MÜRSELAT SÛRESİMürselat sûresi elli âyettir. 18. âyeti Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur. Bu mübarek surenin fazileti hakkında Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Biz Mina'da Resulüllah ile beraber bir mağarada bulunurken onu Mürselat sûresi indirildi. O, onu okuyordu. Ben de sureyi onun ağzından öğreniyordum. O surenin yaşlığı henüz onun ağzındayken bir yılan aniden üzerimize atladı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Onu öldürün." buyurdu. Biz ona yöneldik yılan kaçtı. Resûlüllah: "Siz onu şerrinden kurtulduğunuz gibi o da sizin şerrinizden kurtuldu" buyurdu. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 77, bab: 4 Hazret-i Abbas'ın hanımı Ümmü Fadl, oğlu Abdullah b. Abbas'ın Mürselat suresini okuduğunu işitince ona: "Yavrum bu sureyi okumakla onu bana hatırlatmış oldun. Bu benim, Resûlüllah’ın, akşam namazında okuduğunu işittiğim en son şeydir." dedi. Buhari, K.el-Ezan, bab: 98 Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Bak. Âyet 7. 2Bak. Âyet 7. 3Bak. Âyet 7. 4Bak. Âyet 7. 5Bak. Âyet 7. 6Bak. Âyet 7. 7Birbiri ardınca gönderilenlere, esip savuranlara, yaydıkça yayanlara, ayırdıkça ayıranlara, özüre yer bırakmamak ve uyarmak için zikre getirenlere yem ip olsun ki size vaadedilen mutlaka gerçekleşecektir. Âyette zikredilen ve "Birbiri ardınca gönderilenler" diye tercüme edilen ifade: Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Ebû Salih, Mücahid ve Katade tarafından, "Peşpeşe salıverilen ve estirilen rüzgarlara yemin olsun ki..." şeklinde izah edilmiştir. Mesruk'un Rivâyetine göre, Abdullah b. Mes'ud ve Ebû Salih'e göre ise bu ifadeden maksat, Allah'ın emir ve yasaklanyla peşpeşe gönderilen meleklere yemin olsun ki..." demektir. Taberi, âyet-i kerime’yi, herhangi bir şekilde kayıtlamanın uygun olmadığını, onu genel anlamda almanın daha uygun olacağını, bu sebeple âyette zikredilen "Peşpeşe gönderilenler"den maksadın, rüzgarlar, melekler ve peygamberler gibi bütün gönderilenleri kaplayacağını söylemenin daha uygun olduğunu izah etmiştir. "Esip savuranlar" ifadesinden maksat ise, Hazret-i Ali, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ebû Salih ve Katade'ye göre, şiddetli esen rüzgarlardır. "Yaydıkça yayanlar" ifadesinden maksat, Abdullah b. Mes'ud, Mücahid, Ebi Salih ve Katade'ye göre "Rüzgarlardır. Ebû Salih'ten nakledilen başka bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Yağmurlar"dır. Yine Ebû Salih'ten nakledilen bir Rivâyete göre bu ifadeden maksat, "Kıyamette amel defterlerini yayan meleklerdir." Taberi âyetin genel ifadesine bağlı kalarak "Yayanlar"dan maksadın "Bulutlan yayan rüzgarlar, yeryüzüne sulan yayan yağmurlar ve amel defterlerini yayan melekler" gibi izahların hepsini kapsadığını söylemiştir, "Ayırdıkça ayıranlara" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas ve Ebû Salih'e göre "Hak ile batılın arasını ayıran melekler"dir. Katade'ye göre ise "Hak ile batılın arasını ayıran Kur'an"dir. Taberi âyetin, "her hak ile batlın arasını ayıranı kapsadığını söylemiştiı. "Zikri getirenlerden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade ve Süfyan es-Sevri'ye göre peygamberlere vahiy getiren meleklerdir. "Size vaadedilen mutlaka gerçekleşecektir." ifadesinden maksat, kıyamet gününün ve ondaki hesap, ceza ve mükafaatlanrın mutlaka gerçekleşmesidir. 8Yıldızların ışığı silindiği zaman, 9Gök yarıldığı zaman, 10Dağlar yerinden sökülüp savurulduğu zaman, 11Peygamberlere vakitleri bildirildiği zaman. Âyet-i kerime’de geçen ve "Peygamberlere vakitleri bildirildiği zaman diye tercüme edilen izerresulü Ukkıtet" ifadesi, Abdullah b. Abbas tarafından "Peygamberler bir araya getirildiği zaman" veya "toplandığı zaman" şeklinde izah edilmiştir. Mücahid tarafından "Peygamberlere, ümmetlerine karşı şahitlik etmek için hazır bulunacakları vakit tayin edildiği zaman" şeklinde izah edilmiş, İbrahim en-Ne-hai tarafından "Peygamberlere belli bir vakit vaadedildiği zaman" şeklinde izah edilmiş, İbn-i Zeyd tarafından ise "Peygamberlere, kıyamet gününde bir araya gelmelerine kadar süre verildiği zaman" şeklinde izah edilmiştir. 12Bu dehşetli hadiseler hangi güne bırakıldı? 13Hak ile batılın ayrıldığı güne bırakıldı. 14Sen o hak ile batılın ayrıldığı günü nereden bileceksin? 15O gün, yalanlayanların vay haline. Peygamberler ve onlara vaadedilen kıyamet günündeki hesap, azap ve mükafaatlar hangi güne ertelendi hiç biliyor musunuz? Bu dehşetli şeyler, Allah'ın, yarattıklarının arasında hüküm vereceği, haklıyı haksızdan ayıracağı bir zümreyi cennete, diğerini de cehenneme sevkedeceği günü ayırmıştır. Ey Rasûlüm, hakkın batıldan ayırdedileceği o günün ne olduğunu sen nasıl bileceksin? O gün, yalanlayanlara, cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı Veyl vadisi vardır. 16Biz daha öncekileri helak etmedik mi? 17Sonra gelenleri onların akıbetine uğratırız. 18İşte biz, suçlulara böyle yaparız. 19O gün, yalanlayanların vay haline. *Nuh, Âd ve Semud kavimleri gibi geçmiş ümmetlerden peygamberlerimi ve âyetlerimi yalanlayanları helak etmedik mi? Onlarnı ardından gelip de İnkârcılıkta onların yolunu tutanları da onlarnı peşine takarız. Nitekim İbrahim, Lût ve Şuayb'ın kavimlerini böyle yapmışısdır. Biz, bizi ve peygamberlerimizi yalanlayan suçlulara da böyle yaparız. Kıyamet gününde vay o yalanlayanların haline. Onlar için Veyl deresi vardır. 20Biz sizi bayağı bir sudan yaratmadık mı? 21Bak. Âyet 22. 22Biz o bayağı suyu belli bir zamana kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi? 23Onun ne olacağını biz takdir ettik, lîiz ne güzel takdir ediciyiz. 24O gün, yalanlayanların vay haline. Ey insanlar, biz sizi, basit bir damla sudan yaratmadık mı? Annenizin rahminden ayrılma vaktine katlar sizi, sağlam bir yer olan o rahimde yerleştirmedik mi? Bunları biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edenleriz. Allah'ın kendilerini basit bir sudan yarattığını yalanlayanları, kıyamet gününde vay hallerine. Onlara Veyî deresi vardır. Dehhak "Onun ne olacağını biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir ediciyiz." ifadesini "Ona biz güç yetirdik. Biz ne güzel güç yetiriciyiz." şeklinde izah etmiştir. 25Bak. Âyet 26. 26Biz yeryüzünü, diri ve ölüleri kapsayan bir yer yapmadık mı? 27Oraya sabit ve yüksek dağlar dikmedik mi? Orada size tatlı sular içirmedik mi? 28O gün, yalanlayanların vay haline. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde kendilerine verdiği çeşitli nimetlerle insanları uyarıyor ve buyuruyor ki: "Ey insanlar, biz yeryüzünü sizleri içine alan bir kap halinde yaratmadık mı? O dirilerinizi de ölülerinizi de içine alır. Biz o yeryüzünde hareket etmeyen yüksek dağlar yaratmadık mı? Biz sizi, yeryüzünde akan tatlı sularla sulumadık mı? Kıyamet gününde bu nimetleri yalanlayanların vay haline, onlara Veyl deresi vardır. "Biz yeryüzünü diri ve ölüleri kapsayan bir yer yapmadık mı?" âyetleri, Abdullah b. Abbas tarafından "Biz, yeryüzünü sizin için bir örtü ve bir korunma yeri kılmadık mı? O, ölülerinizi de dirilerinizi de örter." şeklinde izah edilmiştir. Mücahid ve Katade tarafından ise "Biz yeryüzünü, dirilerinizi üzerindeki konutlarda, ölülerinizi de içindeki toprakta bir araya getirip örten bir örtü yapmadık mı?" şeklinde izah edilmiştir. Mücahid diğer bir izah şeklinde de "Biz yeryüzünü, dinlerinizin pisliklerini örten ve ölülerinizin cesetlerini içine alan sonra da çürütüp toprak haline getiren bir vasıta yapmadık mı?" olarak açıklamıştır. 29(Kıyamet günü kâfirlere şöyle denir) Dünyada yalanlayıp durduğunuz şeye (cehenneme) koşun. 30Üç kola ayrılan (cehennemin dumanına ait) gölgeye gidin. 31O, gölge yapmadığı gibi ateşten de koruyamaz. Allahü teâlâ, kendilerine yeryüzünü bir siper, oradaki dağları bir denge unsuru ve suları da içme ve temizlenme vasıtası olarak verdiği, kullarına seslenerek bu nimetlere karşı nankörlük edenlere diyor ki: "Kıyamet gününde size şöyle denilecektir: "Dünyada iken yalanladığınız Allah'ın azabına koşun. Cehennemin ateşinden çıkan ve üç kola ayrılan dumanın altına gidin. O, öyle bir dumandır ki sizi sıcağa karşı gölgelendirmez ve sizi ateşten kurtarmaz. 32Cehennem, saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar. Bu Âyet-i kerime, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ebû Sahr ve Muhammed b. Ka'b tarafından, mealde verildiği şekilde izah edilmiş Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu izaha göre cehennemden çıkan kıvılcımlar, büyüklükte köşkler gibidir. Katade, Dehhak ve Hasan-ı Basri'ye ve Abdurrahman b. Âbidin İbn-i Abbas'tan naklettiğine göre bu âyetin izahı şöyledir: Cehennem ateşi kalın ağaçlar gibi kıvılcımlar saçar." Abdullah b. Abbas diyor ki: "Biz, uçarsın boyunda veya daha kısa yahut daha büyük ebatta odunlar keser kış için hazırlardık. Biz bu odunları, âyette kıvılcımlara sıfat olarak zikredilen "Kasr" kelimesiyle ifade ederdik." Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşte de o, bu âyeti şöyle izah etmiştir. "Cehennem ateşi odun yığını gibi kıvılcımlar fırlatır." 33Sanki o kıvılcımlar sarı develer gibidir. Bu âyet-i kerime, Hasan-ı Basri ve Katade tarafından mealde verildiği şekilde izah edilmiş ancak bunlar, "Sarı deve"den maksadın "Siyaha yakın koyu sarı develer" oldukların zira develerin bu renkte olduklarını söylemişlerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Abdullah b. Abbas bu âyeti şu şekilde izah etmiştir "Sanki o kıvılcımlar, gemilerin halatları gibidir." Said b. Cübeyr ve Mücahid ise: "Sanki o kıvılcımlar köprülerin halatlan gibidir." diye izah etmişlerdir. Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer l?ir görüşe gö-rebu âyetin manası şöyledir: "Sanki o kıvılcımlar bakır külçeleridir." 34O gün, yalanlayanların vay haline. Kıyamet gününde Allah'ın, kâfirleri uyardığı bu azapları yalanlayanların vay hallerine. Onlara Veyl deresi vardır. 35O gün onlar konuşamazlar. 36Özür dilemeleri için kendilerine izin de verilmez. 37O gün, yalanlayanların vay haline. Taberi diyor ki: "Eğer biri diyecek olursa ki: "Bu âyette "O gün onlar konuşamazlar." büyütülüyor. Diğer âyetlerde ise cehennemliklerin "Rabbimîz bizi buradan çıkar. Eğer tekrar İnkâra dönecek olursak gerçekten zalimler oluruz." Mü’minim Sûresi, 23/107 "Kıyamet günü kâfirler şöyle derler "Ey rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi bir kurtuluş yolu var mıdır?" Mü’min Sûresi, 40/11 şeklinde konuşacaktan zikrediliyor. Bu nasıl izah edilir?" Ona denilir ki: "Konuşup konuşmama, durumlara göre farklı olacaktır. Bazan konuşturulacaklar bazan da konuşturulmayacaklardır." Bu âyet-i kerime’de de onların, kıyamet gününün bir bölümünde konuşamayacakları bildirilmiştir. "O gün" kelimesinin," "Konuşamazlar" fiiline muzaaf yapılması bunu ifade etmektedir. Abdullah b. Abbas'tan da "O gün onlar konuşamazlar." "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz de bize dilleri konuşur. Ayaklan da ne yapacaklarına şahitlik eder." Yasin Sûresi, 36/65 "Sonra içinde bulundukları zor durumdan dolayı "Rabbimiz olan Allah’a yemin olsun ki biz ona ortak koşanlardan değildik." demekten başka çaresi kalmaz." En’am Sûresi, 6/23 âyet-i kerimeleri sorulmuş o da: "O gün durumlar çeşitlidir. Bazan konuşacaklar bazan da ağızlarına mühür vurulacaktır." demiştir. Bkz. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 77, bab: 1 38Bugün hak ile batılın ayırdedildiği gündür. Sizleri ve geçmiş ümmetleri bir araya topladık. 39Eğer kuracağınız bir tuzak varsa bana kurun. 40O gün, yalanlayanların vay haline. Kıyamet gününde dinlen bu yalanlayıcılara şöyle denecektir: İşte bugün, Allah'ın, kullarının arasını hak ile ayıracağı bir gündür. Bugünde sizi ve sizden önceki ümmetleri, dünyada size vaadettiğimiz gibi bir arada topladık ve vaadimizi yerine getirdik. Eğer bugün sizi. Allah'ın azabından kurtaracak bir hiyleniz varsa o hiylenize başvurun. Bu haberi yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl deresi vardır. 41Bak. Âyet 42. 42Şüphesiz ki takva sahipleri o gün gölgelerde, pınar başlarında ve canlarının istediği meyveler arasındadırlar. 43(O gün onlara şöyle denir) "Yaptıklarınızın karşılığı olarak afiyetle yeyin için." 44Şüphesiz biz, iyilikte bulunanları işte böyle mükafaatlandırırız. Şüphesiz ki Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan korkan takva sahipleri kıyamet gününde, kendilerini sıcak ve soğuktan koruyacak gölgeler altında, ağaçlarının altından ırmaklar akan pınarların başlarında ve arzuladıklarından yiyecekleri meyvelerin içinde bulunacaklar ve kendilerine: "Ey insanlar, ey topluluk, ey takva sahipleri bu meyvelerden yeyip bu pınarlardan için, afiyet olsun. Bunlar sizin vücudunuza herhangi bir zarar vermeyecektir. Bu nimetler size, dünyada yaptığınız ameller karşılığında verilmiştir." denilecektir. Evet. şüphesiz ki biz, âhirette, iyilikte bulunanları işte bu şekilde mükafaatlandıracağiz. Âhirette verilecek olan bu nimetleri yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl deresi vardır. 45O gün, yalanlayanların vay haline. 46(Ey kafirler) Dünyada az bir zaman yeyin ve eğlenin bakalım. Şüphesiz siz suçlularsınız. 47O gün, yalanlayanların vay haline. Ey, kıyamet gününü yalanlayan kâfirler, dünyada ömrünüzün geri kalan bölümünde az bir zaman yeyin. ve eğlenin. Sizler, suçlularsınız. Sizden önceki suçluların akıbetine uğrayacaksınız. Kıyamet gününde, Allah'ın beyan ettiği bu haberleri yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl deresi vardır. 48Onlara: "Rükû edin" denildiği zaman rüku etmezler. Abdullah b. Abbas bu âyeti: "Kıyamet gününde kâfirlere "Haydi secdeye kapanın." dendiği zaman dünyada secde etmedikleri için orada Allah'ın huzurunda secde edemezler," şeklinde izah etmiştir. Katade ise bu âyeti, "Dünyada iken kâfirlere "Rüku edin" dendiği zaman onlar bunu beceremezler." şeklinde izah etmiş Mücahid ise: "Dünyada iken onlara "Namaz kılın" elendiği zaman onlar namaz kılamazlar." şeklinde izah etmiştir. Taberi bu âyet-i kerime’nin, mücrimlerin. Allah'ın emirlerine ve yasaklarına karşı geldiklerini ve ona itaat etmediklerini ifade ettiğini söylemenin daha uygun olacağını açıklamıştır. 49O gün, yalanlayanların vay haline. O gün, Allah'ın peygamberlerini ve onların tebliğ ettiği emir ve yasaklan yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl deresi vardır. 50Onlar, Kur'andan başka hangi söze iman edecekler? O suçlular, Allah tarafından gönderildiğine dair açık deliller taşıyan bu Kur’an’ı yalanladıktan sonra artık hangi söze iman edeceklerdir? |
﴾ 0 ﴿