62

Şüphe yok ki, iman edenler ve Yehudîler, Nasranîler, Sabiîler bunlardan her kim Allah’a ve Ahıret gününe hakikaten iman eder ve salih bir amel işlerse elbette bunların Rableri yanında ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir

(........) Dini Muhammedîye zahirde iman etmiş olanlar yani dini islâmı lisanlariyle ıkrarlarından dolayı insanlar beyninde müslüman sayılanlar (........) dini Mûsaya intisap etmiş olan Yehudîler (........) dini İsaya mensup Nasranîler (........) bu üç dinden hariç olanlar (........) bütün bunlardan her kim Allah’a ve Ahıret gününe -bu surenin başında beyan olunduğu üzere- hakikaten zahir-ü batınlariyle iman eder (........) şüphesiz bunların rableri indinde ecr-ü mükâfâtları vardır (........) ve bunlara korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir yani yapılan inzarlar bunlar hakkında değildir.

İnsanlar sulbi Âdemden yer yüzüne indikleri zaman Cenâb-ı Allah kendilerine (........) diye her hangi bir zamanda gelen hidayetine ittiba etmeleri şartıyle bunu vadetmemiş mi idi? İşte tevbei Âdem’in semeresi olan o vadi ilâhî ilel'ebet cari böyle bir ile mütenasip ameli salih yapacak olan kimselerin risaleti Muhammediyeyi inkâr etmelerine imkân nasıl tasavvur edilir? Tarihin sahaifi şehadetinde nübüvveti Muhammediyeden daha bariz ve daha zahir hangi nübüvvet vardır? Binaenaleyh Semadaki yıldızlardan bazılarını kabul edip de güneşi inkâr edenlerin Allah’a karşı imanlarında ciddiyet-ü ıhlâs tasavvur etmek hak fikriyle asla kabili tevfik olmıyan bir tenakuz teşkil eder. Şayanı dikkattirki bu ayette iman, biri insanlara nazaran zahirî, diğeri indallah hakikî olmak üzere iki def'a zikredilmiş ve evvel emirde (........) Yehudilere, Nasaraya, Sabiîne mukabil tutulmuştur. Demek ki, bu üçü Kur’ân’ın mevzuı bahs ettiği imandan alel'ıtlak hariçtirler. Bununla beraber imanı zahirî erbabı bunlarla akran tutulmuş ve ameli salih ile meşrut gösterilmiştir. Demek ki, gerek zahiri mümin olan müslümanlar ve gerek bunlar haricinde bulunan Yehudîler, Nasranîler ve saire Kur’ân’da matlûp olduğu veçhile Allah’a ve yevmi Ahırete zahir-ü batınlarile cidden iman eder ve salihane amel yaparlar ve bunda sebat ederlerse o zaman (........) sirrine mazhar olacaklardır ki, bunda da dini islâmın davet-ü hidayeti âm bir dini umumî olduğu zahir olur. Bu âyetten nihayet şu neticeye geliriz ki, dini islâmın hâkim olduğu hey'eti içtimaiyenin teşekkülü için imanı hakikî şart değildir. O zahirî bir ıkrar ile dahi in'ikad ettiği gibi bunun içinde Dünyevî noktai nazardan bir akdi siyasî ile edyanı saire erbabı dahi hürriyeti diniyelerile hakkı hayata mazhardırlar. Fakat bütün bunların içinde ferdî veya içtimaî selâmeti hakikiye ancak imanı kâmil ve ameli salih erbabına mev'uttur, Ve heyeti içtimaiyenin zâmanı hakikîsi bunlardır. Dini islâmın Dünyevî, Uhrevî va'dettiği selâmet-ü saadetin sirri de bu hakikatte münderiçtir. Binaenaleyh imamı kâmil ve ameli kanunı umumîdir. Ve bu ayet o kanunun bir inkişafıdır. Binaenaleyh Yehudîler gibi zillet-ü meskenete düşenler ve gadabı ilâhîye uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah’a ve yevmi Ahırete cidden iman ederek Allah’ın son zamanda gönderdiği hidayete ittiba eyler ve ona göre ameli salih yaparsa o gadaptan kurtulur. Ve indallah ecr-ü mükâfatını bulur, (........) sirrine mazhar olur. Lâkin bu semereye irmek için zahiren yani yalnız insanlar arasında mü'min ve müslüman olmak kâfi değildir. Hattâ bir zaman için mü'mini salih yaşamış olmak da kâfi değildir. Onda sebat edip hüsni hâtime ile gitmek ve Allah’a o iman-ü amel ile kavuşmak da lâzımdır.

Bu surenin baş tarafında (........) tebşirinin kimlere maksur olduğu ma'lûm idi ki, bunda ezcümle (........) şartı vardı ve ayni zamanda (........) buyurulmuş olduğu için Ahırete iman ve ikani sahih bütün Enbiya ile beraber Hazret-i Muhammed aleyhisselâma ve ona inzal olunana iman edenlere mahsus olduğu tebliğ kılınmıştı. Binaenaleyh burada (........) cümlesiyle beyan buyurulan imanı hakikînin bı'seti Muhammediyeden sonra o suretle müfesser olduğunda şüphe yoktur. Zaten bu ayetin bilhassa bu noktai nazarla Beni İsraile hıtab hayyizınde bir icmal olup bütün bu beyanatın dini islâma davet sadedinde ve (........) emri celilinin te'yidi için sevkedildiğinde de iştibahe mahal yoktur. Bi'seti Muhammediyeden evvel Allah’a ve yevmi Ahırete iman eden ve ameli salih yapanlar bile Tevrat ve İncîlin hükmünce istikbalin büyük Peygamberine iman ile mükellef idiler, buna işareten (........) buyurulmuştu. Böyle iken bi'seti Muhammediyeden sonra onu inkâr edenler miyanında imanı hakikî erbabı tasavvuruna imkân kalır mı? Allah’a ve yevmi cezaya imanı bulunan ve bu iman salih erbabının feyzı ilmî ve amelîsinden mahrum olan zahirî bir islâm hey'eti içtimaiyesi (........) va'di ilâhîsine mazhar değillerdir. Allah’a imanı olmıyanlar ihkakı hak edemezler, Ahırete imanı olmıyanlar da bakaye hizmet eyleyemezler. Herkesin yalnız nefsi için çalıştığı bir hey'eti içtimaiyenin manzarası (........) âyetile tasvir olunan yevmi Kıyametin bir nümunesi olur.

«HADE, YEHUDÜ, HEVDEN» esasen Arabcada tevbe etmek manasına olduğu gibi Yehudî olmak manasına da gelir. Deniliyor ki, lisanı Arapta bunlara Yehud denilmesi, ya balâda beyan olunduğu üzere buzağıya taabbüdden hâil bir surette vaki olan tevbeleri dolayısiledir ve yahut Yahuza isminin ta'ribidir. Ve Yahuza Hazret-i Yakup aleyhisselâmın on iki evlâdının en büyüğünün ismidir. Bu surette Yehud, Beni İsrailin on iki sıbtından birincilerinin ismi olmak lâzım gelirken bu münasebetle umumuna birden tesmiye edilmiş demektir ki, her iki takdirde Yehud, ismi cinstir, müfredinde Yehudî denilir.

NASARA, «nasranî»nin cem'idir. Keşşafın beyanına göre müfredi «nasran» dır. «ya» ile nasranî, Ahmedî gibi mübalağa içindir. İsevîler kendilerine bu ismi vermişlerdir ki, bunda üç vechi tesmiye beyan ediliyor:

1- Hazret-i İsanın nazil olduğu «Nasıre» karyesine nisbettir. İbn-i Abbas, Katade, İbn-i Cüreyc buna kail olmuşlardır.

2- Beyinlerinde tenasur bulunmak yani biribirlerine nusrat etmeleri hasebile bu namı almışlardır.

3- Hazret-i İsa Havariyuna (........) demiş oldukları için bu isim ile tesmiye edilmişlerdir.

«NASRANλ Rumca hıristiyan diye terceme edilmiştir ki, «Hıristos»a nisbettir. Firenkler «Kırist» diyorlar.

Hıristos, halâskâr, fidyei necat vererek kurtaran «münci» diye şerh edildiğine nazaran «Nasranî» bunun Arapçası ve Binaenaleyh Nasranî «hıristiyan» Nasara «hıristiyanlar» demek olur.

«SABİÎN» yahut «sabie» hakkında müteaddit tefsirler vardır: evvelâ lûgat itibarile (........) denilir ki, filân kimse dininden çıkıp filân dine girdi demektir. Bu mana ile idi ki, Arap müşrikleri Hazret-i Peygamber Efendimize (........) derlerdi. Çünkü kendi dinlerine muhalif bir din ızhar ediyordu kezalik yıldızlar matla'larından çıktıkları zaman (........) denilir. Binaenaleyh esasi lûgat itibarile ve tekabül karînesile «Sabiîn» izafî bir manayı haiz olup, İslâm, Nasara, Yehud haricinde bulunan alel'ûmum edyanı saire mensuplarına şamil olur. Maamafih, urfen daha hususî manâlarla da tefsir edilmiştir. Ezcümle:

1- Katadenin tefsiri veçhile bunlar, melâikeye taabbüt eder bir taifedir.

2- Nücuma ibadet eden bir taifedir. İmamı Razî der ki, akrep olan budur. Ve bunların başlıca iki kavilleri vardır:

Birincisi, derler ki, «halikı âlem Allahü teâlâdır. Lâkin nücuma ta'zımi ve bunların namaz ve dua için kıble ittihaz edilmelerini emreylemiştir.»,

İkincisi «Allahü teâlâ eflâk ve kevakibi halketmiştir ve fakat bu âlemdeki hayr-ü şerri, sıhhat-ü marazı, halk-u tedbir eden bu nücumdur. Binaenaleyh bu âlemin Allah’ı onlardır. Ve beşeriyetin onlara ta'zımi vaciptir. Sonra bunlar da Allahü teâlâya ibadet ederler ve insanlara vasıta olurlar.» derler. Bu mezhep Gildanilere mensup olan kavildir ki, İbrahim aleyhisselâm bunları redd-ü ibtal için gelmişti ilah... Bunların Hazret-i Nuha ve ba'zı rivayata göre Hazret-i İdrise nisbet iddiasında bulundukları da söyleniyor. Elhalete hazihi ahkâmı nücuma i'tikat bunlardan kalmadır. Sûrei Maidede tafsılât gelecektir bak!

Aşiren:

(........)

Burada Beni İsrâilin Hazret-i Mûsa maiyetinde ilk teşekküli millîlerine ve cereyanı dinîlerine ait bazı ıhtarlar vardır. TUR, kelâmı Arapta alelıtlak dağ ma'nasına gelir ki, Süryanîde dahi böyle olduğu zikrolunuyor. Bazıları da nebatatı olan dağ demek olduğunu söylemişlerdir, Turısina da Hazret-i Mûsanın mazharı kelâm olduğu dağın ismi hassıdır. Ve buradaki (........) her üç ma'na ile te'vil edilmiş ise de zahir olan ahittir ki, o da Turısinadır. Bu misak alındığı zaman Beni İsrailin onun dibinde bulundukları söyleniyor ve başka rivayetler de zikrediliyor. Maamafih bu misak ile ta ibtida Mısırda Beni İsrailin Hazret-i Mûsaya biatleri ma'nasını anlamak mümkin olacaktır. Bu dahi Turun Semavî kıymetile başlamış ve denizden geçtikten sonra tekrar tevsik olunmuştur. Bu suretle (........) İbn-i Abbastan mervi olduğu üzere atf için olarak ikisini de beyan etmiş olur. Hal olması rivayetine göre ise yalnız sonrakini ifade eder.

62 ﴿