BÜRUC SÛRESİBüruc sûresi yirmi iki âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazında "Vessemai Zatilbüruc" ile "Vessemai Vettarıki" surelerini okurdu." Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.327 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diğer bir Rivâyette diyor ki: "Resûlüllah yatsı namazında, baş taraflarında kelimesi bulunan sureleri okurdu." Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S.327 Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Burçlar sahibi olan göğe. Âyette geçen "Burçlar" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas ve Dehhak'a göre "Köşkler" demektir. Mücahid ve Katade'ye göre "Yıldızlar" demektir. Süfyan b. Hüseyin'e göre "Kurn ve su" demektir. Taberi'ye göre ise "Güneşin ve ayın menzilleri" demektir. Zira burç kelimesinin sözlük anlamı "Kule"dir. Gökte bu tür kuleler ay ve güneşin menzilleri şeklinde anlaşılmaktadır. Taberi diyor ki: "Gökteki ay ve güneşin menzilleri on iki'dir. Ay bu menzillerden her birini iki gün ve bir günün üçte biri kadar bir zamanda aşar. Böylece tamamını yirmi sekiz günde kateder. İki gün de gizlenir ve görünmez olur. Güneş ise bu menzillerden her birini ancak bir ayda kateder. Böylece bu menzillerin tümünü on iki ayda katetmiş olur. 2O vaadolunan güne. Hasan-ı Basri, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre vaadedilen gün'den maksat, kıyamet günüdür. Bu günün kıyamet günü olduğu hakkında Taberi Ebû Hurey-re'den ve Ebû Malik el-Eş'ari'den hadis Rivâyet etmiştir. 3Şahitlik edene ve edilene yemin olsun ki. Âyet-i kerime’de zikredilen ve "Şahitlik eden ve şahitlik edilen" diye tercüme edilen "Şahit ve Meşhud" kelimeleri, türetildikleri köklerine bakılarak çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bu kelimelerin her ikisi de ya "Hazır bulundu toplandı" manasına gelen "Şühud" kökünden türetilmişlerdir veya "Şahitlik etmek" mânâsına gelen "Şa-ehadet" kokundan türetilmişlerdir. Yahut da bunlardan biri bir kökten diğeri de diğer kökten türetilmişlerdir. İkisinin de "Şühud" kökünden türetildikten farzedildiği takdirde âyette zikredilen şahit meşhud kelimelerinden şunların kastedilebileceği rivâyet edilmiştir. a- Şahitten maksat, kıyamet gününde toplanıp bir araya gelecek olan melekler, insan ve cinler gibi varlıklardır. Meşhud'dan maksat ise toplanma zamanı ve yeri olan kıyamet günüdür. Nitekim şu âyet, kıyamet gününün bu sıfatını beyan etmektedir. "Şüphesiz ki bu kıssalarda, âhiretin azabından korkan için ibret vardır. O, insanlaın toplandıkları bir gündür. O gün herkesin göreceği bir gündür." Hud Sûresi, 11/103 b- Şahit kelimesinden maksat, melekler, meşhud kelimesinden maksat ise Cuma günüdür. Melekler o günde hazır bulunurlar. c- Şahit kelimesinden maksat, hacılar, meşhud kelimesinden maksat ise Arefe günüdür. Hacılar o günde Arafatta bir araya gelirler. Şu âyet-i kerime buna işaret etmektedir. "İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen her zayıf (yola elverişli) binekle sana varsınlar." Hac Sûresi, 22/27 d- Şahit kelimesinden maksat, Mina ve Müzdelife'de bir araya gelen hacılar, meşhud kelimesinden maksat ise kurban bayramı günüdür. e- Şahit kelimesinden maksat, her toplanıp bir araya gelenlerdir. Meşhud kelimesinden maksat ise kendisinde büyük toplantılar olan her gündür. Bu görüş yukarıda zikredilen bütün görüşleri içine almaktadır. Şahit ve Meşhud kelimelerinin her ikisinin de şehadet kökünden türetildikleri farz edildiği takdirde âyette zikredilen şahit ve meşhud kelimelerinden şunların kasdedilebileceği rivâyet edilmiştir. a- Şahit kelimesinden maksat, Allahü teâlâdır. Meşhud kelimesinden maksat ise tevhid inancıdır. Şu âyet-i kerime bu hususu beyan etmektedir. "Allah, kendisinden başka ilâh olmadığına, adaleti ayakta tutarak şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Allah’tan başka ilâh yoktur. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir." Âl -i İmran Sûresi, 3/18 b- Şahit'ten maksat, Peygamberler, Meşhud'dan yani kendisine şahitlik edilenden maksat ise Hazret-i Muhammed'dir. Bu husus da şu âyette beyan edilmektedir. "Kıyarnet gününde her ümmetten bir şahit getirirken... (yani peygamberler şahit olarak getirilirlerken) Nisa Sûresi, 4/41 c- Şahit'ten maksat, Hazret-i Muhammed, Meşhud'dan yani kendisine şahitlik edilenden maksat ise diğer peygamberlerdir. Bu husus da şu âyette beyan edilmiştir: "... Seni de bunların üzerine şahit getirdiğimizde halleri ne olacaktır?" Nisa Sûresi, 4/41 d- Şahit kelimesinden maksat, amel defterlerini yazan melekler, meşhud kelimesinden maksat ise dinin yüklediği vazifeleri yapmakla mükellef olan kullardır. Bu hususta da şöyle buyurulmaktadır: "Herkes (mahşer yerine) kendisini bir sevkeden bir de şahitle beraber gelecektir." Kaf Sûresi, 50/21 c- Şahit'ten maksat, insan azaları, meşhud'dan maksat ise insanın kendisidir. Allahü teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet günü onların dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahitük edecektir." Nur Sûresi, 24/24 f- Şahit'ten maksat Hazret-i İsa, Meşhud'dan maksat ise onun ümmetidir. Bu hususta da şöyle buyurulmaktadır: "Ben onlara sadece bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin rabbiniz olan Allah’a ibadet edin," dedim. Aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim. Sen beni vefat ettirdiğin zaman onları sen gözlüyordun. Sen herşeye şahitsin." Muade Sûresi, 5/117 g- Şahit'ten maksat Muhammed ümmeti, Meşhud'dan maksat ise diğer ümmetlerdir. Allahü teâlâ bu hususta da şöyle buyurmuştur: "Böylece biz, sizin insanlara karşı şahitler olmanız, peygamberin de size karşı şahit olması için sizi, orta yolu tutan bir ümmet kıldık. Önceden üzerinde bulunmuş olduğun kıbleyi, sadece peygambere uyan kimseyi gerisingeri dönenden ayırdetmek için çevirdik. Bu, Allah'ın hidâyet ettiklerinin dışındakilere elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz ki Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir." Bakara Sûresi, 2/143 h- Şahit'ten maksat, bütün varlıklar, Meşhud'dan maksat ise Allahü teâlâdır. Bu varlıklar, Allahü teâlânın varlığını gösteren şahitler ve delillerdir. ı- Şahit'ten maksat, günler ve geceler, Meşhud'dan maksat ise insanoğlunun amelidir. Günler ve geceler, insanoğlunun yaptığı amellere şahitlik edecektir. Şahit ve Meşhud kelimelerinin farklı köklerden türetilmiş olabilecekleri gözönünde bulundurularak çeşitli şekillerde izah edilmişlerdir. Taberi'nin izahı, bu kelimelerin, çeşitli köklerden geldiği kanaatinde olanlara göredir. a- Şahit kelimesinden maksat Cuma günü, Meşhud kelimesinden maksat ise Arefe günüdür. Bu görüş Ebû Hureyre, Abdullah b. Abbas, Ebû Malik el-Eş'ari, Katade, Hasan-ı Basri, İbn-i Zeyd ve Ali b. Ebi Talha'dan nakledilmektedir. Ebû Hureyre, Ebû Malik ef-Eş'arî ve Said b. el-Müseyyeb, Resûlüllah’ın, şahit kelimesini Cuma günü, Meşhud kelimesini de Arefe günü şeklinde beyan ettiğini rivâyet etmişlerdir. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Vaadolunan gün kıyamet günüdür. Meşhud olan gün Arefe günüdür. Şahit olan gün ise Cuma günüdür. Güneş cuma gününden daha faziletli bir günün üzerine doğup batmamıştır. Cuma gününde öyle bir saat vardır ki mü’min bir kul o zamana isabet ettirerek Allah’tan bir şey isteyecek olursa Allah onun istediğini mutlaka kabul eder. Yine o saate denk getirerek bir kötülükten Allah’a sığınacak olursa Allah onu o kötülükten mutlaka korur." Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 85, bab: 1, Hadis no: 3339 b- Şahit kelimesinden maksat Hazret-i Muhammed, meşhud kelimesinden maksat ise kıyamet günüdür. Bu görüş de Abdullah b. Abbas, Hasan b. Ali ve Said b. el-Müseyyeb'den nakledilmiştir. Abdullah b. Abbas bu görüşü zikrettikten sonra şu âyeti okumuştur: "Şüphesiz ki bu kıssalarda, âhiretin azabından korkan için ibret vardır. O insanların toplandıkları bir gündür. O gün, herkesin göreceği bir gündür." Hud Sûresi, 11/103 Hasan b. Ali ise şahitten maksadın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu söyledikten sonra şu âyeti okumuştur: "Kıyamet gününde her Ümmetten bir şahit getirirken seni de bunların üzerine şahit getirdiğimiz de halleri ne olacaktır? Nisa Sûresi, 4/41 Meşhud'dan maksadın da kıyamet günü olduğunu söyledikten sonra şu âyeti okumuştur: "Şüphesiz ki bu kıssalarda, âhiretin azabından korkan için ibret vardır. O, insanların toplandıkları bir gündür. O gün, herkesin göreceği bir gündür." Hûd Sûresi, 11/103 c- Şahit'ten maksat, insanlar, meşhud'dan maksat ise kıyamet günüdür. Bu görüş, Mücahid, İkrime ve Dehhak'tan nakledilmiştir. Dehhak da, Meşhud'dan maksadın kıyamet günü olduğunu söyledikten sonra Abdullah b. Abbas ve Hasan b. Ali'nin okudukları âyeti okumuştur. d- Şahit'ten maksat, Hazret-i Muhammed, Meşhud'dan maksat ise Cuma günüdür. Bu görüş, İkrime'den nakledilmiştir. İkrime şahit kelimesinden maksadın Hazret-i Muhammed olduğunu söyledikten sonra yukarıda zikredilen Hud suresinin yüz üçüncü âyetini okumuştur. e- Şahit'ten maksat, Allahü teâlâdır, Meşhud'dan maksat ise kıyamet günüdür. Bu görüşü Ali b. Ebi Talha, ve Abdullah b. Abbas'dan nakletmiştir. f- Şahit'ten maksat, kurban bayramı günü, Meşhud'dan maksat ise Cuma günüdür. Bu görüş, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr'den nakledilmiş, Ebudderda da meşhud'dan maksadın Cuma günü olduğuna dair Resûlüllahtan bir hadis Rivâyet etmiştir. g- Şahit'ten maksat, Arefe günü, meşhud'dan maksat ise kıyamet günüdür. Bu görüşü Mücahid, Abdullah b. Abbas'tan nakletmiştir. Taberi, Allahü teâlânın, şahit ve meşhuda yemin ettiğini, bunlardan neyin kasdedildiğini ise bize bildirmediğini bu itibarla şahit ve meşhud kelimelerinden, âlimlerin rivâyet ettikleri bütün bu görüşlerin anlaşılabileceğini söylemiştir. Yukarıda geçen üç âyetteki yeminin cevabı, bir kısım âlimlere göre bu âyetlerden sonra gelen "Lanet olsun" cümlesidir. Diğer bir kısım âlimlere göre, daha sonra gelen "Şüphesiz ki rabbinin yakalaması çok şiddetlidir." âyetidir. Diğer bir kısım âlimlere göre ise yeminin cevabı zikredilmemiştir. Aslında bu yeminin cevabı ya "Amellere mutlaka karşılık verilecektir." şeklinde veya "Ku-reyş kâfirleri lanete uğratılmışlardır." şeklindedir. 4Bak. Âyet 5. 5İçi, yakıtı bol olan ateşlerle dolu o hendekleri kazanlara lanet olsun. Müfessirler bu âyet-i kerimelerde kıssaları zikredilen insanların kimler oldukları hususunda çeşitli izahlarda bulumulardır. İbn-i Ebza'nın Hazret-i Ali'den Rivâyet ettiğine göre bu âyetlerde, mü’minlere işkence ettikleri zikredilen insanlar, aslında ehl-i kitap olup daha sonra mecusileşen Farslardır. Hazret-i Ali'nin şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir. "Bunlar ehl-i kitaptı. İçki bunlara helal kılınmıştı. Bunların krallarından biri iyice sarhoş oluncaya kadar içki içti. Kızkardeşine sataşıp onunla cinsi münasebette bulundu. Sarhoşluğu gidince kızkardeşine: "Vay haline, içine düştüğün bu felaketten kurtuluş yolu nedir?" dedi. Kızkardeşi ona dedi ki: İnsanlara konuş ve onlara, "Ey insanlar, Allah kızkardeşlerle evlenmeyi helal kıldı." de. Bunun üzerine Kral insanlarla konuştu ve: "Ey insanlar, şüphesiz ki Allah kızkardeşle evlenmeyi helal kıldı." dedi. İnsanlar da: " Biz bu sözlerinden Allah’a sığınırız. Bunu bize ne bir peygamber getirdi ne de onu bir kitapta bulduk." dediler Kral kızkardeşine pişman olarak döndü ve ona: "Vay haline, insanlar bunu kabul etmediler, direndiler." dedi. Kızkardeşi "Sen onları kamçılat.." dedi. Kral onları kamçılattı. Yine insanlar kabul etmediler, direttiler. Kral tekrar pişman vaziyette kızkardeşine döndü ve ona "İnsanlar kabul etmediler, direttiler" dedi. Kızkardeşi ona dedi ki: "Onlara tekrar konuş kabul etmezlerse kılıca başvur." Kral bunu da yaptı. İnsanlar yine kabul etmediler. O tekrar kızkardeşine: "İnsanlar kabul etmediler, direttiler." dedi. Kızkardeşi: "Sen hendekler kazdır. Sonra ülkenin halkını oraya getir ve onlara göster. Kim kabul ederse serbest bırak kim de kabul etmezse onu, hendeklerde yanan ateşin içine at." dedi. Kral bunları yaptı. Memleketin halkını toplayıp hendekleri gösterdi. Kabul etmeyenleri oraya atıp yaktı." İşte Allahü teâlâ bunlar hakkında "İçi yanan ateşlerle dolu o hendekleri kazanlara lanet olsun." âyetlerini ve bundan sonra gelen âyetleri indirdi." Katade'nin Hazret-i Alî'den naklettiği başka bir görüşe göre âyette kıssaları zikredilen bu Ashabul Uhdud, Yemen'de yaşayan insanlardır. Bunlardan bir kısmı mü’min diğerleri ise kâfirdi. Bunlar birbirleriyle savaştılar. Mü’minler kâfirlere galip geldiler. Tekrar savaştılar. Yine mü’minler kâfirlere galip geldiler. Sonra bunlar, birbirlerine ihanet etmeyeceklerine dair söz verip ahitleştiler. Fakat kâfirler mü’minlere ihanet ettiler ve mü’minleri yakaladılar. Sonra mü’minlerden biri onlara: "Sizin için uygun olan bir teklifte bulunayım mı? Siz bir ateş yakın, bizi ona götürün. Bizden kim size uyarsa -ki sizde bunu istiyorsunuz- onu bırakın. Kim de tabi olmazsa ateşe atılmayı kabul etmiş olur. Siz de ondan kurtulmuş olursunuz." dedi. Bunun üzerine ateş yaktılar. İnsanlan ona götürüp gösterdiler Mü’minlerin ileri gelenleri ateşe atılmaya razı oldular. Mü’minlerden yaşlıca bir kadın kendisini ateşe atmaktan çekinir gibi oldu. Kucağındaki çocuğu: "Anneciğim devam et münafık olma" dedi. İşte Allahü teâlâ bizlere bunları anlatmakta ve olaylarını nakletmektedir. Abdullah b. Abbas ve Dehhak ise âyette kıssaları geçen Ashabul Uh-dud'un İsrailoğullarından bir kısım kimseler olduklarını söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bunlar, İsrailoğullarından bir kısım insanlardır. Hendekler kazıp onların içinde ateşler yaktılar. Sonra kadın erkek hendeklerin başında toplanıp insanları oraya atacaklarını söylediler." Abdurrahman b. Ebi Leyla, Süheyb-i Rumi'nin, Resûlüllah’ın, Ashabul Uhdud hakkında şunları buyurduğunu Rivâyet ettiğini söylemiştir: Resûlüllah buyuruyor ki: "Sizden önce geçen kavimlerden birinin bir kralı vardı. O kralın bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala: "Ben yaşlandım bana bir genç ver de ona sihir öğreteyim." dedi. Kral, sihiri öğretmesi için ona bir genç gönderdi. Genç, sihirbaza gidip gelirken yolunun üzerinde bir rahip bulunuyordu. Onun yanında oturuyor, konuştuklarını dinliyor ve onu beğeniyordu. Sihirbazın yanına her gittiğinde rahibe uğruyor ve onun yanında oturuyordu. Sihirbazın yanına varınca da (geç kaldığı için) sihirbaz onu dövüyordu. Genç, durumu rahibe bildirdi. Rahip ona: "Sen sihirbazdan korktuğun zaman, "Beni ailem geç bıraktı," de. Ailenden korkunca da "Beni sihirbaz geç bıraktı." de diye tenbih etti. Genç bu şekilde devam ederken bir gün büyük bir hayvanın, insanların önünü kestiğini ve onları korkudan evlerine hapsettiğini gördü. Genç, "Bugün sihirbazın mı yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu bilmiş olacağım." dedi ve eline bir taş aldı ve "Ey Allah’ım, eğer sana rahibin hali sihirbazın halinden daha sevimli ise sen bu hayvanı öldür ki insanlar geçip gidebilsinler." dedi. Hayvana taşı attı ve onu öldürdü. İnsanlar serbestçe geçip gidebildiler. Genç gelip durumu rahibe bildirdi. Rahip ona: Evladım bugün sen benden daha üstünsün. Senin durumun, gördüğüm bu seviyeye erişti. Sen mutlaka imtihan olacaksın. İmtihan edildiğinde beni kimseye söyleme." dedi. Çocuk anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananlan ve insanların yakalanacağı diğer hastalıkları iyileştiriyordu. Çocuğun bu durumunu, kralın sonradan kör olan yakın adamlarından biri duydu. Ona büyük hediyelerle gitti ve ona: "Eğer sen beni iyileştirecek olursan bu hediyelerin hepsi senin olsun."" dedi. Genç ona: "Ben kimseyi iyileştirmiyorum. İyileştiren ancak Allah’tır. Eğer sen Allah’a iman eder ve ona yalvanrsan o sana şifa verir." dedi. Bunun üzerine o kişi Allah’a iman etti Allah da ona şifa verdi. Adam, kralın yanına vardı. Daha önce oturduğu yere oturdu. Kral ona: "Gözünü kim açtı?" diye sordu. Adam: "Rabbim açtı." dedi. Kral: "Senin benden başka rabbin var mı?" dedi. Adam: "Benim de senin de rabbin Allah’tır." dedi. Bunun üzerine kral onu hapsedip durmadan işkence etti. Adam nihÂyet çocuğu ele verdi. Çocuk getirildi. Kral ona: "Evladım senin sihirin o dereceye ulaşmış ki anadan doğma körleri, alaca hastalığına yakalanmış olanları iyileştiriyor ve şöyle şöyle yapıyorsun." dedi. Genç: "Ben kimseyi iyileştirmiyorum. İyileştiren ancak Allah’tır." dedi. Bunun üzerine kral genci tutuklattı. Ona durmadan işkence etti. Nihâyet o da rahibi ele verdi. Rahip getirildi ve ona: "Dininden dön" denildi. Rahip bunu kabul etmedi. Kral bir testere istedi onu rahibin başının üzerine koydu ve onu biçip iki parçaya ayırdı. Öyle ki her bir parçası bir yana düştü. Sonra kralın adamı getirildi, ona da "Dininden dön" denildi. O da kabul etmedi. Bunun üzerine kral onun da başının ortasına testereyi koydu ve ortadan ikiye ayırdı. Öyle ki her bir parçası bir yana düştü. Sonra çocuk getirildi. Ona da "Dininden dön" denildi. O da kabul etmedi. Kral onu adamlarına teslim etti ve onlara: "Bunu alıp şu dağın başına götürün. Tam tepesine ulaşınca bakın eğer dininden döndü ise bırakın. Yoksa oradan aşağı atın." dedi. Kralın adamları çocuğu alıp götürdüler. Onu dağın başına çıkardılar. Çocuk: "Ey Allah’ım sen dilediğin bir şey ile bunların şerrini benden uzaklaşır." dedi. Dağ sallandı. Adamlar aşağı düştüler. Çocuk yürüyüp tekrar krala geldi. Kral ona: "Arkadaşların ne yaptılar?" dedi. Genç: "Allah beni onların şerrinden kurtardı." dedi. Bunun üzerine kral, o genci, adamlarından başka bir gruba teslim etti ve onlara: "Bunu alın, küçük bir gemiye bindirin. Tam denizin ortasına vardığınızda, eğer dininden dönerse bırakın yoksa onu denize atın." dedi. Adamlar genci alıp götürdüler. Genç orada da: "Ey Allah’ım, sen dilediğin bir şeyle bunların şerrini benden uzaklaştır." dedi. Gemi alabora oldu. Adamlar boğuldular. Genç, kurtulup tekrar krala geldi. Kral ona: "Arkadaşların ne yaptılar?" dedi. Genç: "Allah beni onların şerrinden kurtardı." dedi. Genç, krala: "Benim sana emrettiklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin." dedi. Kral: "Nedir o?" diye sordu. Genç dedi ki: "İnsanları bir alanda topla.. Beni bir ağacın dalından as. Sonra av yeleğimden bir ok al. Onu yaya tak. Sonra: "Gencin rabbi olan Allah'ın ismiyle." de ve oku bana at. İşte bunu yapacak olursan beni öldürebilirsin." Kral, insanları bir alanda topladı. Genci bir ağacın dalından astı. Onun av yeleğinden bir ok alarak yaya yerleştirdi. Sonra: "Gencin rabbi olan Allah'ın ismiyle." dedi ve oku gence attı. Ok gencin şakağına saplandı. Genç, elini okun saplandığı yere koyarak öldü. Bunun üzerine bütün insanlar: "Biz, gencin rabbine iman ettik. Biz, gencin rabbine iman ettik. Biz, gencin rabbine iman ettik." dediler. Kralın yanına gidildi ve ona: "Gördün mü vallahi senin korktuğun başına geldi, insanlar iman ettiler." denildi. Bunun üzerine kral, yol kavşaklarına çukurlar kazılmasını emretti. Çukurlar kazıldı. Kral onların içine ateş yaktırdı. Dininden dönmeyenleri oraya atıp yakın." dedi. Yahut da onlara: "Haydi kendini hendeğe at." denildi. Onlar da bunu yaptılar. Nihâyet bir kadın geldi. Kucağında çocuğu vardı. Kendisini ateşe atmaktan çekindi. Çocuk ona: "Anneciğim sabret çünkü sen, hak üzeresin." dedi. Müslim, K.ez-Zühd, bab: 73,Hadis no: 3005/ Tirmizi, K Tefsir el-Kur’an, Sûre: 85, bab: 2, Hadis no: 3340 Rebi' b. Enes, bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Ashabul Uhdud, mü’min olan bir kavimdi. Bunlar, peygamberlerin arasının uzadığı bir fetret döneminde insanlardan ayrı bir yerde yaşadılar. Putperestlerden bir zorba bunlara adamlar göndererek kendi dinine girmelerini teklif etti. Onlar bunu kabul etmediler. Bunun üzerine o zorba, hendekler kazdırıp içlerinde ateşler yaktırdı. Ve mü’minleri, dinini kabul etmeye ve ateşe atılmalarından birini seçmeye zorladı. Mü’minler, dinlerinden dönmektense ateşe atılmayı tercih ettiler. Onlar ateşe atıldılar. Fakat Allah, onları daha ateşe düşmeden canlarını alarak yanmaktan kurtardı. Ateş, çukurların dışına taşarak kâfirleri yaktı. Nitekim âyet-i kerime’de: "Onlar için can yakıcı bir azap vardır." Büruc Sûresi, 85/10 buyurulmuştur. Bu onların, dünyada yandıklarım beyan etmektedir. 6Bak. Âyet 7. 7Çünkü onlar, ateşin çevresine oturmuş, mü’minlere yaptıkları azabı seyrediyorlardı. Hendek kazan bu kâfirler, ateş çukurlarının kenarlarında oturmuş mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Katade bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Mü’minler, ateş çukurlarının kenarında oturuyorlar, kâfirler de mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı." Katade'nin bu izahı Rebi' b. Enes'in görüşüne uygundur. Zira ona göre, mü’minlerin, yanmadan önce canları alınmış ve yanma acısını duymamışlardır. Fakat ateş, çukurlardan taşarak kâfirleri yakmıştır. 8Bak. Âyet 9. 9Onların, mü’minlere kin bağlamalarının sebebi, sadece mü’minlerin, herşeye galip, övülmeye layık, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’a iman etmeleridir. Allah, herşeye şahittir. Mü’minleri dinlerinden döndürmek isteyen ve onları ateşte yakan bu kâfirlerin, mü’minlere karşı kin beslemelerinin sebebi, yalnızca mü’minlerin, herşeye galip olan, yaratıklarına verdiği nimetlerden dolayı övülmeye layık olan, göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan Allah’a iman etmeleriydi. Başka bir sebep yoktu. Allah, çukurlar kazdırıp mü’minleri yakan bu kâfirlerin yaptıklarına da başka varlıkların yaptıklarına da şahittir. O, herkese layık olduğunun karşılığını verecektir. 10Mü’min erkek ve mü’min kadınlara, dinlerinden döndürmek için işkence yapıp sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı vardır. Onlar için çok yakıcı bir azap vardır. Mü’min erkek ve kadınlara, kuyular kazdırıp ateşler yakarak işkence eden ve onları dinlerinden dönme fitnesine sürüklemek isteyen sonra da yaptıklarından vazgeçip tevbe etmeyen kâfirler için, âhirette cehennem azabı vardır. Ve onlar için dünyada da yakıcı bir azap gerçekleşmiştir. Taberi bu âyet-i kerime’nin bu bölümünü, Rebi' b. Enes'in görüşüne göre izah etmiş ve çukurları kazan kâfirlerin, dünyada iken yandıklarını söylemiştir. 11Şüphesiz ki iman eden ve salih ameller işleyenler için de, altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur. Şüphesiz ki çukurlar kazılıp ateşler içinde yakılan Ashabul Uhdud ve onlar gibi, Allah’ı birleyen, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak salih ameller işleyen mü’minler için âhirette, altından, içki, süt ve bal ırmakları akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş ve büyük kazanç budur. 12Şüphesiz ki rabbinin yakalaması çok şiddetlidir. Ey Rasûlüm, şüphesiz ki rabbinin yakalaması ve intikam alması pek şiddetlidir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimeyle Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in ümmetini uyarmakta, onların, Hazret-i Muhammed'i yalanlamaları ve inkâr etmeleri yüzünden geçmiş ümmetler gibi cezalandınlabileceklerini hatırlatmaktadır. 13Yoktan var eden de, tekrar dirilten de sadece O'dur. Dehhak ve İbn-i Zeyd, bu âyet-i kerime’yi, mealde verildiği şekilde izah etmişlerdir. Abdullah b. Abbas ise şöyle izah etmiştir. "Azabı başlatan da Allah’tır onu tekrar eden de." Taberi de bu âyetten önce geçen: "Şüphesiz ki rabbinin yakalaması çok şiddetlidir." âyetini gözönünde bulundurarak bu son görüşü tercih etmiştir. Zira bu görüş, her iki âyeti birbiriyle uyumlu bir şekilde yorumlamaktadır. 14Affeden ve seven de O'dur. Allah, günahlarından vazgeçip tevbe edeni affeden ve onu sevendir, merhamet edendir. 15O, arşın sahibidir, yücedir. Medine, Mekke ve Basra kurraları bu âyetin sonundaki "el-Mecidu" kelimesini ötreli okumuşlar ve bunun, Allahü teâlânın sıfatı olduğunu kabul etmişlerdir. Meal buna göre hazırlanmıştır. Küfe âlimleri ise bu kelimeyi esre okuyarak arşın sıfatı kabul etmişlerdir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "O, yüce arşın sahibidir." 16O, dilediğini mutlaka yapandır. Allah, kullarından tevbe edenlerin dilediğinin günahını affeder. Günahlarımda ısrar edenleri de cezalandırır. Hiçbir kimse onun iradesine karşı gelemez. Zira o, mutlak bir otoriteye sahiptir ve herşeye galiptir. 17Bak. Âyet 18. 18Ey Rasûlüm, sana, Firavun ve Semud ordularının haberi geldi mi? Ey Rasûlüm, Allah’a ve peygamberine karşı düzenlenen ve mü’minlere eziyet etmek için meydana getirilen Firavunun ve Semud kavminin ordularının haberi sana geldi mi? Evet bunların haberleri Kur'anda sana bildirildi. Sen, kavminin eziyetlerine karşı, Firavun ve Semud kavmine karşı sabreden peygamberler ve mü’minler gibi sabret. Zira, sana inanmayanların akıbeti, bu orduların akıbeti gibi olacaktır. 19Doğrusu inkâr edenler, hep yalanlayagelmişlerdir. 20Allah onları arkalarından çepeçevre kuşatmaktadır. Allah'ın, kâfirleri cezalandırmasını yalanlayan bu insanlar, geçmişte böyle olan ümmetlerin nasıl olduklarını bilmediklerinden değil, Allah'ın gönderdiği vahyi sırf heva ve heveslerine uymak için yalanlamayı kendilerine âdet edinmelerindendir. Allah onları, arkalarından çepeçevre kuşatmıştır. Yaptıkları amelleri zaptettirmektedir ve onları amellerine göre cezalandıracaktır. 21Bak. Âyet 22. 22Doğrusu bu, şanlı Kur'andır. Levh-i Mahfuzdadır. Kur'an, Allah'ın indirdiği vahyi yalanlayanların iddia ettikleri gibi ne şiir ne de kafiyeli nesirdir. Bilakis o, yüce Kur'andır. Levh-i mahfuzda tesbit edilmiştir. "Mahfuz" kelimesi bazı kumlar tarafından esre okunarak "Levh" kelimesinin sıfatı kabul edilmiştir. Buna göre levh-i mahfuza bu sıfatın verilmesi onun, herhangi bir değişmeye karşı korunmuş olmasındandır. Allah'ın orada tesbit ettiği şeyler ne artar ne de eksilir. Diğer bir kısım kurralar ise "Mahfuz" kelimesini ötre okuyarak Kur’an’ın sıfatı kabul etmişlerdir. Buna göre âyetin manası "Bilakis Kur'an şereflidir, değişme ve bozulmadan korunmuştur. Levhde tesbit edilmiştir." demektir. Mücahid, âyette zikredilen levh-i mahfuzdan maksadın, Ümmül kitap olduğunu, Katade, Allah katında bulunan bir levha olduğunu, Enes b. Malik ise İsrâfîl'in alnı olduğunu söylemişlerdir. |
﴾ 0 ﴿