29o, o hâlikdir ki, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra Semaya inayet buyurdu da onları yedi sema halinde nizamına koydu o her şey'i bilir bir alîmdir (........) o Allah şol halikı zişandır ki, bakınız size neler ihsan etmiş (........) evvelâ şu altınızdaki yeri ve bu yerde bulunan şeylerin hepsini: anasırı, mürekkebatını, denizleri, karaları, dağları, dereleri, ovaları, sahraları, ormanları, ırmakları, pınarları, madenleri, otları, ağaçları, çiçekleri, meyveleri, hayvanları, kuşları, hasılı: (........) denilen şeylerin hepsini sizin için, sizin hayatınız ve mematınız da intifaınız için halk etti. Hep bunları insanı yaratmak ve yarattıktan sonra mes'ut yaşatmak için yarattı, cümlesini insanlara müsahhar ve sahhar ve mubah kıldı. Binaenaleyh esas itibarile bunların mecmuundan insanlar için bir hakkı intifa ve bir sureti intifa vardır. Ve bu sureti intifa bazısında müsbet ve bazısında menfi bir haysiyettedir. Umumunun nâfi olması her birinin her veçhile ve herkes için nâfi olması demek olmaz, bir kısmında mazarrat haysiyeti de vardır. Bu cihetle yine Allah’ın derecei saniyede istisna edeceği muzır bazı muharremat ve habais gibi hususattan ve bir de biribirinize nazaran hakkı müktesep olmuş emval ve emlâk gibi şeylerden maadasında intifa sizin için mubah kılınmıştır. Buna Fıkıhda ibahai asliye tabir olunur. Ve bu ibahanın delili yalnız akıl değil bu nastir. «Nüfus ve ırz-u namustan maada eşyada asl olan ibahadır. Hususî bir delili hurmet bulunmadıkça ibaha ile amel olunur» kaidei Fıkhiyesi bu nasdan me'huzdur. Yalnız akıllara kalsa idi kimi hep mubah der, kimi hep haram der, kimi de şaşırır kalırdı, ve nitekim öyle olmuş ve olmaktadır. Burada şuna dikkat etmek lâzım gelir ki, bu ibaha insanların umumuna alesseviye yapılmış, insanlar insan için yaradılmamış ve yekdiğerine ibaha edilmemiştir. Bunun için insanların canları, ırzları, yekdiğerine mubah değildir. Hattâ bir insan kendi canında, ırzında bile dilediği gibi tasarrufa mezun değildir, insanlar kendileri için değil Allah’a ubudiyet için yaradılmışlardır. (........) binaenaleyh insanların kendini öldürmeğe, kendini veya ırzını başkasına satmağa hakkı yoktur. Ancak Allah’ın emrine ve ahkâmına tevfikan nikâhı meşrua mezundur. Hilâfında âsim olur. İnsanların amelleri, malları, milkleri de yekdiğerine karşı nefislerine mülhaktır. Bunlar da ahare memnudur. Lâkin kendileri için mubah olduğundan rızalarile diğerlerine de terk ve i'ta edebilirler, ukud ve muamelâtı maliye bu esas üzere cereyan eder. Hâsılı hakkı hayata ve hakkı hürriyete ve hakkı namusa hiç bir kimsenin müdahale hakkı yoktur. Bunlar insanın doğrudan doğruya hakkullah olan hukukı esasiyesindendir. Ve bunlara taarruz kebairdendir. Akıl ve din de böyledir. Nüfusta, ırz-u namusta, akılda, dinde asl olan ibaha değil hurmettir. İşte Cenabıallah insanları bu kadar yüksek yaratmış ve böyle yaratmak ve böyle yaşatmak için evvelâ bütün Arzı ve Arzdaki cemi' eşyayı yaratıp, onların intifaına âmâde kılmış, bunları onlar için yaratmış ve hattâ bu kadarla da kalmamış (........) sonra yukarıya da geçmiş, Semaya doğrulmuş, iradesini göklere tevcih etmiş (........) ve binaenaleyh eczai Semayı, bunlardan bilhassa yedi semayı tesviye etmiş, Arzın yaradılması üzerine bunlarda da tadilât icra eylemiş, hasıl olan inkılâp buhranını nizamına koymuş, bunlardan da Arza ve insanlara menafi temin etmiştir. Bu sayededir ki, insanlar bu binayi muhteşem içinde yaşarlar, yerler, içerler, sulanırlar, teneffüs ederler. Zıya, hararet alırlar, ayâtı hakkı görerek, ilimler, fenler edinirler, nazarlariyle, ruhlariyle ve hattâ Allah nasıp edince cisimleriyle çıkarlar, mi'rac yaparlar. (........) den bedeldir. Ve bedeli ba'z zahirdir. Zira (........) buyurulmayıp ecza ve efrada veya envaa işraten (........) buyurulması teb'ız karinesidir. Burada insanların kablelhayat emvat ve hattâ nev'i insanînin ma'dum bulunduğu edvarın bir telhısı (........) ayetinin bir tafsıli ve (........) vasfının bir isbatı ve hayatı beşerin şeraitı haliyle ve mütekaddimesinin bir tasviri ve hilkati insaniyenin kıymet-ü ulviyeti, nihayet inayet ve rahmeti ilâhiyenin vüs'ati ile zat ve sıfatı ilâhiyeyi münkirlere isbat ve şükran ile vazifei ubudiyete davet vardır ki, Şeyh Sa'dî merhum Gülistanda bu mazmunu şöyle ifade etmiştir. Demek Allahü teâlâ insanı yalnız Yerde yaşıyacak ve yerdeki eşyadan intifa edebilecek birhalde yaratmamış ona Semadan da birhissei intifa ayırmış ve hattâ bununla alâkadar olarak Semavatın yedisinde ta'dilât yapmıştır. Şu halde insan yalnız Arzî bir mahlûk değildir. O yerlerde daralırsa göklerden intifaa me'zundur ve fakat bunun için evvelâ ruhı semavîlik hissiyatını duymalı ve Allah’ı tanımalıdır. Arzın şehvanî ve hayvanî süfliyetlerinde boğulanlar ise bu tealiden mahrumdurlar. Yarın Yerdeki nimetler tükenecek biz aç kalacağız diye ağlarlar dururlar. Şüphe yok ki, evvelâ Arzdakilerin halkı, sonrada Semaların tesviyesi meselesinde sonralık yani (........) manası zamanen değil rütbeten yani ifade noktai nazarından bir sonralıktır. Zira bu bapta gayei beyan insanların tenviridir. Halbuki idraki beşer noktai nazarından merkezi âlem insanın kendisidir bütün idraki hariç bu merkezde toplanır, cazibei idrak (........) den başlar. Buna birinci derecede yakın olan da ayağının altındaki Arz ve sonra Semadır. Zira insan Arzı evvelâ lâmisesi ve kendi sıkletile tanır, lamise ise havassı saireye mukaddemdir. Ve idraki en yakındandır ve hattâ bu seviyyeden pek yükselememiş olan nice insanlar vardır ki, kendisini sade yerle alâkadar bir mahlûk zanneder. Ve Semadaki menafiinden gafildir. Cenab-ı Hak da irşadatını, idraki beşerin bu cereyanına göre beyan buyurmuştur ki, bunun zahirinden Arz Semadan evvel yaradılmış gibi anlamamalıdır. Maamafih burada tesviyei semavatın hakikî ve zemanî bir tehirine işaret yok demek de doğru değildir. Bazı müfessirînin anladıkları vechile (........) hakikat olarak ahzolunabilir. Gerçi Arz alelıtlak Semadan evvel yaradılmış değildir Fakat Arzın fazayı hilkatte bir cirmi mahsus olarak yaradıldığı zaman ile ondan evvelki tesviyei Semaviye aynen kalmamak lâzım gelirdi. Bu gün fennen mülâhaza edebiliriz ki, Arz teşekkül ettiği andan itibaren sıkleti mahsusası, cazibesi, dafıası hasebile mensup olduğu manzumei ecramın vaz'iyetlerinde ve arada mevcei mekfufta, dühanı esirîde, cazibei umumiye nizamının bir tahavvülü, bir inkılâbı olmuştur. Binaenaleyh cazibei Arziye ile alâkadar olan seb'ı Semavat tesviyesi ve nizamı hilkati Arzdan evvel değil, sonra olmak lâzımgelir. Ve bu surette cazibei arziyenin tahaddüsünde asla müteessir olmıyan ciheti Sema bu tesviyede dahil olmaz ve onlar bu seb'a Semavatın maverası kalır. Bu günkü fen, İlmi hey'et henüz ecramın ikisinden fazlası arasındaki cazibe tahavvülâtını hisab edebilmekten âciz bulunduğu için Kur’ân’daki bu tesviyenin hududunu tayin edebilmekten uzaktır. Bu seb'a Semavatın tefsir ve tevilinde başlıca iki mülâhaza vardır. Birisi, Arzdan Zühreye kadar bir, Zühreden Utaride iki, Utaritten Şemse üç, Şemisten Mirriha yahut yine Arzdan Mirriha dört, Mirrihten Müşteriye beş, Müşteriden Zuhale altı, Zuhalden daha ilerisine kadar yedidir ki, Ahıren keşfedilmiş olan Üranus ve Nebtün seyyareleri ve daha keşfedilmesi mümkin olanlar hep bu yedinci hudut dahilinde demektir. Çünkü bu takdirde bu yedi Sema bilhassa hilkati Arz üzerine tesviyeye dahil olanlardır bu gün bu tesviyenin daha ileri gittiği isbat edilemez. Bu mülâhaza alelekser, ilmi hey'et noktai nazarını takip edenlerindir ki, zamanımızın hey'et telâkkisine de muhalif değildir. Zira bunda mevzuıbahis Arzın merkeziyeti değil' arza nazaran Sema kelimesinin tatbikıdır. Manzume Şemsiyede Arz merkez olmamakla beraber bizim tahtımız ve idrak-ü mülâhazamızın meb'dei de bizzat kendimiz ve Arzın cazibesi olduğundan bu tertip o haysiyetledir. Ve izafîdir. Başka bir seyyarede bulunsak o zaman bunu o Arz tasavvur etmemiz lâzımgelirdi. Meselâ Güneşte bulunduğumuzu farz edersek Utarit bir, Zühre iki, Arz üç, Mirrih dört, Müşteri beş, Zuhal altı, ilerisi yedi deriz ve bu misale göre yedi tane de arz tasavvur etmemiz lâzımgelir. Eski Batlemyus heyetini takip edenler Kameri birinci seyyare saydıklarından ondan başlarlardı ve yedincisi Zuhale dayanırdı ve Kur’ân’daki Semavat âyetlerini o heyete tatbik etmek için fen derdile zahmetler çekerlerdi. Filvaki ilmi heyetin riyazî olan mesaili hisabiyesi ve pek eski zamanlardanberi husuf ve küsuf hisaplarındaki isabetler inkâr edilmemek ıktiza ederdi. Lâkin bunlarla heyetin, mebadıi, ilmiyesini teşkil eden nazariyat ve hattâ farziyatı ayırmak lâzım gelirdi. Meselâ Batlemyus ilmi heyetinin bütün esası şu nazariyede toplanıyordu: «seyyarelede iki hareket görülüyor, bunun biri tabiî ise, diğeri her halde kasrî olmak lâzımgelir, bu da her birinin bir felekte merkuz olmasına ve onun hareketile müteharrik bulunmasına mütevakkıftır. Binaenaleyh yedi seyyarenin bir feleki, sevabitin de bir feleki ve umumunu muhıt bir de feleki Atlas vardır. Ve hareketi yevmiye bu feleki Atlasındır.» Diyorlardı, buna mukabil ulemai tefsir ve hattâ Mütekellimîn de bu nazariyenin yakinî olmadığını diğer bir sebebin melhuz olabileceğini söyliyorlardı ve hattâ ilk evvel felâsifeden Sabit İbn-i Kurre bir cezp nazariyesini bile dermiyan etmişti. Filvaki ahıren cazibei umumiye nazariyesi inkişaf ettirildi ve onun üzerine pek eski olan sukut nazariyesinin teyidile yeni ve mükemmel bir İlmi hey'et teessüs etti ve fakat bu heyet eskisi gibi bütün hey'eti âlemi ihata davasından sarfı nazar ederek ciddî hududi iştigalini manzumei Şemsiye dahiline hasretti. Binaenaleyh bunda bu manzume haricine çıkarılarak yapılan mülâhazalar sırf farziyattır. Cazibei umumiye kanunu bu gün adetâ mütearefe tavrını almış bir mevuzai ilmiye olmuştur. Ve filhakika semavatın direksiz durmalarını izah etmek itibarile de beyanatı Kur’âniyeye çok muvafıktır. Ve henüz bu bapta istikraî ve tecribî bir nakız misali görülmemiştir. Ancak cazibe kelimesi o kadar mücerret ve o kadar manevî bir mefhum ifade ediyor ki, bunu bir melek kelimesile tasavvur etmek ve bizzat kudreti ilâhiyeye rapteylemek daha ciddî ve daha hikemî olurdu. Seb'a Semavattaki diğer mülâhazaya gelince: Arzın üstünde bütün yıldızların tezyin ettiği maddî âlemin hepsi bir semadır. Seb'a Semavatın birincisidir. Ve bunun maverasında bundan başka altı sema daha vardır. Bunlar ruhanî ve ma'kul olarak tasavvur edildikleri zaman fazanın ecsama intıbakı gibi aralarında tıbak-u mutabakat mefhumu daha barızdır. (........) de bunda zahirdir. Ve islâmda ekâbiri müfessirînin kavilleri budur. Sonra mi'rac hadîslerinde de semavatın böyle ruhanî manalarına işaret vardır. Ve Cenab-ı Hak her an bunların şuuni muhtelifesini tesviye etmektedir. Ve bu tesviye maddiyata münhasır değildir ve hiç şüphesiz Arzı halketmesi üzerine de bunlara bir tevsiyei mahsusa vermiş ve arz üzerinde yaradacağı insanların halkı ve bil'âhare onların intifa'ları için meleklerine emirler vermiş, tesirler ika etmiş, fazayı âlemde yeni bir sünneti cariye açmıştır. Şimdi bazıları burada diyebilir ki, acaip, cereyanı hâdisat böyle ilmî midir? Bunları kör bir kuvvet gelişi güzel, tesadüfî olarak icap edivermiş değil midir? Bu kadar namütenahi şeyler ilme nasıl sığar. Ve insan yaradılmadan evvel, onun yaradılacağı bilinip, hisap edilerek Arz-u Sema ona göre nasıl ihzar edilir? Buna cevaben de buyruluyor ki, siz bunları istib'ad etmeyin (........) o Allah her şeye alîmdir, ezelen ve ebeden alîmdir. -Onda bütün ilimlerin ilmi vardır. Onun ilmi olmasa idi ilim nereden çıkardı? Esbap ve müsebbebat biribirine nasıl merbut olurdu? Fünun nasıl teessüs ederdi? Arz-u Sema hayata evvelden ihzar edilmemiş olsa idi hayat nasıl zuhur ederdi? İşte Allah böyle bir Allahdır. Ve insanları böyle yüksek bir ilm-ü kudretle böyle şamil bir rahmetle Arz-ü Semanın bir hasılası bir nüshai sugrası ve belki kübrası olarak yaratmıştır. Ve bütün esbabi saadetlerini de ihzar etmiştir. Artık bu sefil, miskin hayattan silkininiz bu edvarı, bu nimetleri derhatır ediniz, ruhunuzun ne gibi ulviyetlere namzet kılındığını düşününüz. Bu Arzda ve o Semavatta taharriyat icra ediniz, nef'iniz için halk-u ihzar edilmiş bulunan şeyleri bulunuz ve Allah yolunda bunlardan intifade ederek diğer hayata, Ahıret hayatına hazırlanınız siz bütün bu meratipten geçirilip Allah’a icra olunacaksınız. Binaenaleyh yükseliniz, yükselmiye azmediniz. Şimdi bunlara karşı Allah’a nasıl küfür veya küfran edersiniz, bu yükseklikleri, bu derinlikleri iyi düşününüz. Bundan başka asl-u nesebınızı bilmek ve bu nimetlerle bir bina, bir döşek içinde yüksek kardaş hayatı yaşamak ve sizi iğfal edecek fikirlerden sakınmak için şunu da nazarı ibretle dinleyin ve ilme ehemmiyet verin. Alîm olan Allah’a bakınız ne buyuruyor: Burada hıtap yine evvelâ Resulullaha tevcih buyuruldu. Demek kıssanin künhünü hakkiyle o anlayacak ve me'zun olduğu kadar da o anlatacaktır. Maamafih buna her ferde ait hıtabi âm neşvesi de verilmiştir. Demek ki, bunda zahir bir istifadei amme dahi vardır. Ve her ferdin bunu nefsinde fehm-ü tatbik etmesi matlûptur. Bunda zahir olarak inayeti rabbaniye, kaza-vü kader, indallah kıymeti Admî mebdei, tenasüli beşerî mebdei, din, ilm-ü lisan mebdei, ahlâk, vazife ve uhuvvet mebdei, ictimaiyat mebdei, hukuk mebdei vardır. Tenasüli beşerînin ilk din, ilm-ü lisan devrinden itibar edilmesi ve beşeriyeti ahîrenin bu mebde-e istinat etmesi lüzumu ve mahiyeti insaniyenin tarifinde bunların zatî bir kıymeti bulunduğu ve fakat zenb-ü ma'sıyetin husumet-ü adavetin zatî ve fitrî olmayıp arazî ve telkinatı hariciye eseri olduğu ifham olunuyor. Bu suretle Hıristiyanların zenbi aslî (peşe orijinal) akîdelerinin doğru olmadığını, mahiyeti Şeytaniyenin mahiyeti insaniyeden hariç bir şey olduğu ve bu ikisi arasında adaveti kadime bulunduğu, Şeytanın bu adavetten farig olmıyacağı ve fakat insanlığın buna karşı kendine, kendi fıtretine sahip olarak nefsini ve nev'iyetini muhafaza ve müdafa edebileceği ve o zaman saadeti beşerîyenin haddi aksâsını bulacağı ve bu hususta tevbenin kıymeti anlatılıyor. Tenasüli beşerî mebdeinde terbiye kanununun ceryanı, Yer yüzünde nev'i insanînin ezelî ve kadım olmayıp bilâhare tedricen hâdis olduğu yani bu günkü nev'i beşerin ezelî olmadığı ve bu günkü tenasül kanununun bidayeten mevcut olmayıp Arzın bir devrei kemalinden sonra bizzat hârika olan bir hâdise hılkat ile başladığı ve binaenaleyh tabiatı ezeliye nazariyesinin doğru olmadığı, ve filhakika Arzın devri ateşîninde Pastur nazariyesinin cereyanına imkân olmayacağından bu gün kanun olan tenasülün bidayeten hârika olan bir hâdisiye müntehi olacağı ve ilmi hayvanatta teselsülün butlanı ve Arzın hâdis olması esasına mebni iptidada kabuli zarurî görülen tekevvün bizâtihi nazarîyesinin de tabirini ıslah etmek ıktiza edeceği, çünkü iptida fevkalkanun böyle bir hadise zarurî ise de bunun bizatihi ve lizatihi olmayıp halk-u tekvini ilahî eseri olduğu ve filhakika böyle olmazsa ya ilm-ü fenni kökünden yıkacak olan illetsiz, sebepsiz bizatihi ve lizatihi mütekevvin bir hâdise kabul edilmek veya şimdiki tenasül kanununun ve bunun cereyan ettiği kürei Arzın hâdis olmayıp, namütenahi surette ezeliyet ve kıdemleri iltizam olunmak lâzım geleceği ve halbuki ilm-ü fen nazarında Arzın mahlûkıyeti ve hudusu delâili kaviye ile bizzarure sabit bulunduğu ve nihayet yeni felsefelerin İlm-ü ahlâk itibariyle fıtrati beşeriyede cereyanını isbate çalıştıkları veraset kanununun az çok bir esas ihtiva ettiği ve fakat bunun da veraset suretiyle değil, hilâfet suretiyle tasavvur edilmesi lâzım geldiği, yani her intikalde Allah tealânın bizzat bir halk-u tesiri gözetilmek ıktiza eyliyeceği ehli ilme ıhtar edilmiş bulunuyor. Evvelâ takdiri ilahî ve inayeti rabbaniye ıhtar edilerek buyuruluyor ki, |
﴾ 29 ﴿