İNSAN SÛRESİİnsan Sûresi, otuz bir âyettir ve Medine'de nazil olmuştur. Bu mübarek surenin fazileti hakkında Ebû Hureyre (radıyallahü anh) tarafından şu hadis Rivâyet edilmektedir: Ebû Hureyre (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in, Cuma günü sabah akşam namazında secde suresini ve insan (Dehr) suresini okuduğunu Rivâyet etmiştir. Buhari, K.el-Cuma, bab: 10 / Müslim, K.el-Cuma, bab: 65, 66, Hadis no: 880 Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Gerçekten insanın üzerinden öyle bir zaman geçti ki o vakit insan anılan bir şey değildi. Âyet-i kerime’de zikredilen "İnsan" Katade'ye göre Hazret-i Âdem'dir. Katade bu hususta diyor ki: "Allah'ın yarattığı en son varlık Hazret-i Âdem'dir." İnsanın üzerinden geçtiği beyan edilen zamanın ne kadar bir süre olduğu hakkında iki görüş zikredilmektedir. Bazılarına göre bu zaman kırk yıldır. Bunlara göre Hazret-i Âdem çamurdan, insan şeklinde yaratıldıktan sonra kendisine ruh üfleninceye kadar kırk yıl geçmiştir. Bu sebeple âyette insanın üzerinden belli bir varlık olmadığı zikredilmiştir. Diğer bir kısım âlimlere göre ise insanın üzerinden geçtiği zikredilen bu zamanın sınırları belli değildir. Bu itibarla insana ruh üflenmeden veya yaratılmadan önce "Üzerinden su kadar zaman geçti" demek doğru değildir. 2Şüphesiz ki biz insanı karışık bir damla sudan yarattık. Biz onu imtihan ederiz. Biz onu işiten ve gören bir şekilde var ettik. Âyet-i kerime’de, meninin karışık bir damla su olduğu ifade edilmektedir. Karışık olmaktan maksat, İkrime, Abdullah b. Abbas, Rebi b. Enes, Hasan-i Basri ve Mücahid'e göre, erkek ve kadının menilerinin birbirlerine karışmalarıdır. Taberi de bu görüşü tercih etmişiir. Abdullah b. Abbas, İkrime ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre "Karışık bir damla su" ifadesinden maksat, insanın yaratılışındaki çeşitli aşamalardır. İnsan, ana rahminde bir damla su iken pıhtılaşmış kan haline gelir. Sonra bir çiğnem ete dönüşür, daha sonra kemikler oluşur. Sonra Allah o kemikleri ete bürür. Daha sonra da bambaşka bir yaratık haline getirir. Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilen başka bi görüşe göre "Kanşık bir damla su"dan maksat, renkleri değişik olan menilerin birbirine karışmasıdır. Erkeğin menisi beyaz ve kırmızımsı iken kadının menisi kırmızı ve yeşilimsidir. Diğer bir görüşe göre "Karışık bir damla su" ifadesinden maksat, insanın aslı olan meninin çeşitli maddeleri ihtiva etmesidir. 3Doğrusu biz ona hidâyet yolunu gösterdik. Ya şükreder veya nankörlük eder. Doğrusu biz, insana, cennete giden yolu gösterdik ve tanıttık. O, ya şükredicidir yahut nankördür. Mücahid bu âyeti şöyle izah etmiştir: Biz, insana cennetlik ve cehennemlik olma yolunu göstermişizdir. O, ya cennetlik olur veya cehennemlik." Katade ise şöyle izah etmiştir: Biz insana, gideceği yolu göstermişizdir. O, ya nimetlere karşı şükreden veya nankörlük edendir.' 4Doğrusu biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alev alev yanan bir cehennem hazırladık. Doğrusu biz, nimetlerimize karşı nankörlük eden ve emirlerimize karşı gelenler için cehennemde bağlanacakları zincirler, elleri boyunlarına raptedilecek halkalar ve üzerleri ne-al ev alev yanacak olan ateşler hazırladık. 5Şüphesiz iyilikte bulunanlar (cennette) kâfur katılmış bir kadehten içerler. Şüphesiz ki rablerinin emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak takvaya eren mü’minler âhirette, içine kâfur kokusuna benzeyen maddeler katılmış bir kaseden su içeceklerdir. Bir kısım âlimler, âyette zikredilen "Kâfûr'un, cennette bir pınar olduğunu söylemişlerdir. 6Bu, Allah'ın kullarının içecekleri ve istedikleri yerden fışkırtacakları bir pınardır. Cennetliklerin kaselerine konacak olan kâfur kokulu meşrubat, Allah'ın, cennete koyduğu kullarının içecekleri bir pınardır. Onlar o pınarı diledikleri yerde ve diledikleri şekilde artabileceklerdir. Mücahid, âyette geçen "İstedikleri yerden fışkırtacaklar" ifadesini, "Diledikleri yöne çevirebilecekler, diledikleri yere götürecekler." şeklinde izah etmiş, Süfyan es-Sevri ise "Onu diledikleri yerde kullanabileceklerdir." şeklinde izah etmiştir. 7O takva sahibi mü’minler, adaklarını yerine getirirler, şerri yaygın olan bir günden korkarlar. Takva sahibi mü’minler, Allah’a itaat hususunda yaptıkları, namaz kılma, zekat verme ve Hac yapma gibi adaklarını yerine getirirler ve onlar, adaklarını yerine getirmemek hususunda, şerri her tarafı kuşatan günde, Allah'ın kendilerine azap edeceğinden korkarlar. Kişi, sevap işleme hususunda yapmış olduğu adağı yerine getirmekle yükümlü olduğu halde, günah işleme hususunda yaptığı adağı yerine getirmemekle mükelleftir. Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim, Allah’a itaat edeceğine dair bir adak yapacak olursa Allah’a itaat etsin. Kim de Allah’a isyan hususunda bir adak yapacak olursa Allah’a isyan etmesin." Buhari, K.el-Eyman, bab: 28 8Onlar, yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde onu yoksula, yetime ve esire yedirirler. Takva sahibi o mü’minler, yemek yemeye iştahları olduğu halde o yemeği kendileri yemeyip ihtiyaç sahibi yoksullara, babası ölmüş yetimlere, esirlere ve mahkumlara yedirirler. Âyette zikredilen "Esirler"den maksat, Katade, İkrime ve Hasan-i Bas-ri'ye göre müşrik olan esirlerdir. Zira bu âyetin nazil olduğu sıradaki esirler, müşriklerden alınan esirlerdi. Mücahid ve Said b. Cübeyr'e göre ise bu âyette zikredilen "Esirler"den maksat, mü’minlerin mahkumlarıdır. Taberi, esir kelimesinin bu iki sınıfı da kapsayacağını söylemenin daha doğru olacağını ifade etmiştir. Zira bu ifadeyi belli bir sınıfa tahsis etmeyi gösteren bir delil yoktur. 9Ve şöyle derler: "Biz sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Mücahid ve Said b. Cübeyr diyorlar ki: "Takva sahipleri, kendilerine ikramda bulundukları kişilere bu sözleri bizzat söylemezler. Fakat Allahü teâlâ onların kalblerinde. olanı bildiği için onları bu gibi sözlerle över ki bu tür amellere devam etsinler. 10Çünkü biz, asık suratlı ve katı bir günde rabbimizin azabından korkarız. O takva sahibi mü’minler sözlerine şöyle devam ederler: "Biz, sizden bir karşılık beklemek veya bir teşekkür ümid ederek yemek yedirmeyiz. Biz sizlere, dehşetinden dolayı yüzlerin asık olacağı bir günde rabbimizin bizi güvene kavuşturmasını dileyerek sizlere yemek yediriyoruz. Âyet-i kerime’de, kıyamet gününün, asık suratlı ve dehşetli olduğu zikredilmiştir. Kıyamet gününün bu sıfatları çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan rivâyet ettiğine göre "Asık suratlı" diye tercüme edilen "Abusen" kelimesinden maksat, "Sıkıntıh" demek ve "Katı" diye tercüme edilen "Kamtariran" kelimesinden maksat da "Uzun" demektir. Bu izaha göre kıyamet günü, sıkıntılı ve uzun bir gün olarak sıfatlandınlmıştır. İbn-i Zeyd'e göre ise kelimesinden maksat, "Şerli", kelimesinden maksat ise "Şiddetli" demektir. Buna göre kıyamet günü "Şerli ve şiddetli bir gün" olarak sıfatlandırılmıştır. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat, "Yüzünü ekşiten", kelimesinden maksat ise "Kaşları çatan, alnı kırıştıran gün" demektir. İkrime'ye ve onun Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre onlar bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: Kıyamet gününde kâfir suratını ekşitir. Öyle ki iki gözünün arasından katran gibi bir ter akar. İşte bu terin adıdır. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Takva sahibi mü’minler derler ki: "Şüphesiz ki bizler, kâfirlerin yüzlerini ekşiterek, alınlarından katran gibi ter döktükleri kıyamet gününde rabbimizin bizi cezalandırmasından korkarız." Katade diyor ki: "Kıyamet gününün dehşetinden dolayı o gün yüzler ekşitilecek ve kaşlar çatılacaktır." 11Allah da onları o günün şiddetinden korur. Yüzlerine güzellik verir, kalblerini sevinçle doldurur. Allah da, dünyada iken, onu razı edecek ameller yaptıklarından dolayı bu takva sahibi insanları o şiddetli kıyamet gününün şerrinden korur. Yüzlerine parlaklık, kalblerine sevinç verir." 12Onların sabırlarının mükafaatı cennet ve ipekten elbiselerdir. Takva sahibi mü’minlerin, dünyada iken Allah itaatte sabretmelerinin ve onu razı edecek amellere tahammül etmelerinin karşılığı olarak Allah onları cennete koymakla ve onlara orada ipekten elbise giydirmekle mükafaatlandırmıştır. 13Onlar cennette koltuklara yaslanırlar. Orada ne güneşin sıcaklığını ne de soğuğun şiddetini görürler. Takva sahibi mü’minler, cennette koltuklara yaslanırlar. Onlar cennette ne kendilerine eziyet verecek bir güneş sıcaklığı ne de kendilerini üşütecek bir soğukluk göreceklerdir. Âyette geçen "Zemherir" kelimesinden maksat, "Şiddetli soğuk" demektir. Allahü teâlâ, cennetlikleri hem güneşin sıcağından hem de kışın soğuğundan koruyacak olan gerçek selamet yurdu olan cennette huzur içinde yaşatacaktır. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde cehennemin soğuğunun "Zemherir" adını taşıdığını beyan etmiş ve buyurmuştur ki: "Cehennem ateşi rabbine şikâyetçi olarak "Ey rabbim, kendi kendimi yedim." demiştir. Bunun üzerine Allah ona iki kere nefes alma izni vermiştir. Bir nefesi kışta diğeri yazdadır. İşte bu sizlerin hissettiğiniz en şiddetli sıcak ve yine sizlerin hissettiğiniz en şiddetli zemherir soğuğudur." Buhari, K. Mevakıt es- Salah, bab: 9 14Cennetin ağaçlarının gölgesi onların üzerine düşmüş ve meyvelerinin koparılması kolaylaştırılmıştır. Mücahid diyor ki: "Cennetlik olan kimse cennetteki ağaçtan meyveyi koparmak için ayağa kalktığında ağaç onun ulaşacağı bir yere kadar yükselir. Yatacak olursa yine onun ulaşacağı bir yere kadar eğilir. İşte meyvelerin toplanmasının kolaylaştınlmasından maksat budur. Katade ise diyor ki: "Cennetliklerin, ağaçlara uzattıkları ellerine ne uzaklık ne de diken engel olacaktır." 15Çevrelerinde gümüşten billur kaplar ve kupalar dolaştırılır. Cennetliklerin yemek yedikleri ve su içtikleri kaplar billur gibi şeffaf gümüştendir. Bunların dünyada benzeri yoktur. Çünkü bu dünyada gümüşten olan ve aynı zaman şeffaf olan bir madde yoktur. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Cennette hiçbir şey yoktur ki onun benzeri size dünyada verilmiş olmasın. Ancak gümüşten olan şeffaf kristaller müstesnadır." Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Hasan-ı Basri, bu âyet-i kerime’yi izah ederlerken âyetin, cennetteki kap ve bardakların, gümüş gibi beyaz, cam gibi şeffaf olduklarını beyan ettiğini söylemişlerdir. 16Onların billurları gümüştendir. Takdim edenler, cennet halkına göre ayarlamışlardır. O bardak ve kapların, billur gibi şeffaf olan maddeleri gümüştendir. Onların içinde yiyecek ve içecek getirenler, onları yiyecek ve içecek olan kişilerin ihtiyacı kadar ayarlarlar. Getirdikleri ne fazla olur ne de eksik. Hasan-ı Basri, Said b. Ctibeyr, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd, âyette zikredilen "Takdim edenler, cennet halkına göre ayarlamışlardır." cümlesini, "Takdim edenler, cennetliklerin içecekleri kadar meşrubat ayarlarlar. Getirdikleri meşrubat ne artar ne de eksik olur." şeklinde izah etmişlerdir. Abdullah b. Abbas ise bu ifadeyi: "Kupalar, hizmetçilerin ve hizmet edilenlerin ellerinin büyüklüğüne göre ayarlanmıştır." şeklinde izah etmiştir. 17Cennette mü’minlerc, zencefil katılmış kadehler sunulur. Katade ve Mücahid, cennetliklerin içecekleri meşrubata zencefil karıştırılarak içirileceğini söylemişler diğer bir kısım âlimler ise âyette zikredilen zencefilin cennette özel bir ırmağın adı olduğunu, o ırmağın suyunun meşrubatlara katılacağını söylemişlerdir. Bu görüş de Katade'den nakledilmiştir. 18O, cennette, "Selsebil" denilen bir kaynaktır. Takva sahibi mü’minlerin içtikleri, içine zencefil katılmış olan meşrubat, cennette, selsebil diye adlandırılan bir pınardan çıkar. Katade, "Sels'ebil" kelimesinin, "Akıcı" anlamına gelen "Selaset" kötünden türediğini ve pınarın bir sıfatı olduğunu ve bundan maksadın da, suyu kolayca akan ve boğazdan kolayca geçen ve cennetliklerin diledikleri yere akan bir pınar olduğunu söylemişlerdir. Mücahid ise, pınarın hızlı akışından dolayı ona "Selsebil" adının verildiğini söylemiştir. İkrime ise "Selsebil" kelimesinin, cennette bulunan bir ırmağın adı olduğunu söylemiştir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi, suyun tatlılığı ve insanın boğazından kolayca geçmesidir. Taberi diyor ki: "Doğru olan görüş, selsebil kelimesinin, pınarın sıfatı olduğunu söyleyen görüştür. Pınarın selsebil diye vasıflandınlmasının sebebi ise insanın boğazından kolayca geçmesi, akarken de kolayca akması ve cennet ehlinin emirine âmâde olmasıdır. 19O mü’minlerin çevrelerinde, cennette ebedi kalacak gençler dolaşır. Onları görsen, saçılmış birer inci sanırsın. Âyette geçen ve "Ebedi kalmak" diye tercüme edilen "Muhalledûn" kelimesi Katade tarafından "Ölmeyecekler" şeklinde izah edilmiş, diğer bazı âlimler tarafından ise "Gençlikleri değişmeyecek" şeklinde izah edilmiştir. Diğer bir kısım âlimler de bu ifadeden maksadın "Kolları bilezikli" demek olduğunu başka bir kısım âlimler ise "Kulakları küpeli" demek olduğunu söylemişlerdir. Cennetliklere hizmet eden bu gençler tenlerinin beyazlığı ve sayılarının çokluğu yönünden çevreye saçılan incilere benzetilmişlerdir. Abdullah b. Amr diyor ki: "Cennetliklerden hiçbir kimse yoktur ki onun için bin "Ğilman" hizmet görmüş olmasın. Bunlardan her biri diğerinden ayrı bir vazife yapacaktır." 20Cennetin neresine bakarsan bak, bol nimet ve büyük bir mülk görürsün. Ey Rasûlüm, sen o cennetin neresine bakacak olursan orada cennetliklere verilmiş bol nimetler ve büyük bir mülk görürsün. *Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, cennetliklere verilen yerin genişliğini belirterek şöyle buyurmuştur: "Cennetliklerin en aşağı mertebede olanı, mülküne iki bin yıllık bir mesafeden bakar. Onun en uzak yerini, en yakın yerini gördüğü gibi görür." Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.13 Mücahid ve Süfyan es-Sevri, bu âyette zikredilen "Büyük mülk"ten maksadın, meleklerin, cennetliklerin selamlamaları ve onlardan izin istemeleri olduğunu söylemişlerdir. 21Cennet halkının üzerinde ince yeşil ipekten ve kalın atlastan elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz içecekler ikram eder. Takva sahibi mü’minlerin üzerinde iç elbiseleri olarak ince yeşil ipek, dış elbiseleri olarak da parlak kalın atlas vardır. Onlar, gümüşten bileziklerle süslenecekler, rableri onlara tertemiz meşrubatlar bahşedecektir. Öyle ki, onların içtikleri bu meşrubatlar, idrara ve necasete dönüşmeyecek, vücutlarından misk gibi kokan ter olarak atılacaktır. Ebû Kılabe diyor ki: "Cennetlikler, diledikleri kadar yeyip içtikten sonra tertemiz meşrubatlar isteyecek ve onu içeceklerdir. Bununla karınları temizlenecektir. Öyle ki onların yedikleri ve içtikleri, tere ve misk gibi kokan havaya dönüşecektir. Bu sebeple karınları devamlı çekik olacaktır." Mücahid, burada zikredilen temiz meşrubattan maksadın, Allahü teâlânın, cennetliklere lütfedeceğini beyan ettiği meşrubatlar olduğunu söylemiştir. Âyette geçen ve "Tertemiz içecekler" diye tercüme edilen "Şeraben Tahuran" kelimesinden maksadın, suyu cennette akan bir nehir olduğu, günah işleyenlerin o nehirde yıkanarak benek benek hale gelen tenlerinin onunla temizleneceği rivâyet edilmiştir. 22Şüphesiz bütün bu nimetler, dünyadaki çalışmalarınızın mükafa* atıdır. Çalışmalarınız makbul sayılmıştır" denir. Takva sahibi mü’minlere âhirette şöyle denecektir. "Size verilen bu ikramlar, dünyada iken işlediğiniz salih amellerin karşılığıdır. Zira sizin dünyadaki gayretleriniz rabbiniz tarafından makbul görülmüş ve bu yüzden mükafaatlandırılmıştır. Katade diyor ki: "Allah onların günahlarını affetti ve yaptıkları iyiliklere karşı da teşekkürde bulundu." 23Ey Rasûlüm, şüphesiz ki Kur’an’ı sana biz indirdik biz. 24Rabbinin hükmüne sabret. İnsanların günahkarlarına veya nankör olanlarına uyma. Ey Rasûlüm, seni imtihan etmek için sana Kur’an’ı biz indirdik biz. O halde sen, rabbinin farzlarını yerine getinnek ve peygamberliğini tebliğ etmek hususundaki imtihanına karşı sabret. Kavminin müşriklerinden günah işleyene veya rabbinin nimetlerine karşı nankörlük edene itaat etme. Katade diyor ki: "Ebû Cehil "Vallahi şâyet Muhammed'in namaz kıldığını görecek olursam ayağımı boynuna basacağım." dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "İnsanların günahkarlarına veya nankör olanlarına uyma" âyetini indirdi. 25Sabah akşam rabbinin adını an. Ey Rasûlüm, sabah namazında, öğle ve ikindi namazında rabbinin ismini an. İbn-i Zeyd, sabah kelimesinden maksadın, "Sabah namazı", "Akşam" diye tercüme edilen kelimesinden maksadın da öğle namazı olduğunu söylemiştir. 26Gecenin bor bölümünde ona secde et ve gece uzun zaman onu tesbih et. İbn-i Zeyd diyor ki: "Geceleyin namaz kılmak ve Allah’ı uzun uzun tesbih etmek, önceleri Resûlüllah’a farz kılınmıştı. Müzzemmil suresinde de Resûlüllah’ın, gecenin yarısında veya yarısından biraz azında yahut daha fazlasında namaz kılması farz kılınmıştı. Daha sonra Allahü teâlâ, Müzzemmil suresinin son âyetiyle bu farzı Resûlüllahtan ve diğer insanlardan kaldırdı ve bu namazları nafile ibadet kıldı ve şöyle buyurdu: "Ey Rasûlüm, gecenin bir bölümünde, sadece sana mahsus nafile namazı kıl." İsra Sûresi. 17/79 27Doğrusu şu kâfirler, çabuk elde edileni (dünya varlığım) severler. Ve şiddeti ağır olan günü arkalarına atarlar. Doğrusu, Allah’a ortak koşan bu müşrikler, dünyayı severler. Onda ebedi kalmayı isterler ve onun zinetlerine hayran olurlar. Allah'ın azabının gerçekleşeceği zor bir gün olan kıyameti arkalarına atarlar. Onun için herhangi bir amel işlemezler. 28Onları yaratıp, yaratılışlarını sağlam yapan biziz. Dilersek onları helak eder, yerlerine başkalarını getiririz. Âyette zikredilen ve "Yaratılışları" diye tercüme edilen "Esrehum" ifadesi, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Katade tarafından bu şekilde izah edilmiştir. İbn-i Zeyd ise, Ebû Hureyre'nin bu ifadeyi "Eklemler" diye izah ettiğini, kendisinin ise bunu "Kuvvet" anlamında yorumladığını söylemiştir. Aillah teala bu âyet-i kerime’de, emrine karşı gelenleri tehdit etmekte ve onları dilediği zaman imha edip yerlerine itaatkâr yaratıklar getireceğini beyan etmektedir. 29Bu bir öğüttür. Dileyen, rabbine giden yolu tutar. Şüphesiz ki bu süre, düşünüp öğüt almak isteyen kimse için bir hatırlatma ve öğüttür. Ey insanlar, kim dilerse, rabbinin emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak onun rızasına götüren yola girmiş olur ve bu Kur'andan öğüt alır. 30Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Ey insanlar, şüphesiz ki rabbiniz, ona giden yolu tutmanızı dilemedikçe sizler o yolu tutmayı isteyemezsiniz. Zira karar vermek size değil ancak Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah herşeyi bilendir. Kimlerin hidâyete layık olup kimlerin olmadığını çok iyi bilir ve yaptıklarında hikmet sahibidir. 31O, dilediğini rahmetine koyar. Zalimlere de can yakıcı bir azap hazırlamıştır. O, sizden dilediğini rahmetine koyar da ölmeden tevbe eder. Allah da onun tevbesini kabul eder ve onu âhirette cennetine koyar. İnkârcılıklarıyla ölerek kendi kendilerine zulmedenlere ise can yakıcı bir azap hazırlamıştır. |
﴾ 0 ﴿