ABESE SÛRESİAbese Sûresi kırk iki âyettir ve Medine'de nazil olmuştur. Hazret-i Âişe, Abdullah b. Abbas, Urve b. Zübeyr, mücahid, Katade, Dehhak ve İbn-i Zeyd bu surenin ilk on âyetinin Resûlüllah’ın, gözleri görmeyen Abdullah b. Ümm-i Mektuma davranşı hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Abese ve tevella" sûresi, Âmâ, Abdullah b. Ümm-i Mektum hakkında indirilmiştir. Bu zat Resûlüllah’a gelmişti ve ona: "Ey Allah'ın Resulü, beni irşad et" diyordu. Resûlüllah’ın yanında da müşriklerin ileri gelenlerinden bir adam bulunuyordu. Resûlüllah, İbn-i Ümm-i Mektum'a aldınş etmeyip diğer adamla ilgileniyor ve: "Konuşmanda bir mahzur görüyor musun?" diyordu. Cevaben de "Hayır" deniliyordu. Bu Sûre işte bunun hakkında nazil oldu. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 80, bab: 1, Hadis no: 3331 Bu konuyla ilgili olarak Taberi'de çeşitli Rivâyetler zikredilmiştir. Güvenilir olmayan bu Rivâyetlerin alınması uygun görülmemiştir. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1(Hazret-i Peygamber, İbn Ümm-i Mektûm’un sözünü kesmesini hoş karşılamadığı için) yüzünü ekşitti ve döndü. 2Kendisine o âma (görme özürlü) geldi (ve konuşmaları duymasına rağmen araya girerek tekrar tekrar sordu) diye. 3Ey Rasûlüm, ne biliyorsun belki de o, kendisini arındıracaktı. 4Yahut öğüt alacaktı da bu öğüdün faydasını görecekti. Muhammed “sallallâhü aleyhi ve selem”, âmâ İbn-i Ümm-i Mektum gelince, diğer insanlarla meşgul olduğu için yüzünü ekşitti ve ondan yüz çevirdi. Ey Rasûlüm, sen ne bileceksin belki de kendisine yüzünü ekşittiğin bu âmâ, günahlarından temizlenecekti. Veya öğüt alacaktı ve alacağı bu öğüt ona fayda verecekti. 5Bak. Âyet 6. 6Fakat sen, ihtiyaç duymayan kimseye alaka gösteriyorsun. 7Onun temizlenmesinden sana ne? Ey Rasûlüm, servetinden dolayı kendisini ihtiyaçsız gören kimseye, müslüman olur ümidiyle ısrar ediyorsun. Süfyan es-Sevri, burada ifade edilen "Kendisini ihtiyaçsız hisseden kim-se"den maksadın, Abbas b. Abdülmuttalip olduğunu söylemiş, Mücahid ise bu kimseden maksadın, Rebia'nın oğulları Utbe ve Şeybe olduklarıni söylemiştir. 8Bak. Âyet 10. 9Bak. Âyet 10. 10Allah’tan korkup koşarak sana gelene ise aldırmıyorsun. Allah’tan korkan ve koşarak sana gelen bu âmâya ise, başkaları ile ilgilenerek alaka göstermiyorsun. 11Hayır böyle yapma. Bu âyetler birer öğüttür. 12Dileyen ondan öğüt alır. Ey Rasûlüm, senin, Allah’tan korktuğu için koşarak sana gelen âmâya yüz çevirmen ve servetinden dolayı kendisini ihtiyaçsız hissedene ilgi göstermem doğru değildir. Bu Sûre bir hatırlatmadır ve bir öğüttür. Allah'ın, kullarından dileyen kimse bu vahyedilenlerden öğüt alır. 13Bak. Âyet 14. 14Kur'an çok şerefli, yüceltilmiş tertemiz sahifelerdedir. Bu âyetler Kur'an-ı Kerimin, çok yükseklerde olan, tertemiz ve şerefli olan levh-i mahfuzdan geldiğini, aslının orada bulunduğunu zikretmektedirler. 15Bak. Âyet 16. 16Şerefli, itaatkâr elçilerin elleriyle yazılmıştır. Abdullah b. Abbas'a göre burada adı geçen elçilerden maksat, Allahü teâlâ ile peygamberleri arasında elçilik yapan meleklerdir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Abdullah b. Zeyd'e göre ise bu elçilerden maksat, kullarını amellerini yazan meleklerdir. Katade'ye göre ise elçilerden maksat, kurralardır. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bunlar, Kur’an’ı yazan katiplerdir. Bu âyetler, Kur'an ehlinin, sözlerinde ve davranışlarında Kur'ana yakışır bir şekilde hareket etmeleri lazım geldiğini göstermektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'an okuyanlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Kur’an’ı okurken kekeleyerek okuyan ve okumasında zorlanan kimse için ise iki mükafaat vardır. (Biri okumasından dolayı, diğeri de zorlanmasından dolayıdır. Müslim, K.el-Müsafirîn, bab: 244, Hadis no: 798 / Buhari, K.et-Tevhid, bab: 52 17Kahrolsun o insan. Ne kadar da nankördür. Taberi, "Kahsolsun" diye tercüme edilen "Kutile" kelimesini "Lanet olsun" diye izah etmiştir. Bu izah tarzını Dehhak, Abdullah b. Abbas'tan nakletmiş Ebû Malik de aynı şekilde izah etmiştir. "Ne kadar da nönkürdür." diye tercüme edilen "Maekfere" kelimesini Taberi iki şekilde izah etmiştir. Biri mealde verildiği gibidir. Diğeri ise "Onu İnkârcılığa götüren nedir?" şeklindedir. Âyette zikredilen "İnsan" kelimesinden maksat, Mücahid ve Süfyan es-Sevri'ye göre "Kâfir olan insan" demektir. Bu izahlara göre âyetin manası şöyledir: "Kahrolsun kâfir insan. O, rabbinin nimetlerine karşı ne de nankördür." Veya "Lanet olsun kâfir olan insana. Onu İnkârcılığa sürükleyen sebep nedir?" 18Allah, kendisini hangi şeyden yaratmıştır? 19Onu bir damla sudan yarattı ve şekil verdi. Rabbi, bu kâfir insanı neden yaratmıştır? Ki o öyle böbürlenip ululuk taslar. Rabbine itaat etmez ve onun birliğini kabullenmez. Evet, rabbi onu nutfeden, bir damla sudan yarattı ve onu çeşitli merhalelerden geçirdi. O, bir damla su iken onu kan pıhtısına dönüştürdü. Sonra bir çiğnem et haline getirdi. Sonra kemiklerini oluşturdu. Böylece mükemmel biryaratık haline getirdi. 20Sonra ona (takibedeceğî) yolu kolaylaştırdı. Âyette zikredilen "Ona yolu kolaylaştırdı." ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Ebû Salih, Süddi ve Katade'ye göre, kişinin annesinden doğmasının kolaylaştırılmasıdır. Taberi de bir önceki âyetin, ana rahmindeki aşamalardan bahsetmesiyle irtibat kurarak bu görüşü tercih etmiştir. Mücahid'e göre ise bu ifadeden maksat, insana, hak ve batıl yolların gösterilmesidir. Mücahid bu âyetin: "Doğrusu biz insana hidâyet yolunu gösterdik. O, ya şükreder veya nankörlük eder." Dehr (insan) Sûresi, 76/3 âyetinin benzeri olduğunu söylemiştir. Hasan-ı Basri buradaki "Yol"dan maksadın, hayır yolu olduğunu, İbn-i Zeyd ise buradaki yoldan maksadın "İslam" olduğunu, Allah'ın insana İslamı kolaylaştırdığını ve öğrettiğini söylemiştir. 21Sonra da onu öhdürüp kabre koydu. 22Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir. 23Hayır hayır, insan, Allah'ın emrettiğini yerine getirmedi. Sonra insanın vadesi gelince Allah onu öldürür. Kullan vasıtaıyla onu kabre koydurur. Sonra dilediği zaman o ölü olan insanı tekrar diriltip kabrinden çıkaracaktır. Hayır, hayır, durum o kâfir insanın zannettiği gibi değildir. O, üzerinde olan Allah'ın haklarını yerine getirdiğini zanneder. Halbuki o, Allah'ın emrettiğini yapmamıştır. Mücahid diyor ki: "Hiçbir kimse Allah'ın emrettiği şeyleri tam olarak yerine getirmiş değildir." 24İnsan, yemeğine bir baksın. 25Biz, bol bol su indirdik. 26Sonra yeryüzünü iyice yardık. 27Bak. Âyet 31. 28Bak. Âyet 31. 29Bak. Âyet 31. 30Bak. Âyet 31. 31Orada taneler, üzüm, hayvan yemi, zeytin, hurma ağacı, ağaçları birbirine girmiş bahçeler, meyveler ve otlar yarattık. 32Bunlar, sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi içindir. Allah'ın birliğini reddeden kâfir insan, yediği yemeğine bir baksın. Allah o yemeği ona nasıl hazırlamıştır, bir düşünsün. Biz gökten yağmuru, su boşaltırcasına nasıl yağdırdık. Yeryüzünü çeşitli bitkilerle muhtelif şekillerde yardık ve orada buğday, arpa, vb. taneler, üzümler, hayvan yemleri, zeytin, hurma ağaçları ve birbirine girmiş ağaçları olan bahçeler bitirdik. Orada meyveler ve otlar yarattık. Bütün bunlar sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi içindir. * Âyet-i kerime’de geçen ve "Hayvan yemi" diye tercüme edilen "Gadban" kelimesi Abdullah b. Abbas, Katade ve Dehhak tarafından "Yonca" diye izah edilmiş Hasan-ı Basri ise "Hayvan yemi" diye izah etmiştir. "Ağaçları birbirine girmiş" diye tercüme edilen "Ğulben" kelimesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre bu ifadeden maksat, mealde zikredildiği gibi "Bir araya kümelenmiş ve dallan birbirine girmiş ağaçlar" demektir. Yine ondan nakledilen başka bir görüşe göre bundan maksat, "Uzun ağaçlar" demektir. Yine İbn-i Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu ifadeden maksat "Cennette, altında gölgelenilecek ağaç"tır. Katade, İkrime ve İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifadeden maksat, "Büyük ve değerli hurma ağaçları"dır. Taberi bu ifadenin asıl manasının "Kalın" demek olduğunu, bu deyimin "Kalın boyunlu insanlar" anlamına gelen "Ağleb" ifadesinden alındığını söylemiştir. Mücahid ise bu ifadeden maksadın "Güzel" demek olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerime’de geçen ve "Otlar" diye tercüme edilen "Ebben" kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre, yeryüzünün bitirdiği ve insanların yemediği bitkilerdir. Yine ondan nakledilen diğer bir görüşe göre bundan maksat, yeryüzünün, hayvanlar için bitirdiği bitkilerdir. Hasan-ı Basri, Mücahid ve Katade'den de bu görüş nakledilmiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu kelimeden maksat, bütün otlar ve otlaklardır. Ebû Rezin, Mücahid ve Dehhak'tan da bu kelimeyi "Otlak" diye izah ettikleri nakledilmiştir. Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği başka bir görüşe göre bu kelime "Yaş meyveler" anlamına gelmektedir. Enes b. Malik'ten nakledildiğine göre Hazret-i Ömer, Abese suresini okumuş bu âyete gelince: "Meyvenin ne demek olduğunu biliyoruz. Fakat "Ebb" ne demektir?" diye kendi kendine sormuş sonra da "Bitkilerimiz bize yeter." demiş ve elindeki asasını yere atmıştı. 33Gürültü koptuğu zaman. (Kıyamet çığlığı geldiği zaman) Abdullah b. Abbas, "Gürültü" diye tercüme edilen "Essaahhatu" kelimesinin, kıyametin isimlerinden biri olduğunu söylemiştir. 34Bak. Âyet 36. 35Bak. Âyet 36. 36O gün insan, kardeşinden, anne ve babasından, karısından ve çocuklarından kaçar. Gürültüyle gelen kıyamet koptuğunda kişi en yakınlarından dahi kaçacaktır. Bu kaçışın sebebi, kişinin kaçtığı kimselerin kendisinden bir şey istemelerinden korkmasından veya onların içine düştükleri hali görmek istememelerindendir. 37O gün herkesin kendisine yetecek kadar derdi vardır. Kıyamet günümle herkes kendi derdiyle meşgul olacak ve en yakın akrabaları da olsa kimse ile alakadar olamayacaktır. Öyle ki insanlar analarından doğdukları gibi diriltildikten halde, sıkıntılarından dolayı birbirlerine bakma imkanı dahi bulamayacaklardır. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Ben Resûlüllah’ın: "İnsanlar kıyamet gününde yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaklardır." buyurduğunu işittim ve dedim ki: "Ey Allah’ırs Resulü, kadınlar ve erkekler bir arada haşrolacaklar ve birbirlerine de bakamayacaklar mı?" Resûlüllah: "Ey Âişe, orada durum, birbirlerine bakmaya imkan vermeyecek kadar dehşetlidir." Müslim, K.el-Cennet, bab: 56, Hadis no: 2859 / Nesei, K.el-Cenaiz, bab: 138 buyurdu. Bu hususta Hazret-i Âişe'den daha geniş bir Rivâyet bulunmaktadır. Fakat sahih hadis kitaplarında kaynağı bulunmadığı için alınmamıştır. 38Bak. Âyet 39. 39O gün parlayan, gülen ve sevinen yüzler vardır. O gün, Allah'ın kendisine verdiği nur ile parlayan, ona ikidir, ettit'i nimetlere sevinerek gülen ve daha fazla nimetlere erişeceğine dair müjdelenmiş un... güler yüzler vardır. Bunlar cennetliklerin yüzleridir. 40Bak. Âyet 41. 41O gün tozlanmış ve karanlık bürümüş yüzler de vardır. 42İşte bunlar, kâfirler ve fâcirlerdir. Çığlıkla kopan o kıyamet gününde, üzerlerini toz ve zillet bürümüş olan yüzler de vardır. İşte onlar, Allah’ı inkâr eden ve dünyada iken Allah’a karşı gelmekten çekinmeyen kâfir günahkarların yüzleridir. Allah onları işte böyle cezalandırmıştır. |
﴾ 0 ﴿