97Söyle, her kim Cibrile düşman ise bilsin ki, o, o Kur’ân’ı senin kalbin üzerine Allah’ın iznile indirdi, önündekileri tasdıklayıcı ve mü'minlere bir hidayet ve bişaret olmak için (........) Ya Muhammed!. sen şöyle de ve benim tarafımdan şunu ilân et ki, (........) her kim Cibrile duşman ise karşıma çıksın.- Müfessirîn bunun cümle-i şartiye olduğunda ittifak ediyorlar, fakat ekseriyet, cezanın «sebebsizdir, manasızdır» yahut «kahrından çatlasın» (........) gibi bir takdir ile mahzuf olup mabadindeki (........) bu cezanın illeti olduğunu söyliyorlar, Sahıb keşşaf bundan başka, cezanın mahzuf olmayıp mabadindeki (........) cümlesi olabilceğini de söylemiş ve meali «bunun sebebi Allah’ın iznile Kur’ân’ı sana indirmesinden ibarettir» olacağını göstermiş ve nihayet bunun bir tehdid ifade ettiğini de anlatmıştır. Lâkin buna (........) cümlesinde (........) şartına ait bir zamir bulunmadığından kaidesi lisana muhalif olduğu beyanile itiraz edilmiştir. Ancak Zemahşerî burada «bunun adavetinin sebebi» diye bir mübtedâ ile bu zamirin mukadder olduğunu gösterdiğinden Ebuhayyanın bu itirazına cevabı da anlatmıştır. Demek oluyor ki, evvelki surette ceza mahzuf, illeti onun makamına kaim ikinci surette ceza mezkûr, fakat cezadan rabıtalı bir mübteda mahzuftur. Her iki takdirde kelâmın bir manayı tehdidi mutazammın olduğu ve ikinci âyetin bunu izah ettiği unutulmamak lâzımgelir. Sebebin beyanı vesiledir asıl sıyakı âyet, bu tevbihtir. Bunun için biz siyaka nazaran şu takdiri zahir buluyoruz: söyle: her kim Cibrile düşman ise Allah’a düşmandır (........) çünkü o Cibril Kur’ân’ı senin kalbin üzerine Allah’ın iznile indirmektedir. (........) önündeki kütübi salifeyi musaddık (........) ve mü'minlere hidayet ve bişaret olmak üzere. (........) buyurulması iki cihetten şayanı dikkattir. Evvela: (........) buyurulmayıp (........) ile irad edilmiştir ki, (........) isti'lâ ifade ettiğinden vahy-ü tenzil diğer varidat ve sanihatı adiye gibi kalbe yalnız bir noktadan ilişivermekle kalmayıp bütün kalbi üzerinden istilâ ve diğer ihtisasat ve idrakâtın cümlesini tatıl ederek gelen ve her yakînin fevkında bir ilmi zarurî ve nakabili mukavemet bir hükmi ilâhî ifade eyliyen bir cebri ilâhî olduğunu iş'ar etmektedir. Cibril, vahiy getirdiği zaman Resulullahı öyle bir sarıp tazyık ediyordu ki, canına tak diyordu. Bunun için Resulullah (........) buyurmuştu. Nitekim Buharînin başında Hazret-i Aişeden rivayet olunduğu üzere eshab-ı kiramdan Harisibni Hişam Hazretleri «ya Resûlullah sana vahiy nasıl geliyor?» diye sormuştu, Resulullah buyurdu ki, «ahyanen salsalei ceres -çan sesi- gibi gelir, bu bana en şiddetlisidir. Derken kesilir, ben de hepsini hıfz etmiş bulunurum, ahyanen de melek bir adame temessül eder, bana söyler, ben de söylediğini bellerim. » Hazret-i Aişe bunu naklettikten sonra demiştir ki, «filvaki ben gördüm gayet soğuk bir günde Peygambere vahiy nazil oluyordu, vahiy kesildi, Peygamberin alnından ter fışkırıyordu, böyle ilk vahyin Hırada nasıl geldiği de Fatihada nakledilmişti. İşte burada (........) veya (........) hatta (........) buyurulmayıp da (........) buyurulması bilhassa vahyin kalbi Resulullahı pek ziyade tazyik ve istilâ eden en şiddetli kısmına işaret buyurulmuştur. Saniyen: bu kelâmı söylemeğe Resulullah memur olduğu için muktezayı zahir onun lisanından tekellüm sıgasile (........) denilmek idi. Resulullah söylerken benim kalbime demesi lâzım gelirdi, böyle iken hıtab ile (........) buyurmuştur ki, bu da bu sözü Resulullah kendi tarafından değil Allah tarafından aynen söylemeğe memur olduğunu tansıs içindir. Hulâsa, ya Muhammed!. Sen değil, ben söyliyorum, sen bunu ilân et: her kim Cibrile düşmen ise şunu muhakkak bilsin ki, o Cibril sana bu Kur’ân’ı kendiliğinden değil benim iznimle indirmektedir, hem de ondan evvelki bütün kütübi ilâhiyeyi müeyyid ve onlar gibi rahmet ve hattâ mü'minîne onlardan fazla hidayet ve bişaret olarak indirmektedir, şu halde ona adavet etmek Allah’a, Allah’ın bütün kitablarına, müminlere olan hidayet-ü bişaretine düşmen olmaktır |
﴾ 97 ﴿