49Hem hatırlayın ki, bir vakit sizi Ali Firavnden kurtardık, sizi azabın kötüsüne peyleyorlardı; oğullarınızı boğazlıyorlar ve kızlarınızı diri tutmak istiyorlardı ve bunda size rabbınız tarafından büyük bir imtihan vardı (........) ve hem o hengâmı hatırlayın ki, hani sizi Âli Firavnden tamamen kurtarmıştık -çünkü o zaman kurtarılan yalnız dedeleriniz değil onların dolayısile sizdiniz, bütün Beni İsrail idi. Siz Beni İsrail onların elinde ne hâlde idiniz?. (........) o Âli Firavn size azabın kötüsünü peyliyor, canınıza kıyıyorlardı.- SEVM, mal peylemek, zulüm yüklemek, derde sokmak, salmak, bir siyma vermek, yani dağlamak manalarına gelir ki, her birile tefsir edilmiştir. Her halde bir suikast manasını ifade eder. Hikâye olunuyor ki, bunlar sınıf sınıf esir, amele gibi ayrılmış ağır yapı yapmakta, yıkmakta, dağlardan kayalar yontup taşlar taşımakta, kerpiç, kiremit pişirmekte, neccarlık, demircilik ve daha bunlar gibi ağır hizmetlerde çalıştırılır zaiflerine ve vergiler tarh olunurmuş. Fakat bir hayli müfessirîne göre buradaki sui azap maba'dinde atf bulunmadığından şu cümlelerle müfesser olandır: (........) oğullarınızı boğazlıyorlardı (........) da kızlarınız ve kadınlarınızı gûya sağ bırakıyorlardı. -Elbette bu bırakış da hayır için olmıyordu. O kızlar bu âlâm içinde büyüseler bile oğlanlar kalmayınca hepsi ağyarın elinde kalacak, nihayet bütün nesil munkarız olacaktı. Diğer bir manâ ile: kadınlarınızın rahimlerini yokluyorlar, çocuk alıyorlardı. Üçüncü bir mana ile: kadınlarınıza haya edilecek şeyler yapıyorlardı. Evvelkinde istihya, «hayat» tan ikinci ile üçüncü de «haya» dandır. (........) ve bu hengâmede rabbiniz tarafından size büyük bir imtihan vardı- azab ile imtihan kurtulmak esbabını ızhar için imtihan. Necat ile imtihan da müstakil bir devlet ve millet teşkil ederek yer yüzündeki diğer devletlere faik bir surette hüsni amel ve ahlâk ile yaşamak imtihanıdır.- BELÂ esasen tecribe ve imtihan demektir, fakat bu imtihan bazan hayır ve bazan şer ile olur. Ve ekseriya iptida şerr-ü mihnet manasını tazammun eder. Burada iki cihet de vardır. Azab bir beliyye ile imtihan, tahlis de bir hayır ile imtihandır. Malûmdur ki, Fir'avn, Mısırda Amalika hükümdarının unvanıdır. Cem'inde feraine denilir. Nasıl ki, Rum hükümdarlarının bazısına Kaysar, bazısına Hirakl (kıral), Habeş hükümdarlarına Necaşî, Yemen mülûküne Tübba, İran hükümdarlarına Kisra, Türklerinkine Hakan deniliyordu. Buradaki Fir'avnin ismi hakkında da muhtelif rivâyat vardır: 1- Velid İbn-i Mus'ab (İbn-i İshak ve saire), 2- Fantus (Mukatil), 3- Mus'ab İbn-i reyyan, 4- Muğıs (bazı müfessirîn), 5- Kabus (Ebühayyan), Tarihi Kâmilde Kabus İbn-i Mûsab İbn-i Muaviye diye göstermiş ve yerine kardeşi Velidin geçtiğini de nakleylemiştir. Bu isimler hep Arabî demek olduklarına göre o zaman Mısır halen Araplar elinde imiş demek olur. Ancak fantus ismi diğerlerine benzemiyor, ve böyle olması bazı tarihi umumî kitaplarına tevafuk ediyor. ÂL, ehilden me'huz ise de aralarında fark vardır. Âl başlıca şan-ü şöhret erbabına muzaf olur. Âli Fir'avn, Fir'avnin ehli dini, kavmi ve bilhassa etba-ü bendegânı. «Fir'avnden kurtarmıştık» buyurulmayıp da «Âli Fir'avn» buyurulmasında mühim bir nükte anlaşılıyor ki, bununla yapılan mezalimin mümessili Fir'avn idise de bunda asıl mes'uliyetin ondan ziyade etbaına ait olduğu ifade edilmiştir. Çünkü Fir'avn yaptıklarını bunların eli ve bunların hizmeti ile yapmıştır. Deniliyor ki, bu suretle Beni İsrailden katledilen çocukların mecmuu dokuz yüz doksan bine baliğ olmuştu. Buna sebep de bunlardan doğacak bir çocuğun Fir'avnin hükûmetini mahvedeceği hakkında kâhinlerin verdiği bir haber veya Fir'avnin gördüğü bir rü'ya olduğu öteden beri menkuldür. Ne ibrettir ki, bu mezalim hiç bir faide vermemiş ve âkıbet o çocuk doğmuş, Fir'avnin kendisine beslettirilmiş, Hazret-i Mûsa olmuş ve yine takdiri huda yerini bulmuştur. Acaba buna kadir olan Cenabı rabbil'âlemînin o kadar ma'sumun kesilmesine müsaade etmekte hikmeti ne idi? Buna Ebüssüut, tefsirinde işaret ediyor. Fakat daha evvel Muhyiddini Arabî Hazretleri Fususunda mealen şöyle izah eylemiştir: Bu çocuklar hep Hazret-i Mûsaya hayatında imdat olmak ve onun ruhaniyetini takviye etmek için katledilmiştir. Çünkü bunların her biri Mûsa diye, Mûsa diye Mûsa hisabına hasılı Mûsa için katlediliyorlardı. Çünkü Fir'avn ve Âli Fir'avn Mûsayı henüz bilmiyorlarsa da Hak teâlâ biliyordu. Elbette bunların her birinin alınan hayatı Mûsaya ait olacaktı, zira gaye o idi. Bu çocukların hayatı ise hep fıtrat üzere bulunan temiz birer hayat idi, ağrazı nefsiye ile kirlenmemiş -kıssai Ademde beyan olunduğu üzere secdei Melâike devrindeki- fıtrat ve hılkati asliye üzere bulunuyorlardı. Hazret-i Mûsa, Mûsa diye katlolunan bütün bu çocukların hayatları mecmuu olacak ve hayatı Mûsa bunların mecmuuna muadil bulunacaktı. Her birinin ruhundaki isti'dad-ü kuvvet Mûsanın olacak, Mûsada tecelli edecekti. Demek ki, bütün bunlar sağa olsalar ve öyle tertemiz büyüseler, mecmuundan nasıl ve ne kadar bir kuvveti ruhiye hasıl olacaksa ruhı Mûsanın kuvveti ona müsavi olacaktı, Fir'avnin başındaki orduya mukabil, Mûsa başlı başına böyle bir ordu idi. Bütün o kesilen çocukların ruhları, ruhı Mûsa maiyetinde idi. İşte Allahü teâlâ onlardaki kuvayı ve kuvveti toplamış Hazret-i Mûsaya vermişti ve vermek için bunu yapmıştı. Bu da Hazret-i Mûsaya bir ıhtisası ilâhîdir ki, ondan evvel Enbiyadan hiç birine nasıp olmamıştı ilah... İmamı Razî Hazretleri der ki, İnsanın başka bir el altında ve üzerinde keyfe mayeşa tasarruf edilebilecek bir halde bulunması, lâsiyyema bu hal içinde bir de ağır, zor, pis işlerde istihdam edilmesi envaı azabın en şiddetlilerinden olduğunda şüphe yoktur. Hattâ buna ma'ruz olanlar ekseriya ölümü temenni ederler. İşte Cenâb-ı Allah’ın burada beyan buyurduğu birinci ni'met bu kötü azabdan tahlıs ni'metidir. İlah... Demek oluyor ki, bu ayette evvelâ hürriyet ve istiklâl ni'meti tezkâr edilmiş ve esaret mahkûmiyetinin fecaati ıhtar buyurulmuştur. Saniyen: |
﴾ 49 ﴿