180Birinize ölüm geldiği vakit bir hayır -bir mal- bırakacaksa, babası ve anası ve en yakın akrıbası için meşru' bir surette vasıyyet etmek müttekiler üzerine icrası vacib bir hak olarak üzerinize yazıldı (........) her hangi birinize ölüm hazır olduğu, yani yaklaşıb emarelerini gösterdiği demde, marazı mevt hengâmında (........) eğer bir hayır terk ederse: badelmevt mal bırakacak, hattâ çok bir mal bırakacak olursa (........) ebeveyni ve yakın akrıbası için ma'ruf veçhile, yani ifrat-u tefrittan, tevahhuş ve inkisarı mucib cevirden âri, adalet dairesinde vasıyyet yapmak üzerinize yazıldı. Bunun tenfiz-ü icrası (........) müttekiler üzerine hakkan vacib oldu.» VASIYYET, lûgaten: masdar yani isâ ve tavsıye manasına bir isimdir. Sonra (........) manasına isim olmuştur. İsâ ve tavsıye lûgaten bir kimsenin hayatı veya mematı ile gaybubeti halinde diğerlerinden bir şey yapmasını taleb eylemektir ki, türkce ısmarlamak ta'bir olunur. Şer'an isâ (........) gibi (........) ile veya (........) gibi (........) ile istimaline göre iki manaya gelir. Lâm ile istimalinde öldükten sonra malına başkasını malik kılmak, ilâ ile nın masalihinde tasarrufı başkasına tefviz eylemek» manasınadır. Bu âyette ise (........) ile istimal edilmiş olduğundan birinci manayadır. Sonra bu âyetteki (........) mal manasına olduğu müttefekun'aleyhtir. Zira lûgaten hayır «intifa olunan her hangi bir şey» demektir. Mal da böyledir. (........) nazmı mecidinde olduğu gibi hayrın bilhassa malda istimali de vardır. Burada da böyle olduğunda rivayetler ıttifak etmiştir. Ancak burada hayır denilen mal aza çoğa şamil alel'ıtlak malmıdır yoksa mali kesir midir? Bunda ihtilâf edilmiştir. Zührîden rivayet olunduğu üzere mutlak diyenler çoktur. Fakat Hazret-i Aliden rivayet olunuyor ki, müşarünileyh bir gün azadlı bir kölesinin marazı mevtinde yanına gitmiş idi, altı yüz veya yedi yüz dirhem malı varmış «vasıyyet etmeyeyim mi» diye sormuş. Hazret-i Ali «hayır, Allahü teâlâ (........) buyurmuştur, senin ise çok malın yoktur» demiştir. Kezalik Hazret-i Aliden mervidir ki, «dört bin dirhem ve madunu nafakadır» demiş. İbn-i Abbas Hazretleri «sekiz yüz dirhemde vasıyyet yoktur» demiş. Hazret-i Aişe radıyallahü anha dahi vasıyyet etmek isteyen ve çocuğu var, malı da az diye ehli tarafından menolunan bir kadın hakkında «kaç çocuğu ve ne kadar malı var» diye sormuş, «dört çocuğu ve üç bin dirhem malı var» demişler, bunun üzerine «bu malda fazlalık yok» demiştir ki, bunlar hayrın mali kesir manasına olduğuna delâlet etmektedirler. Filvaki böyle olmasa idi (........) şartı pek müfid olmazdı. Zira bir ekmek veya setri avret edecek bir bez parçası olsun, mali kalil terk etmeden çırçıplak ölen insan yok denecek kadar enderdir. Böyle hayır, ma'ruf gibi takdire, re'y-ü ictihada mütevakkıf olan bazı şartlardan dolayı bu vasıyyetin vacib değil, mendub olduğuna kail olanlar dahi bulunmuş ise de doğru değildir, zira (........) kelimelerinden her biri vücube daldır, Binaenaleyh mal sahiblerinin ebeveyn ve akrebînine vechi ma'ruf ile sureti lâikada bir vasıyyeti maliye yapması bir farizai diniye olarak teşri' kılınmış idi. Bu vücubun menat-ü hikmeti ise vilâdet ve karabet, daha doğrusu akrebiyyet hakkı ve camiai karabetin kuvvet ve derecesine göre halelden vikayesi olduğu da lâmın ma'nasından anlaşılmaktadır. Ancak bu hakkın ma'ruf veçhile ta'yini mıkdarı vefat edecek kimsenin re'yine ve vasıyyetine bırakılmış idi. Bil'ahara surei Nisada gelecek olan miras âyetleri ile Cenâb-ı Allah bu hakkın mikdarlarını bizzat ta'yin etmiş ve kullarını son nefesde buna ait re'yi vasıyyet mecburiyyet-ü mes'uliyyetinden ve akrıba arasında bu yüzden zuhurı melhuz inkisar tehlükesinden kurtarmıştır. Bu suretle burada vücubı müekkeden gösterilen hakkı karabet ve vilâdet daha ziyade takviye edilmiş ve fakat varis olacak akrıba hakkında vasıyyet neshedilmiştir. Bunun için aleyhissalâtü ves-selâm Efendimiz haccetülveda' senesindeki hutbesinde (........) =muhakkak biliniz ki, Allahü teâlâ her hak sahibine hakkını verdi, badema varise vasıyyet yoktur» buyurmuştur ki, bu Hadîs-i şerif Ümmette meşhur ve müstefiz olduğundan dolayı mütevatir hükmündedir. Ve ümmet bunu ittifak ile telâkki bilkabul ederek ma'mulünbih tutmuştur. Kezalik aleyhissalâtü ves-selâm Efendimiz (........) =varise vasıyyet caiz olmaz meğer ki, sair verese icazet versin» buyurmuştur ki, (........) da beyan olunduğu üzere bu hadîsi de sahabeden bir cemaat rivayet eylemiştir. Binaenaleyh varise vasıyyet miras âyetlerinin işareti veya bu hadîslerin ıbaresi ile mensuh olmuştur. Acaba varis olmıyan diğer akrıba hakkında vazifei vasiyyet el'an baki değil midir? Yani bu âyetteki vücubı vasıyyet hükmi külliyyen mi mensuhtur, yoksa kısmen mi? Ancak bu noktada selefin ıhtilâfı vardır. Ekseri müfessirîn ve fukahayı mu'teberîne göre baki değildir. Nesih umumîdir. Seleften bazı müfessirîn ve fukahaya göre ise vücubı vasıyyet varis olan akrıba hakkında mensuh, olmıyan akrıba hakkında bakidir. Nesih, küllî değil cüz'îdir. Hasanı Basrî, Mesruk, Tavus, Dahhâk, Müslim İbn-i Yesar, Alâ İbn-i Ziyad Hazaratı buna kaildirler. İbn-i Abbas Hazretlerinden de biri ekseriyetle, biri akalliyetle beraber olduğuna dair iki rivayet vardır. Hattâ müfessiri şehir dahhâk demiştir ki, «akrıbasına vasıyyet etmeden vefat eden kimse amelini ma'siyet ile hatmeylemiş olur», Tavus dahi «bir kimse akrıbasını bırakıb da ecanibe vasıyyet ederse, ecanibden nez'olunur akrıbasına reddedilir» demiştir. Bunların iki delili vardır: evvelâ, bu âyet alel'umum akrıbaya vasıyyetin vücubuna daldır. Varis olan akrıba hakkında miras âyetleri veya (.......) hadîsi veya icma' ile bu vücub metrukülamel ise de gayri varis akrıba hakkında bir delili nasih yoktur. Binaenaleyh (........) lâfzı ammı tahtında gayri varis akrıbaya vasıyyet vazifesi gayrı mensuh olarak bakidir. Saniyen, bir hadîsi nebevîde (........) =malı bulunan müslimin vasıyyeti yazılmış olarak yanında bulunmadıkça bir iki gece yatması caiz değlidir» buyurulmuştur. Ecanibe vasıyyet vacib olmadığı mücmaunaleyh bulunduğundan bu vasıyyetin vücubunda Sünnet, Kur’ân’ı müekkiddir. Demişler. Cumhurun istidlâline gelince: bu da müteaddiddir. Evvelâ, burada (........) buyrulduğu gibi miras âyetlerinin başında da (........) buyurulmuştur. Valideyn ve akrabîn unvanı her ikisinde müsavidir ve bunların az veya çok terikeden farz birer nasıbleri bulunduğu iptida icmalen gösterilmiş, saniyen tafsılen ta'yin edilmiştir. Binaenaleyh vücubı vasıyyet âyetinin müteallâkı olan valideyn ve akrabîn aynı mefhum ve mütenavel ile zikredilmiş ve farz ve farıza ziyade ve noksanı kabul etmiyeceğinden hak, vasıyyetten mirasa tebdil edilmiştir ki, bu bir neshı küllîyi natıktır. Ba'dehu tafsılâtı ırsiyye bunu beyandır. Saniyen vasıyyeti icab eden hakkı karabeti miras âyetleri ta'yin etmiştir. Bununla mirasta dahil olmıyan uzak akrıbanın sahibi hakkolmadığı da tebeyyün eylemiştir. O halde işbu vücubı vasıyyet âyetinin varislerden başkasına tenavülü yoktur ki, varise vasıyyetin neshından sonra baki kalsın. Tabiri âharle (........) ismi tafdıli izafî bir mana ifade ederek en yakın akrıbayı gösterir. Miras da bunlar hakkındadır. Binaenaleyh uzak akrıbanın esasen vücubı vasıyyette duhulü müsellem değildir ki, neshı cüz'îye bir vecih kalsın. Salisen akrabîn, akrıba demek olduğuna göre miras âyetlerinde (........) buyurulmuştur. Ve bu vasıyyet nekire olduğundan dolayı bundan murad burada vacib olan (........) tir denemez. Binaenaleyh şer'an vasıyyet bulunmıyabilir ve bir vasıyyet bulunmadığı takdirde bütün terike varislerin hakkı meşruu olacaktır. Bu ise bilişare diğerlerinin bir hakkı bulunmadığını ve binaenaleyh bunlar hakkında da vasıyyetin vacib olmadığını bil'istilzam ifade eder. Bunu Fahrüddini razî kıyas olmak üzere nakletmiş ise de bu bir kıyas değil, işareti nastır. Ve işareti nas dahi neshı ifade eder. Ve bu vecih hepsinden evceddir deniliyor. O halde varis olmıyan akrıbaya vasıyyet, ecanibe vasıyet ahkâmına tabi olarak caiz ve sülüsten mu'teber olur da vacib olmaz. Rabıan zikrolunan Hadîs-i şerif dahi bu âyet gibi ahkâmı mirastan evvel varid olmuşdur, vücudu mensuhtur. Maamafih bu ıhtilâftan şu neticeye vasıl oluruz ki, gayri varis akrıbaya vasıyyet lâakal mendubdur. Müfessirîn içinde yalnız Ebumüslimi Isfahanî icmaa muhalefet ederek bu âyetteki vücubı vasıyyet hükmünün mensuh olmadığına kail olmuş ve demiştir ki, bu âyet miras âyetlerine bizzarure muhalif değildir. Evvelâ bu vasıyyetin ma'nası başka değil valideyn ve akrabîn hakkında (........) âyetindeki vasıyyeti ilâhiye olan mirastır, yazılan budur. Ve yahud valideyn ve akrabîne vasıyeti ilâhiye olan hıssei irsiyeleri kemalile noksansız olarak verilmek ya'ni terikeden mal kaçırılmamak hususunu vasıyyet etmesi muhtazıra farz kılınmış demek olur. Saniyen, miras ile vasıyyetin em'inde münafat yoktur. Miras atıyyei ilâhiye, vasıyyet de atıyyei muhtazar olur, vâris de iki âyet hükmünce bunların ikisini de alabilir. Salisen, münafat bulunduğu farz edildiği âyeti miras bunu nâsıh değil muhassıs yapılmak mümkindir. Zira bu âyet akrıbaya vasıyyeti vacib kılıyor, sonra âyeti miras vâris olan akrıbayı ıhrac eder varis olmıyan karıba da bu âyetin tahtında kalır. Çünkü ebeveynden varis olanlar bulunduğu gibi, ıhtilâfı din, ırk, katil gibi esbabı mania dolayisile varis olmıyanlar da bulunabilir. Akrıbanın dahi eshabı feraızdan oldukları halde işbu esbabı maniadan dolayı varis olmıyanları bulunabileceği gibi bazı ahvalde sabit ve bazı ahvalde kendisinden evvel ve akdem bulunduğu zaman sakıt olanları ve kezalik zevil'erham gibi ferizadan alel'ıtlak sakıt olanları da vardır. Binaenaleyh bunlardan varis olanlara vasıyyet caiz olmazsa da varis olmıyanlara sılei rahim için vasıyyet vacib olur. Filvaki Allahü teâlâ (........) kavli kerimlerile bunu te'kid de etmiştir. İşte Ebumüslim mezhebinin takriri budur. Ve bu üç veçhle neshı inkâr etmiştir. Görülüyor ki, bu zat en nihayet kısmen nesha kail olan akalliyyet mezhebini müdafaa etmiş ve fakat buna nesıh demeyib tahsıs ta'bir eylemiştir. Halbuki tahsıs tarihen mukarin veya tarihleri meçhul olmakla mukarenete mahmul olan iki delil beyninde mülâhaza olunur. Miras âyetlerinin nüzulü ise bu âyetten muahhar olduğu bil'ittifak ma'lûmdur. Bu surette ise tahsıs değil, mukarrer olan bir hükmün kısmen neshı tahakkuk etmiş olur ki, akalliyet mezhebidir. İkinci vechinde sübutı miras ile sübutı vasıyyet beyninde münafat yoktur cemi'leri mümkindir demesi de alel'ıtlak doğru değildir. Irs hakkında (........) buyurulmuş olması ziyade ve noksanı kat'îyyetle mani' olduğundan yalnız vücubı miras, vücubı vasıyyette münafidir. Bunun için (........) buyurulmuştur. Sair veresenin icazeti şartiyle mukayyed olan cevazen ictima' ise ıtlak halindeki münafata mani değildir. Bunun için kendisi de bunu farzetmeğe lüzüm görmüştür. Birinci vechine gelince bu da bu âyetin miras âyetlerinden başka hükmü ve ma'nası yoktur demektir. Böyle demek bu âyeti nesıhten kurtararak i'mal etmek değil ihmal etmektir. Çünkü mevzuı münakaşa olan hüküm ve ma'nanın külliyen neshını i'tirafa müsavidir, Bu esbaba binaendir ki, Ebû Müslim nihayet ekalliyyet mezhebine rucua mecbur olmuş ve ancak buna nesıh demeyib -bigayri hakkın- tahsıs demiştir. Ebû Müslimi buna sevkeden saikı aslî (........) âyetinde sabit olan neshı siyak karinesiyle kütüb-ü şerayiı salifeye kasr-u tahsıs ile Kur’ân’da hükmü mensuh âyet bulunmadığını bir kaide külliyye halinde iddia etmiş olmasıdır ki, zamanımızda Mısır muharrirlerinden bazısının buna ittiba etmek istediğini gördüğümüzden balâda bunun zahiri nassı inkâr demak olduğunu kaydetmiştik. Böyle bir fikir İlmi usulde mübeyyen olan nas ile zahiri temyiz edememekten münbais bir taassub olur. (........) nazmı ıtlakında zahir, masîka lehinde nâstır ve siyakı nas zahiri nassı tahsıs ve takyid etmez. Buna kail olmak, Kur’ân’da neshı inkâr etmek için (........) âyetinin ıtlakında bilâ sebeb bir nesha kail olmaktır ki, taassub saikasiyle düşünülmüş bir tenakuzdan başka bir şey değildir. Müfessirînden ve eazımı fükahai Hanfiyyeden cessas Ebû Bekri razî Hazretleri ahkâmı Kur’ân nâm tefsirinde bu zat hakkında der ki, «ehli fıkıh olmıyan müteahhirînden bazısı şöyle bir züumda bulunmuştur ki, Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi vesellem şeriatinde nesıh yoktur ve bunda nesıh namiyle mezkûr olanların hepsinden murad, Sebt tutmak ve Şark-u Garbe namaz kılmak gibi enbiyaı mütekaddimîn şeriatlarının neshıdır, çünkü Peygamberimiz ahırı enbiyadır ve şeriati kıyamete kadar bakidir demiş bu züumde bulunan bu adam belâgatten ve ilmi lûgatin çoğundan nasîbedar olmakla beraber bunun İlmi fıkıh ve Usuli fıkıhtan hazzı yok idi, maamafih selimül'itikad idi, emri gayri zahir ve sui zannile gayri müttehem idi, lâkin ortaya böyle bir söz atmasında muvaffak olmamış, tevfikten dur olmuştur. Böyle bir söz bundan evvel kimseden sadır olmamış, bil'akis ümmetin selefi ve halefi Allah’ın din-ü şeriatinde bir hayli ahkâmın neshına akıl erdirmiş ve bize nakleylemiş ve bu babda irtiyaba düşmemiş ve neshın te'vilini tecviz de etmemişlerdir. Kur’ân’da âm ve has, muhkem ve müteşabih bulunduğunu nasıl şüpheden azade olarak kat'iyyen bilmiş, anlamış, bellemişlerse neshı de tıbkı öyle anlamış, bellemişlerdir. Binaenaleyh Kur’ân’da neshın vücudünü reddeden tıpkı Kur’ân’ın âmm-ü hassını, muhkem-ü müteşabihini reddeden gibi olmuştur çünkü hepsinin vürudü ve nakli ayni tarzdadır. Bu adam ise mensuh ve nasıh âyetlerde ve bunların ahkâmında ümmetin müttefekun aleyh akavilinden hariç bir takım şeyler irtikâb etmiş ve bununla beraber dermiyan ettiği ma'nalarda taassüfe düşmüş, tatsız tutsuz bir şeyler yapmıştır. Bunu, buna sevkeden ne idi bilmiyorum. Ancak ekseri zannım şudur ki, bu adam bunu -ilmin şeraitinden olan cerayanı tarihısine- bu babdaki nükuli ulemaya kılleti ilminden ve selefin söylediği, ümmetin naklettiği ma'lûmatı esasiyeyi bilmeksizin hemen rey'ini istimal edivermesinden naşi yapmış (........) =Kur’ân’da sade reyile söz söyliyen îsabet de etse hatâ etmiş olur» hâdîsi Nebevîsinin mazmuuna masadak olmuştur. Allah mağfiret eyliye. Vücuhı nesıh hakkındaki tafsılât için de Usuli fıkıhdeki kitabımıza müracaat oluna» ilâh... Alel'umum Usuli fıkıh kitablarında ve tefsirlerde görüldüğü üzere evvel-ü ahır ulemaı islâm içinde bu suretle neshı inkâr eden Ebû Müslimi Isfehanîden başka bir kimse yoktur. Bunun re'yine göre de mirası hısaba katmadan yalnız bu âyet ile amele imkân yoktur. Hasılı, bidayeti islâmda bu âyet mucebince ya miras hiç yoktu da evlâd da dahil olduğu halde valideyn ve akrıbaya bervechi ma'ruf bir vasıyyet farz kılınmış idi veyahud miras yalnız evlâda münhasırdı evlâddan maada valideyn ve akrıbaya bervechi ma'ruf bir vasıyyet farz kılınmış idi ki, bu surette valideyn gibi evlâd dahi, akrabîn mefhumunda dahil değildir. Uruf da böyledir. Balâda Hazret-i Ali ve Hazret-i Aişeden mervi olan kelâmlar dahi bunu te'yid eylemektedir. Ve her halde evlâd ile gayri varis uzak akrıbanın (.......) mefhumu âmmında duhulleri kat'î değil meşkûk veya maznundur. Miras âyetleri mucebince irsin evlâddan maadaya da teşmili ile bu âyette kat'î olan vücubı vasıyyet neshedilmiş ve maamafih hakkı karabet daha ziyade tevsik olunmuştur. Ve bu âyette külliyyen mensuh olduğu beyan edilen hüküm de yalnız bivechin vasıyyeti maliyyenin vücubuna ait bulunan ve bilibare sabit olan hükümdür. İşarât ve delâlâtı sairesi ile kavaidi Usuliye dairesinde amel edilebilir. (........) kelimesi bil'ibare (........) ile müfesser olmakla beraber işaret veya delâletile daha vası'dir. Dinde hukukı ıbad ve hukukı ilâhiyeye müteallık düyun-u emanat ve sair hukukun kazasına müteallık bazı vasıyyetlerin vacib olduğu ahval ve eşhas da vardır. Ve bu cihetle bu âyet alel'ıtlak vasıyyetler hakkında bazı ahkamı fıkhiye istinbatına me'haz da olmuştur. Malûmdur ki, vasıyyet bir iş, yapılan bir vasıyyeti tenfiz ve icra diğer bir iştir. Esası gerek vacib ve gerek mendub veya mübah olsun bervechi ma'ruf yapılmış olan bir vasıyyeti meşruanın tenfizi musîden başka diğer alâkadaran için bir vecibe teşkil eder (........) ile buna işaret de edilmiştir. Binaenaleyh gerek vacib olsun, gerek gayri vacib olsun ma'ruf vechile bir vasıyyeti meşrua yapıldıktan sonra onu ibtale değil tebdile bile kimsenin salâhiyeti yoktur. |
﴾ 180 ﴿