "Ben, Resûlüllah’ın, vahyin kesildiğini anlattığını işittim. Resûlüllah konuşmasında şöyle buyurdu; "Ben bir gün yürürken gökten bir ses işittim. Başımı yukarı kaldırdım baktım. Bir de ne göreyim, Hırada bana gelen melek yerle gök arasında bir kürsü üzerinde oturuyor. Ben ondan çok korktum, yere kapandım. Geri geldim ve "Beni örtün, beni örtün." dedim. Üzerimi örttüler. Bunun üzerine Allahü teâlâ "Ey sarınıp bürünen Peygamber, kalk insanları uyar, rabbini yücelt, elbiselerini temizle, azaba götürecek şeylerden sakın." âyetlerini indirdi. Sonra vahiy kızıştı bir daha kesilmedi." Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 74, bab: 5 Yahya b. Ebi kesir diyor ki: "Ben, Ebû Seleme b. Abdurrahman'dun, Kukanın ilk inen âyetlerinin hangisi olduğunu sordum. O da Müddesir sûresi olduğunu söyledi. Dedim ki: suresinin imliğini söylüyorlar." Ebû Seleme dedi ki: "Ben bunu, Cabir b. Abdullah'tan sordum ve ona, aynen senin bana söylediğin şeyleri söyledim. Cabir dedi ki: "Ben sana ancak Resûlüllah’ın söylediğini anlatıyorum. Resûlüllah buyurdu ki: "Ben Hira'yı mekan edinmiştim. Orada ikamet etmeye son verince aşağı indim. Bana seslenildi. Sağıma baktım bir şey göremedim. Soluma baktım bir şey göremedim. Sonra başımı yukarı kıldırıp göğe doğru baktım. Orada acaip bir şey gördüm. (Diğer bir Rivâyette, bana gelen, o meleği, gökle yer arasındaki tahtta oturuyor gördüm) Hatice'ye geldim "Beni örtün, üzerime soğuk su dökün." dedim. Beni sardılar. Üzerime soğuk su döktüler." Bunun üzerine "Ey sarınıp bürünen Peygamber, kalk insanları uyar, rabbini yücelt." âyetleri nazil oldu. Âlimlerin çoğunluğu ise Hazret-i Âişe'den Rivâyet edilen şu hadise dayanarak, Kur’an’ın ilk inen âyetlerinin Alak suresinin baş tarafındaki âyetler olduğunu söylemişlerdir: Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e vahyin ilk başlangıcı, uykuda gördüğü sadık rüyalar olmuştu. Resûlüllah hiçbir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık bir şekilde ortaya çıkmış olmasın. Resûlüllah Hira'ya giderdi. Orada tek başına kalır, belli gecelerde rabbine ibadet ederdi. Bunun için oraya giderken azık alır giderdi. Sonra tekrar Hatice'nin yanına dönüp aynı maksatla azık alıp giderdi. Nihâyet o, Hira mağarasındayken ona hak olan vahiy geldi. Orada Resûlüllah’a melek geldi ve ona: "Oku." dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Ben okuma bilmem." dedi. Resûlüllah diyor ki: "O zaman melek beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı. Yine bana "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem." dedim. İkinci defa, beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı ve yine "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem." dedim. Üçüncü defa beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı ve bana "Yaratan rabbinin ismiyle oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, rabbin kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir. Alak Sûresi, 96/1-5 dedi. Resûlüllah, bu âyetlerle birlikte, korkudan dolayı etleri titreyerek dönüp geleli. Hatice'nin yanına girdi ve ona "Beni örtün, beni örtün, beni örtün." dedi. Resûlüllah’ın korkusu geçince "Ey Hatice, bana ne oluyor?" dedi ve durumu ona anlattı ve "Ben kendimden korkuyorummm."dedi. Hatice "Hayır, müjde sana, Allah’a yemin olsun ki, Allah seni asla yalnız bırakmaz. Zira sen, akrabana iyi davranıyor, doğruyu konuşuyor, âcizlerin yükünü taşıyor, misafire ikram ediyor ve haktan gelen âfetlere karşı yardımda bulunuyorsun." dedi. Sonra Hatice, Resûlüllahı alıp babasının öz kardeşi, amcası Nevfel'in oğlu olan Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdüluzza b. Kusay'a götürdü.. Varaka cahiliye döneminde Hristiyan olmuş bir kimseydi. Arapça okur yazardı. İndiden Allah'ın dilediği kadarını yazardı. O sırada gözleri görmeyen yaşlı bir kimseydi. Hatice ona "Amcam oğlu, kardeşinin oğlunu dinle." dedi. Varaka, Resûlüllah’a "Kardeşimin oğlu. ne görüyorsun?" dedi. Resûlüllah ona, gördüklerini anlatı. Varaka "Senin bu gördüğün, Mûsa'ya indirilen vahiy meleğidir. Keşke ben senin, ümmetini (tüne) davet edeceğin günlerde genç bir kimse olsaydım. Kavmin seni yurdundan çıkarırken hayatta olsaydım." dedi. Resûlüllah: "Onlar beni yurdumdan çıkaracaklar mı?" dedi. Varaka "Evet, senin bu getirdiğin dava ile hiçbir kimse gelmemiştir ki ona düşmanlık yapılmış olmasın. Şâyet ben, senin günlerine yetişecek olursam, sana büyük bir güçle yardım ederdim." dedi. Bundan sonra çok geçmeden Varaka vefat etti. Bu sırada vahiy bir müddet kesildi. Zühri diyor ki: "Bize ulaştığına göre Resûlüllah, vahyin kesilmesinden dolayı öyle üzüldü ki, bir kaç kere gidip kendisini yüksek dağların başından aşağı almak istedi. Resûlüllah, kendisini aşağı atmak için her dağa çıktığında Cebrâil ona görünüyor ve ona "Şüphesiz ki sen, gerçekten Allah'ın Peygamberisin." diyordu. Bunun üzerine Resûlüllah sakinleşiyor, heyecanı yatışıyor ve dönüp geri geliyordu. Vahyin kesilmesi uzayınca Resûlüllah aynı şeyi yapmak için gidiyordu. Dağın tam tepesine ulaşınca, yine Cebrâil onu görünüyor ve ona aynı şeyleri söylüyordu." Bubarı, K. el-Ta’bir, bab: 1 Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Ey sarınıp bürünen Peygamber. Abdullah b. Abbas ve Katade, bu âyet-i kerime’yi 'Ey elbisesine bürünüp uyuyan Peygamber." şeklinde izah etmişler, İkrime ise: "Ey Peygamberlik yükünü üstlenip ona bürünen peygamber." seklinde izah etmiştir. 2Kalk, (insanları) uyar. 3Rabbini yücelt. Ey Peygamber, yatmayı bırak. Kalk Allah’a ortak koşan kavmini, Allah'ın azabı ve daha önceki kâfirlerin uğradıkları akıbetle uyar. Ey Rasûlüm, rabbine kulluk ederek ve ihtiyaçlarını sadece ondan isteyerek onu yücelt. 4Elbiselerini temizle. Abdullah b. Abbas, fkrime, Katade, Dehhak ve İbrahim en-Nehai'ye göre bu âyette zikredilen "Elbiselerini temizle" ifadesinden maksat, "Elbiselerini, günah işleme ve ihanette bulunma manevi kirlerinden temizle." demektir. Katade diyor ki: "Araplar, ahdini bozan adama "elbisesi kirli." verdiği sözü yerine getirene ise "Elbisesi temiz." derler. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre "Elbiselerini temizle" ifadesinden maksat, "Güzel ameller işle, davanışlarını düzelt." demektir. Muhammed b. Sîrîn ve İbn-i Zeyd'e göre ise "Elbiselerini temizle" ifadesinden maksat "Elbiselerini su ile yıka ve onları necasetten arındır." demektir. Taberi bu son görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş ancak "Mânevi kirlerden ann." şeklindeki görüşün, Selefin çoğunluğunun görüşü olduğunu bildirmiştir. 5Azaba götürecek şeylerden sakın. Bu âyet-i kerime’de zikredilen kelimesini harfini ötreli okuyanlar, bundan maksadın putlar olduğunu ve âyetin manasının "Sen, putlara ibadet etmekten ve onlara hizmette bulunmaktan kaçın." demek olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas. Mücahid, İkrime, Katade,Zühri ve İbn-i Zeyd, âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. harfini esre ile okuyanlar ise bu kelimeden maksatlın "Günah işleme" olduğunu buna göre âyetin manasının "Sen, seni azaba götürecek günahlım işlemekten kaçın." demek olduğunu söylemişlerdir. İbrahim en-Nehai ve Dehhak bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. 6Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Bu âyet-i kerime, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Damre b. Habib, ebu el-Ahves, İkrime, İbrahim en-Nehai, Dehhak, Katade, Tavus ve Mücahid bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Rasûlüm, sen daha fazlasını sana versinler diye hediye verme." yani, verdiğin şeyden daha büyük bir karşılık bekleme Dehhak diyor ki; "Verdiğin hediye karşılığımla daha fazla bir şey almak faiz gbi gözükse de helâldir. Ancak bu, özellikle Resûlüllah’a yasaklanmıştır. Hasan-ı Basri ve Rebi' b. enes ise âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Yapmış olduğun amelinden dolayı rabbine karşı sitemde bulunma ve amelini gözünde büyütme. Zira, amelin, rabbinin sana verdiği nimetler karşısında çok büyük bir şeydir. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve bundan önceki âyetlerin, Resûlüllah’a, Allah’a ciddi bir şekilde yalvarmasını ve gördüğü eziyetlere karşı sabretmesini emrettiklerini, bu âyetin de o âyetlerle uyumlu bir şekilde yorumlanmasının doğru olacağını söylemiştir. Mücahid ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: Ey Rasûlüm, sen çokça hayır işlemekten gevşeme, sıkı dur." İbn-i Zeyd ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Ey Rasûlüm, sen peygamberliğini insanların başına kakarak ondan dolayı insanlardan ücret alıp malını çoğaltmaya kalkma. 7Rabbinin rızası için sabret. Mücahid ve İbn-i Zeyd bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Rasûlüm, sen, davetin karşılığında çekeceğin sıkıntılara, rabbinin rızası için sabret." İbrahim en-Nehai ise şöyle izah etmiştir: "Verdiğin şeylerden dolayı karşılık bekleme. Onların karşılığında rabbine sabret, fedakarlıkta bulun." 8Sur'a üfürüldüğü gün. 9İşte o gün, çok zor bir gündür. 10Hele kâfirler için hiç de kolay değildir. Zühri, âyette zikredilen ve "Sur" diye tercüme edilen "Nakur" kelimesinin, borazan şeklinde bir şey olduğunu söylemiştir. Ebû Said el-Hudri diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben nasıl rahat ederim ki sur sahibi suru ağzına almış, alnını yere eğmiş ve kulağını dinlemeye vermiş sur'a üfleme emrini beklemektedir." Bunun üzerine sahabiler: "Ey Allah'ın Resulü, bize neyi emredersin?" dediler. Resûlüllah da onlara: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Biz, Allah’a tevekkül ettik." deyin. Ahmed b. Hanbel, Müsned. C.3, S.73 / Tirmizi, K. Tefsir ol-Kur'an, Sûre: 39, Hadis no: 3243 buyurmuştur. Allahü teâlâ bu âyetlerde kıyamet gününün çetin bir gün olduğunu beyan etmiştir. 11Beni şu adamla başbaşa bırak. Ben onu (annesinin karnında) tek başına yarattım. Ey Rasûlüm, annesinin kamında hiçbir şey olmadığı halde tek başına yarattığım o insanı bana bırak. Onun hesabını ben göreceğim ve ona, layık olduğu cezayı vereceğim. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, İbn-Î Zeyd ve Dehhak'tan nakledildiğine göre bu âyette ve bundan sonraki âyetlerde sıfatları zikredilen bu kişiden maksat, Velid b. Muğire el-Mahzumi'dir. 12Bak. Âyet 13. 13Sonra ona bol servet ve yanından ayrılmayan oğullar verdim. Mücahid ve Said b. Cübeyr'e göre ona verilen bu servet bin dinarmış. Süfyan es-Sevri'ye göre bu servet dört bin dinarmış. Numan b. Salim'e göre onu malı, sahib olduğu araziden ibaretmiş. Ata b. Ebi Rebah'ın, Hazret-i Ömer'den Rivâyet ettiğine göre, Veli b. Muğire'ye verilen mal, her ay devam eden geliridir. Velid'in yanından ayrılmayan oğullarının sayısı Mücahid'e göre on'dur. 14Ona büyük imkanlar sağladım. 15Sonra (verdiğim nimetleri) daha da artırmamı büyük bir hırsla ister. Ben onun yaşantısını geniş kıldım. Buna rağmen o doymadı. Yine de kendisine verdiğim mal ve evlat gibi nimetleri daha da artırmamı, aç gözlülükle istiyordu. 16Hayır, çünkü o, âyetlerimize karşı aşırı inatçıdır. Hayır, hayır, onun ümit ettiği şeyler gerçekleşmeyecektir. Zira o, bizim delilimiz olan kitaplarımızı ve Peygamberlerimizi inkâr etmekte inatçıydı. 17Onu mutlaka sarp bir yokuşa sardıracağım. Ben onu hiç rahat bulamayacağı çetin bir azaba uğratacağım. Ebû Said el-Hudri Resûlüllah’ın, bu âyette zikredilen ve "Sarp yokuş" diye tercüme edilen kelimesi hakkında şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir: "Saud, ateşten bir dağdır. Kâfir yetmiş yıl ona tırmanır, sonra onunla beraber uçar. Ve o kâfir devamlı olarak böyle yapar. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 74, Hadis no: 3326 18Çünkü o, düşündü, ölçtü biçti. 19Kahrolası nasıl da ölçtü biçti? 20Yine kahrolsun, nasıl da ölçtü biçti. 21Sonra baktı. 22Sonra yüzünü ekşitip kaşlarını çattı. 23Bak. Âyet 24. 24En sonunda sırt çevirdi. Büyüklük tasladı ve "Bu eskilerden kalan bir sihirden başka bir şey değildir. 25Bu sadece bir insan sözüdür." dedi. Annesinin kamında tek başına yarattığım bu insan, Muhammed'e indirilen Kur'an hakkında düşündü. Onun hakkında ne söyleyeceğini ölçtü biçti. Lanete uğrayası, Kur'an hakkında ne söyleyeceğini nasıl da ölçtü biçti. Sonra lanete uğrayası, bunu nasıl ölçüp biçti. Sonra bu meseleye baktı. Sonra kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti. Allah’a iman etmekten ve onun indirdiğini tasdik etmekten yüz çevirdi. Hakkı ikrar etmeye karşı böbürlendi, Kur'an hakkında "Bu, başkalarından alınmış bir sihirdir. Başka bir şey değildir. Bu Kur'an sadece insan sözüdür. Bu Allah'ın kelamı değildir." dedi. Müfessirler, bu âyetlerin Velid b. Muğire'yi tasvir ettiklerini söylemişlerdir. Bu hususta İkrime diyor ki: "Velid b. Muğire, Resûlüllah’a geldi. Resûlüllah ona Kur'an okudu. Veüd Resûlüllah’a karşı yumuşar gibi oldu. Bu durum Ebû Cehil'e intikal etti. Bunun üzerine Ebû Cehil Velid b. Muğire'ye "Ey amcam, kavmin sana yardım topluyor." dedi. Velid: "Niçin?" diye sordu. Ebû Cehil "Sana vermeleri için. Çünkü sen, Muhammed'e giderek onda bulunan şeylere tenezzül etmişsin." dedi. Velid: "Kureyş de biliyor ki, ben onların içinde çok malı olan biriyim." diye cevap verdi. Ebû Cehil: "O halde Muhammed aleyhinde bir şey şöyle ki kavmin, onun söylediklerine karşı çıktığını ve onu sevmediğini bilsinler." dedi. Veüd: "Ben onun hakkında ne söyleyeyim. Vallahi içinizde şiirleri, recezleri, kasideleri ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. Vallahi onun söylediğinin bir tatlılığı var. Onun söylediği, kendisinin dışında olanları yıkıyor. Vallahi o yükselir, hiçbir şey onun üstüne çıkamaz." diye cevap verdi- Ebû Cehil: "Vallahi kavmin, onun hakkında bir şey söylemedikçe senden razı olmazlar." dedi. Velid "Bırak beni onun hakkında biraz düşüneyim." diye cevap verdi. Düşündükten sonra ise, "Onun söyledikleri başkasından alınan bir şiirdir." dedi. İşte bunun üzerine "Beni şu adamla başbaşa bırak." âyetinden, "Onun üzerinde on dokuz melek vardır." âyetine kadar olan kısım nazil oldu. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Velid b. Muğire, Ebubekir b. Ebi Ku-hafe'nin yanına gitti. Ona Kur'andan sordu. Ebubekir ona Kur'an okuyunca Velid onun yanından çıkıp Kureyşin yanına gitti. Ve onlara şöyle dedi: "İbn-i hbi Kebşe'nin (Muhammed'in) söylediklerine şaşılır. Vallahi o ne şiirdir ne de sihir. Ne de delilikten kaynaklanan saçmalık. Şüphesiz ki onun söylediği, Allah kelamıdır." Bunları işiten Kureyşliler aralarında toplandılar ve "Vallahi şuyet Velid dinini değiştirecek olursa bütün Kureyşliler dinlerini değiştirirler." dediler. Ebû Cehil bu meseleyi işitince "Vallahi ben ona yeterim. Bu meseleyi bana bırakın." dedi. Gidip Velid'in yanına vardı ve ona: "Kavmin sana sadaka topladı görmüyor musun?" dedi. Velid: "Ben onların mal ve evladı en çok olanı değil miyim?" diye cevap verdi. Ebû Cehil: "Senin, İbn-i Ebi Kuhafe'ye (Ebubekir'e), onun yemeğinden faydalanmak için gidip geldiğini söylüyorlar." dedi. Velid: "Benim kabilem bunu mu söyledi? Onlar artık diğer Kusay oğulları hakkında da bir şeyler söylemekten geri durmazlar. Ben artık ne Ebubekir'e, ne Ömer'e ne de İbn-i Ebi Kebşe'ye yaklaşırım. İbn-i Ebi Kebşe'nin sözleri başkalarından alınan sihirli sözlerden başka bir şey değildir." dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Beni şu adamla başbaşa bırak.." âyetinden "O, insan derisini yakıp kavurarak simsiyah eder." âyetine kadar olan âyetler nazil oldu. 26Ben onu mutlaka "Sakar" denilen cehenneme sokacağım. 27Sen "Sakar"ın ne olduğunu nereden bileceksin? 28O, ne bir şey geri bırakır ne de yakmaktan vazgeçer. 29O, insan derisini yakıp kavurarak simsiyah eder. 30Onun üzerinde on dokuz zebani vardır. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerimelerde, yukarı sıfatları zikredilen insanları, herşeyi yakıp yok etlen "Sakar" cehennemine koyacağını, cehennemin, onların derilerini yakarak değiştireceğini ve cehennemde on dokuz meleğin vazifelendirildiğini beyan etmektedir. Cabir b. Abdullah diyor ki: "Yahudilerden bir kısım insanlar, Resûlüllah’ın sahabilerine gelerek: "Sizin, Peygamberiniz, cehennemin zebanilerinin kaç tane olduğunu biliyor mu?" diye somdular. Sahabiler: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimizesorulur." dediler. Bunun üzerine bir adam Resûlüllah’a gelerek: "Ey Rasûlüm, bugün senin sahabilerin mağlup edildi." dedi. Resûlüllah "Ne ile mağlup edildiler?" diye sordu. Adam: "Yahudiler onlara "Sizin Peygamberiniz, cehennem zebanilerinin sayısını biliyor mu?" diye sordular." dedi. Resûlüllah: "Onlar ne cevap verdiler?" diye sordu. Adam: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimize soralım." dediler." diye cevap verdi. Resûlüllah: "İnsanlara bilmedikleri bir şey sorulur onlar da "Biz bunu bilmiyoruz. Peygamberimize soralım." derlerse mağlup mu olurlar? Halbuki kendileri Peygamberlerine,"Sen bize Allah’ı açıkça göster." şeklinde isteklerde bile bulunmuşlardır. "O, Allah düşmanları bana gelsinler ben onlara cennetin toprağının ne olduğunu soracağım. Aslında onun toprağı, un şeklinde ince bir topraktır." dedi. Yahudiler Resûlüllah’a geldiler ve "ey Ebel Kasım, cehennemin zebanileri kaç tanedir?" diye sordular. Resûlüllah, pamıaklarının önce on'unun birden daha sonra da dokuzunu göstererek, "Şu ve şu kadardır." dedi. Yahudiler: "Evet" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah onlara "Cennetin toprağı nedir?" diye sordu. Yahudiler biraz sustular, sonra: "ey Ebel Kasım o, ekmektir." dediler. Resûlüllah onlara: "Elemek undandır." dedi. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur’an, Sûre: 74, Hadis no: 3327 Yani, cehennemin toprağı ekmek değil, un şeklinde ince topraktır." demek istedi. 31Biz, cehennem zebanilerini sadece meleklerden yaptık. Biz, onların sayılarını kâfirler için bir imtihan vesilesi kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler. Mü’minler imanlarını kuvvetlendirsinler. Kitap ehli ve mü’minler şüpheye düşmesinler. Kalblerinde hastalık olanlar ve kâfirler de "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. Bu misalle Allah, dilediğini sapıtır ve dilediğini hidâyete erdirir. Rabbinin ordularını kendinden başka kimse bilemez. Bu, insanoğluna bir hatırlatmadır. Âyet-i kerime’de "Biz, cehennem zebanilerini sadece meleklerden yaptık." buyurulmaktadır. Bu âyetin nüzul sebebi hakkında Abdullah b Abbas diyor ki: "Ebû Cehil, "Cehennemin üzerinde on dokuz zebani vardır." âyet-i kerimesiyle bu âyeti işitince Kureyşlilere şöyle demiştir: "Vay anneleri kendilerini kaybedesi Kureyşliler. Ben, İbn-i Ebi Kebşe'nin (Muhammed'in) cehennem zebanilerinin sayısının on dokuz olduğunu haber verdiğini işitiyorum. Sizlerse çok sayıdasınız. Sizden on kişi, zebanilerden birine güç yetirmekten âciz misiniz?" Bunun üzerine Allahü teâlâ,Resûlüllah’a, Ebû Cehil'e gitmesini, Mekke'nin "Batha" denilen vadisinde elinden tutarak ona şöyle demesini vahyetti: "Gerektir sana bela gerek." (Kahrolasın) Sonra yine gerektir sana bela gerek;" (Belaya uğrayasın)" Kıyamet Sûresi, 75/34-35 Resûlüllah Ebû Cehil'e bunu yapınca Ebû Cehil şöyle dedi: "Vallahi sen de rabbin de birşey yapamazsınız." Fakat Allah onu, Bedir gününde rezil etti. Âyet-i kerime’nin devamında: "Biz, onların sayılarım kâfirler için bir imtihan vesilesi kıldık.." buyurulmaktadır. Bu âyet, Ebû Cehil ve Ebul Eşeddîn gibi kâfirlerin, bu melekleri yalanlamaları ve arkadaşlarına "Ben onlara yeterim" şeklinde sözler söylemeleri dolayısıyla, fitneye düştüklerini beyan etmektedir. Âyette "Kendilerini kitap verilenler, kesin bilgi edinsinler." buyurulmaktadır. Cehennem zebanilerinin sayısının on dokuz olduğu, Tevrat ve încilde de zikredildiğinden, Kur'an-ı Kerim'de de aynı sayı zikredilince kitap ehli olan Yahudi ve Hristiyanlar, Kur’an’ın ve Hazret-i Muhammed'in hak olduklarını kesin olarak öğrenmiş olurlar. Âyet-i kerime’de yine: "Rabbinin ordularını kendinden başka kimse bilemez.." buyurulmaktadır. Allahü teâlânın ordusu, Ebû Cehil'in sandığı kadar sadece cehennemin üzerindeki on dokuz zebaniden ibaret değildir. Kaldı ki bu zebanilerin her biri çok büyük ve çok güçlüdürler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi kat gökte bulunan "Beytül Ma'muru" anlatırken oraya girip çıkan melekler hakkında şöyle buyurmuştur: "Her gün orada yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan bir çıkan bir daha oraya dönmez. Oraya son girişleri olur." Buhari, K. Bed’ül Halk, bab: 6/ Müslim, K. el-İman, bab: 264, Hadis no: 164 Âyet-i kerime’nin sonunda "Bu, insanoğluna bir hatırlatmadır." buyurulmaktadır. Yani, "Sakar" adındaki cehennem, insanoğluna bir hatırlatma olarak zikredilmiştir. 32Bak. Âyet 36. 33Bak. Âyet 36. 34Bak. Âyet 36. 35Bak. Âyet 36. 36Hayır, hayır (Sakar onların düşündükleri gibi değildir) ay'a, geçip giden geceye ve ağaran sabaha yemin olsun ki "Sakar" insanları uyaran en büyük hadiselerden biridir. 37Evet o, sizden ileri giden veya geri kalanlar için bir uyarıdır. Hayır, hayır, müşrikler, cehennem zebanilerine galip gelecek değillerdir. Ay'a, karanlığı çekilip giden geceye, aydınlatan sabaha yemin olsun ki, cehennem en büyük olaylardan biridir. O cehennem, insanoğlunu uyarmaktadır. Evet o, sizden Allah’a itaatte ileri gitmek isteyenler için veya Allah’a isyandan geri kalmak isteyenler için bir uyarı aracıdır. Âyette zikredilen "Uyarıcı" sıfatı, Hasan-ı Basri'ye göre cehenneme, Ebû Rezin'e göre, Allahü teâlâya, İbn-i Zeyd'e göre ise Resûlüllah’a aittir. Meal birinci görüşe göre hazırlanmıştır. 38Herkes kazandığına karşılık bir rehindir. 39Ancak amel defteri sağından verilenler bunun dışındadır. 40Bak. Âyet 42. 41Bak. Âyet 42. 42Onlar cennetlerdedirler. Onlar suçlulara sorarlar: "Sizi "Sakar" cehennemine sürükleyen nedir?" Emir ve yasaklarla mükellef olan herkes, dünyada işlediği günahının karşılığında cehennemde rehin olarak tutulacaktır. Ancak amel defterleri sağdan verilenler müstesnadır. Bunlar cehennemde rehin tutulmayacak, cennetlerin içine konulacaklardır. Zira, Allah onların kusurlarını affedecektir. Onlar, cehennemde olan günahkarlara; "Sizi, "Sakar" cehennemine sokan sebep nedir?" diye soracaklardır. Âyette zikredilen ve "Amel defteri sağdan verilenler." şeklinde tercüme edilen "Ashab-ı Yemin"den maksat, Hazret-i Ali'ye göre müslümanların çocukları, Abdullah b. Abbas'a göre ise melekler olduğu Rivâyet edilmiştir. Zira, daha sonraki âyette "Ashab-ı Yemin"in günahkarlara "Sizi cehenneme sokan nedir?" diye sordukları zikredilmektedir. Bu da bu soruyu soranların, çocuklar ve melekler gibi günah işlemeyen kimseler olduklarını göstermektedir. Çünkü, mükellef olan ve günah işlemeye müsait olan insanların suçlulara bu soruyu sormaları beklenemez. Zira onlar da insanı cehenneme sokan sebebin, günah işlemek olduğunu bilmektedirler. 43Suçlular şöyle cevap verirler: "Biz, namaz kılanlardan değildik. 44Yoksullara bir şey yedirmezdik. 45Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık. 46Ceza gününü yalanlardık. 47Ölüm gelip çatıncaya kadar bu halde devam ettik." Suçlular, kendilerine, "Sizi cehenneme sokan sebep nedir?" diye soran "Ashab-ı Yemin'e" şu cevabı vereceklerdir: "Biz, dünyada iken, Allah için namaz kılanlardan değildik. Biz, Allah'ın bize verdiği nimetlere karşı cimri davranarak yoksulları doyurmazdik. Batıl şeylere dalanlarla birlikte biz de dalardık. Bizler, ceza ve hesabın bulunacağı âhiret gününü yalanlardık. Sevap veya cezanın verileceğine inanmazdık. Nihâyet bize, kesin haberi veren ölüm geldi. 48Bu suçlulara şefaat edenlerin şefaati fayda vermez. Allah'ın, bir kısım günahkârlar için şefaat etmelerine izin verdiği bu gibi günahkarlara şefaatleri fayda yenileyecektir. Bu âyet-i kerime’den, Allahü teâlânın, yaratıklarından bir kısmına, diğerlerine şefaat etmeleri için izin vereceği hükmü çıkarılmaktadır. Peygamber efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Peygamberler, melek ve mü’minler şefaatçi olacaklardır. Cebbar olan Allah, "Benim şefaatim kaldı." diyecektir, Cehhennem ateşinden bir avuç alacak onunla, yanıp kararmış olan kavimleri cehennemden çıkaracak, onlar, cennetin başında bulunan ve kemlisine "Hayat suyu" denilen nehire atılacaklar ve onların vücutları, sel yataklarında biten dere otu gibi bitecektir..." Buhari, K. et-Tevhid, bab: 24 Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur: "Sonra Allahü teâlâ, rahmetiyle dilediğini cehennem ateşinden kurtaracak sonra meleklere, Peygamberlere ve şehitlere şefaat etmeleri için izin verilecek onlar da şefaatçi olup cehennemden insanları çıkaracaklar, tekrar şefaatçi olup tekrar çıkaracaklar tekrar şefaatçi olup tekrar çıkaracaklardır. Ahmed b. Hanhel, Müsned, c.5, S.43 Peygamber efendimiz, diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden bir kişinin şefaati ile Temim oğullarından daha fazla insan cennete girecektir." Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü, o kimse senin dışında bir kimse mi olacaktır?" Resûlüllah: "Evet, benim dışımda bir kimse olacaktır." Ebû Davud, K. el-Cihad, bab: 26, Madis no: 2522 buyurdu. Ebudderda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir: "Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir." Ebû Davud, K. el-Cihad, bab: 26, Hadis no: 2522 Peygamber efendimiz, başka bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştun "Her Peygambere bir hak verilmiştir. Hepsi de onu dünyada kullanmakta acele etmiştir. Ben ise bu hakkımı, ümmetime şefaat için geri bıraktım. Ümmetimden öyle adam vardır ki, insanlardan büyük bir kitleye şefaatçi olur da onlar cennete girerler. Öyle kimse vardır ki bir kabile için şefaatçi olur. Öyle kimse de vardır ki, akrabalarına şefaatçi olur. Öyle kimse vardır ki üç kişiye, iki kişiye, bir kişiye şefaatçi olur." Ahmed b. Hanbel, Müsned, C..1, S.20 Abdullah "Sizi sakar cehennemine sürükleyen nedir?" "Suçlular şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik." "Yoksullara bir şey yedirmezdik. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık." "Ceza gününü yalanlardık." âyetlerini okuduktan sonra elinin dört parmağını avucuna doğru kapatmış "Siz, zikredilen şu dört şeyi yapanlarda herhangi bir hayır görüyor musunuz? Dikkat edin, cehennemde bu dört şeyi işleyenler dışında kimse bırakılmayacaktır." demiştir. 49Hal böyleyken bunlara ne oluyor da öğütten yüzçeviriyorlar? Durum böyle iken bu müşriklere ne oluyor da Kur'andan yüzçeviriyorlar. Ondan öğüt ve ibret almıyorlar? 50Bak. Âyet 51. 51Arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçışıyorlar. Âyette geçen ve "Arslan" diye tercüme edilen (......) kelimesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Ebû Mûsa el-Eş'ari, Mücahid, İkrime ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bundan maksat, "Okçular" demektir. Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesi "Avcılar" anlamına gelmektedir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir başka görüşe göre ise kelimesinden maksat, "erkekler topluluğu", başka bir görüşe göre ise "Erkeklerin çıkardığı ses"tir. Ebû Hureyre, İbn-i Zeyd'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre ise kelimesi "Aralan" anlamına gelmektedir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. 52Daha doğrusu her biri kendilerine apaçık sahifeler verilmesini istiyor. Müşriklerin Kur'andan yüzçevirmeleri, onun, Allah katından geldiğini bilmemelerinden değil herbirinin ayrı ayrı kendisine kitap indirilmesini istemeleri ndendir. Katade diyor ki: "İnsanlardan bazıları: "Ey Rasûlüm, eğer sana uymamızı istiyorsan falan ve filanlara, sana uymamızı emreden özel bir kitap getir." dediler. 53Hayır, hayır, doğrusu onlar âhireften korkmuyorlar. Hayır, hayır onlara apaçık sahifeler verildiğinde peygamberleri tasdik edecek değillerdir. Çünkü onlar, öldükten sonra âhirette diriltilip hesaba çekileceklerinden korkmuyorlar. İşte onları, Kur'andan yüz çevirten asıl sebep budur. 54Hayır, hayır, yüzçevirdikleri bu Kur'an, gerçekten bir öğüttür. 55Dileyen öğüt alır. 56Ondan ancak Allah diterse öğüt alırlar. Allah, kendinden korkulmaya ve affetmeye daha layıktır. Hayır, müşriklerin dediği gibi Kur'an, başkalarından alınan bir büyü veya bir beşer sözü değildir. Fakat o, Allah tarafından, yaratıklarına bir hatırlatmadır. Ancak kullarından kime bu Kur’an’la öğüt verecek olursa o kul, Kur'andan öğüt alır. Allah dilemedikçe Kur'an kendilerine hatırlatılan hiçbir kimse ondan öğüt alamaz. Zira Allah’tan başka kimsenin buna gücü yetmez. Allah, cezalandırmasından korkulmaya ve tevbe edenleri affetmeye daha layıktır. Enes b. Malik, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in "Allah, kendisinden korkulmaya ve affetmeye daha layıktır." âyeti hakkında şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir: "Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: "Ben, kendisinden korkulmaya daha layık olanım. Kim benden korkar da benimle birlikte başka bir ilâh edinmeyecek olursa onu affetmeye de ben layıkımdır." Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 74, Hadis no: 3328 |
﴾ 0 ﴿