MESED SÛRESİ

Mesed sûresi beş âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh) diyor ki:

"Ey Rasûlüm, önce en yakın akrabalarını (kavminin ihlaslılarını) uyar." Şuara Sûresi, 26/214 âyeti nazil olunca Resûlüllah Safa tepesine çıktı. Oradan: "Ey sabah vaktine erişmiş insanlar." diye seslendi. "Bu kim?" dediler. Sonra toplanıp ona gittiler. Resûlüllah: "Söyleyin bana eğer sizlere: "Şu dağın eteğinden atlıların çıkıp geleceğini haber verecek olsam bana inanır mısınız?" dedi. Onlar da: "Biz senin hiç yalan söylediğini görmedik." dediler. Resûlüllah: "Şüphesiz ki ben sizleri önünüzdeki (gelecek olan) şiddetli bir azapla uyarıyorum." dedi. Ebû Leheb: "Elin kurusun (kahrolasın) bizi, başka bir şey değil de bunun için mi buraya topladın?" dedi. Sonra kalkıp gitti. Bunun üzerine sûresi indi." Buhari, K-Tefsir el-Kur'an, Sûre: 111, bab: 1

Başka bir Rivâyette İbn-i Abbas şöyle demiştir:

"Resûlüllah "Batha"ya çıktı. Dağa tırmandı. Sonra: "Ey sabah vaktine erişmiş insanlar." diye seslendi. Kureyşliler toplanıp ona gittiler. Resûlüllah: "Söyleyin bana, ben sizlere, düşmanın sabah veya akşam baskın yapacağını söyleyecek olsam bana inanır mısınız?" dedi. Onlar da: "Evet." dediler. Bunun üzerine Resûlüllah: "Şüphesiz ki ben sizleri, önünüzdeki (gelecek olan) şiddetli bir azapla uyarıyorum." dedi. Bunun üzerine Ebû Leheb: "Sen bizi bunun için mi topladin? Elin kurusun, (kahrolasın) dedi. İşte bunun üzerine aziz ve celil olan Allah suresini indirdi. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 111, bab: 2

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Elleri kurusun Ebû Leheb'in. Zaten kurudu da.

Âyette zikredilen Ebû Leheb, Resûlüllah’ın amcalarından biridir. Asıl adı "Abdüluzza b. Abdülmuttalib"dir. Bu kişi Resûlüllah’a çok eziyet ediyor, onu hakir görüyor ve onun dinini ayıplıyordu. Surenin nüzul sebebinde de zikredildiği gibi, Resûlüllah’a sertçe karşı çıktığı bir sırada bu Sûre nazil olmuştur.

"Elleri kurusun." diye tercüme edilen "Tebbet Yeda" kelimesi, Katade ve İbn-i Zeyd tarafından "Hüsrana uğrasın." şeklinde izah edilmiştir. Buna göre âyetin manası: "Ebû Leheb'in yaptıkları boşa çıksın ve hüsrana uğrasın, zaten boşa çıktı ve uğradı da! şeklindedir.

2

Ona ne malı ne de kazandığı fayda verdi.

Abdullah b. Abbas ve Mücahid âyette zikredilen "Kazandığı" ifadesinden maksadın, "Çocukları" demek olduğunu söylemişlerdir.

Bir kısım müfessirler "Ma-ağna" ifadesinin başında bulunan harfinin, olumsuzluk takısı olduğunu söylemişlerdir.. Meal buna göre hazırlanmıştır.

Diğer bir kısım müfessirler ise harfinin soru edatı olduğunu söylemişler ve âyete şu şekilde mana vennişlerdir: "Allah'ın azap ve gazabına karşı Ebû Leheb'in malı ve kazandığı çocuklar, kendisine ne fayda sağlamıştır?" Taberi de âyeti bu şekilde izah etmiştir.

3

O, yakında alevli bir ateşe girecektir.

Ebû Leheb, kıyamette, yanıp tutuşan bir ateşin içine girecektir.

4

Bak. Âyet 5.

5

Boynunda, liften yapılmış bir ip bulunan, odun taşyan o karısı da.

Âyette zikredilen "Ebû Leheb'in karısı." Harb'in kızı "Erva"dır. Bu kadın Ebû Süfyan'ın kızkardeşi olup "Ümmü Cemil" ismiyle meşhurdur. Kureyşin ileri gelen kadınlarındandır. Resûlüllah’a düşmanlık eden kocasına, İnkârcılığında devamlı yardımcı olmuştur. Âyet-i kerimelerde bu kadının, dünyadaki sıfatı ve âhirette uğratılacağı azap zikredilmeketdir. Bu kadının sıfatlarından biri de, "Odun taşıyan" diye tercüme edilen sıfatıdır.

Bir kısım müfessirler bu sıfatı, zahiri manasında alarak kadına, sırtında dikenler taşıyıp Resûlüllah’ın geçeceği yollara döktüğünden kendisine bu sıfatın verildiğini "Odun"dan maksadın da "Dikenler" olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas, Yezid b. Zeyd, Dehhak ve İbn-i Zeyd bu görüştedirler. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu kadın dikenleri yüklenip getirir ve onları Resûlüllah’ın yolu üzerine atardı ki Resûlüllah’ın ve sahabilerinin ayaklarım yaralamış olsun. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Diğer bir kısım müfessirler ise "Odun taşıyan" sıfatının mecazi anlamda kullanıldığını, bu kadına insanlar arasında koğuculuk yaptığı ve Resûlüllahı ayıpladığı için bu sıfatın verildiğini söylemişlerdir. Yani kadın koğuculuk yaparak insanları birbirine düşürmüş böylece odun taşıyarak ateş yakmış gibi olmuştur. Veya. dünyada iken koğuculuk günahını işleyerek cehenneme, kendisini yakacak odunu beraber götürmüş gibidir." demektir.

İkrime, Mücahid ve Katade bu sıfatı bu şekilde izah etmişlerdir.

Bazı müfessirler de bu kadının, Resûlüllahı fakirlikle ayıpladığı için kendisinin de "Odun taşıyan" sıfatıyla ayıplandığını söylemişlerdir.

"Liften yapılmış" şeklinde tercüme edilen ifadesi müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, bu ifadeden maksadın: "Mekke'de bulunan ve kendileriyle odun taşınan ipler." demek oluğunu, İbn-i Zeyd ise "Yemen'de biten bir ağacın lifinden yapılan ipler" demek olduğunu söylemiştir.

Urve b. Zübeyr ise ifadesinden maksadın, başka bir âyette zikredilen "Yetmiş arşın boyunda demirden bir zincir" olduğunu söylemiştir.

Süfyan es-Sevri ise bu ifadeden maksadın, "Cehennemde onun boynuna sarılacak gerdanlık halini alacak ve yetmiş arşın boyunda olacak olan bir ip olduğunu söylemiştir.

Mücahid ise ifadesinden maksadın, "Makaranın ortasındaki demir." olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin manası, "O kadının boynunda, makaranın ortasındaki demirden uzanan bir ip vardır." demektir.

Katade'ye göre ise ifadesinden maksat, "Kadının boynunda bulunan ve katır boncuğundan yapılan bir gerdanlıktır.

Taberi bu ifadeden maksadın, çeşitli maddelerden yapılmış bir ip" olduğunu söylemenin daha doğru olacağını ifade etmiş ve (......) ifadesinin, lif, demir ve ağaç kabuğu gibi şeylerden yapılmış bir gerdanlık olabileceğini söylemiştir.

0 ﴿