39

Küfre saplananlar ve ayetlerimize yalan diyenler ise işte bunlar ateş arkadaşlarıdır, onlar orda muhalled kalacaklardır

(........) küfre sapıp bizim hidayetimizi getiren âyetlerimize, alâmetlerimize, delillerimize, hüccetlerimize, gerek enfüsî ve gerek afakî şevahidi vahdaniyet ve rububiyetimize, gerek âlemde ve hılkatı Ademde merkuz olan edillei fıtriye-vü akliye ve gerek Peygamberler de kitaplarla tebliğ olunan edillei kelâmiye-vü nakliyemizi tekzip edenler (........) bunlar da balâda (........) diye beyan olunan narın, o dehşetli ateşin çırası ve kömürü olacak ve ondan ayrılmıyacak olan arkadaşlarıdır, bunlar o ateşte daima muhalleddirler. -Ve işte Arzda hilâfeti Ademiyenin sureti tahakkuku bu hübut ve bu va'd-ü vaid ile müterafık olmuştur. Ve bu sıfat Ademden evlâdına intikal edecek, bunu bilenler birinci kısımdan, tanıyanlar ikinci zümreden olacaklardır. Biri fıtrati ulâ muktezasına halef olacak, biri de araz olan zelleyi tabiat edinerek zahirde Ademe, hakikatte Şeytana halef ve refik olacaklardır. Binaenaleyh insanlar Kur’ân’ın bu kıssalarını iyi teemmül etmeli ve daima hatırında tutmalıdır. Görülüyor ki, kıssanın sonunda sıyakı beyan bütün Beni Ademi istihdaf etmekte ve Adem-ü Havva burada adeta zürriyetlerile beraber bir cinsi temsil eylemektedirler. Sanki hübut yani yer yüzünde zuhûri nev'i beşer bir kesret ile vaki olmuştur. Ve sabıkan beyan olunan vahdet, vahdeti cinsiye ve akliyedir denebilecek. Fakat iyi teemmül olunursa anlaşılır ki, bu hitabın istikbale derin bir şumulü vardır. Ve bunun içinde bu günkü ve yarınkı, kıyamete kadar gelecek insanların hepsi dahildir. Ve halbuki biz Arzda ilk intişar eden insanlar değiliz. Bununla beraber o hübutta ve (........) hıtabında dahil bulunuyoruz ne suretle? Çünkü babamız Ademin sulbünde bilkuvve bulunuyorduk. Demek ki, bu bilkuvve kesret, ilk hübut eden bilfiil insanın Adem ve Havvadan ibaret tek bir çift olmasına münafi değildir, ve tenasüli beşerinin me'bdei olan ilk harıka -ki, Arz hâdis olduğu için zarurîdir- Arzın her tarafında birden zuhur etmiş, müteaddit, mütekessir harıkalar değil, esaslı iki harıkaya ve bir tohmı asliye racidir. Ve burada hıtabın umumı istihdaf etmesi Kur’âna muhatap olan müteehhir insanların bilfiil tenvirleri ve hilâfeti Ademiyenin tamimi ve uhuvveti beşeriyenin ıhtarı hikmetine mebnidir. Filvaki bunu mueyyit olan diğer bir âyet vardır ki, orada (........) diye Adem ve zevci tesniye olarak tahsıs buyrulmuştur. Demek ki, Cennetten Arza bilfiil ilk çıkanlar bunlardır. Ve bu çıkış da anî olmamıştır, Hem de zürriyetleri olan bütün nev'i beşer dahi bunlarda bilkuvve mevcut olarak beraber çıkmıştır ve insanlar aslında cidden kardeştirler. Ulûmi tabiiye ve Arzda bilfiil tekvini beşer noktai nazarından düşünecek olursak bunun mebdeini işbu hübutta arayacağız. Burada Kur’ân bize fazla izahat vermiyor. Asıl vakıanın meb'dei olan harıkayı asgarisine irca ederek bildiriyor. Zira ayeti ilâhiye olacak olan odur. Mabadi bildiğimiz kanunı tenasüldür. Şüphe yok ki, ulûmi tabiiye bu kanundan çıkamaz, çıkınca manayı tabiat kalmaz. Maamafih bir zarureti mantıkiye ile Arzın hudusuna ve sonradan teşekkülüne hükmeden şimdiki fenni tabiî tekevvüni beşerde dahi bu günkü maruf tenasül ve tevalüt kanununun ezelî olmadığı ve mebde'de bir tohumun, bir aslın hudusunu dahi zarurî olarak kabul etmektedir. Bu bapta bundan başka müşahedeye müstenit bir malûmat yoktur ki, Kur’ân’ın bu ayetini, onun gözüle de bir mülâhaza edelim.

Eskiden bazı tabiiyun beşeriyetin Arzda ezeliyetini iddia ederlermiş. Fakat bu günkü fünunı tabiiyede bunların yeri yoktur. Lâkin farziyatçılar görüyoruz ki, bunlar, kıtaâtı Arzdaki urukı beşerin ta esasında başka başka asıllardan gelmiş olmasını ve binaenaleyh beynelbeşer umumî bir uhuvvetin tabiî olamıyacağını zannetmek istiyorlar. Zenciler, Avrupalılar, Amerikalılar nasıl kardeş olur? demek istiyorlar, bunlar şunu düşünmüyorlar ki, ilim daima vahdeti asıl noktai nazarını takip eder. Ve mümkin olduğu kadar harikanın taklilini arzu eder. Ve bu bapta verilecek hüküm hali hazırın müşahedessine müstenit bizzat bir mantık işidir. Bütün bunlar ise tenasülün mebdei vahidden başladığına hükmeder. Bunlara mukabil ilmi hayvanatta istihale ve tekâmül nazariyesini takip edenler vardır. Ve bu nazariye felsefî noktai nazardan esas itibarile muvafık ve kanunı vahdet ve terbiyeye de mutabıktır. Lâkin hayvanata tatbikında müşahede ve tecribei fi'liyeyi tecavüz eden ındî bir hüküm hatasını mutazammındır. Filvaki bütün ecsatı hayvanat mükemmel bir tasnif ile tertip edildiğini zaman görünüyor ki, aralarında nakıstan kâmile doğru giden bir silsile meratip arz etmektedirler. Aralarındaki büyük farklara rağmen bu tekâmül tebarüz ediyor. Bununla beraber hiç bir cinsin diğer cinsten tenasül ettiğine dair bir tecribeye, bir şahide de tesadüf edilmiyor. İnsan insandan doğuyor, arslan arslandan, at attan, maymun maymundan, köpek köpekten ilah... böyle olmakla beraber bu tecribeye rağmen vahdetı asıl esasına istinaden burada bir mantık yapılıyor. Hayvanatın işbu meratibi ecnasının kâmili nakısından istihale veya bittekâmül tevellüt ederek gelmiş, bu suretle bir gün gelmiş ki, hayvanın biri ve meselâ bir takdire göre maymunun biri veya bir kaçı insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş. Binaenaleyh insanlar arasında insanlık uhuvveti meşkûk ise de maymunluk veya hayvanlık uhuvveti meşkûk ise de maymunluk veya hayvanlık uhuvveti şüphesiz olmuş oluyor. Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmî noktai nazardan hiç ayrılmıyarak deriz ki, vahdeti asıl davası doğrudur.

Evvelâ bütün hayvanat için bu asıli vahit maddedir. Anasırı basitadır. Daha açık olmak için topraktır ve bu maddeten hayatın zuhuru bir illeti faileye mütevakkıftır ki, o nakısa kemal versin ve mademki tabiatın tenevvüatını görüyoruz. Demek ki, tabiat faili evvel değil, nihayet bir faili tâlidir. Nakıstan tabiatile bir zait çıkamaz. Meselâ bir okkalık sıklet, iki okkalık sıkleti sürükliyemez, çıktığı, sürüklediği farzedilirse bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz geldiğini kabul etmek lâzımgelir ve o zaman akıl, ilim ve fen yoktur. Zira illet ve tezayüfi illet kanunu inkâr edilirse hiç bir şey bilinemez, binaenaleyh bir kurttan bir kelebek bile çıkarsa tabiati ile değil, faili evvelin te'sirile, onun ıstıfasile çıkar. Yumurtadan civcivin çıkması bile haricî bir hararetin te'sirine mütevakkıf değil midir? Aşılarda dahi hal böyledir. İlmin hiç infikâk etmemesi lâzım gelen işbu esbaba mebni, aralarında kurbi meratip bulunan ecnası hayvanatı hilâfi tecribe olarak behemehal biribirinden istihale ettirmek veya doğurtmak ne tabiîdir, ne de zarurîdir. Bir kazıyyei vakıiye olsun söyliyebilmek üzere kurbağalar balıktan doğmuş, dönmüş demek için bir misali tecribî görmeğe ihtiyaç vardır. Delâleti tecribe ve icabı mantıkî yok iken böyle bir hüküm vermek elbette fennî ve felsefî bir hüküm değildir. Sözün doğrusu meratibi hayvanatın bütün tekâmül hudutlarında re'sen faili evvelden gelen ve emsali sebk etmediğinden dolayı harika olan bir hâdisei zaide vardır ve insanda hepsinden başka olarak bir ruhı küllî vardır. İnsan bir hayvandan doğsa idi. Yine gayri tabiî bir harika olurdu ve binaenaleyh aradaki silsile tekâmül heyeti umumiyesile tabiî değil, gyaritabiîdir ve eseri rububiyettir.

Bunun hangisi hangisinden doğduğunu sade Mantık bildiremez. Bunu ya müşahede veya tecribe veya vahiy bildirir. Tabiat muttarit olduğu halede şimdiye kadar balıktan kurbağa, maymundan insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve mahsuli tecribe olan Pastör nazariyesine de tamamen muhaliftir. Cinsi vahit dahilindeki aşılar şahit olamaz. Vahiy ise bize insanların maymunluğa tenezzülü hakkında bazı ıhtaratta bulunuyorsa da aksini haber vermiyor. Ve bize siz insansınız. İnsan olunuz, kardeş olunuz, hep bir babanın evlâdısınız diyor. Binaenaleyh esasında ilmî bir hakikati ihtiva eden, tekâmül ve istihale nazariyesinin yanlış bir tatbikını kabul etmek için elyevim hiç bir sebebi makul yoktur. Bütün bunlardan yakinî olarak bildiğimiz bir şey varsa o da ilk insanın Arzın sinesinde doğmuş olmasıdır. Ve bunda bir ıstıfa vardır. Lâkin bu ıstıfa tabiî değil rabbanîdir. Adem sun'ullahdır. (........) suresine bak (........) ancak şunu da ıhtar etmek lâzımgelir ki, Arza hubutı Ademden zamanımıza kadar geçen tarih zannedildiği gibi beş on bin senelik bir müddetten ibaret olmamak lâzımgelir. Bu kadar müddette beşeriyetin Arza intişarı kâmili tecribeye nazaran gayri makuldür. Endelüslü İbn-i Hazm Fisalında dokuz asır evvel bunun dinimizce kat'iyen sabit bir mıkdarı malûmu olmadığını ve yüz binlerle seneye baliğ olabileceğini ve maamafih ne ezelî, ne anî dahi olmadığını pek güzel anlatmıştır ve her halde Amerika yerlileri bile Adem sülâlesidir. Ve bütün insanlarda fıtrati asliye bir ve fakat tabiat muhteliftir. Şâkile ayrıdır. Ve bu noktai nazardan efradı insaniye arasındaki farkı derece hayvanatın enva farkından çok mühimdir. Bunların en vasi sınıfları da mümin, kâfir tasnifidir.

Cenab-ı Hak bütün bu taharriyatı ma'kule ve âdiyeyi bize bırakarak Kur’ân’ında bunların esası olan takdirin ahkâmı rububiyetin nesakı tevhit üzere cereyanını ve bundan bilhassa insanlara tahsıs edilen rahmet ve nimeti ilâhiyeyi ıhtar ve kendimizi, kendi mıkdarımızı, salâhiyeti niyabiyemizi, uhuvvetimizi, rabbımızı tanıyarak istikbale, Ahırete ona göre hazırlanmamızı ve beynelbeşer bütün adavetlerin ref'i, fıtrati ulâya itina şartıle mümkin olduğunu bu kıssada umumen beyan ve Resulüne tezkir etmiş ve bunun nihayetini manen (........) hıtabına rapteylemiştir. Bundan sonra da bilhassa bu kıssayı kitaplarında okuyup bilen Beni İsraile yani asrı saadetteki Yehudilere hıtabı mahsusunu berveçhiati tevcih eylemiştir ki, (........) hıtabı âmmiyle kıssai Ademden sonra bu rengi hıtap ne kadar beliğdir.

39 ﴿