NEBE' SÛRESİ

Nebe" sûresi kırk âyettir. Medine'den nazil olmuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Onlar, birbirlerine neyi soruşturup duruyorlar?

Ey Rasûlüm, Allah’a ortak koşan Kureyş müşrikleri neyi sorup duruyorlar? Senin davet ettiğin din hakkında ve senin peygamberliğin hususunda tartışıp duruyorlar.

2

Bak. Âyet 3.

3

İhtilafa düştükleri o büyük haberdan soruyorlar.

İnsanların, hakkında ihtilaf ettikleri, bazılarının kabul edip diğerlerinin yalanladığı bu büyük haberden maksat, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre, "Öldükten sonra dirilmektir." İnsanlar ölümü bizzat gizleriyle gördüklerinden dolayı onu yalanlamaları mümkün değildir. Fakat öldükten sonra dirilmeyi gözleriyle görmedikleri için bu büyük haberi bazdan tasdik eder mü’min olurlar bazdan da yalanlayıp İnkâra düşerler.

Mücahid'e göre ise âyette zikredilen büyük haberdarı maksat, Kur'an-ı Kerim'dir. İnsanlar Kur’an’ı kabul edip etmemek hususunda iki kısma aynim iş ve bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir.

4

Hayır, yakında bileceklerdir.

5

Yine hayır yakında bileceklerdir.

Allahü teâlâ bu âyetlerde, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden müşriklere cevap veriyor ve onları tehdit ederek buyuruyor ki: "Hayir, durum müşriklerin zannettikleri gibi değildir. Kıyamet gününde onlar, Allah'ın, kâfirlere ne yaptığını bileceklerdir.

Dehhak, bu iki âyetin birincisinin kâfirleri tehdit ettiğini diğerinin ise mü’minlere müjde mahiyetinde olduğunu söylemiştir. Bu izaha göre âyetlerin manası şöyledir: "Hayır, kâfirlerin, yakında neyin ne olacağını bileceklerdir. Yine hayır, mü’minler de yakında neyin ne olacağını bileceklerdir."

6

Biz, yeryüzünü bir döşek.

7

Dağları da, yeryüünü tutan kazıklar yapmadık mı?

Allahü teâlâ bu âyetlerden itibaren insanlara, dünyada lütfettiği çeşitli nimetleri zikretmekle, kâfirlerin bu nimetlere karşı nankörlüğü yüzünden onları âhirette cehennem azabına uğratmakla tehdit etmektedir. Böylece insanlar düşünüp aklılarını başlarına alsınlar. Allah'ın nimetlerine karşı şükranda bulunup âhiretteki ebedi nimetlerine erişsinler.

İşte Allahü teâlâ nimetlerini sayarak şöyle buyuruyor Ey insanlar, biz yeryüzünü sizler için bir beşik haline getirmedik mi? Siz onu yatak ve yorgan edinip üzerine yatarsınız. Dağlan, yeryüzünün sarsılmaması için kazıklar halinde kılmadık mı? Çadırların, ayakta durması için ipleriyle kazıklara bağlandıkları gibi yeryüzü de bu dağlarla bağlanmıştır.

8

Sizi çift çift yarattık.

9

Uykunuzu bir dinlenme vasıtası yaptık.

10

Geceyi, sizi saran bir örtü yaptık.

11

Gündüzü de geçiminizi temin için çalışma zamanı kıldık.

12

Üzerinize de yedi sağlam gök yaptık.

Biz sizi, erkekli dişili, uzun, kısa, güzel ve çirkin olarak türlü şekillerde yarattık. Uykunuzu sizin için bir dinlenme vasıtası kıldık. Sizler, diri olduğunuz halde ölü imişsiniz gibi uyursunuz. Geceyi sizin için bir elbise, bir örtü olarak yarattık. O, karanlığı ile sizi bürür ki çalışmayı durdurup dinlenesiniz. Gündüzü de sizin için geçim temin etme zamanı kddık. Onu aydınlık yaptık ki istediğiniz yere gidebilesiniz ve dünya işlerinizi güresiniz. Üzerinize sapa sağlam yedi gök yaptık. Onlarda ne bir çatlak vardır ne de bir kırık.. Onlar zamanla eksilmezler de.

13

Gökte parıl parıl parlayan bir güneş yarattık.

"Parıl parıl parlayan" diye tercüme edilen kelimesi Mücahid ve Süfyan es-Sevri tarafından bu şekilde izah ediliş, Abdullah b. Abbas ve Katade tarafından ise "Aydınlatan, ışık saçan" şeklinde izah edilmiştir.

14

Yağmaya hazır bulutlardan bol bol sular indirdik.

"Yağmaya hazır bulutlar" diye tercüme edilen "Mu'sirat" kelimesi, Abdullah b. Abbas, Süfyan es-Sevri ve Rebi" b. Enes tarafından bu şekilde izah edilmiş Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Yine Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu kelimeden maksat, "Yağmur yüklü bulutlan taşıyan rüzgarlardır." İbn-i Zeyd bunu izah ederken şu âyeti okumuştur: "Rüzgarları gönderip onlarla bulutları yürüten, gökte bulutlan dilediği gibi yayan ve parça parça ayıran Allah’tır." Rum Sûresi, 30/48.

Hasan-ı Basri ve Katade ise demişlerdir ki: "Bu kelimeden maksat, göklerdir." Buna göre âyetin manası: "Biz, göklerden bolca yağmur gönderdik." demektir.

"Bol" diye tercüme edilen "Seccacen" kelimtsi, İbn-i Vehb tarafından bu şekilde izah edilmiş, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Rebi' b. Enes tarafından ise "ard arda dökülen" şeklinde izah edilmiştir. Taberi de bu izah şeklini tercih etmiş ve Resûlüllah’ın, Hac hakkında buyurduğu şu hadiste bu kelimenin bu manaya geldiğini söylemiştir.

Hazret-i Ebubekir diyor ki:

Resûlüllah’a "Hangi hac daha efdaldir?" diye soruldu. O da: "Çokça telbiye yapılan ve çokça kurban kanı akıtılan hacdır." buyurdu. Tirmizî, K. el-Hac, bab: 14, Hadis no: 827. Bu hadisle "Kan akıtılan" diye tercüme edilen "Esseccü" kelimesi zikrerilmiştir.

15

Bak. Âyet 16.

16

Onunla tane ve bitkiler, dalları birbirine girmiş gür ağaçlı bahçeler yetiştirelim diye.

Biz, gökteki yağmur yüklü bulutlardan su indirdik ki onunla insanların yiyecekleri taneleri, hayvanların yiyecekleri otlar ve insanların, meyvelerinden istifade edecekleri birbirine ginniş bahçeler ortaya çıkaralım.

17

Şüphesiz ki haklıyı haksızdan ayırma günü, tesbit edilmiş bir vakittir.

18

O gün sur'a üflenir ve bölük bölük (mahşere) gelirsiniz.

Şüphesiz ki Allah'ın. yarattıklarını bibirlerinden ayırdedeceği, haklının hakkını haksızdan alacağı gün, tayin edilmiş bir gündür. O günde Allah herkese layık olduğu şekilde muamele edecektir. İşte o gün Sûre üflenecek, sizler, bölük bölük Allah'ın huzuruna geleceksiniz. Zira her peygamber kendi ümmetiyle gelecektir. Nitekim diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız." Isra Sûresi, 17/71

19

Gök açılacak, kapı kapı olacaktır.

20

Dağlar yerlerinden yürütülüp serap olacaktır.

O gün gök parçalanacak, onda yollar açılacaktır. Veya o gün gök parçalanacak, herbir parçası kapılar haline gelecektir. Dağlar yerlerinden yürütülüp yok olacaktır, Artık onlar bir serap haline gelecek ve onları görmek hayal olacaktır.

21

Şüphesiz ki cehennem bir gözetleme yeridir.

Taberi bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmiştir: Şüphesiz ki cehennem gözetleyicidir. O, kendisine girip içinde kalacak ve kendisinden geçip cennete gidecek olan insanları sabırsızlıkla beklemektedir."

Hasan-ı Basri ve Katade diyorlar ki: "Bu Âyet-i kerime gösteriyor ki hiçbir kimse cehennem azabından geçmeden cennete gidemeyecektir."

Nitekim bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Sizden cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin üzerine aldığı değişmez bir hükümdür." Meryem Sûresi, 19/71

22

Azgınların varacakları yerdir.

Cehennem, dünyada iken Allah'ın koyduğu sınırları aşan azgınlar için bir konak ve bir sığınaktır. Zira onların gidecekleri başka yerleri yoktur.

23

Orada çağlar boyu kalacaklardır.

Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunları beş görüş olarak özetlemek mümkündür.

a- Katade ve Rebi' b. Enes bu âyeti, haddi aşanların cehennemde, ardı arkası kesilmeyen çağlarda kalacaklarını ifade ettiğini söylemişlerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

b- Taberi bu âyeti şu şekilde izah etmenin de mümkün olacağını söylemiştir. Haddi aşanlar, cehennemde, belli bir azap içinde çağlar boyu kalacaklar sonra o azapları değiştirilip kendilerine başka azaplar yapılacaktır. Nitekim Allahü teâlâ bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır. "Bu böyle... Şüphesiz haddi aşan azgınlar için de kötü bir akıbet vardır." "O da cehennemdir. Onlar oraya gireceklerdir. Ne kötü döşektir o." "İşte kaynar su ve irin. Tatsınlar onu," "Buna benzer daha başka çeşit çeşit azaplar." Sad Sûresi, 38/55-57

c- Halid b. Ma'dân ise bu âyet-i kerime’nin ve "Gökler ve yer durdukça onlar ateşte kalacaklardır. Ancak rabbinin dilemesi müstesnadır..."' Hud Sûresi 11/107 âyet-i kerimesinin, mü’minlerin günahkarları hakkında olduğunu, onların, günahlarına göre uzun zamanlar cehennemde kalabileceklerini ifade ettiğini söylemiştir. Nebe’ sûresi, 78/30

d- Mukatil b. Hayvan, bu âyet-i kerime’nin, "Artık tadınız. Size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız." âyetiyle neshedildiğini söylemişse de Taberi birinci âyetin, geleceğe ait bir haberi bildirdiğini, haberlerin ise neshedilmelerinin mümkün olmadığını bu sebeple bu görüşe itibar edilemeyeceğini söylemiştir.

e- Diğer bir kısım âlimler ise âyette zikredilen "Çağlar boyu" ifadesinden maksadın, uzun zaman olduğunu söylemişler ve bu zamanın miktarında farklı görüşler zikretmişlerdir.

Beşir b. Ka'b'a göre burada ifade edilen "Çağlar"dan her birinin süresi üç yüz senedir. Her sene üç yüz altmış gündür. Ve her gün de bin güne denktir.

Hazret-i Ali, Ebû Hureyre, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Katade ve Rebi' b. Enes'e göre ise âyette zikredilen çağlardan her birinin müddeti seksen yıldır her yıl on iki aydır. Her ay otuz gündür. Her gün de bin yıldır.

Hasan-ı Basri'ye göre ise burada zikredilen "Çağlar"ın, aslında sayısı söz konusu değildir. Bunlar ebedilik ifade ederler. Bununla birlikte tek bir çağın yetmiş bin yıl olduğu, bu yılların her bir gününün de dünyada sayılan günlerden bir gün olduğu zikredilmiştir.

24

Orada ne bir serinlik ne de içecek bir şey tadacaklardır.

25

Bak. Âyet 26.

26

Ancak yaptıklarına uygun olarak kaynar su ve irin tadacaklardır.

Haddi aşanlar, cehennemde ne kendilerini serinletecek soğuk bir şey tadacaklar ne de susuzluklarını giderecek bir meşrubat içeceklerdir. Onlar sadece son derece kaynar sular bir de cehenemliklerin yanmasından dolayı akan kan ve irinleri tadacaklardır.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Serinlik" diye tercüme edilen kelimesi bir kısım müfessirler tarafından "Uyku" olarak izah edilmiş cehennemliklerin uyku tatmayacaklarını söylemişlerdir. Ancak Taberi kelimesinin bilinen manasının "Soğukluk" olduğunu söyleyerek bu görüşü uygun bulmamıştır.

Yine âyet-i kerime’de geçen ve "İrin" diye tercüme edilen ( "Gassakan" kelimesi, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Bazı müfessirler bu kelimeden maksadın, cehennem ateşinde yananlardan dökülen kan, irin, sarı su, göz yaşı vb. şeyler olduğunu söylemişler ve bunlardan her biri bu kelimeyi cehennemliklerden akan farklı şeylere yorumlamışlardır.

Atiyye, Katade ve İbn-i Zeyd "Gassakan" kelimesinden maksadın, cehenenmliklerin et ve derilerinden akan kan ve irin olduğunu, İbn-i Zeyd "Gassak'ın cehennem ateşi, cehennemlikleri yakıp erittiğinde onların derilerinden çkan ve belli bir havuzda toplanan cerahat olduğunu'bu cerahatin da cehennemliklere içecek olarak sunulduğunu söylemişlerdir.

İkrime "Ğassak"ın, cehennemliklerin gözlerinden akan kan ve irin olduğunu, Süfyan es-Sevri, "Ğassak"ın, cehennemliklerin gözlerinden akan yaş olduğunu, İbrahim en-Nehai ve Ebû Rezin ise "Ğassak"ın, cehennemliklerin yıkandıkları sular ve onlardan akan kan ve irinler olduğunu söylemişlerdir.

Diğer bir kısım âlimler ise "Ğassak"ın, insan suresinin on üçüncü âyetinde geçen "Zemherir" yani çok soğuk demek olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas, Mücahid. Rebi' b. Enes ve Ebû Aliye bu görüştedirler, ancak Mücahid, bunun boğazdan geçmeyecek kadar soğuk bir içecek olduğunu söylemiştir.

Abdullah b. Büreyde'ye göre ise "Ğassak"tan maksat, pis kokan bir içecektir. Taberi "Ğassak"tan maksadın, cehennemde bulunan ve "Zemherir" diye isimlendirilen çok soğuk bir içecek olduğunu ve çok pis koktuğunu söylemiştir. Taberi bu hususta şu hadis-i şerifi Rivâyet etmiştir.

Ebû Said el-Hudri, Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"Şâyet ğasaktan dünyaya bir kova dökülecek olsa dünya halkı kokar." Tirmizi, K.el-Cehennem, bab: 4, hadis no: 2584 / Ahmed b. Hanbel Müsned, C.3 S.28, 82

27

Onlar hesaba çekileceklerini ümit etmiyorlardı.

Bu kâfirler dünyada iken, Allah'ın, âhirette kendilerini, verdiği nimetlerden dolayı hesaba çekeceğini sanmıyorlardı.

İbn-i Zeyd diyor ki: "Onlar, öldükten sonra dirilip hesaba çekileceklerine iman etmiyorlardı. Bu sebeple öldükten sonra hesaba çekileceklerini sanmaları mümkün değildi. Allah bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Şöyle dediler: "Ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz mi o zaman tekrar diriltilecek misiz?" "Şüphesiz biz de daha önce atalarımızın tehdit edildiği şöyle tehdit edildik. Bu, Öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir." Mü’minim Sûresi, 23/82-83 "Kâfirler birbirlerine şöyle dediler: "Vücudumuz parça parça ayrılıp toprak olduktan sonra, yeniden yaratılışla dirileceğinizi haber veren bir adam gösterelim mi size?" Sebe' Sûresi, 34/7 "Acaba o, Allah’a karşı yalan mı uyduruyor? Yoksa onda bir delilik mi var?" Sebe' Sûresi, 34/8

Evet, Resûlüllah müşriklere, öldükten sonra dirileceklerini haber verdiğinde onlar, Resûlüllah’a bu gibi iftiralarda bulunuyorlardı.

28

Âyetlerimizi durmadan yalanlıyorlardı.

29

Biz, herşeyi yazarak saymışızdır.

30

Artık tadınız. Size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız.

Bu kâfirler, delillerimizi ve âyetlerimizi devamlı olarak yalanladılar. Biz de herşeyi saymış tesbit etmişizdir. Herşeyin sayısı ve miktarı yazılıdır. Hiçbir şey bizim ilmimizin dışında kalamaz. Bu kâfirlere cehennemde şöyle denecektir. "Ey kâfirler, dünyada iken yalanladığınız Allah'ın azabını tadın. Biz, sizin, içinde bulunduğunuz azabı artınnaktan başka bir şey yapmayacağız.

Abdullah b. Amr diyor ki: "Cehennemlikler için bundan daha dehşetli bir âyet inmemiştir. Bu âyet, onların azabının artırılacağım beyan etmektedir."

31

Bak. Âyet 34.

32

Bak. Âyet 34.

33

Bak. Âyet 34.

34

Şüphesiz, rablerinden korkanlar için kurtuluş, bahçeler, bağlar ve göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.

35

Onlar cennette ne boş bir söz ne de bir yalan işitirler.

Şüphesiz takva sahipleri için, cehennem ateşinden kurtulup cennete erişme ve arzuladıklarını elde etme mükafaatı vardır. O arzuladıkları şeyler, bahçeler, bağlar, aynı yaşta memeleri tomurcuklanmış kızlar, içleri dolu dolu kadehler vardır. Onlar cennette ne batıl bir söz işitecekler ne de yalan.

Abdullah b. Abbas, "Kurtuluş" diye tercüme edilen "Mefazen" kelimesini, "Gezimi yeri, mesire" şeklinde izah etmiştir. "Dolu, dolu" diye tercüme edilen "Dihakan" kelimesi, Abdullah b. Abbas, Ebû Hureyre, Hasan-ı Basni Mücahid ve Katade tarafından bu şekilde izah edilmiş İkrime ise bundan maksadın "Arınmış" demek olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin manası: "Takva sahiplerine arınmış, katıksız içeceklerle dolu kaseler sunulacaktır." demektir.

Said b. Cübeyr, Mücahid ve İbn-i Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre "Dihakan" kelimesinden maksat, "ard arda dökülen"demektir. Buna göre de âyetin manası şöyledir: Takva sahiplerine, arka arkaya akan kaseler vardır"

36

Bunlar, rabbinden bir mükafaat ve yeterli bir lütuftur.

Âyette geçen ve "Yeterli" diye tercüme edilen "Hisaben" kelimesi, Mücahit, Katade ve İbn-i Ze'yd tarafından "Hesap edilerek" şeklinde izah edilmiştir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Takva sahiplerine verilecek olan bu nimetler, rabbin tarafından onların amellerine kargılık verdimi bir mükafaat ve yaptığı amelleri hesaba katılarak verilen bir lütufiur."

İbn-i Zeyd diyor ki: "Allahü teâlâ, takva sahiplerinin bir ameline karşı on, yedi yüz ve daha fazla mükfaat verecektir. Bu, onların amellerinin tam karşılığı olmayıp Allah'ın, lütfundan verdiği fazlaca nimetlerdir.

İbn-i Zeyd bu âyeti izah ederken şu âyetleri okumuştur: "Kim bir iyilik ortaya koyarsa ona o iyiliğin on katı vardır. Kim de bir kötülük işlerse sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." "Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir tanenin durumuna benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş olan ve*herşeyi bilendir." İtalara Sûresi, 2/261

37

O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin rabbidir. O, rahman olan Allah’tır. Hiç kimse onun önünde konuşamaz.

Takva sahiplerine bu mükafaatları veren rabbin. göklerin, yerin ve tınların arasında bulunan varlıkların ninnidir. O, rahmandır. Yaratıklarını esirger. Âhirette izin verdiklerinin dışında kimse onun karşısında konuşamaz. Ve onunla tartışmaya giremez.

38

Cebrâil ve meleklerin saf saf dizildikleri günt rahman olan Allah'ın izin verdiği ve doğru konuşan hariç, onun huzurunda kimse konuşamaz.

"Cebrâil" diye tercüme edilen "Ruh" kelimesi. Dehhak ve Şa'bî tarafından bu şekilde izah edilmiştir.

Abdullah b. Mes'utl ve Abdullah b. Abbas tarafından nakledilen diğer bir görüşe göre "Ruh" kelimesinden maksat, meleklerin, yaratılış bakımından en büyük olanıdır.

Mücahid. A'meş ve Ebû Salih'e göre ise "Ruh" kelimesinden maksat, insan şeklinde olan ve fakat insan olmayan diğer yaratıklardır.

Katade ve Hasan-ı Basri'ye göre ise "Ruh" kelimesinden maksat insanlardır.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen tliğer bir görüşe göre de "Ruh"tan maksat, insanların ruhlarıdır. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Birinci sur ile ikinci sur arasında, ruhlar bedenlere iade edilmeden önce onlar ve melekler saf saf dizildikleri zaman, rahman olan Allah'ın izin verdiği ve doğru konuşan hariç, onun huzurunda kimse konuşamaz"

İbn-i Zeyd ise babasının, "Ruh"tan maksadın. "Kur'an" olduğunu söylediğini ve şu âyeti okuduğunu söylemiştir. "Ey Rasûlüm, böylece biz sana emrimizle bir ruh (insanlar için bir hayat olan Kur'an) vahyettik. Sen önceleri kitap nedir iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu bir nur kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi onunla hidâyete erdiririz. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yolu gösteriyorsun." Şura Sûresi, 42/52

Taberi, burada zikredilen "Ruh"tan maksadın. Allah'ın yaratıklarından bir yaratık olduğunu, bu yaratığın zikredilen şeylerden herhangi birisi olabileceğini, kelimeyi bunların birine tahsis etmenin doğru olmadığını, çünkü buna dair herhangi bir nass bulunmadığım söylemiştir.

Âyet-i kerime’de, Rahman olan Allah'ın izin verdiği ve doğru konuşan hariç kimsenin, Allah'ın huzurunda konuşamayacağı zikredilmektedir. Buradaki "Doğru söyleyenler"den maksat, İkrime'ye göre meleklerdir. Allah, cennetlikleri cennete cehennemlikleri de cehenneme sevkeîtiğinde melekler bunlardan her birinin nereye gittiğini soracaklar, gittikleri yerleri öğrenince de kâfirler için "Bu, onların yaptıklarının karşılığıdır. Allah onlara zulmetmemiştir." diyeceklerdir. Mü’minler için de "Allah'ın rahmetiyle cennete giriyorsunuz." diyeceklerdir.. İşte kıyamet gününde doğru söyleyen o meleklerin konuşmasına izin verilecektir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ebû Salih ve yine İkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Doğru söyleyenlerden maksat, dünyada iken kelime-i şehadet getirip onun gereğince amel edenlerdir. Âhirette sadece bu insanların konuşmasına izin verilecektir.

Taberi, âyetin bu izahlardan herhangi biriyle tahsis edilmesinin doğru olmadığını, manasının hepsini kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir.

39

İşte bu, hak olan bir gündür. Dileyen, rabbine giden bir yolu tutar.

İşte ruhun ve meleklerin saf saf dizileceği kıyamet günü, kendisinde şüphe olmayan hak bir gündür. Kullardan kim dilerse bu günü tasdik ederek ve bugün için hazırlık yaparak rabbine giden bir yolu tutar ve kurtuluşa erer.

40

Şüphesiz ki biz sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi yaptığı amellere bakar. Kâfir ise "Keşke toprak olsaydım." der.

Ey insanlar, şüphesiz ki biz sizi yakın bir azapla uyardık. O azabın geldi-ği gün, mü’min kul, dünyada iken ne işlediğine bakar. Salih amelinden dolayı Allah’tan sevap bekler. Kötü amellerinden dolayı da Allah'ın cezalandırmasından korkar. Kâfir ise Allah'ın azabından kurtulmayı temenni ederek: "Keşke ben de hayvanlar gibi toprak olsaydım." der.

Abdullah b. Amr, Ebû Hureyre ve Süfyan es-Sevri, kıyamet gününde Allah'ın, bütün varlıkları diriltip bir araya getireceği ve onların birbirlerinden haklarım aldıktan sonra hayvanlara "Toprak olun" diyeceğini, işte o zaman kâfirlerin "Keşke biz de toprak olsaydık." diyeceklerini söylemişlerdir.

Abdullah b. Zekvan ise: "İnsanlar arasında hüküm verildikten sonra ce-henmemliklerin cehenneme gitmeleri emredilecek, Âdemoğlu dışındaki cin ve benzeri varlıkların mü’minlerine "Toprak olun" denilecek. İşte onları duyan kâfirler de "Keşke biz de toprak olsaydık." diyeceklerdir." demiştir.

0 ﴿