18sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık bunlar dönmezler (........) bunlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu halden dönüp evvelki nurlu hali bulamazlar. Daha vazıhı: Artık kendilerine gelemezler, tamamen bihuş ve sersemdirler, binaenaleyh yolu nerede bulacaklar? Bu surette sönen yalnız göz nurları değil bütün nurı şuur, nurı idrak olduğu anlaşılıyor ki, bu mana (........) mazmuundaki hatm-ü tab'ın daha kuvvetlisidir. Bu surette kıssadaki ateş yakan, Nurları gidenlerin haricinde kalır (........), (........) zamirlerinin lâfzan ve manen müfret olması zahir olur. Resulûllahın davet ve hidayeti karşısında münafıkînin ahvali de tıpkı müstevkidin parlattığı zıya karşısında gözleri mintarafillâh görmez oluverenlerin hali gibidir. Arabda ateş yakmak tenvir etmek, maksatlarile de yapıldığından bu manalarda kullanılır kezalik yangın çıkarmak gibi suikastle de olabileceğinden fitne-vü fesat çıkarmak manasına da gelir. Ve burada ikisine dahi muhtemildir. Bundan başka davet hayra da olur, şerre de, binaenaleyh yangın çıkarmak ve şerre davet etmek manalarına telâkki edildiği zaman, nurun alınması ateşin söndürülmesi demek olacağı zahirdir. Ve bu surette ateş yakan zulümatta kalanlardan olur ki, bu ateşi yakan münafıkların reisidir, (........) müfreddir veya mecmuıdır ve (........) cemi manasınadır. Ve bir çokları böyle tefsir etmişlerdir. Fakat ateş yakmak, tenvir etmek ve hayre davet eylemek manasına tasavvur edildiği zaman gerek müstevkit ve gerek (........) olan zevil'ukulün nuru sönmemiş olduğu halde (........) mazmununda dahil olan hayvanat makulesinin nurları sönmüş ve o ziyadan ancak bunlar mahrum kalmış olurlar, bu takdirde ancak (........) zamiri mahavlehudaki (........) içinde bulunan hayvan gibi insanlara raci olur. Evvelki surette mesel için büyük bir bedaat ve harika yok gibidir. Gerçi yanan bir ateşin nagihan sönüvermesi garip ise de şiddetli bir rüzgâr gibi bir sebeple az çok yine mu'tat görünür. Fakat ziya dururken şuurun, kabiliyeti rü'yetin esasından gaip oluvermesi ilâhî bir harikadır. Ve meselin en bediî noktasını teşkil eder. Bundan başka evvelkinde temsil basittir, bir hey'eti diğer bir hey'ete teşbihtir. İkincide ise iki hey'etin mülâhazasından mürekkep bir hey'eti, diğer böyle bir heyete teşbih suretile bir mertebe daha terkip vardır: Peygamberin davet vehidayeti karşısında münafıkîn, «müstevkit» karşısında etrafındakilerin bir kısmı. Daveti Muhammediye ve onun irşadı baki ve fakat münafıkînin nurı iz'anlarını Allah almıştır ve belki bunların içinde ibtida imanı kalbî dahi nasıp olduğu halde bilâhare nifaka sapan, kalben irtidat ederek nurı imanını zayi edenler bile bulunmuştur. (Nazmı Kur’ân) işte bu temsili, böyle tabakatı meani ile zuvücuhi kesire halinde ibraz etmiştir ki, her birinin bir vechi sahihi vardır. Daveti Muhammediyenin istikadı nâr ile gösterilmesi ise ikinci temsilde görüleceği üzere şunu ifham eder: bu davet bir taraftan tebşir, diğer taraftan inzarı muhtevidir bu davet cennetin mukabilinde bir de narı Cehennem gösteriyor. Bu ateşten kaçın, şu Cennete koşun diyor, münafıkların da tebşirata ağızları sulanıyor, inzardan da başları dönüyor, ağızdan amenna diyorlar, hidayet buraya kadar geliyor, lâkin kalblerine iman girmiyor, çünki nuru izanları sönmüş, fenalığa ceza veren âdil bir Allah’a inanmak istemiyorlar, her türlü emellerine kul gibi hizmet edecek adaletten âciz bir ilâh istiyorlar. |
﴾ 18 ﴿