31Ve Ademe bütün esmayı ta'lim eyledi, sonra o âlemîni melâikeye gösterip "Haydin davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin" buyurdu (........) bir taraftan da Ademe bütün o isimleri talim etti.- Ya o esmayı Allah kendi vaz'edip Ademin ruhuna nakş-ü ilham etti veya Ademe bunları lüzumunda vaz'edip kullanacak bir istidadı mahsusu haiz bir ruh nefhini takdir etti ki, evvelki zahir, ikinci muhtemeldir. Talim ile yani öğretmek ile bildirmek herkesin malûmudur bundan Hazret-i Ademin, aslı lisan olan isimleri birdenbire bir i'lâm ile bilmiş olmayıp, sirri terbiye hükmünce bir isti'dat ile az çok bir tedriç içinde belliyeceği anlaşılır. Ve burada bu ta'limin takdiri mütekaddimi ve nefsi Ademin sıfatı zatiyesi beyan olunuyor ki, bu sıfat nev'i beşerin mahiyet ve fıtreti ulâsı demektir. Zira Adem nev'in ilk ferdidir ve havassı nev'iyenin aslı ondan mevrustur. Bu isimler nedir? ve (........) istiğrakının derecei şümulü ne kadardır?. Yani bütün eşyanın isimleri midir? Yoksa bir takım esmaı ma'hudenin mecmuu mudur? İlmî tabirile (........) daki elif lâm istiğrak için midir? Yoksa Allah’ın öğretmesini murad ettiği isimler manasına ahdi haricî olup (........) bunun te'kidi midir? Bu noktada eslâfı müfessirînden bir kaç kavil vardır: 1- Bu isimler, insanların tearüfüne, anlaşmasına sebep olan bütün isimlerdir: İnsan, hayvan, arz, bahr, cebel, himar vesaire hepsi (İbn-i Abbasdan Dahhak), Gurab, hamame ve her şeyin ismi (mücahit), her şeyin ismi, be'ir, bakare, şâte varıncaya kadar (Said İbn-i Cübeyr), her şeyin ismi, hatta şu, bu, hades bile (İbn-i Abbasdan Saidibni Ma'bed), her sınıf halkın ismi ve cinsine ircaı, şu cebel, bu deniz, şu şöyle, diye her şeyin ismi (Katade) . Bunların hasılı, bütün elsinenin aslı olan lûgâtın hepsi oluyor. Ve elif lâm istğraka hamlediliyor. Bundan kıyamete kadar olmuş olacak bütün şeylerin esamisi manasını anlıyanlar da olmuştur. 2- Melâikenin esamisi (Rabî ve daha diğerleri) . 3- Zürriyetinin esamisi (İbn-i Zeydden İbn-i Vehbden Yunus İbn-i Abdilâlâ ve daha diğerleri) . Bu iki surette de elif lâm ahd içindir ve bunun karinesi gelecek olan (........) zamiri gösterilmiştir. Çünkü tağlib muhtemel olmakla beraber (........) zamiri zevilukulde zâhirdir. Ve bu karineye nazaran bazı müfessirîn hem esmai melâikeye ve hem esmai zürriyete şumulünü yani ikinci ile üçüncüyü cemetmişlerdir. Bu esmayı esmaullah diye ahzetmeye de bu zamir manidir. 4- Esmadan murat lisan değil, havassı eşya, tabiri âharle o havastan müteşekkil suveri ilmiyedir diye de tefsir edilmiştir. Lâkin bunun ilimden ziyade kelâm, hiç olmazsa kelâmı nefsî olan zihin olması ıktiza eder. Her ne olursa olsun burada kat'î olan zihin olması ıktiza eder. Her ne olursa olsun burada kat'î olan nokta Hazret-i Ademe az veya çok talimi lisan edilmiş ve müşarün'ileyhin ilim ve kelâm sıfatlarına mazhar kılınmış olması, kelâm ve lisan mes'elesinin emri hilâfette şayanı ehemmiyet bulunmasıdır. Lisan hususunda bütün Beni Ademin zamanımıza kadar vâki olan tenevvü ve terakkiyatın cümlesi esas itibarile Hazret-i Ademin fıtreten mazhar buyurulduğu bu talimi esma hasîsasına medyundur. İlim ve mantık hassası bu suretle nev'i insanînin fıtreti asliyesinde dahil zatiyatından bulunmuş ve bundan evvel hakikatı Ademiye ve tam manâsile ruhı Ademî tamam olmamış olur. Bu suretle kuvvei kelâmiye ruhı insanînin mahiyetinden bir cüz teşkil etmiştir. Cenab-ı Hak bu kuvveyi ruhı Ademe zatî olarak bahşetmiş ve nefhın tamamından sonra da Adem bilfiil şerefi lisan ile müşerref olarak lüzumuna göre esmayı tekellüm eylemiştir. Binaenaleyh Ademden evvelki mahlûkat her ne nevinden olursa olsunlar lisandan mahrum idiler ve binaenaleyh insan değil idiler, insanlık hilâfeti Ademiye ile müterafıkdır. Ma'sıyeti insanın zatîsi sayıp da sıfatı ilmi ve sıfatı kelâmı araziyatından saymak istiyenler insanı bilememişlerdir. Bundan da şu neticeye geliriz ki, bu talim, kablennefh yalnız ruhı Ademe idise, ona kuvvei kelâmiyenin, vaz'ı esma istidadının bahşedilmiş olduğunu ifade eder. Ve bu suretle esmanın bilfiil vâzıı, ikdarı rabbanî ile peyderpey Adem olmuş olur. Ve eğer zahir veçhile nefhı ruh ile beraber veya sonra ise vâzıı esma, Allahü teâlâdır. Ve Ademe ilham veya ilmi zarurî ile peyderpey talim buyurmuştur. Evvelkinde (........) kıyamete kadar bütün elsinenin esmasına şamil bir istiğrakı hakikî olur. İkincide ilk tekellüm edilen bütün esmaya mahsus ahdı haricî olur. Müfessirince ta'lim böyle iki suretle de tevil edilmiştir. Ve ilmi Usulde buna müteferri olarak vaz'ı lûgat meselesindeki ihtilâf hasıl olmuştur. Zâhir olan her halde bilfiil ta'lim ve o ta'limin takdiridir, Yani lisan, Ademin eseri hilâfeti değil, sebebi hilâfetidir. İşte Allahü teâlâ Ademe böyle esmayı ta'lim etti (........) talimden bir müddet sonra da bu isimlerin müsemmalarını yani delâlet ettikleri zevati melâikeyeye arz etti. Buradaki (........) zamirinde bir dakîkai lisaniye vardır ki, lisanımızda bulunmaz. (........) denilmeyip (........) buyrulması arz olunan şeylerin zevil'ukul olduğunu göstermekte zahirdir. Ve esmayı takyid ettiren karine de budur. Bu zamırin melâikeye ircaı ve o isimlerin esmai melâike olması da bunların melâikeye arzı ile mütenasip olmıyor. Binaenaleyh en zahir manâ bu müsemmeyatın Hazret-i Ademe halef olacak olan zürriyetleri olmasıdır. Salifüzzikir esma dahi bunların isimleri yani insan isimleri demek olur. Maamafih bütün esmanın talim edilip de yalnız bunların arz edilmiş olması da ihtimal dahilindedir. Lâkin her iki halde böyle olmak için zürriyetleri halk edilmiş bulunması lâzımgelir. Halbuki âyette henüz Hazret-i Havvanın bile halkına işaret yoktur. Ve kıssanın siyakı da buna muhalif görünmektedir. Bu müşkil, ma'ruf bir hadîs ile izah olunuyor ki, bunlar melâikeye küçük karıncalar, mikroplar misalinde arz edilmişlerdir. (........) ki, zürriyyet kelimesi bundan muştakdır. Bu hadîs bunların o zaman Ademde henüz tohum halinde yani istikbalde bütün Beni Ademi temsil eden ilk büzey ratı maneviye suretinde bulunduklarını ifham eder. Eğer burada bu vakıatın cismaniyeti kesife âleminde olmayıp Hazret-i Ademin nefsi natıkasının takdirî veya ruhunun esirî bir cismaniyeti lâtife iktisap etmesi halinde olduğunu tasavvur edebilirsek o cismi esirî eczasında kıyamete kadar gelecek Beni Ademin müteselsilen temessülleri veya nefsi natıkasındaki suveri maneviyei zürriyat o esmanın melâikeye arz olunan medlûlâtı olarak mülâhaza edilebilir. Ve böyle olmasına vakıanın Arza hubuttan mukaddem olması karine demektir, bu surette melâikeye arz, arzı hissî değil, arzı ilmî ve hakikî olur. Filvaki isimlerin asıl medlûlâtı eşyanın suveri ilmiyesidir. Kelimelerin mevzuu lehi asıl bunlardır. Demek Ademe evvelâ eşyaya ve bilhassa zürriyetine müteallik ilim ihsan edilmiş ve bundan başka bu malûmata ait isim ve suveri lisaniye dahi ta'lim buyrulmuştur. Melâikede olmıyan da budur. Bunlar takdir edilmiş ve hubuttan sonra da Hazret-i Adem bunların fi'liyatını Arzda görmüştür. Burada bilfiil ilmin fıtriyeti veya ademi fıtriyeti meselesi vardır ki, başka yerlerde tafsili gelecekdir. Rabbın melâikeye bunları arz-u irae etti de (........) haydi siz bil'işare ifade etmek istediğini hilâfete liyakatiniz imasında sadık yani musıp iseniz işte bunların isimlerini bana güzelce haber veriniz buyurdu.- Bu zevatı sade kendilerile değil isimlerile dahi tanıtabileceklerini sorarak evvelâ melâikeyi -acizlerini izhar-ü isbat etmek için- imtihan etti ve bununla şunu da anlatmış oldu ki, tasarruf, tedbir, ikamei ma'dilet, bunların müteallaklarını, isti'datlarının mertebelerini ve hukukun mikdar-ü derecelerini bilmeğe ve bundan başka bir de bizzat ihzarlarına muhtaç olmaksızın gıyaplarında dahi isimlerile anlatabilmeğe mütevakkıftır. Ve bu bapta sıfatı ilimden daha fazla bir hususiyet ve meziyet ifade eden sıfatı kelâmın, kuvvei lisaniyenin, tabiri aharle hakikate mutabık natıkiyetin zatî bir kıymet-ü ehemmiyeti vardır. Ve onsuz icrayı ahkâm mümkin değildir. Bu imtihana karşı melaike |
﴾ 31 ﴿