BAKARA SURESI

ELBAKARE SURESİ (........)

Medenîdir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem Efendimizin Medineye hicretlerinden sonra ilk nazil olan suredir. Bununla beraber bütün kur'anın en son nazil olan (........) ayeti de bundadır. Demek ki, Medinede ilk nüzule başlıyan ve en sonra tamam olan bir surei celiledir. Fatiha mazamini kur'anı icmalen müştemil olduğu gibi bu da ekseri ahkâmını tafsıl cihetinden öyledir. Bu iki haysiyetledir ki, (........) Hadîs-i şerifleri varit olmuştur. Kezalik Resulullah Efendimize bir gün bir melek geldiği sırada «müjde, sana iki nur verildi ki, senden evvel hiç bir Peygambere verilmemişti: Fatihatülkitab ve havatimi suret-il-bakara» diye tebşir ettiği rivayati sabitedendir. Bu surei celilenin lisanımızda umumiyetle en meşhur ilmi «baş elif lâm mim» yahut «büyük elif lâm mim»dir. Asıl ismi hassı ikidir. Sûretül-bakare, süretül-kürsî. Elif lâm ile elbakare, Beniisrailin bakaresi demek olduğundan sade «bakare» kelimesinde bu manaya işaret kalmıyor. Beniisrailin işbu bakare kıssası yalnız bu surede zikredilmiş olduğundan bu tesmiyeye sebep olmuştur ki, bu tesmiyede bakare kıssasının ehemmiyetine hususî bir tenbih vardır. «Elkürsî» kürsiyyi ilâhî demektir. Bu isim de âzamı ayat olan ayetülkürsînin bu surede bulunmasındandır. Bunlardan başka bu surenin biri has biri müşterek iki de lâkabı vardır. Evvelkisi Senamül kur'an, ikincisi Ezzehradır. (........) = her şeyin bir senamı -bir hörkücü bir zirvesi- vardır. Kur’ân’ın senamı da elbakare suresidir» hadîsi ve

(........) = iki Zehrayı, elbakare ile âli İmran surelerini okumağa devam ediniz» hadîsi ile ifade buyrulmuştur. Demek Kur’ân bir cismi zi hayata teşbih edilecek olursa Fatiha başı, elbakare gövdesinin en mühimmi diğer sureler sair azası, echizesi, etrafı mesabesindedir. Filvaki Fatihada dahi söylediğimiz veçhile maanii kur'anın inkişafatındaki münasebatı en ziyade ilmi beşerin henüz künhüne eremediği ilmi hayat tenasüplerine ve ekmel bir cismi zi hayatın ahengine benzer. Bunu maddiyet ve maneviyeti tam bir insanı ekmele benzetir, onu da vücudi Muhammedî olarak tasavvur ederseniz tertibi kur'andaki lâhutî san'atın bir misalini mülâhaza etmiş olursunuz ve malûmdur ki, bir zi hayatın ilk teşekkülündeki nizamı tertip, teşekküli kâmilindeki nizamı tertibin ayni değildir. Bunun gibi kur'anın nüzulündeki tertibi ile cem-ü kitabetindeki tertip dahi biribirinin ayni değildir. O tam bir nizamı nümüv ile yirmi üç senede peyderpey inkişaf etmiş ve bittabi hasılındaki nizamı kül, nizamı nüzulden başka olmuştur. Filhakika surei Fatihadan sonra hangi sureyi alacak olsanız bu tertipteki tenasübi ekmeli bulamazsınız. Çünkü Fatihadaki «ihdina» duasından sonra (........) alınız işte hidayet diye tam bir cevabıdır. Ve bu cevap bütün kur'ana şamildir. Binaenaleyh Fransa hükûmetinin bu senelerde yaptırdığı yarım bir kur'an tercemesinde gûya Avrupalıların fikrine, mizacına takrip için surelerin bu tertibi ekmeli alt üst edilerek Fatihanın başa, Elbakarenin nihayete alınması, bir nevi tahrif maksadına mübteni değil ise her halde tenasübi hakkı anlamamaktan mütevellit bir tahakküme mağruranedir. Bu tıpkı bir endama bakıp şu başın altına bu sine bu gövde konulmamalı idide bunun yerine parmaklar, eller, kollar, ayaklar, bacaklar vazedilmeli idi gibi tertibi fıtrîde (fizyolojide) tahsihata kalkışmağa benzer.

MÜNASEBAT VE İCMAL

Elbakare suresinin zatında sevkı küllîsi, Fatihada taleb edilen hidayetin cevabı küllîsi olmakla mecmuı kur'anın da sevki küllîsidir ki, bu ilk ayetinde zahirdir. Kur’ân’ın hikmet ve gayei nüzulünü de tazammun eden bu irtibat ve münasebetten sonra (.......) umumî bir faslı hıtabın esasını mutazammındır. (........) den (........) ayetine kadar ilk hıtabı ilâhî evvelen ve bizzat Resulullah Efendimizedir. Bu hıtabta insanların kabiliyeti hıtap ve hidayet noktai nazarından haleti ruhiyeleri itibariyle bir tasnifi vardır ki, bu tasnifi evveli Fatihadaki mün'amü aleyhim, mağdubi aleyhim, dallîn tasnifi nihaîsine sureten şebih ve manen alâkadardır. Çünkü nimet, hidayetin, hidayet te kabiliyeti hıtabın fer'idir. Kabiliyeti hıtap velev mütefavit olsun her insana fıtrati ulâ itibariyle bahşedilmiş bir rahmeti ilâhiye ise de suiistimal ile itiyat neticesi olarak ademi kabiliyet te bir tabiat halini iktisap edeceğinden makamına göre kabiliyeti hıtabın ve muhatabın tayini, her hangi bir irşadın ve müfit olması matlup olan her kelâmın şartı aslîsidir. Bunun için İlmi ruh, Belâgatin, İlmi edebin erkânı olan tasarrufatı lisaniyle ve mantıkıyeden mukaddem bir şart evveldir. İşte Cenâb-ı Allah Sûretülbakarenin başında evvelâ Resulüne hıtab ile bu şartı irşadı talim buyurmuş, ve ilk önce mebhasi ilim noktai nazarından bizzat Resulüne teminat bahş ettikten sonra umumun fıtrati aslîsindeki kabiliyeti hıtabı tehyiç eden ve şeraiti imanı muhtevi bulunan bir tenvir ile söze başlamıştır. Kur’ân’ın dibacesi makamında bulunan bu tasniften sonra iptida (........) ayetinden itibaren (........) misakı ubudiyetinin teklif ve icabını tasrih ederek rabbülâlemîn icmalindeki isbatı ulûhiyyet ve rububiyyet delillerini en geniş hikmetleri icmal eden bir üslûp ile fezleke eder ve onun akibinde nübüvvet münkirlerini ilzam eden i'caz dellini serd eyler ve burada sirri ubudiyet olan inzar ve tebşiri icmal ederek yevmi dinin mükâfât ve mücazatını îcaz ile bir tasvir eder. Müteakıben beyanatı ilâhiyenin üslûbuna ait bir ıhtardan sonra fıtrati beşerin kıymetini tesbit ve hılkati beşere doğru ircaı nazar ettirir ve hılkati Ademdeki bedaati, hikmet ve gayeyi, ta'limin, ilmin, lisanın, iman ve tâatın ehemmiyetini ve netaicini, Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki zenbi aslî nazariyesinin mebdeini telkinden sonra Yahudiyet ve Nasraniyet gibi iki milletin menşei olan Beni İsraile tevcihi hıtap ile mazideki mevkilerini faziletlerini esbabı nimetlerini ve iman ettikleri kitabın hükmüne göre en şayanı dikkat kıssalariyle mağdubü aleyh olmalarına sebep olan cereyanı ahlâkîlerini tasvir ve bu miyanda Dini islâmın itikadî, ahlâkî, hukukî, içtimaî bazı esasatını tesbit eder. Badehu müminlere tevcihi hıtap ile bazı usul takrir ederek ehli kitaptan Yehud-ü Nasaranın müşterek olan vücuhi dalâline ve aralarındaki husumet ve münaferete tenbihten sonra bu gadab-ü dalâlden halâsları için bir Hazret-i Adem evlâdına yakışacak hissi uhuvvetle esası tevhit dairesinde bir ruhı içtimaî iktisap etmek üzere tarikı hakkı irae ve hasleti İbrahimi, binaı Kâbeyi, vasıyeti Yakubu ıhtar ile lâakal milleti İbrahimiye esası üzerinde bir cismi içtimaî teşkil etmelerini teklif etmiş ve birinci cüzde bu esasları takrirden sonra ikinci cüzden itibaren haldeki sıratı müstakime ve âlemine nümunei imtisal olacak olan milleti islâmın teşkilâtına, ahkâm ve kavanini asliye ve fer'iyesinin bilhassa beyanına geçmiş ve cismi içtimaîyi teşkil eden salât ve hac hakkında tahvili kıbleden başlıyarak hayatı tayyibe için sabr-ü tahammül ve sebat ve saire gibi mehasini ahlâka ve envaı birr-ü hayra, esbabı refaha helâl ve haram, habis ve tayyib vesaili maişet ahkâmına, salât, hac, sıyamı ramazan, zekât ve alelûmum sadakat ve nafakata, cihad gibi usulî ibadata, fitne, katli nefs, hamir, kumar, zina vesair bu gibi kebair ve fücurun zem ve men'ine, kısâs ve mukabele bilmislin meşruiyetine,

eytam ve emvali eytama, münakehat, hayz gibi ahvali nisa, talâk, ıddet, nafaka gibi aile ahkâmına, gerek ilim ve gerek silâh ile müdafaat ve mücahedatı ammeye, enbiayı kiramın meratibi faziletlerine, kudret ve azameti ilâhiyenin hakikatine, mucizatı enbiyaya dair makasıdı asliye beyan etmiş, esasatı hukukiyeye, hikmet ve teavüni ıktisadî hakkında teşvikata ve zemmi ribaye, müdayenat, kâtibi adil, şehadet, rehin vesaire gibi muamelât esaslarına ve nihayet Hazret-i Peygamberin leylei miracdaki sureti iman ve akd-ü misakiyle din islâmın hakikati imaniye ve teklifiyesini telhıs eden bir hatime ile hitam verilmiştir. Ve bunların her birini makamına ve esbabı nüzulüne göre öyle mütenevvi ve müessir üslûbi beyan ile ifade etmiştir ki, bir taraftan her ayeti ve belki her kelimesi bir kitaba mevzu teşkil edecek cemiyeti maaniyi ihtiva eyler.

AYETLERİ

Küfiyyun tadadında iki yüz seksen altı, basriyyun tadadında iki yüz seksen yedi, hicaziyyun tadadında iki yüz seksen beş, şamiyyun tadadında iki yüz seksen dörttür. Bu tadat ihtilâfı, kıraette olduğu gibi bazı ayet başlarında rivayetin taaddüdündendir.

Çünkü mukaddimede beyan olunduğu üzere ayetlerin fasılaları ve adetleri de tevkifî ve naklî olduğu müttefekun aleyhtir. Bizim kıraetimiz olan Âsım kıraeti kûfî olduğundan tadadı kûfî ahzedilmek evlâdır. Kelimatı altı bin yüz yirmi, harfleri yirmi beş bin beş yüzdür.

FASILALARI - (........) yedi harftir. (........) fasılası yalnız (........) ayetinde (........) fasılası da yalnız iki yüzüncü ayetin nihayeti olan (........) dadır. Bu fasılaları müfessirini kiram kalk düşünelim demek olan (........) remzile hulasa etmişlerdir.

1

Bulunduğu altı surenin hepsinde birer ayettir. (........) dahi bir ayettir. Lâkin (........) bir ayet sayılmıyor (........) dahi bulunduğu beş surenin hiç birinde ayet değildir, (........) ikisindede birer ayettir. (........) ayet değildir. lâkin (........) birer ayet (........) dahi hepsinde birer ayet (........) iki ayet (........) bir ayettir. (........) birer ayet değildirler. Ve bu tadat kûfiyyun rivayetidir. Basriyyun yirmi dokuz surede bulunan işbu mukattaattan hiç birini bir ayet olarak saymamışlardır. Ayet mes'elesi kıyasî değil tevkifî bir ilim olduğundan bu ihtilâf vücuhi kıraet gibidir. Ve bu suretle Elbakare suresinin muhtelefün fih olan ayetlerinden birincisi (........) dir.

Kitabette bir kelime gibi yazıldığı halde kıraette tadat suretiyle elif lam mim diye üç kelime olarak okunuyor. Bu üç kelime manalı birer isimdirler. Delâlet ettikleri manaları da müsemmaları olan hurufi basitedir. Bu harfler kelimelerin maddesi olan ve hurufı mucem, hurufi mebani, hurufi heca tesmiye olunan tek seslerdir ki, (........) gibi nukuş bunların hat denilen alâmetleridir. O isimler esasen bu seslerin olduğu halde bu nakışlara da ıtlâk olunur. Her isim, başındaki ilk sesin veya nakşın adı, her nakış da bizzat o seslerin bir nevi resmidir. Arapçada mahreci muhakkaka müstenit aslî olarak yirmi sekiz harf ve bunların yirmi sekizde ismi ve nakşı basiti vardır. Bunlardan başka bir de mahreci mukaddere müstenit olup bizzat okunamıyan tebaî bir harf daha vardır ki, buna da lam elif denilir. Ve alelekser elif ismi buna verildiğinden diğerine hemze denilir. Lam elif bitteba okunan bir harfi meddir. Makablindeki harfin harekâtı selâsesine tabiiyeti itibariyle üç hali bulunduğundan hurufi med «vav, ya, elif» nami müstearlariyle üç olarak gösterilir. Binaenaleyh aslî ve tebaî müsemmayı huruf, hakikaten yirmi dokuz ve hükmen otuz bir addolunur. Yirmi dokuzuncusu ancak terkipte okunabildiğinden (........) ile gösterilir ki, otuz bir adedini de ifade eder.

Harflerin işbu infirat ve besatet halleri elif ba ta diye bir bir sayılarak anlatılır ve (........) diye mukatta olarak yazılır. Bunun ismi elifbadır. Bil'akis kelimelerde olduğu gibi terkip hallerini anlatılacağı zaman da (........) suretinde yazılır ve kendi basit seslerile okunur.

Halbuki (........) ebced gibi yazıldığı halde elifba gibi okunur. Demek ki, ikisininde haysiyetini cami olarak hurufı hecanın daha mükemmel bir unvanı gibidir. Okunuşuna nazaran manası sarihtir. Fakat yazılışına nazaran ebced gibi mühmel ve mübhem bir kelime görünür. Gerçi yazılış elifba gibi okunmayıp ebced gibi okunsa idi (........) ilah... vücuhi muhtemelesile manalı bir kelime teşkil edecekti. Lâkin böyle yazıldığı halde elifba gibi okunması bundan bir mana çıkarmayı işkâl etmektedir. Bu iki haysiyetin böyle içtimaından yeknazarda anlaşılır ki, burada biri zahir, biri batın iki mana melhuzdur. Acaba matlubi aslı hangisidir? İşte müfessirini kiram bu iki noktai nazardan hareket ederek bir kısmı mukattaati süverin manayı muradı malûm olabileceğine, bir kısmı da olamıyacağına kail olmuşlardır.

Malûmiyet veya imkânı malûmiyete zahip olanlar başlıca iki zümre teşkil ediyorlar:

1- Bu isimlerin manaları malûmdur. Bunları iptidayi hitapda tadattan maksat, bütün hurufi hecayı elifba ve ebced haysiyetleriyle ihtar ve bunlardan teşekkül eden kelimat ve kelâme nazarı dikkati celbetmektir ki, bu ıhtar ve tenbihi müteakıp işte kitap demek lisanın maddei asliyesini göstererek bir tahaddi ilân etmek ve i'cazı kur'ana telmih eylemek olduğunu beyan etmişlerdir. Ve bu zümredeki ekseri ulema, bu üç harfin mecmuu bu sureye veya kur'ana bir isim olmasını da tercih etmişlerdir.

2- Manayı muradın kelimatı selâsede değil müsemmeyatında yani terkip haysiyetinde ve tabiri âharle kitabet haysiyetinde aranmak lâzım geleceğini ve bunların bir manayı remzîsi bulunduğunu ve lisanı Arapta bunun misalleri bulunabildiğini söyliyenler vardır. Bu da başlıca iki esasta hulasa edilir:

Birincisi, kasr-u terhım tarikidir ki, şairin

(........)

«mısraında olduğu gibi» vekaftü «kelimesinden kaf harfiyle iktifa etmesi, kitabette misali de meselâ Ahmet yerinde bir (........) elif yazılması bu kabildendir. Ve bu suretle hurufi hecanın her biri, evvelinden, ahirinden, ortasından bir veya müteaddit isimlere remzolabilir. Filvaki (........) cem'edildiği zaman (........) isminin hasıl olduğu görülüyor. Diğerlerinde halledilememekle beraber böyle Esmaullaha veya saireye tahlilî veya terkibî remizler mümkin bulunuyor.

İkincisi, ebcedin hisap tariki ve şifre usulüdür.

Zahir ve batın iki haysiyetin ikisini de mülâhaza etmek lâzımdır. Ve manayı muradı aramak için bu tariklerin, bu manaların, hepsini cemetmek ve ihtimalâtı akliye ve tabiiye ile daha ileri gitmek ıktiza eyler. Bunda ise maani müteşabih olur. Tayini murada imkân bulunamaz.

(........)

Sanki elmalûmülmechul terkibi gibi bir mana ifade eder. Ve bu mana hakikat ve esmaı ilâhiyeye kadar gider. Ve bu tefsirin hasılı (........) mazmununa müntehi olur ki, bu da bize ilmi beşerînin başında daima künhüne erilmez bir mebdein vücudünü talim eder.

Filhakika hem dirayeten ve hem rivayeten bu noktai nazarların hiç birini feda etmiye imkân yoktur. Zira mukattaâtı süverin kıraeti ve hey'eti umumiyesindeki münasebat ilk noktai nazar hakkında pek büyük bir karine teşkil etmektedir. Elifba gibi okunan mukattaâtı süver, evvelâ elifba harflerinin yirmi dokuz sayısına müsavi olarak yirmi dokuz surede mevcuttur.

Saniyen yirmi sekiz ismin tam nısfı bulunan on dört harf ismi

(........) intihap olunmuş ve o suretle intihap olunmuş ki, bu nısıf bütün hurufun sıfat itibariyle müteaddit taksimatındaki aksam ve envaından her birinin nısfını ve bazı ehemmini muhtevi olduğundan zikrolunmıyan diğer nısfı tamamen mağlûp ederek mecmuı hurufu lehcei asliyesiyle, tecyidiyle göstermiş bulunuyor ki, tefsiri Kazıde dahi musarrah olan bu tasarrufatın tafsılinden sarfı nazar ediyoruz.

Salisen, me'huz olan bu harfler, müfret ve mürekkep olarak surelere o suretle tevzi edilmiştir ki, bunda lisanın Sarf ve Nahiv itibarile taksimatı esasiyesine büyük bir alâkası vardır. Kelimenin aksamı selâsesi, birliden beşliye kadar kelimatın ebniyei asliyesi, mücerret ve mezit taksimatı, mezit binasının yedi harfı tecavüz edemiyeceği, rubaî ve humasîde asıl ve mülhak taksimi ve daha bazı envaı taliyesi bunlardan okunabilir. Arabın şir-ü belâgati pek yüksek bir mertebede bulunmasına rağmen lisanın tecvid, iştikak, Sarf, Nahiv ve saire gibi ilimleri henüz teşekkül etmemiş ve okuyup yazanlarda bile kavaidi lisaniye nazariyyatına dair malûmat teessüs eylememiş bulunduğu bir zamanda bir nebiyyi ümmî tebliğile deakikı ilmiyeye ait ibraz edilen ve bil'ahare kavaidi lisaniyenin vaz'ı esasında büyük bir rehber olduğu da şayani kayit bulunan ve bilvücuh sirri i'cazı mutazammın olan bu kadar tasarrufatı bedianın delâlet ve iradeden âri farzedilmesi nasıl kabul edilebilir? Ayni zamanda şu da inkâr edilemez ki, bu kadar yüksek bir delâlet-ü iradenin zahirden başka hedefi yoktur demek dahi ayni karain ile kabili te'lif olmadığı gibi bunlardaki vücuhı delâletten bir çoğunu ihmal eylemek demektir. Binaenaleyh asıl manayı murat zahir ve batın, Elifba ve Ebced noktai nazarlarının cem'indedir. Delâleti lâfziyeden delâleti akliyeye ve oradan delâleti tabiiye ve zevkiyeye intikal ederek ânatı vücudün hepsini nazardan geçirmek ve hiç birinde tevakkuf etmeyip aslı vücudün sirri tekvinine, mebdei evvele kadar gitmek ve bu suretle mabadettabiîyi, âlemi gaybı bir lâhzada mütalea edip ilm içinde itirafı cehl-ü acizden sonra kemali iman ile irşadı ilâhîye müterakkip olmak işte müteşabihat denilen mukattaâti süverin faidei hitabı iptilâi rasihîn denilen bu namütenahi manada müncelidir.

Hakikati beşeriye, idrak ve tebliğı idrakdadır ki, biz buna mantık ve lisan tabir ederiz. İdrak bizzat maani ile tebliği idrak da kelimat ile, kelimat ise asvat ile cereyan eder. Demek ki, asvat, kelimat, maani, erkânı lisandır. Kitabet ise lisanüllisan demektir. Ve bu sebeple lisan ve kitabet beşeriyette terakkiyatı ilmiye ve ameliyenin mebnayi aslîsidir ve herkesin malûmudur ki, Elifba harfleri denilen asvatı müfrede ve basita bütün lisanların maddesi, bunların eşkâli hattiyeleri de kitabetin üssül'esasıdır. Bunun için bir lisanın Elifbası ne kadar mazbut ve muntazam, telâffuzu, lehcesi ne kadar fasıh ve dakik, kavaidi tasrif ve terkibi ne kadar metin ve ilmî, vücuhi delâlet ve ifadesi ne kadar vasi ve amik ve tabiî, imlâsı da ne kadar sabit ve muttarit ise. o lisan o nisbette yüksek ve o nisbette mütekâmildir. Binaenaleyh ta bidayetinde kıraet ve kitabete tergib emrile nazil olmağa başlaması ve başlarken dini islâma gelinceye kadar ahiri edyan olan Hıristiyanlığın teslis dalâletine parçalarcasına Ahadı hakikîden ve vahdı itibarî olan ikiyi, tabiri aharle vücudi Haktan ruh ve cisim isneyniyetini yeknazarda farkettiren (........) şekli kitabeti ile Allah ve âlem nisbetini açıktan ilham etmesi ve bundan başka Yehudîliğin ismi söylenmez diye tanıdığı mabudı ekberin ismi a'zamına da telmih etmiş olması ve daha söylerken aksayi siyneden dudağın ucuna kadar bütün hurufun maharici külliyesine muntabık üç mahreçten tertibi mahsus ile çıkarak insana kendini tarttırıp tanıtacak olan elif lâm mim harflerini düşündüre düşündüre okutması ve bu arada Ruvakiye felâsifesinin Elifba delili tabir edilen isbatı ilâh deliline de işaret etmiş bulunması ve bu delâlât ve telmihattan sonra da akıl ve fikri beşeri sirri lisan içinde asvattan kelimattan maaniye, maaniden eşyaya, eşyadan sirri tekvine ve mebdei vücude ve ilmi ilâhîye kadar götürmesi bu kitabı celilin mebdeden müntahaya kadar hidayeti beşeriyeyi tekeffül ettiğini büyük bir belâğatle ifade etmektedir.

Ey mütefekkir! (........) remzine bak ve meharici hurufa riayet ederek elif lam mim diye oku, okurken kendini bir tart, ruhundan cismine, batınından zahirine, sinenden dudaklarına doğru yokken var olarak çıkıp gelen o sesleri de iyice bir dinle, bu sırada bir elifba, ebced okurcasına bütün hurufi hecayi müsemmalariyle hayalinden geçir ve düşün. Esasında hiçbir manâsı olmiyan bu münferit ve basit seslerden, layuhsa manâyi hamil olan kelimelerin ve bu kelimelerden kelâmların ve bu kelâmlardan kâinatı ifade eden kütübi celilenin sureti husulünde nasıl bir kudret ve nasıl bir sirri tekvin gizli olduğunu düşün. O zaman anlarsın ki, âlemde her manâ, her feyz, her terakki, her kemal, her ümit bir nizamı içtimaîye hem de vaz'ı lâyikiyle bir nizamı içtimaîye medyundur. Kendi kendine hiçbir manası, hiçbir kuvveti, hiçbir tezahürü olmiyan mevaddı basite eczai münferidesi lâyık oldukları bir nizamı içtimaîyi buldukları zaman onlardan kimyalar, hikmetler, hey'etler, hayatlar fışkırarak şu gözümüzün önündeki kâinatı şuhut teşekkül ediveriyor.

Kezalik kendi kendine hiçbir manâsı, hiçbir kuvveti tezahür edemiyen insan ferdleri de yerli yerinde mükemmel bir nizamı içtimaîye mazhar oldukları zaman da onlardan dünyaları teshir eden hey'eti içtimaiyeler milletler, devletler meydana gelir, taş, ağaç kovuğundan çıkamiyan o fertler kürei arzın bir ucundan diğer ucuna gidip gelmekle kalmayup göklerde bile fütuhat yaparak ve âleme envarı hakk-u ma'delet saçarak saadete garkolurlar. İşte elifbanın o basit ve manâsız harflerine o namütenahi maaniyi ifaza eden nizam ve vaz'ı içtimaî sana kainatın sirri tekvinini baştan başa mutalea ettirecek bir miftahi hidayettir. Düşün ve düşün bu besait nereden geldi ve bunlara o nizamı içtimaîyi kim ve nasıl verdi? Sen seslerden kelimeyi, kelimeden maaniyi, maaiden eşyayi okuyup görebiliyorsan böyle ma'dumun mevcut, manasızın manâlı olabilmesi, ayrı ve müteferrık şeylerin birleşip bir kül teşkil edebilmeleri, bütün bunlar üzerinde minelezel ilel'ebed hâkim ve muhıt bir kudreti vahdaniyenin delil ve bürhani olduğunda tereddüd edebilir misin? hayır edemezsin ve etmek için kendinde hiçbir hak göremezsin, o halde sen başka şeye bakmamalısın, o menbaı cuddan kendin için de metin ve müstakim bir nizamı içtimaî aramalısın, batın ve zahirinle ona arzı teslimiyet etmelisin ki,, istediğin hidayet ve saadeti bulasın. Düşün sade o nizamı ve o nizamın seyri şu'ununu düşün ve bütün bunları o ehadı muhıt olan menbaı cude ermek için düşün. Fakat sakın onun hakikatine ereceğim, onu ve onun ilm-ü kudretini ihata edeceğim diye uğraşma. O noktaya geldiğin zaman acz-ü cehlini itiraf et. Et de (........) oku, Allahü âlem de. (........) diye arzı iptihal eyle. O zaman sende ne şek kalır ne ıztırap ne buhran kalır ne kuşku.

Bu izahattan sonra anlaşılır ki, bu bapta İbn-i Abbas Hazretlerinden mervi olan vücüh içinde (........) demektir» Te'vil veya tefsiri yalnız mânayi remzî olarak değil, ayni zamanda faidei hıtabın hasılı olmak itibariyle de ne güzeldir. Şu kadar ki, bu mana mebdeinde değil müntehai tefekkürde verilmelidir. «Her kitapta Allah’ın bir sirri vardır. Kur’ân’daki sırrı da sure evvelleridir» mealinde Hazret-i ebi Bekirden mervi olan ve «her kitabın bir safvesi vardır ve bu kitabın safvesi -zübdesi- de hurufı teheccidir» diye Hazret-i Aliden mervi olan beyanatı âliye dahi bihasebilmeal obirinden başka değildir. Hattâ yine Hazret-i Aliden mervi olan (........) esmai ilâhiyedendirler» kelâmı da bu cümlelerden hariç bir mana değildir. Ve hepsine şamil olduğu için mukattaatı süver müteşabihattandır.

Müteşabihat denildiği zaman manasız bir ibhami küllî iddia edildiğini zannetmek büyük bir hata teşkil eder müteşabihat manasız ve mühmel değil, kesreti maaniden dolayı muayyen bir murat tayini mümkin görünmiyen ve daha doğrusu ifade ettiği hakaikı muhita zihni beşerle kabili istiap olmadığından dolayı mübhem görünen bir ifadedir. Bu öyle bir beyandır ki, hakikat, mecaz, sarih, kinaye, temsil, tahkik, zahir, hafi gibi vücuhi beyanın mecmuunu havidir. Bunun için balâda buna «elmalûmül mechul» ifadesini arzetmiş idik. Zaten kelâmda ibham mevkiine göre en büyük vücuhi belâgatten birini teşkil eder. Her şahıs her manaya muhatap olamıyacağı gibi bütün ilmi ilâhînin ifham.. ve tebliğine alelûmum beşeriyetin kudreti dahi mütehammil değildir. Ulûmi Enbiya bile ilmullaha müsavi olamaz (........)

Bu hakikat tefaslı hıtap olarak ancak (........) gibi bir ifade ile tefhim edilebilir. En âlim insanların bilmedikleri ve bilemiyecekleri neler vardır. Hükema derler ki, ilmin başı hayretdir. Bu itibar ile de Kur’ân’ın başında irşat ve hidayetin bidayetinde böyle hayretengiz bir tebliğin beliğ bir kuvvei teshıriyesi vardır.

Ayâtı Kur’âniye bidayeten nazil oldukça aleyhisalâtü vesselâm Efendimiz bunları nase okur, tebliğ buyururdu. Fakat buna muarazadan aciz kalan küffar (........) derler, «sakın şu kur'anı dinlemeyiniz, okundukça gürültü ediniz. Belki bastırır galebe edersiniz» derlerdi ki, hâlâ müessir ve ciddî sözler karşısında böyle yapmak küffarın mizacıdır. Razî vesaire tefsirlerinde İbn-i Revme ve Kutrubtan rivayet olunduğuna göre mukattaatı süver nazil olduktan sonra okunduğu zaman nazarı dikkat ve hayretlerini celbettiğinden o küffar dahi dinlemek temayülünden kurtulamamışlar ve gürültüden vazgeçerek kur'andan muntefi olmuşlardır ki, bu fıkra bunların bilhassa bir sebeb-i nüzulü olarak kaydedilmek iktiza eder.

Başta celbi hayret faidesi mühimmesi Fatihanın evvelinde bulunmak lâzım gelmez mi idi diye bir sual varidi hatır olur. Fakat şunu bilmek lâzımgelir ki, ilk şuur, hayretten mukaddemdir ve Kur’ân’ın gayesi de evvelen ve bizzat ilim ve hidayete müteveccihtir. Fatiha (........) ile beşlasa idi bu iki mühimme fevt olurdu. Ve hatta Fatihadaki vuzuhiyle mebdei tevhid üzerinde ahd-ü misak yapılmadan evvel bu suret müfit olmaktan ziyade muzır olurdu.

Bu vücuh ile beraber bu mukattaatın bulundukları sureye dahi bir isim gibi delâlet etmelerine hiç bir mani tasavvur olunmamak lâzım gelir. Nitekim (........) ın manayı muhkemi surenin de ismi olmasına mani olmamıştır.

I'RAP - Elif lâm mim isimleri evvelâ zahirleri veçhile tadat mevkiinde bulunduklarından i'rapları yoktur. Çünkü müfredatı madude, cümle-i iptidaiye gibi i'rapsızdır. Maamafih aralarında mübteda, haber olmaları melhuz bulunduğu gibi mecmuu bir isim veya isim mevkiinde mülâhaza edilerek bu elif lâm mimdir mealinde mahzuf bir müptedanın haberi veya oku, dinle, belle, yahut kasem ederim gibi bir fili mahfuzun sarih veya gayri sarih mef'ulü bihi olmak ve nihayet mecmuu mübteda ve (........) cümlesi haber yapılmak dahi melhuzdur bu miyanda nasb ı'rabı işbu hurufa nazarı dikkati celbetmek noktai nazarından eblâğdır ve bunda manayı kasem daha kuvvetlidir. Şu kadar ki, bunu hepsine tamim taraftarı değiliz.

Bu izahattan sonra bilhassa şunu nazarı dikkate arz etmek isteriz:

Elif lam mim isimlerinin müsemmaları olan hurufi heca seslerine delâlet ettirdiğinde hasbelluğa iştibah edecek bir cihhet yoktur. Fakat bu sesler alel'ıtlâk sesler midir? yoksa bir ahdi ve bir hususiyeti haiz muayyen sesler midir? bunu düşünmek ıktiza eder. Bu nazmın bedaati iptida bir garabetle tecelli ederken bu seslerde bir ahid, bir hususiyet hissetmemek de mümkin olmiyor. Evvela elif lam harfı tarif manâsını ifhamdan hali kalamaz.

Saniyen mim dahi lûgâtı Arebin bazısında lam yerine harfı tariftir. (........) hadîsi (........) demek olduğu malumdur. Binaenaleyh bu seslerin alel'ıtlâk hurufi heca sesleri değil, bir garabeti bedia içinde hassiyeti mahsusa ile malum ve mahut bir takım sesler olması pek mütebadırdır. Ve tayine karine de vardır. (........) den ta (........) nidasına kadar bu surenin başındaki hıtabın evvelen ve bizzat Resulullaha müteveccih olması ve bir de vahyin keyfiyeti nüzulu hadîsleri mülâhaza edilince diyebileceğiz ki, bu sesler Kur’ân nazil olurken sem'i Muhammedîde bir hususıyet ile çınlıyan ve suver-ü maanisini kalbi risaletpenâhîlerine takrir-ü tesbit eden vahiy sesleridir. Huruf ve kelimatın mutat olan tarzı zuhurlarından büsbütün başka bir hususiyeti harikul'ade ile tecelli eden o lâhutî sesler yalnız Resulullahın mesmuu ve mahsûsü olduğundan keyfiyatı mahsusa ve mümeyyezeleri de ancak ona malûmdur. (........) nazmı Kur’ân’ı kalbi Muhammedîye tenzil eden o harikul'ade seslerin yalnız Peygamberce belli olan vasfı mümeyyizlerini müş'ir alemi cinsleri demek olur. Ve Binaenaleyh Kur’ân’ın veya surenin bir ismi olması rivayeti bu noktai nazarla pek müfit ve muvafıktır. O halde manayı dinliyelim:

(........) Allahu a'lem yâ Muhammed «Elif lam mim» denilince senin derhal anlıyacağın o harikul'ade sesler, vakit vakit salsalei ceres gibi o lam mim gunneleriyle kulaklarında çınlıyan vahiy sesleri, teayyünatı şuhudiyeleri insanlar beyninde ancak sende zuhura başlıyan ve fakat diğer insanlarca da Elifba ve Ebcet gibi cinsleriyle tasavvur edilebilen o huruf-ü kelimat ve onların medlûlları, hasılı o isim veya esma yok mu?

1 ﴿