FECR SÛRESİ

Fecr Sûresi otuz âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Bak. Âyet 5.

2

Bak. Âyet 5.

3

Bak. Âyet 5.

4

Bak. Âyet 5.

5

Yemin olsun fecre, on geceye, her çift ve tek'e, gelip geçtiği zaman geceye. Şimdi bunda akıl sahibi için bir yemin var mı? (akıl sahibi için bunların her biri yemine değmez mi?)

Âyette geçen "Fecr" kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir Rivâyete göre "Gündüz"dür. Diğer bir Rivâyete göre "Sabah namazı"dır. İkrime'den nakledilen başka bir riyaveye göre ise "Sabah vakti"dir.

Hazret-i Ali, Mücahid ve Süddi'nin de fecr kelimesini, sabah vakti olarak izah ettikleri nakledilmektedir.

Âyette geçen "On gece"den maksat, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zü-beyr, Mesruk, İkrime, Mücahid, Katade, Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre Zilhicce ayının ilk on gecesidir.

Diğer bir kısım âimlere göre ise Muharrem ayının ilk on gecesidir.

Taberi, Cabir b. Abdullah'tan nakledilen şu hadisi de delil göstererek bu ilk on geceden maksadın Zilhicce ayının ilk on gecesi olduğunu söylemiştir. Cabir b. Abdullah, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"On gece, kurban bayramının on gecesidir. Tek olan Arefe günüdür. Çift olan ela bayram günüdür." Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, S.327

Arefe günü, Zilhicce ayının dokuzuncu günü olduğundan ona "Tek" bayram da Zilhicce'nin onuncu günü olduğundan ona da "Çift" ismi verildiği rivâyet edilmektedir.

Âyette geçen "Her çift ve tek" ifadesinden neyin kasdedildiği hakkında müfessirler ayrıca çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.

Abdullah b. Abbas, İkrime, Dehhak ve Katade'den nakledilen başka bir görüşe göre "Her çift"ten maksat, kurban bayramı günü "Tek"den maksat ise kurban bayramının birinci gününden sonra gelen üçüncü günüdür. Şu âyet-i kerime bu günlere işaret etmektedir: "Allah’ı sayılı günlerde zikredin. Kim, iki gün içinde acele edip dönerse ona bir günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da bir günah yoktur. Bu Allah’tan korkan içindir. O halde Allah’tan korkun ve bilin ki mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." Bakara Sûresi, 2/203

Abdulah b. Abbas, Mücahid ve Ebû Salih'ten nakledilen diğer bir görüşe göre "Her çift"ten maksat bütün yaratıklar, "Tek"ten maksat ise Allahü teâlâdır. Mücahid diyor ki: "Allah'ın yarattığı herşey çifttir. Gökler, yer, deniz, kara, ins, cin, güneş ve ay gibi. Allah ise tek'tir."

Hasan-ı Basri ve Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe göre, her çift ve tek'ten maksat, yaratılan varlıklardır. Zira bunların bazıları çift bazıları tek'tir.

Katade, İmran b. Husayn, Rebi' b. Enes: "Her çift ve tek'ten maksat, vakit namazlarıdır." demişlerdir. Zira bu namazların sabah ve öğle gibi bazıları çift akşam gibi bazıları da tektir. İmran b. Husayn'dan rivâyet edilen şu garip hadis bu görüşe mesned teşkil etmektedir.. İmran b. İsam diyor ki:

"Resûlüllahtan her çift ve tek'in ne olduğu soruldu o da: "Bunlar namazdır. Namazların bazıları çift bazıları da tektir." buyurdu. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 89, Hadis no: 3342

Taberi, âyette zikredilen "Çift ve tek" kelimelerinin genel mana ifade ettiklerini, Allahü teâlânın, her çift ve tek'e yemin ettiğini, bunları belli bir şeye tahsis etmenin doğru olmadığını söylemekte ve bu ifadesiyle yukarıda bizzat kendisinin de Rivâyet ettiği hadislerin sıhhatıına güvenmediğini göstermektedir.

"Gelip geçtiği zaman geceye yemin olsun ki." âyetinde zikredilen "Ge-ce"den maksat, İkrime'ye göre Hac esnasında akşam namazı ile yatsı namazının birleştirilerek kılındığı Müzdelife gecesidir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde Hac ve namaz gibi bir kısım ibadetlere ve bu ibadetlerin yapıldığı vakitlere yemin etmiş, kendisinden korkan kulları için bunların önem taşıdığını beyan etmiştir. Bundan sonra gelen âyetlerde de kendisine isyan eden kavimleri çok veciz bir şekilde beyan ederek şöyle buyurmuştur.

6

Bak. Âyet 13.

7

Bak. Âyet 13.

8

Bak. Âyet 13.

9

Bak. Âyet 13.

10

Bak. Âyet 13.

11

Bak. Âyet 13.

12

Bak. Âyet 13.

13

Ey Rasûlüm, rabbinin, ülkelerde benzeri yaratılmayan sütunlar sahibi İrem şehrinde yaşayan Âd kavmine, vadide kayaları oyup ev yapan Semud kavmine, kazıklar (güç ve kuvvet) sahibi Fiavuna ne yaptığını görmedin mi? ki onlar o ülkelerde azgınlık yapmışlar, oralarda bozgunculuğu artırmışlardı. Böylece rabbin de onlara bir azap kamçısı yağdırıvermişti.

Âyette zikredilen "İrem" kelimesi, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Bazılarına göre İrem bir beldenin ismidir. Muhammed b. Ka'b el-Kure-zi'ye göre bu şehir İskederiye şehridir.

Ebû Said el-Makburi, Said b. el-Müseyyeb ve İkrime'ye göre ise burası Şam şehridir. Buna göre âyetin manası "Ey Rasûlüm, rabbinin, İrem şehrinde yaşayan Âti kavmine ne yaptığını görmedin mi?" şeklindedir.

Bazı müfessirlere göre de İrem kelimesi bir ümmetin adıdır. Mücahid bu görüştedir. Buna göre bu âyetin manası, "Ey Rasûlüm, rabbinin İrem şehrinde yaşayan Âd kavmine ne yaptığını görmedin mi?" şeklindedir.

Bazı müfessirlere göre de İrem kelimesi bir ümmetin adıdır. Mücahid bu görüştedir. Buna göre bu âyetin manası, "Ey Rasûlüm, rabbinin, Âd kavmine, İrem ümmetine ne yaptığını gönnedin mi?" şeklindedir.

Başka bir kısım müfessirlere göre de İrem, "eski" manasına gelen bir sıfattır. Âyet-i kerime, önceki Âd kavminden bahsetmektedir. Bu görüş de Mücahid'den nakledilmektedir. Buna göre âyetin manası şöyledir: Ey Rasûlüm, rabbinin, eski Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?" şeklindedir.

Diğer bir kısım müfessirler, İrem kelimesinin, Âd kavminden bir kabileyi ifade ettiğini söylemişlerdir.

Katade, İrem'in, Âdın dedesi olduğunu söylemiştir. Yine başka bir kısım müfessirler İrem kelimesinin bir sıfat olduğunu, manasının da "Helak olan" anlamına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre de âyetin manası: "Ey Rasûlüm, rabbinin, helak olan Âd kavmine ne yaptığını görmedin mi?" şeklindedir. Bu görüş, Abdullah b. Abbas ve Dehhak'tan nakledilmiştir.

Taberi, İrem kelimesinin sonunun esre okunmaması sebebiyle Âd kelimesine sıfat olamayacağını, bunun ya bir belde veya bir kabile yahut da bir ümmet adı olabileceğini bu sebeple gayr-i munsarif olduğunu ve cerri (esreyi) kabul etmediğini söylemiş ayrıca Âd kelimesinin İrem'e muzaaf yapılmaması sebebiyle İrem kelimesinin Âd kavminden bir kabileyi ifade ettiğini söylemenin daha isabetli olacağını belirtmiştir.

Allahü teâlâ, Âd kavmini "Sütunlar sahibi" olarak vasıflandırmışım Bu sıfattan neyin kasdedildiği hakkında müfessirler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.

Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre bu sıfattan maksat, Âd kavmine mensup olan insanların uzun boylu olmalarıdır. Yani onların boylan sütunlar gibi uzunmuş.

Katade ve Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe göre bu sıfattan maksat, Âd kavminin göçebe hayatı yaşamaları ve sütunlar gibi direkler dikerek çadırlar kurmalarıdır. Zira bu kavmin, otlak ve sulu yerlere göç ederek hayatlarını sürdürdükleri nakledilmektedir.

İbn-i Zeyd'den nakledilen başka bir görüşe göre bu sıfattan maksat, Ad kavminin, büyük sütunlara sahip bir bina yapmalarıdır. İbn-i Zeyd diyor ki: "Bunlar Ahkaf (Yemen) bölgesinde yaşarlarken bu binayı yapmışlardı. Öyle ki onların bu binası gibi bir bina yeryüzünde mevcut değildi.

Dehhak ise "Âd kavminin bu şekilde sıfatlandırmalarının sebebi onların, güçlü ve kuvvetli olmalarındandır." demiştir.

Taberi, Arapçada "Sütun sahibi" ifadesinin, çadır kurup göçebe hayatı yaşayanlar için kullanıldığını söyleyerek bu şekilde izah edenlerin görüşlerini tercih etmiştir.

Âyet-i kerime’de, Âd kavminin benzerinin diğer beldelerde yaratılmadığı zikredilmiştir. Çünkü onlar, güçlü kuvvetli ve zorba bir kavim idiler. Katade, onların herbirinin boylarının on iki arşın olduğunu nakletmektedir. İbn-i Zeyd ise zikredilen bu sıfatın sütunlara ait olduğunu Âd kavminin, sütunlara dayalı olarak yaptıkları binanın benzerinin henüz yapılmamış olduğunu söylemiştir. Taberi bu görüşü, ifadedeki dilbilgisi kurallarına uygun düşmediği gerkeçesiyle reddetmiştir. Ayrıca Âd kavminin ülkelerinin, daha önce zikredildiği gibi İskenderiye ve Şam şehri olmayıp Yemen'deki Ahkaf bölgesi olduğunu ve bunun: "Ey Rasûlüm, Âd'ın kardeşi Hud'u hatırla. Kendisinden önce ve sonra nice uyancı Peygamberler gelip geçmiş olan Hud bir zaman Ahkafta oturan kavmini şöyle uyarmıştı. "Sadece, Allah’a ibadet edin. Ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." Ahkaf Sûresi, 46/21 âyetinde açıkça beyan edildiğini söylemiştir.

Allahü teâlâ, Firavunu zikrederken onun "Kazıklar sahibi" olduğunu beyan etmiştir. Müfessirler bu ifadeden neyin kasdedildigi hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre bu ifadeden maksat, Firavunun, emirlerini yerine getiren güçlü bir orduya sahibolmasidır.

Mücahid, Ebû Rafi' ve Said b. Cübeyr'e göre Firavuna "Kazıklar sahibi" denilmesinin sebebi, onun, insanları kazıklara çakarak veya kazıklara asarak işkence emesindendir. Ebû Rafı' diyor ki: "Firavun, karısını ellerinden ve ayaklarından dört kazığa bağladı sonra da sırtına bir el değirmeni taşı koydu ve onu o şekilde ölüme terketti.

Sadi b. Cübeyr diyor ki: "Firavun, yere kazıklar çakar, insanları ellerinden ve ayaklarından bu kazıklara bağlardı." Yine Said b. Cübeyr'den nakledilen başka bir görüşe göre Firavuna "Kazıklar sahibi" denilmesinin sebebi, onun, büyük bir bina yaptırıp insanlara orada işkence yapmasındandır.

Katade'ye göre ise Firavuna "Kazıklar sahibi" denilmesinin sebebi, onun, bir kısım ipler ve kazıklarla oyun oynanıp spor yapılması için eğitim ve spor sahaları yapmasındandır.

Allahü teâlâ, Âd, Semud ve Firavunun, yeryüzünde çokça bozgunculuk çıkardıklarını, Allah'ın haram kıldığı şeyleri işlemekten geri durmadıklarını, bu yüzden onlara azap yağdırdığını beyan etmektedir. Bu kavimlerden bazıları fırtınalarla, bazıları depremlerle bazıları da denizlerde boğularak helak olmuşlardır. Bunlar için "Azap kamçısı yağdırdı." ifadesinin kullanılması bu kimselerin azaplarının şidetli olduğunu göstermek içindir.

14

Şüphesiz rabbin her an gözetlemektedir.

Ey Rasûlüm, şüphesiz ki rabbin, sana kıssalarını anlattığı bu kavimleri ve bunların benzerleri olan kâfirleri her an gözetlemektedir. Dünyada amellerini gözetlemekte, âhirette de sırat köprüsü başında onların, cehenneme atılmasını gözetlemektedir.

Allahü teâlânın, kullarını gözetlemesinin nasıl, olduğu hakkında müfessirler şu izahlarda bulunmuşlardır: Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah'ın, kullanın gözetlemesinden maksat, onun dünyada iken kullarının yaptıklarını gözetlemesi ve işitmesi, âhirette de herkese yaptığının karşılığını vermesidir.

Dehhak, Amr b. el-Kays ve Süfyan es-Sevri ise Allah'ın, kullarını gözetlemesinden maksadın, âhirette cehennem üzerine kurulan sırat köprülerinin birinde zalim kullarını gözetlemesidir. Onlar bu köprüden, zulümlerinin hesabını vermeden geçemeyeceklerdir.

15

Rabbi insanı imtihan edip ikramda bulunduğunda ve çeşitli nimetler verdiğinde insan: "Rabbim bana ikram etti." der.

16

Fakat rabbi onu imtihan edip rızkını azalttığında ise "Rabbim bana ihanet etti." der.

Rabbi insanı, çeşitli nimetler ve zenginlik vererek imtihan ettiğinde insan: "Rabbim bana ikramda bulundu." der ve bununla sevinir ve kendisini rahat hisseder. Fakat rabbi onu fakirlikle imtihan edip rızkını daralttığında da bu defa: "Rabbim beni zillete düşürdü." der. Ve Allah'ın, kendisine verdiği sıhhat gibi diğer nimetlere karşılık ona şükretmez.

17

Hayır, hayır siz yetime ikram etmiyorsunuz.

18

Birbirinizi, yoksulları yedirmeye teşvik etmiyorsunuz.

Hayır, hayır sizin zelil düşürülmenizin asıl sebebi, yetimlere ikramda bulunmamanız ve birbirinizi, yoksulları doyurmaya teşvik etmemenizdir.

Âyet-i kerime’de geçen "Hayır" ifadesinin neyi reddettiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Katade'ye göre bu ifade ile Allah'ın, kendisine çok mal verdiği insana ikram ettiğini zannetmenin ve az mal verdiği insanı da zillete düşürdüğünü sanmanın yanlış olduğu beyan edilmektedir. Zira Allah'ın kendisine çok mal verdiği bir kimseye ikramda bulunduğu, az mal verdiği bir kimseyi de zillete düşürdüğü söylenemez. Taberi de bu izah tarzını tercih etmiştir.

Diğer bir kısım âlimlere göre ise bu ifade ile, kendisine bol nimet verildiğinde şükreden, az nimet verildiğinde de ona isyan eden insanın davranışı reddedilmektedir. Zira insan zenginliğinde de fakirliğinde de Allah’a hamdetmekle mükelleftir.

19

Miras toplayıp (Helal haram gözetmeden) yersiniz.

20

Malı pek çok seversiniz.

Mirası, diğer insanların haklarım gözetmeden yersiniz. Dünya malını aşırı derecede seversiniz. Fakat bir zaman gelecek ki siz bu yaptıklarınızdan pişman olacaksınız. Fakat o zaman pişmanlık fayda vermeyecektir.

21

Hayır, böyle yapmayın. Yeryüzü yıkılıp dümdüz olduğu zaman.

Hayır, böyle yapmanız size yakışmaz. Yeryüzü şiddetle sarsılıp sağa sola çarptığı zaman, üzerinde bulunanlar yıkılıp dümdüz bir hale geldiği zaman.

22

Rabbin ve saf saf olan melekler karşına geldiği zaman.

Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerime’yi izah ederken şunlan söylemiştir: Kıyamet günü olduğu zaman yeryüzü bir derinin gerildiği gibi gerilecek ve onun genişliği artırılacaktır. Yaratıklar, cinler ve insanlarıyla tek bir alanda toplanacaklardır. İşte o gün geldiği zaman bu dünya seması yeryüzüne yıkılıp onda bulunan varlıklar açıkta kalacak ve yeryüzüne ineceklerdir. Şüphesiz ki sadece dünya semasının sakinleri, yeryüzünün cin ve insanlarının iki katıdır. Dünya semasının sakinleri yeryüzüne dağılınca yeryüzünün sakinleri onlardan korkacaklar ve "Rabbimiz sizin içinizde var mı?" diye soracaklardır. Dünya semasının sakinleri onların sözlerinden korkacaklar ve "Biz rabbimizi tesbih ederiz. O bizm içimizde yoktur. O gelmektedir." diyeceklerdir. Sonra ikinci gök yıkılacak ve bu göğün sakinleri, dünya semasının sakinlerinden ve cin ve insanlarıyla bütün yeryüzü sakinlerinden daha fazladır ve onların iki katı kadardır. Onlar da yeryüzüne dağılınca yeryüzü halkı onlardan korkacaklar ve "Rabbimiz sizin içinizde mi?" diyecekler. Onlar da bu sorudan korkacaklar ve "Biz rabbimizi tesbih ederiz. O bizim içimizde yoktur. O gelmektedir." diyeceklerdir. Sonra gökler birer birer yıkılacaklardır. Yıkılan her göğün sakini, kendisinden altta bulunan bütün göklerin ve yeryüzü sakinlerinin bir katı daha fazla olacaklardır. Bunlar yeryüzüne dağılınca yeryüzü sakinleri onlardan korkacaklar ve onlara yukarıda zikredilen sorulan soracaklar onlar da yine yukarıda zikredilen cevapları vereceklerdir. Nihâyet yedinci gök yıkılacak. Yedinci göğün sakinleri altı gök sakinlerinden ve yeryüzünde bulunanların tamamından bir kat fazla olacaktır. İşte burada Allah gelecek ve bütün varlıklar saf saf çökmüş halde bulunacaklardır. Orada bir çağırıcı şöyle seslenecektir: "Sizler bugün kimlerin ikramı hak ettiklerini göreceksiniz. Her hallerinde Allah’a hamd edenler ayağa kalksınlar." Bunun üzerine onlar ayağa kalkacaklar ve serbestçe cennete bırakılacaklardır. Sonra o çağına tekrar şöyle seslenecektir: "Sizler bugün kimlerin ikramı hak ettiklerini göreceksiniz." Nerede (çok ibadet etmekten dolayı) vücutları yataklardan uzak kalanlar? Rablerine korku ve ümitle dua edenler ve kendilerine ver diğimiz rızıklardan infak edenler?' Secde Sûresi, 32/16 Bunlar da serbestçe cennete bırakılacaklardır. O çağına üçüncü defa şöyle seslenecektir: "Sizler bugün kimlerin ikramı hak ettiklerini göreceksiniz. Nerede o erler ki onları ne bir ticaret ne bir alış veriş Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoyardı? Onlar, kalblerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlardı." Nur Sûresi, 24/37 Bunlar da serbestçe cennete bırakılacaklardır. Diz çökmüş olan varlıklardan bu üç sınıf çıkarıldıktan sonra cehennemi ateşinin içinden bir boyun çıkacak ve o varlıklara üstten bakacaktır. Onun, gören iki gözü ve fasihçe konuşan bir dili vardır. O boyun varlıklara şöyle diyecektir: "Ben sizin içinizden üç sınıf için görevlendirildim. Bunlar şunlardır: Her inatçı zorba." Bu boyun, her inatçı zorbayı safların içinden kuşun, susam tanesini topladığı gibi toplayacak ve onları götürüp cehenneme hapsedecektir. O boyun cehenmem ateşinin içinden çıkacak ve "Ben, içinizden, Allah’a ve Resulüne eziyet edenler için vazifeleridirildim." diyecek ve onları da safların içinden kuşun susam tanelerini topladığı gibi toplayacak ve götürüp cehenneme hapsedecektir. Yine o boyun üçüncü defa çkacak ve "Ben, suret yapanlar için görevlendirildim." diyecek, onları da safların arasından, kuşun susam tanesini topladığı gibi toplayıp götürecek ve cehenneme hapsedecektir. Orada, dizüstü çökmüş olan yaratıkların arasından üç sınıf çıkarıldıktan sonra amel defterleri açılacak, terazi kurulacak ve yaratıklar hesap vermeye çağırılacaklardır.

.Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den Resûlüllah’ın şöyle buyurduğu Rivâyet edilmiştir: "Siz kıyamet gününde yetmiş yıl bir yerde toplanıp durdurulacaksınız. Size bakılmayacak ve aranızda hüküm verilmeyecektir. Sizler orada kuşatılmış olacaksınız. Gözyaşlarınız kuruyuncaya kadar ağlayacaksınız. Sonra gözünüzden yaş yerine kan dökülecektir. Öyle ki bu kanlar sizin kulaklarınıza veya ağzınıza kadar ulaşacaktır. Siz orada bağırıp çağıracaksınız. Sonra da "Aramızda hüküm vermesi için rabbimiz katında bize kim şefaatçi olacak?" diyeceksiniz. Size: "Buna atanız Âdem'den daha layık kim olabilir? Allah onun toprağını kendisi seçti, onu kendi eliyle yarattı, ona ruhundan üfledi ve onunla karşı karşıya konuştu." denilecektir. Âdem (aleyhisselam)a varılacaktır. Ondan şefaatçi olması istenecek o kabul etmeyecektir. Sonra bütün peygamberlere baş vurulacak fakat onlar şefaatçi olmayı kabul etmeyeceklerdir. Resûlüllah buyurdu ki: "Nihâyet bana gelecekler. Bana geldiklerinde ben, Fahs'a gideceğim." Ebû Hureyre: "Ey Allah’ın Resulü Fahs nedir?" diye sordu. Resûlüllah "O, arşın önüdür. Ben orada secdeye kapanacağım. Secdede devam edeceğim. Allah bana bir melek gönderecek o melek benim pazumdan (kolumdan) tutup yukarı kaldıracak. Allah bana, çok iyi bildiği halde "Sen Muhammed misin?" diyecek ben de: "Evet"diyeceğim. Allah bana: "Ne istiyorsun?" diyecek. Ben de "Ey rabbim, sen bana, şefaatçi olacağımı vaadetmiştin. Sen, yaratıkların hakkında benim şefaatimi kabul et ve onların arasında hüküm ver." diyeceğim. O da: "Senin şefaatini kabul ettim. Geliyorum, aranızda hüküm vereceğim." diyecek." Resûlüllah sözlerine devamla buyurdu ki: "Ben oradan ayrılıp gideceğim ve insanlarla birlikte duracağım. Biz ayakta dururken gökten şiddetli bir ses işiteceğiz. Bu ses beni korkutacak. Bunun üzerine dünya seması sakinleri yeryüzüne inecekler. Onlar yeryüzünde bulunan cin ve insanların iki katı kadardırlar. Bunlar yeryüzüne yaklaşınca nurlarından yeryüzü aydınlanacak. Onlar, saflardaki yerlerini soracaklar. Bizonlara: "Rabbimiz sizin içinizde mi?" diye soracağız. Onlar: "Hayır hayır." diyecekler. Sonra ikinci gök sakinleri inecekler. Bunlar da daha önce inen meleklerin ve yeryüzündeki cin ve insanların iki katı kadar olacaklardır. Bunlar yeryüzüne yaklaşınca nurlarından yeryüzü aydınlanacak onlar sallardaki yerlerini alacaklar. Biz onlara: "Rabbimiz sizin içinizde mi?" diye soracağız. Onlar: "Hayır geliyor." diyeceklerdir. Sonra bütün göklerin sakinleri, her biri daha öncekilerin iki katı olarak yeryüzüne inecekler. Nihâyet Cebbar olan Allah, bulutların gölgesinin içinde meleklerle birlikte aşağıya inecektir. Meleklerin, Allah’ı tesbih eden âvâzeleri işitilecektir. Onlar şöyle derler: "Mülk ve saltanat sahibi olan Allah’ı, tesbih ederiz. Arş ve azamet sahibi olan Allah'ı tesbih ederiz. Ölmeyip devamlı diri kalan Allah’ı tesbih ederiz. Bütün yaratıkları öldürüp kendisi ölmeyen Allah’ı tesbih ederiz. O münezzehtir, arınmıştır. Meleklerin ve ruhun rabbidir. O, arınmış olandır. En yüce olan rabbimizi tesbih ederiz. Biz onu ilelebed tesbih ederiz."

O gün Allah'ın arşını sekiz melek taşıyacaktır. Bugün ise onlar dört tanedir. Onların ayaklan yerin en alt katının sınırındadır Gökler onların bellerine ulaşmaktadır. Arş da onların omuzlan üzerindedir. Allah, arşını yeryüzünde dilediği yere koyacak sonra her yaratığın işitebileceği şekilde seslenecek ve "Ey cin ve insanlar topluluğu, ben sizi yarattığım andan bugüne kadar susmuştum. Söylediklerinizi dinliyor, yaptıklarınızı görüyordum. Şimdi beni dinleyin. Şimdi size amel defterleriniz ve amelleriniz okunacaktır. O defterlerde hayır bulan, Allah’a hamdetsin. Hayınn dışında başka bir şey bulan ise kendisinden başkasını kınamasın." Sonra Allah, cehenneme emredecek. O cehennemden, yukarı doğru yükselen karanlık bir boyun çıkacak. Allah insanlara: "Ey Âdemoğulları ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin işte doğru yol budur." diye emretmemiş miydim?" "Şüphesiz ki şeytan sizden bir Çok nesilleri doğru yoldan saptırmıştı. Hiç düşünmüyor muydunuz?" "İşte vaadolunduğunuz cehennem." Yasin Sûresi, 36/60-63 buyuracak. İnsanlar birbirlerinden aynlacaklar ve dizüstü çökeceklerdir. İşte Allahü teâlâ bunlar hakkında: "Sen (o günün şiddetinden) bütün ümmetlerin dizüstü çöktüklerini görürsün. O gün her ümmet amel defterinin başına çağınlacak ve onlara şöyle denecektir.. "Bugün dünyada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz." Casiye Sûresi, 45/45 buyurmuştur. İşte Allah orada, yarattığı cinler, insanlar ve hayvanlar arasında kesin hükmünü verecektir. O günde boynuzsuzun hakkı boynuzludan alınacaktır. Hiçbir hayvanın diğerinde herhangi bir hakkı kalmayınca Allah onlara "Toprak olun" diyecektir. İşte o zaman, kâfir olan bir insan "Keşke ben de toprak olsaydım." Nebe Sûresi, 78/40 diyecektir. Daha sonra da Allah, cin ve insanları yargılayıp aralarında kesin hükmünü verecektir.

23

İşte o gün, cehennem getirilecek, yine o gün insan herşeyi anlayacaktır. Fakat bu anlamanın ona ne faydası olacak?

Abdullah b. Mes'ud bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"O gün cehennem getirilecek. Onun yetmiş bin yuları (tutulacak kulpu) bulunacaktır. Her yularda da yetmiş bin melek bulunacak. Onlar cehennemi o kulplardan tutup çekeceklerdir." Tirmizi K. el- Cahannem, bab: 1 Hadis No: 2573

24

O gün insan: "Keşke hayatım için bir şeyler yapsaydım." diyecektir.

Kıyamet gününde, dünyada iken salih ameller işlemekte tembel davranan insan bu haline üzülerek kendi kendine şöyle diyecektir "Keşke dünya hayatındayken âhiret hayatım için bir kısım salih ameller işlemiş olsaydım."

Muhammed b. Ebi Umeyre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"Bir adam, doğduğu günden ölümüne kadar. Allah'ın rızası uğrunda ömrünü tüketmek için yüzüstü sürüklenecek olsa kıyamet gününde o amelini kü-çümseyecek, mükafaat ve sevabının artırılması için tekrar dünyaya döndürülmesini isteyektir. Ahmed b. Hanbd, Müsned, C.4, S.185

25

O gün, Allah'ın yaptığı azabı kimse yapamaz.

26

Onun vurduğu bağı da kimse vuramaz.

Bu âyet-i kerime, farklı kıraat şekillerine göre izah edilmiştir. Tercih edilen kıraat şekli mevcut Kur'an-ı Kerimlerdeki işaretlenmiş "La Yuazzibu" şeklidir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Kıyamet gününde Allah'ın yapacağı azabı, dünyada kimse yapamaz. Yine Allah'ın vuracağı bağı dünyada kimse vuramaz."

Diğer bir kıraat ise "La Yuazzebu" şeklindedir.

Buna göre de âyetin manası şöyledir: "Hiçbir kimse Allah'ın, kıyamette uğrattığı azap ile dünyada azap edilmiş değildir. Ve Allah'ın, kıyamette bağlayacağı bağ ile dünyada bağlanmış değildir. Bu kıraata göre başka bir izah şekli de şöyledir "Kıyamet gününde kâfirin gördüğü azap ile kimseye azap edilmez. Kâfirin bağlandığı bağ ile kimse bağlanmaz.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, suçluların akıbetini belirttikten sonra, temiz ruhlara sahibolan, sükunet ve imanın huzuru içinde yaşayan kişilerin akıbetlerinin nasıl olacağını beyan ederek şöyle buyurmuştur:

27

Ey güven içinde olan nefis.

Bu hitabın, güven içinde olan nefse ne zaman ve hangi melekler tarafından yapılacağı hakkında müfessirler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.

a- Abdullah b. Abas ve Mücahid'e göre bu hitap, kıyamet gününde Allah'ın dostlarına melekler tarafından yapılacaktır. Abdullah b. Abbas'a göre "Güven içinde olan nefis"ten makat, Allah'ın, dünyada iken mü’minlere vaadettiği ikram ve nimetlerin gerçekleşeceğine güvenen nefis" demektir. Mücahid'e göre ise "Güven içinde olan nefıs"ten maksat, iman eden, rabbinin kendi hakkında vereceği emirlere teslim olan nefis demektir.

b- Said b. Cübeyr ve Ebû Salih'e göre ise bu hitap mü’min kula, canı çıkarken bir melek tarafınan yapılacaktır. Melek ona, Allah'ın kendisinden razı olduğunu ve âhirette ona büyük imkanlar hazırladığını müjdeleyecektir.

c- Üsame b. Zeyd'in, babasından naklettiğine göre ise bu hitap, salih kula, hem ölürken hem mahşerde toplanırken hem de diriltilirken söylenecek ve kul, cennetle müjdelenecektir.

d- Diğer bir kısım âlimlere göre bu hitap, mü’min kula, amel defteri sağ tarafından verildiği zaman melekler tarafından yapılacak ve müjdelenecektir.

28

Sen rabbinden razı, rabbin de senden razı olarak ona dön.

Bu hitabın, güven içinde olan nefse ne zaman yapılacağı ve ona "Dön" denmesinin ne anlama geldiği hakkında da müfessirler farklı izahlarda bulunmuşlardır.

Abdullah b. Abbas, Dehhak ve İkrime'ye göre bu söz mü’min nefse, âhirette dirildiği zaman melekler tarafından söylenecek ve ruhunun bedenine dönmesi istenecektir. Bu izaha göre"Rab" kelimesinden maksat "Sahip" demektir. Kul'un ruhuna: "Sen, sahibin olan cesedine dön." denmiş olacaktır. Taberi de bu izah tarzını tercih etmiştir.

Ebû Salih'e göre ise bu hitap, güven içinde olan nefse, ölümü anında söylenecek ve onun, rabbi olan Allah’a, razı olarak dönmesi istenecektir.

29

Salih kullarımın içine karış.

30

Cennetime gir.

Katade bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Ey mutmain olan kullanma katıl ve onlarla birlikte cennetime gir." Taberi bu izah tarzını etmiştir.

Muhammed b. Müzahim ise şöyle izah etmiştir: "Ey mutmain olan nefis, sen bana itaat et ve cennetime gir." Bazı kıraatlarda "Fi ibâdî" kelimesi "Fi Abdî" şeklindedir. Buna göre Âyetin manası şöyledir: "Ey mutmain olan nefis, kulumun vücuduna gir ve cennetime dahil ol."

0 ﴿