3o rahman, rahîm, Besmelede bu iki sıfatın tafsılâtını gördük. Burada meşhur bir mes'eleye tenbih edelim. Merhamet ve rahmet, bir muhtaç ve müptelâyı afattan tahlıs ve yerine hayır ve nimeti ikame etmeyi istihdaf eden bir eyilik duygusudur demiştik, ki, bu iptida şefekat gibi teessür ve infial kabilinden bir meyli nefsanî olarak başlar ve intihaen de bir hüsni tesir demek olan in'am fili ihtiyarîsini istilzam eder ve mevkiine göre bu netice için sadece bir söz veya bir işaret bile kâfi gelir. Biz (filân merhametli adamdır) dediğimiz zaman ekseriya rikkati kalp dediğimiz haleti ruhiyeyi, kabiliyeti infialiyeyi kastederiz, fakat pek merhametli, çok merhametli dediğimiz zaman da neticei filiyesinin zuhurunu anlarız. Cenabıallah ise alâimi hudus olan tegayyür ve infialden münezzeh ve müberra olduğu için rahmeti ilâhiyeyi aynen beşerî olan manayı mezkûr ile izah edemeyiz. Buna hem karînei akliye ve hem karînei şer'iye vardır. Buna binaen müfessirin burada az çok bir mecazi lûgavî bulunduğunu söylerler ki, bu da iki suretle mülâhaza edilir. 1- Yalnız neticei lâzime olan tahlıs ve in'am manası. 2- Asıl olan meyli nefsanînin lâzımı evveli ve in'amın sebebi olan iradei hayır manası, zira irade bir infial değil mümkin olan fiil ve terkten birini tercih sıfatı zatiyesidir. Binaenaleyh evvelkine göre rahmet,sıfatı fiilden, ikinciye göre sıfâtı zatiyeden olur. Rahmeti ilâhiye ekmel olduğu ve rahmanirahim diye iki sıfatla da zikredildiği cihetle burada iki manayı da kasdetmek daha muvafıktır. Rahman sıfatı hassa olduğuna nazaran garize ve sübut ifade eden sıfatı müşebbehe olarak iradei hayır sıfatı zatiyesi, rahim de mubalâga ile ismi fâil olarak onun tezahürü demek olan in'am ve ihsan sıfatı filiyesile izah edilir. Bunu aksedenler de olmuştur. Fakat bazı muhakkıkinin tahkıkı veçhile bizim muhtarımız şudur ki, sıfât ve esmaı ilâhiye manalarında mecaz değil, hakikattirler. Meselâ, ilim, irade sıfatlarının mecaz olduğunu söyliyen yoktur. Halbuki bunların ilâhî manaları beşerî olan manalarının ayni olmadığı da müttefekun aleyhtir. Meselâ ilim gibi bir cehli, iradei beşer bir meylü şevki takip eder ve hâdistir. İlmi ilâhî ve iradei ilâhiye ise bizim bu sıfatlarımızın mebdei âlâsı olan sıfâtı kadimesi halikadırlar, bunlar olmasaydı tenasübi illiyet kanununa nazaran bizim ilim ve irademizin hudusu mümkin olmazdı. Binaenaleyh şeraıtı beşeriye ilim ve iradenin şartı zatîleri değil, mahallerine nazaran avarızındandırlar. İlmin hakikati bir temyizi manevîyi icap eden sıfat, iradenin hakikati de iki makdurdan birinin tercihini iktiza eden sıfattır. Binaenaleyh diğer esma' ve sıfâtı ilâhiyede dahi ayni mülâhazanın tatbikı icap eder ve hele esma' ve sıfâtı ilâhiye beşerî kemalâtın fevkinde bir kemal ifade eden hakaikı urfiye ve şer'iye olduğunda şüphe edilemez ve bunun içindir ki, lisanımızda rahmet ile merhameti farkedegelmişizdir. Rahmeti ilâhî, merhameti beşerî bir manada kullanırız ve bunun için rahmanırahimi çok merhametli ve çok merhamet edici diye tefsirimiz de doğru olmaz, nihayet evvelde, âhirde, ezelde, lâyezalde namütenahi rahmet sahibi, namütenahi feyzi in'am, hayrü ihsan saçıcı diye bir izah yapabiliriz ki, ikisinden de rahmetin hem sıfatı zatiyeyi mülâhaza ettiren iradei hayır ve hem sıfatı filiye ve tekviniyeyi mülâhaza ettiren afattan tahlıs ve niamü hayrata isal manalarını cami olması hakikatı urfiye ve şer'iye icabındandır. Malûmdur ki, afatın hakikati adem ve sevaiki ademdir, hayratın hakikati de vücut ve sevaiki vücuttur. Âfat ile alâkadar olan bütün elemlerimiz bizi bir ademi hayır ile inzar ettikleri için elemdirler ve bunların başı haktan ve rahmeti haktan yeistir. Niamü hayrat ile alâkadar olan bütün lezzetlerimiz de bizi bir hissei vücut ile tebşir ettiklerinden dolayı lezzettirler. Bunların başı da hakka ve rahmeti hakka imandir. Hayati Dünya böyle adem ile vücudun, âlâm ile lezaizin, yeis ile imanın, rahmeti rahman ve sayü teavün ile yenilen bir mücadelesi şeklidir ki, bunların bu cidalden çıkıp temayüzi ebedî ile temayüz etmeleri de hayatı Ahireti teşkil eder. Binaenaleyh bizim hayır ve lezaizimizin başlangıcı, ademden vücude getirilişimiz de, akıbeti de mütenahiden namütenahiye erişimizdedir. Rahmeti rahmaniye bütün mümkinatın ademden vücude ihracını ifade eden iradei vücut ve in'amı vücut olduğundan her imkânın sahai vücude ihracını muktazidir. Çünkü vücut her hayrın ve her nimetin aslıdır. Rahman böyle bir iradei hayır ile bizi cismaniyet ve ruhaniyetimizle ademden vücude getirerek halk eden ve bununla beraber esbabı baka ve hayatımız olan nimetleri de ihzar ve isal eyliyen rahmeti celile sahibidir ki, bu rahmetin şümulünden hariç hiç bir mahlûk bulunamıyacağından buna celâili niam ile rahmet denilir. Bütün imkânlar vücutten hissement edilirken bu arada âkil ve bil'ihtiyar fâil olacak mevcudat halk eylemek te rahmeti rahmaniyenin kemali şumulü muktazasındandır. Çünkü bunda vücudi mümkinatı hakkın kendisine takrip vardır. O suretle bunlar, kıdem-ü hudus ve vücub-ü imkân, kemal-ü noksan farkları olmasa hemen hemen sıfâtı hakkı temsil edebilir. Lâkin bunda iradelerin taaddüdü hasebiyle vücudda bir nevi şirki arazı zuhur eder. Halbuki şirk ile vücut ve devamı vücud mümtenidir. Zira hakkın şeriki batıl yani madum lizatihi, mümteni, mühal olduğundan her vücut vahdetle tecelli eder ve müteaddit vücudlar bir vahdet teşkil etmedikçe devam edemezler. Şirk lizatihi salibi vücut ve mucibi ademdir. Bu sebeple âlemde gerek tabiî ve gerek ahlakî ne kadar şürur tasavvur edilirse hepsinin kökü teaddüd ve davayi şirktir. Bu da hakkın kemali vahdeti icabıdır. O halde hem böyle vesilei şirk olacak müteaddit iradeler halkederek onlara hissei vücut vermek, hem de bunların tevazünlerini muhafaza ederek bütün tecelliyatı vücudu bir irade ile idare ve idame etmek öyle dekik bir nimet ve öyle ebedî bir hayırdır ki, bunu da rububiyeti ilahiyenin rahmeti rahimiyesi temin etmiştir. Kemali terbiye icap ile ihtiyarın işte bu ihtilâlındaki müvazene de ve kemali rabbanî felasifenin muammai vücut dedikleri bu muadelei rahimiyededir. Bunun için eslâfı müfessirin rahmeti rahimiyeye dekaiki niam tabir etmişler ve gaye itibariyle de niami uhreviye ile tefsir etmişlerdir. Bu bir taraftan iradei cüz'iye eshabından her birinin iradelerine bir hissei tercih vermek, bir taraftan da hakkı mükteseplerinin gayesine göre hesaplarını görüp mizanı haktaki vaz'iyetlerini tesbit ettikten sonra (........) mucebince mükâfat ve mücazat ile mes'uliyetlerini tatbık eylemektedir ki, bu mücazat o mükâfatın zâmanıdır ve binaenaleyh rahmeti rahimiyenin hedefi aslîsi bu mükâfattır. Rahmeti rahmaniye içindeki vücudi iptidaîde hiçbir mevcut yolundan inhiraf etmez. Rahmeti rahimiye içindeki vücudi sani ise eshabı iradeye ait olduğundan bunlar da vazifesinden udul edenler ve mizanı hakkı kendi davalariyle ihlâle uğraşanlar vardır ki, rahmeti rahimiyenin mutazammın olduğu hikmeti adalet ve bu vücutta böyle ihtiyare terettüp eden bir muadelei mükâfat ve mücazat kurmuştur ve yine bu muadelenin mizanı umumîsinde de lâşerikeleh olan Hak teâlânın iradei rahmaniyesi hâkim olmuştur (........) Errahman diyor ki, Ey zevilukul siz isteseniz de istemeseniz de diğer âlemler gibi size de vücut ve bakai vücude ait nimetlerimi, hayırlarımı tükenmez hazinemden verdim ve veririm. Errahim de diyor ki, Ey zevilukul, ey eshabı irade siz diğerleri gibi değilsiniz, onlar sade iradei rahmaniyenin ceberutuna mahkûmdurlar siz ise benim kemali rahmetimi tecelli ettiren irade ve ihtiyarımı temsil ederek bana kurbiyet peyda etmeniz ve rıdvanı ekberime ermeniz için yaradıldınız size onlardan fazla olarak istediğiniz ve istiyerek çalıştığınız şeyleri de istediğim kadar veririm, fakat hakkın vücubi vahdeti karşısında şirk ile vücut ve devamı vücut mümteni olduğundan sizin nefislerinizdeki teaddüt ve kesretin ve gayelerinizde benim rizamdan başka kendinize münhasır bahîlâne noktai nazarlar takip eden, mütenevvi ve muhtelif iradelerinizin sizi şirke ve umumunuzu ademe sürükliyen vichelerini tanzim ve adl-ü rahmetin müvazenei vücudünü temin için en nihayet sizi mes'ul edeceğimi de ihtar ederim, haydi hakkı inkâr etmeyiniz şirk koşmayınız, hakka kurbiyet ve hatta niyabet için hak ve iradei hak yolunda muhabbetle, hübbi hayır ile, istikametle, adl-ü merhametle iman içinde çalışınız da, iradeleriniz, amali müktesebeniz o mükâfatı ebediyeye o rıdvanı ekbere vesile olsun. Hulasa benim rububiyetim kahru ceberuttan ibaret bir tasarrufi tazyık-u idam değil böyle rahmaniyet ve rahimiyet ile tezyidi in'am eden bir rububiyeti celile ve cemiledir (........) İşte rahim sıfatında tebşirikamil içinde böyle bir manayı inzar dahi müstetirdir. Fakat bu ilk hitabda bazı kimselere gururı irade ile şöyle bir hatıra varid olmak melhuzdur. Acaba Rabbülâlemîn eshabı iradeyi halkettikten sonra istikbalin mukadderatını onlara tafviz etmiş ve kendisi acaba hicabı izzete çekilmiş değilmidir? O halde Hak teâlâ bütün âlemînin mebdei vücud itibarile rabbi olsa da halde insanların işine bilfiil müdahale etmemiş ve istikbalin de bilvasıta bir rabbi olmuş olmaz mı? Ve o halde mazînin maliki Allah iken hâlin ve istikbalin bu günün ve yarının bilfiil maliki ve sahibi, mükâfat ve mücazat gününün hâkimi eshabı irade olmak lâzım gelmez mi ve bu takdirde eshabı irade alacağını zorla almak ve mes'uliyet mehafetinden azade kalmak için mukadderatını kendisi tayin edip istikbalin lâyüselü ammayef'al hâkimi olmağa çalışmak ıktiza etmez mi? Böyle bir hatıra insanların zamanı halde sahip göründükleri iradei cüz'iyeye mutlâk bir iradei külliye ve her kayitten âzade bir ihtiyar ve bir kudreti hâlikı kıymeti isnat ederek kendilerini kadıri kül ve alelıtlâk hür ve ebede hâkim birer fâili muhtar gibi tevehhüm eylemelerinden neş'et eden bir şirk davasına racidir ki, beşerî felâketlerin, bütün haksızlıkların sebebini bu teşkil eder. Adl-ü rahmeti ilâhiyenin bunun üzerindeki tadilâtı, inzıbatı olmasa cem'iyeti beşeriye üç gün içinde biribirini yer bitirir. (........) halbuki âlemde ve hele hayatta her an iradei beşerden hariç halkı cedit cereyan etmekte olduğu cihetle kuvveti kendisinin zanneden o kavi bazuları bir an içinde el'iyazebillâh bir felç, bir darbei ilâhiye en âciz miskinler sırasına koyuverir. Ehramlar içinde saklanan ve bir gün gelip te neşredilen mumyalı bedenler ve onların kadit simalarındaki sönük oyuk gözler, sabık Mısır Firavnlarının dağlar deviren haşmetli bünyelerinde şimşekli nazarlarındaki kuvvetlerin artık ne maliki, ne sahibidir. Bunun gibi nice misallerle anlaşılır ki, vücudun hayatın gerek mazide ve gerek istikbalde bütün zimamı evvel-ü ahır Hak teâlânın yedi kibiryasındadır. Ve onun milkidir. O zannedildiği gibi sadece evvel değil hem evvel ve hem ahırdır, mütenahide, fanide evvel ve ahırı başka başka görenler ezel ve ebedde dahi böyle zannetmesinler, fâili evvel ile gayei kusva hakikatte birdir. Düşünülürse ecramın küriyyeti, zamanın istidaresi merkez ve muhitinden bize bunu iş'ar eder. Doğan beşer aciz, olen beşer yine acizdir. Bu noktayı hissedenlerin bir kısmı mazi ve istikbal şöyle dursun, halde bile cebri mahza kail olmuşlardır. Zaten nefsi beşer kuvvet buldukça hep ben, acze düştükçe hep sen veya hep o demek ister, ortada âşikâr olan hakikat ise ne öyle, ne böyledir (........) dir. Beşeriyet cism ile ruhun, akl ile kalbin, kabiliyet ile fâiliyetin, ıztırar ile ihtiyarın muhassalasıdır, o ne mecburi mutlâk, ne de fâili mutlâktır. Bu bapta nazrai ulâ nazrai kusvanın aynidir. Tetkiki felsefî davasile işi işkâl edenler ne ciheti ıztırarı selbedebilirler, ne de ciheti ihtiyarı. Iztırara mertebe ayırmak, ihtiyara bir mevki vermektir, ihtiyara mevki ayırmak da ıztırara mevki vermektir. Ne cebri mahiz (fatalite) ile icabı mahiz (determinizm) in davayı ıztırarları, ne de hürriyeti mutlâka ve tamme (liberalizm) müdde'ilerinin ihtiyarı halikane davaları, hiçbir zaman mizanı hakikatin bedahetile karşılaşamazlar. Beşerde ciheti ıztırar kudretullahın şahidi ciheti ihtiyar da iradetullahın şahididir. O kendi kendine kalırsa adem de muztar, halik tealânın icadile de vücutta muztar ve ayni zamanda rahmeti hak ile talebi amelde muhtardır. Ve bu sayede mukadderatının bir kısmını kendi isteğile yazar. Hasılı bu iki şehadetle insan bu vücutta ve bugün, şu ân: şu zamanı halde tarafı haktan izafî ve müstear bir milki muvakkat ve mukayyedi ve müsaadei hakka mazhar bir salâhiyeti niyabiyyeyi yani bir memuriyeti haiz olduğunu ne inkâr etmeli, ne de bu salâhiyet ve memuriyette kendini lâyen'azil, lâyüs'el bir asîl zannetmelidir. İnsan istikbaldeki mükâfat ve mücazatı verecek değil, alacaktır. Hemde haldeki bütün vesaiti kudreti, milki müstearı kesildiği zaman da alacaktır. Almak mevkii ise malik mevkii değil, ihtiyaç mevkiidir. Ve milki tam hem yeden ve hem rekabeten malikiyettedir. Bu ise yerlerile, göklerile, mekânlarile, zamanlarile, efrâdile envaîle, besatatile, mürekkebatile, maddelerile, kuvvetlerile, kabiliyetlerile, failiyetlerile, bütün alemînin maliki, mübdii, haliki, mürebbisi olan Allah tealânın milki mutlâkadır. İşte rabbülâlemîn denildiği zaman, şumuli istiğrak ile bütün o vahimeler bertaraf olmak ve Allah tealânın ezel ve lâyezalde maliki mutlâk olduğu anlaşılmak lâzımgelirse de bir taraftan rahmeti ilâhiyenin muzaaf vüs'ati, diğer taraftan beşeriyetin gafleti dolayısile istishabı hal içinde insanların mükâfat ve mücazat gününe dahi bir nevi malikiyeti ve hâkimiyeti hatırasının az çok vürudu ihtimalini büsbütün kat'etmek için: |
﴾ 3 ﴿