17bunların meseli şunun meseline benzer ki, bir ateş yakmak istedi, vaktaki çevresindekileri aydınlattı, tam o sırada Allah nurlarını gideriverip kendilerini zulmetler içinde bıraktı, artık bunlar görmezler (........) - Mesel, aslında misil ve nazır yani bir şeyin benzeri, manendi manâsınadır ki, Kamus mütercimi bektaş diye gösterilmiştir. Şebeh, şibih, şebih denildiği gibi, mesel, misil, mesil denilir. Saniyen vaktile bir hâdise ve bir tecribe münasebetile söylenmiş olup atalar sözü diye dilden dile dolaşan güzel sözlere, darbı mesellere ıtlak edilmiştir. Çünkü bunların mevridi denilen ilk hâdiseler madrıbı denilen son hâdiseye mümasil addedilerek temsil edilmiş bulunur. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfler de yer gibi. Salisen taaccüp ve istiğrap edilecek tuhaf ve ibretli bir hâle veya bir sıfata veya bir kaziyeye ve hikâyeye dahi mesel denilir ki, darbı mesel gibi dilden dile dolaşmağa ve her yerde söylenmeğe lâyık olduğu cihetle ondan istiare edilmiştir. Bu sade nakil ve hikâye olunur. Darbı mesel gibi her iyradında bir teşbih temsil manâsı mülâhaza edilmez, fakat ilk söylenişi hakikat de olabilir, bir istiarei temsiliye de olabilir, buna dâstan dahi denilir. Dillere dâstan oldu deriz. Destan manzumeleri bundan mehuzdur. Bu manadan delil ve hüccet manâsına dahi gelir. Çünkü bu gibi meseller, gerek bir nadir hakikat olusun ve gerek bir tahyil ve temsil yani sırf bir masal olsun bir şöhreti şayiayı haiz bulundukları zaman sırasında bazı hakikatler onlara teşbih olunarak ifade olunur. Meselâ bu iş kurt ile kuzu masalına benzer denilir. Birile diğerine temsilen istidlâl edilir. İşte Edebiyatta bir hakikati diğer bir hakikate veya bir hayale veya meşhur bir mesele benzeterek misalî bir surette ifade etmeğe temsil tabir olunur ki, teşbih veya istiare, hakikat ve mecaz kısımlarına ayrılır. Edebiyatta tefhim ve cazibe noktai nazarından temsilin büyük ehemmiyeti beyaniyesi vardır. Çünkü alel'ekser akıllar vehimlerin müdahale ve tasallutlarına maruz olduklarından makulâtı hafiyeyi hüsni idrakten mahrum kalırlar, temsil ise vehimleri akla teshir eder de hakikati cahil, gabi kimselere bile tefhime vesile olur. Zira temsil, dakik ve rakik makulâtı hafiyyenin nikab-ü hicabını atarak onları açık mahsusat kisvesinde ibraz eder de tanınmadık şeyleri tanınmış, görülmedik şeyleri görülmüş gibi izhar ve ifham eyler. İş bunun mevkiini bilmek ve hüsni istimal edebilmektir. Zamanlar olmuş ki, edyanı salifenin ruhı makulâtı karinesiz temsilât ile ifham ve tamim edilmiş ve temsili, tersim ve tecsim ile timsaller de takib etmiş ve bu suretle ruhlar unudulup putlara, timsâllere perestiş olunmuştur. İşte dini islâm (........) âyetinde olduğu gibi imanı mahsûs-ü meşhuttan evvel doğrudan doğruya aklî ve kalbî olan gaybe ve hakikatin mebde ve mercii bulunan vahdeti Hakka ibtina ettirerek, ruhı insanîyi meselden hakikate, temsilden tahkike terakki ettirmiş ve Kur’ân bu terakkiyi temin için hakikatleri kıymeti akliye ve kalbiyelerile muhkem bir surette beyan ve tebliğ ettikten sonra o hakaikı ma'kuleyi temsilât ile de ifhama takrip ve telkin eylemiştir. Ve bunu yaparken tahkik ile temsil arasına karinei zahire ikame ederek, hak ile batılı iltibastan mahfuz tutmuştur. Bu sebeple Kur’ân’ın uslubı beyanında tahkki mukabilinde temsilât ve muhkemat mukabilinde müteşabihat dahi bulacağız. İşte uslubı beyanda tahkik ve temsil temayüzüne ilk olarak bu âyetten başlıyoruz. Bundan evvel ahvali münafıkîn tahkik tarikile tesbit buyurulmuş olduğu halde şimdi de temsili cihetine geçiyoruz. Bundan ve bir sahife sonraki (........) âyetinden o kadar vuzuh ile anlarız ki, Kur’ân uslubı temsili dahi haiz olmakla hakaikını rumuz ve temsile boğmamış, hakkı zahirin hak, temsilin temsil olarak bilkarine anlaşılmasını iltizam ve temin eylemiştir. Binaenaleyh bu babda karinei mekaliye ve haliye bulunmıyan mevakide tenakuz ile imkânı zatîyi seçebilen akıl karinesinin delâletine müracaat olunur. Ve böyle bir karinei temsil bulunmadıkça zahiri Kur’ân, mahzı istib'adı vehmî ile tevil olunamaz. Bakınız bu âyette karinei temsil lâfzan bile ne kadar zahir ve müteaddiddir. (........), binaenaleyh bu esasen bir teşbihtir. Ve meseli mesele teşbihtir. Burada mesel, hali acib, vak'ai garibe manasınadır. Yani bunların halleri ve alelhusus hidayeti verip dalâleti iştira halleri (........) şu ateş yakan veya ateş yakanlar kıssasına benzer ki, birisi bir ateş yakmak istemiş (........) ateş parlayıp da yakanın etrafındaki şeyleri aydınlatınca (........) Allah o kimselerin bütün ışıklarını, daha doğrusu göz nurlarını alıvermiş (........) de onları karanlıkta bırakmış (........) ne aydınlık, ne bir şey, hiç bir şey görmez olmuşlar görmez bir halde kalmışlar. -Ateş mi sönüvermiş?. Bir hayli müfessirin öyle izah etmişler. Fakat ateş sönmeden aydınlık devam ederken Allah onların görecek göz nurlarını alıvermiş olmak daha zahir ve daha bediîdir. Sahibi keşşaf (........) derken bunu ihtiyar etmiş gibidir ki, ma'badi de bunu gösteriyor. Buyuruluyor ki, |
﴾ 17 ﴿